• Sonuç bulunamadı

İsmail Gaspıralı’nın Neşredilen İki Eseri Hakkında

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İsmail Gaspıralı’nın Neşredilen İki Eseri Hakkında"

Copied!
13
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)
(3)

İsmail Gasprinskiy, Molla Abbas (İki Tomluk) Birinci tom, Neşre hazırlayan: İsmail Kerim, Simferopol, Kırımdevok’uvpedneşir, 2001, 396+2 s.

İsmail Gaspıralı, Molla Abbas’ın Avrupa Ma-ceraları, Sadeleştirenler: Ercüment Dursun, Ercan Sakarya, İstanbul, Da Yayıncılık, 2002, 152 s.

Sovyetler Birliği, Gorbaçov döneminde siyasî baskısını gevşetince, Türk boyları arasında ko-münist dönem öncesi siyasî ve kültürel hayata dair araştırmalar başladı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ise bu iş iyice hızlandı ve genişledi. Böylece Türk boylarının siyasî, kül-türel hayatında çok önemli bir yeri olan İsmail Gaspıralı hakkında da yeni yeni araştırmalar yapıldı, eserleri yeniden neşredildi.

Tabiî olarak Kırım Türkleri de İsmail Gaspıra-lı’yı yeniden kendi kültürlerine kazandırmak için büyük emek harcadılar; bu arada onun bazı eserlerini eski yazıdan çevirip bastırdı-lar. İsmail Kerim, Gaspıralı’nın Frengistan

Mektupları ve Darürrahat Müslümanları adlı eserlerini derleyerek “Molla Abbas” (Simfero-pol 2001) adıyla, Kiril ve Latin harfleriyle ya-yımladı. Eski yazı metinlerin tıpkı basımları da bu eserde yer almıştır. İki cilt olacağı belirtilen bu “eserin” (Molla Abbas) şimdiye kadar ikinci cildi çıkmamıştır.

Türkiye’de Ercüment Dursun ve Ercan Sa-karya da İsmail Kerim’in bu neşrinden yarar-lanarak (fakat bastırdıkları kitapta bu hususta hiçbir açıklama yoktur) sözü edilen eserleri Molla Abbas’ın Avrupa Maceraları adıyla Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 7, Nisan 2013, s. 175-185

İSMAİL GASPIRALI’NIN NEŞREDİLEN İKİ ESERİ HAKKINDA

Yavuz Akpınar

*

A REVIEW OF İSMAİL GASPIRALI’S TWO PUBLISHED WORKS

(4)

kendi deyişleriyle “sadeleştirip” İstanbul’da yayımladılar.

Makalemizde birbirleriyle doğrudan ilişkili bu iki metin neşrini tanıtacak ve onlar hakkında görüşlerimizi dile getireceğiz.

Kırımlı edebiyat tarihçisi, profesör İsmail Ke-rim, büyük bir emek vererek Tercüman’da tefri-ka edilen Frengistan Mektupları’nı ve 1906’da ayrıca kitap olarak da basılan Darürrahat Müs-lümanları’nı, bir araya getirmiş fakat nedense eserleri kendi adlarıyla yayımlamak yerine onlara “Molla Abbas” adını vermeyi tercih et-miştir. Halbuki kitabın iç kısımlarında eserle-rin orijinal ismi kullanılmıştır. Kitaba nâşieserle-rinin verdiği “Molla Abbas” ismi okuyucuları aldata-bilir. Gaspıralı hakkında belli bir bilgiye sahip olmayan okuyucu “Molla Abbas”ı yazarın bir başka eseri olarak düşünebilir. İsmail Kerim, kitabın içinde de esere niçin böyle bir ad verdi-ğini açıklamamıştır.

“Molla Abbas” kitabı iki “kısım” hâlinde tertip edilmiştir. Birinci kısımda Frengistan Mektüp-leri, ikinci kısımda ise Dar-ur-rahat Müslü-manları bulunmaktadır. Görüldüğü gibi kitabın iç “kısımlarında” eserlerin orijinal ismi kulla-nılmıştır. Metinler şu sayfalarda bulunmaktadır: Kiril harfli kısımda; “Frengistan Mektupları” s. 19-73, “Darürrahat Müslümanları” s. 74-148, Latin alfabeli kısımda “Frengistan Mektupları” s. 149-192, “Darürrahat Müslümanları” s. 193-251 arasındadır. Kitaba bu metinlerin eski harfli tıpkı basımları da ilave edilmiştir: “Frengistan Mektupları” s. 253-280, “Darürrahat Müslü-manları” s. 281-374 arasındadır. Eski harfli me-tinler kitapta soldan sağa doğru sıralanmıştır. İsmail Kerim metinleri aktarmakla yetinmemiş kitaba “İ. Gasprinskiyniñ ‘Molla Abbas’ Roma-nı Akkında” adlı bir giriş (s. 5-18) yazmış ve bir de “Lugat” (s. 375-396) eklemiştir. Bu yazısı ve lugat kısmı sadece Kiril harfleriyledir. Böylece okuyucularına metinleri eski yazıdan da takip etme imkânı vermiştir. Tabii metinler, kitap ebadı içinde orijinalinden biraz daha küçük

ol-duğu ve bazı yerler de iyi kopya edilmediği için bunların bazı kısımlarını eski yazıdan okumak mümkün olmamaktadır.

İsmail Kerim metinleri eski yazıdan Kiril ve Latin harflerine aktarırken orijinal imlaya (daha doğrusu dönemin imlasına) sadık kalmamış ke-limeleri mümkün olduğu kadar bügünkü Kırım Türkçesine yaklaştırarak okumuş ve bazı ke-limeleri de ister istemez tahrif etmek zorunda kalmıştır. Metinlerin hangi prensiplere göre çevrildiği açıklanmış olsaydı iyi olurdu. Kiril ve Latin harfli metinlerde, bugün Kırım Türklerinin bilmediği veya anlamakta zorluk çekeceği kelimeler, kalıplaşmış ifadeler, bazı özel isimler parantez içinde açıklanmıştır. Genç neslin Gaspıralı’nın eserlerini anlaması için İs-mail Kerim’in gösterdiği bu çaba şüphesiz tak-dire layıktır.

*

İsmail Gaspıralı’nın sözü edilen eserlerini Molla Abbas’ın Avrupa Maceraları adıyla Tür-kiye’de neşreden Ercüment Dursun ve Ercan Sakarya, bu metinlere nasıl ulaştıklarını veya eserlerin hangi baskılarından (Tercüman’daki tefrikadan mı, Darürrahat Müslümanları’nın 1906’daki matbu nüshasından mı) yararlan-dıklarını açıklamamışlardır. Molla Abbas’ın Avrupa Maceraları’nı incelediğimizde, onların İsmail Kerim’in sözünü ettiğimiz neşrinden ya-rarlandıkları anlaşılmaktadır.

Kitabın iç kapağının arkasına dar bir sütün hâ-linde “İsmail Gaspıralı” başlığıyla [s. 4] üstadın küçük bir haltercümesi yazılmış, faaliyetleri ve fikirleri hakkında da birkaç cümle eklenmiştir. Molla Abbas’ın Avrupa Maceraları kitabının baş kısmında “Önsöz. Gaspıralı ve Molla Ab-bas Hakkında” [ s. 5-9] adlı bir yazı bulunmak-tadır. Bu yazının sonunda Ercüment Dursun-Ercan Sakarya imzası görülmekte ise de on-ların bu yazıyı yazmadıkları, İsmail Kerim’in yayımladığı eserdeki “önsöz”ü biraz kısaltarak neredeyse aynen aldıkları anlaşılmaktadır. Bu

(5)

İSMAİL GASPIRALI’NIN NEŞREDİLEN İKİ ESERİ HAKKINDA

177

durumda niçin yararlandıkları eseri belirtme-miş ve “iktibas” ettikleri yazının, asıl yazarını açıklamamışlardır? Bu apaçık bir intihal değil midir?

*

İsmail Kerim, “İ. Gasprinskiyning ‘Molla Ab-bas’ Romanı Akkında” adlı yazısında verdiği miladî tarihlerin Rus Ortodoks takvimine göre olduğunu açıklamamıştır. Kullanılan tarih ko-nusunda herhangi bir uyarı olmadığı için oku-yucu tabiî olarak makalede verilen tarihlerin günümüzde kullanılanla eş değer olduğunu dü-şünecek ve aldanacaktır. Nitekim İ. Kerim’in yayımladığı bu eseri kaynak göstermeden “sa-deleştirerek” İstanbul’da yayımlayan Ercan Sakarya ve Ercüment Dursun da onun verdiği Ortodoks takvimli tarihleri, sadece ay isimleri-ni değiştirerek aynen kullanmışlardır.

Her iki kitapta da Frengistan Mektupları’nın Tercüman’da 25 Yanvar 1887’de yayımlan-maya başladığı belirtilir. Halbuki günümüzde kullandığımız miladî tarihe göre 6 Şubat 1887 yazılması gerekirdi. Nitekim Tercüman’da ve-rilen Ortodoks tarihinin hicrî kamerî karşılığı 13 C. Evvel 1304’tür ki bu miladiye çevrilince 6 Şubat 1887 tarihi elde edilir. İsmail Kerim’in yazdığı, sözü edilen makalede verilen bütün tarihlerde aynı hata tekrarlanmıştır. Çarlık dö-nemi belgeleriyle ilgili araştırmalarda, birçok araştırmacının bu yanlışa düştükleri görülür. İsmail Kerim de onun yayımladığı eseri “sa-deştirenler” de İsmal Gaspıralı’nın eserlerinin isimlerini nedense keyfi bir şekilde değiştir-mişlerdir: İsmail Kerim Gaspıralı’nın birbirini takip eden eserlerini sıraladıktan sonra “... di-ğer serlevhalar altında neşir olungan parçaları aslında ‘Molla Abbas’ adlı aynı bir romannı teşkil etmekteler”1 diyor. Gaspıralı’nın bu adı

taşıyan bir eseri yok. Frengistan Mektupları, Darürrahat Müslümanları, Sudan Mektupları, Kadınlar Ülkesi ve nihayet Molla Abbas Fran-sevî’ye Tesadüf-Gülbaba Ziyareti gibi eserler birbirinin devamıdır ve bunların hepsinin de ortak kahramanı “Taşkentli Molla Abbas Fran-sevî” veya kısaltılmış şekliyle Molla Abbas’tır. İsmail Bey, sıraladığımız bu eserlerinin hepsini Tercüman’da “Molla Abbas Fransevî” imzasıy-la yayımimzasıy-lamıştır. Bu durumda eserlere yazarı-nın verdiği adları hiçbir sebep yokken bir tarafa bırakıp da onlara keyfî bir şekilde yeniden ad vermek yakışıksız olmuştur, okuyucuyu şaşırt-maktan, aldatmaktan başka bir işe de yarama-yacaktır.

Kırım neşrinde “Molla Abbbas” adı verilen metinler, “sadeleştirilerek” İstanbul’da yayım-lanırken bu sefer de yine keyfî bir şekilde Mol-la Abbas’ın Avrupa MaceraMol-ları adıyMol-la basıl-mışlardır. “Sadeleştirilmiş” neşirde, iç kapakta bu ismin altına bir de Frengistan Mektupları ve Dâr-ı Rahat Müslümanları kaydı düşülmüştür. Görüldüğü gibi eserin orijinalindeki “Darürra-hat” adı nedense “Dâr-ı Ra“Darürra-hat” hâline getiril-miştir!

Kırım ve İstanbul neşirlerini yapanlar eserlere kendilerinin ayrıca ad verdiğini açıklayarak okuyucuları da uyarmamışlardır.

Öncelikle açıklamamız gerekir ki İsmail Gas-pıralı’nın sözü edilen eserleri, zamanında, önce Tercüman gazetesinde tefrika şeklinde yayım-lanmış sonra Frengistan Mektupları (1891) adıyla kitap olarak da basılmıştır.2 Frengistan

Mektupları’nın Tercüman’daki ilk tefrikasın-da ve 1891’de kitap olarak basılan nüshasıntefrikasın-da, Molla Abbas’ın İspanya-Endülüs’te başından geçenlerin anlatıldığı kısım da vardır. Endü-lüs’te (Darürrahat ülkesinde) başından geçenler

1 Bu yazımızda Kırım Türkçesinden yaptığımız alıntılarda ufak tefek fonetik tasarruflar yaptık;

okuyu-cunun gereksiz yere dikkatini dağıtacak özel işaretler kullanmaya gerek görmedik. (Y.A.)

2 İsmail Gaspıralı’nın roman ve hikâyeleri hakkında daha geniş bilgi için “Roman ve Hikâyeleri

Hakkında Genel Bilgiler” (İsmail Gaspıralı Seçilmiş Eserleri: 1, İstanbul: Ötüken Yayınevi, 2003) adlı makalemize bakılabilir.

(6)

herhâlde okuyucuların daha fazla dikkatini çek-miş olmalı ki İsmail Bey daha sonra bu kısmı ta-mamen ayırmış Darürrahat Müslümanları adını vererek müstakil bir epizot hâline getirmiştir. Esasen İsmail Bey’in kendisi de 5 [17] Mart 1895 tarihli (Sayı: 9) İlave-i Tercüman’da Frengistan Mektupları’nı kastederek Molla Abbas’ın “Avrupa seyahati ve Avrupa hakkın-daki mütalaaları terk olunup eserinin hatimesi Memalik-i Osmaniye’de bulunan müşterile-rimize takdim olunuyor” diyerek bu duruma açıklık getirmiştir. Ayrıca benzer bir açıklamayı Darürrahat’ın 1906’daki kitap baskısına yaz-dığı “Mukaddime”de de tekrar etmiştir. Böy-lece Frengistan Mektupları, yazarı tarafından, Molla Abbas’ın Avrupa’ya gidişi ve Fransa’da-ki maceraları ile sınırlandırılmıştır. MüstaFransa’da-kil epizot hâline getirilen Endülüs macerası ise 1895’te İlave-i Tercüman’da “Darürrahat Ya-hut Acaib-i Diyar-ı İslam” adıyla tefrika edilir. 1903’te Tercüman’da tekrar tefrika edilirken bu epizodun ismi “Darürrahat Müslümanları” şekline sokulur ve 1906 yılında da aynı isimle müstakil bir kitap olarak basılır.

İsmail Kerim’in Frengistan Mektupları’nda 20 Fevral 1887 tarihli 6. tefrika sondan eksiktir ama, nâşir bu durumu açıklamamış 6. tefrikanın son cümlesini “Avusturya devletinin baş şehri ve payitahtı Viyanadır” (s. 158) şeklinde vermiştir. Halbuki Tercüman’da tefrika bu cümleden son-ra da devam ediyor. İsmail Kerim’in verdiği bu son cümlenin de aslı şöyledir: “Avusturya dev-letinin baş şehri ve payitahtı Viyana’ya bir gece yol kalıyor idi.” Buradan itibaren iki sayfaya yakın metin, atlanmış, neşre alınmamıştır. Aynı şekilde Frengistan Mektupları’nın 1987 yılı 32-35 numaralı Tercüman gazetesinde yayımlanan tefrikaları da İsmail Kerim’in neşrettiği metinde yoktur. Bu eksik metinler, dolayısıyla “sadeleşti-rilmiş” İstanbul neşrinde de yer almamıştır.

*

İsmail Gaspıralı’nın sözü edilen bu eserlerinin Kırım’da (2001) ve İstanbul’da Da Yayıncılık (2002) tarafından yayımlanan neşirlerinin bazı özelliklerine kısaca temas ettikten sonra bu ne-şirlerde görülen bazı eksiklik ve yanlışlıklara geçebiliriz.

*

İsmail Kerim neşrinde yanlış okumalar ve yan-lış açıklamalar:

Metinde Arapça ve Farsça tamlamaların birçok yerde yanlış okunduğu görülmektedir. Bazı ör-nekleri sıralayabiliriz:3 “ulema-yı meşhur”

[ule-ma-i meşhur], ziya-yı ilm [ziya-i ilm] (s. 165); ulum-i diniyye [ülüm-i diniye] (s.166); bahçe-i sıbyan [bağça-i subyan] (s. 174); dava veki-lim [dava-i vekiveki-lim] (s. 191); hürriyet-i tamme [hürriyet-i tame] (s. 192) ]; rical-i islam [recül-i islam] (s. 193); hüsn-i idare [hüsnü idare] (s. 197); vakayi-i hakikiye [vuqua-i haqiqiye] (s. 207), rical-i devlet [recül-i devlet] (s. 210). İsmail Kerim’in neşrinde Kiril ve Latin harfli metinler birbirinin aynıdır. Onun için biz sa-dece 149-251. sayfalar arasına yer alan Latin harfli kısımdan örnekler vereceğiz. Önce de söylediğimiz gibi İ. Kerim, İsmail Gaspıralı’nın bilinçli olarak İstanbul Türkçesiyle yazdığı (el-bette yer yer Kırım veya İdil-Ural Tatarcasının da etkisi olan) eski harfli metni, günümüzdeki Kırım Tatar Türkçesinin telaffuzuna uygun bir şekilde okumuştur. Bu her şeyden önce İsmail Bey’in dil anlayışıyla bağdaşmaz. Biz yine de bu tavrı, Kırım Türklerinin günümüzde içinde bulundukları kültürel seviyeyi ve tarihî-siyasî sebeplerle belli ölçüde ana dillerinden uzak-laşmış oldukları gerçeğini göz önünde tutarak tenkit konusu etmiyoruz. Bazı kelimelerdeki ufak tefek fonetik yorumları da eski harfli im-lanın özeliklerini düşünerek önemsemiyoruz.

3 Önce yazılanlar asıl metindeki doğru şekli, köşeli parantez içinde yazılanlar ise İsmail Kerim’in

neşrindeki biçimi göstermektedir. Sayfa numaraları da İ. Kerim’in neşrine aittir. Bazı kelimelerde İ. Kerim’in parantez içinde yaptığı açıklamalar da aynen alınmıştır.

(7)

İSMAİL GASPIRALI’NIN NEŞREDİLEN İKİ ESERİ HAKKINDA

179

Dolayısıyla doğrudan doğruya yanlış okunmuş kelime veya ifadeler üzerinde duracağız. İsmail Kerim’in yanlış okuduğu kelimeleri, ifa-deleri gösterirken de onun neşrindeki cümleleri, ifadeleri kitabındaki imla ile göstermeyeceğiz; yalnız yanlış okunan kelimeleri kitaptaki imla ile aynen vereceğiz. Kitapta Kırım Tatarcasına iyice yaklaştırılmış imlayla örnek vermek, oku-yucularınızı şaşırtıp yanıltabilirdi. Bu sebeple cümlelerin, ifadelerin orijinal metindeki şekli-ni verecek ve İsmail Kerim’in neşrinde yanlış okunan kelimeleri ise köşeli parantez içinde göstereceğiz. Örneklerin sonundaki sayfa nu-maraları da tabiatıyla Kırım neşrine aittir. Yanlış okuma kitabın ilk satırlarından başlıyor:

“Yahşı [caş] bir Müslüman mal ve sağlık sahibi olduğu hâlde Hicaz ve memalik-i mukaddeseye yol tutar, men [tutarman] ise zalim feleğin hükmünce gözümü aç-tıkta özümü Frengistan’da gördüm! (s. 150)

“Medrese refiklerim Taşkent’in uluğ med-resesinden fen tekmil [tekâmül] edip... ” (s. 150)

“Ancak her belâya, her derde karşı Hu-da’nın ihsanı ve devası hazır olduğu hik-metinden [hükmünden] olup ...” (s. 150) “Fransa [Frenk] ülkesinde ...” (s. 150) “Septe Boğazı üzerinde Cebel-i Tarık tav-larını ziyaret ve temaşa [maişet] ettim ki” (s. 150)

“Türkistan’da pek zahir değil ise de erler kadınların eşeyi [eşegi]4 olduğu Frengis-tan’da yahşı [açık] zahir oluyor.” (s. 151) “Frengistan civarı bu ya! Ayıp buyrulma-ya [buyurılırse] ...” (s. 151).

“Bir oyun tamam oldu. Oyuncular kadın ve er kişiler öpüşüp, kucaklaşıp içeri çe-kildiler... Perde [bir de ] çarşaf tüştü.” (s. 152).

“Güzel ağızdan nazlı ses ile çıkmış Türk-çe bu [bir] kelimeler çiTürk-çek balı, Sibir mayı gibi tatlı gelip edepten mahrum olmadığı-mı [olduğını] kıza bildirmek için dedim:” (s. 152).

“Cümlenin gözü kıza ve bana dikildi [tik-lendi].” (s. 152)

“Üçüncü [üçüncisi] Türkçe bilip benim ile söyleşe bile [bilse], dördüncü [dör-düncisi] yolda [böyle], seferde vakit hoş geçirmek gerek.” (s. 152)

“... memalik-i İslâmiyeyi ziyaret etmez evvel diyar-ı akarı [diyar-ı eqaribi (yaqın diyarlarnı – İ. K.) ] gezip görüp, anlamaya gayet hevesli oldum. (s. 153)

“... Frengistan’da Parij şehri de öyledir. Frenklerin ulema [alma] bahçesi, fünun ve marifet çeşmesi bu şehirdir.” (s. 153). “Hediye kabul etmeye [itmemeye] namus etmez ya!” (s. 153).

“Sibir tüylerinden tonluk5 sevdiğini anla-dığım sırada üç yüz rubleye bir âlâ [aliy] ton alıp ve dostluğa, namusa ziyan ver-meyecek usul ile kıza takdim ve hediye ettim.” (s. 153)

“... ayağımda yeşil çetik [etik] (mest) bu-lundurmaya karar verdim,” (s. 154) “Beş on günlerden beri bu kızgınlık sön-medi [suvmadı] belki arttı.” (s. 154). “- Hoş efendim, sizin yahşı adam [mecnu-niy (Mecnun kibi aşıq – İ. K.) ] olduğunu-za şüphem yoktur;” (s. 156).

“Ehl-i kitaptansız [ehl-i kitabıñıza], şeriat mâni değil.” (s. 156)

“Mezhebinize, âdetinize medhalim [mü-dahilim] olmaz.” (s. 156)

“Cürüp6 [cuvurup], merdivenlerden çıkıp bölmemin kapısından girdiğim ile” (s. 159).

“Kadın, şakirt ile kaçacaktır suizannım-dan [ /kibi/ zanımsuizannım-dan] öz özüme utanıyor idim.” (s. 161)

“- Gerek değil, ütenme7 [aytma] dedim.” (s. 162)

4 Eşey: Eş, eşi, birbirinin mütemmimi anlamında. “Eşey organ” örneğinde olduğu gibi. 5 Tonluk: Kürk

6 Cürüp: Yürüyüp 7 Ütenme: Rica etme

(8)

“Farsî [Fars] ve Arabî [Arap] ve Türkî [Türkiy] muallimlerinden bazılarını gör-dük.” (s. 162)

“Herkesin bir derdi değirmencinin su der-di [suvudur] fehvasınca” (s. 163). “Huda’dan temenni [arz] ederim.” (s. 165).

“Bu yurtları görmeye Huda nasip ettiği sırada [soñra] Frengistan’a boş gelip boş kaytmanız. Hisse ve ilim almalı [alıñ].” (s. 165).

“Özünüz de görüp anlarsız, serbesttirler [sersebzdirler (şanslı, talihli, taqdiri ümit-li – İ. K.) ].” (s. 165).

“Boş oturup akça aşamak reva [münasip] ve lâyık görülmez [körülmedi].” (s. 167). “Müşaverenin ikinci günü az az ağlama-yıp [az (qaldı) ağleyüp] canım Jozefina ile vedalaşıp yola çıktım.” (s. 167).

“Vagonda Klod Reno adlı bir Fransız ile tanış oldum. Yüz Frank [Frenk] hakk ile bana delil olup” (s. 167).

“... başka maşinaya binmeli, deyü araba-cı başı yukudan turguzdu [arabaaraba-cı yaşı yuqudan türtmüşti]” (s. 167).

“Parij’de [Men de] ikametim ve tahsil hu-susta [hususında] tedabire tutundum [te-darik itmektem]” (s. 168).

“Terbiye, irfan ve letafete [qiyafetine] al-dandım.” (s. 168).

“Fikrolunacak şudur ki bu tarafça [bu tar füce (tar ahlâk İ. K.) ] aşağı derece ve na-kıs terbiye bir kadın” (s. 168).

“... Parij’e ve Fransızlara lâzımınca [Lâ Mançe (La-Manşka –İ. K.) ] alışıp yersi-miş idim.” (s. 169).

“...bir miktar kolaylamış [qolay almış] idim.” (s. 169).

“Fransızların hüner, sanayi, fehm, feraset [hüner-i sanayı fehm-ü-feraset] ve merda-nelikleri” (s. 170)

“...ilm ve maarifine hissemend [marifine hassemend] olmaya geldikleri...” (s. 170). “Münasebet [münasip] gelip derste” (s. 173)

“... ne yaraşık, ne kızgınlık, ne güzellik

[gürlülik] ile söyler idi ya!” (s. 173). “... lâkin birine [birisine] resmimi aldırıp vermedim [bermem]” (s. 173).

“...keyif ve lezzet veriyor [bürsüyor (qay-nay)] idi” (s. 173)

“... için bâ-husus bolca ve yahşıca [... veya husus bölmece ve ihtiyaca] maişet etmek için...” (s. 174)

“Bu mekteplerde bilâ-hak [belâhak] ve bedel ders edilir”. (s. 174).

“...lâkin âşık-ı [aşq-ı] sadık ve bîgünah [beni günah] bulunmak [bulmaq]...” (s. 177)

“Bir gün pazarda bildik tellâl yani ka-misiyonerlerden [kommivoyajörlardan] biri...” (s. 177).

“...lâkin saltanatsız kanaat hâlinde [dalın-da] oturuyor [oturmuyor] idi.”. (s. 177). “Her ne [Ahırına] kadar gönlüm ile dala-şıp” (s. 178).

... bilmeyen kişi hapishaneyi kervansaray yaki misafirhane ve imaret [emaret (bey-lik-İ. K.)] zanneder!”. (s. 184).

“Nazırın bu sözlerini fikredip, vakıan [iqamet-i] Taşkent’te ve sair yerlerde...” (s. 184).

“...kadını katledip [katil idüp] akçalarını almış adam tutulmuş. Kâmil [kemal] tef-tiş müthiş ve korkunç vakıayı...” (s. 185). “Tabiplerin [Tıbbların] sözüne göre bîça-re kızın hâli gayet müşkül imiş.”. (s. 187) “...ecel ve ölüm döşeğine[tüşküne] gir-miş!”. (s. 187).

“Haller [İşler] böyle...” (s. 189).

“Karşımda kabahat beyan edici memur (prokuror: müddeî-i umumî)8 [prokuror, madde-i elumum]...” (s.189).

“Kabahatlayıcı (müddeî-i umumî) [mad-de-i-elumum] hakimlere hitaben...”. (s.190).

“... bunlar öz iradetleri [radetleri (köste-rişleri- İ. K.)] ile...” (s. 191).

“Mezkûr hizmetçileri çağırdım [çağırma-dım]..” (s. 192).

*

(9)

İSMAİL GASPIRALI’NIN NEŞREDİLEN İKİ ESERİ HAKKINDA

181

Darürrahat Müslümanları kısmında yanlış oku-ma örnekleri:

“... yola çıktıkta Margarita’ya [muğayır] bir kıt’a vedaname yazıp”. (s. 191) “İspanya Avrupa kıtasının cenub-i garbî-sinde vaki [cenüp-ğarbında vaqa] yarıma-dadır. Garben [ğarba] Atlantik denizi ve cenuben [cenübe] Akdeniz ile çevirilmiş-tir. (...) Bazı vilâyetleri susuzca [suvsuz] ve sahralı ise de...” (s. 195).

“Afrika kıt’asının cihet-i şimalîsi [cihet-şimaliyesi] tâ Atlantik denizine barınca fetholunup, ahalisi şeref-i İslâm [halif-i şerif] ile müşerref olmuş idi...” (s. 195). “... Endülüs yurdu letafeti ile berrü’ş-Şam’a [bir el-Şame (Damask – İ. K. )] ...” (s. 195).

“...ve terakkiyat-ı ticariyesi [tecrübesi] ile...” (s. 196).

“... taptakır topraklara taze can [naz] ber-diler.” (s. 197)

El-Hamra sarayının azamet ve güzelliğini an-latmak için İsmail Gaspıralı bu eserinde Farsça bir kıt’a verir (orijinal metin s. 10). İsmail Ke-rim’in neşrinde bu kıt’a tamamen yanlış okun-muş ve tabiî yanlış da çevrilmiştir:

Farça kıt’a ve çevirisi

Çün kubbe-i Kesra be tesavir müzeyyen Çün name-i nami be temasil münakkaş Çün çeşm-i felek ruşen u çün huld-i berin

hub Çün Beyt-i Haram ferruh u çün Bağ-i

İrem hoş Çevirisi: [Kisra (Nuşirevan)’nın kubbesi gibi resimlerle, sevgilinin mektubu gibi şekillerle süslenmiş; feleğin gözü (güneş) gibi ışıl ışıl ve cennetin üst katı gibi güzel, Beytülharam gibi kutlu ve Bağ-i İrem gibi hoş.]

İsmail Kerim’in neşrindeki hâli ve çevirisi: “Çün tapay-e kasre betasovir mazîn Çün nomay-e-nomi betamoyeli münaqqaş Çün çaşm-e falak rovşan-u çün halat bar

in hub Çün beyt-e şoiram faroh-u, çün boğ-e

haram huş” (Farsiceden beyitler. Manaları böyledir: “Sarayın töpesi tasvirde en güzel olğanı kibi, isim-yazıları da ressamğa bağlı. Dün-ya nasıl rahat olsa, cennet de o qadar Dün- yah-şıdır. Şairin beyitleri ferah olğanı kibi, cen-net bağı da öyle hoştur.” – İ. K.)” (s. 199). Yanlış okunan kelimelere devam edelim:

“- Yahu, Müslimîn [Müslüman], ataları-mız...” (s. 207).

“Endülüs âleme dershane, özleri emsal [imsal] ve muallim-i cihan...” (s. 207) “Bahtiyarlık ve mesudiyetin delâleti olan şiir [şar (şuur – İ.K.) ], ebyat [abyat] ve nagamât...” (s. 207).

“Frenkler şadlık ve namagatı [numani (nimetni – İ.K.) ] küfür [fikir]9 bilip bi-lip, İslâmların maişet-i bahtiyaranesinden [bahtiyarlarından],...” (s. 207).

“Mukavelenameye mi amel [amil (sebep – İ.K.)] ediyorsuz? [ediyoruz?] ...” (s. 210). “Bunca senelerden beri asradıkları buğz [nefret] ve adavet...” (s. 210).

“... kelamullah [kelâm-ı Alah] ve şer’-i şerif [şerişerif] üzre...” (s. 214).

“Sizin hanlar ve hükûmetler idare-i mülk [-i memalik] ve devlet için umur-ı [ömr-i] idareye, fünun-ı [fünun] maliyeye, mahir memura ve törelere [türellere (yuristlerge) – İ.K.)] hacet görmüyorlar mı?” (s. 215) “... sıra [sırf] ahali bilmesin; rical, kibar [recül kebir] ve töreler de [türeller de] bil-memişler mi ki fenn-i feraizin [fi farazın] gerek mahalli bardır; ama, ilm-i feraiz [ilim farazı] ile asker göçürmek...” (s. 216).

9 Bu kelime orijinal metinde “fikir”dir ancak metne uymuyor, yanlış dizilmiş olmalı “küfr” olarak

(10)

“Müslümanlar mertebe-i ûlâdaki [evelde-ki] gibi değil imişler.”. (s. 216).

“...Cenab-ı Hakkın halk [cenab Haqın ha-lıq] ettiği...” (s. 225).

“... insanoğlu sa’y [sayı] ve gayretten fay-da görür; (...) Ulûm-ı tabiiyye [İlm-i tabi-ye] sayesindedir...” (s. 226)

“Semerkant ulûm [ilim] ve fünun ve sana-yi cihetlerinde âlem-i [ilm-i] İslâmiyetin birinci beldelerinden idi... ‘Ulûm [ilim] ve fünun, padişahları dahi müşerref eder’ fehvasınca hem okur idiler, hem ulûma büyük yardımlar eder idiler.” (s. 227). “- Oğlum, Beni Ümeyye [Batıy] zamanla-rından...” (s. 231).

“...şu zamanlardan kalmış tarih ve şiir [şar (şuur – İ.K.)] kitaplarından...” (s. 231) “Kıyas ve emsal [imsal] ilmin büyük vası-talarıdır...”. (s. 231).

“... şarkılarda ve gazeliyâtta zaman-ı ûlâda [evvelide] Endülüs Araplarının...” (s. 237).

Yukarıdaki örnek metinler, kronolojik sırada rastgele bazı sayfalar taranarak çıkartılmıştır. Anlaşılıyor ki neşrin bütününde böyle birçok yanlış okuma ve yanlış açıklama söz konusu-dur. Önce de söylediğimiz gibi kitabın büyük emek ve zaman harcanarak hazırlandığı açıktır ama, ne yazık ki metin okumada dikkatli davra-nılmamıştır. Dolayısıyla Kırım’da İsmail Gas-pıralı’nın bu eserlerinin yeniden daha güvenilir bir şekilde neşri gereklidir.

*

İsmail Kerim’in neşrinden söz ettikten sonra Ercüment Dursun ve Ercan Sakarya’nın yayım-ladıkları metinlere geçebiliriz. Yukarıda açıkla-dığımız gibi bu iki şahıs, İsmail Kerim’in ya-yımladığı metinleri esas alarak “sadeleştirme” yaptıkları ve hatta İsmail Kerim’in, neşrettiği kitabın başına yazdığı “İ. Gasprinkiyniñ ‘Molla Abbas’ Romanı Akkında” adlı giriş kısmını da -bazı kısımlarını çıkarıp- Türkiye Türkçesine “Önsöz. Gaspıralı ve Molla Abbas Hakkında” başlığıyla aktardıkları hâlde, yararlandıkları

eserden ve onun nâşirinin isminden ve emeğin-den söz etmeye lüzum görmemişlerdir. Hatta daha ileri giderek “Elinizdeki bu kitap yazarın Tercüman’da yayınladığı bölümler esas alına-rak günümüz Türkçesine aktarılmıştır” (s. 8) diyerek yanlış beyanda bulunmuşlardır. İsmail Kerim’in metni değil de Tercüman’daki tefrikalar esas alındı ise Tercüman’a nasıl ulaş-mışlardır, hangi kütüphanede? Niçin İsmail Ke-rim’in neşrinde eksik olan kısımlar, bu kitapta da aynen vardır? Üstelik İ. Kerim’in metninde yanlış okumadan kaynaklanan hatalar bu eserde de aynen tekrar edilmiştir? İsmail Kerim’in neş-rinden yararlandıklarını niçin söylemiyorlar? Metni “sadeleştirenler”in İsmail Gaspıralı ve eserleri hakkında da doğru ve yeterli bilgi-ye sahip olmadıkları görülmektedir: “Roman gazetede [Tercüman’da] Osmanlı harfleriyle, Kırım Tatarcası olarak yayımlanmıştır” (s. 8). Bu hükümleri nasıl değerlendirmeli: Eski yazı (Arap-İslam alfabesi) ne zaman “Osmanlı harf-leri” oldu? Eğer Tercüman’a bakmış ve oradan metinleri aktarmış olsalardı gazetenin “İstan-bul Türkçesi”yle (Osmanlıca değil!) çıktığını, dilinde çok az miktarda Kırım veya İdil-Ural Türkçesine ait unsurlar olduğunu görürlerdi. İs-mail Bey hakkında azacık bilgileri olsaydı onun “Türk milleti” idealinden ve “ortak edebî dil”, “ortak modern edebiyat ve kültür” tasavvurun-dan da haberleri olurdu. İsmail Gaspıralı hak-kında doğru ve yeterli bilgiye sahip değillerdir ama, onun eserlerini “sadeleştirerek” Türki-ye’de tanıtmaya kalkışmışlardır. İşin tuhaf ta-rafı “... eserin dilini orijinal üslubuna dokun-madan günümüz Türkçesine aktarma cüretini gösterdik” (s. 9) demeleridir. İsmail Kerim’in o kadar hatalarla yayımladığı metin, ne derecede yazarının “orijinal üslubunu” muhafaza edebi-lir ki ondan “sadeleştirilmiş” metin de edebil-sin! Doğrusu yaptıkları iş “cüret” göstermekten başka bir şey değildir!

Sadeleştirenler, bu eserlerin “hemen Arapça ve Farsça’ya da tercüme edildiği”ni (s. 8) haber

(11)

İSMAİL GASPIRALI’NIN NEŞREDİLEN İKİ ESERİ HAKKINDA

183

veriyorlar. Farsçaya Türkistan’da (İran’da de-ğil) çevrilmiştir de Arapçaya kim tarafından, nerede çevrildiğini bilmiyoruz. Açıklasalardı iyi olurdu.

İsmail Kerim’in önsöz veya giriş mahiyetinde yazdıkları hakkında yukarıda düşüncelerimi-zi açıkladığımız için onun hemen hemen aynı olan “sadeleştirilmiş” metindeki “önsöz”ün de ancak bazı yanlışlarından söz edeceğiz: Önce-likle “Darürrahat Müslümanları” ismini niçin “Dar-ı Rahat Müslümanları”na çevirdiklerini (s. 5) sormak icap eder? Arapça tamlama yerine Farsçasını yazınca ne oluyor?

Sahiplendikleri “önsöz”de ne denildiğini iyice anlamadıklarından, bazı yerlerde anlaşılmaz ifadeler kullanmışlardır: “Romanın ‘Frengistan Mektupları’ bölümü yukarıda da belirttiğimiz gibi 1887 yılında neşredilmiştir. 1888’de ro-mana ancak iki nüsha olarak tesadüf edilmek-tedir.” (s. 7). Bunu okuyan, 1888’de romanın sadece iki nüshasının elde kaldığını sanacaktır! Sadeleştirilmiş metinde yapılan yanlışlıklara örnekler:

“Genç10 bir Müslüman, sağlık ve varlık sahibi olduğu halde Hicaz ve Mukaddes Beldelere gitmezse feleğin hükmünce gö-zünü açıp kendini Frengistanda görürür!” (s. 13)

İsmail Kerim’in kitabın hemen ilk satırlarındaki “yahşı” kelimesini “caş” okunduğuna işaret et-miştik. Sadeleştirenler de bu yanlışı yukarıdaki alıntıda görüldüğü gibi tekrar ediyorlar sadece “caş”ı genç yapmışlar! Yanlışlık cümlenin ileri-sinde de devam ediyor çünkü yararlandıklarını söylemedikleri metin, yanlış; onlar da bu yanlı-şı tekrar ediyorlar ve metnin anlamı epeyce bo-zuluyor. Cümlenin Tercüman’daki aslını buraya yazalım, okuyucu yazarın “orijinal üslubunun korunması” bir yana eserinin nasıl tahrif edil-miş olduğunu görsün:

“Yahşı bir Müslüman mal ve sağlık sahi-bi olduğu hâlde Hicaz ve memalik-i mu-kaddeseye yol tutar, ben ise zalim feleğin hükmünce gözümü açtıkta özümü Fren-gistan’da gördüm!”

Bir sayfa sonra Tarık bin Ziyad’ın “sadeleştiri-len” konuşmasına bakalım:

“Kardeşlerim! Önümüzde deniz gibi bir düşman, arkamızda düşman gibi bir deniz var. Fakat savaşa çıkmış İslam askeri ya galip gelip gazi olacak, ya da savaşıp şehit olacaktır.

Bütün gemileri yaktırarak savaşçılarına geri dönüş ihtimalinin olmadığını bizzat göstermiş. Sonra düşmana saldırarak çok kısa bir zamanda Endülüs’ü feth etmişti!” (s. 14)

Bu parçanın Tercüman’daki aslı da şöyledir: “- Kardaşlar, önümüzde hesapsız düşman ve muzafferlik ve tam arkamızda Akdeniz ve gemiler ve ric’at; lâkin, muharebeye çıkmış İslâm askeri ya şehit ya gazi ve muzaffer olması lâzım olduğundan gemi-leri yakdıram ve sizler ile düşmana karşı hücum ‘Ya Allah!’ deyü az vakitte Endü-lüs kıtasını feth etmiş idi.”

Yukarıdaki cümlerde İsmail Gaspıralı’nın dili-nin ve cümle kuruluşunun arızalı olduğunu bir yana bırakırsak, “sadeleştirilen” metinde yine de asıldan çok uzaklaşıldığını görürüz. İsmal Bey’in zamanına nispetle zaten çok sade olan dilini niçin tamamıyla sadeleştirmek istemiş ve ister istemez tahriflere, yanlışlıklara yol vermiş-lerdir? Bazı açıklamalar yazılsa yetmez mi idi? Metnin biraz ilerisinde bulunan bir başka par-çayı karşılaştıralım. Önce Tercüman’daki kısmı yazalım:

“Bu hâlde Ades [Odessa] şehrine geldim.

(12)

Bir atlasam İstanbul’da olacak idim. Ara-da bir Karadeniz var. Gönlümde var ise de yalnız, yarım dil bilmez hâlde Frenk deryasına düşmeye korkup tura idim; ama rast geldi... Yardım etti... Frenk hüke-masından biri demiş: ‘Vay kadınlar, vay kadınlar!’ Vakıa kadınlar neler etmezler! Bana da biri rast geldi. İstanbul diyerek Parij’de bulundum, Ayasofya diyerek Madlen Kilisesi civarına düştüm! Hu-da’nın hikmeti hesapsız! Kadınlar da biri imiş! Huda’nın nimetleri köp [çok] kadın-lar da biri imiş! Türkistan’da pek zahir değil ise de erler kadınların eşeyi [eşi] olduğu Frengistan’da yahşı zahir oluyor.” Şimdi de “sadeleştirilmiş” metne bakalım:

Bu halde Odessa şehrine geldim. Bura-dan İstanbul’a gitmek çok kolaydı. Arada sadece Karadeniz vardı. Gönlümde İstan-bul’a gitmek de yok değildi hani. Zaten yol-iz-dil bilmez bir vaziyette Frengis-tan’a gitmekten korkuyordum. Ama Hûda yardım etti, önüme fırsatlar çıkardı. Frenk âlimlerinden birisi şöyle demiş: ‘Vay ka-dınlar. Vay kadınlar!’ Hakikaten kadınlar insanı şaşırtıyorlar. Ben de öyle birine rast gedim ve İstanbul’a niyetlenmişken ken-dimi Paris’te buldum. Ayasofya’yı gez-meyi hayat ederken Madlen Kilisesi’nin soğuk koridorlarına düştüm! Hûda’nın hikmetinden sual olunmaz ya! Kadınlar da onlardan biriymiş. Türkistan’da pek belli değil ama Frengistan’da erkeklerin, kadınların eşeği olduğu açıkça bellidir.” (s. 14-15).

Asıl metinle “sadeleştirilmişi” karşılaştırılırsa bazı yerlerdeki ufak-tefek farklılıkların önemli olmadığı görülür ama, altını çizdiğimiz keli-melerdeki yanlışlıklara, eklemelere ne deme-li? “Hükema” görüldüğü gibi “âlimler” olarak çevrilmiş; “bilge kişiler” veya “filozoflar” kon-tekste daha uygun olurdu. “... kadınlar neler etmezler” ifadesi gereksiz yere değiştirilmiş. “Madlen Kilisesi civarına düştüm” ifadesi de

semt, mahalle olarak algılanmamış “kilisenin içi” olarak daraltıldığı gibi mekâna bir de “so-ğuk koridorlar” eklenmiş. Cümlenin sonunda İsmail Kerim’in de yanlış olarak “eşek” diye okuduğu kelime, sadeleştirenler tarafından da “eşek, eşşek!” olarak anlaşılmış ve metin tam manasıyla çarpıltılmıştır. Yazarın “erkekleri kadınların eşeği” olarak tanımlaması okuyanın da “sadeleştirenlerin” de hoşuna gitmiş olmalı! Halbuki buradaki kelimenin yeni Türkçemizde kullanılan “eşey organ” örneğinde olduğu gibi “bir şeyin eşi, eşeyi olduğu, eski tabirle mütem-mimi” anlamında kullanıldığı İdil-Ural Türkçe-sini biraz bilenlere malumdur.

Metnin sadeleştirilmesinde, kelimelerin, de-yimlerin inceliklerine, anlamlarına yeteri kadar dikkat edilmediği de görülmektedir: “Frengis-tan Mektupları”ndaki

“Yanımdaki Jozefin Hanım bana çevrilip ‘Tahsir efendim, bu oyunu ve temaşayı hoş buldunuz mu?’ dedi.”

Cümlesindeki “Taksir/tahsir” kelimesi, bir kim-senin tanımadığı birine bir şey sormak amacıy-la kulamacıy-landığı kalıpamacıy-laşmış bir sözdür. Türkiye Türkçesinde “bağışlayın, affedersiniz” kelime-leriyle aynı anlamda cümle başında kullanılır. Sadeleştirenler bunu “Özür dilerim, efendim” olarak karşılamışlar. “Özür dilemede” daha önce yapılan bir hataya, işlenen bir kusura atıf vardır. Birçok Türk lehçesinde kullanılan “tak-sir/tahsir, efendim”i “Affedersiniz, efendim” diye çevirmek uygun olurdu.

Metnin biraz daha ilerisinde Molla Abbas, Jo-zefina’nın teklifini kabul edip onun evine gitti-ğini anlatırken şöyle der:

“Evvelâ çağırdı, ikinci güzel bir kız, üçüncü Türkçe bilip benim ile söyleşe bile, dördüncü yolda, seferde vakit hoş geçirmek gerek.”

(13)

konuşa-İSMAİL GASPIRALI’NIN NEŞREDİLEN İKİ ESERİ HAKKINDA

185

biliyor” diye aktarılacakken “sadece “Türkçe biliyor” (s. 17) diye aktarılmış. İkisi arasında fark var. Aynı şekilde metinde sadece “yolda, seferde” olarak geçen kelime, sadeleştirilmiş metinde “böyle bir seferde” şekline sokulmuş. Nitekim İsmail Kerim’in çevirdiği metinde de “yolda, seferde” ifadesi “böyle seferde” diye yanlış okunmuştur. Yukarıda verdiğimiz bu birkaç örnek, bize “sedeleştirmeyi” yapan Er-cüment Dursun ve Ercan Sakarya’nın açık bir şekilde İsmail Kerim’in yayımladığı metni kullandıklarını gösteriyor; Tercüman’daki asıl metni değil!

Bir iki örnek de “Dar-ı Rahat”a çevrilmiş “Da-rürrahat Müslümanları” kısmından verelim: Molla Abbas İspanya’da gümrükten geçtikten sonra İspanyolarla Fransızları karşılaştırdığı sı-rada Karabağlılarla Bakûluların arasındaki eski çatışmalardan da söz eder:

“Böyle ise de Fransızlar ve İspanyollar birbiri ile büyük muharebeler edip, Kara-bağlılar Bâdkûbelileri [Bakûluları] ya ki Buharalılar Hokantlıları (Ferganalıları) kesip doğradıkları gibi bunlar da birbirini çok boğazlamışlar ve belki daha boğazla-yacaklar!”

Bu metinde geçen “Badkûbe” (bazı metinlerde

Bâd-i Kûbe) Azerbaycan’ın baş kenti “Bakı/ Bakû”nun eski imladaki biçimidir. İsmail Ke-rim’in neşrinde de “badköbeliler” şeklinde yanlış okunmuştur. Metni “sadeleştiren”ler de “Badköbeliler” diye yazmışlar. Sadeleştirenle-rin hangi metni kullandıklarına artık başka delil gerekir mi? Pekiyi bunu niçin sakladılar, açık-lamadılar? İntihallerinin ortaya çıkabileceğini hiç düşünmediler mi?

Bir eserin aslı, güvenilir doğru bir şekilde neş-redilmezse elbette onun “sadeleştirilmişi” daha kötü olur. Sadeleştirenleri de Allah söyletmiş zaten: “... günümüz Türkçesine aktarma cüreti-ni gösterdik.” (s. 9). Artık biz ne diyelim. İsmail Gaspıralı’nın eserlerinin her şeyden önce orijinal metin olarak neşredilmesi lazım. Bu eserler zamanında yayımlandıktan sonra yakın dönemlere kadar bir daha basılamadılar ve bu yüzden de araştırmacıların bile dikkatin-den uzakta kaldılar. Sovyet yönetimi de elin-den geldiğince bunları yok etmek için uğraştı. Onun için kütüphanelerde bu eserlerin birçoğu ve Tercüman’ın tam bir koleksiyonu bulunmu-yor. Şimdi İsmail Gaspıralı’yı Türk dünyasına (sadece Türkiye’ye değil) yeniden hatırlatmak, onun düşüncelerini zamanımız şartlarında ye-niden yorumlamak gerek ama, böyle yanlış, eksik, ister istemez çarpıtılmış neşirlerle değil.

Referanslar

Benzer Belgeler

Yeni politik sistemler için, sanat alanında yeni ifade biçimleri için, bilim alanında yeni hamle yöntemleri için temel düşünceler, gelişme için belirli imkanları mevcut

Çalışmamızda son 10 yıl içinde Dicle üniversitesi Gastroenteroloji kliniğinde tanı alan pankreas kanserli hastaların genel özellikleri değerlendirilmeye alındı.. Son

III. Tam dolu orbital sayıları eşittir. Hund kuralına göre elektronlar, eş enerjili orbitallere dol- durulurken önce boş orbitallere ve aynı spinli olacak şekil- de birer

seyahatin  kolaylaşmasının,  ayrıca  matbaanın  ve  basma  kitapların  yayılmasının  Türk   lehçelerinin  birbirine  karışıp  ortak  bir  edebî  dilin

6. Tarihçiler, geçmişi tarihî devirler ve tarih öncesi devirler olmak üzere ikiye ayırmıştır. Tarih öncesi devirler ise Taş Devri ve Maden Devri olmak üzere ikiye,

Tonguç ve Şafak’ta Türk halkları ve Türk dili hakkında söylediklerinden hareket ederek İsmail Bey’in herhâlde Avrupa’da ve Türkiye’de iken, Türk halklarının tarihi,

MUSKİ Genel Müdürlüğü bi- nasında gerçekleştirilen toplan- tıya Muğla Büyükşehir Beledi- yesi Genel Sekreter Yardımcısı Mahmut Nayır, MUSKİ Genel

NOT: Çok alelizm ile aktarılan bir özellikte, popülasyonda oluşabilecek genotip çeşidi sayısı n.(n+1)/2 formülü ile hesaplanır. Bu formülde “n” aynı karaktere etki