ş r u ı ıv o c » CUM HURİYET
iki ecnebi makaSesi
Pf. Fisenje ve
Mme.Pitar ın Ebedî
Şefimiz hakkında mühim uazıları
?. * s ,— ... ... ...
Atatürkümüzün yarattığı modern
Tiirklerin Babası
Tiirkiyenin kalbinde
ebediyyen yaşayacaktır
Y a z a n :
NOELLE ROGER
Pariste çıkan haftalık
L’Illuslratioıı
mecmuasının Cenevre muhabiri Madam Noelle Roger, bu mecmuada, Atatürk hakkında bir makale neşretmiştir. Noelle Roger hakikatte Türkiyenin Tarih ku - rultaylarından pek iyi tanıdığı maruf is viçreli profesör Pittard’m zevcesidir. Ve yazılarında daima bu müstear ismi kul - lanmaktadır- Büyük millî matemimiz do- layısile bütün dünya matbuatında intişar eden yazıların en iyilerinden biri olan bu
makalesinde, Madam Noelle Roger,
harb sahasında zafer kazandıktan sonra ilim ve iktısad sahasında mücadeleye a- tılan Atatürkün bu vadide ilk zaferi, «Ankara» yı kurmaktaki mucizesi oldu ğunu söyledikten sonra harf inkılâbından bahsederek bu büyük eserin nasıl man - tikli bir plân ve muntazam bir mesai sa yesinde vücude geldiğim izah ederek dil inkılâbı sıralarında Atatürkle ilk defa görüştüğü zamana aid intihalarım şöyle anlatıyor:
«Atatürkü, 1928 yaz mevsiminde, ilk
defa olarak Ankarada gördüm. Uzun
bir seyahatten geliyordu. Vekilleri, dost larını ve kendisini bekliden halkı selâm ladıktan sonra Meclis binasına gitmiş, o- rada, Dil encümeninde akşama kadar ça lışmıştı.
Onun gözlerde bir kere karşılaşınca, bir daha unutmak imkânı yoktu. Orduaz maviliğindeki bu gözler, o kadar derin görüyordu ve o kadar irade ile doluydu ki, bakışlarına mukavemet etmek bir de lilik olurdu.
Gene bir adam, bana şöyle demişti: «Onun, insana bir kere bakması kâfidir. Nazarını bir kimse üzerinde tesbit edin ce, istediğini elde edeceğine zaten kana at getirmiştir.»
«Türklerin Babası», kendisinden hiç bir şeyi esirgemiyen milletine bir baksa yeter.
Atatürk, Marmara kıyısında, vaktile unutulmuş, ıssız bırakılmış bir plâj olan Floryada, deniz üzerinde yazlık köşkü nü yaptırmıştı.
İlmî eserlerin sıralandığı çalışma oda sında, pencerelerinden, parça parça de niz görünen, bir karatahta ile süslenmiş yemek salonunda iken, insan kendisini bir gemide zannediyor. Cumhur Reisi, gecelerini, burada, çalışmakla geçirir. «Yorgunluk denilen şey mevcud değil -
dir.» diyen Atatürk, Vekillerine «iki
saat uykuya ihtiyacım var; iki saat sonra gelin» der.
Gün doğmadan kat’iyyen uykuya yat maz, az uyur, kalkar, suya atılır, kuv - vetli bir yüzmeden sonra, tekrar çalış - mağa başlar. Ruhunu teşkil ettiği büyük memleketin türlü türlü işlerde, Avrupa
siyasetinin karışık safhalarile uğraşır.
Fakat, ayni zamanda, sevdiği mevzular üzerinde tetkikatta da bulunur. Atatürk, ikinci kongresi, geçen sonbaharda, Istan- bulda Dolmabahçe sarayında toplanan Türk Tarih kurumunu tesis etmiştir. Eti ler, beşer ırkları, Türklerin ve Türk di linin menşeleri Onun iştigal ettiği mevzu
lardır-Orta boylu olduğu halde çok yüksek
Ankaranın dünyayı hayrette bırakan görünen Atatürk, mevzun endamı, deniz rüzgârlarile yanmış teni, süratli yürüyü şü, cevval insanlara has keskin jestlerde içeriye girdi. Girer girmez bizi çalışma odasına sürüklüyor ve Türklerin menşei meselesi derhal ortaya atılıyor. Sonra, kendi dil nazariyesini izah ediyor, keli melerin, Yunan köklerinden de daha öte deki Türk köklerini nasıl meydana çı - kardığını anlatıyor. Evet, doğru. Yunan menşeinde durmanın sebebi nedir? Daha uzaklara, Etilere, cilâlı taş devri insanla rına, neobitik medeniyetlere kadar, Kü çük Asyadan kalkıp cahil ve göçebe Av- rupaya, yerli hayat unsurlarını, zahire leri ve ehlî hayvanlan getiren adamlara kadar neden gidilmiyor?
Etrafında, Onun kendi elile meşruhat verilmiş lügat kitabları mütemadiyen gi dip geliyor, açılıp kapanıyor. O, bir kâ- ğıd üzerine harfler diziyor, sadalı harfleri ayırıyor, muhtelif kökler arasından ana kökü bulup meydana çıkarıyor ve buldu ğu bu kökü, zarif elleri içinde, muzaffer bir tebessümle gösteriyor.
Bir gün, Atatürke, kuvvetinin sırrını sordum:
— Durur, dinlerim.« Dedi. Sonra tekrar etti: — Dinlerini.-.-«
Ve sustu. Hakikaten dinliyor gibiydi. Kendi dehasının ötesinden, kendi topra ğından, asırlık an’anelerin derin kökler salmış bulunduğu, tarihle yüklü bu top raktan fışkıran esrarengiz kudretlerin kendi varlığında tekâsüf edişini dinliyor gibiydi.
Yenilmez bir iradeye sahib olan bu adamın acaba dinlendiği zaman var mı?
Atatürk iyi kalbli, insan bir adam. Türk milleti, Onun şahsında kendini gö rüyor. Bu insanlığın alâmetleri Onda
mebzulen mevcuddur. Şefkate ihtiyacı
var. Tek bir adam olan Atatürk, evlâd edindiği gene kızlardan, fakir çocuklar dan kendisine bir aile seçmiştir.
Kızlarından birisi Bayan Afettir. A- tatürk, öğretmen olan Bayan Afetin ders takririni dinlediği sırada onun derin me ziyetlerini sezmiştir. Bayan A fet bugün Türk Tarih Kurumu Asbaşkanıdır- Ye gâne askerî tayyareci kadın olan öteki kızı, disiplini, cesareti, tayyaresinde yap tığı muvaffakiyetli uçuşlarla bütün or - duyu hayran bırakıyor. Küçük kızı da altı yaşındaki Ülküdür.
Geçen sonbaharda, Türk Tarih ser - gisini açtığı sırada sarayın kapısı önün - de gerilen ipi keserken, küçük bir kız ço cuğunun elinden tutuyordu. Küçük, bir pencereden, «Atatürk! Atatürk!» diye avazı çıktığı kadar haykırmış, Onun ya nma gitmek için pencereden aşağı atıl - mağa kalkmıştı.
O zaman, etraftan, bir frevi endişe ile söylenen şu sözleri işitmiştim:
— O, aramızda uzun zaman yaşama
lıdır...-Macera dolu hayatında birçok defalar olduğu gibi, gene ölümden kurtulduğu bir gün:
— İki Mustafa Kemal vardır, de - misti. Biri ben ki fani Mustafa Kemal dir ve bir gün yok olacaktır. Biz diyerek ifade etmek istediğim öteki Mustafa Ke mal millettir ve ebediyen yaşıyacaktır.
Bu sözlerde hic şüphesiz kehanet var. Türklerin Babası, Türkiyenin kalbinde ebediyen yaşıyacaktır.
NOELLE ROGER
köşelerinden biri: Yenişehir caddesi
«B u gunkii Tiirk bir
AvrupalIdır, faaliyeti,
tavrı bunu anlatıyor»
Y a z a n :
Dr. Ch. FİSENJE
Bundan bir müddet evvel şehrimize gelerek Ebedî Şef Atatürkün sıhhî mu ayenesinde bulunan maruf Fransız dok toru Şarl Fisenje, fransızca Journal des Praticien mecmuasında (İstanbul - An kara: 1938) başlığı altında mühim ve şayanı dikkat bir makale neşretmiştir. A- tatürkün Büyük Eseri karşısında hayran kalan tanınmış mütehassısın bu güzel ya zısını aşağıyl iktibas ediyoruz:
Bir sergüzeşt geçirdim: Birkaç gün zarfında, Türkiyenin bütün tarihini gör
düm. İstanbul Üniversitesinin muhterem Rektörü profesör Cemil Bilselin beni kendisine tavsiye ettiği güzide meslekta şım ve dostum Nebil Bilhanın delâletile, Jüstinyen’den Atatürke kadar, harikulâ- de bir atlayışla geçtim.
Türkiyenin eski tarihi, mimarî eserle rindeki azamet ve tenevvüle anlaşılıyor. O tarih üzerinde ısrar etmiyeceğim. İstan- bulu ve oradaki san’at eserlerini herkes bilir. Kubbesi, Altıncı asırdanberi, hep ayni hafiflikle daima göklere doğru yük selen harikalı ve muazzam Ayasofyadan, Kariye camiinin fresklerine ve mozaikla- rına, küçük ve nefis Vefa camiine; mer merlerinin menevişi ancak çinilerinin ay-
dmlığile ölçülebilen Süleymaniye cami
inden, rengârenk çinilerden yapılmış de korlarının zengin renklerini, çiy bir ay dınlık altında etrafa saçan en büyük, en ışıklı Sultanahmed camiine, bundan do layı, bir gün içinde, bir ok gibi gittim. Bu zenginlikler henüz bitmedi. Daha, ayni Onaltmcı asra aid yeni Valide camii var. Fakat, Sultanahmed camii, aydınlık orta sında ve gözönünde nur saçtığı halde, bu cami, şehrin ortasında gizlenmiştir. Bun lara, kucak kucak çiçekten yapılma çini kaplamalarile Rüstempaşa camiini ilâve etmek lâzımdır. Hatta, Beşinci asırdan kalma kubbelerini, olduğu gibi ve hiçbir çatlaksız muhafaza eden binbir direkli eski mahzenlere kadar indik.
Fakat İstanbul, o kadar çabuk öğreni lecek şehirlerden değildir. Onu anlamak için, birçok defalar ziyaret etmek lâzım dır. Bugünkü Türk bir Avrupalıdır. Tav rı, faaliyeti, intizamı, herşeyi, onun geçir diği tahâvvülü kuvvetle anlatıyor.
^ H» •!*
1919 da Türkiye bitmişti. Büyük
H arb onu bitirmişti: Ordunun silâhı kal mamıştı. Mütelifler, memleketin büyük bir kısmını işgal ediyorlardı. Artık T ü r kiye yoktu. Anlamak, bunu bilmeğe mü tevakkıftır, ve Mustafa Kemalin eserinin başlangıcı budur.
Mustafa Kemal, millî ruhu yeniden kurmak zaruretinde kalmış, yeni baştan bir ordu yaratmış, Türkiyeyi kurtarmıştır. Türklerin, istiklâl Harbi dedikleri bu harekettir. Bir yandan imar ederken, bir yandan da, yurdseverlik bakımından zâ- fı, Türkiyenin batmasmi sebeb olan eski İçtimaî bünyeyi yıkmak lâzımdı. Sultan ve halifeye artık lüzum yoktu. Dinle mü cadele, fesin tardı, eski kıyafetlerin orta dan kalkması, kadının serbestisi, intihab hakkına sahib olması, sonra meb’usluğa alınması, sembolik mahiyette yapılmıştır..
Bunlar, müessir olabilmeleri, hiç birşeyi ihmal etmemelerine vabeste bulunan İçti maî sarsıntılardandır. Modern Türkiye nin vücudünü izah eden en büyük sebeb de budur.
Rahat vagonlarda bir gecelik şimendi fer seyahati yaparak Ankaraya gidelim. Çöl gibi bir memlekette hükümet merke zi kurmak, ne garib fikir! Ankaraya gel meden evvel, kilometreler ve kilometreler imtidadınca, ıssız mıntakalardan geçili - yor. Ne bir ağaç var, ne ekilmiş bir tarla. Sade, kayalar, cılız, kırmızı bir toprak ve tektük birkaç tutam ot, o kadar... Sonra, birkaç ekilmiş tarla, modern küçük kasa
balar, bir birahane görülüyor. Nihayet
geliyoruz. İşte o zaman hayret, harikulâ- de bir hayret uyandıran manzara ile karşılaşıyoruz. Çok uzakta, fakat tepele ri karla örtülü dağlar, sonra kayalıklar - dan ibaret etekler ve nihayet büyük bir ova, ortasında, muazzam iki granit tepe tasavvur -ediniz. Bu tepelerden birinde es ki surlar görünüyor. Ankara kalesi ve etrafını çeviren beyazlı ve pembeli bir şehir... Sade ve modern bir üslûbla yapıl mış olan zarif şimendifer garı, bizim Vosges granitlerinden daha koyu kırmızı renkte bir taşla inşa edilmiş. Bu taş mem leketin her tarafında mevcud, herşeye mu kavemet edecek kadar sağlam. Milâddan evvel ikinci asırdan kalma Hitit kaleleri nin duvarlarında, ilk yapıldıkları zaman- danberi bozulmadan duran kısımlar gö - rünüyor. Gardan çıkınca modern bir şehre giriyorsunuz, iki tarafı ağaçlarla süslü çimentolu büyük caddeler. Sonra, mo dern hendesî üslûbda binalar. Islâm dev rini hatırlatan hiçbir tezyinat yok. Otur duğum odanın karşısındaki Millet Mecli sinde belki sivri kemerler vardır. Fakat o bina, burada, artık eski bir yapı sayılı yor. Ankarada, on senelik bir ev eski bir evdir.
Modern Ankara, taşlıklı dağlara sal dıran eski şehri kuşatıyor. Mustafa Ke mal, burada herkesin ona verdiği isimle, Türklerin Babası «Atatürk» şehre hâ kim. Şurada atlı, beride ayakta duran, ötede general üniformalı heykelleri hep Ege denizine bakıyor. Şimdi de Onun sarayını arayınız. Muhteşem, müdebdeb birşey, bütün milletin bu harikulâde ada ma karşı beslediği imanla mütenasib bir
şey göreceğinizi zannediyorsunuz değil
mi? Hayır, böyle birşey yok. Şu Gazi caddesinin nihayetinde, ta uzakta, Çan kaya dağında, ovanın 150 metre üstünde görünen şu pembe eve bakınız. Ortadaki sütunların bulunduğu yere taraça demek bile güç. Dam yok; seviyesi, dağın profi lini aşmıyan bir plâtform. Hayır, burası bir saray değil, sadelik içinde lâtif bir ev. İşte, memleketin allahı burada oturuyor.
Eski Ankara, daracık evleri, kulübele ri, sıkışık sokakları, sayısız dükkânları, pitoresk kalabalığı ile bir Türk şehri ve bütün bunların üstünde, duvarlarının ihti- şamile, Ankara kalesi!
Şimdi, yeni Ankaraya girelim. Bura sı, muazzam caddeler üzerine sıralanmış kül rengi bloklar halindeki vekâlet bina- larile, itinalı üslûblarda inşa edilmiş se farethanelerle, her türlü asrî tesisatı ihtiva eden mekteb ve hastanelerile, büyük ve modern bir şehir...
140,000 nüfuslu Ankaranın muhtaç olduğu suyu tedarik etmek için birkaç ki lometre uzağa kadar gidilmiş ve Çubuk barajı yapılmış... Etrafında, gene bir or - man var. Herşeyin çabuk yeşerdiği bu memlekette, birkaç sene zarfında, bu kü çük ağaçlar hakikî bir orman haline gele cek.
Şehrin heyeti umumiyesine göz gezdir mek için, Ankarayı kuşatan tepelerden birine, Dikmene çıkalım. Şimdi, yağan karların seviyesindeyiz. Hava sert ve ha rikulâde şeffaf... Karlı tepelerin teşkil et tiği ufuk, semanın maviliği üzerinde irti
sam ediyor. Eserin azametini buradan
kavramak kabil... Yapıcının gayesi bura dan, daha iyi anlaşılıyor.
Birkaç sene içinde büyük ormanlarla çevrili büyük bir hükümet merkezi mey - dana çıkacak. Çölün yerini, hayat tuta - cak.
Ankara ovası, daha birçok mmtakalar gibi temizlenmiş, sıtmadan eser yok. Fa kat dahası var. Bir Türkiye haritasına ba karsak, demiryollarm nekadar süratle in kişaf ettiğini, Bağdad yolile Uzakşarka ulaşma projelerini, şehirlerin, kasabaların, yolların nekadar çabuk büyüdüğünü,' te rakki ettiğini derhal görürüz. H er taraf ta ayni direktifler tatbik ediliyor. Mesa - iyi kolaylaştırmak, yavaşlıkla, tembellik - le mücadele etmek, tek hedeftir.
,Ve bütün bunlar, bir tek adamın, et
—
-rafındaki müstahsil faaliyet unsurlarile birlikte ve bütün bir milletin elbirliğine, zekâsına, inkıyadına ve imanına dayana rak yarattığı eserlerdir. Güzel bir eser, muhteşem bir eser değil mi? Atatürk, bü yük yapıcılar arasında yer almıştır.
işte, eski Istanbula, bu modern Türki yenin candan takdirkârı olarak avdet et tim. Seyahatimi bitirmeden evvel, Dol - mabahçe sarayındaki Arkeoloji ve Tarih sergisini ziyaret ettim. Burada görülecek ve söylenecek çok şeyler var. Ben bilhas sa modern tarihten bahsedeceğim. Çün kü beni en fazla alâkadar eden o idi. Bu sergide, bütün Atatürk muahedelerinin, kanunlarının, kararnamelerinin fak simi- leleri bir araya toplanmış bulunyordu. Orada, bu yaratıcı mesai için sarfedilen devamlı vakit, devamlı enerji ve hariku - lâde fikri takib mükemmelen görülüyor du. Yeni bir millet, yeni bir halk yarat - mak, bütün fikirlerde ittifakı temin etmek, partisiz, grevsiz, kargaşalıktan azade bir idare tesis etmek, ihtilâfa düşmeden ka nunlar tanzim eden bir meclis kurmak, tek kelime ile bir Türk ruhu yaratmak, bütün bunlar çok güzel, çok gıpta edile cek işler!
Taha Toros Arşivi