• Sonuç bulunamadı

Hoş bulduk yavrularım İyiyiz Erken geldik Barış’cığımla hasret giderdik.

45

tik. Değil mi Barışcığım? Barış da aynı neşeyle:

- Eveett! İyi ki erken geldiler. Bu saate kadar sıkılıp sizin gelmenizi bekleyecektim. Anneannem ve dedemle zamanın nasıl geçti- ğini anlamadım.

Anne ve babası hemen sofra hazırlıklarına başladılar. Hep birlikte sofraya oturdular. Afiyetle yemeklerini yediler. Sofrada da sohbetlerine devam ettiler. Konu dönüp dolaşıp dünkü hastane macera- sına geldi. Barış’ın annesi ile babası bu konuda araş- tırma yaptıklarını, okuryazarlık kurslarına kayıtların zamanını öğreneceklerini söylediler. Barış da, okul- da Çiğdem öğretmenle bu konu hakkında konuştuk- larını, en kısa zamanda öğretmenlerinin bilgi vere- ceğini söyledi.

46

Anneannesi bir kez daha duygusal anlar ya- şadı. Çocukları ve torunu kendisinin okuryazar ol- ması için çaba harcıyordu. O gece, dede ve nine Ba- rışlarda kaldılar. Hatta Barış yatağını ninesine verdi. Ninesi de Barış’ı yanına alarak uyudu.

47

Ertesi gün sabah kahvaltıda buluşan geniş aile, çok mutluydu. Herkesin kafasında aynı şey vardı. Ama okumayla ilgili problemi sanki çözmüş gibiydi- ler.

48

Dede ve nine, bugün de Barışlarda kalacak- lardı. Barış’ı okula uğurlayan anneannesi, “Allah zi- hin açıklığı versin. Yolların açık olsun evladım.” diye- rek uğurladı. Barış, çok sevinmişti.

Okul yolunda buluştuğu arkadaşlarına dün ko- nuştuklarından bahsetti. Ali, hemen söze atıldı:

- Bugün okul çıkışı Barışlara gide- lim. Ne dersiniz?

Işıl ve Gizem, annelerine haber vermeleri gerektiğini söylediler. Ali ile Ozan da, “Rica ederiz, okul idaresinden biri veya Çiğdem öğretmen, aile- mize haber verir.” dediler. Çıkışta Barışlara gitme- ye karar verdiler.

Derse girdiklerinde Çiğdem öğretmen, Ba- rış’ı yanına çağırarak:

49

- Barışcığım, teneffüste yanıma gelir misin? Sana söyleyeceklerim var. İstersen arkadaşların da gelebilir. An- neannenin durumu ile ilgili.

Barış da öğretmeninin çözüm yolu bulduğundan emindi. Neşeyle:

-Tabi geliriz öğretmenim.

Teneffüste, öğretmenler odasına gi- den öğrenciler, öğretmenlerinin yanına oturdu- lar. Çiğdem öğretmen elinde bir dosya tutuyordu. Çocuklar merakla öğretmenlerinin söyleyeceklerini bekliyorlardı. Sonunda Çiğdem öğretmen anlatmaya başladı:

- Evet çocuklar. Barış’ın annean- nesi için birtakım araştırmalar yaptım. Barış, anneannen kaç yaşındaymış öğ- rendin mi?

50

Barış da, dün anneannesine yaşını sorduğu- nu, altmış beş olduğunu öğrendiğini söyledi. Çiğdem öğretmen, hemen bilgilerini paylaştı:

- Ülkemizde on dört yaşını dolduran, oku- ma yazma bilmeyen veya bir şekilde ilkokulu tamamlayamamış kişiler, halk eğitim merkez- lerinin okuma yazma kurslarına katılabilirler.

Ali sevinçle bağırarak:

Diğerleri de “Yaşasın!” diyerek Barış’a sarıl- dılar. Barış öğretmenine sordu:

- Öğretmenim, bu kurslar nerede olu- yor acaba?

Çiğdem öğretmen hemen cevap verdi:

-Oleeeyy oley oleyy! Annean-

nem okur yazar olacakkk!

51

- Bu kurslar evinize en yakın halk eğitim merkezinde veya en yakın eğitim kurumunda açılabiliyor. Yani anneannen, bizim okulun öğ- rencisi olabilir.

Barış, bu habere daha da çok sevinmişti. An- neannesiyle okula gelip gidecekti. Ne hoş olacaktı. Onun da bir çantası ve kitapları olur muydu? Bu dü- şüncesini de öğretmenine sordu. Çiğdem öğretmen gülerek:

- Sizinki kadar ağır çantası olmaz. On- lar için bir defter ve hece kitabı yeter. Ama daha sonra başka kitapları olacaktır mutlaka.

Gizem’in kafasına bir şey takıldı. Hemen sor- du:

- Öğretmenim, eskiden kızlar neden okula gönderilmiyormuş? Yani şimdi biz o dö-

52

nemlerde yaşasaydık, biz de mi okula gitme- yecektik? Bu nasıl olur?

Çiğdem öğretmen, Işıl’a da Gizem’e de sım- sıkı sarılarak:

- Evet kızlar. Eğer o zamanlarda yaşa- saydınız, sizi de anne babalarınız okula gön- dermeyecekti. Gerçi bugün bile hâlâ kız ço- cuklarını okullara göndermeyen birçok anne baba var. Devlet bu işe el atıyor. Değişik kampanyalar düzenliyor. Ama göndermeyen göndermiyor. “Cezası neyse öderiz.” diyen- ler var. Bu parayı da kızları küçük yaşlarda evlendirerek, “BAŞLIK PARASI” adı altında aldıkları para ile karşılıyorlar.

Işıl, duyduklarına inanamamıştı. Hala böyle şeyler oluyordu demek. Başlık parasını bir keresin- de bir filmde duymuş, annesi de ona anlatmıştı.

53

“Nee başlık parası mı? Parayla evlilik mi olur?” diye sordu.

Çiğdem öğretmen, anlattıkları karşısında kendisi de çok üzülüyordu. Anlatmaya devam etti:

- Ama ülkemizin böyle bir gerçeği var. Özellikle kırsal kesimlerde, daha on on bir yaşındayken küçücük kızların ev- lendirildiğini, her gün gazetelerden ve te- levizyon haberlerinde dinliyoruz. Devlet bunun yanlışlığını o bölgelere gönderdiği uzman kişiler aracılığı ile anlatmaya ça- lışıyor. Ama bazı insanlara söz anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zor oluyor. İşte öyle zor bir durum... Baskın yapıldı- ğında aileler böyle bir durumun olmadığı- nı söylüyorlar. Çocuk gelinlere, damatlara da sorduklarında benzer cevaplar alınıyor.

54

Yani, küçücük çocuklar, nasıl bir işin içine girdiklerini bilmeden kullanılıyorlar.

Ozan da bu olayın çok büyük yanlışlar doğu- racağını düşündüğünü söyledi. Çiğdem öğretmen, çocuklara ilk öğretmenliğe başladığı yıllardaki anı- larından birini anlatmak istediğini söyledi:

- Çocuklar, o zamanlar öğretmenliğe yeni başlamıştım. Çiçeği burnunda idealist bir öğretmendim. Köyüm merkeze iki saat uzak- lıktaydı. Bir bahçenin içinde harap dökük bir okulum vardı. Okulun alt katında bir oda ve mutfaktan oluşan bir lojmanda, tek başıma kalıyordum. Öğrencim yok denecek kadar azdı. Köye öğretmen geldiğini öğrenen muh- tar, benimle gelip tanıştı. Ancak işimin hiç kolay olmayacağını buradakilerin çok azının çocuklarını okula gönderdiğini hele kız ço- cuklarının hiç okula gönderilmediğini söyle-

55

di. Meslek hayatım daha başlamadan bitecek miydi? “Ben de Çiğdem öğretmensem buna izin vermeyeceğim.” diyerek, evleri tek tek dolaşmakla işe başladım. Muhtardan özellikle kız çocukların olduğu evlerin adreslerini is- tedim. Her gün sabah erkenden çıkıp evlere baskına gittim. Başlangıçta beni hiç de hoş karşılamıyorlardı. Ama sonra sonra bana alış- tılar. Okula çağırmıyordum. Onlara gidip ba- sit dersler veriyordum. Her şeyin sevmekle başladığını düşünüyordum. Onlar da beni sev- meye başlamışlardı.

Ozan, Barış, Işıl, Gizem ve Ali öğretmenle- rinin anlattıklarını can kulağıyla dinliyorlardı. Çiğdem öğretmen anlatmaya devam etti:

- Başlangıçta erkek öğrencileri çağır- dım. Ama okula yardım etsinler diye. Odun, kömür, sıra, masa gibi eşyaları taşımak için

56

çağırıyordum. Onlar da erkek gücünü kanıt- lamak için çocukça bir yarışın içinde geliyor- lardı. Her geldiklerinde tahtada birkaç harf, birkaç işlem, resim oluyordu. Bunları gören çocuklar, kendilerince benzeterek yapmaya çalışıyorlardı. Başka bir gün defterler koy- dum. Alıp yazmaya çalıştılar. Tahtaya tebeşir bıraktım, nokta noktaları birleştirip harfleri yazdılar. Her geldiklerinde yemeleri için şe- ker, çikolata da bırakıyordum. Bir süre sonra ilk gelen yanında bir başkasını da getirmeye başladı. Böylece yirmi kadar çocuk topladım. Ama kızlar çok azdı. Hele bir tanesi vardı ki birkaç kez kendisi gelmişti. Babası her sefe- rinde okulu basıp, kızı yaka paça eve götürü- yordu.

Işıl, merakla sordu:

57

Çiğdem öğretmen, çok uzaklara dalıp gitti. Sessizce “Emine idi.” dedi. Kaldığı yerden anlatmaya devam etti:

- Emine her gün en önce gelen olur- du. Ben de hemen ona yapması gerekenleri öğretiyordum. Ödevlerini veriyordum. O zamana kadar babası okulu basıyor, Emi- ne’yi alıp götürüyordu. Her gün geldiğinde bir yeri kızarmış geliyordu. İçim acıyordu. Muhtarla evlerine gittim. Emine’nin aksi babası beni de evden kovdu. Emine henüz, on iki yaşındaydı. Esmer, uzun saçları var- dı. Gözleri bir ceylan kadar güzeldi. O çat- lamış ellerine her gün krem sürerdim. Çok severdi. Kucağıma oturtur, üşümüş ellerini ısıtırdım. Çok azimli, zeki, akıllı bir çocuk- tu. Hatta muhtara, bu kızı evlat edinebile- ceğimi de söyledim. Ailesi “Bizim muallime

58

verecek kızımız yok.” demişlerdi. Bir süre sonra, Emine okula gelmemeye başladı. Di- ğer çocuklara sordum. Bir tanesi, “Öğret- menim, Emine’yi evlendirecekler.” dedi.

Bu sözü duyunca başımdan kaynar sular dö- küldü sandım. Yani, “Bu yaştaki daha çocuk olan bir kızı nasıl evlendirecekler, kiminle evlendirecekler?” diye çok üzüldüm. Hemen jandarmaya haber verdim. Köye geldiler. Birlikte Emine’nin evine gittik. Bas- kın yaptık. Jandarma, babasını dışarı çıkarıp içeride Emine ile konuşmama izin verdi. Emine beni görün- ce, hiç de eskisi gibi koşup sarılmadı. Sanki bir anda on yaş büyümüştü. Ben korktuğunu anlamıştım. Ba- bası çok korkutmuştu. Belliydi. Annesi de yanımız- daydı:

-Emineciğim ne olur doğruyu söy-

Benzer Belgeler