• Sonuç bulunamadı

Obez ergenlerde dürtü konrolu, öfke kontrolü ve olası psikiyatrik tanıların değerlendirilmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Obez ergenlerde dürtü konrolu, öfke kontrolü ve olası psikiyatrik tanıların değerlendirilmesi"

Copied!
69
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

T.C

TRAKYA ÜNİVERSİTESİ

TIP FAKÜLTESİ

ÇOCUK VE ERGEN RUH

SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI

ANABİLİM DALI

Tez Yöneticisi Doç. Dr. Işık GÖRKER

OBEZ ERGENLERDE DÜRTÜ KONTROLÜ, ÖFKE

KONTROLÜ VE OLASI PSİKİYATRİK TANILARIN

DEĞERLENDİRİLMESİ

(Uzmanlık Tezi)

Dr. Ali EROL

(2)

2

TEŞEKKÜR

Uzmanlık eğitimim süresince klinik bilgi, beceri ve deneyimlerini aktararak mesleki gelişimime büyük katkılar sağlayan tez danışmanım, saygıdeğer hocam sayın Doç. Dr. Işık Görker’e, tezimi oluşturma aşamasında değerli katkılarını aldığım Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim dalı öğretim üyesi Sayın Prof. Dr. Filiz Tütüncüler’e, rotasyonum süresince emeği geçen Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim üyelerine ve beraber çalıştığım

Psikiyatri Anabilim Dalı çalışanlarına,

asistanlığım boyunca beraber çalışıp her zaman desteklerini aldığım ve çok güzel anılar biriktirdiği çok kıymetli mesai arkadaşlarıma, hayatı birlikte omuzladığım büyük destekçim sevgili eşim Nebahat ve oğlum Taylan Özgür’e içten teşekkürlerimi sunarım.

(3)

3

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ VE AMAÇ

... 1

GENEL BİLGİLER

... 3 TANIM VE SINIFLANDIRMA ... 3 EPİDEMİYOLOJİ ... 4 PSİKİYATRİ VE OBEZİTE ... 7 OBEZİTEDE KOMPLİKASYONLAR ... 10 OBEZİTE VE DÜRTÜSELLİK ... 15 OBEZİTE VE ÖFKE ... 16

GEREÇ VE YÖNTEM

... 20

BULGULAR

... 26

TARTIŞMA

... 34

SONUÇLAR

... 41

ÖZET

... 42

SUMMARY

... 44

KAYNAKLAR

... 46

EKLER

(4)

4

SİMGE VE KISALTMALAR

AAB : Ayrılık Anksiyetesi Bozukluğu BIS-11 : Barratt Impulsivity Scale-11 BKI : Beden Kitle İndeksi

BN : Bulimia Nervosa

ÇDŞG-ŞY : Okul Çağı Çocukları İçin Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam Boyu Şekli

DB : Davranım Bozukluğu.

DEHB : Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu DSM : Diagnostic Statistical Manual

EN : Enürezis Nokturna

KOKGB : Karşıt Olma Karşı Gelme Bozukluğu MDB : Major Depresif Bozukluk

OKB : Obsesif Kompulsif Bozukluk PTSB : Posttravmatik Stres Bozukluğu

SÖÖTÖ : Sürekli Öfke ve Öfke İfade Tarzı Ölçeği TSSB : Travma Sonrası Stres Bozukluğu

TYB : Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu YAB : Yaygın Anksiyete Bozukluğu

(5)

1

GİRİŞ VE AMAÇ

Obezite Latince “obesus” kelimesinden türetilmiştir. “Şişman” karşılığı olarak kullanılan “obesus”, “iyi beslenmiş” anlamına gelir (1). Türkçe’de şişman kelimesi “kabarıklık”, “ur ”anlamına gelen “şiş” kökünden türetilmiştir.

Obezite tek başına çeşitli sağlık sorunlarına neden olabilir veya beraberinde var olan birsağlık sorununu kötüleştirebilir. Özellikle hipertansiyon, koroner kalp hastalığı, diabetes mellitus (tip 2) gelişimi veya bazı malinitelerin insidansında artıştan sorumlu tutulmaktadır. Ayrıca obezite osteoartrit, uyku apnesi, solunum problemleri, safra kesesi hastalıkları, inme gibi sağlık sorunları ile ilişkili morbiditeyi artıran bir durum olarak kabul edilmektedir (2,3).

Gelişmiş ülkelerdeki sağlık harcamalarının %2 ile %8’inden, hatta bazı ülkelerde %15’inden sorumlu olan obezite artık günümüzde kozmetik bir sorunun ötesinde bir hastalık olarak ele alınmaktadır. Obezite ile ilgili harcamaların çoğu obezitenin neden olduğu fiziksel ve psikolojik hastalıklar ile ilgilidir (4,5). Ayrıca toplumların obezlere yönelik önyargıları ve genel olumsuz bakış açısı bu grubun iş bulma güçlüğü yaşamasına, daha düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalmalarına neden olarak, obezitenin toplumsal maliyetini artırmaktadır (6, 7).

Yapılan araştırmalar ve gözlemler tıbbi bir rahatsızlığı olan çocukların psikiyatrik ve psikososyal güçlüklerle karşılaşma riskinin genel nüfusa oranla çok daha fazla olduğunu göstermektedir. Örneğin kronik tıbbi hastalığı olan çocuklarda genel nüfusa oranla 2-4 kat daha fazla ruhsal sorun görülmektedir. Kronik tıbbi hastalıklara eşlik eden psikiyatrik bozukluklar; çocuk ve ergenlerde aile ve akran ilişkileri, okul performansı, günlük aktivitelere

(6)

2

katılım ve tedaviye uyum gibi işlevsellik alanlarında önemli bozukluklara yol açabilmektedir (8).

Çalışmamızda obez ergenlerde dürtü kontrolü, öfke kontrolü ve olası psikiyatrik bozuklukların belirlenmesi amaçlanmaktadır. Çalışmamızın, bu bozuklukların erken tanı ve tedavisi ile işlevsellik kayıplarının azalmasına katkı sağlayacağı, birey ve toplum sağlığına olumsuz etkilerinin önlenmesine yönelik çalışmalar için yararlı olacağı düşünülmektedir.

(7)

3

GENEL BİLGİLER

TANIM VE SINIFLANDIRMA

Obezite, besinlerle alınan enerji miktarının, metabolizma ve fizik aktivite ile tüketilen enerji miktarını aştığı durumlarda ortaya çıkan, yağ dokusunun vücut ağırlığına oranla patolojik olarak arttığı kronik bir metabolizma hastalığı şeklinde tanımlanmaktadır. Obezite; sosyal, psikolojik ve ciddi tıbbi sorunlar yaratabilen önemli bir sağlık problemidir. Obezite olgularının büyük bölümünde altta yatan bir patoloji bulunmaz. Bunlar “basit (eksojen) obezite” olarak adlandırılır. Obezite, endokrin, genetik veya diğer nedenler sonucu oluştuğunda ise “sekonder (endojen) obezite” den söz edilir (8,9).

Obezite ve aşırı kilolu tanımlamaları zaman içinde değişiklik göstermektedir. Çocuk ve ergenlerde vücut yağ dokusunun hangi oranı geçtikten sonra “aşırı” olarak değerlendirilmesi gerektiği konusunda alınmış ortak bir karar yoktur. Çocukluk çağı obezitesini sınıflandırmada; boya göre ağırlık ölçümü, Beden Kitle İndeksi (BKI), deri kıvrım kalınlığının ölçümü, bel/kalça oranı, dual enerji X–ışını absorbsiyometresi gibi değişik yöntemler kullanılabilirse de, bunlar içinde en basit olan ve yaygın kullanılan yöntem BKI ölçümüdür. BKI, kilonun (kg) boyun metrekaresine (m2) bölünmesiyle elde edilir. Çocuk ve ergenler için, cinsiyet ve yaş değişkenlerine göre hazırlanmış BKI persantil tabloları bulunmaktadır. BKI tabloları, obeziteye ikincil komplikasyonlar ve obezitenin uzun dönemdeki sonuçlarıyla ilişkilidir. BKI’nin 95 persantil dilimi ve üzeri olması “aşırı kilolu”, 85–95 persantil diliminde olması durumu ise “aşırı kilolu için risk altında” olarak tanımlanmıştır (10-14).

(8)

4 EPİDEMİYOLOJİ

Obezite, modern yaşamın getirdiği beslenme alışkanlıkları nedeniyle herhangi bir dönemde ortaya çıkabilen ve görülme sıklığı her yaşta giderek artan bir sağlık sorunudur. Obez çocukların 1/3’ü, obez adolesanların ise %80’i erişkin yaşa ulaştıklarında da obez kalmaktadırlar. Diğer yandan erişkin yaşlarda görülen obezite olgularının %30 kadarında, obezite başlangıcının çocukluk çağlarına dayandığı bilinmektedir. Harvard Büyüme Çalışmasına (The Harvard Growth Study) göre adolesan dönemde aşırı kilolu olma, yetişkin dönemde aşırı kilolu olmaya kıyasla birçok hastalık riski için daha güçlü bir göstergedir. Bu nedenle çocukluk yaşlarındaki şişmanlık günümüzde önemli bir sağlık sorunu olarak ele alınmaktadır (15,16).

Obezite, çocukluk çağının da en sık görülen kronik hastalıklarından biri olup, çocuk ve ergenlerin %25-30’unu etkileyen önemli bir halk sağlığı sorunudur. Çocukluk çağındaki obezite ile ilgili yapılan çalışmalar; bu yaş grubundaki obezite prevalansının tüm ülkelerde artma eğiliminde olduğuna dikkat çekmektedir (17,18). Amerika ve Avrupa’da yapılan epidemiyolojik çalışmalarda 1990’lı yıllarda 1960’lı yıllara göre obezite sıklığında; 1–4 yaş arası %70, 6–11 yaş arasında %54, 12–17 yaş arasında ise %39 oranında artış olduğu gösterilmiştir (19).

Ülkemizde rakamlar obezitenin önemli bir sorun olmaya yüz tuttuğunu göstermektedir. Edirne’de 12-17 yaş arasında 989 adolesanla yapılan prevalans çalışmasında, adolesan erkeklerde aşırı kilolu olma oranı %11,3, obezite oranı %1,6, kızlarda ise aşırı kilolu olma oranı %10,6, obezite oranı %2,1 saptanmıştır(20). Kayseri'de 6-10 yaş grubunda 1032, 11-17 yaş grubunda 2671 olmak üzere toplam 3703 çocukta yürütülen bir çalışmada çocukların %10,6'sının fazla kilolu (BKİ 85 -95. persantil) ve %1.6'sının obez (BKİ ≥95 persantil) olduğu belirtilmiştir(21). İstanbul, Ankara ve İzmir illerinde 12-13 yaş grubunda 1044 adolesan üzerinde yapılan bir çalışmada çocukların %12'si zayıf, %12'si fazla kilolu ve %2'si obez olarak saptanmıştır(22). Muğla'da 6-15 yaş arasında 4260 çocuk obezite açısından değerlendirilmiş ve kızların %7,6'sinin, erkeklerin %9,1'inin obez olduğu saptanmıştır. Bu yaş grubunda obezitenin nedenleri uzun süre TV izleme, TV izlerken atıştırma, annenin çalışması ve okulda en az 1 öğün tatlı tüketimi olduğu belirlenmiştir(22).

ETYOLOJİ

Obezite santral sinir sistemi zedelenmeleri ve diğer nöroendokrin nedenlere, kromozom anomalisi nedeniyle oluşan çeşitli sendromlara ve otozomal resesif genetik

(9)

5

etmenlere, yüksek kalorili diyete, yetersiz fizik aktiviteye, ilaçlara, sigaraya ve psikososyal etmenlere bağlı olarak ortaya çıkabilir. Ancak olguların çok azında obezite için özgül bir neden saptanır. Birçoğunda patogenez bilinmemektedir. Son görüşler obezitenin çok nedenli (multifaktöriyel) bir sorun olduğu yönündedir (23). Tüm bu sebeplerin obeziteye neden olabilmeleri için birleştikleri bir nokta vardır. O da kişinin aldığı kalorinin gereksiniminden veya harcadığından fazla olmasıdır (24).

Altta yatan başka hastalığın olmadığı olgularda “eksojen obezite” olarak adlandırılır ve çoğunluk bu gruptur. Eksojen obezite kalori alımı ile kullanımı arasındaki dengesizlik sonucu ortaya çıksa da, etiyolojisi çoklu etmenlerle ilişkilidir (25). Ergenlik dönemi obezitesi incelendiğinde bu obezite türünün altında yatan sebeplerden sadece %3’ünün endokrin bir nedene bağlı olduğu görülür. Çeşitli sendromlara bağlı obezite oranı ise %2’den daha azdır. Ergenlik dönemi obezitesinin altında yatan temel sebep eksojen obezitedir (26).

Son zamanlarda yapılan geniş epidemiyolojik çalışmalar, obezitenin genetik faktörlerle ilişkisini göstermektedir. Aşırı kilolu ebeveynlerin çocukları da aşırı kilolu olma eğilimindedir. Bu durumun çocuklar biyolojik ebeveynlerinden ayrı yetiştirildiklerinde de geçerli olması obezitenin genetik faktörlerine işaret etmektedir (27). Kilo almaya genetik yatkınlık birey özel bir çevreye maruz kaldığında kendini gösterir (28). İkizler ve evlat edinilmiş çocuklarla yapılan çalışmalarda çekirdek ailede obezite geçişinin %30-50, evlat edinilmiş çocuklarda %10-30, ikizlerde ise %50-80 olduğu gösterilmiştir. Obezite etyolojisindeki en önemli faktörlerden birisi ebeveynlerin obez olmasıdır. Her iki ebeveyni obez olan çocuklarda obezite gelişme sıklığı %80, ebeveynlerden birisi obez olanlarda %40, her iki ebeveyni de obez olmayanlarda ise %7 olarak tespit edilmiştir (27). İkizlerde yapılan çalışmalarda monozigot ve dizigot ikizlerde 3-17 yaş vücut yağı dağılımının genetik etki ile belirlendiği gösterilmiştir (29). Monozigot ikizlerde BKİ neredeyse benzerdir. Evlatlık verilen çocuklarda obezite görülme riski, biyolojik anne ve babanın obezitesi ile paralellik göstermektedir (30). Kanada’da 15.245 kişiyle yapılan bir çalışmada, obezitenin ailesel riskinin obezlerin akrabalarında, genel topluma göre 5 kat daha yüksek olduğu gösterilmiştir (31,32).

Çocukta obezitede artış gösteren dönemler yaşamın ilk yılı, 4-6 yaş arası ve puberte dönemindedir. Yaşamın ilk yılında yağ hücrelerinin büyüklüğü yaklaşık iki kat artar. Obez bebeklerin, normal ağırlıktaki bebeklere göre 5 yaşında obez olma olasılığı 2,5 kat fazladır (33). Bebeklik döneminde başlayan obezitenin ilerleyen dönemlerde düzelmesi mümkünken çocukluk ve adolasan dönemde başlayan obezitenin erişkin dönemde devam etme riski

(10)

6

yüksektir (34). İlk 6 ayda obezite sıktır. Çocuğun yürümesi ve hareketlerinde artış nedeni ile bir yaşından sonra obezite sıklığı giderek azalır. Prepubertal dönemde kız ve erkek çocukta obezite sıklığında ikinci bir artış gözlenir (35).

Her iki cinsiyette de obezite görülmekte birlikte, kızlarda görülme oranı daha fazladır. Adolesan kızlarda obezitenin başlama ve devam etme riski erkek adolesanlara göre daha fazladır. Kızlarda obezite, pubertenin erken başlaması ve erken menarş ile birlikte görülür. Erkeklerin ise ergenliğe girmesi ile yağ dokusunda azalma olduğu dikkati çeker (35).

Anne sütü ile beslenmenin obezite oluşumunu önleyici etkisi iyi bilinmektedir (35). Okula başlama yaşında olan ve anne sütü almamış çocuklarda obezite görülme sıklığının, anne sütü almış çocuklardan yaklaşık 2 kat daha fazla olduğu bulunmuştur (36). Süt çocukluğu döneminde mama ile beslenmenin ve zamanından önce ek gıdaya geçilmesinin de obeziteyi kolaylaştırdığı gösterilmiştir (37). Hızlı yeme ve az çiğneme de obezite oluşumunda kolaylaştırıcı faktörlerdir (38). Beslenme alışkanlığında kalori ve yağ yoğunluğunun fazla oluşu (fast food tarzı beslenme ve kalori yoğunluğu yüksek içecekler) obezite sıklığının artışında bir risk faktörüdür (39,40). Bir çalışmada günde 3 kezden fazla kolalı içecek tüketiminin çocuklarda obezite riskini belirgin şekilde arttırdığı gösterilmiştir (41).

Çocuk ve ergenlik döneminde obezite; anne ve babanın değişen beslenme şekillerinin çocuklar tarafından model alınması, oynanan oyun türlerinin değişmesi, tüm besin gruplarını içeren beslenme şekilleri yerine fast-food yeme tarzının yaygınlaşması, artan şehirleşme ve bu besinlere ulaşımın kolaylaşması nedeniyle de ortaya çıkabilmekte, değişen sosyal yaşamın etkisiyle çocuklar artık daha erken yaşta obeziteyle karşılaşabilmektedir (42,43).

Obezitenin nedeni her zaman aşırı beslenme olmayıp, hareketazlığı da önemli bir faktördür. Fiziksel olarak inaktif bir yaşam sürdürenler yada inaktif hale gelenler, genellikle aktif kişilere göre daha kiloludurlar. Hareketsizlik, obezite nedeni olarak gözlenmekte, obezite ise hareket eksikliğine yol açarak kısır bir döngü oluşturmaktadır (9,15).

Sosyoekonomik düzeyi yüksek olan ailelerin çocukları aşırı beslenme nedeniyle şişmanlarken, sosyoekonomik düzeyi düşük ve kalabalık ailelerin çocukları dengesiz beslenmeye bağlı olarak şişmanlamaktadır. Dengeli beslenme alışkanlığı kazanmamış özellikle okul çağındaki çocuklar ve gençlerin yağ ve şeker içeriği yüksek, hızlı, hazır yemek türü gıdalarla beslenmeye eğilimleri daha fazla olmaktadır (44).

(11)

7 PSİKİYATRİ VE OBEZİTE

Ruhsal Durum ve Yeme Davranışı Arasındaki İlişki

Yeme davranışı psikolojik olarak incelendiğinde yalnızca beslenme olayını ifade etmemektedir. Yaşamın ilk günlerinde açlık en erken “acı çekme” iken, doymak en erken “rahatlamadır”. Ruhsal durumla yemek seçimi, yeme miktarı ve yeme sıklığı arasında, fizyolojik ihtiyaçlardan bağımsız bir ilişki mevcuttur. İnsanda yeme davranışının anksiyete, neşe, üzüntü, öfke gibi farklı duygulara göre değiştiği yaygın kabul görmektedir. Emosyonel durumla bağlantılı olan yemek yeme davranışı “emosyonel yeme” olarak tanımlanmaktadır.

Emosyonel yemenin beden ağırlığı ile ilişkili olduğu birçok çalışmada gösterilmiştir (45). Ayrıca sıkıntı, depresyon, yorgunluk sırasında yeme miktarında artma, korku, gerilim ve ağrı

sırasında azalma olduğu (46), öfke, depresyon, sıkıntı, anksiyete ve yalnızlık gibi negatif emosyonlarla emosyonel yeme davranışının ortaya çıktığı bildirilmektedir (45).

Öğrenme Kuramına Göre Obezite

Erken çocukluktaki deneyimler yaşam boyunca yeme alışkanlıklarını çok etkilemektedir. Şişman anne babalar, belli şişmanlıkta çocuk isterler. Zayıf çocuk sahibi olmak onları sıklıkla rahatsız eder. Aynı zamanda kaygılı aileler, kendi kaygılarını gidermek için çocuklarını fazla beslerler. Bazı aileler şişman çocukların daha sağlıklı ve mutlu olduğunu düşünür. Anne babalar çocuklarına fazla miktarda yiyecek tüketmeleri konusunda sözlü ya da sözsüz iletiler verir. Böylece çocuklar fazla yemeyi öğrenir ve böyle yaptıkça da ödüllendirilir. “Biraz daha ye” sıklıkla duyulur ve yediği için çocuk övülür. Şişman çocuklar ödülün, özellikle yiyecek ödüllerinin ertelenmesini kabullenemezler. Bu zevkli ödülleri erteleyememe sonuçta aşırı yemeye neden olur. Ödül almanın ertelenmesi, çocukların belirli bilişsel ve toplumsal gelişme döneminde kazandıkları bir beceridir. Eğer anne babalar çocuklarının kendi kendilerini ayarlama yeteneklerini göz ardı edip, yeme davranışları üzerine baskı ya da aşırı bir denetim kurmaya çalışırsa, çocuk bu beceriyi kazanamaz ve yeme işlemi üzerinde içsel ve kişisel denetimler geliştiremez. Ailenin denetimi ortadan kalktığında, bu çocukların kendilerini denetlemeleri yetersiz kalır ve iştah uyandırıcı bol yiyeceğin bulunduğu bir ortamda aşırı yeme önlenemez. Çünkü şişman çocuklar, iç açlık uyaranlarına değil, dış yiyecek uyaranlarına yanıt vermeyi öğrenmişlerdir. Yemeği ya da yemeği hatırlatan uyaranları ne kadar çok görürse o kadar fazla yerler (47). Çocuklarının her ağlama ve rahatsızlığına hemen her zaman meme ya da biberonla yanıt veren anneler, onların oral

(12)

8

doyum ve yaşantı açlığını koşullandırarak, ilerde stres altında kaldıklarında oral doyum aramalarına neden olurlar (48). Kişi açlık ve keyifsizlik duygularını ayırt edemez. Yemekler aracılığıyla avunur. Yemek anlık rahatlık sağlar, fakat şişmanlık olumsuz beden imgesine, kendi kendine kızmaya, başkaları tarafından çirkin ve zevksiz görünmeye, kendini yalnız ve mutsuz hissetmeye neden olur. Tüm bunlar fazla yemeye yol açar. Yiyecekler sevginin simgesi olmuştur. Yemek yeme rahatlık kaynağı olarak gerçek yaşamdan zevk almanın yerine geçer. Böylece şişmanlık kısır bir döngü haline gelir (47). Şişmanların yeme alışkanlıkları benzerlik gösterir: Yemeyi durduramamaktan yakınırlar, çevrelerinde yiyecek bir şeyler atıştırmaya ve yiyecekleri tatmaya eğilimlidirler, açlık ve keyifsizlik duygularını ayırt edemezler (49).

Obez anne-babaları örnek alarak öğrenme de sıktır. Aileler güçlü birer örnektir. Obez anne-babaların obeziteye yol açan yaşam biçimlerini benimseyen obez çocukları vardır. Fazla miktarda ve sağlıksız yiyecek tüketimi tipiktir. Şişmanlatıcı yiyecekler obez aile yaşantısının bir parçasıdır. Obez ailelerde yürümek, koşmak, yüzmek gibi etkinlikler sık yapılmazken, beraberce yemek yemek sık yapılan ve hoşa giden bir etkinliktir. Yetersiz egzersiz de erken çocuklukta öğrenilen bir alışkanlık olabilir (47).

Psikanalitik Kurama Göre Obezite

Obeziteye ilişkin psikanalitik teorilerde obez bireylerin çözümlenmemiş bağımlılık gereksinimleri bulunduğu ve bu kişilerin psikoseksüel gelişimin oral dönemine fikse oldukları vurgulanır. Bu döneme fiksasyon; aşırı bir iyimserlik veya karamsarlık, oburluk, hırs, bağımlılık ve sabırsızlık ile karakterize tipik bir kişilik yapısını oluşturur. Oral karakter yapısı etyolojik olarak önemlidir ve obezite ile güçlü bir ilişkisi vardır. Freud’un libido kuramına göre libido, belirli gelişim evrelerinde belirli beden bölgelerine daha çok yatırılır. Bu bölgeler önce ağız, dudaklar ve dil, sonra anüs ve kalın barsak, daha sonra ise genital organlardır. Freud belirli yaş dilimlerinde belirli dürtülerin yoğunlaşmasından yola çıkarak oral, anal ve genital dönemleri tanımlamıştır. Bu bağlamda obezite ve yeme davranışı arasında en çok bağ kurulan dönem “oral dönem”dir. Oral dönem doğum sonrası ilk bir yılı kapsar. Bu evrede libido ağız, dudak ve dile daha çok yatırılır yani bu evrede doyum sağlayan, haz veren bölge ağız ve çevresidir. Emme, çiğneme ve yutma eylemlerinde belirginleşen içe alım, bu bölgenin ve evrenin egemen işlevidir (50).

Ruh çözümlemesinde 70’li yıllara kadar bebeklerin tümgüçsüz, alıcı, bağımlı ve nesnelerden ayrımlaşmamış olduğu düşünülmekte iken, son zamanlarda süt çocukları

(13)

9

üzerinde yapılan gözlem ve araştırmalar, bebeklerin sevgi nesnesinden belirli bir oranda ayrımlaşmış, çevreyi sanılandan daha çok algılayan ve anne karşısında pasif olmayan bir yapıda olduklarını göstermektedir. Bu evrede bebeklerin davranışlarında içe alım ve doyum önceliklidir. Ancak bu gözlemler bebeklerin alma ile verme arasında dalgalandıklarını da göstermiştir. Sadece doyum amaçlı tek yönlü bir “alış”tan çok, yaşamın erken dönemlerinde başlayan bir “alışveriş” insan ilişkilerinin özgül özelliklerinden biridir. Bu alışverişte annenin kişisel özelliklerinin büyük önemi vardır. Çocuğun veren ya da alan bir kişi olarak gelişmesini annenin alıcı ve verici özellikleri belirler. Verebilen bir anne almasını bilen bir çocuğun gelişmesine olanak sağlar. Almayı öğrenmek verebilmenin de ön koşuludur. Güçsüz, kuşkulu, veremeyen ve kendi gereksinimleri peşinde koşan bir anne, çocuğun sağlıklı bir biçimde almasını engeller. Böyle bir anne çocukta vermekten çok almayı düşünen nesne tasarımlarının gelişmesine ve çevreyle ilişkilerinin bozulmasına neden olabilir (51).

Oral dönemde alışverişteki dengesizlik yalnızca veren (özgeci) ya da yalnızca almayı düşünen (bencil) bir kişiliğin gelişmesine neden olabilir. İştah ve yeme bozukluklarının çoğunda bu dengesizliğin izlerine rastlanır. Dediğim dedik anneler bu alışverişi bir güç gösterisine dönüştürebilirler. Çocuk bu tutum sonucu almayı güçlülük, vermeyi ise güçsüzlük olarak algılayabilir. Morbid obezitenin dinamiğinde ebeveynin çocuğa “senin ne zaman acıkacağını ve ne zaman doyacağını ben bilirim ve ben belirlerim” gibi bir yaklaşımın etkisi çokça vurgulanmıştır. Duygusal sorunları olan anneler, alışverişi duygusal alanların dışına kaydırırlar. Böyle durumlarda sevginin yerini yemek, hediyeler, para ya da oyuncaklar, cinselliğin yerini de giyim, işte verimlilik ve yaşamdaki başarı alabilir. Umutsuz ve karamsar anneler, çocuklarında geleceğin umut içerdiği inancının gelişmesini, sevemeyen anneler ise çocuklarının kendilerini sevilir varlıklar olarak algılamalarını engellerler. Bu nedenle bu dönemin umudun, inancın, temel güven duygusu ve sevginin belirleyicisi olduğu düşünülmektedir (51).

Psikanalitik teorilerde aşırı yeme, depresyon ve anksiyete ile uyuma yönelik olmayan veya uyumu bozan bir baş etme tepkisi olarak görülmektedir. Obez bireylerin aşırı yemek suretiyle anksiyete ile baş etmeyi öğrendikleri ve bu bireylerin edilgen bağımlı özelliklerinin bu kişileri alternatif baş etme becerileri geliştirmekten alıkoyduğu öne sürülmektedir (52).

Savitt (1963), bütün obez hastalarda obez olma korkusunun tetiklediği karakteristik psikodinamik çatışmalar olduğunu ileri sürmüştür. Obez hastaların ego çatışmalarını anorektik hastalar gibi içgüdüsel aşırı kontrol ile değil, içgüdüsel zevkle kontrol etmeye çalıştıklarını belirtmiştir. Ayrıca şişman hastalar suçluluk duygularını açlık, kusma ya da

(14)

10

laksatif kullanarak değil; bunun yerine dürtülerini kontrol edememenin sorumluluğunu inkar etme yolu ile kompanse ederler. Etkisiz egoları sebebiyle obezlerin sonu gelmeyen diyet girişimleri genellikle self kontrolünün yetersizliğinin bir göstergesidir (53).

Aile dinamikleri araştırıldığında obez hastaların ebeveynlerinin aile içindeki tavırlarında herhangi bir karakteristik gruplaşma olmadığı görülmüştür. Anorektiklerin ailesinde belirgin olarak gözlenen mükemmeliyetçilik, duyguların bastırılması, diyet yapma ve şişmanlık korkusu, teşhircilik, ebeveyn çatışmaları gibi özellikler, obez olguların ailelerinde aynı oranda gözlenmemektedir. Obez hastaların ailelerinde dikkati çeken bir özellik, belirli normal ebeveyn rollerinin büyük oranda ihmal edildiğidir. Çocuğun şişmanlığı seçmesi aşırı ilgi ile değil ebeveynlerin ilgisizliği ile oluşmaktadır (52).

Obezitenin bağımlılık ve çocukluk alışkanlıklarıyla ilişkisi psikanalitik açıdan obeziteyi inceleyen araştırmalarda üzerinde durulan bir başka alanı oluşturmaktadır. Wilson, obez hastaları etkili bir şekilde tedavi etmek için genellikle obezitenin başlıca nedeni olan dürtü kontrol bozukluğunu, bağımlı kişilik yapısını ve çocukluk alışkanlıklarını anlamak gerektiğini ifade etmektedir. Obezitenin bağımlılık olduğunu ve parmak emme, tırnak yeme, saç yolma, enkoprezis, enürezis gibi dürtü kontrol bozukluklarıyla sıklıkla birlikte bulunduğuna dikkat çekmiştir. Bununla beraber bazı hastaların aşırı uyumlu bir çocukluk öyküsü verdiklerini ve bu hastaların terapileri sırasında izole edilmiş isyankarlık dönemleri olduğunu belirtmişlerdir. Yazarlar, egonun yeme bozukluklarında kullandığı savunma mekanizmalarını, çocukluktaki alışkanlıkları ve dürtü bozukluklarıyla da mücadele ederken kullandığını ve şişman hastaların ego yapısında inkar, bölünme, yer değiştirme, dışsallaştırma ve bilinçten uzak tutma gibi savunmaların önemli yer tuttuğunu ifade etmiştir (52).

OBEZİTEDE KOMPLİKASYONLAR Tıbbi Komplikasyonlar

Obezite birçok hastalığa neden olabilir, alevlendirebilir ya da riskini arttırabilir. Obeziteye en sık eşlik eden durumlar koroner kalp hastalığı, tip 2 diyabet, hipertansiyon, dislipidemi, inme, safra kesesi hastalıkları, uyku apnesi, solunum problemleri, ağırlık taşıyan eklemlerde osteoartrit ve bazı kanserlerdir (endometrium, meme, prostat, kolon) . Obezite ile ölüm arasında da açık bir bağ vardır. Kardiyovasküler hastalıklar ölümlerin birinci nedenidir (54, 55).

(15)

11 Psikolojik Komplikasyonlar

Obezitenin psikolojik faktörler ve psikiyatrik hastalıklarla ilişkisi birçok çalışmada gösterilmiştir. Obez bireylerde görülen psikolojik sorunlar dört ana başlık altında toplanabilir.

Benlik saygısı ve beden algısı üzerine olumsuz etkiler:

Benlik saygısı: Obez bireylerde gözlenen düşük benlik saygısının ve olumsuz beden algısının, sebep mi yoksa sonuç mu olduğu konusunda tartışmalar sürmektedir. Düşük benlik saygısı bazı obez bireylerde etyolojik faktör olarak bulunurken, bazı obez bireylerde de obezitenin bir sonucu olarak bulunması olasılığını düşündürmektedir. Benlik saygısı, kişinin kendini tanıması ve gerçekçi olarak değerlendirmesi sonucunda kendi yetenek ve güçlerini olduğu gibi kabul edip benimsemesi şeklinde tanımlanmakta olup, kişinin kendisine karşı duyduğu sevgi, saygı ve güven duygularını ifade etmektedir (56).

Benlik saygısının duygusal, zihinsel, toplumsal ve dolaylı olarak da bedensel öğeleri vardır. Kendini değerli hissetme, yeteneklerini ortaya koyabilme, başarma, toplum içinde beğenilir olma, kabul görme, sevilme, kendi bedensel özelliklerini kabul ve benimseme, benlik saygısının oluşması ve gelişmesinde önde gelen etkenlerdir (57).

Rosenberg, benlik saygısını kişinin kendisine karşı, olumlu veya olumsuz tutumu olarak ele almıştır. Kişi kendini değerlendirmede olumlu bir tutum içinde ise, benlik saygısı yüksek, olumsuz bir tutum içinde ise, benlik saygısı düşük olarak kabul edilmektedir (58).

Galletly ve ark.’nın doğurganlık çağındaki 64 kadınla yaptıkları prospektif çalışmada kilo kaybedilmesi ile depresyon oranında azalma ve benlik saygısında artma kaydedilmiş (59),

bir başka çalışmada ise benlik saygısı ile cinsel çekicilik arasında ilişki bulunmuştur (60). Obez çocuklarda benlik saygısı üzerine yapılmış olan çalışmalar çelişkili sonuçlar vermekle birlikte birçok çalışmada obez çocuk ve ergenlerde benlik saygısının obez olmayan akranlarına göre bir miktar daha düşük olduğu saptanmıştır (61).

Batı toplumlarında zayıflık kavramı beğeni toplarken, obez bireyler dışlanmakta ve çeşitli olumsuz etiketlere maruz kalmaktadırlar. Benlik saygısının kişiler arası ilişkilerden ve bireyin bu ilişkilere verdiği anlamdan etkilendiği düşünülürse, çevreden gelen olumsuz geri bildirimler bireyde benlik saygısının azalmasına neden olacaktır. Aşırı kilo nedeni ileeleştirilme ve sosyal dışlanma, okul ya da iş yaşamını, sosyal ilişkilerini ve fiziksel etkinliklere karşı tutumlarını olumsuz etkileyecektir.

(16)

12

Beden algısı: Benlik saygısı ve beden algısı yakın ilişkisi olan kavramlardır ve sebep sonuç ilişkisi şeklinde birbirlerinden etkilenirler. Bireyin kendi bedenini ve beden parçalarını algılayarak onlara belli anlamlar vermesi kendilik algısı, kimlik ve kişilik kavramları ile ilişkilidir. Kendini fiziksel açıdan olumlu değerlendirenler, kişilerarası ilişkilerde daha güvenli ve işlerinde daha başarılı olurken, kendini beğenmeyen, kendinde birçok kusurlu yanın bulunduğunu düşünen insanlar ise yaşamlarının çeşitli dönemlerinde ya da sürekli olarak huzursuz, güvensiz ve değersizlik duyguları içindedirler (62).

En yalın anlamıyla beden algısı, zihnimizde şekillendirdiğimiz kendi bedenimizin bize nasıl göründüğüdür. Beden organlarının zihinsel tasarımlarının tümü olan beden algısı, “ben” fikrini oluşturur ve egonun sonraki biçimlenmesinde temel bir önemi vardır (62).

Bireyin kendi bedenini algılaması objektiften çok subjektiftir. Bir kişinin algısı diğerlerinin bakışlarıyla uyum göstermeyebilir, aslında çok sık olarak, başkalarının yargılarından daha olumsuzdur(63). Obezitenin başlangıç yaşının beden hoşnutsuzluğuna etkisini araştıran çalışmalarda, 16 yaşından önce obezitesi başlayan grupta, erişkin döneme geldiğinde daha fazla beden hoşnutsuzluğu ve daha düşük benlik saygısı bulunmuş, bu durum çocukluk döneminde bedeniyle ilgili alaylara hassasiyetin daha fazla olması ve başa çıkma becerilerinin henüz yeterince gelişmemiş olmasına bağlanmıştır (64). Grilo ve ark. tarafından yapılan çalışmalar da bu bulguları desteklemiştir. Grilo, çocukluk çağında obezitesi başlayanların olumsuz beden algısının, erişkin çağda obezitesi başlayanlara göre daha fazla olduğunu bildirmiştir (65).

Aile ilişkilerinde yaşanan sorunlar ve sosyal uyum sorunları: Yaygın olarak kabul edildiği gibi ebeveyn davranışları çocuk gelişimini pek çok açıdan şekillendirmektedir. Diyet yapan genç kızların bu davranışları annelerinden öğrendikleri görülmüştür. Kilolu kızların anneleri, çocuklarının ne kadar ve nasıl yemeleri ile ilgili olarak daha fazla dış kontrol uygulamaktadır. Bu anne kontrolünün odak noktası, yiyecek alımını azaltmaktır. Kızlarının yiyecek alımını sınırlayan annelerin ifadeleri kendi diyet kısıtlamaları ile bağlantılı bulunmuştur (66). Lissau ve ark.’nın çalışması, ebeveynlerinden yeterli destek alamayan çocukların, erişkinlikte diğerlerinden yedi kat daha fazla obezite riski altında olduğunu göstermektedir (67). Olumsuz beden algısına sahip genç kızların ise aile ilişkilerinin daha zayıf olduğu bildirilmektedir (68).

Obezitenin gelişiminde psikososyal faktörlerin rolü kabul edilmektedir. Bu grupta obez olmayanlara göre daha çok psikososyal rahatsızlık görülmektedir. Tedavi için başvuran

(17)

13

obez kişilerin psikolojik rahatsızlık ve yeme sorunlarının olma olasılığı, tedavi için başvurmayanlara göre daha yüksek bulunmuşturAmerika Birleşik Devletleri ve diğer gelişmiş ülkelerdeki obezite prevalansının; azınlık gruplarında, düşük sosyoekonomik sınıflarda ve eğitim düzeyi düşük kitlelerde daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Obez bireyler çalışma yaşamında daha az nitelikli işlerde çalışmakta, çalışma alışkanlıklarının daha kötü, duygusal ve kişilerarası ilişkilerinin daha sorunlu olduğu düşünülmektedir. Obez bireylerin prestijli okullara kayıt olma ve daha çok tercih edilen mesleklere kabul edilme şanslarının daha düşük olduğu belirtilmektedir. Astım, diyabet ve kas-iskelet deformiteleri gibi diğer kronik fiziksel hastalıklarla beraber obezite sıklıkla daha düşük evlilik oranı gibi negatif sosyal ve ekonomik sonuçlar da doğurmaktadır (69).

Yeme tutumu ve yeme bozuklukları: Yeme davranışı; motor, bilişsel, sosyal, duygusal gelişmelerin merkezi ve çevresel faktörler tarafından düzenlenmesiyle oluşan kompleks bir fenomen olarak görülür. Yeme davranışı sadece biyolojik gelişim ve fizyolojik fonksiyonların gereksinimini sağlamak için değildir. Anne bebek ilişkisinden itibaren bütün sosyal ilişkilerin oluşumuyla da ilgilidir. Yeme davranışı, çok çeşitli haz veren ve acı veren yaşantılarla ilişkilendirilmektedir (51).

Obez kişilerin tümünün kilolu oluşlarında yeme davranışlarının sorumlu olmadığı bilinmektedir. Bununla birlikte obez bireyler arasında aşırı yemenin yaygın olduğu kabul edilir. Obez bireylerin normal kilolu bireylere göre uyarılma eşiklerinin daha düşük olduğu bilinmektedir. Bu kişiler dış uyaranlara daha rahat ve fazla yanıt verirler. Bu bireyler normal kilolu bireylere göre ağrı, stres ve diğer emosyonel uyaranlara karşı daha fazla bir uyarılma örneği gösterirler. Bu bireylerdeki uyarılabilirlik eşiğinin düşük oluşu, dış uyaranlara yanıt vermedeki artışla birleşince bu durum aşırı yeme ile sonuçlanabilir. Uyarılabilirlik eşiği düşük olan bireyler, yiyecek uyaranlarının bulunduğu ortamda diğer bireylere göre bu uyaranlara daha kolay ve daha yoğun yanıt vermektedirler (51).

Obez bireylerde anksiyete düzeyleri ve yeme tutumları arasında ilişki olduğu düşünülmüştür. Çalışmalar obez bireylerin, anksiyete yaratan durumlarla karşılaştıklarında normal kilolu bireylere göre anlamlı şekilde daha fazla yemek yediklerini göstermiştir. Obez bireylerin yaklaşık %10’unda; günlük stresörlerle ortaya çıkan, sabahları iştahsızlık, uykusuzluk ve gece yeme davranışı saptanmıştır. Bu tür davranış stres altında ortaya çıkar ve stres geçinceye kadar sürer. Açlık dürtüsü olmadan ortaya çıkan yeme atağı sırasında kontrolü kaybetme duygusu yaşanır ve aşırı miktarda gıda tüketilir. Bu şekilde yeme davranışı olan

(18)

14

obez grubun, obezite tanı kategorisi içinde farklı bir alt grup olduğunu düşünenler çoğunluktadır (51,70).

Obez hastalarda yeme bozukluklarını araştıran çalışmaların sayısı oldukça kısıtlı olup bu konuda en çok vurgulanan tıkınırcasına yeme bozukluğudur(TYB). TYB’de bulimia nervozadakine (BN) benzer yeme atakları olup, kusma ve aşırı yemeyi kompanse edici diğer davranışlar bulunmamaktadır. Hamburger (71), obez kişilerde tıkınırcasına yeme davranışından söz etmiş ve obez hastalarda özellikle çikolata, şeker, dondurma gibi tatlılara karşı denetlenemeyen, karşı konulamaz bir davranış biçimini, “kompulsif yeme” olarak adlandırmıştır. İlk kez Kornhaber (72), tıkınma sendromu olarak ayrı bir klinik görünüm tanımlamış, bu sendromun hiperfaji, depresyon ve duygusal geri çekilme ile seyrettiğini belirtmiştir. DSM-IV’te ‘Başka Türlü Adlandırılamayan Yeme Bozuklukları’ içinde yer alan ve obezite ile bağlantısı açısından dikkati çeken TYB, DSM-5’te ‘Beslenme ve Yeme Bozuklukları’ bölümünde ayrı bir tanı olarak yeniden tanımlanmıştır.

TYB yaygınlığı toplumda %2 olarak bildirilmiştir. Sıklıkla obezite ile birliktedir ve kadınlarda daha fazla görülmektedir. Kilo verme programına katılan obez kişilerin % 23- 46’sında TYB olduğu belirlenmiştir (73). TYB olan ve olmayan obez bireylerin yeme biçimi, ruhsal bozukluk sıklığı, aile öykülerini karşılaştıran çalışmalar vardır. Bu çalışmalarda TYB olan obez bireylerin, TYB olmayan obez kişilerden, aşırı yeme atakları ve bu ataklar sırasında denetimi yitirdikleri duygusuyla ayrıldıkları bildirilmektedir. TYB olan obez kişilerde obezite, TYB olmayanlara göre daha erken yaşlarda ortaya çıkmaktadır. Bu kişiler ağır ve gerçekleşmesi olanaksız sıkı diyetler yapmaya daha erken yaşlarda başlamaktadırlar (74,75). Ayrıca TYB olan bireylerde disfori, düşük benlik saygısı, yetersizlik duyguları, kendilerini etkisiz bulma ve sınır kişilik özelliklerine TYB olmayan obez kişilerden ve normal kilolulardan daha sık rastlanmaktadır (73).

OBEZ BİREYLERDE PSİKOPATOLOJİ

Obezite ve ruh sağlığı çalışmaları yetişkinlerden daha çok, çocuk ve ergenlerde yapılmıştır. İlk olarak 1940’da Bruch ve Tourine obez çocuk ve adolesanların psikolojik özelliklerine değinmiştir (76). Daha sonra yapılan çalışmalar da çocuk ve ergenlerde obezite ve psikopatoloji birlikteliğine dikkat çekmişlerdir (76,77). Çocuk ve adelosanlarda yapılan bazı çalışmalarda obezite, düşük kendilik saygısı, anksiyete ve daha fazla depresif semptomla bağlantılı bulunurken, bazı çalışmalarda ise kontrol grubuyla fark bulunmamıştır (76). Dreyfus ve Rorschach uyguladığı çalışmasında, obez çocukların % 25’inin psikolojik

(19)

15

problemlerinin olduğunu, % 58’inin şiddetli olmayan kişilik bozukluğu gösterdiğini, % 15’inin kişilik bozukluğu ve % 2’sinin psikotik özellik gösterdiğini belirtmiştir (76). Buddeberg ve arkadaşlarının 1999'da İsviçre’de 136 adolesan genç kızla yaptıkları öz bildirime dayalı çalışmada fazla kilolu olanlarda psikiyatrik tanının daha fazla olduğu bulunmuştur (78).

Lumeng ve arkadaşları 8‐11 yaş arası 755 çocuğu aldıkları çalışmada, obezite ile davranış sorunları arasında bağlantı saptamışlardır (79).

Obezite ve diğer sağlık sorunları nedeniyle tedavi olanağı arayan bireylerde, depresyon ve anksiyete puanlarının orta derecede artmış olduğu belirlenmiştir. Bu sonuçlar, disfori, anksiyete, depresyon gibi psikopatolojik bulguların obeziteye neden olmaktan çok obezitenin sonuçları olarak ortaya çıktığını düşündürmektedir (80).

Klinik ortamlarda obez bireylerin depresyon puanlarının orta derecede yükselmiş olduğu saptanırken, genel popülasyondan seçilen aşırı obez ve normal beden ağırlığına sahip deneklere ilişkin çalışmalarda; obez bireylerin normal kilolu bireylere göre depresyon, anksiyete, genel psikolojik uyum ve standart kişilik ölçümlerinde daha fazla psikiyatrik ve emosyonel bir bozukluk göstermedikleri saptanmıştır. Bir çalışmada da depresyon ve obezitenin şiddetinin ters orantılı olduğu bildirilmiştir (74).

Black ve ark.’ının ileri düzeyde obezitesi olan yetişkin hastalarla yaptıkları çalışmada, duygudurum bozukluğu, anksiyete bozukluğu, sigara bağımlılığı ve BN’nın daha fazla görüldüğü saptanmıştır. Ayrıca kadınlarda ileri düzey obezitenin etyolojisinde, travma sonrası stres bozukluğunun (TSSB) da rol oynadığını, özellikle fiziksel ve cinsel istismara maruz kalmanın daha sık görüldüğünü ileri sürmüşlerdir (81).

Son yıllarda yapılan geniş ölçekli birkaç çalışmada obez olan ergenlerde, obez olmayan akranlarına göre dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun (DEHB) 1,5-2 kat daha sıklıkta görüldüğü saptanmıştır (82,83).

OBEZİTE VE DÜRTÜSELLİK

Dürtüsellik çok boyutlu bir kavramdır ve tek bir tanımı veya tek bir tip dürtüsel davranış örneği yoktur. Literatüre bakıldığında, dürtüselliğin farklı yönlerini içeren çeşitli tanımlara rastlanmaktadır. Moeller ve arkadaşları (84) dürtüselliği, kendisi ya da başkaları için ortaya çıkabilecek olumsuz sonuçları göz önünde bulundurmaksızın, içsel ya da dışsal bir uyarana hızlı ve plansız bir şekilde yanıt verme eğilimi olarak tanımlamıştır. Chamberlain ve Sahakian (85) dürtüsel davranışın; eylemlerin sonuçlarını düşünmek için eldeki bilgileri

(20)

16

kullanamamak, daha sonra elde edilecek büyük bir ödül için o an elde edilecek küçük bir ödülden vazgeçememek, yerleşmiş güçlü motor tepkileri baskılayamamak olmak üzere üç boyuttan oluştuğunu kabul etmişlerdir.

Yapılan klinik çalışmalarda genellikle obezlerde dürtüselliğin yüksek olduğu belirtilmektedir. Obez bireyler ve normal kilodaki bireyler arasındaki kişilik özellikleri karşılaştırıldığında, obez bireylerin ödüle ulaşma dürtüselliği yüksek, planlama ve işlerini sonuna kadar sürdürememe dürtüselliği düşük bulunmuştur (86). Dürtüsel kişiler yeme davranışı üzerindeki kontrollerini sağlayamadıklarını ve lezzetli ve yüksek kalorili besinlere karşı ilgilerinin fazla olduğunu belirtmişlerdir. Dürtüselliğin obezite tedavisinin yinelemesinde önemli bir rol oynadığı ileri sürülmektedir. Dürtüsellik ayrıca tedaviyi yarıda bırakma için öngörücü bir faktör olarak da gösterilmiştir (87).

OBEZİTE VE ÖFKE

Öfke; engellenme, baskı, incinme, hayal kırıklığı, korku ve hakların çiğnenmesi karşısında gösterilen duygusal bir tepkidir (88,89). Öfkenin nasıl ifade edildiği önemlidir. Öfke, ifade edilme tarzına göre yorumlanmakta ve ifade edilme tarzının sonuçlarına göre sorunlar yaşanmaktadır (90,91). Öfke ifadesi, kültürel farklılıklardan kişisel özelliklere kadar pek çok psikososyal faktörden etkilenmektedir (92-94). Diğer yaş gruplarında olduğu gibi ergenlerde de önemli duygusal ifadelerden biri öfkedir. Öfke ifade edilemezse ve uygun yollarla açığa çıkarılmazsa ergende fiziksel, psikolojik ve sosyal sorunlara neden olabilir(95, 96). Ergenlerde öfke uygun bir şekilde ifade edilmezse;ağlama, mutsuzluk, sessiz kalma, anoreksiya, bulimiya belirtilerine ve terleme, başağrısı, nefes darlığı gibi fizyolojik belirtilere neden olduğu;cinsiyet, okul başarısı, sağlık durumu, aile ve arkadaş ilişkileri gibi faktörlerin, ergenin öfke ifade tarzını belirlediği ifade edilmektedir (97). Öfke ifade tarzları, obezite çalışmalarında önemli bir yere sahiptir. Haresh, Zalsman ve Apter yeme davranışını, düşük özdeğerlik ve kendine yöneltilmiş düşmanlıkta artış ile ilişkilendirmişlerdir. Araştırmaya göre bu kişiler öfkelerini açığa vurmakta zorluk çekmektedirler (98). Obez hastalar üzerinde öfke denetimine yönelik araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalarda, olgular öfke dışavurumunu kontrolde güçlük çekmekle birlikte, dürtüsel patlama tarzında davranışları da olabilmektedir. Ayrıca bu araştırmalarda, yeme bozuklukları olup öfke denetiminde zorluk çeken kişilerin uzun süreli izlemlerinde hipertansiyon, serebrovasküler ve kardiyovasküler problemler gibi ciddi tıbbi durumlar yaşadıkları gösterilmiştir (87).

(21)

17

Obez kadınlar üzerinde yapılan bir çalışmada duygudurum, yeme tutumu, öfke düzeyi ve yeme ile ilişkili psikopatolojiler değerlendirilmiştir. Araştırma sonucuna göre, TYB olan obez kadınlarda düşmanlık, eleştiri ve öfke dışa vuruşlarının daha yüksek düzeyde olduğu bulunmuştur(99).

OBEZİTENİN TEDAVİSİ

Motivasyon

Obezite, tanısı en kolay konulan ancak tedavisi en güç hastalıklardan birisidir. Tedaviye uyumda hastanın motivasyonu önemli rol oynar. Ancak çocukluk yaş grubundaki hastaların büyük çoğunluğu, aileleri tarafından tedaviye getirilmekte olup, obezitelerini kendi sorunları olarak algılamamaktadırlar. Bu nedenle yeterince motive değillerdir. Öncelikle çocukların obezitelerinin kendi yaşam biçimlerinden kaynaklandığını ve kendileri ile ilgili bir sorun olduğunu görmelerine yardımcı olunmalıdır. Bunun yanı sıra ailelerin bilinçli bir şekilde tedaviye katılımını sağlamak önemlidir. Puberte başlangıcı ve sonrasında gencin sorunu sahiplendiği ve kilo vermek için daha fazla motive olduğu dikkati çekmektedir. Tedavi için başvuran çocuk ve gençlere empatik, destekleyici, açıklayıcı, gerçekçi ve yol gösterici bir şekilde yaklaşılması tedaviye uyumu arttırmaktadır. Ayrıca ailenin çocuğa destek olabileceği konularda eğitilebilmesi, çocukla sağlıklı iletişim kurmaları konusunda yol gösterilmesi tedavinin başarısına katkıda bulunmaktadır(100).

Diyet

- Normal beslenme şekli hakkında bilgilendirilir. - Yemek zamanları ve ara öğün zamanları düzenlenir. - Aile ile birlikte yemek yemesi önerilir.

- Yağlı yemekler, ek yağlar ve şekerler kısıtlanır. - Tahıllar, sebzeler ve meyveler artırılır.

- Ekmek alımı sınırlanır, günde bir kez haşlanmış patates, pirinç veya makarna gibi işlenmemiş ürün önerilir.

- Karbonhidratlı içecekler kısıtlanır.

- Düşük enerjili margarinler, yoğurtlar, peynirler kullanılır. - Besinleri almayı engelleyebilmesi ödüllendirilir (100).

(22)

18 Aktivite

Aktivite kas hacmini artırır, yağ miktarını azaltır ve net beden ağırlığında azalmaya neden olur. Düzenli egzersizin iştah azaltıcı etkileri de bilinmektedir. Kalori tüketimini artırır, bazal metabolizmayı hızlandırır. Ayrıca insulin duyarlılığı, HDL/LDL kolesterol oranını artırır. Gencin, günlük işlerdeki yürüyüş miktarını arttırması grup sporlarına katılması önerilir, bilgisayar, televizyon gibi uzun süreli hareketsizliğe neden olan durumlar kısıtlanır (100).

İlaçlar

Farmakolojik tedavi çocuk ve ergenlerde önerilmemektedir. İnsulin direnci varlığında en çok kullanılan farmakolojik ajan metformindir (101).

Cerrahi

Mide barsak bypassı gibi cerrahi tekniklerle obez çocuk ve gençleri zayıflatma çok fazla komplikasyon gelişmesi nedeniyle önerilmemektedir(100).

Psikiyatrik Tedavi

Psikiyatrik tedavinin, obezitenin rutin tedavi programına alınmasının gerekliliğine olan inanç giderek artmaktadır. Çünkü diğer tedavi programlarında başarı sağlansa bile uzun vadede sonuçlar umut kırıcıdır. Obezitenin psikiyatrik tedavisi, kilo kaybını sağlayan ve sağlanan kilo kaybının korunmasını belirleyen yaklaşımlar şeklinde tasarlanmıştır (102).

1960‟lardan bu yana uygulanmakta olan davranışçı terapilerin içeriğinde; yeme eylemi sırasında kendini izleme, yeme ve egzersizle ilgili özgün davranışsal hedefler koyma, hem yaşam tarzı aktivitesini hem de planlı egzersizi artırma üzerine vurgu yapma, uyaran kontrol tekniklerinin kullanımı, sorun çözme eğitimi gibi beslenme üzerine dersler uygulanması mevcuttur. Nüks önlemede başarı oranının düşük olması nedeniyle son yıllarda davranışçı terapinin yerini, tedaviye bilişsel faktörlerin de eklenmesiyle oluşan bilişsel davranışçı terapi almıştır. Bilişsel davranışçı terapi; obeziteyi başlatan ve devam ettiren süreçlerin bilişsel kavramsallaştırılması ve kalıcı değişim için gerekli olduğu düşünülen bilişsel ve davranışsal mekanizmaları değiştirmek için tasarlanmıştır. Bilişsel davranışçı terapi iki aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşamada terapötik amaç sadece kilo kaybı değil, aynı zamanda kişisel olarak dikkat çeken diğer alanlarda (örneğin görünüşünü iyileştirme arzusu, kendine güven ve öz saygıyı artırma arzusu, ilişkilerin kalitesi, fiziksel zindelik ve daha aktif

(23)

19

olma, sağlığını iyileştirme) bilişsel ve davranışsal değişime erişmek, tedavi sürecinde oluşan değişimleri fark etmek, onlara değer vermek ve değiştirilemeyecek şeyleri (örneğin beden oranlarını) kabul etmeyi öğrenmektir. Bu aşamanın önemli bir özelliği, kilo kaybının önündeki engelleri ve beden algısı endişelerini ele almadır. Kişinin kilo hedeflerini gerçekçi bir biçimde değerlendirmesi de hedeflenir. İkinci aşamada amaç, hastaların etkili kilo kontrolü için gereken davranışsal becerileri ve bilişsel yanıtları edinmelerine ve sonra bunları uygulamalarına yardım etmektir. Bu aşamada terapötik amaç, kilonun sabit tutulması ve onu korumak için becerilerin edinilmesidir (102).

(24)

20

GEREÇ VE YÖNTEMLER

OLGULAR

Çalışmaya araştırma grubu olarak, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı Polikliniği’nde Kasım 2015-Ağustos 2016 tarihleri arasında Obezite tanısıyla ayaktan takip ve tedavi edilen, 12-18 yaşları arasındaki 55 olgu alınmıştır. Kontrol grubu olarak, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Genel Pediatri Polikliniği'ne ebeveynleri tarafından getirilen kronik tıbbi ve nörogelişimsel hastalığı olmayan 55 olgu alınmıştır. Çalışmanın yürütülmesi için Trakya Üniversitesi Yerel Etik Kurulu'ndan etik onayı alınmıştır (Ek-1).

Olgu Grubunda Gönüllülerin Araştırmaya Dahil Edilme Kriterleri

1. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Endokrinoloji Bilimdalı’nda Obezite nedeniyle takip ve tedavi edilen ergenler.

2.12-18 yaş aralığında olmak. 3. BKI>95 persantil.

4. Bakımverenin okuma ve yazmayı bilmesi. 5. Çalışmaya katılmak için gönüllü olunması.

6.Kronik tıbbi(kronik böbrek yetmezliği,diabetes mellitus )ve nörogelişimsel hastalık(otizm, mental retardasyon) olmaması.

(25)

21

Kontrol Grubunda Gönüllülerin Araştırmaya Dahil Edilme Kriterleri

1. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilimdalı Genel Pediatri polikliniğine basit ÜSYE nedeniyle başvuran, başka kronik herhangi bir tıbbi, psikiyatrik hastalık öyküsü olmayan benzer yaş ve sosyoekonomik duruma sahip çocuk ve ergenler.

2. 12-18 yaş aralığında olmak.

3. BKI’nin 5-84 persantil aralığında olması. 4. Bakım verenin okuma ve yazmayı bilmesi. 5. Çalışmaya katılmak için gönüllü olunması.

Gönüllülerin Araştırmaya Dahil Edilmeme Kriterleri

1. Kronik veya sürekli ilaç kullanımını gerektiren fiziksel bir hastalığın olması. 2. Herhangi bir psikiyatrik bozukluk veya mental retardasyon olması.

3. Epilepsi ve nöbet öyküsü, bilinç kaybının olduğu kafa travması ve kronik diğer bir nörolojik bozukluk olması.

4. Alkol ve/veya madde kötüye kullanımı ve bağımlılığı.

5. Belirgin işlev kaybına yol açan fiziksel bir rahatsızlığa sahip olma.

VERİ TOPLAMA ARAÇLARI

Sosyodemografik Veri Formu

Pediatrik endokrinoloji hekimlerinin de görüşü alınarak hazırlanan veri formu, araştırmacı tarafından olgulardan, aileden ve tedavisini sürdüren hekimden bilgi alınarak doldurulmuştur. Olgu ve kontrol grubu için ad-soyad, cinsiyet, yaş, anne ve babanın yaşları, meslek ve eğitim durumları, psikiyatrik ve tıbbi özgeçmişleri, ailenin sosyoekonomik durumu ve kardeşler ile ilgili bilgiler sorgulanmıştır. Sadece olgu grubunun obezite açısından medikal tedavi alıp almadığı sorgulanmıştır (Ek-2).

(26)

22

Okul Çağı Çocukları için Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi – Şimdi ve Yaşam Boyu Şekli (ÇDŞG–ŞY) (Schedule for Affective Disorders and Schizophrenia for School Age Children – Present and Lifetime Version, K-SADS- PL)

Bu form, DSM-IV ve DSM-III-R tanı ölçütlerine göre çocuk ve ergenlerin şimdiki ve geçmişteki psikopatolojilerini tespit etmek amacıyla, Kauffman ve arkadaşları tarafından, geliştirilmiş yarı yapılandırılmış bir görüşme formudur (103).

Form üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm “yapılandırılmamış başlangıç görüşmesi” olarak adlandırılır. Bu bölümde çocuğun sağlık durumu, demografik bilgileri, geçmişte gördüğü psikiyatrik tedavilerin bilgileriyle çocuğun okuldaki durumu, hobileri, arkadaş ilişkileri ve şu andaki yakınması gibi bilgiler elde edilir. İkinci bölüm “tanı amaçlı tarama görüşmesi” olarak adlandırılır. Bu bölümde yaklaşık 200 tane davranış ve özgül belirti değerlendirilir. Her bir belirtiyi değerlendirme amacıyla, belli tarayıcı değerlendirme ölçütleri ve sorular mevcuttur. Tarama görüşmesi neticesinde pozitif belirtiler tespit edilirse tanıyı doğrulamak için 5 tanı alanında ek puanlama uygulanır. Bunlar duygulanım bozuklukları, psikotik bozukluklar, anksiyete bozuklukları, davranış bozuklukları, madde kötüye kullanımı ve diğer bozukluklar. Her bir ek belirti listesi bozukluğun geçmişteki ve şimdiki en ağır ataklarını değerlendirmek üzere tarama soruları içermektedir. Her bir tanı için DSM-III-R ve DSM-IV için tanı ölçütleri verilmiştir. Çocuğun şu andaki işlev düzeyini belirlemek için düzenlenen üçüncü bölümün ismi “çocuklar için genel değerlendirme ölçeğidir”. ÇDSG-ŞY, belirti derecesini “yok”, “eşik altı” ve “eşik” olarak derecelendirir. ÇDSG-ŞY, tanı konulan kişilerde belirtilerin varlığına ilişkin bilgi verir, belirtilerin derecesini değerlendirmez. ÇDSG-ŞY, çocuğun kendisi ve ebeveynle görüşme yoluyla gerçekleştirilir ve en sonunda tüm kaynaklardan (çocuk, anne, baba, okul, v.b.) elde edilen bilgiler doğrultusunda değerlendirme yapılır. Ergenlerle çalışılıyorsa önce ergenin kendisiyle görüşme yapılır. Ergenlik öncesi döneme uygulanırken anne-baba ile önce görüşme yapılır. Eğer çeşitli kaynaklardan gelen bilgiler arasında uyum yoksa klinisyen kendi klinik yargısını kullanır.

Okul Çağı Çocukları için Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi – Şimdi ve Yaşam Boyu Şekli (ÇDSG-ŞY); major depresyon, distimi, mani, hipomani, siklotimi, bipolar bozukluk, şizofreni, şizofreniform bozukluk, kısa tepkisel psikoz, panik bozukluk, agorafobi, ayrılık anksiyetesi bozukluğu(AAB), kaçınma bozukluğu, basit fobi, sosyal fobi, yaygın anksiyete bozukluğu(YAB), obsesif kompulsif bozukluk(OKB), DEHB, davranım bozukluğu(DB), karşıt olma bozukluğu, enürezis, enkoprezis, anoreksiya nervoza,

(27)

23

bulimiya, geçici tik bozuklukları, Tourette Bozukluğu, kronik motor ya da vokal tik bozukluğu, alkol kötüye kullanımı, madde kötüye kullanımı, TSSB ve uyum bozukluğu temel tanılarını içerir. Çocuk psikiyatrisinde sık karşılaşılan birçok hastalık açısından güvenilir bir tanı aracı olduğu bildirilen ÇDSG-ŞY'in Türkçe geçerlik ve güvenilirliği Gökler ve arkadaşları tarafından gerçekleştirilmiştir (89).

Çocuk ve Ergenlerde Davranım Bozuklukları İçin DSM-IV’e Dayalı Tarama ve Değerlendirme Ölçeği (Atilla Turgay, YDB-TDÖ)

DSM-IV ölçütlerine göre geliştirilmiştir. Ölçeğin DEHB belirtileri gruplarından dürtüselliği sorgulayan 3 maddesi, aşırı hareketliliği sorgulayan 6 ve dikkatsizliği sorgulayan 9 maddesi bulunmaktadır. Ölçekte DSM-IV ölçütleri içerikleri değiştirilmeden soru haline getirilmiştir. Ölçekteki maddeler 0-3 arasında değerlendirilmektedir. DEHB tanısı için 9 hiperaktivite ve dürtüselliği irdeleyen maddenin en az 6’sının 2 ya da 3; 9 dikkat eksikliğini irdeleyen maddenin en az 6’sının 2 ya da 3 olarak derecelendirilmesi gerekmektedir. Karşıt olma karşı gelme bozukluğu (KOKGB) tanısı koymak için 8 maddenin en az 4’ünün 2 ya da 3 olarak derecelendirilmesi, DB içinse 15 maddenin en az 2’sinin 6 ay veya 1 yıl süre ile karşılanması gerekmektedir. Türkiye’de geçerlilik ve güvenilirlik çalışması 2001 yılında Ercan ve arkadaşları tarafından yapılmıştır (Ek-3) (92).

Barratt Dürtüsellik Ölçeği-11 (BIS-11)

İmpulsivitenin ölçüldüğü Barratt Dürtüsellik Ölçeği’nin ilk versiyonu Barratt(104) tarafından 1959 yılında geliştirilmiştir. Günümüzde kullanılan BIS-11 ise 1995yılında geliştirilen versiyonudur. Likert tipi, 30 maddeden oluşan bir öz bildirimölçeğidir. Maddelerden elde edilen puanlar toplanır. En yüksek toplam skor en yüksekdürtüsellik derecesi anlamına gelmektedir.

Dikkatsel dürtüsellik, motor dürtüsellik ve plansızlık dürtüselliği olmak üzere 3alt ölçeği vardır. Dikkatsel dürtüsellik ( konsantrasyon ve dikkat ile ilgili problemler,yarışan düşünceler, dikkatin hızlı yön değiştirmesi, bilişsel karışıklığa tahammülsüzlük)5, 6, 9, 11, 20, 24, 26, 28. soruların toplamı ile belirlenir. Motor dürtüsellik (acelecihareket, hızlı tepkiler, huzursuzluk) 2, 3, 4, 16, 17, 19, 21, 22, 23, 25 ve 30. Sorularıntoplamı ile ifade edilir. Plansızlık dürtüselliği (gelecek yöneliminin eksikliği) 1, 7, 8, 10,12, 13, 14, 15, 18, 27, 29. soruların toplamı ile değerlendirilir. BIS-11’ in Türkçegeçerlik ve güvenilirlik çalışması Güleç ve Tamam tarafından 2008 yılındayapılmıştır (Ek-4) (105).

(28)

24

Sürekli Öfke ve Öfke İfade Tarzı Ölçeği (SÖÖTÖ)

Öfke duygusu ve ifadesini ölçen, 1983 yılında Spielberger ve arkadaşları (62)tarafından geliştirilen ölçek öfke içte, öfke dışa, öfke kontrol ve sürekli öfke olmak üzere 4 alt ölçekten, 34 maddeden oluşmaktadır. Her madde 1- 4 arası puanlanmaktadır. Ölçekteki ilk 10 maddenin toplanmasıyla “Sürekli Öfke”; 13, 15, 16, 20, 23, 26,27, 31. maddelerin toplanmasıyla “Öfke içe” ; 12, 17, 19, 22, 24, 29, 32, 33.maddelerin toplanmasıyla “Öfke Dışa” ; 11, 14, 18, 21, 25, 28, 30, 34. Maddelerin toplanmasıyla “Öfke Kontrol” alt ölçeklerinin puanları elde edilir. Sürekli öfke alt ölçeğinden alınabilecek en düşük puan 10, en yüksek puan 40’tır. Diğer alt ölçeklerin her birinden alınabilecek en düşük puan 8, en yüksek puan 32’dir. Sürekli öfke alt ölçeğinden alınan yüksek puanlar, öfke düzeyinin yüksek olduğunu; öfke kontrol alt ölçeğindeki yüksek puanlar öfkenin kontrol edilebildiğini; öfke dışa alt ölçeğindeki yüksek puanlar öfkenin kolayca ifade ediliyor olduğunu ve öfke içe alt ölçeğindeki yüksek puanlar ise öfkenin bastırılmış olduğunu göstermektedir. Türkçe geçerlik ve güvenilirlik çalışması Özer tarafından 1994’te yapılan ölçek, ergen ve yetişkinlere uygulanabilmektedir (Ek-5) (106).

VERİLERİN TOPLANMASI

Çalışmaya alınan olgu ve kontrol grubundaki ergenlerle çocuk psikiyatrisi polikliniğinde görüşme yapılmıştır. Olguların psikopatolojilerini saptamak amacıyla yarı yapılandırılmış bir görüşme formu olan ÇDŞG-ŞY uygulanmıştır. Olgu grubunun hem kendileriyle hem de bakım verenleriyle görüşme yapılarak Anabilim Dalımızda oluşturulan sosyodemografik veri formu doldurulmuştur.

Çalışmaya katılan kontrol grubuyla ve bakım verenleriyle Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları polikliniğinde psikiyatrik görüşmeye uygun odalarda araştırmacı tarafından sosyodemografik veri formu doldurulmuştur. Kontrol grubunun psikopatolojilerini saptamak amacıyla yarı yapılandırılmış bir görüşme formu olan ÇDŞG-ŞY uygulanmıştır.

Hem olgu grubu hem de kontrol grubunun bakım verenlerine araştırmacı eşliğinde çeşitli özbildirim ölçekleri uygulanmıştır. Ergenin yıkıcı davranış bozukluklarını belirleme amacıyla Turgay ölçeği, impulsivitenin ölçüldüğü Barratt Dürtüsellik Ölçeği ve Öfke duygusu ve ifadesini ölçen Sürekli Öfke ve Öfke İfade Tarzı Ölçeği uygulanmıştır.

(29)

25 VERİLERİN ANALİZİ

İstatistiksel değerlendirme, SPSS 23.0 istatistik programı kullanılarak yapılmıştır. Verilerin tanımlayıcı istatistiklerinde ortalama, standart sapma, medyan en düşük, en yüksek, frekans ve oran değerleri kullanılmıştır. Ölçülebilen verilerin normal dağılıma uygunlukları tek örnek Kolmogorov Simirnov testi ile değerlendirildikten sonra normal dağılımı gösterenler için gruplar arası karşılaştırmalarda bağımsız gruplarda t testi ve normal dağılım göstermeyen verilerin değerlendirilmesinde ise Mann Whitney U testi kullanılmıştır. Nitel verilerin analizinde ki-kare testi, ki-kare test koşulları sağlanmadığında Fischer test kullanılmıştır. İstatistiksel olarak anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak belirlenmiştir.

(30)

26

BULGULAR

Bu çalışmada araştırma grubu, obez olan 55 ergenden, kontrol grubu ise kronik hastalığı olmayan 55 ergenden oluşmaktadır. Çalışmaya katılan olguların en küçüğü 12 , en büyüğü ise 18 yaşındadır. Araştırma grubundaki olguların yaş ortalaması 14,5±1,7 yıl, kontrol grubundaki olguların yaş ortalaması 14,8±1,8 yıldır. Araştırma grubu ile kontrol grubunun yaş ortalamaları ve yaş grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmamıştır (p>0,05). Araştırma grubundaki olguların 28’i (%50,9) kız ergenlerden, 27'si (%49,1) erkek ergenlerden oluşmaktadır. Kontrol grubundaki olguların 29'u (%52,7) kız ergenlerden, 26'sı (%47,3) erkek ergenlerden oluşmaktadır. Araştırma grubu ile kontrol grubu arasında cinsiyet bakımından anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0,05) (Tablo 1).

Tablo 1. Grupların yaş ve cinsiyet dağılımları

Obez Grup(n=55) Kontrol Grubu(n=55)

p* AO±SS Ort Sayı (yüzde) AO±SS Ort Sayı (yüzde) Yaş 14,5±1,7 14,0 14,8±1,8 15 0,421 Cinsiyet Erkek 27 (49,1) 26 (47,3) 0,849 Kız 28 (50,9) 29 (52,7) AO: Aritmetik Ortalama, SS: Standart Sapma.

(31)

27

Kardeş sayısı, aile tipi, ebeveyn birlikteliği, ailenin gelir dağılımı ve ders başarısı açısından obez ve kontrol grupları arasında istatistiksel açısından anlamlı bir farklılık saptanmamıştır (p>0,05) (Tablo 2).

Tablo 2. Kardeş sayısı, aile tipi, ebeveyn birlikteliği, ailenin gelir dağılımı ve ders başarısının obez ve kontrol grupları açısından karşılaştırılması

Obez Kontrol

Sosyodemografik

Özellikler Sayı(n) Yüzde(%) Sayı(n) Yüzde(%) p*

Kardeş Sayısı

Tek Çocuk 13 23,6 10 18,2

0,353

1 Kardeş 30 54,5 28 50,9

2 veya daha fazla 12 21,9 17 30,9

Ailenin Tipi Çekirdek 44 80 43 78,2 0,627 Geniş 7 12,7 5 9,1 Dağılmış 4 7,3 7 12,7 Ebeveyn Birlikteliği Beraber 45 81,8 45 81,8 0,406 Boşanmış 3 5,5 6 10,9 Ayrı Yaşıyor 1 1,8 2 3,6 Anne Ölmüş 2 3,6 0 0 Baba Ölmüş 4 7,3 2 3,6

Ailenin Gelir Durumu

Az 13 23,6 13 23,6 0,823 Orta 37 67,3 35 63,6 Yüksek 5 9,1 7 12,7 Ders Başarısı İyi 32 58,2 30 54,5 0,113 Orta 16 29,1 10 18,2 Kötü 7 12,7 15 27,3 *: Ki kare testi.

(32)

28

Obez gruptaki olguların annelerinin yaş ortalaması 42,2±5,1 yıl, kontrol grubundaki olguların annelerinin yaş ortalaması 41,7±4,8 yıldır. Obez gruptaki olguların babalarının yaş ortalaması 44,8±5,5 yıl, kontrol grubundaki olguların babalarının yaş ortalaması 45,6±5,2 yıldır. Obez ve kontrol grupları arasında anne ve baba yaş ortalamaları açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0,05) (Tablo 3).

Tablo 3. Anne ve baba yaşlarının karşılaştırılması. Obez Grup(n=55) A.O±S.S Ort (Min-Mak) Kontrol Grubu(n=55) A.O±S.S Ort (Min-Mak) p* Anne Yaşı 42,2±5,1 42 (29-57) 41,7±4,8 41 (32-57) 0,681 Baba Yaşı 44,8±5,5 (32-59) 45,6±5,2 45 (38-62) 0,539

AO: Aritmetik Ortalama, SS: Standart Sapma *: Ki kare testi.

Annelerin eğitim düzeyleri karşılaştırıldığında obez grupta olan ergenlerin annelerinin 2’sinin(%3,6) okur-yazar olmadığı; 28’inin(%50,9) ilkokul mezunu olduğu; 10’unun (%18,2) ortaokul mezunu olduğu; 8’inin(%14,5) lise mezunu olduğu ve 7’sinin (%12,7) üniversite veya yüksekokul mezunu olduğu; kontrol grubunda olan ergenlerin annelerinin ise 4’ünün (%7,3) okur-yazar olmadığı; 17’sinin (%30,9) ilkokul mezunu olduğu; 9’unun (%16,4) ortaokul mezunu olduğu; 11’inin (%20) lise mezunu olduğu ve 14’ünün (%25,5) üniversite veya yüksekokul mezunu olduğu öğrenildi. Annelerin eğitim düzeyleri açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0,05) (Tablo 4).

Tablo 4. Anne eğitiminin gruplar arasında dağılımı Okur Yazar Değil n(%) İlkokul n(%) Ortaokul n(%) Lise n(%) Üniversite/ Yüksekokul n(%) p* Obez n(%) 2(3,6) 28(50,9) 10(18,2) 8(14,5) 7(12,7) 0,184 Kontrol n(%) 4(7,3) 17(30,9) 9(16,4) 11(20) 14(25,5) *: Ki kare testi.

(33)

29

Babaların eğitim düzeyleri karşılaştırıldığında, obez grupta olan ergenlerin babalarının 24’ünün (%43,6) ilkokul mezunu olduğu; 7’sinin (%12,7) ortaokul mezunu olduğu; 15’inin(%27,3) lise mezunu olduğu ve 9’unun (%16,4) üniversite veya yüksekokul mezunu olduğu; kontrol grubunda olan ergenlerin babalarının ise 13’ünün (%23,6) ilkokul mezunu olduğu; 11’inin (%20) ortaokul mezunu olduğu; 11’inin (%20) lise mezunu olduğu ve 14’ünün (%25,5) üniversite veya yüksekokul mezunu olduğu öğrenildi. Babaların eğitim düzeyleri açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0,05) (Tablo5).

Tablo 5. Baba eğitiminin gruplar arasında dağılımı Okur Yazar Değil n(%) İlkokul n(%) Ortaokul n(%) Lise n(%) Üniveriste/ Yüksekokul n(%) p* Obez 0(0) 24(43,6) 7(12,7) 15(27,3) 9(16,4) 0,084 Kontrol 0(0) 13(23,6) 11(20) 14(25,5) 17(30,9) *: Ki kare testi.

Obez ve kontrol grubunun annelerinde ve babalarında kronik tıbbi hastalık öyküsü ve psikiyatrik hastalık öyküsü bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0,05) (Tablo 6).

Tablo 6. Anne ve babada psikiyatrik ve tıbbi hastalık dağılımları

Obez Kontrol P*

Var Yok Var Yok

Annede Psikiyatrik Hastalık n(%) 19 (34,5) 36 (65,5) 10 (18,2) 45 (81,8) 0,051 Babada Psikiyatrik Hastalık n(%) 7 (12,7) 48 (87,3) 4 (7,3) 51 (92,7) 0,340 Annede Kronik Tıbbi Hastalık n(%) 14 (25,5) 41 (74,5) 15 (27,3) 40 (72,7) 0,829 Babada Kronik Tıbbi Hastalık n(%) 12 (21,8) 43 (78,2) 12 (21,8) 43 (78,2) 1,000 *: Ki kare testi.

Referanslar

Benzer Belgeler

Öfkenin Kontrollü Biçimde İfade Edilmesi: Bireyin öfkesinin ne olduğunu anlaması ve nasıl yöneteceğini bilmesi önemlidir.. Öfke kontrolü öfkenin yol açtığı

• Biri beni gerçekten seviyor ise neye ihtiyacım olduğunu ve ne istediğimi bilir. • Biri beni gerçekten seviyorsa istediklerimi bana verir veya elde etmem için bana

KENDİNİ TANIMA PENCERESİ (JOHARI

Öfke duygusu kontrol edilemezse bireyin kendisine ve çevresine zarar verir.. Kontrol edilen öfke duygusu bireyin örgütteki ilişkilerinin sağlıklı olmasına ve

Eşlik eden psikiyatrik bozukluğu olan hastalarda kaşıntı süresi ile sürekli öfke ve içe dönük öfke puanları arasında pozitif korelasyon saptanırken kaşıntı şiddeti

 Öfke yönetimi, kızgınlığın ve öfkenin yol açtığı duygusal ve bedensel tepkileri azaltabilmek ve öfkeyi sağlıklı bir biçimde denetim altına almak ve

• Steril Eldiven Giyme: Kirli materyallere dokunulacağı zaman steril olmayan, yara bakımı veya cerrahi asepsi ilkelerini gerektiren işlemler yapılacağı zaman

Amaç: Bu çalışmada intihar girişiminde bulunmuş 12-18 yaş aralığındaki ergenlerde psikiyatrik tanıların, demografik ve klinik özelliklerin değerlen-..