• Sonuç bulunamadı

Küreselleşme sürecinde tüketim toplumu ve tüketim kültürü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Küreselleşme sürecinde tüketim toplumu ve tüketim kültürü"

Copied!
175
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

SOSYOLOJİ BİLİM DALI

KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE TÜKETİM TOPLUMU VE TÜKETİM KÜLTÜRÜ

Saliha COŞKUN

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Abdullah TOPÇUOĞLU

(2)

Bilimsel Etik Sayfası

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

(3)

Yüksek Lisans Tezi Kabul Formu

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU

Saliha COŞKUN tarafından hazırlanan; “Küreselleşme Sürecinde Tüketim Toplumu ve Tüketim Kültürü” başlıklı bu çalışma ……../……../…….. tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Ünvanı, Adı Soyadı Prof.Dr Abdullah TOPÇUOĞLU

Danışman İmza

Ünvanı, Adı Soyadı Doç.Dr.Ahmet Yalçın KAYA

Üye İmza

Ünvanı, Adı Soyadı Doç.Dr. Köksal ALVER

(4)

ÖNSÖZ

Bu çalışma küreselleşme sürecini yaşayan toplumların tüketim alışkanlıkları üzerine bir incelemedir. Tüketim, yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren insanların yaşamını kuşatan, dolayısıyla davranışlarına yön veren bir olgu haline gelmiştir. Tezimiz, bu olgunun ortaya çıkışını, gelişim sürecini ve şu anki seyrini kapsamaktadır.

İlk olarak bu çalışmanın ortaya çıkmasında yoğun mesai koşullarına rağmen zamanını ve yardımlarını benden hiçbir zaman esirgemeyen saygıdeğer hocam Prof. Dr. Abdullah TOPÇUOĞLU’na teşekkürlerimi sunarım. Aynı zamanda hayata dair bakış açımı değiştiren değerli hocam Doç. Dr. Ahmet Yalçın KAYA ve yüksek lisans sırasında ders aldığım hocalarım Prof. Dr. Abdullah Koçak, Doç. Dr. Köksal Alver ve Prof. Dr. Mustafa Aydın’a teşekkürü borç bilirim. Ayrıca, her zaman ve her koşulda beni destekleyen, rahat bir çalışma ortamı hazırlayan aileme sonsuz teşekkür ederim.

(5)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı Saliha COŞKUN Numarası: 084205001008 Ana Bilim /

Bilim Dalı Sosyoloji / Sosyoloji

Ö

ğrencinin Danışmanı Prof. Dr. Abdullah TOPÇUOĞLU

Tezin Adı Küreselleşme Sürecinde Tüketim Toplumu ve Tüketim Kültürü

ÖZET

Bu çalışma; tüketim olgusunun, küreselleşme sürecindeki toplumlar üzerindeki etkisi üzerine bir incelemedir. Tüketim yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren insanların yaşamını kuşatan, dolayısıyla davranışlarına yön veren bir olguya dönüşerek, daha çok statünün ve kimliğin bir göstergesi haline gelmiştir. Çalışmamızda tüketim odaklı toplumların geçirdiği dönüşümü ortaya çıkarmak amaç edinilmiştir. Bu amaç doğrultusunda, dünyada ve Türkiye’de açığa çıkan tüketim alışkanlıklarının yaşama yansıyan kısımları tespit edilmeye çalışılmıştır.

Günümüzün popüler konusu olan tüketim olgusunun en yaygın olarak görüldüğü yerler, AVM’ler gibi tüketim alanlarıdır. Araştırmamız, bu mekânlarda izlenen satış politikalarının tüketicilerde oluşturduğu etkiler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu satış politikaları, insanları gerçeklikten uzaklaştırıp “gösteri” odaklı bir dünyanın içine çekmektedir. Çalışmamız, bu doğrultuda açığa çıkan simülasyona dönüşen gerçek hayatı incelemektedir.

Çalışmamızda, tüketim kapitalizminin bireyler üzerinde baskın hale gelirken kullandığı yöntemler işlenmiş ve tüketim olgusu küreselleşme bağlamında ele

(6)

alınmıştır. Bu çerçevede tüketimin yoğun olarak yaşandığı yerler olan AVM’lerin ortaya çıkışı ve dönüşümü araştırılmıştır.

Modern tüketim alanlarındaki değişim, ülkemizde 80’lerden sonra hız kazanmış ve günümüze kadar birçok aşamadan geçmiştir. Bu süreçte tüketicilere dayatılan imajlar ve bu imajlar vasıtasıyla insan yaşamına dâhil olan tüketim kavramı, gündelik hayat üzerindeki baskısını artırır. Bireyin tüketimle olan ilişkisi de bu süreç dâhilinde inşa edilir. Bu ilişkiyi merkeze alan çalışmamız, alışveriş merkezlerinde ortaya çıkan birey-tüketim ilişkisini incelemektedir.

Anahtar Sözcükler: Küreselleşme, Tüketim, Tüketim Toplumu, Tüketim Kültürü, Tüketici Davranışları.

(7)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı Saliha COŞKUN Number: 084205001008 Ana Bilim /

Bilim Dalı Sociology / Sociology

Ö

ğrencinin

Danışmanı Prof. Dr. Abdullah TOPÇUOĞLU

Tezin İngilizce Adı Consumer Society in the Process of Globalization and Consumer Culture

ABSTRACT

This study is an overview about the impact of the consumption phenomenon on communities in the process of globalization. Since the last quarter of the twentieth century, consumption has turned into a phenomenon encompassing the lives to such a degree that it gives direction to the behavior of people, and it has become an indicator of status and identity. Our study aims to reveal the transformation of consumption-oriented societies. For this purpose, the reflected parts of consuming habits that have emerged in Turkey and in the world are the focus of our study.

Consumption phenomenon which is the popular subject of today is most commonly seen in consumption areas, such as shopping centers. Our research concentrates on the effects of selling policies on consumers in these areas. These selling policies distract people from realities and attract them into a “show”-oriented world. Our study examines the real life that changes into a simulation that emerges.

In our study, the methods that consumption capitalism utilizes while becoming dominant on individuals are identified, and the phenomenon of consumption is discussed in connection with globalization. Within this framework,

(8)

the emergence of shopping centers where consumption is intensely engaged in and their transformation are surveyed.

In our country, the transformation in the field of modern consumption gained momentum in the 1980’s, and it has gone through many stages up to now. The images imposed on the consumers in the process and the concept of consumption inserted into human life through these images enhance the pressure on daily lives. The relationship of the individual with consumption is also constructed in this process. Our study, which places this relationship in the center, examines the relationship between individuals and consumption in shopping centers.

Key Words: Globalization, Consumption, Consumer Society, Consumer Culture, Consumer Behavior.

(9)

İÇİNDEKİLER

SAYFA NO

BİLİMSEL ETİK SAYFASI ... I

TEZ KABUL FORMU ... II

ÖNSÖZ ... III ÖZET ...IV ABSTRACT ... VI İÇİNDEKİLER ... VIII TABLOLAR DİZİNİ ... XIII GİRİŞ ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM KÜRESELLEŞME SÜRECİ, TÜKETİM TOPLUMU VE TÜKETİM KÜLTÜRÜ 1. 1. KÜRESELLEŞME KAVRAMI ...3

1.1.1. Küreselleşmenin Tanımı ...3

1.1.2. Küreselleşmenin Ortaya Çıkışı ... 7

1.1.3. Küreselleşmeyi Etkileyen Faktörler ...9

(10)

1. 1. 2. ESKİNİN DIŞLANMASI YENİNİN KUTSANMASI: MODERNLEŞME

1.1.2.1. Modernleşme Kuramı ...16

1.1.2.2. Modernizmi Hazırlayan Etmenler ...18

1.1.2.3. Modernleşme Düşüncesinin Ortaya Çıkışı ...20

1.1.2.5. Kent ve Modernizm İlişkisi ...24

1.1.2.6. Modernitenin Küreselleştirici Niteliği ...26

1. 2. TÜKETİM TOPLUMU, TÜKETİM KÜLTÜRÜ VE ALIŞVERİŞ MERKEZLERİ 1.2.1. TÜKETİM KAVRAMINA AİT TANIMLAR...28

1.2.2. TÜKETİM TOPLUMU ...31

1.2.3. TÜKETİM KÜLTÜRÜ ...36

1.2.4. TÜKETİMİN TARİHSEL KÖKENLERİ ...40

1.2.4.1. Modern Tüketimi Hazırlayan Etmenler ...40

1.2.4.2. Modern Tüketim Kültürünün Ortaya Çıkışı ...44

1.2.4.3. Modern Tüketimin Yaygınlaşmasını Sağlayan Faktörler ...46

1.2.4.3.1.Lüks Endüstrisini Kapitalist bir Örgütlenmeye Daha da Yaklaştıran Nedenler...49

1.2.4.3.2. Tüketim Nesnesi Olarak Beden ...50

1.2.5. DEĞİŞEN TÜKETİM ALIŞKANLIKLARI VE BU DÖNÜŞÜMÜN KENT MERKEZLERİNE YANSIMASI: ALIŞVERİŞ MERKEZLERİ ...53

1.2.6.1. Klasik Tüketim Mekânlarından Modern Tüketim Mekânlarına Geçiş ...53

1.2.5.2. Merkezin Yeniden Kavranması: Alışveriş Merkezleri ...58

1.2.5.3. Boş Zaman ...64

1. 3. TÜKETİCİ DAVRANIŞLARI ...65

1.3.1. TÜKETİCİ DAVRANIŞI ...65

1.3.2. TÜKETİCİNİN SATIN ALMA KARAR SÜRECİ ...67

1.3.2.1. Howard ve Sheth Modeli ... 69

1.3.2.2. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Modeli ... 71

(11)

1.3.2.4. Herzberg’in Çift Faktör Teorisi ...73

1.3.2.5. Nicosia Modeli ...73

1.3.2.6. İktisat Teorisi Davranış Modeli ...74

1.3.3. TÜKETİCİ DAVRANIŞLARINI ETKİLEYEN PSİKOLOJİK VE SOSYAL FAKTÖRLER ...74

1.3.3.1. PSİKOLOJİK FAKTÖRLER ...76

1.3.3.1.1. Algılama ... ..76

1.3.3.1.2. Öğrenme ...77

1.3.3.1.2.1. Dürtü Tepki Kuramı...78

1.3.3.1.2.2 Bilinçli Öğrenme Kuramı...78

1.3.3.1.3. Güdülenme ...78

1.3.3.1.3.1. Psiko- Analitik Teori ...79

1.3.3.1.3.2. Yeni Freudçu Teori ...80

1.3.3.1.3.3. Psikolojik Alan Teorisi ... 80

1.3.3.1.4. Tutumlar ve İnançlar ...80 1.3.3.1.5. Kişilik... 81 1.3.3.2. SOSYAL FAKTÖRLER ...82 1.3.3.2.1. Statü ...82 1.3.3.2.2. Rol ...82 1.3.3.2.3. Aile ... 83 1.3.3.2.4. Eğitim ...83 1.3.3.2.5. Kültür ...83 1.3.3.3. PAZARLAMA ARAÇLARI ...84 1.3.3.3.1. Mal ... 84 1.3.3.3.2. Fiyat ...85 1.3.3.3.3. Dağıtım ...85 1.3.3.3.4. Tutundurma ...86 1.3.3.3.4.1 Reklam ...86

(12)

İKİNCİ BÖLÜM

2.1. METODOLOJİ ... 88

2.1.1.

Araştırmanın Soruları...88

2.1.1.1. Sörvey ve Örneklem ...90

2.1.1.2. Kullanılan Soru Formunun Özellikleri ...91

2.1.1.3. Tüketici Davranışı ve Alışkanlıkları...91

2.1.1.4. Sosyo-Demografik Değişkenler...91

1.2.2. TÜKETİM ARAŞTIRMALARINDA PARADİGMALAR... 91

1.2.2.1. Pozitivist Paradigma ... 92

1.2.2.2. Yorumlayıcı Paradigma ...93

1.2.2.3. Eleştirel Paradigma ...93

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3.1. TÜKETİM ALIŞKANLIKLARI VE DAVRANIŞLARINA

YÖNELİK ALAN ARAŞTIRMASI VERİLERİNİN

DEĞERLENDİRİLMESİ... 95

3.1.1.

DEMOGRAFİK ÖZELLİKLER...95 3.1.1.1. Cinsiyet ... 95 3.1.1.2. Yaş ... 95 3.1.1.3. Medeni Durum...96 3.1.1.4. Doğum Yeri ...96

3.1.1.5. Kentte Yaşam Süresi ve Hane Halkı Sayısı...97

3.1.1.6 Konut ve Otomobil Sahipliği Durumu...97

3.1.2. SOSYO-KÜLTÜREL ÖZELLİKLER ...98

3.1.2.1.Eğitim Durumu ...98

3.1.2.2. Mesleği...99

(13)

3.1.3. TÜKETİCİ DAVRANIŞLARI ...100

3.1.3.1. Alışveriş Yapma Sıklığı...101

3.1.3.2. İhtiyacın Temin Edilmesinde Tercih Yerleri ...102

3.1.3.3. Alışveriş Yerleri Tercih Nedenleri ...103

3.1.3.3.1. En çok Satın Alınan Hizmet veya Ürün ...104

3.1.3.3.2. AVM’lerde Kalma Süresi ...105

3.1.3.3.3. Plânsız Ve İhtiyaç Dışı Alışveriş...105

3.1.3.4. Tüketimi Etkileyen Değişkenler: Reklam, Moda ve Marka’nın Etkisi ...106

3.1.3.5. Karşılaştırmalar...125

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME...135

KAYNAKÇA...140

EK...153

(14)

TABLOLAR DİZİNİ

Tablo I: Robertson’un Küreselleşme Modeli ...14

Tablo II: Kişiliğin Üç Temel Birimi...69

Tablo III: Howard ve Sheth Modeli ...70

Tablo IV: Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi ...71

Tablo V: Tüketicinin Satın Alma Karar Süreci ...75

Tablo VI: Algılama Süreci...76

Tablo VII: Güdülenme Süreci ...78

Tablo 1: Cinsiyete Göre Dağılım...95

Tablo 2: Yaş Durumuna Göre Dağılım...95

Tablo 3: Medeni Duruma Göre Dağılım...96

Tablo 4: Doğum Yerlerine Göre Dağılım...96

Tablo 5: Kentte Yaşama Süresine Göre Dağılım...97

Tablo 6: Hane Halkı Sayısına Göre Dağılım ...97

Tablo 7: Ev Sahipliği Durumuna Göre Dağılım ...98

Tablo 8: Otomobil Sahipliğine Göre Dağılım ...98

Tablo 9: En Son Mezun Olunan Eğitim Kurumu ...98

Tablo 10: Mesleğe Göre Dağılım ...99

Tablo 11: Gelir Durumuna Göre Dağılım...99

Tablo 12: Alışveriş Yapma Sıklığı ...100

Tablo 13: Ürün Satın Almaya Etki Eden Faktörler ...100

Tablo 14:Kalite Kriterleri...101

Tablo 15: Reklam Amacı Algısı ...101

Tablo 16: Temel ve Günlük İhtiyaçlarını Karşılanma Yerleri...102

Tablo 17:Cinsiyete Göre Temel ve Günlük Alışveriş Dışındaki İhtiyaçları Karşılama Yerlerine Göre Dağılım ...102

Tablo 18:Alışveriş Yeri Tercih Nedenlerinde AVM’leri Seçme Nedenleri ...103

Tablo 19: AVM’lerde En Çok Satın Aldığı Ürün Veya Hizmet Grubu ...104

Tablo 20: Alışveriş Merkezlerinde Kalma Süresi...105

Tablo 21:Planlı Olmayan ve İhtiyaç Dışı Alışveriş Yapma Durumu ...105

(15)

Tablo 23: AVM’lerde Yabancı Mağaza İsimlerinin Örneklem Grubuna Ne İfade

Ettiği...106

Tablo 24: Markanın “Ne” İfade Ettiği ...107

Tablo 25:Markanın Sosyal Çevreyle Olan İlişkisi...107

Tablo 26: Markanın İnsanın Sosyal Çevresiyle Bağına Olan İnanç ...…108

Tablo 27: Markanın İnsanın Kişiliğini Yansıtacağı İnancı...108

Tablo 28: Marka İnsanın Kişiliğini Yansıtır İnancının Cinsiyete Göre Dağılımı…109 Tablo 29: Ürünün Kalitesinin Markadan Önemli Olması...109

Tablo 30: Cinsiyete Göre Ürünün Kalitesinin Markadan Önemli Olması ...109

Tablo 31: Markanın Kalite Olduğu İnancı...110

Tablo 32: Cinsiyete Göre Markanın Kalite Olduğu İnancı...110

Tablo 33: Bütçeyi Aşan Alışveriş Sonrası Hissedilen Duygu ...111

Tablo 34: Bol Tüketimin Yaşama Standartlarının Yüksekliğini Göstermesi ...111

Tablo 35: Cinsiyete Göre Bol Tüketimin Yaşama Standartlarının Yüksekliğini Gösterme Oranı...112

Tablo 36: AVM'lerdeki Müziğin Hoşa Gitmesi ve Alışverişçilerin Orada Kalma Süresi Arasındaki İlişki...112

Tablo 37: Cinsiyete Göre AVM’lerdeki Müziğin Hoşa Gitmesi ve Alışverişçilerin Orada Kalma Süresi Arasındaki İlişki ...113

Tablo 38: Satıcıların Tutumunun Ürünün Alınıp Alınmaması Üzerinde Etkisi ...113

Tablo 39: Cinsiyete Göre Satıcıların Tutumunun Ürünün Alınıp Alınmaması Üzerinde Etkisi ...114

Tablo 40: Modanın İhtiyaç Dışı Alışveriş Üzerine Etkisi ...114

Tablo 41: Cinsiyete Göre Modanın İhtiyaç Dışı Alışveriş Üzerine Etkisi ...115

Tablo 42: Satın Alınan ve Sonrasın Problem Yaşanılan Veya İhtiyaca Cevap Vermeyen Ürün İçin İzlenilen Yol ...115

Tablo 43: Cinsiyete Göre Satın Alınan ve Sonrasında Problem Yaşanılan Veya İhtiyaca Cevap Vermeyen Ürün İçin İzlenilen Yol ...116

Tablo 44: Örneklem Grubunun Alışverişlerinde Ödeme Yöntemi...116

Tablo 45: Alışverişin Eğlence Olarak Algısı ...116

Tablo 46: Diğerlerinden Farklı Görünme İsteği ...117

Tablo 47: Kendine Yakışan Ürün Tercihi...117

(16)

Tablo 49: Ambalajın Önemi ...118

Tablo 50: Alışveriş Öncesi İhtiyaç Listesi Hazırlanması ...119

Tablo 51: “Ben” Yerine “Biz” Duygusuyla Hareket Edilmesi...119

Tablo 52: Alışkanlıkların Değişme Olasılığı ...120

Tablo 53: Ürün Satın Alımında Önceliğin Fiyata Verilmesi ... 120

Tablo 54: Kaliteli Ürün Pahalı Üründür Algısı...121

Tablo 55: Çocuk Sahibi Olmanın, Tüketicilerin İhtiyaçlarını Sınırlandıracağı Düşüncesi...121

Tablo 56: Evlenmenin Yaşam Standartlarını Düşüreceği İnancı...122

Tablo 57: Yaşam Standartlarının Korunması İçin Çocuk Sahibi Olmayı Düşünmeme Oranı ...122

Tablo58: Aylık Gelirin Kesilmesi ve Bir Müddet Yaşama Standartlarını Sürdürebilme İlişkisi...123

Tablo 59: Bireysel Çıkarların Toplum Çıkarlarından Önceliği ...123

Tablo 60: Plansız Olarak Alışveriş Yapma Durumu ... .124

Tablo 61: Örneklem Grubunun Bulunduğu Sosyal Çevrenin Üzerlerinde Etkisi....124

Tablo 62:Mesleğe Göre AVM’lerde Plansız ve İhtiyaç Dışı Alışveriş Yapma Oranı Dağılımı ...125

Tablo 63: Mesleğe Göre AVM’lerdeki Yabancı Mağaza İsimleri Algısı...126

Tablo 64: Mesleğe Göre Markanın İnsanın Kişiliğini Yansıtacağı İnancı ...127

Tablo 65: Mesleğe Göre Problem Yaşanılan Ürün Sonrası İzlenilen Yol Dağılımı128 Tablo 66: Mesleğe Göre Alışverişte Ödeme Yöntemi...129

Tablo 67: En Son Mezun Olunan Eğitim Kurumuna Göre Mağaza İsimlerinin Yabancı Olmasının Ne İfade Ettiği...130

Tablo 68: En Son Mezun Olunan Eğitim Kurumu ve Markanın İnsanın Kişiliğini Yansıtacağı Düşüncesi...131

Tablo 69: En Son Mezun Olunan Eğitim Kurumu ve Markanın Kalite Algısı İlişkisi ...131

Tablo 70: En Son Mezun Olunan Eğitim Kurumu ve Bol Tüketimin İnsanın Yaşama Standartlarının Yüksekliğini Göstereceği Düşüncesine Katılım Oranı ...132

Tablo 71: En Son Mezun Olunan Eğitim Kurumu ve Modanın İhtiyaç Dışı Alışveriş Üzerine Etkisi ...133

(17)

Tablo 72: En Son Mezun Olunan Eğitim Kurumu ve Alışverişte Ödeme Yöntemi Şekli ...133 Tablo 73: Evlenmenin Sahip Olunan Yaşam Standartlarını Düşüreceği İnancı ve En Son Mezun Olunan Eğitim Kurumu İlişkisi ...134

(18)

GİRİŞ

“Bütün maddi tatminleri sağlayın ona, öyle ki uyumak, çörek yemek ve dünya tarihini sürdürmeyi dert edinmekten başka yapacak bir şeyi kalmasın; yeryüzünün tüm mallarına boğun ve saç diplerine kadar mutluluğa gömün: bu mutluluğun yüzeyine küçük kabarcıklar çıkacaktır, suyun yüzeyinde olduğu gibi…” Dostoyevski/Yeraltından Notlar

Tüketim olgusu dünyada 1950, ülkemizde ise 1980’lerden itibaren evrilmekte olan bir sürece işaret eder. Geleneksel anlamda tüketim “ihtiyaç” kavramının üzerine kurulu iken, modern ve postmodern dönemde yerini “istek”, “arzu”, statü”, “haz” gibi kavramlara bırakmıştır. Artık insanlar ürettikleriyle değil, tükettikleriyle kimliklerini kazanmaktadırlar ve marka, insanın sosyal çevresini ve kişiliğini gösteren, toplumsal konum belirleyici durumundadır. Dolayısıyla insanlar bir üst grubun üyesi olduğu imajını yaratmak için de tüketirler. Bu bağlamda araştırmamızın konusu, tüketimin sosyal ve psikolojik olguları bir araya getiren sürecini kapsamaktadır.

Reklamlar “mal” ya da “ürün tanıtımı” değil “imaj” ve “marka”ya yönelik yapılmaktadır. Tüm bunların sonucunda insanlara olmayacağı/olamayacağı bir “kendi” vaat edilmektedir. Günümüzde insanlar tüketim hegemonyasının altında adeta ezilmiştir ve bol tüketimle mutlu olacağı inancındadırlar, dolayısıyla daha çok tüketme eğilimindedirler. Bu; insanların daha çok stres, daha çok kaygı ve belirsizliklerle hayatlarını sürdürdükleri anlamına gelmektedir. İnsanlar bu açmaz ve bitmek bilmeyen satın alma güdüleriyle nevrotik bir ruh haline sürüklenmektedirler.

Sürekli ve sonsuz tüketim isteği, kapitalist küreselleşmenin temelinde yatan ve küresel tekeller tarafından teşvik edilen bir olgudur. Tüketim toplumlarında “emek”,“alın teri”,”gelecek” ve hepsinin toplamı umudumuz, bizden alınarak başkalarının sermayelerinde bizlere sunulur. Vitrinler; insanlara alamayacakları, bunu anladıkları anda ise peşine düştükleri, aldıklarında ise gözden düşen ürünlerle boy gösterir ve artık insanlar bu kısır döngünün kıskacındadırlar…

(19)

Çalışmamız ana hatlarıyla üç bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın birinci bölümünde, araştırmanın kapsamı ve kavramsal çerçevesi teorik bir çerçevede incelenmektedir. Bu bağlamda küreselleşme olgusu, modernleşmeyle birlikte ele alınarak, küreselleşme üzerinde etkili olan unsurlar üzerinde durulmaktadır. Ardından tüketim alışkanlıkları açıklanarak, bu alışkanlıkların başlamasında etken olan faktörler açıklanmaktadır. Bunlara ek olarak AVM’lerin tarihsel süreci hakkında bilgi verilerek, araştırmalardan elde edilen veriler kullanılmıştır. Bu bilgilerin ışığında tüketim kavramı ve tarihsel süreci incelenmektedir.

İkinci bölüm, metodolojik olarak araştırmamızın izlediği yolu, araştırma sorularını, sörvey ve örneklemi ve analizde kullanılan istatiksel tekniklerin anlatılmasını içermektedir.

Son bölümde ise, alan araştırmamızdan elde edilen veriler değerlendirilmiştir. Araştırmamızda teorik taramalarla birlikte veri toplama aracı olarak anket tekniği kullanılmıştır. Bu teknik, uzman görüşlerine başvurularak zenginleştirilmiştir. Anketimizde aracı olarak AVM’lerin müşteri ölçeği kullanılmıştır ve iki bölüm halinde hazırlanmıştır. Anketimizin birinci bölümde “tüketim” ölçeği kullanılmış, ikinci bölümde ise; anket çalışması uygulanan grubun sosyo-kültürel, sosyo ekonomik durumuna ve tüketim eğilimlerine yer verilmiştir. Veriler SPSS (Statistical Packages for The Social Sciences) programı aracılığıyla çözümlenmiştir ve sonuç bölümünde, bulgular araştırmanın amacı doğrultusunda yorumlanmıştır.

İnsanların tüketim alışkanlıkları üzerine bugüne kadar pek çok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların çoğunluğu Batı ülkelerinde gerçekleştirilmiştir. Kalkınmakta olan ülkelerde tüketici çalışmaları son derece azdır. Tüketim çalışmalarında 1980’ler sonrası metodolojik farklılaşma başlamış 1990’larda bu farklılaşmalar daha da çeşitlenmiştir. Bu çalışma, yorumlayıcı paradigma yaklaşımı geleneğinde yapılmış çalışmalardan biri olarak, tüketici davranışlarının anlaşılması bağlamında önemlidir.

(20)

BİRİNCİ BÖLÜM

KÜRESELLEŞME SÜRECİ, TÜKETİM TOPLUMU VE TÜKETİM KÜLTÜRÜ

1. 1.

KÜRESELLEŞME KAVRAMI

1. 1. 1. Küreselleşmenin Tanımı

Küreselleşme, bugün sosyal bilimler literatüründe çoğunlukla kullanılan bir kavramdır. En genel manada ülkeler arasında sosyal, iktisadi ve siyasal ilişkilerin gelişmesi olarak tanımlanan kavram, farklı disiplinlerde farklı anlamlarla ifade edilmektedir. Küreselleşme çağı olarak adlandırılan 21. yüzyılda, hemen her alanda çarpıcı bir hareketlilik ve değişme görülmektedir. Kapitalizmin sonucu olarak görülen küreselleşme, birçok araştırmacı tarafından yapılan çalışmalarda, 1960’larda ortaya çıkan hızlı dönüşüm ve gelişmelere bağlı olarak, politik süreçleri de devamında getiren ekonomik bir süreçtir. Son 20 yılda ivme kazanan küreselleşme, merkezinde karmaşık bir sosyal, ekonomik ve politik bir içeriğe sahiptir.

İngilizce’deki globe=yerküre anlamına gelen terim, world=dünya anlamına gelen kelime ile aynı anlamdadır. Küreselleşme terimi ise, dünyevi meselelerde kendimizi, dünyamızı, toplumları, kültürleri, fiziki dünyayı ve kâinatın geriye kalan bütününü nasıl algıladığımızı etkileyen çeşitli faktörleri ve hareketleri anlatan bir eğilimi ifade eder (Nyang, 2002: 11). İletişim ve kültürdeki son gelişmeleri betimlemek için başvurulan bu kavram (Featherstone, 1990) bir yandan dünya çapında mal, insan ve iletişim hareketliliğinin artışını, diğer yandan da kültürel süreçte ortaya çıkan bir değişme, farklılaşma ve melezleşerek benzemesinin bir ifadesidir. Başka bir deyişle, Batılı olmayan ülkeleri kapitalist üretim ilişkilerine ve dünya ekonomisine dâhil etme sürecidir. Bunun sonucunda Batı, diğer ülkeleri ve toplumları siyasi, askeri, kültürel ve ekonomik olarak bağımlı konuma getirmiştir. Buralar, Batı sermayesi için hammadde kaynağı, hem de pazar durumundadır (Yaylagül, 2008). Bu bağlamda küreselleşmeye yöneltilen eleştirilerin başında

(21)

çokuluslu sermayenin küreselleşme sürecinde tek aktör olduğu ve bu sermayenin karşısında ulusal hükümetlerin politika geliştirmelerde yetersiz kaldığıdır.

Küreselleşme fikri politik iradeden, ideolojik mücadeleden bağımsız; zorunlu, geri dönülemez, tarihsel olarak kaçınılamaz bir süreç olarak insanlığa empoze edilmeye çalışılmaktadır. Uluslararası sermaye, üretimi dünya ölçeğinde tasarlayarak, tüm ekonomik kaynakları kontrol altına alarak, her koşulda belirleyici olmak, koyduğu kurallara uymayanları cezalandırmak, dışlamak stratejisi izlemektedir. İdeolojilerin sonu derken küreselciliğin kendisi “büyük anlatı” haline gelmekte, hegomanyasını tüm zor ve ikna araçlarıyla dayatmaktadır (Kozanoğlu, 2003: 168). Küreselleşme, hem bir gerçeklik tespiti, hem bir hegomonik güç iddiası, hem mevcut sistemin işleyişinden esas payı alanların değer ve ölçülerini “evrenselleştirmek” anlamında spekülatif bir iddia, hem de bir baskı aracıdır (Koçdemir, 2002: 277). Küreselleşme bir süreç, dünya sistemi de bir yapıdır (King, 1998: 17).

Son yıllarda içinde yaşadığımız devri ifade etmek için bolca kullanılan post, turbo, ultra, ileri, geç, gelişmiş, ötesi gibi kavramlardan (postizm) farklı olarak kullanılan bu terim mevcut toplumsal tanımlamalara atıfta bulunmayan yeni bir kavramdır. Küreselleşme, milli devletlerin güçleri nispetinde milli menfaatlerini gerçekleştirmek için bilinçli biçimde anlaşmalar, zor kullanımı, ekonomik ve askeri entegrasyonlar, uluslararası, supranosyal örgütlenmeler, sivil toplum kuruluşları vs. ile adım adım ilerlettikleri bir süreçtir. Yani bir kader değil, bir projedir (Koçdemir, 2002: 275-277). Diğer bir anlatımla, bugüne dek yalnızca devletlerarasındaki ilişkilere göre şekillenen uluslararası sistem, ciddi bir evrim geçirerek, devlet dışında başka bazı birimlerinde bu ilişkilere dâhil olmasıyla, küresel bir sistem halini almaktadır. Farklı düzenlemelerle şekillenen global ilişkiler farklı güç merkezleri yaratırken, şirketler, örgütler ve yasadışı gruplar da kendi düzlemlerinde birer aktör rolü oynamaya başlamaktadırlar (Arıboğan, 1997: 14).

Süreç, dünya üzerinde yaşayan insan toplulukları arasındaki kültürel farklılıkların ortadan kalkması ve tek kültürlülüğe doğru bir eğilimi ifade etmektedir (Civelek, 2009: 40). Etyen Mahçupyan genel bir tanımla küreselleşmeyi “herhangi

(22)

bir iktisadi, siyasi sistemin kendi sınırlarını aşarak yaygınlaşması hali” (Mahçupyan, 1997: 49) olarak görmektedir. Garih ise küreselleşmeyi, sınırlar yerine pazarları ve üretim alanlarını önde tutan, bilgi, sermaye, mal ve hizmetlerin sınır tanımadan dünyanın her tarafına, belirli kurallara bağlı kalarak dağılabildiği bir süreçtir (Garih, 2000: 40). Bu anlamda küreselleşme daha çok ekonomik bir olgudur ve dünyanın tek bir pazar haline gelmesini amaçlar dolayısıyla küreselleşme diğer bir ifadeyle ülke ekonomilerinin dünya ekonomileriyle entegrasyonudur.

Sosyolojik olarak küreselleşmeyi ele alacak olursak, mahalli kültürlerin ve geleneksel sosyal bağların çözüldüğü, milli devletlerin belirleyiciliğinin azaldığı, gruplar ve kişiler arasındaki her türlü ilişkinin kolaylaşıp, yaygınlaştığı, üretimin ve bölüşümün yeni bir dönüşüm içine girdiği, gerek toplumlar arasında gerekse aynı toplum içindeki sürtüşmelerin yayılma tehlikesinin her zamankinden daha çok olduğu, sınırların ve geleneksel aktörlerin öneminin azaldığı, farklı bir bireyselciliğin geçerli olduğu, geleneksel sosyal kurumların fonksiyonlarını yitirdiği, dayanışmanın azaldığı, değerler sistemi henüz ortaya konulamamış bir süreç olarak tanımlanabilir (Koçdemir, 2002: 277). Küreselleşmeyle birlikte bireysel çıkar üzerine geliştirilen ilişkiler ön plana çıkmakta ve küresel ideolojilerin istekleri doğrultusunda inşa edilmektedir. Diğer bir ifadeyle kapitalist ruh doyurulamaz ve daima hâkim ve sahip olma ihtiyacı duyar. Dolayısıyla kavram, yalnızca “ben” merkezli bir sürece işaret eder. Bu süreçte yalnızca menfaatler gözetilmekte ve ülkeler birbirleri üzerine güçleri dâhilinde kültürel ve ekonomik baskı oluşturabilmektedirler.

Küreselleşme, ekonomik, siyasal ve kültürel globalleşme süreçlerini içermekle birlikte, bu süreçlerin herhangi birine indirgenemez, fakat bu süreçler arasındaki çok-boyutlu, çok nedenselli ve çelişkiler içeren ilişkiler tarafından kurulmuş “tarihsel bir süreç”tir (Keyman, 2000: 25). Uzun süren bir değişimin sonucu olarak gerçekleşen küreselleşme olgusu, “yeni batıcılaşma”, ”emperyalizmin yumuşatılmış hali” ve “kapitalizmin dünya egemenliği” olarak değerlendirilmektedir (Orçan, 2004: 211). Buna bağlı olarak küreselleşme, ekonomik faaliyetlerin dünya düzeyinde yeni bir entegrasyonuna tekabül eden bir kavramdır. Fakat bu kavram aynı zamanda yeni bir zihniyete de işaret eder. Yani toplumların dünya üzerinde ekonomik olarak yeniden entegre olmasıyla, siyasi olarak toplumların parçalanması

(23)

gibi iki trend, aslında küreselleşmeyi tanımlamaktadır (Katırcıoğlu, 1997: 15). Diğer bir anlamda uluslararası, kültürel, ekonomik seyaliyetin dip akıntılarında ortaya çıkan hayali ama efektif sonuçları olan bir küçülme halidir (Bayramoğlu, 1997: 59).

Kavram yerkürenin ekonomik, siyasi (ve hukuki) olarak ortak bir dilde yönetimi olarak da anlaşılabilir (Toprak, 2001: 14). Eğer küreselleşmeyi “dünyanın tek bir mekân haline geldiği süreçler” ya da “böyle bir kürenin bilincine varma” olarak düşünürsek, sermayenin ulusöteleşmesinin mekân ve yapının toplumsal düzenlemesini küresel ölçekte nasıl değiştirdiğine ilişkin örnekler bulmamız zor olmayabilir (King, 1998: 189). Bugün küreselleşme dünya pazarıyla evrensel bir bütünleşme, mal ve hizmetlerin bütün dünyaya yayılmasını ifade etmektedir (Uras, 2007: 83). Kapitalizmin taşıyıcısı olan küreselleşme, burjuva değerlerin evrenselleşmesi ve bu sürecin tamamlanması anlamına da değerlendirilebilir (Uras, 2007: 168).

Kongar’ a göre küreselleşme tüm dünyada bir örnek bir tüketim kültürü oluşturmaya yöneliktir. Din, dil ırk ayrımı olmaksızın tüm dünya aynı marka pantolonları giymeye, aynı marka spor ayakkabıları kullanmaya, aynı gazozu içmeye koşullandırılmaktadır. Bu oluşum hem uluslararası sermayenin gücü, hem de kitle iletişim araçları yardımıyla gerçekleşmektedir (İçli, 2001: 166). Altan bu çerçevede küreselleşmeye sanayi devriminin ölümü olarak bakmaktadır. Çünkü O’na göre küreselleşmenin tarihi bilgisayar ve iletişim devrimi ile başlamaktadır (Altan, 1997: 9). Bu devrimle birlikte artık enformasyon akışı hızlanarak dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen değişimlerden diğer ülkeler kolayca haberdar olabilmektedirler. Özelikle uydu iletişiminin yaygınlaşması, bilgisayar teknolojisinin neredeyse her eve girmesiyle birlikte bu süreç, her geçen gün gelişme kaydetmekte ve hızla yayılmaktadır.

Bu bilgiler çerçevesinde konuya üç ayrı tanımlamayla yaklaşacak olursak, kıyaslamalı ekonomi bilimi küreselleşmeyi, dünya ekonomisinin birlikteliği olarak algılamaktadır. Üretim faktörleri açısından bakıldığında üretimin üç temel faktörü olan; sermaye, iş gücü ve teknolojinin sınır tanımazlığı yani ulusal sınırların ötesinde bu üç faktörün işlev görerek bütünleşmesi, mobilitesinin, serbestliğinin, hareket

(24)

imkânının artması anlamına gelmektedir. Üçüncü tanımlama olarak ise küreselleşme, Batı Avrupa koşullarında ortaya çıkan, öncelikle Kıta Avrupası’nın devletiçi gelenekleriyle yapısallaşan, sonra Anglo-Sakson liberal gelenekleriyle harmanlanan, ekonomik, sosyal, kültürel modelin dünya çapında yaygınlaşmasıdır (Demirkan, 1997: 21-22).

1. 1. 2. Küreselleşmenin Ortaya Çıkışı

Çağımızda varlığını hemen her alanda hissettiren küreselleşme olgusu akademik çevrede kapitalist yapılanma şekli olarak görülmektedir ve bu yapının mimarı Batı’dır. Bu anlamda küreselleşme Batılılaşmanın bir diğer adıdır. Avrupa da meydana gelen ve sonuçları tüm dünyayı etkileyen Rönesans, Aydınlanma ve Sanayi Devrimi bu kavrama işaret etmektedir.

Küreselleşme üç dalga halinde gelmiştir. İlki Amerika, Afrika, Asya ve Avustralya’nın, Avrupa’nın sömürgeci güçlerince ele geçirilmesi, ikinci dalga sömürme sonrası dönemde Batı’nın “Gelişme” fikrinin, Batılı olmayan kültürlere dayatılmasıdır. Üçüncü dalga, küreselleşme ile “Serbest Ticaret”in, tarihin sonu ideolojisiyle gündeme gelmesi olarak, her bir küreselleşme dalgası, Batı’nın çıkarlarına hizmet ederken, her dalga gezegen yaşamındaki diğer kültürleri kolonize etmiştir (Lechner, 2004’ten aktaran: Uras, 2007: 87). Ronald Robertson’a göre ise küreselleşme, onbeşinci yüzyılın başlarından itibaren evrilmekte olan bir süreçtir. Bu süreç günümüze kadar süregelen beş evreden oluşmaktadır. Bu evreleri betimleyen Robertson, sürecin taslağını şu şekilde açıklamaktadır (Robertson, 1999: 99-101):

Birinci Evre: Oluşum Evresi: Avrupa da onbeşinci yüzyılın başlarından on sekizinci yüzyılın ortalarına değin sürdü. Ulus topluluklarının yavaş yavaş ortaya çıkışı ve ortaçağın “ulusötesi” sisteminin çöküşü. Katolik kilisesinin etkinlik alanının genişlemesi. Birey anlayışlarının ve insanlığa ilişkin düşüncelerin öne çıkarılması. Güneş merkezli dünya kuramı ve modern coğrafyanın başlaması; Miladi takvimin yayılması.

(25)

İkinci Evre: Başlangıç Evresi: Avrupa’da onsekizinci yüzyılın ortasından 1870’lere değin sürdü. Türdeş, üniter devlet düşüncesi doğrultusundaki keskin yön değişikliği, resmi uluslararası ilişkiler anlayışının, sıradan yurttaş bireylerinin billurlaşması ve çok daha somut bir insanlık anlayışının yerleşmesi. Uluslararası ve ulusötesi düzenlemeler ile iletişime ilişkin yasal sözleşmelerin ve iletişimle uğraşan aktörlerin hızla artması. Uluslar arası sergiler. Avrupalı olmayan toplumların “uluslararası topluma” “kabulü” sorununun baş göstermesi. Ulusçuluk-uluslararasılaştırıcılık meselesinin temalaştırılması.

Üçüncü Evre: Yükseliş Evresi: 1970’lerden 1920’lerin ortasına kadar sürdü. Burada “yükseliş”, daha önceki dönemlerin ve mekânların giderek billurlaşan küreselleştirme eğilimlerinin ulus toplumlar, (eril yanlılığı olan) tür bireyler, tek bir “uluslararası toplum” anlayışı ve giderek bir tek hale gelen ama birleşik hale de gelmeyen bir insanlık anlayışı şeklindeki dört gönderme ve dolayısıyla da baskı noktasının çevresinde toplanan tek ve değişmez bir biçimin önünü açtığı döneme gönderme yapmaktadır. “Modernlik” sorununun ilk kez temalaştırılması, “Kabul edilebilir” bir ulus toplumunun “doğru taslağı” anlayışlarının giderek küreselleşmesi; ulusal ve kişisel kimliklere ilişkin düşüncelerin temalaştırılması; Avrupalı olmayan birkaç toplumun “uluslararası toplum”a kabulü; insanlık hakkındaki düşüncelerin uluslararası düzeyde formüle edilmesi ve bu düşüncelerin uygulamaya sokulması girişimleri. Göçe getirilen sınırlamaların küreselleşmesi. Küresel iletişim biçimlerinin sayısı ile hızındaki aşırı artış. İlk “uluslararası romanlar”. Hristiyan birliği (ecumanical) hareketinin yükselişi. Küresel yarışmaların –örneğin, Olimpiyatların ve Nobel Ödüllerinin- gelişimi. Dünya zamanının yürürlülüğe konması ve Miladi takvimin küresele yakın oranda benimsenmesi. İlk dünya savaşı.

Dördüncü Evre: Hegomanya İçin Mücadele Evresi: 1920’lerin ortalarından 1960’ların sonuna kadar sürdü. Yükseliş döneminin sonunda ortaya çıkan baskın küreselleşme sürecinin kırılgan terimlerine ilişkin tartışmalar ve savaşlar. Milletler Cemiyeti’nin, ardından da Birleşmiş Milletler’in kurulması. Ululsal bağımsızlık ilkesinin kabulü. Çatışan modernlik anlayışları (Müttefikler Mihver devletlere karşı) ve ardından Soğuk Savaş’ın en üst noktasına ulaşması (“modern proje” içindeki çatışma). Soykırımın ve atom bombasının kullanılmasının ardından insanlığın

(26)

doğasına ve insanlığa ilişkin beklentiler üzerinde yoğun bir şekilde durulması. Üçüncü dünyanın billurlaşması.

Beşinci Evre: Belirsizlik Evresi: Belirsizlik evresi 1960’ların sonunda başladı ve 1990’ların başında kriz belirtileri gösterdi. Kürel bilincin 1960’ların sonunda artması. Aya ayak basılması. “Materyalizm-sonrası” değerlerin vurgulanması. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve “haklar” sorununun gözle görülür hale gelmesi. Nükleer ve termonükleer silahların yaygınlaşması. Küresel kurumların ve hareketlerinin sayısının hızla artması. Küresel iletişim araçlarındaki hızlı artış. Toplumların çokkültürlülük ve çoketniklilik sorunlarıyla daha fazla karşı karşıya kalması. Birey anlayışlarının, toplumsal cinsiyet, cinsel, etnik ve ırksal düşünceler tarafından daha da karmaşıklaştırılması. İnsna haklarının küresel bir sorun halini alması. Uluslar arası sistemin daha akışkan hale gelmesi –iki kutupluluğun sona ermesi. Özellikle çevre hareketliliği aracılığıyla bir tüler-topluluğu olarak insanlığa ilişkin kaygıların da artması. “Etnik devrim”e rağmen, sivil dünya toplumuna ve dünya yurttaşlığına ilginin artması. Yaşanan çekişmelere rağmen küresel medya sisteminin sağlamlaştırılması. Küresellikten arındıran/yeniden küreselleştiren bir hareket olarak İslam. Rio de Jenerio’daki Yeryüzü Zirvesi.

Robertson’un şemasına göre sıralamadaki ilk dört dönem tarihin modernitenin paradigması içerisinde okunmasına tekabül ederken, küresel bilincin etkin bir şekilde zuhur etmesi ile son dönemin belirsizlik ile tanımlanan yeni bir dönem olarak algıladığını görürüz. Bu yeni dönem diğer önde gelen çalışmalarda da olgusal dünyanın tasvirinde kesinliği tehdit edecek derecede bir çeşitliliğe yol açan ve entelektüelin “yorumcu” olarak kategorileşmesinde nihayet bulan, üst anlatıların çöküşüne bağlı olarak nitelendirilmektedir (Bauman, 1992).

1. 1. 3. Küreselleşmeyi Etkileyen Faktörler

Küreselleşme “kavramı”nın tarihi 20 Haziran 1969’dan itibaren başlatılabilir. O tarihte Neil Armstrong yeryüzüne bir bütün (globus) olarak bakmıştır. Yetmişli yıllarda Roma Kulübü’nün gündeme getirdiği “Gelişmenin Sınırları” , nükleer

(27)

silahlarla ilgili tartışmalar ve Çernobil gibi olaylar, dünyanın tehdit ve tehlikeler bakımından küreselleştiğine dair izlenimler vermektedir. Enformasyon devrimi ve televizyonun yaygınlaşmasıyla dünya gerçek (ya da virtüel) tek bir mekân haline gelerek bunu teknolojide (bilgisayar) ve haberleşmedeki (telefon ve internet) gelişmeler izleyerek, bunların finans piyasalarında ve insanların yaşantısı üzerindeki etkileri sürecin son halkalarını oluşturmaktadır (Koçdemir, 2002: 276).

Özellikle son yirmi yılda –haftada yedi gün, günde yirmi dört saat hisse senedi ticari yapılan uydu naklen yayını da dahil olmak üzere- iletişim ve ulaşımda yaşanan çığır açıcı gelişmeler, sermayenin giderek uluslaröteleşmesi ve emeğin uluslararasılaşması, küresel ekonomi, ekoloji ve sağlık sorunlarının bilincine daha çok varılması ve özellikle dünyanın politik yapısındaki yakın tarihli büyük değişiklikler, üzerinde uzlaşılan bilginin birer parçası haline gelmişlerdir (King, 1998: 8).

Dünyanın her yerinden insanların yerine getirdiği görevlerin küresel iletişim ağları aracılığıyla giderek eşgüdümlü hale gelişi, özellikle son on yıldır gözle görülür hale gelen çeşitli kurumların, grupların ve bireylerin (şirketler, üniversiteler, sanatçılar, yazarlar, teröristler) piyasalar, medya ya da küresel kültür politikaları ile ilişkili olarak “kendilerini küresel olarak konumlandırma” eğilimleri ile çakıştığı bir dönemde çağdaş kültürün büyük bir bölümü, bu koşullar altında giderek artan oranda ya sinema, edebiyat, görsel sanatlar ve mimarî tasarım gibi ayrıcalıklı alanlarda ya da daha az ayrıcalıklı, ama aynı ölçüde güçlü olan popüler kültür alanında üretilmeye başlanmıştır. Bunlar kimlik temsilinin “çağdaş koşulları” olarak görülebilir (King, 1998: 8).

Son dönemde değişimleri izlemek amacıyla kullanılan ampirik göstergeler, genellikle ihracat ve yabancı sermaye artışlarıdır. Bu göstergelerdeki artışlar dünya ekonomisinin bütünsel gelişiminden çok, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki kâr hadlerinin düşüşünün yol açtığı 1970’ler krizinin hızlandırdığı eğilimler olarak görülmelidir (Tonak, 2000: 30). Dolayısıyla, dünya ekonomisinde hızlanan uluslararasılaşma eğilimini, 1970’ler başından beri göreli durgunluk yaşayan gelişmiş kapitalist ülkeler sermayesinin, kendini yeniden üretme, yayılma ve büyüme

(28)

çabalarını, Batı ekonomilerinin dışına yönelişinin bir sonucu olarak görmek gerekir (Tonak, 2000: 31).

Küreselleşme terimi bazıları için, yeni bir barış ve demokratikleşme çağını açacak uluslararası sivil toplum vaadini çağrıştırmaktayken, bazıları içinde tehditkâr bir biçimde Amerika’nın ekonomik ve siyasal egemenliğini, bunun kültürel sonucu olarak da metastazla her yere yayılmış bir tür Disneyland’ı andıran türdeşleşmiş bir dünyayı akla getirmektedir (Berger, 2003: 9). Küreselleşme süreciyle, batının tüketim kültürü, merkezden çevreye doğru bir yayılma göstermiştir. Ticari televizyonculukla birlikte televizyonda ticarete dayalı değerlerin daha çok yer almaya başladığı görülmektedir. Tüketim kültürünün oluşmasında ticari kanalların varlık sebebi olan reklamların çok büyük bir etkisi olmuştur. Bunun dışında pek çok televizyon programında promosyona başvurulması ve televizyonun promosyon kültürünün en büyük yaratıcısı olması neticesinde marka bağımlılığı ve metalara olan tutkular artmaktadır. Bugün Coca Cola, McDonalds, Nike ve Microsoft Windows gibi markalar, dünya çapında kullanılan ve aranan markalar haline gelmiştir. Kültürel homojenleşme, özellikle tüketim kültürü alanında meydana gelmiştir (Yaylagül, 2008). Bu bilgiler ekseninde küreselleşme kendini beş önemli yolla gösterir (Nyang, 2002: 12):

1. Coğrafi mesafelerin kısaltılması ve bir de süpersonik uçaklar, nükleer enerjili gemiler, yüksek hızlı otomobiller ve hızlı trenler gibi daha hızlı ulaşım araçları yoluyla yolculukların kolaylaştırılması

2. Elektroniğin insanlığın hizmetinde etkili bir şekilde kullanılmasıyla fiziki mesafelerin kat edilmesi

3. İngilizcenin ortak dili lingua franca olarak artan etkisi, hemen hemen bütün toplumların ve kültürlerin dünya ekonomisiyle entegrasyonu, bilim ve teknolojinin evrenselleştirici eğilimleri ve insanlığın dini ve seküler mirasından oluşan bir dünya ahlak düzeninin aşama aşama ortaya çıkması gibi evrenselleştici faktörlerin yön verdiği bir dünya kültürünün ortaya çıkması

4. İnsan toplumlarının homojenleşmesi 5. Savaş ilmi ve muharebe alanındadır.

(29)

Kültürel akışlar, görüntüler, semboller aracılığıyla hızlı bir biçimde gerçekleşmektedir ancak tek bir kültür biçiminde değil, farklı kültürler içinde gerçekleşmektedir. Yeni iletişim ağları bilgi ve görüntü akışları küreselleşme sürecinin belirleyicileridir. Gelişmiş iletişim olanakları farklı kültürlerin karşılaşmasına yan yana görüntülenmesine olanak sağlamaktadır. Medya, imaj ve simgeler için oldukça etkin bir dağıtım şebekesi oluşturmaktadır. Yeni iletişim ağları, bilgi ve görüntü akışları küreselleşme sürecinin belirleyicilerindendir (İçli, 2001: 166).

Bu bilgiler çerçevesinde de görülmektedir ki dünya teknoloji, ulaşım ve iletişim alanlarında büyük ilerlemeler kaydetmekte ve bunların neticesinde hızlı bir küçülme hali yaşanmaktadır. Bu değişimlere ideolojik ve ekonomik faktörler de eklemlenerek süreç daha da geniş bir alanda kendini hissettirmektedir. Şüphesiz ki küreselleşme sürecinde bu sebeplerden hiç biri tek başına yeterli bir sebep olmamakla birlikte olmazsa olmaz koşullardır.

1. 1. 4. Küreselleşmenin Kapsamı, Boyutları ve Sonuçları

Küreselleşme süreci devletin ekonomi üzerindeki denetimini azaltır. Küreselleşme her bakımdan sınır tanımazlığı gerektirir. Bugün örneğin ATTAC’ın 50 ülkedeki bağlantısı olması, bu ölçek genişlemesinin bir parçasıdır. Hiçbir temel sosyal sorun, çevre kirliliği, göç, işsizlik artık tek bir ülke sınırları içerisinde akla yakın bir biçimde çözülememektedir. Üçüncü dünya ülkelerinin önemli birçoğu, silinmedikçe asla ödemeyi başaramayacakları, bir dış borcu yükü altında kalarak bu sürece eklemlenmektedir (Uras, 2007: 96). Küreselleşme ile sosyal ilişkilerin dünya ölçeğinde yoğunlaşması, uzak yerellikler arasında bağlantı sağlaması, öyle ki yerel olayların binlerce uzaktaki vakalarla şekillenmesi ve tersi söz konusu olabilmektedir (Giddens, 1990). Küreselleşme küresel ölçekte genişleyen, ulusal sınırları kesen, bütünleştiren, toplumlararası bağlantıyı ve örgütlenmeyi sağlayan, yeni mekân ve zaman bileşimleri oluşturan ve dünyayı gerçekte daha birbiriyle ilişki kılan bir süreç halini almıştır (Hall, 1992’den aktaran: Uras, 2007: 104).

(30)

Küresel kitle kültürü kültürel üretimin modern araçlarının (görüntü, görsel ve grafik sanatlar, televizyon ve sinema, reklam gibi) egemenliğindedir. Bu tür bir küresel kültür bir yandan batı merkezlidir ve dili de İngilizce'dir. Batının dışında yaşayanlar için, merkezdekiyle özdeşim kurmayı ve tüketim aracılığıyla batı türü bir yaşantının, hayat tarzının etkilerinin duyulmasını sağlar. Diğer yandan kendine özgü türdeşleştirmeler yapar. Farklılıkları özümser, her şeyi kapsayan bir Batı tarzı içine yerleştirir (İçli, 2001: 166). Günümüzün üretken sosyologlarından Giddens küreselleşmeye farklı bir açılım getirmiştir. Giddens’a göre küreselleşme, uzak yerleşimleri birbirlerine, yerel oluşumların çok uzaktaki olaylara şekillendirildiği ya da bunun tam tersinin söz konusu olduğu yollarla bağlayan, dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması sürecidir. Giddens küreselleşmeye; dünyadaki farklı halklar, bölgeler ve ülkeler arasında artan karşılıklı bağımlılık olarak bakmaktadır. (Giddens, 2000: 619).

Küreselleşmenin sosyolojisini yapmaya çalışanlardan biri olan Robertson, çalışmalarında küreselleşmenin temel boyutlarını, ulusal toplumlar, birey benlikleri/bireyler, dünya toplumları sistemi/uluslararası ilişkiler ve insanlık olarak belirler. Robertson’a göre küreselleşme, hem dünyanın küçülmesine hem de bir bütün olarak dünya bilincinin güçlenmesine gönderme yapar ve bütün dünyanın tek bir mekân olarak billurlaşmasına olanak sağlar. Küreselleşme modernleşme ve postmodernleşmeyle ilintili bir olgu olup, dünyanın bir bütün şeklinde somut yapılanmasını temsil eder (Robertson, 1992’den aktaran: Sarıbay, 2000: 215).

(31)

Tablo I:

Robertson’un Küreselleşme Modeli (Friedman, 1999: 85).

Küreselleşme kökeni çok eski çağlara gitmesine rağmen, ileri teknolojik uygulamalar sayesinde hiç bugünkü kadar yoğun ve hızlı işlememiş olduğu görülür. Yüzyıl önce de küreselleşme söz konusu olmasına rağmen küreselleşmenin yeni olan yönü, nitel ve nicel boyutlarındaki değişimdir. Nicelik olarak küreselleşme ticaret, sermaye akımları, yatırımlar ve insanların ülkeler arasındaki dolaşımında meydana gelen artışı ifade eden küreselleşmenin bu boyutu bazen transnasyonalizm veya karşılıklı bağımlılık olarak da adlandırılmaktadır. Niteliksel olarak küreselleşme ise; politik, ekonomik ve sosyal süreçleri kapsar (Toprak, 2001: 8-9). Küreselleşme, bireylere herhangi bir devletin garanti edemeyeceği derecede özgürlük getirmektedir. Küresel ölçekte rekabet, yaratıcı ve girişimci insan kaynaklarını özgür kılmış ve teknolojik gelişmeyi hızlandırmıştır (Soros, 2003: 3).

Küreselleşmenin dünyayı tek bir pazar çerçevesinde birleştirmenin ötesinde, dünyanın kendisinin pazar, yani bütün an ve noktalarında sadece piyasa kurallarının geçerli olduğu bir varlık alanına dönüştürmeye yönelik bir süreç niteliği taşıması, teknolojinin kendi içinden kaynaklanan bir zorunluluk değil, tam tersine küreselleşmeyi mümkün kılan teknolojinin, kapitalist üretim tarzı çerçevesinde,

(32)

kapitalist sınıfın hedeflerine hizmet edecek şekilde, onun talepleri doğrultusunda gelişip biçimlenen bir teknoloji olmasının sonucudur (Cangızbay, 2000: 141). Bugün küreselleşen dünya, en azından entelektüel düzeyde tek bir dünya görünümündedir. Yine teknolojik değişmeler ve hükümet kuralsızlaştırmaları üretim, ticaret ve finansta transnasyonal ağların kurulmasına imkân vermekte, böylece “sınırlara tabi olmayan dünya ekonomisi” ortaya çıkarmaktadır (Toprak, 2001: 8-9) Uluslararası şirketler vasıtasıyla finans kapitali yayılmakta ve çeşitli iletişim ağlarıyla bu yönünü meşrulaştırmaktadır.

Küreselleşmenin Batı dışı dünyada yarattığı etkiyi üç noktada toplamak mümkündür (Sarıbay, 2000: 215-216):

1. Bireysel kimliklerin patlaması ve siyasallaşması

2. Merkezi kurum ve yapıların etkisinin azalmasıyla yerel kurum ve yapıların öneminin artmasının ihtiyaç duyurduğu yeni sosyal bağlara cevaben tüketim siyasetinin hâkim konum kazanması

3. Bireyin davranış kalıbını küresel bir perspektif ve kültürel duruma göre ayarlamasına yönelik dayatma.

Bu bağlamda küreselleşme esasen öncü toplumların kültür kodlarının ulaşılması gereken amaçlar haline getirilmesi ve homojenleştirilmeyi hedef alan bir tahakküm süreci olarak belirir (Sarıbay, 2000; 216) ve küreselleşmenin birbiriyle ilişkili üç unsurdan oluştuğu söylenebilir. Piyasaların genişlemesi, devletlere ve kurumlara meydan okunması ve yeni sosyal ve politik akımların doğuşu. Bunlar birbirini ikame eden politik yaklaşımlar olmayıp, küreselleşmenin farklı boyutlarını ifade ederler. Küreselleşme özünde devletler ve toplumlar arası bir çerçeveye sahiptir. Küreselleşme uluslararası politik ekonomiye olan etkileri bakımından daha çok şu yönleriyle ele alınmaktadır: çok uluslu şirketler ve yatırımlar; uluslararası ticaret ve bölgecilik, küresel finans ve para, ulusal karar verme, aktörlerin düşünme modları, küresel sivil toplum ve uluslar arası kurumlar. Küreselleşmeyi uygarlaşmanın yeni formu olarak değerlendiren görüşler de vardır. Buna göre, batılılaşma, modernleşme ve küreselleşme kavramları, uygarlaşma kavramlarının yeni yüzleridir (Toprak, 2001: 7).

(33)

Bugün nakliye ve iletişim maliyetlerindeki düşüş sürerken, mallar, hizmetler ve sermaye dolaşımı önündeki insan eliyle konmuş engeller azaltılırken ulusal ekonomilerin oluşturduğu dönemi andıran bir “küreselleşme” süreci yaşanmaktadır (Stıglıtz, 2002: 42). Yapısal olarak küreselleşme, sadece birbirleriyle ilgili faaliyetlerin ortak değişimi boyut olarak daha küresel olduğu veya bu ortak değişimin hızı küresel ölçekte arttığı ölçüde varolabilecektir (Jessop, 2005: 271).

Küreselleşme tartışmalarında dikkat çeken tartışmalı iki boyut vardır. Bunlar küreselleşme süreci ile yerelleşme sürecinin iç içe geçmiş iki eğilim olarak değerlendirilmesidir. Bu değerlendirme biçiminin arkasındaki anlayış, küreselleşme sürecinin ulus-devletleri aşındırırken, bu aşınma sonucunda ulus-devletlerin kontrolündeki yerel birimlere önemli ölçüde özerklik kazandırdığı düşüncesidir. Birinci boyut, küreselleşme sürecinde yerelin oynadığı role ilişkindir ve temel tartışmada kentlerin, küreselleşen ekonomik ilişkilere paralel olarak ortaya çıktığı savlanan küresel kentler ağıyla, belli bir yarışma ortamında nasıl eklemleneceği üzerinedir. İkinci boyut ise, küreselleşme sürencin yerel düzeydeki siyasal ve kültürel sonuçlarına ilişkindir. Küreselleşme sürecinde ulus-devlet aşındırmasının yerel insiyatifleri ön plana çıkardığı düşüncesi çerçevesinde, yerel sivil toplum örgütlerinin ve kültürel örüntülerinin güçlendirilip, demokratikleşme çabalarının temel öznesi haline gelmelerinin desteklenmesi önerilmektedir (Tonak, 2000: 113).

1. 1. 2. ESKİNİN DIŞLANMASI YENİNİN KUTSANMASI: MODERNLEŞME

1. 1. 2. 1.

Modernleşme Kuramı

Modernleşme kavramı, özellikle ABD’li işlevselci toplumbilimcilerin 1950 ve 1960’larda önerdiği, toplumsal değişme ve ekonomik büyümeye karşıt güdülenim örüntülerinin ve geleneksel değerlerinin altedilmesi ve yerini değişimci ve yenilikçi değerlerin alması şeklinde tanımladıkları bir toplumsal gelişme modelidir (Mutlu, 2004: 160). Modernleşme, genellikle azgelişmiş ülkelerin, modern, toplumsal, siyasal ve kültürel bakımdan sanayileşmiş ülkeler modelini benimsemeleri ve onlara

(34)

benzeme sürecidir. Başka bir değişle bu süreç, geri kalmış toplumların zamanımızda gelişmesinin son noktasında gelmiş olan toplumlara yetişmesi demektir (Özkalp, 2004: 152). En genel manada modernlik, gelenekselin geçerliliğini yitirirken modern toplum tipine doğru geçişte, toplumsal bir değişim süreci olarak algılanmaktadır. Temeline ilerleme düşüncesini alan kavram, aşamalı bir evrim niteliğindedir ve bu ilerlemelerin her biri öncekinden daha üstündür.

Modernleşme; sürekli ekonomik gelişme, endüstriyel yayılma, kentsel büyüme, bürokratik yönetim ve rasyonalite, kitle iletişim araçları, siyasette kitle katılımı, büyük sürekli toplumsal plânlama, geleneksel kültür ve hayat biçiminin parçalanması, üretkenliğin arttırılması ve gelişme konusunda sürekli bir ısrardır (Özbek, 2000: 53). Kavram hem birikimsel, hem de birbirlerini pekiştirici olan bir süreçler denetimini dile getirmektedir: sermayenin oluşumu ve kaynakların harekete geçirilmesi; üretim güçlerinin gelişmesi ve emeğin üretkenliğinde artış; merkezi siyasal erkin yerleşikleşmesi ve ulusal kimliklerin oluşumu; siyasal katılım haklarının, kentsel yaşam biçimlerinin ve resmi okullaşmanın yaygınlaşması; değerlerin ve normların dünyevileşmesi vb.dir (Mutlu, 2004: 160). Modern toplum ileri derecede sanayileşmiş, kapitalist, devlet ile her biri özerk olan bireylerin toplamını ifade eden, sivil toplum ayrılığı esasında kurumlaşmış, çoğulcu, demokratik bir toplumdur (Baydur, 2001: 67). Modernizm, insanların kendi iradelerinden başka her türlü aşkın otoriteyi reddederek, özgürlüklerinin önüne yine kendilerinin koydukları engelleri aşma kararlılığı ve kişisel özgürlükle bir arada yaşamanın gereklerinin birbirlerini kısıtladığı değil, zenginleştirdiği bir toplum, daha doğrusu bir dünya yaratma hayalidir (Kahraman, 2002: 1). Modern toplum, aydınlanma düşüncesinin benimsendiği temel değerler arasında yer alan “bireysel özgürlük” ile uyumlu, ekonomik, kültürel ve siyasal özellikler gösteren toplumdur (Baydur, 2001: 67). Buna göre modernleşme statüden gelen ayrıcalıkları ortadan kaldırır. Modernlik Marx, Weber ve benzeri düşünürlerin kurumsallaştırdığı şekliyle “Orta Çağlar”ı ya da feodalizmi izleyen dönemi dile getiren bir tarihsel dönemleştirme terimidir. Jürgen Habermas (1987), “modernleşme’ nin teknik bir terim olarak 1950’lerde ortaya atıldığını; Weber’in modernlik konusundaki problemini benimseyen ama toplum-bilimsel işlevselciliğinin kavramsal gereçleriyle geliştiren bir kurumsal yaklaşımın göstergesi olduğunu” belirtmektedir (Mutlu, 2004:

(35)

160). Hem Habermas hem de Touraine Weber’in modernlik teorisini, bu terinin önemli boyutlarını koruyarak onu yeniden gözden geçiren ve aşan bir dönüşümü hareket noktası olarak almıştır ve her ikisi de modernliği, etkinlik alanları ile toplumsal yaşam alanlarının farklılaşması olarak kavramışlardır (Gorz, 2001: 174).

Bolay, modernleşmeyi kavram olarak, "Rönesans ve Aydınlanma devirleriyle kazanılan kültürel değerlerin, teknik ve bilimsel gelişmelerin, sosyal münasebetlerin benimsenmesi”(Bolay, 1999: 283) olarak tanımlar. İlber Ortaylı ise, modernleşmeyi, "Gelişmiş toplumun özelliklerinin az gelişmiş bir toplum tarafından alınması" şeklinde tanımlamakla birlikte "Modernleşme olgusu, kaba bir deyişle varolan değişmenin değişmesidir” (Ortaylı, 2001) der. Kuram, Batı’nın model alınmasıyla birlikte tüm dünyanın modernleşebileceğini varsayar. Bu nedenle modern olmak isteyen toplumlar, Batı’nın takipçisi olmak durumundadırlar.

1. 1. 2. 2. Modernizmi Hazırlayan Etmenler

18 ve 19. yüzyılda Avrupa’ya olan servet akışı, Avrupa’nın değişik ülkelerinde farklı şekilde etki yaratmıştır. İngiltere’de hammaddelerin, altın ve gümüşün ülkeye girişi yerli endüstrinin doğmasına yardımcı olurken; İspanya ve Portekiz’de dolup taşan servet, içeride ekonomik üretimin düşmesine yol açmıştır (Giddens, 1993: 141). Bu düşüncenin ortaya çıktığı ve etkin olduğu dönem 1950’li ve 60’lı yıllardır. Kuram, 1960’ların sonları ile 1970’lerin başlarından itibaren sarsıcı eleştirilere muhatap olur ve egemen söylem olma özelliğini yitirir. Bu dönemde artık, kapitalist endüstrileşmenin olumsuz yanlarına dikkat çekilmekte ve Batılı toplumlarca finanse edilen ve toplumsal ilerlemeyi ve ekonomik büyümeyi sağlamakta başarısız olan kalkınma plânları yoğun bir biçimde eleştirilmektedir (Altun, 2002: 27). Ayrıca bu yaklaşıma yönelik diğer eleştiriler şöyle özetlenebilir: Modernleşme kuramı iç toplumsal süreçler üzerinde durmakta, buna karşılık üçüncü dünya toplumlarının yapısı üzerinde sömürgecilik ve yeni sömürgeciliğin etkilerini göz ardı etmektedir. Modern ve geleneksel toplumlar arasındaki karşıtlık hem çok basitleştirilmiştir, hem de hatalıdır. Batılı bir gelişme modelini dayatan evrimci yaklaşım Üçüncü Dünya’da yeni toplum biçimlerinin ortaya çıkma olasılığını

(36)

reddetmektedir. Nihayet modernleşme kuramının gerisinde siyasal ve ideolojik çıkarlar bulunmaktadır (Mutlu, 2004: 160-161).

Aydınlanma felsefesi, özünde burjuvaziyle birlikte doğan, onunla birlikte gelişen ve nihayet burjuvazinin sınıfsal bir güç olarak kendisini siyasal alanda öne çıkarmak istemesiyle birlikte siyasallaşan bir olgudur (Kahraman, 2002: 4). “Modern olma bilinci” on yedinci yüzyılla birlikte oluşmaya başlar (Hentch, 1994’ten aktaran: Altun, 2002: 22). Modernizmi hazırlayan aydınlanma felsefesi 1789 Fransız Devrimi’yle birlikte siyasallaşmıştır ve bu gelişmeyi milli burjuva ve demokratik devrimi diye tanımlamak olanaklıdır. Bu devrim bir yandan burjuvazinin siyasal bir erke dönüşmesini sağlamış, bir yandan da parlamantarizmi toplumsal bir olgu olarak geliştirmiştir (Kahraman, 2002: 5). Bir değişme ve gelişme kuramı olan modernleşme kuramı, toplumların modern ekonomik gelişme aşamasına ulaşmaları için kültürel ve toplumsal bir değişim sürecine ihtiyaç duydukları yönünde bir inanca dayanır (Drislane ve Parkinson’dan aktaran: Altun, 2002: 26).

Bu bilincin başlangıç noktasında güçlü bir öteki imgesi yer alır. Avrupa Doğu’ya bakarak kendi modernliğini keşfetmiştir. Aydınlanma felsefesi ile kendi, kavram dünyasını ve gramerini oluşturan bu bilinç, Hegel’in felsefi sistemi ile zirveye ulaşır. Hegel’e göre tarih, öznenin özgürleşim sürecidir. Bu süreç doğrusal bir ilerleme yasasına tabidir. Özne tarihsel süreç içerisinde kendini daha fazla gerçekleştirmekte ve daha fazla özgürleşmektedir. Hiç kuşkusuz özgürleşende, tarihi yapanda Batılı öznedir. Doğu’nun ise böyle bir özgürleşim süreci, dolayısıyla da bir tarihi yoktur. Doğu durağandır ve durağan olanın tarihi de olmaz. Tarih Batı’da akmakta ve ilerlemektedir. Reform hareketi, Aydınlanma felsefesi ve Fransız Devrimi gibi öznenin kendi bilincini duyumsadığı tarihsel deneyim tarzları ancak Batı’da ortaya çıkarlar (Altun, 2002: 23). Modernleşme kuramı, endüstri toplumu kuramı ile yakından ilişkilidir. Sanayileşmenin temelde özgürlük sağlayan, ilerlemeci bir güç olduğunu ve dolayısıyla Batı toplumlarının az gelişmiş toplumlar için izlenecek bir model olduğunu kabul etmektedirler. Bu açıklamadan iki sonuca ulaşmaktayız (Giddens, 1993: 137);

a) Üçüncü dünya ülkeleri endüstri dönüşümünün sarsıcı etkilerini beklemektedirler ve sadece az gelişmiş değil, gelişmemiş toplumlardır.

(37)

b) Bu toplumlar, endüstri toplumunun geçtiği yollardan ilerleyerek onların başarılarını kazanmak zorundadırlar.

Marshall Berman’a göre, artık “dünyanın her tarafındaki insanların paylaştığı hayati bir deneyim tarzı” olan modernlik, fiziksel bilimlerdeki büyük keşifler, sanayileşme, muazzam demografik çalkantılar, kentleşme, kitle iletişiminin yaygınlaşması, ulus devletler, egemen sistemlere alternatif önerme iddiasında olan kitlesel toplumsal hareketler ve kapitalist dünya pazarı gibi kaynaklara dayanır. Buradan modernleşme olgusuna geçmek olasıdır: modernleşme, yirminci yüzyılda söz konusu kaynakları “sürekli bir oluş halinde yaşatan süreçler” anlamına gelmektedir (Berman, 1992’den aktaran: Altun, 2002: 24). Dolayısıyla, modernizm, bünyesinde özgürleşme, bağımsızlaşma türünden kaygılar bulunsa da bunlar, sonuçta yeni bir düzen kurmak için vardırlar. Bir başka deyişle, belli bir düzen anlayışı örtülü de olsa modernist dünya görüşüne içkindir (Kahraman, 2002: 4).

Modernleşmeyi salt bir "ilerleme" kavramı olarak ele alınması mümkün değildir. Batı ideolojisinden kaynaklanan muhtevasını, dikkate alınması gerekir. Her şeyden önce, modernleşme kuramı "modern" ve "geleneksel" olarak nitelenen iki toplum tipinin karşılaştırılmasına dayanmaktadır. Bu tipleştirmede esas olarak modern toplum tipinin ne olduğu ifade edilmiş, geleneksel toplum ise bir tür "modern olmayan toplum" biçiminde algılanmıştır (Köker, 1995: 40).

1. 1. 2. 3. Modernleşme Düşüncesinin Ortaya Çıkışı

Modernizm, kökü 16. yüzyıla kadar giden, Aydınlanma dönemi düşünürlerinin geliştirdiği düşüncelerden derin ölçüde etkilenen bir dünya görüşüdür. Bu niteliğiyle modernizm, ideolojiyi öteleyen ve aşan bir kapsam ve içeriğe sahiptir (Kahraman, 2002: 1). Kuram, kapitalizme “kendi başına geçemeyen” Batı dışı toplumların değişme süreçlerini açıklamak üzere, II. Dünya Savaşı sonrası geliştirilmiş “bir toplumsal değişme kuramı” niteliğindedir. Düşünsel kökenleri bakımından ilerlemeci tarih anlayışının Auguste Comte sonrası pozitivist biçimine dayanan bu kuram, 1950’lerde öncelikle ekonomi alanında geliştirilen “neo-klasik”

(38)

kalkınma kavramında temellenmiştir (Moore, 1979’dan aktaran: Özbek, 2000: 31). Gerilemiş kapitalist Batı toplumları karşısında ve “onlara göre” kalkınmak, endüstrileşmek durumunda olan toplumların böyle bir kalkınmayı nasıl gerçekleştirebilecekleri sorusu, ekonomistlerin dışında diğer sosyal bilimciler tarafından da incelenmeye, ekonomik kalkınmanın kültürel ve siyasal boyutları tartışılmaya başlanmış; böylelikle ekonomik kalkınma sürecinde Batılı olmayan toplumların nasıl bir “bütünsel” değişme süreci yaşayacakları ortaya konmak istenmiştir (Huntington-Domingues, 1985’ten aktaran: Özbek, 2000: 31-32). Bu süreç, 1960’ların başından itibaren, daha sonra “klasik” olarak nitelenecek olan “modernleşme kuramı” nın ortaya çıkmasını sağlamıştır (Özbek, 2000: 32).

İkinci dünya savaşı sonrasında, özellikle Amerikan akademi dünyasında gündeme gelen gelişme düşüncesi, on dokuzuncu yüzyılla birlikte egemen bir anlayış halini almaya başlayan evrimci ve ilerlemeci yaklaşımların temel kabullerini büyük oranda paylaşmıştır. Gelişme düşüncesi, modern Batı düşüncesinin temel kalkış noktalarından biri haline gelen ilerlemeci tarih algısına yaslanarak tarihsel ve ideolojik bir devamlılığı temsil etmektedir (Altun, 2002: 13). Bu anlamda modernleşme, sanayileşme sonrası Batı toplumlarında görülen kültürel, siyasal ve sosyal alanlardaki değişimler ve bu değişimleri diğer toplumların da benimsemesi sürecidir. Modernleşme kavramı bu nedenle Batı dışında kalan toplumların gelişimlerini açıklamada kullanılır.

Savaş öncesinde totalitarizm tehdidi, stalinizm, faşizm ve korporatizm gibi konular üzerinde duran sosyal bilimciler savaşın hemen akabinde, öncelikle yıkılan Avrupa’nın yeniden yapılanması adına, sonrasında ise eski adıyla sömürge yeni adıyla azgelişmiş bölgelerin, dünya sistemine sorunsuz katılmalarının sağlanması uğruna gelişme konusu tartışmaya açılmıştır. Bu noktadan sonra azgelişmiş ülkelerin inançları, değerleri, gelenekleri ve toplumsal pratikleri gittikçe daha fazla ilgi çekmeye başlamıştır. Hangi toplumsal normların ya da kuramların gelişmeyi hızlandırıp, hangilerinin onu engellediği, hangi tür siyasal sistemin gelişme sürecinin önünü açmaya ehil olup hangisinin durağanlığı beslediği sosyal bilimcilerin temel sorunu haline gelmiştir (Apter, Rethinking Development aktaran:. Altun, 2002: 18). Gelişme yazını bize gelişme ile ilgili çalışmaların tümünü kapsayan ve farklı zaman

(39)

dilimlerinde farklı yaklaşımcıların çıktığı temel bir çerçeve sunar. İkinci Dünya Savaşı sonrası, egemen bilimsel pratikler uyarınca gelişme ekonomisi, gelişme siyaseti, gelişme iletişimi ve gelişme sosyolojisi gibi alt disiplinlerde temsil edilmiştir (Altun, 2002: 20).

Modern (medeni) dünyanın parçası olduğu düşünülen Batı dışındaki ülkelerin, gelişmiş, sanayileşmiş ülkelerin daha önceden geçtiği aşamalardan geçerek modernliğe ulaşabilecekleri düşüncesi modernleşme teorisinin hareket noktasıdır (İçli, 2001:167). Modernleşmenin belirleyici özelliği, düalizmi oluşturan kavram çifti içindeki olgulardan birisinin ötekinin yerine erk kullanarak geçirilmesidir. Akıl-delilik, doğu-batı, kadın-erkek, birey-toplum, insan-doğa türünden kavram çiftlerinden birisi modernleştirmenin mantığı tarafından olumlanır, öteki kavramın geçirilir ve gerek birey, gerekse toplum aynı yaklaşımı geliştirecek biçimde örgütlenir ve denetlenir (Derrida, 1980’den aktaran: Kahraman, 2002: 3). Modernleşme teorisinde batı modernitesinin kalkınma ve ilerleme düşüncesinin bütün toplumları etkileyerek, toplumların aşamadan aşamaya geçme yoluyla modernleştirilmeleri öngörülmektedir. Merkez çevre kuramı ise batı modernitesinin ilerleme düşüncesine azgelişmiş ülke açısından bakmakta ve modernleşmenin azgelişmiş ülkelerde batıdan farklı geçtiğini belirtmektedirler (İçli, 2001: 167). Tarihsel sürecin “ilerleme” hipotezinde tebarüz eden teolojik kavranışı; Modernizmin karakteristik bir özelliği; gelenek ve yenilik arasında kurulan modernist denklem, geleneği küçümseyip, geleceği/yeniliği vurgulayan bir asimetriye dayanmaktadır. İlerleme hipotezine içkin bu asimetriyle Modernizm, Portoghesi’nin deyişiyle bir bakıma “önceki kültüre karşı oluşturulan bir Oidipus kompleksi1”dir (Kara, 2001: 83). Artık günlük yaşam akışının geçmişle hiçbir asli bağlantısı yoktur; yalnızca “önceden yapılmış olanlarla” yeni bilgilerin ışığında ilkeli bir biçimde savunulabilecekler örtüşmeye başlar (Topçuoğlu vd., 1999: 274).

Çoğu ulus devlet günümüzde kendilerine özgü kültürlerini nesne(l)leştirmeye çalışmaktadır; kültürün ne olduğuna ilişkin (antropolojiye dâhil olanları da dâhil

1

  Oipidus kompleksi: Freud’un psikoanalitik kuramına göre, bilinç düzeyinde reddedilen davranış, tutum ve istekler bilinçaltında varolan dürtülerdir. Toplumsal baskı ve korkular bu istek ve dürtülerin dile getirilmesini, yaşanmasını engellerler (Güvenç, 1993: 82).  

Şekil

Tablo II:
Tablo III:
Tablo IV:
Tablo VI:
+2

Referanslar

Benzer Belgeler

Buraya kadar Anadolu Bac~lar~~ Te~kilât~'n~n kurucusu veya ilk lideri oldu~unu tesbit etti~imiz Fatma Bac~~ ile, ~eyh Evhad ud- Din Hamid el-Kirmani'nin k~z~~ Fatma Hatun'un

Bu genel bakış açısıyla değerlendirildiğinde, bu çalışma, kapsamında sanat nesnesi dahilinde tüketim nesnesinin sanata yansıması ile bir- likte ilk olarak

Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon “Sizler altındaki karayı kaybetmeyi göze alıp, yeni karalar keşfe- den, yanlış yapmaktan, kaybetmekten korkmayan

Y akın gelecekte bölüm 9, bölüm 6 gibi ay- rılmış insan topluluk- larının yaşadığı ve bu bölümlerin başlarının şefler denilen kişiler olduğu bir

1935 www.idildergisi.com Dolayısıyla artık sanat eğitimindeki zorlamaların ve eleştirinin emre hazır prototip (gösterim, sunum)’lerinin sürekli değişme

Böylelikle üretimin daha hızlı ve tüketim nesnelerin topluma ulaşımı Tüketim toplumu kavramı her şeyi ele geçirdiği gibi sanatı da etkisi altına almayı Sanat artık kendi

Tüketim Antropolojisi dersi, bugünün dünyasında yükselen tüketim nesnelerine, tüketim yaklaşımlarına ve tüketim alanlarına dair sosyal antropolojik bir çerçeve

• Tüketici davranışı etkilenerek, dünya çapında kültürel bir örnekliğin önünün açılması sağlanır. • Küreselleşme olgusunun ekonomik boyutu; “Marka cazibesi”