I
|
E D E B İ Y A T
SOHBETİ
1
Türk şi’rinde
sonbahar
Ahmed Vefik Paşa Avrupada bu lunduğu zaman kendisine İstanbul- da mevsimlerin nasıl olduğu soru lunca: «Boğaziçi koridorunda mev simler yok, sadece lodosla poyrazın cilveleşmesi var» demiş. Sahi İstan- bulun bu iki hâkim rüzgârı Onye- dinci asırdaki şiir üstadı Nabiyi de tedirgin etmiş olacak ki Urfanın sıcak, fakat mevsimleri oturaklı ikliminden bu oynak beldeye ge lince «Hayriyei Nabi» deki İstanbul faslında herşeyini o kadar sena edip göklere çıkardığı İstanbulun yalnız ikliminden şikâyet ederek «Eğer havasında itidal olsa kimsenin baş ka beldelere bakmıyacağmı» söy ler:
İtidal olsa hevasmda eğer Gayri büldâne kim eylerdi nazar
O zamanın koskoca imparatorlu ğunda ev yaptırmağa değecek tek yerin sadece İstanbul olduğunu an latan şair yalnız orada ev yaptır mak istiyenin de kendi vücudünün sağlamlığına güvenmesi lâzım oldu ğunu ileri sürüyor:
Herkimin kim ola bünyâdı kavi Yapmasın gayri vilâyette evi
İşte ne kadar zamandır hep gö rüp duruyoruz; bu eşsiz İstanbulun baharı kışla yaz arasında paylaşılı- vermekte; yazı rüzgârlar yüzünden yalpalı geçmekte, kışı karayelin a- mansızlığile lodosun sun’î baharına göre münavebeleşmekte; yani işin kısası, oynak bahara, güvenilmez yaza, kararsız kışa karşı ortada en sağlam mevsim olarak sonbahaı kalmaktadır. Yağmurun en çok ou mevsimde yağmasına rağmen hafta lardanberi ne güzel günler görmek teyiz. Eskiler bir yerin iklimini övmek için: «Dört m ; ’simin hakki- le hüküm sürdüğünü» haklı olarak ileri sürerlerdi. İstanbulun dört mevsimi içinde bu meziyeti en çok sonbahar gösteriyor. Halbuki bi zim muasır şi’rimizde sonbahar sa dece verem timsali olarak anılır. Ağaçların sararıp yaprakların dö külmesi solup eriyen bir verem Kızı hatırlatmaktadır. Samizade Sezai Beyin sanılmasına rağmen Abditl- hak Hâmidin olduğunu kendi ağ zından işittiğimiz ve zaten öyle de olması lâzım gelen meşhur kıta:
Bir kızın hîn-i irtihalindc, Dolaşan handeyi cemâlinde, Andırır hâlet-i zevalinde, Ah ben sonbaharı pek severim. Tanzimat devrinin bu hükmüne Servet-i Fünun devrinin şiir bay raktarlığını yapan Tevfik Fikret de «ayların hevengi» demek olan «Âveng-i şühur» da eylülü anlatır ken yukarıdaki kıtayı aynen alıp: Ben bu teşbih-i zarı pek severim
Diye aynı kanaate iştirak âttiğini söyledi. «Fecr-i Âti» devrinde de Emin Bülend:
Cüda mesafede öksürdü sine-i eylül Diyerek sonbaharın bu ilk ayım bile öksürükten göğsü yırtılan bir verem gibi görmüştü Ahmed Haşim de:
Yazan
İsm a it H a b ib S ev ü k
* * * * *
i
olan ağaçların bu halini bir mazha riyet gibi selâmlar:
Snhn-ı çemende durma salınsın saba ile Âzûdcdir nihâi bugün berk ii bârdan Bizim eski divanlar «Bahariye» ler, kış için «Şitaiye» 1er, hattâ yaz için bile «Sayfiye» leı-le dolu oldu ğu halde hazan manzumeleri pek görülmez. Meğer bu hususta rekor kıran hiç akla gelmedik bir şairi mizmiş, On dördüncü asrın hüküm dar ve serdar şairi Kadı Burhaned- din .kendi zamanında yazılan altı asırlık ve biricik divanı Londramn Britlş Müezüm’ünde bulunuyordu. Çeyrek asır önce Ingiliz müsteş rikleri tuyu’larile bir kaç gazelini bastırdılar. Bereket versin beş altı yıl önce bunun fotoğrafla baskısı yapıldı. Meğer divan altı yüz sahl- felik âbidevî bir esermiş. Bu di vanda beş altı tane hazan gazeli var. Hazine manasına gelen «hiza- ne» yi kafiye yaparak o da kendi
sinden iki asır sonraki Baki gibi sonbaharı tabiatin bir altın hâzine si gibi görüyor:
Ne sevda düştü yîne bu hazâne Ki altun He doldurdu hizâne
Diğer bir gazelinde de anlatır ki hazan mevsiminin çok içli bir ma nası var. Ağaçlarda sararan yap raklar aşk uğruna o hale geldiler, o yaprakların âvâre âvâre düşüşle rini bir serserilik hikâyesi sanma malı. içli bir destan o:
Hazan ki her nefes evrakı ışkdan dem uıur Hikâyetiinü anun sanma sen ki
sorseridiir. Hazan mevsimi cennet gibi ,eğeı iç gözünle bakacak olursan anlar sın ki o ağaçları altın ve yerleri anber yaptı: '
Bihişti şimdi teferriic kıl ey kiişâdc basir Ki altun ©Hu ağâcı vü yirl
anberîdiir. Hazan derin düşündüren mevsim,
ayağının önüne dökülen yapraklar hayat varlığının kitab sahifeleridir: Veraklarun saluben âyagûna tutma ki hâr, Ki anla anlar isen ki vücûd
deftriidür. Dilimizde «sonbahar» ve «hazan» diye iki ismi olan bu mevsimin şi irleri de o iki isme göre iki ayrı hü viyet taşıyor. «Sonbahar» o mev simin hüzün tarafmı, «hazan» da altın dolu hazine cephesini anlatır, iki tarafın da hakkı var.
Düzeltme: 1 24 kasımda çıkan «Ocak, Ev, Ko nak» başlıklı yazıdaki bir kaç yan lışlık manaları büsbütün tersine çevirecek şekilde olduğu için özür dileyerek düzeltiyoruz: 1 inci sü tun 5 inci fıkranın 15 inci satırın daki «bilemedi» kelimesi «bilmişti» olacak; 2 nci sütun, 1 inci fıkranın sondan 2 nci satırındaki «sesini» kelimesi «semasını»; gene 2 nci sütunun son fıkrasının 1 inci satı rındaki «sonları» kelimesi «baş ları» olacağı gibi yazının en sondan 7 nci satırındaki «dünyamızı» ke limesi de «dinamizmi» olacaktır.
I. H. S.
Bir gamlı hazanın seherinde Diye bu en sağlam mevsimimizi bir hastalıklı gibi terennüm etmiş tir. Türk şi’rinde, biri giinün, diğe ri dünün olmak üzere iki . türlü ses veren Yahya Kemal, günün dilile yazdığı «Sonbahar» isimli şi’rinde bu mevsimi ömür yolunun son mer halesi gibi görerek onu İç titreten bir eda ile anlatıyor:
Yazdan kalan ne varsa olurken haşrü neşir Günler hazinleşir, geceler uhrevı-leşir; Teşrinlerin bu hüznü geçer tâ ilik lere. Anlar ki yolcu, yol görünür selvi-liklere. Evet sonbahar hayat sonunun bir remzi, bizim sonumuz da suya dü şen sonbahar yaprağı gibi sessizce bu dünyadan silinip gitmek değil mi?
Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya. Fakat büyük şair dünün sesile terennüme başladığı vakit iş deği şir. Zaten günün sesile yazdığının ismi «Sonbahar» iken eski tarzda yazınca isim «Hazan» olup nazım şekli gazel şekline bürünür. İki çe - şid şiirde yalnız isimlerle şekiller değil şiirlerin iç âlemi de birbirine benzemez. Neden? Yahya Kemal imparatorluk şairlerinin sıhhatli olduklarım en iyi farkedendi. K en di de «Hazan» gazelini yazarken tıpkı Baki gibi, hazanı altın varak lar serpen bir hazine gibi görür: Hazan ki durmadan evrakı sû-bc-sû
dökülür Hâzinesinden eteklerle reng-ü-bû dökülür Hazan, artık ne gam mevsimi, ne hayat sonu, aksine o tam coşkunluk zamanı; hazan ki ilkbahardan baş layıp yazla olgunlaştıktan sonra bütün meyvaları ve nimetleri geliş miş büyük tabiatin herşeyi yere indiriverip haşmetli bir ziyafet sof rası kurmasıdır, artık o sofrada al tın yapraklı ve yakut çehreli ır maklar bile mahzenlerinden boşan mış şarab seylâbeleri gibi akmakta dır:
Ne İnkırâz-ı behâran ki hân-ı yağ mada Şerâb mahzeni Cemden sebû sebö dökiilü! Evet imparatorluk şairi Baki d< en sıhhatli bir sesle hazanı öylı görmüş; ağaçların üstünden ırmağa dökülen yaprakları bir altın yağ muru gibi telâkki ederek:: Her yânadan ayağına altun akup
gelür Dedikten başka meyvaları ve yaprakları dökülmüş ağaçlara acı yacak yerde, tam onun zıddına, a- ğaeların onları atmasını, yükten ve külfetten kurtulmuş bir hafiflik gibi görüp, bu sayede esen saba j rüzgârile daha kolay sallanabilecek