• Sonuç bulunamadı

Mehmet Akif Ersoy'da Tanrı problemi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Mehmet Akif Ersoy'da Tanrı problemi"

Copied!
98
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI DİN FELSEFESİ BİLİM DALI

MEHMET AKİF ERSOY’DA

TANRI PROBLEMİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Doç. Dr. Bayram DALKILIÇ

HAZIRLAYAN

Ayşe GÜLÜSER 004245021006

(2)
(3)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

BİLİMSEL ETİK SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

Öğrencinin Adı Soyadı (İmza)

(4)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU

Ayşe GÜLÜSER tarafından hazırlanan ‘Mehmet Akif Ersoy’da Tanrı Problemi’ başlıklı bu çalışma 08/07/2010 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Doç. Dr. Bayram DALKILIÇ

Danışman İmza

Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ

Üye İmza

Doç. Dr. Naim ŞAHİN

Üye İmza

(5)

ÖNSÖZ

İnsan varoluşundan günümüze kadar hep inanma ihtiyacı hissetmiştir. Din ve inanma duygusu insanın varoluşu ile başladığı gibi, Tanrı üzerine düşünme de bir o kadar eskidir. İnsanlar sahip oldukları bilgi kabiliyet ve vahiy derecesine göre ilkel, basit çıkarımlardan son derece sistematik-sentezci bir gelişme göstererek Tanrı meselesi ile yakından ilgilenmiştir. Nitekim Felsefe Tarihi insanlığın Tanrı ile ilgisinin bir neticesidir ve kaynağı insanlığın varoluşu kadar eskidir.

Tezimizi hazırlarken konu başlığını “Mehmet Akif’te Tanrı Problemi” olarak belirlemiş olmamız bazı zihinlerde yanlış anlaşılabilir. Biz burada problem derken yanlış bir şeylerin, bir sorunun olduğunu demek istemiyoruz. Söylemek istediğimiz ''Acaba Mehmet Akif''in Tanrı anlayışı nedir? Mehmet Akif, nasıl bir Tanrıya inanıyordu? İnanırken fikri ve kalbi bir takım deliller onun inancında etkili olmuş mudur? Eserlerinde felsefenin “Tanrı’nın varlığının delilleri dediği” delilleri kullanmış mıdır? Tanrı-alem münasebeti meselesinde Akif''in konumu ne olmuştur? Sorularını açığa kavuşturmak üzere, bir problem olarak belirlemiş olduğumuzdur.

Bu çalışmada bir taraftan Din Felsefesinin en temel konusu Tanrı problemi, Tanrı’nın varlığının delilleri gibi temel meseleler hakkında bilgi verirken diğer taraftan Mehmet Akif’in Tanrı Problemi açısından konumunu belirlemeyi amaçladık.. Mehmet Akif’le ilgili yapılacak çalışmalarda yaşanılan sıkıntılardan birisi şiirlerinin zor anlaşılabilecek olmasıdır. Biz bu problemi İsmail Hakkı Şengüler’in Külliyat’ında bugünkü Türkçe ile verdiği karşılıkları kullanarak aşmaya çalıştık. Akif’in şiirlerini ve Sebilü’r-Reşad’daki yazılarını İsmail Hakkı Şengüler’den aldık ve yazıların dipnotlarını verirken O’nun verdiği dip notlarla vermeyi tercih ettik. Şengüler, yazı ve şiirleri hiç değiştirmeden yayınlamış, Akif’in daha sonraki baskılarda yaptığı değişiklikleri ayrıca belirtmiştir.Akif’in Kur’an’dan bazı ayetlerinin tefsirini yaptığı yazıları, Şengüler’in belirttiğine göre, Akif tarafından konu başlığı konulmadan Tefsir-i Şerif başlığı ile yayınlanmış, külliyattaki başlıkları Şengüler kendisi koymuş; biz de Akif’in tutumunu benimseyerek “Tefsir-i Şerif” olarak vermeyi tercih ettik.

Bu çalışma, Din Felsefesinin Tanrı Problemi esas alınarak işlenmiştir. Akif'in hayatının bir kronolojik çalışması olmamıştır.Yani şiirlerin önce ve sonra yazılmış

(6)

olması gözönünde tutulmamıştır. Çalışmamız önsöz, giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Girişte Mehmet Akif’in hayatı, çocukluğu, gençliği, evliliği memuriyeti, eserleri Birinci Bölümde genel olarak Tanrı’nın varlığının delillerinin öne sürülmesinin nedenleri, bu delillerin neler olduğu ile, Gaye Nizam Delil, Dini Tecrübe Delili, Ahlak Delili ile birlikte Mehmet Akif ’te Tanrı’nın varlığının delilleri, İkinci Bölümde; Akif’in şiir ve yazılarında Tanrı’nın, sıfatları; Üçüncü bölümde ise, Mehmet Akif’e göre Tanrı – alem ilişkisi ve insan konularını işlemeye çalıştık.

Mehmet Akif''le ilgili pek çok farklı çalışmalar yapılmıştır ama Tanrı meselesi açısından yapılmış bir çalışma olmadığını gördüğümüzden böyle bir çalışma yapmayı uygun bulduk.Bu konuda yapılan ilk çalışma olması nedeniyle vardığımız sonuçları derinleştirmekte başka felsefi görüşlerde ilgisini kurmakta zorlandığımı da itiraf etmeliyim.

Amacımız bunun bir başlangıç olması ileride de karşılaştırmalı felsefi çalışmalarla varılan sonuçların geliştirilip derinleştirilebilebilmesine katkı sağlanabilmesidir.

Konu seçiminde tavsiyeleri ile yardımcı olan Hocam Prof. Dr. Hüsamettin Erdem'e ve her soru ve sorunumla yakından ilgilenen, kıymetli önerileri ile bu çalışmanın daha iyi haliyle sizlere ulaşmasında emeği olan Danışman Hocam Doç. Dr. Bayram Dalkılıç’a ayrıca çalışmanın bu aşamasında teklif ve tesbitleri ile katkıda bulunan Prof. Dr. Ramazan Altıntaş, ve Doç. Dr. Naim Şahin ‘e teşekkürlerimi sunarım.

Ayşe GÜLÜSER

(7)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı Ayşe GÜLÜSER Numarası:

004245021006 Ana Bilim/Bilim Dalı Felsefe ve Din Bilimleri / Din Felsefesi

Ö

ğrencinin

Danışmanı Doç. Dr. Bayram DALKILIÇ

Tezin Adı Mehmet Akif Ersoy’da Tanrı Problemi

ÖZET

Bu çalışma din felsefesinin en önemli meselelerinden Tanrı Problemi hakkında ve Mehmet Akif’in Tanrı Problemi açısından konumunu anlamak üzere yapılmış bir çalışma olmuştur.

Mehmet Akif‘in Tanrı’nın varlığının delillerini şiir ve yazılarında kullandığını; varlığın, kendisi hadis olmayan Allah’ın dileyip yaratması ile meydana geldiğini ifade ettiğini, Gaye ve nizam delilini çağrıştıran ifadelere şiirlerinde bolca yer verdiğini görmüş olduk

Mehmet Akif’in Tanrı’nın dilemesi ve yaratması meselesi hakkında çok detaya girmediğini, Tanrı’nın bir, tek, ezeli, ebedi ve hiç bir şeye muhtaç olmadığını söylediğini, Tanrı’nın sonsuzluğunu Tanrı’nın sahib olduğu yücelik büyüklük, olağanüstülük olarak ve kâinata bahşettiği sonsuz sayıdaki lûtuf ve ihsanları anlamında yorumladığını kavramış olduk.

Mehmet Akif, kaderi, “olacak olanları Allah’ın ezeli olarak bilmesi” olarak ifade eder. Akif’e göre Allah kişiye ancak çalıştığının karşılığını verir. Hiç bir zaman hiç bir kimseye hiç bir şekilde haksızlık etmez.

(8)

Akif Allah’ın her şeyi bildiğini, insanı geleceği geçmişi tüm iyi ve zayıf yönleri ile bilirken insanın, hem Tanrı’ya dair hem de yarattıkları ile ilgili bilgisinin son derece sınırlı olduğunu söyler.

Allah’ın “Âdem’e secde edin emri” Allah’ın insana verdiği üstün değeri göstermektedir.

Akif, Allah’ın kullarının çalışıp, zengin olmalarını istediğini ve şık giyinmelerinden hoşlandığını belirtmiştir. Akif “inanıyorum” diyen birinin inancının gereğini yerine getirmesinin önemi üzerinde durmuştur.

Akif’e göre, Allah bir şeyin olmasını dilerse dilediğini gerçekleştirecek güç ve kudrete sahiptir

Mehmet Akif üzerinde yapılabilecek yeni felsefi çalışmalar konusunda söyleyeceğimiz şey, Akif’in sanat, eğitim, siyaset felsefesi ve karşılaştırmalı felsefi çalışmalar için zengin bir kaynak olduğudur; bundan da anlaşılacaktır ki Akif; sadece bir şair değildir. O vatanını ve insanlığı çok seven bir mü’mindir

(9)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Name Surname Ayşe GÜLÜSER ID: 004245021006 Department/Field Philosophy of Science and Religion/Philosopy Religion

Student’s

Advisor Assoc. Dr. Bayram DALKILIÇ Research Title Mehmet Akif Ersoy’s God Problem

ABSTRACT

It is a study to understand one of the most important problems of religion’ God Problem’ and Mehmet Akif’s view on it.

We saw that Mehmet Akif had used God’s existence in his poems and writings, expressed existence not as hadith by God’s willing,given place to expressions connotating evidences of Purpose and law.

We have understood that Mehmet Akif doesn’t go into detail about God’s willing and creation, says that God is the only one and only, eternal, perpetual and Gani and accepts God’s infinity as his own greatness, generosity, hugeness and his unlimited favor and goodness bestowed to the earth.

Mehmet Akif expresses destiny as ‘information of Allah about coming happennings’ Akif believes that Allah gives equivalent of what human does.Allah never treats anyone unjusticely under no circumstance.

Akif states while Allah knows everything, human, future and past with its good and bad ways, human has limited information of God and and his creatures.

(10)

Akif, points out that Allah wants human beings to work and become wealthy and likes their dress up smartly. Akif emphasized the importance that one who says ‘I believed’ need to do his belief’s necessity.

According to Akif, if Allah wants something happen,he has power and might to make it happen.

The thing we need to say about new philosophic studies on Akif is that Akif is a wealthy source for art, education, philosophy of policy and comparative philosophic studies, and it can be understood that Akif is not just a poet.He is a believer who loves his land and humanity.

(11)

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI... i

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU ... ii

ÖNSÖZ... iii ÖZET... v ABSTRACT ... vii İÇİNDEKİLER... ix KISALTMALAR ... xi GİRİŞ... 1

1. MEHMET AKİF ERSOY’UN HAYATI ... 1

a) Doğumu ... 1

b) Soyu... 1

c) Çocukluğu... 1

e) Evliliği ... 2

f) Memuriyeti... 2

g) Mehmet Akif Ersoy’un Etkilendiği Şahsiyetler ... 3

h) Eserleri ... 4

ı) Tercüme Ettiği Kitaplar... 5

I. BÖLÜM MEHMET AKİF ERSOY’UN TANRI ANLAYIŞI 1. MEHMET AKİF ERSOY’DA TANRI’NIN VARLIĞININ DELİLLERİ... 8

a. Nizam ve Gaye Delili ... 8

b. Dini Tecrübe Delili... 19

(12)

II. BÖLÜM

MEHMET AKİF’E GÖRE TANRI’NIN SIFATLARI

1. ZAT VE MAHİYET... 30

2. AKİF’İN TANRI İÇİN KULLANDIĞI KELİMELER ... 30

3. TANRI’NIN SIFATLARI ... 35

a. Tanrı’nın Birliği ... 35

b. Tanrı’nın Ezeli ve Ebedi Oluşu... 37

c. Tanrı’nın Sonsuzluğu ve Değişmezliği... 38

d. Tanrı’nın Bilmesi ... 41

e. Tanrı’nın Dilemesi ve Kadir Oluşu... 43

f. Tanrı’nın İradesi ... 45

g. Tanrı’nın İyilik ve Adaleti Buna Bağlı Olarak Kötülük ve İnsan Hürriyeti Meselesi. ... 46

III. BÖLÜM MEHMET AKİF’E GÖRE TANRI-ÂLEM MÜNASEBETİ 1. TANRI TASAVVURLARI... 61

a. Deizm... 62

b. Panteizm ... 63

c. Panenteizm... 65

d. Ateizm ... 65

e. Teizm (Teizm = Tanrıcı Görüş)... 69

2. MEHMET AKİF ERSOY’A GÖRE İNSAN ... 73

SONUÇ... 79

BİBLOĞRAFYA... 81

(13)

KISALTMALAR

a.g.e : adı geçen eser a.g.m : adı geçen makale

bkz : bakınız c : cilt çev : çeviren enst : enstitü haz : hazırlayan s : sayfa sa : sayı

(14)

GİRİŞ

1. MEHMET AKİF ERSOY’UN HAYATI a) Doğumu

Mehmet Akif 1873 yılının son aylarında İstanbul’un Fatih Sarı güzeldeki Saru Nasuh sokağında bir evde doğmuştur. Bu ev annesinin ilk kocasından Tokatlı Derviş Efendi’den kalmıştır. Yerine küçük bir ev yapılmış Akif evlendikten bir süre daha bu evde oturmuştur.

Mehmet Akif’e babası ebced hesabı ile doğduğu yıl 1290’ı ifade eden “Ragif” adını vermiştir. Arapça’da bir çeşit ekmek ve yufka yürekli anlamına gelmektedir. Babasından başka bu ismi söyleyen olmamıştır.

b) Soyu

Akif’in babası Arnavutluk sınırları içinde kalan İpek kasabasından “Temiz” lakaplı Tahir Efendidir. Tahir Efendi, Medrese eğitimi görmüş Yozgatlı Hacı Mahmut Efendi’den icazet almış, o zaman önemli bir paye olan Fatih Dersiamlığına yükselmiştir. Tasavvufi eğitimini de Nakşî Şeyhi Feyzullah Efendi’den almıştır.

Akif’in Annesi Emine Şerife Hanım, Buhara’lı Mehmet Efendi’nin kızıdır. Akif’in Annesi Emine Şerife Hanım’ın Tahir Efendi ile olan evliliği ikinci evliliğidir. Akif, baba tarafından Arnavut anne tarafından Buhara’lı Türk’tür. Tahir Efendi 1888’de Akif 15 yaşında iken, annesi Emine Şerife Hanım 90 yaşlarında 1926 yılında Beylerbeyi’nde vefat etmiştir.1

c) Çocukluğu

İlk tahsile Fatih yakınlarındaki “Emir Buhari” mahalle mektebinde dört yaşında başladı. 6 yaşına kadar devam eder. Üç sene ibtidai mektebine devam ederken babasından Arapça dersleri alır.

(15)

İbtidai Mektebi’nden sonra, Rüşdiye mektebine devam eden Akif, bu okuldaki en önemli hocası olarak Türkçe Hocası Kadri Efendi’yi anar. Arapçası, Acemcesi kuvvetli, Fransızca bilen biriydi ve Akif’in üzerinde derin etkileri olagelmiştir. Rüşdiye Mektebine devam eden Akif bir taraftan da babasından Arapça dersi almaya devam eder.

İkindi’den sonra Fatih Camiinde Farsça derslerini almayı sürdürürken “Hafız Divanı”, “Gülistan” gibi eserleri okur. İlk okuduğu şiir Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun’u olmuştur.

Rüşdiye’den sonra Mülkiye’ye gitmeyi tercih eden Akif eğitim idadi ve ali olarak iki çeşit olan mülkiye de Akif ali kısma devam ederken babasını kaybeder2 ve biran önce memuriyete geçebilmek için Mülkiye Baytar Mektebi’ne geçer. Bu okulun son iki senesinde şiirle ilgilenmeye başlar. Baytar mektebini birincilik bitirdikten sonra Akif, hafızlığını da tamamlar. Bu yıllarda pehlivanlık, yüzücülükle, ney üflemekle ilgilenmiştir.

e) Evliliği

1894 yılında Tophane-i amire veznedarı Mehmet Emin Bey’in kızı İsmet Hanımla evlenmiştir. Evlendikten sonra bir ay kadar hanımının babası Mehmet Bey’in evinde kalmış daha sonra Emine Şerife Hanım’ın yanına baba ocağına gelmişler; ilk çocukları Cemile bu evde dünyaya gelmiştir. Mehmet Akif’in İsmet Hanım’la bu evliliğinden altı çocuğu olmuştur. Kızları; Cemile, Feride ve Suat, oğulları, Emin, Tahir ve İbrahim Naim’dir. İbrahim Naim henüz bebek denilebilecek 1, 5 yaşında ölmüştür. Hanımı 19 Nisan 1944 yılında göğüs ağrısından ölmüştür.

f) Memuriyeti

Ziraat Nezareti Umur-u Baytariyye (Tarım Bakanlığı Veterinerlik Dairesi)ne 50 kuruş bir aylıkla memuriyete atanır. Akif bu görevi nedeniyle Rumeli, Anadolu ve Arabistan’da üç-dört yıl dolaşır. Bu süre içinde halkı ve köylüyü yakından tanıma imkânı bulur. Akif on yıllık memuriyeti sürerken Halkalı Ziraat Okulu’nda yazma

(16)

sanatı, Darü’l Fünunda edebiyat dersleri de vermiştir. Balkan savaşından sonra Halkalı Ziraat Okulu’ndaki görevi dışındaki iki görevinden de istifa eder.

Birinci Dünya Savaşı’nın çıktığı yıllarda Teşkilat-ı Mahsusa’da görev almış ve bu görevi nedeniyle 1914’de Berlin’e 1917’de Şerif Hüseyin İsyanı ile ilgilenmek üzere Arabistan’a gitmiştir.

1918 yılında Şeyhülislamlığa bağlı olarak kurulan Daru’l Hikmeti İslamiye Cemiyeti’nde başkâtiplik yapmıştır. 1920 yılında Balıkesir’e geçerek Kuva-i Milliyecilerle irtibat kurmuş ve Zağanos paşa Camii’nde vaaz vermiştir. 19 Ekim 1920 de Kastamonu Nasrullah Camii’nde vaaz ederek, birlik beraberlik üzerine ve askerlerin gayret ve şevketini artırıcı konuşmalar yapmıştır.

1920 yılının son aylarında Maarif Vekili Hamdullah Subhi’nin ricasıyla Milli Marş için açılan yarışmaya katılır. 12 Mart 1921 yılında Akif’in şiiri Büyük Millet Meclisi tarafından İstiklal Marşı olarak kabul edilir.

Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Burdur Mebusu olarak yer almış 2. Meclise katılmamıştır. Ardından 1923 yılında Abbas Halim Paşa’nın daveti üzerine Mısır’a gitmiş üç-dört yıl her kışı Mısır’da geçirmiş 1926’dan ölümüne kadar sürekli Mısırda kalmıştır. Bu süre zarfında Kahire Üniversitesi’nde Türk Edebiyatı dersleri okutmuştur.

Bu arada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kur’an Tercümesi üzerine çalışır. Bu tercümeyi bitirdiği halde tekrar tekrar düzeltmeler yapar. 1935’de istirahat için gittiği Lübnan’da sıtmaya yakalanır. 1936’da Antakya’ya geçer. Aynı yıl Mısır’a çok hasta olarak dönmüştür. 1936 yılı yazında yurda döner. 1936, 27 Aralık bir pazartesi Beyoğlu’nda Mısır apartmanında vefat eder. Ertesi gün Edirnekapı Şehitliği’nde toprağa verilir.

g) Mehmet Akif Ersoy’un Etkilendiği Şahsiyetler

Mehmet Akif Ersoy, en çok Sadi’nin eserlerinin etkisinde kalmıştır. Fransızca’sını ilerleterek Hugo, Lamartine, Dauet, Zola’nın eserlerini okumuştur. Etkilendiği şairlerden biri de Namık Kemal’dir.3 Muhammed İkbal’in şiirlerini Farsça

(17)

çevirilerinden takip etmiştir.4 Mekteb’e devam ederken Mevlana’nın Mesnevisi’ni okumuştur. Ziya Paşa ve Muallim Naci’yi örnek almıştır. Abdulhak Hamid’den istifade etmiştir; Mehmet Akif’in fikirlerinden etkilendiği düşünürler ise Şeyh Muhammed Abduh, Muhammed Ferid Vecdi ve Cemaleddin Afgani olmuştur.5 Celaleyn Tefsirini 18 kez okumuştur. 6

h) Eserleri

Birinci kitabı, Safahat’ta kırkdört şiiri vardır. Akif, şiirlerini bu kitapta toplarken yayınlanış sırasını gözetmemiştir.

İkinci kitabı, “Süleymaniye Kürsüsünde” Safahat’ın ikinci kitabıdır. İlk defa Sırat-ı müstakim’de parça parça yayınlanmıştır. Bin iki yüz mısralık tek bir şiirden oluşmaktadır.

Üçüncü kitabı, Safahat’ın da üçüncü kitabı olan “Hakkın Sesleri” on şiirden oluşmaktadır. Bu şiirlerin dokuzunun başında besmele ayet ve hadis tercümeleri bulunmaktadır.

Dördüncü kitabı, “Fatih Kürsüsünde” adlı kitabı Safahat’da dördüncü kitapdır. Bin altı yüz mısradan oluşan tek şiirden ibarettir. Sebilü’r-Reşad’da parça parça neşredilmiştir.

Beşinci kitabı, Safahat’ın beşinci kitabı olan “Hatıralar” adlı kitabıdır. Altısının başında ayet ve hadis tercümelerinin yer aldığı on şiirden oluşmuştur. Mısır, Necid ve Berlin hatıralarını anlattığı şiirlerden oluştuğu için Akif bu kitabına “Hatıralar”adını vermiştir.

Altıncı kitabı, Safahat’ın altıncı kitabı olan “Asım” adlı kitabı bir şiirden oluşmaktadır. Çanakkale şiiri de bu kitaptadır. Sebil’ür-Reşad’da parça parça yayınlanmıştır. Yedinci kitabı Safahat’ın da yedinci kitabı olan “Gölgeler”ilk olarak Mısır’da “Matba’atü’-Şebab” da basılmıştır. Kırk bir şiirden oluşmaktadır.

4 Abdulvehhab Azzam, “Mehmet Akif” Eşref Edip, Mehmet Akif, Hayatı, Eserleri ve Yetmiş Muharrir’in

Yazıları, (Haz. Fahrettin Gün), İstanbul, 2010, s.200

5 Nevzad Ayas, a.g.m.

6 Eşref Edip, Mehmet Akif, Hayatı, Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları, (haz. Fahrettin Gün), İstanbul,

(18)

Mehmet Akif bazı şiirlerini, Sebil’ür-Reşad Dergisi’nde yayınlandığı halde Safahat’a almamıştır. Bu şiirleri, Hersekli Ahmet, Hasbihal, Cenk Şarkısı, İstiklal Marşı, Tevfik Fikret için yazdığı doksan sekiz mısra, kandil ve özel günlerde yazdığı bazı kıtaları, Şerif Muhyiddin Bey’e ve Abbas Halim Paşa’ya yazdığı manzum mektuplarını da Safahat’a almamıştır. Bunların dışında yazıp, yayınlamadığı şiirleri yoktur.

ı) Tercüme Ettiği Kitaplar Uranie

Akif’in ilk tercüme ettiği, Camile Flammarion’un eseridir. Bu tercümesi eski baskılarında bulunmaktadır.

Müslüman Kadın

Mısır ulemasından Ferid Vecdi’den yaptığı “Kadın ve erkek eşit midir? Kadının tabii görevleri nelerdir? Kadın dışarıda erkeklerle konuşup istişare edebilir mi? Tesettür kadın için esaret mi hürriyet midir?” gibi soruları cevaplandırdığı bir kitaptır.

Hadika-i Fikriyye

Ferid Vecdi’nin “Tekâlif-i hayat, İslam’ın mahiyeti, Medeniyeti en büyük kanunu, Hürriyet ve nefis, Hürriyet-i ilim, Ruhun levs-i evhamdan tathiri, Ruhun ilim ile tezhibi gibi konularına yer veren eseridir.

Müslümanlıkta Medeniyet

Ferid Vecdi’nin, İslam’ın Mahiyeti, hürriyet-i ilim, hürriyet-i akıl, Ailenin ıslah-ı maddisi, Müslümanların birbirine karşı vazifeleri, Müslümanlıkta esaret, Müslümanlığa ve Müslümanların haline nazar, ictima-i vazifeler, Müslümanların Zımnilere karşı vazifeleri gibi konulara yer vermiş olduğu bir eseridir.

Asr Suresi’nin Tefsiri

Şeyh Abduh’tan yaptığı önemli bir tercümedir. Sırat-ı Müstekım’in Çeşitli sayılarında yayınlanmıştır.

(19)

Medeniyet-i İslamiyye Tarihi’nin Hataları

Hintli İslam âlimi Şiblî En-Numani tarafından yazılmış, Sırat-ı Müstakim’de peyderpey yayınlanmış; kitap haline getirilmemiştir.

Âlem-i İslam Hastalıkları ve Çareleri

Mısırlı Abduaziz Çaviş’in yazdığı Sebil-ür-Reşad’da zaman zaman yayınlanmış bir tercümesidir. Konuları, hodğamlık ve teavünü sevmemek, tezebzüb ve hased, körü körüne batı taklitçiliğinin zararları sayılabilir.

Anglikan Kilisesine Cevap

Mısırlı yazar Abdülaziz Çaviş tarafından yazılmış olan bu eserin tercümelerini Akif, Sebilü’r-Reşad da yayınlamıştır. Önemli konuları şunlardır: Dinin esasatına iman hususunda akla istinat, Farz-ı ayn ve Ferdi hürriyet-i vicdan, Dini İslam’ın İlahı, Bütün kitaplara ve bütün peygamberlere imanın İslam’ın teferrüdü.

Akif’in mısırlı yazar Abdulaziz Çaviş’ten yaptığı diğer çevirileri şunlardır: Müslümanlık Fikir ve Hayata Neler Bahşetti? İçkinin Hayat-ı Beşerde Açtığı Rahneler, Kavmiyet ve Din, Esrar-ul- Kur’an.

Bu çevirilerine ek olarak Said halim Paşa’nın İslamlaşmak ve İslam’da Teşkilat-ı Esasiye adlı çevirileri de mevcuttur.7

(20)

I. BÖLÜM

MEHMET AKİF ERSOY’UN TANRI ANLAYIŞI

Tanrı kelimesi Eski Türkçe’de “Tenri”, “Tengri”şeklinde ifade edilmiş; zamanla ses değişimine uğrayarak “Tanrı” olarak söylenmeye başlamıştır. Hiç bir zaman çoğul olarak kullanıldığı görülmemiştir.8 Türkler Tanrı’yı âlemi yaratan, hayat veren, âlemi sevk ve idare etmekte olan, güçlü ve kudretli bir varlık olarak düşünmüşlerdir. Tanrı kelimesinin her dil ve kültürde farklı kelimelerle söylendiği gibi anlam ve içeriği de her dinde, kültürde farklı anlaşılagelmiştir. Felsefe tarihinde filozoflar Tanrı’dan bahsettiklerinde genellikle insanın ve âlemin üstünde, dışında olan bir varlığa sahip Zat’ı, kastetmişlerdir.9 Yine felsefe tarihinde âlemin Tanrı oluğunu söyleyen bir takım filozoflar da olagelmiştir. En eski felsefi kaynaklardan günümüze şöyle bir felsefe tarihine göz atılacak olsa görülecektir ki, Tanrı’nın varlığını ispat etme, akli delilere dayandırma çabası her devirde üzerinde en çok durulan, konuşulan araştırmalar yayınlanan bir mesele olmuştur. Elbette ki bunun pek çok sebebi vardır. Bu sebepler şunlardır:

a-Kutsal Metinlerde dine karşı gelenlere yine bu dini savunan fikri delilerden bahsedilmesi

b-Her insanın sahip olduğu tüm değerlerinin kaynağı olarak Tanrı’yı bilme ihtiyacı duyması.

c-Kutsal metinlerde evrenin araştırılarak Tanrı’nın varlığının ispatlanıp anlatılmasına teşvik eden emirler bulunması olarak sayılabilir.

Felsefe tarihi boyunca kimileri Tanrı’yı ve inanmasının akli olduğunu kimileri inanmadığı Tanrı’nın saçmalığını ve inançsızlığın akli olduğunu ispat edebilmek için Tanrı’nın varlığının delilleri ile uğraşmışlar, öyle ki Tanrı’nın varlığının delilleri din felsefesinin en temel meselelerinden biri olmuş hatta din felsefesine felsefi kelam

8 Said Başer, Gök Tanrı’nın Sıfatlarına Esmaü’l-Hüsna Açısından Bakış, İstanbul, 1991, s.16-17, 9 Bayram Dalkılıç, “Yirminci Yüzyılda Bir Ateist Düşünür Bertrand Russel”, Konya, 1996, s. 49

(21)

denmesine yol açmıştır. Din felsefesinde Tanrı’nın varlığının delilleri, kozmolojik delil, teolojik delil, ahlak delili, olarak sayılagelmiştir.10 Tanrının sıfatlarına geçmeden önce bu delillerin neler olduğunu açıklayacak ve Mehmet Akif’in şiir ve yazılarında bu delilleri kullanıp kullanmadığını anlamaya çalışacağız. Gaye nizam delili, imkân delili, kozmolojik deliller grubunda sayılmaktadır. Âlemin varlığından düzeninden hareket ederek bütün bu kâinatı var edip düzen koyan bir varlığın, Tanrı’nın varlığının temellendirilmesine çalışılmaktadır.11

1. MEHMET AKİF ERSOY’DA TANRI’NIN VARLIĞININ DELİLLERİ a. Nizam ve Gaye Delili

İlk olarak Platon (MÖ.427-347) ve Aristo’nun ilk kez “Metafizik” adlı eserinde yer verdiği diğer adı Âlem Delili olan Kozmolojik deliller grubundandır.

Akif, alemin varlığından düzeninden hareket ederek bütün bu kâinatı var edip düzen koyan bir varlığın, Tanrı’nın varlığının temellendirilmesine çalışılan kozmolojik delil çeşitlerinden hudüs ve imkân deliline eserlerinde yer vermemiştir. Nizam ve Gaye Deliline gelince Mehmet Akif tarafından bu delili çağrıştıran ifadelerin kullanılıp kullanılmadığını; kullanılmışsa nasıl kullanıldığını göstermeye çalışacağız.

Nizam ve gaye delilini kısaca izah edecek olursak; çevremize bakarsak bir düzen olduğunu görüyoruz en azından düzenliliğin düzensizliğe nazaran daha çok olduğuna hükmetmekteyiz. Varlıklar âlemi, belli bir düzen içinde belli bir gayeye yönelmiş bulunmaktadır. Şimdi ne düzen ne de gaye gelişi güzel olacak şeyler olmadığına göre bütün bu âleme bu düzeni ve gaye fikrini veren bir varlık olmalıdır o varlık da Allah’tır şeklinde izah edilebilir. Kindi(801-866), bu konuda şöyle der;

Âlemin mükemmel yapısı, düzeni, parçaları birbiriyle ahenkli irtibatı her şeyin iyiyi koruyacak, kötüyü yok edecek tarzda düzenlenmesi, en yüksek seviyede bir tedbir ve tertibin, ilim sahibi bir müdebbirin varlığının işaretidir.” ve bu delile “delil-i inaye” adını verir...

10 Mehmet Aydın, “Din Felsefesi”, 1996, Ankara, s.19- 20

(22)

Farabi(870-950)’de de nizam fikrinin öne çıktığını görürüz. Allah’ın ihsan sahibi ve adil olması sayesinde birbiriyle öyle bir irtibat ve ilişki içine girer ki, çok çeşitli olan varlıklar âlemi adeta tek bir varlık halini alır. Âlemin nizam ve gayesi hususunda İbn-i Sina’nın(980-1037), Farabi’yi takip edip âlemin güzelliğini, düzenini, gayesini, hikmetini Allah’ın adaleti, cömertliği ve güzelliğinin eseri olarak açıkladığını görmekteyiz.12

Gazali’ye(1059-1111) göre ise, âleme ibret nazarı ile bakmak, Allah’ın yarattığı bütün varlıklardaki hikmeti görmek demektir. Çünkü âlemde yaratılmış hiç bir şey yoktur ki onda bir hikmet bulunmasın13 İbn-i Rüşd (1126-1198) gaye ve nizam

delilini iki şekilde izah eder.

a-İnayet Delili: Bütün varlıklar insan için, insanın ihtiyaçlarına uygun şekildedir öyleyse bunu böyle isteyen ve düzenleyen irade sahibi bir varlık olmalıdır ki, o da Allah’tır.

b-İhtira Delili: En küçük varlıktan en büyük varlığa kadar her şey yaratılmıştır ki, bu ayan beyan ispat gerektirmeyen ve Kur’an’ın da haber verdiği bir gerçektir, Her yaratılanın da bir yaratıcısı olması gerekir ki o da Allah’tır.

Görülmektedir ki İbn-i Rüşd de meseleyi inayet kavramıyla açıklamayı tercih ederek sebep-sonuç ilişkisine dayalı bir düzen anlayışına hiç girmeden, doğadaki olumsuz durumlara değinmeden lütuf, ihsan gibi kavramlarla açıklamaya çalışmıştır.14

Orta çağ felsefesinin Aristoteles ve ona bağlı orta çağ düşünürlerine göre bu doğanın varmak istediği en son hedef insana hizmet etmektir. Tanrı zaten bu dünyayı insan için, insanın işine yaraması için yaratmıştır. Yeniçağ ise doğayı böyle bir ereğe varmak isteyen güçlerden kurulu olarak görmez, Doğada mekanik bir takım güçler belli yasalara bağlıdır. İşte insan bu mekanik güçleri öğrenir, bunların yasalarını tanırsa bu güçleri kendi yararına kullanabilir.

12 Mehmet Aydın, Din Felsefesi, s. 67

13 İmam-ı Gazali, İhya-ı ulum-u’d’din, (çev..Ali Arslan ), c.8, s.326, İstanbul, 1980 14 Mehmet Aydın, a.g.e., s.59-71

(23)

Ortaçağ’da evrenin merkezinde Tanrı vardır ve Tanrı insanı bu evrende bir yere yerleştirmiştir, doğayı da ona yararlanması için sunmuştur. Yeniçağın getirdiği anlayışa göre ise insanın kendisi doğayı öğrenir ve doğayı işine yarayacak duruma getirir.15

Batı ilahiyatında önemli bir yere sahip olan gaye ve nizam delilini Aqinolu Thomas(1225-1274) kullanmış ama delil en önemli savunucularını on sekizinci yüzyılda ve on dokuzuncu yüzyılın başında bulmuştur. Özellikle İngiliz ilahiyatçısı William Paley (1743-1805), düzen fikrini açıklamak için insan gözünün yapısını-bütün parçaları uyum içinde iş gören bir organı – örnek verir. Ona göre, bir düzen verici olmadan gözün yapısında görülen düzeni açıklayamayız. Çölün ortasında bulduğumuz bir saati, saat yapımcısını düşünmeden nasıl açıklayabiliriz.”16 Teknolojinin gelişmesi ve tabiat ilimlerindeki baş döndürücü buluşlar hem ilahiyatçı düşünürleri hem de bilim adamlarını bir düzen koyucu Tanrı’nın varlığını kabul etmeye götürmüş, bulunan buluşlar ve icatlarda bu görüşü ispatlar şekilde açıklanmıştır. Robert Boyle(1626-1691) John Ray(1627-1705) Newton, sadece âlemde bir düzen olduğunu söylemekle yetinmeyip, bu düzeni koyan Tanrı’nın varlığının kabul edilmesi gerektiğini söylemekteydiler.

Nizam ve Gaye delilini çağrıştıran ifadeler Mehmet Akif’in Tanrı’yı anlamaya anlatmaya çalışırken üzerinde en çok durduğu, en çok kullandığı ifadeler olmuştur. Yaşadığı çevrenin, aldığı eğitimin etkisiyle Kuran’ı çok iyi bilen ve O’nun mesajını özümsemiş biri olarak Mehmet Akif’ in İslam’ın kutsal metni Kur’an’ın nizam ve gaye delili ile ilgili ayetlerini kâinata baktığı her an derinden hissetmiş olduğunu ve musiki gibi şiirlerinde terennüm ettiğini görmekteyiz. Akif bunu yaparken sadece kalbe değil, akla da hitap etmeyi bilmiştir; zira Mehmet Akif hayatı boyunca sadece hissiyat değil, daima düşünce ve aksiyon, hareket adamı olmayı tercih etmiştir. Mehmet Akif Ersoy, pek çok şiir ve yazısında Kur’an’da geçen gaye nizam delili örneği sayılabilecek ayetlere yer vermiştir. Bir yazısında yer verdiği Gaşiye Suresi’nde “Deveye bakmıyorlar mı ki nasıl yaratılmıştır? Göğe bakmıyorlar mı ki nasıl kaldırılmıştır? Dağlara

15 Bedia Akarsu, Çağdaş Felsefe Kant’tan günümüze Felsefe Akımları, s.18-19 16 Mehmet Aydın, a.g.e., s.71

(24)

bakmıyorlar mı ki nasıl dikilmiştir? Yere bakmıyorlar mı ki nasıl döşenmiştir?”17 Ayeti bu örneklerden sayılabilir. Akif, Kur’an’daki bu ayetlere benzer biçimde kâinattaki düzene dikkat çekerek, Tanrı’nın sahip olduğu güç ve kudretin yüceliğinin anlaşılmasına çalışır. Nitekim bir şiirindeki şu ifadeleri buna örnek sayılabilir:

Çık da bir seyret baharın cûş-i rengâ-rengini; Nefh-i Sûr’ un dinle mevcâ-mevc olan âhengini! Bir yeşil kan, bir yeşil can yağdırıp, kudret, yere Yemyeşil olmuş fezâ, gömgök kesilmiş dağ, dere. En kısır toprak doğurmuş, emzirir, birçok nebat.18

Bu günün Türkçesi ile söyleyecek olursak, “Çık da baharın rengârenk coşkusunu bir seyret. Üflenmesi ile doğayı yeni baştan dirilten Sur’un dalga dalga yayılan ahengini bir dinle. İlahi kudret yeryüzüne bir yeşil kan bir yeşil can yağdırmış, gökler yemyeşil, dağ dere gömgök kesilmiş. En kısır toprak, doğurduğu taze bitkileri emzirmekle meşgul. Tutup sıktığın bir damlacık ottan hayat fışkırıyor. “Hakk’ın Sesleri” adlı bu şiirinde Akif’in baharın canlılığını;

Dün kemikten külçe hâlindeydi her çıplak fidan

Bak ne sağlam Kan, bu gün dolgun yüzünden damlayan! …

Dün ne mâtemindeydi âlem! Yer hazin, gökler hazin; Sûr-i fıtrattır bugün: Fıtrat bugün sahrâ güzin!

İşlemiş kırlarda yer yer kudretin feyyâz eli, Öyle yapraklar ki sun’undan: Gidip bir görmeli19

17 Ğaşiye, 17-20

18 Mehmet Akif Ersoy, Safahat, c. 2, s, 200 19 Mehmet Akif Ersoy, Safahat, c. 2, s, 200

(25)

Şeklinde dile getirdiğini görürüz ki; Akif burada sadece tabiata bakıp yaratıcısı Tanrıyı değil aynı zamanda Yasin Suresi’nde “ölü toprağı diriltmemizde onlar için bir delildir.”20 diyen öldükten sonra dirilmenin mümkün oluşunu tabiatın yeşerip canlanması örneği ile açıklayan ayeti hatırlayan Akif önünde yeşerip, canlanan ağaçlar ve tabiatta adeta bir bir ete kemiğe bürünüp ölüm uykusundan uyanan insanlığı görmektedir. Baharda tabiatın güzelliğine bakıp “bütün bunlar Allah’ın bereketli, cömert kudretli elinin işledikleri, dokuduklarıdır” diye düşünür. “Fatih Kürsüsün’de” adlı şiirinde Akif,

Nedir ki etmededir fıtratın bu kaanûnu Fezâyı, gökleri, deryâyı deşt-i hâmûnu, Adımlarından zekâdan serî olup hattâ Esîri kaplayacak fühsatiyle istîlâ.21

Allah’ın tabiat nizamı olarak koyduğu kanun ne kadar kapsamlı ki zekâdan daha hızlı adımlarıyla uzayı, gökleri, çölleri, kırları, ovaları ve bunlara hayat veren bütün unsurları içine almıştır. Akif, tabiatta bir takım yasaların hâkim olduğunu ve bu yasaları yaratanın Allah olduğunu düşünür ve şöyle seslenir:

Ne ittirâd- í müebbed! Ne muntazam hareket! Ya ellerindeki bernâmec, etseniz dikkat, Bir incelikli mesâîyi münkasımdır ki22

Akif tabiatın düzen ve ahengi karşısında büyük bir hayranlıkla, hayret ederek şöyle sorar “O ne muntazam hareket! O ne düzenli ahenk!ya ellerindeki o proğram! O kadar hassas yapılmış ki, aralarındaki mesai dağılışını, inceliğini kavramak mümkün değil” bütün âlemi kapsayan bir düzen ve intizam olduğunu müşahede eden Akif, bu düzen ve intizamın Allah’ın eseri olduğunu tabiatın insanı aciz bırakan inceliklerle dolu olduğunu söylemektedir. Aynı şiirinde Akif güneşin ve gezegenlerin hareketi hakkında:

20 Yasin, 35-33

21 Mehmet Akif Ersoy, a.g.e., c., s.254 22 Mehmet Akif Ersoy, a.g.e., c. 2, s. 262

(26)

Serir-i muhteşeminden süzüp fezâyı vakuur Nazarları ile arar her tarafta mevhibini23

“Bir aşığın, yitirdiği sevgilisini aradığı gibi, güneş de muhteşem tahtında, vakur bir edayla uzayı gözden geçirip kendi kafilesini arar.” dediği mısralarıyla yine Kur’ a’ın Yasin Suresindeki “O ve güneşin kendi yörüngesinde akması da onlar için bir delildir .”24 Ayetini hatırlatmaktadır.

Akif’in bazen varlık üzerine “Acaba şu evren, şu gördüğümüz kütleden mi ibarettir? Yoksa hiç ismi bilinmeyen diğer sayısız âlemlerin küçük bir parçası mıdır? Eğer bu varlıkların ötesi yokluk değilse nedir? Varlıksa nasıl bir varlıktır? “Ey Allah’ım! Bu sırları kucaklamış olan şu geceler niçin biraz açılmaz?” şeklinde sorular sorduğu Fatih Kürsüsünde adlı şiirinde şöyle seslendiğine şahit oluyoruz:

Cihan şu gördüğümüz kütleden ibâret mi? Bütün avâlim-i meşhûde, yoksa, hiç ismi Bilinmeyen, sayısız, kâinât-ı uhrânın Kem’îne cüz’ü müdür? Mâverâsı ekvânın, Âlem değilse nasıldır, nedir vücûdu aceb? Neden bu leyl-i serâir açılmıyor yâ Rab?25

Aynı şiirin devamında Akif, varlığın tam anlamıyla bilinemiyeceğini insanın kendi varlığı da dâhil pek çok şeyi sınırlı aklıyla anlayamaycağını dile getirip şöyle demiştir:

Bu cûş-i cür’ eti etmekte ansızın mebhût

Şu ses ki, mevc-i bülendiyle çalkalanır melekût; Unutma kendini bilmiş ol ki ey insan

Müebbeden kalacak hilkatın esâsı nihân.26

23 Mehmet Akif Ersoy, a.g.e., c.2, s.263 24 Yasin, 36-38

25 Mehmet Akif Ersoy, a.g.e., c.2, s.271-272 26 Mehmet Akif Ersoy, a.g.e., c.2, s.270

(27)

Yani Akif demektedir ki, “Ey insanoğlu kendi varlığına dikkatlice bak ve bilmiş ol ki, yaratılan varlıkların özü, hikmeti sonsuza dek gizli kalacaktır.”

Alın da bir küçücük taş, ziyâ-yı ilme tutun, Bütün nikaatını evvelce; sonra, kalkın onun Bakın vücûduna bir hurdebîn alıp, lakin Bu hurdebîn olacak kendi nuru idrâkin. Zemin kadar büyütün; âsuman kadar büyütün. Görürsünüz ki: o bir damlacık vücuduyle, …

Demek ki: Şimdi bu taş canla başla uğraşıyor Bütün avâlim-i lebrîz eden mesaiye27

Bir küçücük taş alıp ilmin ışığına tutuverin. Önce normal görüntüsüyle bütün noktalarını gözden geçirin. Sonra bir büyüteç alıp taşı büyüterek inceleyin. Fakat bu büyüteç, senin bilgi ışığın olsun. Böylece yerler kadar büyütün diyen Akif bir bilim adamı gibi ele bir büyüteç alınıp tabiat ve varlıklar incelenirse Allah’ın kâinata bütün varlıklara koyduğu çalışma düzeninin taştaki proton ve nötronların hareketinde bile bulunduğunun anlaşılacağını söylemektedir.

Bazen bir teleskopla göklere, gezegenlere bazen bir mikroskopla atomlara yöneldiğine şahit olduğumuz Akif hakkında Mehmet Kaplan şu değerlendirmeyi yapar: “ Burada fizikten ahlaka geçiş yapmakta kâinattaki çalışma prensibinin insan hayatına da hâkim olmasına çalışmaktadır. Aslında kâinattaki çalışma düzeni ile ahlakın pek de ilgisi olduğu söylenemez ama kâinattaki düzenden, çalışma ve ahlaki tutumun nasıl olması gerektiğine bir geçiş yapan Akif, aslında dine tamamen felsefi ve psikolojik açıdan son derece aykırı bir görüşe kaydığını fark edememektedir. Onu ilgilendiren

(28)

sadece hareket-çalışma- kuvvet-kavramlarıdır.”28 “Doğu ile batı arasında en önemli fark olarak batının çalışma ile ilerleyişini doğunun ise ataleti yüzünden geri kalmışlığıdır fikirleridir batının sömürgecilik, fuhuş ve içkisine düşmandır fakat ilim ve tekniğine hayrandır.”29 Dediği yazısında Kaplan, Akif hakkında şu tespitte bulunur. “Akif, ilmin nazariyat ve felsefesinin değerler sistemini ve sosyal düzeni değiştirdiğinin farkına varamamıştır. Dinin ve ilmin dayandığı metafizik kaynakları ihmal eden Mehmet Akif geçmişten zamanına kadar İslam toplumuna hâkim olan İslami anlayıştan bir hayli farklı bir görüşe ulaşır. Dini adeta dünyevileştirir.” 30 Mehmet Kaplan’ın Akif için “fizikten metafiziğe geçiş yaparak dine felsefi ve psikolojik açıdan yanlış bir sonuca varmıştır.” düşüncesi ve “dini dünyevileştirir” tespiti bize çokta doğru gelmemektedir. Zira Mehmet Akif, “dini dünyevileştirir” ifadesi yerine “dünya ve ahiret dengesini kurar.” demek daha doğru olacaktır. Bunun nedeni; Akif’in dünya hayatının ahiret için olan önemini kavramış olmasıdır. Nitekim bir yazısında Mehmet Akif “Müslümanların kalbindeki ruh-u şehamet henüz ölmemiş. Biz bu ruhu öldürmemek için ne lazımsa diriğ etmemeliyiz. Zira dünyamız bu ruh ile ahiretimiz ise dünyamız ile kaimdir. Hatta dünya ahiretten evveldir.”31 Demektedir. Ayrıca O, Tanrı’nın, varlığın dolayısıyla hem fiziğin hem doğanın yaratıcısı hem ahlaki bir değer olarak iyinin, yegâne kaynağı olduğunu düşünür bu nedenle doğadan örnek vermekten, doğadan ahlaka geçiş yapmaktan çekinmez. Yoksa tabiatı, maddeyi ahlaki değer olarak iyinin; varlığın esası olarak görmemiştir.

Mehmet Akif Tanrı’nn kâinatı neden bir çalışma prensibi ile yarattığının, bunun arkasındaki hikmetlerin neler olduğunun bilinemeyeceğini ifade eder ve şöyle der:

Nedir murâdı bilinmez, fakat Hakîm-i Ezel, Cihân-ı ma’ reke halk eylemiş, hayât-ı cedel Kimin kolunda mesâî denen vefâlı silah

28 Mehmet Kaplan, Türk edebiyatı üzerine Araştırmalar, İstanbul, 1999, s.198 29 Mehmet Kaplan, a.g.e. s.198

30 Mehmet Kaplan, a.g.e., s. 199

31 Mehmet Akif Ersoy, “Sebil’ü-Reşad”, 3 Mayıs 1328-29 cemaziye’-evvel 1330, c.8-1, sa.193-11,

(29)

Görülmüyorsa, ümîd etmesin sonunda felâh.32

Muradının ne olduğu bilinmez ama bütün varlıkların sahibi olan Allah evreni savaş meydanı, hayatı da bu meydanda sürdürülen mücadele olarak düzenlemiş. Kolunda çalışma denen vefalı silah bulunmayanlar, burada kurtuluşa ereceğini ümit etmesin.

Avrupa’da Yeniçağ felsefesindeki genel değişimin, dini ve kilise görüşünün yerine, bilimsel görüşün geçmesi değişikliği, Akif ’ te de inceleme araştırma sonucu; bilimin ortaya çıkardığı hikmetler karşısında hayranlık ve acziyet hissetmek şeklinde gerçekleşmiştir.

Mehmet Akif’e göre Tanrı’nın kâinatı türlü türlü incelik ve güzelliklerle yaratması insanlara bir hatırlatma, bir öğüt olması içindir. Mehmet Akif Ersoy kâinattaki düzenin yalnız Allah’ın varlığının değil, öldükten sonra dirilmenin de bir delili olduğunu söyler ve bunu bir yazısında “Bir mucid bir muhafız olmadıkça meydandaki sanatın icadına devamına imkân yoktur O mucit, O muhafız ise Allah’u Zülcelal’dir. Bu kâinatı yaratmaya kadir olan hiç şüphe yok ki, insanları herkesin hesabını göreceği bir hesaplaşma günü için toplamaya da kadirdir.”33 Diyerek belirtmiştir.

Mehmet Akif Ersoy, sadece doğada değil; toplumsal hayatta da devamlılığın sağlanabilmesi için, Allah’ın yasaları olduğundan bahseder. “Allah’u Zül’celal’in bu âlem-i hilkatte cari birçok kanunları vardır.” Cemadatta, nebatatta, hayvanatta, yıldızlarda, aylarda, güneşlerde, dağlarda, denizlerde, yerlerde, göklerde, elhasıl bizim bildiğimiz, bilmediğimiz ne kadar mahlûkat varsa bunların hepsinde ayrı ayrı kanunları caridir… Yalnız insan kümeleri, beşer yığınları demek olan milletler, ümmetler üzerinde hükmünü süren kanun-u ilahiyyeyi tedkik edelim.”Diyerek Al-i İmran Suresi’nin tefsirini yaptığı konuşmasında bu kanun-u ilahiyye’nin gereği olarak şunları öğütler:

a-Tefrikadan, ayrılık, gayrılık hislerinden uzak olunuz.

32 Mehmet Akif Ersoy, Safahat, c.2, s.271-283

(30)

b-Ey Müslümanlar birbirinize girmeyiniz; sonra kalplerinize meskenet, cebanet, acz, fütur çöker de devletiniz saltanatınız, şevketiniz, kudretiniz, hepsi elinizden gider.

c-Sebattan, azimden kat’iyetle ayrılmayınız.34 Aynı yazısını “Cenab-ı Kibriya Hak yolunda mücahede için atılan azim ve iman sahipleri ile beraberdir.”35 diyerek bitirmektedir. Anlaşılan Akif, Allah’ın yardım ve inayetinin mümkün olması için öncelikle iman, azim ve çalışmanın şart olduğunu söyleyerek kaderin kişinin davranışına bağlı olarak gerçekleşeceğini vurgulamak istemektedir.

Mehmet Akif Ersoy’a göre Allah’ın yaşama aid yasalarından biri de zorlukla kolaylığın daima iç içe olması Akif’in deyimi ile usr’suz yüsr olmamasıdır. Yani Akif’e göre hayatta zorluklar vardır ama her zorluğun yanında bir kolaylık, her sıkıntıdan sonra bir ferahlık olması da Allah’ın bir yasasıdır. Nitekim Akif bunu bir yazısında şöyle dile getirir. “Allah’ı Zü’lcelal Resül-i Güzin’ine diyor ki: Mademki usr’ün sonu yüsr’dür; gerek kendine gerek ümmetine müfid olacak ibadatından, mücahedatından birini bitirince diğerine atıl bu uğurda yorul. Zira bu yorgunluk aynı hayattır.”36 Zaten Akif’in hayatında ümitsizliğin yeri yoktur. Akif hayatı boyunca bulunduğu toplumu ve özellikle gençleri ümitvar olmaya ve bütün güçleriyle çalışmaya teşvik etmiştir. Nitekim Hakkın sesleri adlı şiirinde:

Ye’s öyle bir bataktır ki düşersen boğulursun, Ümmide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun! …

Bir seyyie yoktur sana; ey unsur-u iman Nevmid olarak rahmet-i mev’ud-i Huda’dan Hüsrana rıza verme… Çalış… Azmi bırakma; Kendin yanacaksan bile, evladını yakma!

34 Mehmet Akif Ersoy, “Sebil’ü-reşad” 1336, 15 Rebiü’l evvel, 1339, c.18, sa.464, s.249-259 35 Mehmet Akif Ersoy, a.g.m.

(31)

Yok yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır! İş bitti… Sebatın sonu yoktur; yılma.37

Mehmet Akif, Allah’ın toplumla ilgili yasalarından birinin de Allah’ın emirlerini yerine getirmeyen; iyiliklerin yaygınlaşması için çaba harcamayan toplumların topluca helak edilmesi olduğunu söyler. Akif bir yazısında “Cemaati Müslimin için sermedi bir hayat olan evamir-i ilahiyyeyi yerine getirmeyecek; geldiği zaman kurunun yanında yaşı da yakıp kül eden salgın musibetleri başımıza getirmemesinin çaresine bakmayacak olursak helakimiz muhakkaktır”38

Mehmet Akif’in şiirlerine baktığımızda çevreyi, canlı cansız bütün varlıkların ilim ve teknolojinin imkânları ile araştırılması, doğadaki genel geçer yasaların insanlık yararına ortaya çıkarılması gerektiğini söyler. Nitekim Sebilü’r-Reşad dergisinde yayınlanan bir makalesindeki; “Biz Müslümanlar Cenab-ı Hakkın varlığını, birliğini, ezeliyetini ebediyetini, yakîni bir iman ile tanımak için; yerleri, gökleri, enfüsü, âfâkı dolduran âyât-ı ilahiyyeyi nazar-ı ibretle temaşa etmeliyiz;”39 “Onların her birinde tecellî eden azameti başkalarının gözüyle değil, kendi gözümüzde görmeliyiz... Âlem-i İslam asırlardan beridir, göklerin, yerlerin dilinden bir şey anlamaz oldu! ...Dest-i kudretin kitab-ı kâinata yazdığı sahifeleri artık okuyamadıktan başka; gece gündüz okuduğumuz kitab-ı münzel de neredeyse hiç bize söylemeyecek bir hale gelecek.” 40 Mehmet Akif’e göre insan aklı, ne kadar gelişirse gelişsin hangi teknolojik imkânlara ulaşırsa ulaşsın insanlık için ilâhi hikmetin bilinmeyen tarafları kalacaktır. Çünkü insan aklı ve imkânları ilâhi ilim ve kudretin karşısında kat kat zayıf, sınırlı ve acizdir.

Bilir misin, ne kadar hîç imişsin ey idrâk! Bu ukdeler edecek miydi böyle sîneni çâk? Ya sen ne âciz imişsin zavallı akl-ı beşer!

37 Vahid İmamoğlu, “Mehmet Akif Ersoy’un İnsan İrade Ve Hürriyetine Bakışı”, Mehmet Akif Ersoy

sempozyumu, Burdur, 2008

38 Mehmet Akif Ersoy, Sebil’ü-Reşad, 20 Eylül, 1328, 22 Şevval 1330, c.9-2, sa.213-31, s.81-82, 39 Mehmet Akif Ersoy, Sebilü’r-Reşad, 30 Ağustos-30Ramazan 1330, c.9-2, s.21-22

(32)

Mücaheden çıkacak mıydı bi’n-netîce heder?41

Sonuç olarak denilebilir ki; Akif, Aristoteles’in “Allah kâinatı insan için yaratmıştır” diyen Orta çağ Avrupa felsefesi kabul eder, ama insan da kendisi için yaratılan âlemi araştırıp yararlı taraflarını ortaya çıkarmalıdır diyerek bu anlayışı bir adım daha ileri taşımış şöyle demiştir. “eğer bu yapılmazsa” Allah’ın kitabı Kur’an ’ ı dahi anlayamayız diyor.

b. Dini Tecrübe Delili

Dini tecrübe sözü ile mutasavvufların “zevk” “vecd” v.s. gibi kelimelerle anlatmak istedikleri şiddetli dini hayat kastedilir. Dini tecrübe delili yerine mükaşefe yolu ya da müşahede tabirleri de kullanılmaktadır. Dini tecrübe delili ontolojik ve kozmolojik delilden hem muhteva hem de şekil yönünden farklıdır. Kozmolojik ve teleolojik deliller, dış dünyadan Tanrı’nın varlığına ulaşmaya çalışırken dini tecrübe delili inanan bir varlık olan insandan yola çıkmaktadır. 42Dini tecrübe delili inancın bir derece daha üst seviyeye ulaşmasıdır. Bunun için bazı düşünürler bu delili Tanrı’dan yine Tanrı’ya giden delil diye nitelemişlerdir. Gazali’ye göre inancın zayıftan kuvvetliye doğru üç merhalesi vardır. Akidenin olduğu gibi araştırılmadan kabul edildiği taklit; bir takım delillere, bilgilere sahip olunan ilim derecesi ve akidenin batınına gidilen, inancın zevk derecesine ulaştığı marifet seviyesi; bu seviye sadece bilinen değil, yaşanan bir haz halidir. Dindeki esas amaç işte bu müşahedeye dayalı zevk haline ulaşmaktır; çünkü ancak bu derecede yakin gerçekleşebilir. Dini tecrübe delililinde akli delillerin önemi yoktur. Çünkü burada düşünüp bulmak değil, yaşayıp görmek söz konusudur. Dini tecrübe üzerine bir araştırma yapılsa dini tecrübenin vasıtasız, aniden yaşanılan, kısa bir hal olduğu; tahlili, anlatılımı, başkasına aktarımı elimizdeki psikolojik imkânlarla mümkün olmadığı görülecektir. Yine bu türlü dini tecrübede kurb, vusul, ittihat kelimeleri ile ifade edilen bir buluşma, kavuşma hali söz konusudur. Ferdi benliğin, ilahi varlıkta yok olması fena vardır. Başkasına anlatılamayan kişiye özel bir haldir. 43

41 Mehmet Akif Ersoy, Safahat, (Haz. İsmail Hakkı Şengüler) a.g.e ., c.2, s.269 42 Mehmet Aydın, a.g.e., 86

(33)

Mehmet Akif Ersoy’un şiirlerinde dini tecrübe deliline rastlanıyor mu? Yani Akif daha önce değindiğimiz akıl ve istidlal ile varlığını delilleri ile ortaya koyduğu Tanrı’yı acaba bir sufi gibi bütün duyguları ve kalbi ile de hissetmiş yukarıda bahsettiğimiz sufilere mahsus aşk, sarhoşluk, aşk şarabı gibi kavramları bizatihi hissedip yaşayıp şiirlerinde kullanmış mıdır?

Akif’in şiirlerine baktığımızda onun Hicran, Gece, Secde gibi şiirlerinde sufilere mahsus bir coşku halinden bahsettiğini görürüz.

Secde, Gece ve Hicran Şiirleri şairin ömrünün son yıllarında (1918-1933) ele aldığı tasavvufi şiirleridir. Diğer şiirlerinde ön plana çıkan toplumsal yön yerine bu şiirlerde benlik ve dolayısıyla şairin özünden kaynaklanan sanat vurgusu daha nettir. Ancak Akif, doğrudan mücadelesine katıldığı dünya savaşı ve sonrasında milli mücadele esnasında taşıdığı iman heyecanının, gayretinin neticesinde ortaya çıkan yeni sosyo-kültürel tablo ile yeni baştan bir ızdıraba düşmüştür. Ancak bu seferki, ızdırabı gizlenen bir feryat ve kaderin güçlü tecellisi karşısında bir yakarıştır. Secde şiirinde‚ “mabedim feryatla çevrili” ifadesiyle çaresizlikten yükselen bir naz ile seslenmektedir. Âşık burada ilahi tecelliye hitaben yaptığı konuşmada pek çok edebi sanatları ustalıkla kullanmaktadır. Şuhud arayışı ile varlığın gürültüsü, arasındakıi bağlantı, modernizmin yapısıyla olan sıkıntısını ifade etmektedir. Bu şiir vahdeti şuhud anlayışını dillendirmektedir. Şair beğenmediği tüm halleri artık kader esasında görmekte, ancak bu kaderin tecellisinin değişmesi için Tanrı’ya olan aşkını konuşturmaktadır. Aşk vecd, naz burada vahdeti şühudun içeriğini doldurmaktadır. Tevhid anlayışının, iman aşkının ve kader anlayışının ürünü bir şiirdir.

Gece şiirinde ise şair Tanrı’dan ayrılığını dile getirmektedir, dolayısıyla şiir ayrılık ve gurbet temalıdır. Hicran şiirinde ise tam bir teslimiyetle yalvarış vardır. İlahi tecellinin tezahürü istenmektedir.

Sonuçta dini tecrübenin aşk boyutu ile birlikte hitab ve dua boyutları da söz konusudur. Akif, yaşanan olayları ve gördüğü gelişmeleri kendi dünyasında beğenmemekle birlikte, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, İslam kültür ve medeniyetinin modernizme yenilmesi gibi köklü değişikliklerin ancak ilahi tecelli ile olabileceğini, aksi takdirde bunların yaşanamayacağını düşünmekte, böylece çepeçevre

(34)

olumsuz durumları da doğrudan tecrübesi içerisinde eritebilmektedir. Böylece şair çevresinde gördüğü olayları, değişimleri ve kendi iç dünyasında yaşadıklarını sanatın incelikleri ile bir ibadet neşvesinde bir araya getirerek, ilahi varlığın tecellisi ile olan ilişkisini ifade etmektedir. Bu dini tecrübe, aşk ve vecd ağırlıklı, iman ve tefekkür boyutludur.

Akif’in tecrübesi, her ne kadar bir tarikat a intisab etmemiş olsa da bir dervişin tecrübesi olduğu kadar, aynı zamanda bir mücadele ve iman adamının tecrübesidir. Nevzat Ayaz, Akif’in tasavvufla ilşkisi üzerine şu tespitte bulunmuştur: “Üstadın şiirlerinin mevzuu-çokluk iş, hareket faaliyettir. Şiirlerinde mutasavvıfane eda, sufiyane neşve serpintileri pek seyrektir.”44

“Secde” şiirinde de:

Şuhûdundan cüdâdır, çok zamanlar var ki, îmânım Bu vahdet-i zâ ra güya geldim amma bin peşîmânım, Huzûr imkânı yok, dünyâyı etmiş cezben istîlâ Ne hüsrandır, ilâhî ma’bedim, çepçevre, vâveyla! …

Bütün zerrâtı sun’un bir müebbet neşveden serhoş Sağım serhoş, solum serhoş, ilâhi, ben ne yapsam boş! Ömürlerdir gözüm yollarda hâlâ beklerim, hâlâ

Şuhûd imkânı yok, coştukça hilkatten bu vâveylâ …

Bütün dünyâ serilmiş sunduğun vahdet şarâbından;

Ben’im mest olmayan meczûbun, Allah’ım benim meydan!

44 Nevzad Ayaz, “Mehmet Akif Zihniyeti Ve Düşünce Hayatı” Yetmiş Muharririn yazıları, İstanbul, 2010,

(35)

...

Bırak hâsir kalan seyrinde mi’râcım devran etsin; Rükû’um yerde titrerken, huşû’um Arş’ı titretsin! İlahi serserî bir damlanım, yetmez mi hüsrânım? Bırak, taşsın da coştursun şu vahdet-zârı imânım.45

“Ey Allah’ım uzun zamandır imanım sana ulaşmanın, seni görmenin hasretini çekiyor. Seninle buluşma yeri olan ve-sözde-sessiz sayılan şu âleme gelmiş oldum ama geldiğime bin pişmanım. Burada ne sessizlik ne de huzur var. Kendilerini senin coşku ve hayranlığına kaptıran bütün varlıklar çığlıkları ile dünyayı inim inim inletiyorlar ve ne kadar acıdır ki, seninle buluşma yerim olan gönül mabedim de çığlık ve feryatlarla çevrili kâinat varlıklarının bütün zerreleri ebedi bir neşeyle sarhoş olmuş, sağıma bakıyorum sarhoş olmayan yok. Soluma bakıyorum yine öyle. Ey Rabbim, ben seninle buluşmak için dünyanın ıssız ve sessiz olmasını istiyorum ama bunu elde etmek mümkün olmuyor! Ömür boyu, gözüm yollarda seni bekledim hala da beklemekteyim. Fakat senin hasretinle yanan kâinat varlıklarının çığlık ve feryatları böyle coşup durdukça, sana ulaşmam mümkün olmayacak.”46 diyen Akif’in Yâ Rabbi, gönlüm senin aşkından naralar çığlıklar atan kainatın sesinden dolayı sana kavuşamıyor, bütün kainat senin aşkından sarhoş olmuş, , kainat aşkla feryat ettikçe ben sana kavuşamam.Şiirin bir bölümünde;

O gömgök kubbe, Sina rengi tutmuş bir avuç toprak! Işıklar püskürürken, şimdi haşyetlerle müstağrak! O ecrâm, ah o gözler öyle fânîler ki, mevlâda, Dönüp bir kere olsun bakmıyorlar artık eb’âda47

“O gömgök kubbe, yer rengine bürünüp bir avuç toprak kadar sessizleşmiş.

45 Mehmet Akif Ersoy, a.g.e., c.4 s.136 46 Mehmet Akif Ersoy, a.g.e., c.4, s.135 47 Mehmet Akif Ersoy, a.g.e., c.4, s.134

(36)

Daha önce ışıklar püskürürken, şimdi ilahi aşka dalıp kendinden geçivermiş! O yıldızlar, ah o pırıl pırıl gözler, Mevla’nın varlığında kendi varlıklarını öyle eritmişler ki, artık bir kerrecik olsun dönüp sonsuzluklara bakmıyorlar”48. Kâinatın ilahi aşktan naralar atarak sarhoş olduğunu; şafağın rengine bakarak ta gökyüzünün ilahi aşka dalıp toprak gibi sessizleştiğini, sabahleyin görünmeyen yıldızlar için “Mevla’larının varlığında kendi varlıklarını öyle eritmişler ki” diyerek bütün evrenin, evreni saran adeta varlıkların benliğini eriten ilahi bir aşkla dolu olduğunu söylemektedir…

Bütün dünya serilmiş sunduğun vahdet şarâbından;

Benim mest olmayan meczûbun, Allah’ım benim meydan!

“Allah’ım sunduğun vahdet şarabından bütün dünya sarhoş olup yerlere yığılmış. Senin delilerinden olup da kendinden geçmeyen bir tek ben varım. Şimdi haykırma sırası bende, meydan benimdir!”49 “Bütün âlem birlik şarabından içip kendinden geçmiş, ben senin meczubun iken nasıl kendimden geçmem, şimdi kendinden geçip naralar atma sırası bende.” diyen Akif’in sufilere mahsus aşkla kendinden geçtiğine, maddi ve süfli yönlerinden azad olup asli fıtratına Allahın ruhundan üfürdüğü asli fıtratına dönüşünü ve zaten safiyetini koruyan günahtan azade cemadatla bütünleşerek fena fillaha erişini vahdet yurduna dalışını ifade ettiğini görmekteyiz.

...

Bırak, hasir kalan seyrinde mi’râcım devâm etsin; Rükû’um yerde titrerken, huşû’um Arşı titretsin! İlahî! Serserî bir damlanım, yetmezmi hüsrânım Bırak taşsın da coştursun şu vahdet zar-ı imanım50

“Bırak, sana yükselmek için kanatlanan miracım, yoluna devam etsin. Yerde senin vecdinle dolup taşan rükum titrerken, huşuum da göklere çıkıp arşı titretsin bırak

48 Mehmet Akif Ersoy, a.g.e., c.4, s.137 49 Mehmet Akif Ersoy, a.g.e., c.4, s.135 50 Mehmet Akif Ersoy, a.g.e. c.4, s.136

(37)

da imanım taşıp çağlayarak şu vahdet yurdunu coştursun .”51 Bir insanın ibadet esnasında yaşadığı coşkuyu bu mısralarla dile getiren Akif ’te “Ben senin serseri bir damlanım” mısrası bize varlıkların yaratılış teorisi sudür nazariyesini hatırlatmaktadır. “Sunduğun vahdet şarabı” deyimiyle Allah’ın Akif’e bahşettiği kendini unutturan, benliğini arındıran büyük aşkını ifade etmektedir.

Kıyılmaz lâkin Allah’ım, bu ğayş olmuş yatan vecde Bırak, “hilkat”le olsun varlığım yek-pâre bir secde!52

“Ama Allah’ım senin ilahi aşkınla vecde gelip yerlere serilmiş varlıkların şu haline de kıyılmaz ki… Feryat edip onları rahatsız etmem yerine, bırak benim varlığım da diğerleri ile bütünleşip kâinat olarak tek secde haline gelelim.” Akif, ilahi aşkla kendinden geçen âlemle bütünleşip ilahi aşkta yok olmak istediğini söylerken tasavvufun derinleştirme, kaynaştırma ve bütünleştirme sürecini bizzat tecrübe etmektedir.

Mehmet Akif’in tasavvufi şiirlerinden biri olan “Gece” şiirinde ise: Diyorlar, hep senin şemsinden ayrılmış, bu ecrâmı

İlahi, onların bir ân için olmazsa ârâmı

Nasıl dursun, benim bîçâre gölgem senden ayrılmış! Güneşlerden değil yâ, Rab! Senin sînenden ayrılmış!

“Bütün yıdızların senin güneşinden ayrıldığı söyleniyor. Güneşten ayrılanlar, onun hasretiyle biran hareketsiz, coşkusuz kalamıyorsa, bizzat senden ayrılan benim zavallı gölgem nasıl hareketsiz kalsın? Elbette ki o çok daha fazla çırpınacaktır. Çünkü koptuğu yer güneşler değil sensin!” güneşten kopan gezegenler nasıl onun etrafında dönüyorsa Rabbim ben nasıl dönmem senden kopmuşken sözüyle Farabi, İbn-i Sina tarafından dile getirilen sudür nazariyesini hatırlatmaktadır. Aynı şiirin devamında Akif’in bir aşığın maşukuna yalvarışı gibi Rabbine yalvardığını ve şöyle dediğini görmekteyiz:

51 Mehmet Akif Ersoy, a.g.e. c.4, s.137 52 Mehmet Akif Ersoy, a.g.e. c.4, s.138

(38)

Ömürler geçti, sen yoksun, gel ey bir tânecik mâ’ bûd, Gel ey bi tânecik gâib, gel ey bi tânecik mevcud Ya sıyrılsın şu vahdetgâhı vahşet –zâr eden hicran Ya bir nefhanla serpilsin bu hâsir kalbe itminân ...

Senin mecnûnu, bir sensin ancak taptığı Leylâ Ezelden sunduğun şehlâ nigâhın mestiyim hâlâ …

Gel ey dünyaların Mevlâ’sı, ey Leylâ-yı –vicdânım, Senin yâd olduğum sînende olsun, varsa pâyânım!

“Ömürler geçti sen hala ortalarda yoksun. Ey bitanecik İlah, ey bitanecik Gaip, ey bir tanecik mevcud, ey Allah’ım, gel artık!

Ya şu birlikteliği yalnızlığa çeviren ayrılık acısı bitsin,ya da ilahi nefesinle şu perişan gönlüme bir huzur serpilsin. Ben senin mecnununum. Taptığım bir tek Leyla sensin. Ta ezelde beni deliye döndüren bakışlarının ayrılmak bilmeyen sarhoşuyum.

Ey dünyaların mevlası gel, Ey gönlümün Leylası gel Ta ezelde olduğu gibi, bundan böyle de tek anıldığım yer senin yanın olsun istiyorum.”53

Bu örneklerde bize göstermektedir ki, Akif şiirlerinde sufilerin yetersiz kalan ifade imkânlarıyla anlatmaya çalıştığı ancak tecrübe edilip yaşanmadıkça anlaşılamayacak olan bir duyguyu tecrübeyi yaşamaktadır. Bununla birlikte Mehmet Akif’in mutasavvıf bir Şair olduğu söylenemez belki eski pek çok şairimiz gibi sufiyane neşveye kayıtsız kalamadığı söylenebilir.54

Konunun başında sorduğumuz Akif şiirlerinde Dini Tecrübe delilini kullanmış

53Mehmet Akif Ersoy, a.g.e., c.4, s.121–123

(39)

mıdır? Şiir ve yazılarında sufilere mahsus vecd gibi halleri yine sufilere ait (aşk, şarab, saki, Leyla Mecnun, sarhoş, meyhane gibi) terimlerle anlatmış mıdır? Sorusuna dönersek diyebiliriz ki; Akif Dini Tecrübe Delili’ni şiirlerinde yer vermiştir. Tasavvufi terimleri kullanmaktan çekinmemiştir.

c. Ahlak Delili

Kant’ın(1724-1804) ahlak delilini kısaca izah etmemiz gerekirse, ahlak ve mutluluğu bir araya getirip en yüksek iyiyi gerçekleştirebilecek bir temel olmalıdır ki bu da iyi davranmayı emreden güç ve irade sahibi Tanrı’dır. Ahlakın varlığından yola çıkarak Tanrı’nın varlığını temellendirmeye çalışan daha önce Saf Aklın Tenkidi’nde Tanrı ve bütün metafizik meselelerini ispatlanamaz ve bilginin sınırları dışında olduğunu söyleyen Kant’ın Pratik Aklın Eleştirisi ile Pratik açıdan da olsa Tanrı’nın varlığını delillendirme çabasında olduğu görülür.

Ahlak delili ile ilgili gerek destekleyici gerekse aleyhinde olan değerlendirmeler felsefe tarihine büyük canlılık kazandırmıştır. Nitekim İlahiyatçı Filozof H.J. Newman bu delil hakkında şöyle demektedir. “Cansız nesneler, bizde acıma ve şefkat gibi duyguları harekete getiremezler. Bu duygular, kişiler hakkındadır. Eğer vicdanın sesini dinlemediğimiz zaman bundan dolayı sorumluluk duyuyor, utanıyor korkuya kapılıyorsak bu, kendine karşı sorumlu olduğumuz huzurunda utandığımız ve buyruklarını dinlemediğimiz takdirde korktuğumuz bir Varlığın bulunduğunu gösterir”.Görülüyor ki, H.J.Newman “Biz ahlaka uymadığımız zaman vicdan azabı çekeriz. Bu da bize Tanrı’nın varlığını göstermektedir.” 55Derken vicdandan Tanrı’nın varlığına giden bir yol izlemiştir. Kant ahlaktan, Newman vicdandan hareketle Tanrı’yı ispatlamaya çalışırken Akif her iki anlayıştan farklı bir tutum sergiler.

Nurettin Topçu Akif’in ahlak anlayışı hakkında özetle şu değerlendirmede bulunur: Akif’in ahlakı isyan ahlakıdır. İsyanın kaynağı âlemi kucaklayan merhamet duygusudur. Nefsimize ve cemiyetimize bağlı her çeşit menfaat ve alakaların dışında üstünde duran hiç bir hayati ve fani tesirin istikametini değiştiremediği merhamet,

(40)

Allah’ın kendi içimizde bulduğumuz isyana sürükleyici iradesidir. Nurettin Topçu aynı yazısının devamında Safahat’ın her tarafına bu isyan serpilmiş olduğunu Asım’ın kendini takdim ederken bu isyan bayrağına sarıldığını Belirtip şöyle der: “Çiğnerim, çiğnenirim. Hakkı tutar kaldırırırm, Cihadın en güzelini seçebilen Müslüman kalbi de öyle çarpıyor: Hakkı zalime ihtar, o ne şahane cihad! Onda ahlakın prensibi olan isyan, bize içimizden seslenen ilahi iradenin cebredici kudretiyle birleşmiş bulunmaktadır.” 56

Kant, Tanrı’ya inanmayı ancak pratik açıdan kabul ederken en yüksek iyiye ulaştıracak olan varlık diyerek; H.J. Newman ise vicdanımızın varlığından kendine karşı sorumlu olduğumuz Tanrı’ya -Tanrı’nın varlığına - ulaşıyorken57 Mehmet Akif her iki

anlayıştan farklı bir yaklaşım sergiler. Safahat’ın “Hatıralar “ adlı bölümünde: Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır

Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.58

Ahlakımız ve vicdanımız olması Tanrı’nın varlığını göstermez demektedir.O’na göre, Allah’ın varlığına inanmak, Allah’tan korkmak, fazilet ve ahlakın şartıdır. Yine Akif aynı şiirin devamında;

Hayat artık behîmîdir. Hayır, ondan da alçaktır; Ya hayvan bağlıdır fıtratla,ya insan hürr-i mutlaktır. Behâim çıkmaz amma hilkatın sâbit hudûdundan, Beşer hâlâ habersiz böyle bir kaydın vücûdundan! Meğer kalbinde Mevlâ’dan tehâşî hissi yer tutsun... O yer tutmazsa hiç ma’nâsı yoktur kayd-ı nâmûsun Hem efrâdın, hem akvâmın bu histir varsa, vicdân; Onun tât’ili: insâniyetin tevkî-i hüsrânı.

56 Nurettin Topçu, Mehmet Akif, İstanbul, 2006, s.84 57 Mehmet Aydın, a.g.e., s. 102

(41)

Akif diyor ki; yüreklerde Allah korkusu yoksa o toplumun hayatı hayvanların yaşam seviyesine inmiş demektir. Hayır, ondan aşağı bir seviyeye düşmüştür. Çünkü hayvan yaratılmış olduğu fıtri kurala ister istemez bağlıdır, böylece fıtratın sınırlarını aşması söz konusu değildir. Ama insan kendine verilen akıl ve zekâyı durmadan kötüye kullanıp şımarmakta ve ahlaki bir sınırın varlığından habersiz bir hayat sürmektedir. Akif, Allah’tan korkmayan bir toplumun hayvanlardan daha aşağı seviyeye düşeceğini, böyle toplumlarda namus şeref gibi kavramların hiç bir anlamı olmayacağını belirttikten sonra ancak namus, şeref gibi duygularla beslenen vicdana vicdan denilebileceğini belirtir. Akif’ e göre bu duyguların yok edilmesi, insanlığın hüsranın pençesine bırakılması demektir.59 “Hikmetin başı Allah korkusudur.”hadisine dayanarak “ahlaki yüksekliğin kaynağı Allah korkusudur.” diyen Akif’in korkmak kelimesine yüklediği anlam; herhangi bir tehlike anında duyduğumuz korkudan farklıdır. O’na göre Allah korkusu Allah’a karşı duyulan sevgi ve saygının bir tezahürü olarak insanları iyiliğe yönelten kötülükten alıkoyan bir duygudur ve toplumun huzur refahı yükselmesi bu duygunun yaygınlaşmasına bağlıdır.60 Akif Süleymaniye Kürsüsünde adlı şiirinde Japonların sahip olduğu ahlaki üstünlüklerin şunlar olduğunu söyler:

1-İslam’ın inancına olmasa da ruhuna sahip olmaları 2-Temizliğe önem vermeleri 3-Doğruluk 4-Ahde vefa 5-Sadakat 6-Şefkat 7-Zayıfın hakkını yerine getirmekte samimi gayret 8-Zenginlikte bile kanaatten ayrılmamak 9-Bolluk zamanlarında fazlasıyla vermek 10-Kimsenin namusuna ırzına yan bakmamak 11-Yedi kat yabancıyı bile kardeş saymak 12-Yeri geldiğinde seve seve can verebilmek 13-Toplum yararına şahsi menfaatinden vazgeçebilmek

Akif, Japonların kalkınmayı başarabilmelerinin temelinde Batının ilim ve fennini alıp, ahlak ve kültüründen uzak durmayı başarmış olmalarının yattığını belirtip bundan dolayı japonları takdir etmiştir.

Bayezıd Camiisindeki Enfal suresini açıkladığı bir vaazında şöyle seslenmektedir: “Peygamber efendimize biri sordu: İslam nedir?ya Rasulullah? İslam hüsn-i hulktan ibarettir buyurdular.ya Rasulullah husn-i hulk nedir? Buyurdular ki,

59 Nurettin Topçu, a.g.e., s.87

(42)

“Sana darılan seninle rabıtayı kat’ eden adamla barışmandır; seni mahrum bırakana vermendir sana zulmedeni de hoş görüp affetmendir… Artık bundan böyle ahlaklı olmaya çalışalım çünkü ahlaksız bir cemaat yaşayamaz geçmiş geçmiştir. Tefrikalara hatime verelim.”61

Doktor Mazhar Osman, Akif için şu değerlendirmeyi yapmıştır: Akif beş vakit namazdan abdesten bahsetmedi. O’nun bütün derdi doğunun yükselmesi, bunun için İslam’ın ahlaki ve ictimai yüksekliğini müslümanlara anlatmak ve cahil müslümanları uyandırmaktı. Akif, dini de ahlakiyyat saymaktaydı. 62

Mehmet Akif, ahlaki gelişmenin ancak İslam’ın sahih kaynaklarına ve uygulamalarına dönülmesi ile mümkün olabileceğine inanır, bunu başarmak için de eğitime önem verilmesi gerektiğini her fırsatta dile getirirdi.63 Akif hayatı boyunca Müslümanları hep iyiliğe teşvik etmiş, her vesile ile bizzat Rasulullah’ın hayatından örnekler vererek Müslümanlar arasında kardeşlik, birlik, dirlik, dayanışma ve sevgi duygularının gelişmesine çalışmıştır.64

Yukarıda kısaca değindiğimiz Kant’ ın ahlak delilinin ana dayanağı; insanın vicdanının etkisi ile ahlaki bir varlık oluşu, H.J. Newman’ a göreyse bize bir sorumluluk veren vicdana sahip oluşumuz idi. Her ne kadar vicdan, felsefe ve ahlakta “hayrı şerden (iyiyi kötüden) ayıran içten bir kabiliyet”65 olarak ifade edilse de Mehmet Akif’ e göre iman edilmedikçe, ne vicdan, ne bilgi – kültür, ahlaki yükselişi sağlayamamaktadır. Akif’in ahlak anlayışının ahlaktan inanca giden ahlaki teoloji değil, inançtan ahlaka giden teolojik ahlak anlayışı olduğunu görmekteyiz.

61 Mehmet Akif Ersoy, S ebil’ü-Reşad, 24 Kanun-i sani 1328-29 Safer 1331, c.9-2, sa.230-48, s. 373-376 62 Mazhar Osman, “Mehmet Akif” (Eşref Edip, Yetmiş Muharririn Yazıları), s.528

63 Fethi Ahmet Polat, “Mehmet Akif’in Milli Mücadelede Dini Metinleri Kullanma Biçimi”, Mehmet Akif

Sempozyumu, Burdur, 2008

64 Vahit İmamoğlu, Mehmet Akif Ve İnanan İnsan, İstanbul, 1986, s.102

Referanslar

Benzer Belgeler

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Burdur milletvekili olarak katılan Mehmet Akif, milletvekili olduktan sonra da Milli Mücadele içerisindeki hizmetlerine devam etmiştir..

§ MAKÜ İstiklal Yerleşkesi Eğitim Fakülteleri ile Dekanlık Binası ve Çevre Düzenlemesi Yapım İşi ihalesi 21.11.2013 tarihinde yapılmış ve sözleşmesi 22.01.2014

Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit Hadi yavrum kendine sen de yiğit er dedir

Mehmet Akif Ersoy'un kendi hayatından izler taşıyan şiiri olan "Seyfi Baba"yı manzum hikâye şeklinde kaleme alır. "Meyhane"yi sosyal içerikli manzum

Bilgi Şöleninin Konya Büyükşehir Belediyesi, Necmettin Erbakan Üniversitesi ve Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi ortaklığında ve öncülüğünde 20-22

Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, lisans eğitimi veren 6 fakülte ve 6 yüksekokul, ön lisans eğitimi veren 10 meslek yüksekokulu, lisansüstü eğitim veren 4 enstitü,

İlk olarak 2003 yı- lındaki Irak savaşına karşı çıktı; sonra 2010 yı- lındaki Gazze Filosu uluslararası sularda, do- kuz Türk’ün öldürülmesiyle

Seven hun­ dred and twenty-four poem s were submitted in the competition organised fo r this march, and the one by the poet, Mehmet A k if Ersoy was adopted unanimously by