• Sonuç bulunamadı

4. Sınıf Önce Okuyoruz Sonra Online Sınav Oluyoruz “Beş Kafadar” Anneannemin Azmi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "4. Sınıf Önce Okuyoruz Sonra Online Sınav Oluyoruz “Beş Kafadar” Anneannemin Azmi"

Copied!
80
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1 Zeynep Eraslan Y

K Ü

Piri Mehmet Paşa Mah. Cumhuriyet Cad. Makbule Yönel İş Merkezi No:8/14 Silivri-İSTANBUL Tel: (0212) 731 58 28 - (0507) 151 97 48

(2)

2 Yazan Zeynep ERASLAN Resimleyen Senem ÖZDEMİR Düzenleyen Emin SARI BASIM YERİ Prizma Press

, Bilgin Çocuk Yayın Matbaa ve Kitap Pazarlama San. Tic. Ltd. Şti.’nin tescilli markasıdır.

Bilgin Çocuk Yayın Matbaa ve Kitap Paz. San. ve Tic. Ltd. Şti. Piri Mehmet Paşa Mah. Cumhuriyet Cad. Makbule Yönel İş Merkezi No:8/14

Silivri-İSTANBUL

Tel: (0212) 731 58 28 - (0507) 151 97 48

(3)

3

Gizem

Ali

(4)
(5)

5

O akşam Barış’ın annesi erkenden eve dön-müştü. Barış, okuldan döndüğünde, annesini evde görünce çok sevinmişti. Hemen annesine sarılarak: -Anneciğim ne iyi ettin de erkenden döndün.

Annesi de Barış’a

sarılıp öptü; ama üzerinde bir

durgunluk vardı. Daldı gitti

uzakla-ra. Akşam yemeği için bir şeyler

hazırla-dı. Barış çok üstüne gitmek istemedi. “Belki

de işyerinde bir şeyler olmuştur. Belki de çok

(6)

6

En doğrusu babasını beklemekti. Babası na-sılsa yemekte günün nasıl geçtiğini anlatırken annesi de neler olduğunu söylerdi.

Barış odasına geçip yemek öncesinde ödev-lerinin bir kısmını yapmak istedi. Hem annesi de yal-nız kalıp biraz başını dinlemiş olurdu. Annesi, mut-fakta yemek hazırlıkları yaparken sesli düşünmeye başladı:

- Haklı kadıncağız. Bizi okuttu, bu yaşlara getirdi. Yemedi yedirdi; giymedi giydirdi. Bizim ona şu kadarcık bir fayda-mız olmadı. Bir evlat olarak görevimi yapı-yor muyum?

Kendi kendine konuşuyordu. Bir ara yanına Barış’ın geldiğini bile fark etmeden konuşmasına devam etti:

(7)

7

- Acaba ne yapabilirim? Hâlâ yapıla-cak bir şeyler vardır. Bir çare bulmalıyım.

Barış, annesine yavaşça yaklaşarak:

-Anneciğim iyi misin? Benim yapabi-leceğim bir şey var mı?

Annesi, bir anda kendine geldi. Barış’a baktı. Oğluna sarılarak:

-Ah be oğlum.

Sorma neler oldu? Bugün anneanneni doktora götürecektim. Bu nedenle iş yerinden izin aldım. Erken çıktım. Hastaneye gittim. Annem de oraya gelecekti. Zaten ben işten çıkarken arayıp haber vermiştim. Artık gözlerinin numa-rasının ilermiş olmasından saatin kaç oldu-ğunu anlayamamış. Biraz daha oyalanmış, evden erken çıkamamış.

(8)

8

Barış anneannesinin başına kötü bir şey gel-miş olabileceğini düşünerek:

“Anne sakın kötü bir şey oldu deme!” diyerek annesinin anlatacaklarını can kulağıyla din-lemeye devam etti:

“Aslında çok önemli. Ama neyse ki sağlığı ile ilgili bir durum değil.” dedi. Anlat-maya devam etti:

- En son saate baktığında geç kaldı-ğının farkına varıyor. Hemen kalkmış, apar topar giyinmiş, evden aceleyle çıkmış. Oto-büs durağına gelmiş. Durağa gelen ilk otoOto-büse binmiş. Şoföre sormak da hiç aklına gelme-miş. Normalde hastane ev arası yirmi dakika sürerken, anneannen bir saat kadar dolaşmış. Otobüse binen olmuş; otobüsten inen olmuş bizimki hiç oralı değil.

(9)

9

Barış, annesinin anlattıklarını dinledikçe me-rak etmeye başlamış:

- Anneannem akıllı kadındır. Bakalım bu hikayenin sonu nereye varacak?

Annesi anlatmaya devam etti:

- En sonunda yanında oturan bir bayan “Teyzeciğim siz nereye gidiyorsunuz? Dikka-timi çekti hiç kımıldamadan oturuyorsunuz.” demiş.

Anneannen, kafası biraz bulanıklaşarak, hastaneye gittiğini, oraya hep bu otobüsle gittiğini söylemiş. Neyse ki doğru insanlarla karşılaşmış. Ba-yan hastaneye giden otobüsün bu olmadığını, numa-rasının da yanlış olduğunu söylemiş.

(10)

10

-Ah canım anneannem.

Kim bilir nasıl da telaşlanmıştır!

Annesi de biraz hüzünlenerek:

-Ah yavrum ahh. İşte ben de buna üzül-düm ya. Kadıncağız kimsesizler gibi ortada kalmış. Şoför, hemen ilk durakta indirmiş. Eline de hastaneye giden otobüsün numara-sını yazmışlar. Kadıncağız durakta bir başına beklemeye başlamış. Gelen otobüsün numa-rası, elindekine benziyormuş. Ama bu sefer de kendisi korkmuş; binmemiş. Sonunda du-raktakilerden yardım istemiş. Doğru otobüse binmiş, hastanenin önünde inmiş.

Barış, biraz rahatlayarak:

-Ohh

sonunda buluştunuz değil mi anneciğim?

(11)

11

Annesi, yarı gülümser durumda:

-Hayır yavrum. Yine buluşamadık. Çünkü bu sefer de bölümün nerede olduğunu bula-mamış. Önünden birçok insan geçip giderken, başı da dönmüş. Oradaki güvenlik görevlileri durumu fark etmişler, anneanneni alıp oturt-muşlar, su içirmişler. Sonra da hangi bölüme gideceğini sormuşlar.

Barış yeniden korkmaya başlayarak:

- Anne, bu arada sen neredesin? Ne-den anneannemle hastane kapısında buluş-madınız?

Annesi, Barış’ın anneannesine olan düşkün-lüğünü çok iyi bilirdi. Bu yüzden oğlunun kızmasından üzüntü duymadı. Aksine anneannesi için telaşlanma-sı hoşuna bile gitti. Anlatmaya devam etti:

(12)

12

-Ah Barışcığım ahh! Ben o sırada bölü-mün önünde sıra almak için bekliyordum. Has-tanelerdeki işlemler böyle. Önceden gidip ilk numaraları almak gerekiyor. Ne kadar rande-vulu da gitmiş olsan, sırayı beklemek zorun-dasın. Ayrıca sıradan sonra da, ön işlemler yapılması gerekiyor. Anlayacağın benim bö-lümde olmam şarttı.

Barış annesinin zaten üzgün olduğunu anlamıştı. Daha fazla üstüne gitmenin anlamsız olduğunu düşüne-rek,

“Canım annemmm!”

diyerek annesine sarılıp öptü. “Sonra neler oldu?” diye sordu.

Annesi de duygusal anlar yaşıyordu. Oğluna sa-rılıp sımsıkı öptü. Sözlerine devam etti:

- Sonra anneannen bölümün ne olduğu-nu söylemiş; görevliler de alıp getirdiler. Tabi ben anneanneni görevlilerin getirdiğini

(13)

görün-13

ce fena oldum. Bu kez de beni kendime getir-mek için çabaladılar.

(14)

14

Barış’ın anlamadığı, bütün bu olanlara sebep neydi ki? Annesine merakla sordu:

Annesi Barış’a sarılarak anlatmaya devam etti:

- Oğlum, anneannen bu kadar hayat tecrübesi olan bir kadın ama en büyük eksiği okuma yazma bilmemesi. Ve bu olayda hepi-miz suçluyuz.

Barış, duyduklarına inanamıyordu. Annean-nesinin okuma yazma bilmediğini bu yaşına kadar hiç anlamamıştı. Bu nasıl bir durumdu?

Annesi, anlatmaya devam etti:

-Anneannem sakin, akıllı, insanlarla ilişkileri çok iyi olan biri. Nasıl oluyor da

(15)

15

- Hastaneye gelirken otobüs numarasını okuyamamış. Hastane içindeki bölümü okuyup bulamamış. Dahası birinden rica edip telefon bile edememiş. Görevli, “Kızınızın telefon nu-marasını biliyorsanız arayalım.” demiş. Ama annem bunu da bilememiş.

Annesi, olayı anlattıkça kötü oluyordu. Suçlu-nun da kendisi olduğuna inanmıştı:

- İşte böyle Barışcığım. Anneannen gibi güçlü, tuttuğunu koparan, sosyal, girişken bir kadının okuma yazması yok. Ve bunun tek suç-lusu benim.

Barış, anneannesiyle geçirdiği güzel bebek-lik günlerini hayal meyal hatırlıyordu. Anneannesi, Barış’a dört yaşına kadar evde bakmış, annesi işe gittiğinden, evde de bakıcı istemediklerinden, bu

(16)

16

fedakârlık anneanneye düşmüştü. Dedesiyle birlikte anneannesi, her pazar günü Barışlara gelirlerdi.

Cuma günleri de tekrar evlerine dönerler-di. Haftanın beş günü Barışlarda kalırlardı. Bir süre sonra dede sıkılıp, kendi evinde kalmak istemişti. Ama fedakâr anneanne, torununu bakıcılara bırak-mak istememişti.

Barış, anneannesinin gazeteleri okuduğunu düşünüyordu. Resimlerine bakıp haberler hakkında yorum yapardı. Televizyondaki haber programları-nın hemen hepsini izlerdi. Güncel konular hakkında bilgisi vardı. Barış, anneannesinin anlattığı masal-larla büyümüştü. Hele yaptığı yemekler. Lezzetine doyum olmazdı. Anneannesi insanlarla yaptığı soh-betlerde de kendini çok iyi ifade eden bir kadındı.

Barış, şu an duyduklarına inanamıyordu. Hay-retler içinde:

(17)

17

- Canım anneannem, neden yıllarca okuma yazma öğrenmemiş?

Annesi de çok üzgündü. Annesi için bir şey-ler yapması gerektiğini düşünüyordu. Zaten yarın anneannesi ile dedesi buraya kalmaya geleceklerdi. O zaman ne yapmaları gerektiğini konuşurlardı.

Akşam Barış’ın babasına da olayları anlattı-lar. Babası da olaya çok üzülmüştü. Kayınvalidesini en az annesi kadar sever, saygı duyardı. Böyle bir olayı yaşamış olmasından dolayı o da kendisini suç-ladı:

- Benim de hatam var. Ben de bir şeyler yapabilirdim. Keşke izin alıp, hastaneye ben götürseydim.

(18)

18

Barış ve ailesi, keyifsiz, düşünceli bir akşam geçirdiler. Sabah yine düşünceli, sessizce kahvaltı edip işe, okula gitmek üzere ayrıldılar. Barış, okul-da bu konuyla ilgili neler yapabileceğini arkaokul-daşları ile konuşmak istedi. Zaten sessizliğinden arkadaşları bir şeylerin olduğunu anlamışlardı. İlk olarak Ozan sordu:

-

Barış, neler oluyor?

Yol boyun-ca da bir şey konuşmadın? Evde kötü bir şey mi oldu?

“Barış arkadaşım, canını sıkan şey ne-dir?” dedi Gizem.

Ali daha da telaşlıydı.

“Ne-ler oluyor?” diye o da sordu.

Barış arkadaşlarının bu yakınlığından dolayı çok teşekkür ederek:

(19)

19

- Dün anneannem doktora gitti.

Daha sözlerini bitirmesine izin vermeden Işıl atıldı:

- Ne oldu, kötü bir şey mi çıktı? Şim-di hastanede mi? Hemen annemlere haber verelim. Ziyaretine gidelim.

Barış, gülmeye başladı:

- Yok yok öyle bir şey yok. Sadece kü-çük bir kontrol. Her zaman gittiği bölüme git-ti. Yeni bir şey değil.

Herkes derin bir “ohhh” çekti. Barış’ı dinle-meye karar verdiler. Barış olanları baştan başla-yarak, tüm ayrıntısıyla anlattı. Arkadaşları şaşkınlık içinde dinlediler. Yeri geldi üzüldüler; yeri geldi

(20)

şa-20

şırdılar. En sonunda bu olay için bir şeyler yapmaları gerektiğine karar verdiler. Işıl’ın aklına parlak bir fikir gelmişti:

- Anneanne için bir kurs araştıralım.

“Bence Çiğdem öğretmen ile konuşa-lım.” dedi Ozan.

Ozan’ın her zamanki sakin, akılcı çözümleri dikkate alınırdı. Doğrusu da buydu. Çiğdem öğret-menle konuşmakta fayda vardı.

Dışarıda biraz hava alıp oyun oynadıktan sonra zil çaldı. Derse girdiler. Çiğdem öğretmen, her zamanki gibi ödevleri kontrol etti. Eksik ödevleri sınıfta tamamlattı. Konular verildi. Öğrencilerin ko-nular üzerindeki çalışmalarını izledi. Dersin bitme-sine beş dakika kalmıştı. Barış ve diğerleri Çiğdem

(21)

21

öğretmenin yanına gittiler. Çiğdem öğretmen:

- Söyleyin bakalım afacanlar. Bir sorun mu var?

(22)

22

Ali, hemen söze atıldı:

- Öğretmenim. Bizim çok önemli bir sorunumuz var. Bunu ancak siz çözebilirsi-niz.

Çiğdem öğretmen, iyice meraklanmıştı:

-

Aman çocuklar,

korkutmayın beni. Şu işi sakince biri anlatsın.

Işıl, hemen söze girdi. Tane tane sorunu anlatmaya başladı. Ara sıra diğerleri de eksikleri tamamladılar. Sorun bir biçimde anlatılmıştı. Çiğdem öğretmen de Barış’ın anneannesinin başına gelenler için üzüldüğünü, bunun için yapılacak bir şeylerin olduğunu söyledi. Ve ekledi:

- Şimdi siz bana bir süre izin verin. Ben bu konuda okul idaresiyle görüşeyim.

(23)

23

Barış, anneannen kaç yaşlarındaydı? Barış, şöyle bir düşündü. Onun gözünde neannesi olsa olsa kırk–elli yaşlarındaydı. Ama an-nesine sorup öğrenebileceğini söyledi.

Okul çıkışı Barış ve arkadaşları yolda gider-lerken neşeliydiler. Çünkü Çiğdem öğretmen bu işi çözerdi.

Barış, eve vardığında kapıyı açıp içeri girdi. Okul kıyafetlerini çıkardı. Elini yüzünü yıkadı. Anne-sinin akşamdan hazırladığı yemeği çıkardı. Mikro-dalga fırında güzelce ısıttı. Afiyetle yedi. Yemek-ten sonra bulaşıklarını çalkalayıp, bulaşık makinesine dizdi. Yalnız başına bunları yapabiliyordu. Çalışan annenin çocuğu olmak böyleydi. Akşamdan her şey söylenirdi. Yapılacak işler, yenilecek yemekler, okul giysilerinin kaldırılması, ortalığın toparlanması...

(24)

24

Az sonra kapı zili çaldı. Barış, dış kapının di-yafonundan “Kim o?” diye sordu. Aşağıdan “Biziz yavrum. Anneannen, deden.” sesi geldi. Barış, se-vinçle açtı kapıyı. Kendi kapılarını da açıp annean-nesi ile dedesinin yukarı gelmesini bekledi. Onlar için terlikler çıkarıp hazırladı. Barış, anneannesi ile de-desini çok özlemişti. Bir de dünkü hastane olayından sonra onları çok merak etmişti.

Asansör katta durunca Barış, asansörün ka-pısını açtı. Anneannesine sarılarak:

- Canım anneannem, canım dedem! Ne iyi ettiniz de geldiniz. Kaç gün geçti; sizi çok özledim.

Anneanne ile dede de torunlarına sarılıp öperek:

(25)

25

- Yakışıklı torunum. Görmeyeli daha bir hafta bile olmadı. Niye böyle özledin baka-lım?

İçeri girip Barış’ın hazırladığı terlikleri giy-diler. Zaten hep aynı terlikleri giyerlerdi. Onların terlikleri özeldi. Barış, ikisinin arasına oturdu. Soh-bet etmeye başladılar:

-

Eeee

anlat bakalım Barışcığım, ar-kadaşların nasıllar? Neler yapıyorsun?

Barış da arkadaşlarının iyi olduklarını, okul dışında da görüştüklerini, iyi vakit geçirdiklerini söyledi.

Anneannesi, biraz durgundu. Barış bunu fark etmişti. Anneannesine iyice sokulup:

- Canım anneannem, hastalığın nasıl oldu?

(26)

26

Anneannesi, Barış’ın bu sıcacık sarı-lışıyla kendine gelerek:

- Canım yavrum. Dün olanları annen an-latmıştır. Hastalığımda bir şey yok. Ama olan-lardan dolayı çok üzgünüm.

Dedesi de, kendine kızmıştı. “Keşke, yalnız başına yollamasaydım.” dedi.

Barış, olgun tavrıyla söze girdi:

- Anneanneciğim ben senin yıllardır okuma yazma bilmediğini anlamamışım. Daha önce fark etseydim, birlikte öğre-nirdik. Ama olsun. Hiçbir şey için geç ka-lınmış sayılmaz.

Anneannesi, torununun bu yaşta, bu olgun-lukta konuşuyor olmasına çok sevindi. Ama kendisi için de üzülüyordu. Barış, sözlerine devam etti:

(27)

27

- Anneanneciğim, senin için bir şeyler yapacağız. Ben ve arkadaşlarım bu konuda araştırma yapmaya başladık. Öğretmenimiz-den yardım istedik. O da bu konuyu araştı-rıyor. En kısa zamanda bir şeyler olacak. Ne olur sen üzülme.

Sözlerine devam etti:

-Anneanneciğim yanlış anlamazsan bir soru sorabilir miyim?

Anneannesi, gelecek soruyu anlamıştı. Ha-fifçe gülümseyerek.

- Neden bu yaşıma kadar okuma yazma öğrenmediğimi soracaksın değil mi Barışcı-ğım?

Barış da “Aynen öyle anneanne. Neden okula gitmedin?”

Anneannesi, biraz duygulandı. Gözleri ıslandı. Biraz geçmişe gitti ve anlatmaya başladı:

(28)

28

- Biliyor musun Barışcığım, bizim ora-larda okul yoktu. Okul açıldığında da, “Kız kıs-mı okur muymuş?” diyerek bizi, kızları okula göndermediler.

Barış hemen araya girerek sordu: - Kim göndermedi anneanne? Anneanne, hafif kızarak:

- Tabi ki babam. Ama onun da bir ka-bahati yoktu. Çünkü köy yerinde kızların iyi birer kadın olması için çaba harcanmazdı. Ka-dın demek, anne demek, yemek pişiren, evi temizleyen, bulaşıkları, çamaşırları yıkayan kişidir. Ayrıca evde beslenen inek, keçi, ko-yun gibi hayvanların bakımı da kız çocuklara yaptırılırdı. İnekleri sağma işi, sağılan sütten peynir, yoğurt, çökelek, yapımında annelere yardım eden de kız çocuklarıdır.

(29)

29

Gözleri doldu. Şöyle bir içini çekti; anlatmaya devam etti:

(30)

30

- Benim en büyük üzüntüm okuyama-maktır. Ah ahh okusaydım; ilk, orta, lise son-ra da üniversite bile okurdum. Bir meslek sahibi olurdum. Köyümüzde okul yoktu. Olsa ne olacaktı ki? Sanki babam gönderecek miy-di? Buna rağmen, ben de köyün en deneyim-li dedesinin yanına giderdim. O köyün erkek çocuklarını yanına toplar, okuma yazma öğre-tirdi. Bana da seslenmezdi. Ama babam, köy-lünün dilinden kurtulamazdı. “Kızının ne işi var erkeklerin içinde” derlermiş. Babam da benim dedeye gitmemi yasakladı. Ben çok ağladım. Ama nafile. Babam, Nuh diyor peygamber de-miyordu. İnatçı bir babam vardı. Annem, “Bey izin ver, kız da öğrensin. Ne zararı var?” diye çok yalvardı. Ama babamın dediği dedikti. İleriyi gören bir adam değildi.

(31)

31

- Nasıl yani, şimdi dedem okuma öğ-renecek, sen kız olduğun için okula gitme-yeceksin öyle mi? Aklım almıyor. Bu nasıl bir olabilir ki? Ben sizin köyü hatırlıyorum anneanne. Sizin köyde çok okuyan insan var. Bu durum artık değişmiştir umarım.

Barış’ın aklına bir şey daha takılmıştı:

Anneanne, taaaaa çocukluğuna gitmişti. Bir taraftan güzellikleri diğer taraftan da köylerindeki öbür kızlar gibi okuyamamanın verdiği eksikliği ha-tırladı. Güzel bir çocukluk yaşayamamıştı. Bunun tek sebebi de “KIZ OLMASIYDI!”

Barış’ın dedesi de bu durumdan

etkilenmiş-- Peki anneanne, o bahsettiğin köyün dedesi okuma yazmayı nerede öğrenmiş?

(32)

32

ti. Zamanında kendisi ilkokulu okumuş, daha sonra ortaokul ve lise için kasabaya gönderilmişti. O da eşinin okula gönderilmemiş olmasından vicdan azabı çekmişti. Barış’ın sorusunu o cevapladı:

- Barışcığım, ben de anneannenle aynı köydenim. Evet, biz erkeklere okuma yazma öğreten bir dedemiz vardı. O dede, asker-deyken okuma yazma öğrenmiş. Köyüne dön-dükten sonra da, “köye iyilik olsun” diye kö-yün çocuklarını toplayıp okuma yazma öğretti.

Barış’ın dedesi anlatmaya devam etti:

- Barışcığım, eskiden askerlik, iki yıl sürerdi. Askere giden erkekler de mutlaka okuma yazmayı askerdeyken öğrenirlerdi. Köylerine dönünce de köyünü geliştirip, kal-kındırmak için okumanın önemini anlatırlardı.

(33)

33

Dedemiz de böyle yapmış, gençliğinde bu işe başlamış. Yaşlanıncaya kadar da bu işe devam etmişti. Yani bize iyilik etti.

Dedesi, anneanneye dönerek:

- Hanım hatırlar mısın bir gün eline bir defter alıp gelmiştin. “Ben de okuma yazma öğrenmek istiyom.” demiştin.

Anneanne de yine hüzünlenerek:

- Nasıl unuturum o günü?

Barış’ın dedesi, eşinin ellerini iki avucunun arasına alıp öperek anlatmaya devam etti:

- Aslında köyün dedesi, bizim hanımı çok da severdi. Gelip oturmasına hiçbir şey demedi. Onu uzaktan takip ederdi. Çünkü di-ğer erkek çocuklar, dedenin kızın yanına

(34)

gi-34

dip ona okuma yazma öğretmesinden rahatsız olurlardı. Ben de her gün yolunu gözlerdim. Ninen benden beş yaş küçüktür. Diğer ço-cuklar ninenden büyüklerdi. Kendilerinden hem küçük, hem de bir kızın erkenden oku-ma yazoku-ma öğrenmiş oloku-masını istemiyorlardı. Hatta bir gün, anneannen bazı harfleri birçok erkekten önce sökmüş, onların önüne geçmiş-ti. Neredeyse okumaya geçecekgeçmiş-ti. Oğlanlar-dan birinin babası gelip “Dede, işini doğru yap. Kızların burada ne işi olur ki?” diyerek, anneannenin dışarı çıkarılmasını istemişti. Dede, bu duruma çok sinirlenmişti. Ama onun elinden bir şey gelmiyordu. Uygun bir dille, anneanneni üzmeden, kızmadan, saçlarını ok-şayarak evine yollamıştı. O günden sonra da anneannen okuma kursuna gelmedi.

Barış’ın anneannesi, o kötü günün devamını şöyle anlattı:

(35)

35

- Ahh ahhhnasıl unuturum o kötü günü. Babam da kursa gelmişti. Benim kulağımdan tuttuğu gibi dışarı çıkardı. Sanki çok kötü bir şey yapmışım gibi, köyün orta yerinde bir iki tokat attı. Ben daha dokuz on yaşlarınday-dım. Ne olup bittiğini anlamıyordum. Babam, “Ali Efendi’nin kızı okuma yazma öğreniyor-muş dedirtmem.” diyerek beni eve götürdü. Tabi benim iki gözüm iki çeşme. Babam an-neme de kızdı. Tembihlerde bulundu. “Bundan sonra evin etrafından başka bir yere gitmek yok. Oturup kardeşlerine bakacaksın. Koyun, keçi, inekle sen ilgileneceksin. Anana peynir, çökelek, yoğurt yapımında yardım edeceksin. Ev işlerine de sen bakacaksın.” dedi ve gitti. Zavallı anam. Sarılıp ağlaştık. Sonra da bana “Gitme be kuzum. Okuyup da ne olacak. Kız başınla seni kasabaya neyim gönderemek ki?” dedi.

(36)

36

Barış, anneannesinin anlattıklarını dinledik-çe kızgınlığı artıyordu. “İyi ki kendi annem ve babam böyle kötü bir dönemde yaşamamışlar.” diye geçirdi içinden. Bu kez dedesi anlatmaya devam etti:

- Barış’ın anneannesi, ertesi günler kursa gitmekten vazgeçmiş. Babası da kızının çalıştığını görünce, ne kadar doğru bir karar verdiğini düşünerek bütün köylünün kendisiy-le gurur duymasını sağlamış. Daha doğrusu babası böyle düşünmüş.

Barış’ın anneannesi, öğrenmeye çok me-raklıymış. Annesi ve kardeşleriyle evde işleri yaparken, bir taraftan da köyde yeni açılan halı, kilim kursunu duymuş. Hemen babasıyla konuşmak istemiş. Babası, diğer köylü kızla-rın da oraya gönderildiklerini öğrenmiş. “Ta-mam, gidebilirsin.” demiş. Çünkü o aralar köye

(37)

37

okul da açılıyormuş. Babası, kızının yeniden okula gitmek istemesini böylece engelleyece-ğini düşünerek, halı kursuna gitmesini kabul etmiş.

Barış, hemen söze girerek:

- Anneannemin bunları yaşamış olması beni çok üzdü. Nasıl olur da erkekler okula gönderilirken, kızlar zorla evlerde tutuluyor-muş? Hem de aileleri tarafından. Aklım almı-yor. İleride iyi bir anne olmak için okuyup bi-linçli olmak gerekmez mi?

Anneannesi olanları anlatmaya devam etti: - Okul yerine halı, kilim kursuna yazıl-dım. Oradaki hocam beni çok severdi. Herke-se üç kere beş kere anlattığı şeyleri bana bir kez anlatırdı. Ben çok çabuk öğreniyordum.

(38)

38

Bak, annenin çeyizinde gelen halı var ya, işte onu ben kendi ellerimle dokudum. İyi bir halı nasıl olur çok iyi bilirim. Tezgâhların doğru seçimi, halı dokunan yerin sıcaklığı, ipinin ka-litesi, desenin seçimi, seçilen desenin de doğ-ru işlenmesi, atılan ilmeklerin doğdoğ-ru atılıp ke-silmesi, uygun makas kullanmak bunlar halının kalitesini etkiler.

Barış, anneannesinin halı dokuma ustası ol-duğunu hatırladı. Gerçekten de evlerinde çok kaliteli el dokuma halı ve kilimler vardı.

Anneannesi, sonunda mutlu olacağı bir şey-ler bulmuştu. Halı dokumadan bahsederken, gözşey-leri parlamıştı. Sesi daha bir coşkuyla çıkıyordu. Birden durgunlaştı. Çünkü aklının bir köşesinde okuyama-mış olmanın üzüntüsü vardı. Okur-yazar olamamak. Sözlerine şöyle devam etti:

(39)

39

- Ne yapalım, babamız okutmadı. Ben de her dokuduğum halıya, kilime, öğrendiğim harfleri işliyordum, dokuyordum. Böylece, harfler, unutmadan aklımın bir köşesinde ka-lıyordu. Babama bu sayede çok para kazan-dırdım. Daha küçük yaşlarda para kazanmak zor işti. Ama babam, bu konuda da doğru ka-rar verdiğini düşündü. Halı hocam da babama çok yalvardı. “Okut bu kızı. Çok zeki.” diyor-du. Babam, tükürdüğünü yalamayacak kadar gururlu bir insandı. Aslında “Millet ne der?” diye düşünürdü. Yani elâlem için yaşayan bi-riydi. Bu nedenle de verdiği sözden dönme-di. Eee yaşım da artık on beş on altı olmuştu. Deden de benimle evlenmek istedi. Babam da “Kız kısmını daha fazla evde tutmaınn anlamı yok!” diyerek, dedenle beni evlendirdi.

(40)

40

Barış’ın dedesi, anneanneyi ilk günkü sevgiyle seviyordu. O da köylerinde bu durumların olmasın-dan rahatsızmış; ama büyüklerin gelenek görenek-lerine karşı çıkacak cesaretleri de yokmuş. Dedesi sözlerine şöyle devam etti:

- Aslında ninenle evlenmem bir bakıma onun kurtuluşu oldu. Ben ilk orta liseyi bitir-miştim. Askerden izne gelbitir-miştim. Bir an önce nineni o evden kurtarmak istedim. Evlenirsek, istediklerini benimleyken daha rahat yapabi-lirdi. Neyse ki babası sorun çıkarmadı. Ninen-le evimizi kurduk. O halı işine devam etmek istedi. Hem köydeki diğer kızlara da bir uğraş sağlamış oluyordu. Tercihini halı, kilim doku-madan yana kullandı. Sonra ben askerden dö-nünce şehre göçmeye karar verdik. Şehirde daha çok iş imkânı vardı. Apar topar geldik. Ev, iş filan derken, çocuklarımız olmaya baş-ladı. Bir kez daha erteledik okuma yazmayı.

(41)

41

Çocuklarımız peş peşe oldular. Onları bırakıp gidecek bir olanak da olmayınca, ninen bir kez daha evde oturmaya başladı.

Barış, anlatılanları sanki bir masal tadında dinliyordu. Anneannesinin dizine yatarak:

(42)

42

- Canım anneannem ve dedem. İyi ki varsınız. Sizi çok seviyorum. Peki sonra an-nem, dayım, teyzem sana okuma yazma neden öğretmediler? Onlar da okula giderken, sen de onlarla oturup öğrenseydin?

Anneannesinin pişmanlıkları burada da de-vam etmiş. Sözlerine şöyle dede-vam etti:

- Ahh benim kınalı kuzum. Annen, dayın, teyzen okula gidip gelirlerdi. Aş, ekmek hazır olması gerekirdi. Benim annemin bize yapmadık-larını ben kendi çocuklarıma yapmak istedim. On-ları sevgisiz bırakmak istemedim. Küçük yaşlarda büyük sorumluluklar yüklemedim. Her şeylerini hazır ederdim. Dedenin işi oldukça iyiydi. O ça-lışır getirir; ben de ev işlerine bakardım. Huzur-lu bir yuvamız vardı. Gerçi dediğin gibi çocuklar okula başladığında ben de onlarla oturup yaptık-larını yapıyordum. Okudukyaptık-larını da okumaya

(43)

çalı-43

şıyordum. Ama dayın hastalanınca, onunla yakın-dan ilgilenmem gerekti. Bu nedenle “Senin neyine okumak?” diyerek, tamamen kendimi evlatlarıma adadım.

Anneannem ve dedem birbirlerine sarıldılar. Çok mutlulardı. Dedem:

- Evlat, neyse bizim hikâyelerimiz an-latmakla bitmez. Biz hayat üniversitesinden mezun olduk. En önemlisi çocuklarımızı okut-tuk. Üçünü de bir meslek sahibi ettik. Bu de-virde üç çocuk okutmak kolay iş değildir.

Bu güzel sohbetler sürerken kapı açıldı. Ge-lenler, Barış’ın anne ve babasıydı. Barış, koşarak onlara sarıldı.

(44)

44

- Size bir sürprizimiz varrr. Bilin bakalım kimler geldi?

Anne ve babası, misafirlerin geleceğini bi-liyordu. Bu nedenle gelirken, çok güzel yiyecekler almışlardı. Evde ziyafet havası vardı. Akşamdan da annesi çok güzel yemekler yapmış, hazır etmişti. Barış’ın annesi ve babası salona gidip “Hoş geldiniz” dediler. Barış’ın annesi:

- Erken gelmekle ne iyi etmişsiniz. Ba-bacığım sen nasılsın? Annemle dün birliktey-dik zaten.

Barış’ın dedesi de kızını ve damadını sevgi dolu öperek:

- Hoş bulduk yavrularım.

İyiyiz. Erken geldik. Barış’cığımla hasret giderdik. Taa geçmişe gittik. Çok da güzel sohbet

(45)

et-45

tik. Değil mi Barışcığım? Barış da aynı neşeyle:

- Eveett! İyi ki erken geldiler. Bu saate kadar sıkılıp sizin gelmenizi bekleyecektim. Anneannem ve dedemle zamanın nasıl geçti-ğini anlamadım.

Anne ve babası hemen sofra hazırlıklarına başladılar. Hep birlikte sofraya oturdular. Afiyetle yemeklerini yediler. Sofrada da sohbetlerine devam ettiler. Konu dönüp dolaşıp dünkü hastane macera-sına geldi. Barış’ın annesi ile babası bu konuda araş-tırma yaptıklarını, okuryazarlık kurslarına kayıtların zamanını öğreneceklerini söylediler. Barış da, okul-da Çiğdem öğretmenle bu konu hakkınokul-da konuştuk-larını, en kısa zamanda öğretmenlerinin bilgi vere-ceğini söyledi.

(46)

46

Anneannesi bir kez daha duygusal anlar ya-şadı. Çocukları ve torunu kendisinin okuryazar ol-ması için çaba harcıyordu. O gece, dede ve nine Ba-rışlarda kaldılar. Hatta Barış yatağını ninesine verdi. Ninesi de Barış’ı yanına alarak uyudu.

(47)

47

Ertesi gün sabah kahvaltıda buluşan geniş aile, çok mutluydu. Herkesin kafasında aynı şey vardı. Ama okumayla ilgili problemi sanki çözmüş gibiydi-ler.

(48)

48

Dede ve nine, bugün de Barışlarda kalacak-lardı. Barış’ı okula uğurlayan anneannesi, “Allah zi-hin açıklığı versin. Yolların açık olsun evladım.” diye-rek uğurladı. Barış, çok sevinmişti.

Okul yolunda buluştuğu arkadaşlarına dün ko-nuştuklarından bahsetti. Ali, hemen söze atıldı:

- Bugün okul çıkışı Barışlara gide-lim. Ne dersiniz?

Işıl ve Gizem, annelerine haber vermeleri gerektiğini söylediler. Ali ile Ozan da, “Rica ederiz, okul idaresinden biri veya Çiğdem öğretmen, aile-mize haber verir.” dediler. Çıkışta Barışlara gitme-ye karar verdiler.

Derse girdiklerinde Çiğdem öğretmen, Ba-rış’ı yanına çağırarak:

(49)

49

- Barışcığım, teneffüste yanıma gelir misin? Sana söyleyeceklerim var. İstersen arkadaşların da gelebilir. An-neannenin durumu ile ilgili.

Barış da öğretmeninin çözüm yolu bulduğundan emindi. Neşeyle:

-Tabi geliriz öğretmenim.

Teneffüste, öğretmenler odasına gi-den öğrenciler, öğretmenlerinin yanına oturdu-lar. Çiğdem öğretmen elinde bir dosya tutuyordu. Çocuklar merakla öğretmenlerinin söyleyeceklerini bekliyorlardı. Sonunda Çiğdem öğretmen anlatmaya başladı:

- Evet çocuklar. Barış’ın annean-nesi için birtakım araştırmalar yaptım. Barış, anneannen kaç yaşındaymış öğ-rendin mi?

(50)

50

Barış da, dün anneannesine yaşını sorduğu-nu, altmış beş olduğunu öğrendiğini söyledi. Çiğdem öğretmen, hemen bilgilerini paylaştı:

- Ülkemizde on dört yaşını dolduran, oku-ma yazoku-ma bilmeyen veya bir şekilde ilkokulu tamamlayamamış kişiler, halk eğitim merkez-lerinin okuma yazma kurslarına katılabilirler.

Ali sevinçle bağırarak:

Diğerleri de “Yaşasın!” diyerek Barış’a sarıl-dılar. Barış öğretmenine sordu:

- Öğretmenim, bu kurslar nerede olu-yor acaba?

Çiğdem öğretmen hemen cevap verdi:

-Oleeeyy oley oleyy! Annean

-nem okur yazar olacakkk!

(51)

51

- Bu kurslar evinize en yakın halk eğitim merkezinde veya en yakın eğitim kurumunda açılabiliyor. Yani anneannen, bizim okulun öğ-rencisi olabilir.

Barış, bu habere daha da çok sevinmişti. An-neannesiyle okula gelip gidecekti. Ne hoş olacaktı. Onun da bir çantası ve kitapları olur muydu? Bu dü-şüncesini de öğretmenine sordu. Çiğdem öğretmen gülerek:

- Sizinki kadar ağır çantası olmaz. On-lar için bir defter ve hece kitabı yeter. Ama daha sonra başka kitapları olacaktır mutlaka.

Gizem’in kafasına bir şey takıldı. Hemen sor-du:

- Öğretmenim, eskiden kızlar neden okula gönderilmiyormuş? Yani şimdi biz o

(52)

dö-52

nemlerde yaşasaydık, biz de mi okula gitme-yecektik? Bu nasıl olur?

Çiğdem öğretmen, Işıl’a da Gizem’e de sım-sıkı sarılarak:

- Evet kızlar. Eğer o zamanlarda yaşa-saydınız, sizi de anne babalarınız okula gön-dermeyecekti. Gerçi bugün bile hâlâ kız ço-cuklarını okullara göndermeyen birçok anne baba var. Devlet bu işe el atıyor. Değişik kampanyalar düzenliyor. Ama göndermeyen göndermiyor. “Cezası neyse öderiz.” diyen-ler var. Bu parayı da kızları küçük yaşlarda evlendirerek, “BAŞLIK PARASI” adı altında aldıkları para ile karşılıyorlar.

Işıl, duyduklarına inanamamıştı. Hala böyle şeyler oluyordu demek. Başlık parasını bir keresin-de bir filmkeresin-de duymuş, annesi keresin-de ona anlatmıştı.

(53)

53

“Nee başlık parası mı? Parayla evlilik mi olur?” diye sordu.

Çiğdem öğretmen, anlattıkları karşısında kendisi de çok üzülüyordu. Anlatmaya devam etti:

- Ama ülkemizin böyle bir gerçeği var. Özellikle kırsal kesimlerde, daha on on bir yaşındayken küçücük kızların ev-lendirildiğini, her gün gazetelerden ve te-levizyon haberlerinde dinliyoruz. Devlet bunun yanlışlığını o bölgelere gönderdiği uzman kişiler aracılığı ile anlatmaya ça-lışıyor. Ama bazı insanlara söz anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zor oluyor. İşte öyle zor bir durum... Baskın yapıldı-ğında aileler böyle bir durumun olmadığı-nı söylüyorlar. Çocuk gelinlere, damatlara da sorduklarında benzer cevaplar alınıyor.

(54)

54

Yani, küçücük çocuklar, nasıl bir işin içine girdiklerini bilmeden kullanılıyorlar.

Ozan da bu olayın çok büyük yanlışlar doğu-racağını düşündüğünü söyledi. Çiğdem öğretmen, çocuklara ilk öğretmenliğe başladığı yıllardaki anı-larından birini anlatmak istediğini söyledi:

- Çocuklar, o zamanlar öğretmenliğe yeni başlamıştım. Çiçeği burnunda idealist bir öğretmendim. Köyüm merkeze iki saat uzak-lıktaydı. Bir bahçenin içinde harap dökük bir okulum vardı. Okulun alt katında bir oda ve mutfaktan oluşan bir lojmanda, tek başıma kalıyordum. Öğrencim yok denecek kadar azdı. Köye öğretmen geldiğini öğrenen muh-tar, benimle gelip tanıştı. Ancak işimin hiç kolay olmayacağını buradakilerin çok azının çocuklarını okula gönderdiğini hele kız ço-cuklarının hiç okula gönderilmediğini

(55)

söyle-55

di. Meslek hayatım daha başlamadan bitecek miydi? “Ben de Çiğdem öğretmensem buna izin vermeyeceğim.” diyerek, evleri tek tek dolaşmakla işe başladım. Muhtardan özellikle kız çocukların olduğu evlerin adreslerini is-tedim. Her gün sabah erkenden çıkıp evlere baskına gittim. Başlangıçta beni hiç de hoş karşılamıyorlardı. Ama sonra sonra bana alış-tılar. Okula çağırmıyordum. Onlara gidip ba-sit dersler veriyordum. Her şeyin sevmekle başladığını düşünüyordum. Onlar da beni sev-meye başlamışlardı.

Ozan, Barış, Işıl, Gizem ve Ali öğretmenle-rinin anlattıklarını can kulağıyla dinliyorlardı. Çiğdem öğretmen anlatmaya devam etti:

- Başlangıçta erkek öğrencileri çağır-dım. Ama okula yardım etsinler diye. Odun, kömür, sıra, masa gibi eşyaları taşımak için

(56)

56

çağırıyordum. Onlar da erkek gücünü kanıt-lamak için çocukça bir yarışın içinde geliyor-lardı. Her geldiklerinde tahtada birkaç harf, birkaç işlem, resim oluyordu. Bunları gören çocuklar, kendilerince benzeterek yapmaya çalışıyorlardı. Başka bir gün defterler koy-dum. Alıp yazmaya çalıştılar. Tahtaya tebeşir bıraktım, nokta noktaları birleştirip harfleri yazdılar. Her geldiklerinde yemeleri için şe-ker, çikolata da bırakıyordum. Bir süre sonra ilk gelen yanında bir başkasını da getirmeye başladı. Böylece yirmi kadar çocuk topladım. Ama kızlar çok azdı. Hele bir tanesi vardı ki birkaç kez kendisi gelmişti. Babası her sefe-rinde okulu basıp, kızı yaka paça eve götürü-yordu.

Işıl, merakla sordu:

(57)

57

Çiğdem öğretmen, çok uzaklara dalıp gitti. Sessizce “Emine idi.” dedi. Kaldığı yerden anlatmaya devam etti:

- Emine her gün en önce gelen olur-du. Ben de hemen ona yapması gerekenleri öğretiyordum. Ödevlerini veriyordum. O zamana kadar babası okulu basıyor, Emi-ne’yi alıp götürüyordu. Her gün geldiğinde bir yeri kızarmış geliyordu. İçim acıyordu. Muhtarla evlerine gittim. Emine’nin aksi babası beni de evden kovdu. Emine henüz, on iki yaşındaydı. Esmer, uzun saçları var-dı. Gözleri bir ceylan kadar güzeldi. O çat-lamış ellerine her gün krem sürerdim. Çok severdi. Kucağıma oturtur, üşümüş ellerini ısıtırdım. Çok azimli, zeki, akıllı bir çocuk-tu. Hatta muhtara, bu kızı evlat edinebile-ceğimi de söyledim. Ailesi “Bizim muallime

(58)

58

verecek kızımız yok.” demişlerdi. Bir süre sonra, Emine okula gelmemeye başladı. Di-ğer çocuklara sordum. Bir tanesi, “Öğret-menim, Emine’yi evlendirecekler.” dedi.

Bu sözü duyunca başımdan kaynar sular dö-küldü sandım. Yani, “Bu yaştaki daha çocuk olan bir kızı nasıl evlendirecekler, kiminle evlendirecekler?” diye çok üzüldüm. Hemen jandarmaya haber verdim. Köye geldiler. Birlikte Emine’nin evine gittik. Bas-kın yaptık. Jandarma, babasını dışarı çıkarıp içeride Emine ile konuşmama izin verdi. Emine beni görün-ce, hiç de eskisi gibi koşup sarılmadı. Sanki bir anda on yaş büyümüştü. Ben korktuğunu anlamıştım. Ba-bası çok korkutmuştu. Belliydi. Annesi de yanımız-daydı:

-Emineciğim ne olur doğruyu

(59)

59

Sanki ben başka biriyle konuşuyordum. O azimli, inatçı, tuttuğunu koparan kız gitmiş; yerine sönük bakan, yaşamla ilgisi olmayan, alakasız biri gelmişti. Emine’ye baskı yaptıklarını anlamıştım. Ağ-zından hiçbir laf alamadım. Annesi de başımızdan ayrılmayınca Emine bir tek söz etmedi. Çaresiz dı-şarı babasına gittim.

(60)

60

“Sen nasıl bir insansın? Bu yaşta bir kızı nasıl olur da evlendirirsin?” diye bağırdım. Babası pişkin pişkin yüzüme bakarak:

“Aman muallim hanım. Kim söylemmişse yalan söylemiş. Yok öyle bir şey.” dedi.

Jandarma da inanmamıştı, ama yasalar ge-reği bir şey yapamadan döndük. Daha sonra duy-dum ki, Emine’nin yaşını büyütmüşler, kendisi gibi bir çocukla evlendirmişler. Tabi köyden kasabaya, oradan da başka yerlere götürmüşler. Bir daha da Emine’den haber alamadım. Zaten köydeki görevim bitmişti. Ben de buraya dönmüştüm.

Çiğdem Öğretmen, gözleri dolu dolu anlat-mıştı. Sonunda dayanamadı. Birkaç damla gözyaşı yanaklarından aşağı süzüldü.

(61)

61

Çocuklar, duyduklarına bir kez daha şaşır-dılar. Demek yakın zamanda da çevrelerinde böyle olaylar yaşanmıştı. Canları çok sıkılmıştı. Okula gön-dermeyip evlendirilen küçük gelinler hâlâ vardı.

Çiğdem öğretmen, öğrencilerinin canını daha fazla sıkmak istemiyordu. Barış’ın anneannesinin en kısa zamanda kaydını yaptırması gerektiğini, bunun için de nüfus cüzdanı ile başvuru formunu doldur-ması gerektiğini söyledi.

Barış ve arkadaşları bu duruma sevindiler. Okul çıkışında Barışlara gideceklerdi. Çiğdem öğ-retmen aileleri arayıp bildirdi. Çıkışta Barışlara git-tiler. Kapıyı anneanne açtı. Tek tek çocukları öptü. İçeride dede ile de öpüştüler. Anneanne, çocukla-ra kek ve meyve suyu hazırlamıştı. Afiyetle yerken, Barış:

(62)

62

- Anneanne, sana bir müjdemiz var. He-men yarın bizim okula okuma yazma kursu için kaydını yaptırıyoruz.

Anneanne ile dede, heyecanlandılar. Anne-anne:

- Ne çabuk evladım. Peki, yapmamız gereken bir şey var mı? Diye sordu..

Işıl hemen söze girerek:

Anneanne, çok mutlu olmuştu. Hele de to-rununun bu işleri çözmesi kendisini daha da mutlu etmişti. Çocuklar biraz daha oturup kalktılar. Akşam Barış’ın yaptıklarını öğrenen anne ve babası, “Se-ninle bir kez daha gurur duyduk.” dediler.

-Sadece nüfus cüzdanınız ile baş

-vuracaksınız. Bir de bu başvuru formunu

doldurmanız gerekiyor.

(63)

63

Babası da bu kursların işleyişi ve süreleri ile ilgili bir şeyler araştırmıştı.

Bu kursların 120 ile 140 saat arasında bir süresi olduğunu, bu süre sonunda alınan belgenin “Okuryazar Belgesi” veya “İlkokul Diploması” oldu-ğunu söyledi.

Annesi de bir şeyler daha ekledi:

- Kurs sonunda bir sınav olacaksın anneciğim. Bu sınavla bir belge almaya hak kazanacaksın. Ayrıca bu kursun açılması için katılımcı sayısı şartı yokmuş. En güzeli de kitapların olacak canım annem.

Annesine sarıldı. Anneanne, hemen öğrenci rolüne girmişti. Heyecanla sordu:

(64)

64

- Kitaplarımı ne vakit verecekler? Barış’ın annesi bunu da öğrenmişti:

- Canım annem, kitaplarını da baş-vurun onaylanınca hemen alacaksın.

Artık her şey hazırdı. Anneanne, yıllardır özlemini duyduğu okul yolunda önüne hiçbir engel çıkmadan ilerleyecekti.

Ertesi gün anneanne ile dede, erkenden Ba-rış’ın okuluna gittiler. Hemen okuryazarlık başvu-rusunu yaptılar. Ders kitaplarını da hemen verdiler. Ders programını da aldı. Anneanne, her gün belli saatlerde okula gelecekti. Çok heyecanlanmıştı.

Anneannenin okulu başladı. Barış ve arka-daşları, yeni bir yol arkadaşı edinmişlerdi. Annean-ne, her gün torunu ve arkadaşlarıyla okula

(65)

geliyor-65

du. Onların sınıfı alt kattaydı. Diğer öğrencilerden uzakta bir yerdeydi. Anneanne, en ön sırada oturu-yordu. Öğretmeni ile arası çok iyiydi. Öğretilen harfi çabucak öğreniyordu. Yaşına rağmen, öğrenme is-teğini hiç kaybetmemişti. Hatta sınıftaki diğer arka-daşlarına da yardımcı oluyordu.

Öğrenci heyecanıyla, her şeye parmak kaldı-rıyor; ilk kendisi söylemek istiyordu. Çıkış zili çalınca da dışarıda Barış ile buluşuyorlardı.

Anneanneler, Barışlara biraz uzakta oturu-yordu. Ama çıkışta çocuklar önce anneanneyi evine bırakıp sabah da önce anneanneyi alıp okula geliyor-lardı.

Barış ile arkadaşları okulda buluşup annean-nenin dersleri ile ilgili konuşuyorlardı. Işıl sordu:

(66)

66

- Barış, anneannenin dersleri nasıl? Hangi harftelermiş?

Barış da heyecanla:

- Anneannem sınıfın en çalışkan öğ-rencisi olmuş. Çiğdem öğretmen de ara sıra aşağıya inip takip ediyormuş. Annean-nemler şimdi, ”m” harfindeler sanırım. Çok hızlı öğrenince, ilerlemek de kolay oluyor-muş.

Ozan da sakin ve bir şeyler yapma isteğiyle: - Barış, anneanneye ders çalıştırsak nasıl olur? Aramızda anlaşırız. Her gün iki kişi sırayla eve gidip günlük çalışmalarını tekrar ettiririz. Ne dersiniz?

Ozan’ın bu fikri herkesin hoşuna gitti. Ali he-men söze girerek:

(67)

67

- Yaşasın biz de küçük öğretmenler olacağız! Hem anneannenin o güzel kekle-rinden de sık sık yemiş oluruz.

Barış da bu konuda arkadaşlarından destek almak istiyordu. Çünkü anneannesi hem yaşlanmış, hem ev işleriyle yoruluyor, hem de dedesi ve kendi sağlık sorunları için de koşturuyordu. Bu sefer, vazgeçmesini istemiyorlardı. Gerçi anneanne, her şeye yetişmeye çalışıyordu. Ama bu da sağlığını olumsuz etkileyecek diye endişe etmeye başlamışlardı. Arkadaşlarından böyle bir destek teklifine hemen “EVET” dedi. Tabi bu teklifi anneannenin de kabul etmesi gerekiyordu. Bugün çıkışta yolda giderken konuşma kararı aldılar.

Derste Çiğdem öğretmen de Barış’a anne-anne ile ilgili bazı şeyler sordu:

(68)

68

- Barışcığım anneannenin dersleri nasıl gidiyor? Alışmışa benziyor. Sınıfta çok seviliyormuş. Öğretmeniyle de görüş-tüm. Evde nasıl çalışıyor? Ödevlerini ye-tiştirebiliyor mu?

Barış da:

- Öğretmenim, biz de sizinle bu konuyu konuşmak istiyorduk. Anneannemin koşuştur-maları çok fazla. Acaba ona derslerinde yar-dımcı olabilir miyiz? Siz ne dersiniz?

Çiğdem öğretmen, öğrencileri için bunun çok iyi bir çalışma olacağını söyleyerek:

- Tabi iyi olur. Çok iyi düşünmüşsü-nüz. Hatta ben de ek çalışmalar hazırla-rım. Onları da yaptırırsınız.

Barış ve diğerleri kendi aralarında bir iş bölümü yaptılar. Görev dağılımına göre Işıl ile Ali

(69)

69

birlikte, Ozan ile Gizem birlikte, Barış da dedesi ile birlikte anneanneye destek çalışması yaptıracaklardı. Hem Çiğdem öğretmen de yardımcı olacaktı. Gün aşırı gideceklerdi. Bu düşüncelerini anneanneye okul çıkışı yolda giderken söylediler. Anneanne biraz duygusallaşarak:

- Canım çocuklarım. Ailelerinizden izin aldınız mı? Hem sizin dersleriniz de var. Benimle ilgilenirken kendi ders-lerinizden olmayın sakın.

Çocuklar, kendi derslerini de onun yanınday-ken yapabileceklerini, zaten gün aşırı olacağı için üç günde bir vakit ayıracaklarını, bunu da zevkle yapa-caklarını söylediler.

Anneanne, bu teklifi seve seve kabul etti. Çocuklar, ailelerine de bu projelerinden bahsetti-ler. Aileler Barış’ın anneannesini çok iyi tanırlar ve çok da severlerdi. Çocuklarının ona destek olmasını seve seve kabul ettiler.

(70)

70

Her gün çıkışta belirledikleri şekilde iki kişi, anneanne ile gidiyordu. Anneanne çocuklara ak-şamdan yiyecek nefis kurabiyeler, pastalar, kekler ikram ediyordu. Çok oyalanmadan, disiplinli bir bi-çimde oturup ders tekrarı yapıyorlardı. Daha sonra da basit alıştırmaları yaptırıyorlardı. Çiğdem öğ-retmenin hazırladığı çalışmalarla da pekiştirici ça-lışmalar yapıyorlardı. Anneanne, her harften sonra tüm öğrendiklerini birleştiriyordu. Yavaş yavaş ga-zete okumaya başlamıştı. Çiğdem öğretmen anne-anneye bir seri hikâye kitabı hediye etti. Bunları da heceleyerek okumaya başladı. İkinci ayın sonunda, neredeyse birçok harfi hem okuyor hem de yazabi-liyordu.

Okuldaki okuryazarlık belgelerinin verilmesi-ne sadece birkaç gün kalmıştı. Anverilmesi-neanverilmesi-ne gireceği sınav için çok heyecanlıydı.

(71)
(72)

72

Eve erkenden gelip tüm öğrendiklerini tekrar ediyordu. Barış, dedesi, annesi babası da çok heye-canlıydılar. Sınav bu hafta sonu yapılacaktı .

Sınav günü hep birlikte sınav yerine gittiler. Barış, anneannesine moral olsun diye “Anneanneci-ğim sakın heyecanlanma. Soruları tek tek ve sakince oku. Ara sıra süreye bak. Ben biliyorum. Sen en iyiyi yapacaksın.” diyerek onu yüreklendirdi.

Anneanne ile dışarıda vedalaşıp, bol şans ve başarılar dilediler. Anneanne, sınava gireceği sınıfa kendi başına gitti. Yerini kendisi buldu. Oturdu. Kimli-ğini ve sınav giriş belgesini de hazırladı. Yanına su ve şeker de almıştı. O sınıfın gözetmen öğretmeni de Çiğdem öğretmendi. Anneanne, onu görünce daha da rahatladı.

(73)

73

Çiğdem öğretmen tüm adaylarla tek tek ilgilendi. Heyecanlarını yatıştırsınlar diye sohbet etti. Sınav kâğıtlarını ve kitapçıkları herkese dağıttı. Adaylar-dan doldurmaları gereken yerleri doldurmalarını istedi. Yardıma ihtiyacı olanlara da yardım etti. “Ba-şarılar dilerim” diyerek sınavı başlattı. Sınav yakla-şık doksan dakika sürdü. Anneanne, en önce bitirdi. Ama cevaplarını bir kez daha kontrol etti. Yaptığı küçük yanlışları fark edip düzeltti. Sınavı oldukça ba-şarılı geçmişti.

Çiğdem öğretmen, doksan dakikanın sonunda sınav süresinin dolduğunu, kalemleri bırakıp cevap kâğıtlarını vermelerini, imza atmadan çıkmamala-rını söyledi. Anneanne çıkarken Çiğdem öğretmen “Nasıl geçti?” diye sordu.

(74)

74

- Bana göre iyiydi Çiğdem kızım. Çok sağ ol güzel kızım. Üzerimde senin de çok emeğin var. Allah ne muradın varsa versin. Çıkarken de, “Sonuçlar ne vakit belli olur güzel kızım?” diye sordu.

Çiğdem Öğretmen de:

- Bu hafta içinde belli olur. Ben size haber veririm.

Dışarıda Barış, annesi, babası ve dedesi çok heyecanlıydılar. Anneannenin heyecanı bitmişti. Hepsi de anneannenin sözlerini bekliyorlardı. So-nunda Barış dayanamayarak sordu:

- Anneanneciğim sorular nasıldı? Hep-sini yapabildin mi?

Anneanne de soruların kolay olduğunu, hep-sini yaptığını, birkaçında takıldığını onları da

(75)

atladı-75

ğını ama genel olarak iyi geçtiğini söyledi. Barış’ın dedesi:

“Güzel karım nefis bir ziyafeti hak etti. Haydi bakalım. Yemekler benden!” di-yerek tüm aileyi yemeğe davet etti.

Çok güzel geçen günün sonunda, herkes evine dağıldı. Artık sonucu beklemekten başka bir şey kalmamıştı. Anneanne elinden geleni fazlasıyla yapmıştı.

Hafta başında Barış, erkenden uyandı. Giyinip kahvaltısını etti. Çabucak okula gitmek istiyordu. Ev-den çıktı. Yolda arkadaşlarıyla buluştu. Sınavı sordu-lar. Barış da çok iyi geçtiğini sonuçların bugün belli olacağını söyledi. Hepsi de heyecanla hızlı hızlı okula gittiler.

(76)

76

Okul bahçesinde tören yapıp içeri sınıfları-na geçen Barış, öğretmeninin gelmesini bekledi. Az sonra Çiğdem öğretmen, sınıfa girip çocuklarla se-lamlaştı. Barış’ın merakla kendisini beklediğini bah-çeden beri izlemişti. Barış’ı yanına çağırarak:

Barış ve tüm sınıf, “YAŞASINNNN!!!!” diye sevinç çığlıkları attı.

Çiğdem Öğretmen:

- Belgelerini almak için yarın küçük bir tören yapılacak. Müjdeyi sen mi ver-mek istersin? Yoksa biz arayalım mı? Barış böyle güzel bir haberi arkadaşları ile birlikte vermek istediğini söyledi.

O gün okulun bitmesini iple çektiler. Çıkışta

- Barışcığım hepimizin gözü aydın.

Anneannen sınavı birincilikle kazandı.

(77)

77

Barış, Ozan, Işıl, Gizem ve Ali birlikte anneannenin evine gittiler. Anneanne ile dede, pencerenin önün-de merakla çocuklardan haber gelmesini bekliyor-lardı. Çocukların gelişini görünce çok heyecanlandı. Koşup kapıyı açtı:

- Barış evladım, haber var mı? Sınav so-nucum nasılmış?

Anneanne öyle heyecanlıydı ki, Barış ve di-ğerleri daha fazla beklemeden hep bir ağızdan:

- Kazandın anneanne kazandın!

Anneanne, sevinç gözyaşları ile çocuklara tek tek sarılıp hepsini öptü. En son eşine sarılarak öptü. Anneanne ağlıyordu. Ama mutluluktandı. Yıl-lardır özlemini çektiği belgesini alacaktı.

(78)

78

Çocuklar yarın okulda bir tören yapılacağı-nı, orada birincinin küçük bir de konuşma yapacağını söylediler.

Anneanne, o akşam oturup kısa bir teşekkür konuşması hazırladı. O gece gözüne uyku girmedi.

Ertesi gün anneanne, akşamdan hazırladı-ğı en güzel elbisesini giydi. Saçlarını tarayıp topuz yaptı. Azıcık da süslenerek, eşiyle birlikte okula gitti. Okul bahçesinde diğer kurs arkadaşlarıyla da karşı-laştı. Sohbet ettiler. Kazanamayanlar için de üzül-düler.

Az sonra kendileri için gösterilen yerlere oturarak törenin başlamasını beklediler. Okul mü-dürü, açılış konuşması yaptı. Törende emeği geçen öğretmen arkadaşlarına teşekkür etti. Sonunda ko-nuşma sırası kurs birincisine geldi. Okul müdürü,

(79)

al-79

kışlarla anneanneyi kürsüye davet etti.

Anneanne, hazırladığı konuşma metnini çı-kardı:

- Bu yolda bana inanan, desteğini hiç esirgemeyen, çalışmalarımda hep yanımda olan kızıma, damadıma, torunuma, eşime, Çiğdem öğretmene ve diğer afacanlara minnettarım. Sizler olmasaydınız ben bu yola çıkamazdım. Hakkınızı helal edin. Hepinize çok teşekkür-ler! Bu ülkede her üç kızdan biri okula gön-derilmiyor; evlendiriliyor. Küçük yaşta yapılan evliliklerin sorunu da büyük oluyor. Ülkemizde yapılan kızların okuma kampanyalarını sonuna kadar destekleyelim. Bu sayede okuma oranı % 96 lara çıkarılmış.

HAYDİ KIZLAR

(80)

80

Duygusal bir teşekkür konuşmaydı. Çiğdem Öğretmen, anneannenin okuma çabasını gördükçe, yaptığı bu konuşmaları dinledik-çe kendi öğrencisi “EMİNE” aklına geldi. O günle-ri tekrar hatırladı. “Okumak isteyip de okutulmayan nice

EMİNELER var!!!”

diye geçti içinden. Gözleri doldu. «Umarım hepsi okur!» dedi, kendi kendine.

Referanslar

Benzer Belgeler

A~~z kenar~~ içe do~ru katland~ ktan sonra düzle~tirilmi~; silindir boyun altta bir bo~umla uzun ve damla biçimli gövdeye ba~lanmakta. Sivri ve içi dolu bir damlac~k

腦中風與高壓氧治療 返回 醫療衛教 發表醫師 毛士鵬主任 發佈日期 2010/03 /26 腦中風

Mustafa Sutüven, saffetli bir a- lınganlıkla: — « Bizim şiir bu gü­ zelliği nasıl anlatabilir?» dedi ve âdeta boynunu bükerek ilâve etti: «Bunu

5.Alt Problem: Özel eğitim okullarında çalıĢan, alan değiĢikliği yoluyla özel eğitim öğretmenliğine geçen sınıf öğretmenlerinin tükenmiĢlik düzeyi ve yaĢam

«Hayatımızda bütün faaliyetimiz, memleket işle­ rinde keyfî, müstebitçe hareket edenlere karşı mü­ cadele ile geçmiştir» diyen Atatürk, en kutsal

Vaktile, benim de kalem yar­ dımımla milliyetçi “Turan,, gazete­ sini çıkarmış olan Zekeriya Beyin Türk ordusunu, Türk milliyetper­ verlerini ve Türk

If we choose appropriate reals, the identities become relation between classical Stirling numbers of second kind, q-Stirling numbers of the second kind

Dergide yayınlanan makaleler yayın kurulunun izni olmaksızın kısmen veya tamamen yayınlanamaz ve kaynak gösterilmeden hiçbir yerde kullanılamaz.