• Sonuç bulunamadı

Tuncel Kurtiz:Bir çocuk adam...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Tuncel Kurtiz:Bir çocuk adam..."

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TUIMCEL KURTİZ: BİR ÇOCUK ADAM

BERAT GÜNÇIKAN

N

efesi göğüs kafesini zorladıkça daha da yaklaşıyor gökyüzüne. Kollan havayı dövüyor, gözleri kapalı. Şimdi, kanadının bir ucu sonsuzlu­ ğu yakalamış bir martı. Diğer kanadı, İznik Gölü’nün kıyılarında. Şeyh Bedreddin’in dü­ şünü taşıyor. Acı çöküyor hançeresine.

O artık burada değil. Galata’da, Kırım Kili­ sesi ’nin karşısındaki yüz metrekare ona yet­ miyor. O, Tuncel Kurtiz, dünyayı sırtlamış b ir adam. Karınca kararınca yaşamak da iste­ miyor. Serile serpile boylu boyunca yaşamalı yaşanacaksa eğer, “Ağaç gibi sessiz sessiz ve rahat”.

Herkesin hayatı kendine midir acaba? Ko­ n u Tuncel Kurtiz olduğunda “he” demek zor

bu soruya. İzmit’in tenekeli mahallesinden, Afrika’nın rüyalarını birbirine anlatarak ya­ şayan kabilesine kadar soluğunu tutan birisi­ nin hayatı kendine bırakılabilir mi? Bu soru­ ya da “hayır” demeli...

Yolculuğu İzmit’in Bahçecik nahiyesinde başlıyor Kurtiz’in. Tam da bin dokuz yüz o- tuz altının bir şubatında. Rasgele bir doğum değil bu. İşin içinde aşk var. Nahiye Müdürü

Vâlâ Kurtiz, Müfide O ğuz’a âşık olmasa, Müfide öğretmen aşk için tenekeli mahallede oturmaya rıza göstermese ne Tuncel olacak ne de iki kız kardeş. İnsanın babası, mülki er­ kândan olunca da bir sokak, bir ev, bir okul dar geliyor, bırakıyor kendini yollara. Bahçe- köy, Kırıkkale, Reşadiye, Kandıra ve Pasof... Üstelik, Vâlâ Bey, artık kaymakam. Reşadi­ y e ’deki evleri, Devamı 6. sayfada

(2)

6

CUMHURİYET DERGİ

Kaos

Kaostan korkma Kaosun zor

Kaosu yaratm ak en zor Yalancı bir kaos değil Kaostan çok şey oluşur Kaos durmadan devinir Değişir

Bir kaos belirdi harikulade Her elektronu çalışıyordu Uyku anında da çalışıyordu Tiyatroda bunu oynamak A ktörler korktular

Bu ne? Bu dans mı? Şiir mi? Opera mı dediler Kaos kaos Kaos doğuruyor Acı çekeceksiniz Zor Kolay. T. KURTİZ

“Bütün evren tüm

ayrıntılarıyla bir insan

gibidir. Her ne aranırsa

insanda bulunabilir...”

Şeyh Bedreddin ya da Tuncel Kurtiz

1. sayfadan devanı

bahçesinde. Mustafa Sarısözen’le âşıklarının toplanıp meşk etmeleri, bu meşkin plağa alın­ ması, saz şairlerini ilk kez yakından görüş ola- rak sızıyor Tuncel’in anılarına. POSOF'TAN DETROİT'E...

Kaymakam Vala Bey’in duraklarından biri de Posof. Kandıra'da bazı ağalarla uyuşama- manın bedeli de bu işte. Tuncel için, Bulgar dağı geçit vermese de Posof bir özgürlük diya­ rı . Ata bi niyor, kızakla kayıyor. Oyunlarından birisi de Hazreti Ali’nin Hayber Kalesi. Vala Bey, dil sınavlarıyla birlikte şehircilik üzerine bir burs kazanmasa değil iki buçuk, belki on­ larca yıl kalınabilir bu beyaz kentte. Kurtizler için altı ay da Ayvalık’ta konakladıktan sonra sırada Amerika yolculuğu var. Burs değerlen­ dirilecek.

On yaşındaki T uncel ’i şık mı şık giydiriyor­ lar. Sırtında trençkotu. ayağında bir çift yeni pabuç ve kısa pantalon. Saçlarsa bir numara. Amerika, kendisini köy çocuğu diye tanımla­ yan, sinemayı bile ancak akraba ziyaretleri i- çin İzmit’e, İstanbul’a geldiği zaman görebi­ len Tuncel için aklın sınırlarını zorlayan bir ül­ ke. Üstelik de herkes uzun pantolonlu. Detro- it’te bir fukara mahallesinde ev tutuluyor. Va­ la Bey’in maaşıyla geçinilemeyeceği ortada. Bu yüzden Müfide Hanım, ütücülük yapıyor, sonra da hemşirelik.

Yabancı bir dille başlayan kültür şoku, okul arkadaşlarının “Glu glu Turkey” alaylarıyla sabrını taşırıyor Tuncel’in. Çıkan kavgada kendisine boks yapmaya çalışan siyah derili Richard’ı, el ense çekip yere yatırıyor. Çinli bir çocuk ondan yana çıkmasa belki daha da büyüyecek kavga. “Bunlar nasıl insanlar" di­ ye soruyor Çinli çocuğa, yarım yamalak İngi­ lizcesiyle “ Sen bana yardım ettin. Çinli ve düşmanım olduğun halde”. Bir yandan da ağ­ lıyor.

Ağlamak çözmüyor yabancılığı, yalnızlığı da. Vâlâ Bey, okuması için Şehzade Simbad'ı, Bir Eşeğin Hatıratı’nı, Doğan Kardeşler’i alı­ yor ama, T uncel çoktan keşfetmiş okuması ge­ reken kitabı, “ Bozkurtların Onuru”. Yıllar sonra geriye baktığında onu Amerika’da a- yakta tutanın bu kitap olduğunu keşfediyor. İstanbul’a döndüğünde sırtında oduncu göm­ leği var.

Saçları uzun, yanında da bisikleti. Başarılı biröğrenci, dünyayı tanıyor, matematikte ileri ama. Türkiye’den de bir diploma alması gere­ kiyor. Teyzesi Vasfıye Hanım’ın öğretmenlik yaptığı okulda giriyor sınavlara. Hayat Bilgisi dersinin sorusu "Kahve nasıl pişirilir?” Zayıf olduğunu, kendisine iltimas geçildiğini hisse­ diyor Tuncel, utanıp sıkılıyor. Acı çekiyor. Çünkü hep onun yaptığı kahveyi içiyor anne­ annesi.

Amerika dönüşü Vâlâ Bey önce Silifke.

sonra Tarsus, oradan da Edremit kaymakamlı­ ğına atanıyor. Haşim’in şiirlerini dinlediği e- debiyat öğretmeni Fikri Bey ve K azdağı’yla tanıştıran Şahin öğretmen; sanatla randevusu Edremit’te gerçekleşiyor Tuncel’in. En başa­ rılı kompozisyon öğrencisi o şimdi. Orhan Ve- li’yi, Sabahattin A li’yi, Orhan Kemal’i oku­ yor. Duvar gazetesine de hikâyeler yazıyor.

Birgün okulun penceresinden Kazdağı’nın tepelerine kar düştüğünü görüyor Tuncel. "Hadi” diyor arkadaşlarına, "dağa gidelim” . Öğlene doğru başladıkları yolculuk onları an­ cak akşam ulaştırıyor kara. Soyunup gömlek­ lerinin içine kar dolduruyorlar. Karanlıkta dönmek hem zor hem de zaman alıyor. Ailele­ ri ise merak içinde. Hem onlar hem de jandar­ ma kar kaçaklarını arıyor. Tuncel, eve girip babasının karşısına geçiyor. Vâlâ Bey’in göz­ leri öfkesini anlatmaya yetip de artıyor bile. Gömleğinin içindeki karı “Bak kar" deyip ba­ basına atıyor ve odasına kaçıyorTuncel.

Tayin yorgunu Vâlâ Bey. bu kez Gediz Kay- m akamlığı’nda soluklanıyor. Tuncel’in bu defaki edebiyat öğretmeni Muharrem Barut. Ondan da öğrenecekleri var. Halkevi’tıin ki­ taplığı ise bir hazine. Zola. Stendhal, Goıki. Tolstoy... Tuncel artık çılgın bir kitap okuyu­ cusu. Okuldaki bir başka başarısı ise atletizm­ de. Kitap okuduğu çılgınlıkta koşuyor.

Her yıla neredeyse iki kentin düştüğü orta­ öğrenimini İstanbul’da, Haydarpaşa Lise­

si’nde tamamlıyor Tuncel. İlk hafta sonu ka­ çamağını Beyazıt’a. Sahaflar Çarşısı’na yapı­ yor. Şehir Tiyatrosu'nda ilk izlediği oyun ise Fortuna. Hayata Galata ve çevresinden bak­ maya başlaması ise uzun sürmüyor. Lise bitti­ ğinde oğlunu Hukuk Fakültesi’ne yazdırıyor Vâlâ Bey. iki ay sonra hukuk okumaktan vaz­ geçiyor Tuncel, İngiliz filolojisine geçiyor.

İstanbul, tiyatro ve şiir...

Nerede ve nasıl olursa olsun yazma tutkusu da bu yıllarında yön veriyor yaşamına. Şölen dergisinde bir hikayesi yayımlanıyor, "Tag- lio". Edebiyat matinelerine katılıp şiirlerini o- kuyor:

Ben martn 'la bir gece sarhoş konuştum diiın anın yu ı cırlak olduğunu söyledim ama inanmadı

güneşe uçtu...

Öğrenim gördüğü liselerin hiçbirinde tiyat­ ro kollarına girmiyor Kurtiz. Çünkü onun için daha çok bir ayin tiyatro. Sıra aralarına, ders boşluklarına sığdırılamayacak kadar gür sesli bir ayin. Gürkal Aykan’ın gelip A tıf Kap- tan'ın yöneteceği piyeste Kaptan Bartleth ro­ lünü önermesiyle o da ayinin eşiğinde bulu­ yor kendisini. Ama, gerçekleşmeyecek bir proje bu. Belki de buna duyduğu tepkiden otu­ rup "Beş Gün"ü çeviriyor. Bu. sarı ve mavi or­ duların savaşını, bir sarı esirin, mavi bir asker tarafından esir kampına götürüldüğü beş günü

(3)

12 ŞUBAT 1995. SAYI 464

İNSANLAR 7

anlatan bir oyun. İlk sahnelenişine Eminönü Öğrenci Lokali’ndeki edebiyat matinesinin müdavimleri tanık oluyor. Müzik ise bir ağız mızıkası ve sahne arkasında sandalyeye vuru­ larak tutturulan ritim. Gençlik Tiyatro- su’ııdaki “ Büyük Allah Brovvn’dan sonra ilk profesyonel oyunculuğu Dormenierde yaşı­ yor Kurtiz. Oyunun ismi “Zafer Madalyası". Bu oyun, ikisinin de bir türlü istediklerini ger­ çekleştiremediği, örneğin bir çocuk tiyatrosu kuramadıkları, ondan da öte beraber ev tutma­ yı bile başaramadıkları dostu, Erol Günay- dın'ı taşıyor ona.

Sırada, MünirÖzkuTun tiyatrosu var. Önce sahne amirliği, ardından Sevgili Gölge, Gene­ ralin Aşkı ve Yağmurcu’da oyunculuk... Öz- kul'dan da öğreneceği çok şey var Kurtiz’in. Öğreniyor. Tiyatro kapanıyor, işsiz kalıyor. Pek uzun sürmeyecek, o da öğrenecek işsizli­ ğin bir tesadüf olmadığını. Neredeyse her ti­ yatronun iki oyundan sonra kapandığını, oyun sahnelemenin zorluğunu, sahnelense oynana­ cak salon bulunamayacağını anlayacak. “ Ye­ ter artık” deyip bir sirkte takdimcilik işi buldu­ ğu sırada yeni birtiyatronun kurulacağı haberi geliyor Kurtiz'e. Bu bir turne tiyatrosu. Üç o- yunla, Yağmurcu, Samanyolu ve Saygılı Yos- m a'yla Anadolu dolaşılacak. Ekipte Kurtiz’le birlikte Sedetı Kızıltunç, Oğuz Oktay, Nuret­ tin Sezer ve Orhan Aydın var. İlk durak İzmit. Onları yollara döken tiyatro sevgisini, heyeca­ nı bu ilk oyunda ancak on iki seyirci paylaşı­ yor. Kandıralı Nurettin Sezer’in önerisi turne­ yi kendi memleketine taşımak. Gidiyorlar. Sa­ manyolu ve Yağmurcu'yu sahneleyip biraz para kazanıyor, sonra da ödünç aldıkları ciple Eskişehir’e hareket ediyorlar. Eskişehir’de de onları bekleyen düş kırıklığı. Oynayabilecek­

leri bir sahne bulunamıyor bu koca kentte. Şe­ ker Fabrikaları ve Öğretmen Birlikleri’yle an­ laşarak sürdürebiliyorlarturneyi.

Sinemalar, büyük kahveler, Tire’de sekiz yüz kişilik seyirci, Torbalı’da karşılaşılan e- debiyat öğretmeni Fikri Bey; ağlaşmalar, u- mutlar, düş kırıklıkları ama ille de coşku için­ de tamamlanıyor bu serüven. Para kazanılmı­ yor değil. Turneye çıkarken alınan borçlar ö- deniyor hiç olmazsa... İstanbul’a döndükle­ rinde Haldun Dormen’in “Taşralı Kız”ı sah­ neleyeceğini öğreniyor Kurtiz. Gidip görüşü­ yor. Dormen, “ Hangi rolü oynamak istersin” diye soruyor. Onun gönlünde yatan sahne a- rniri rolü. Onu istiyor. Bu kez, ona verecek pa­ rası olmadığını söylüyor Dormen. O ise staj­ yerlere verilen paraya da razı. Karşı çıkıyor Dormen, “ Bu sömürü olur ama” . Şehir Tiyat- roları’na gidip bu kez Muhsin ErtuğrulTa ko­ nuşuyor. Yapmak istediklerini anlatıyor Er- tuğrul’a. “Adana’ya git” yanıtını alıyor ama gidemiyor. Çünkü sevgilisini bırakamıyor. Sonunda figüran olarak giriyor bu tiyatroya.

Artık farkında Kurtiz, aktör oluyor. Başka da çaresi yok. Kentcrlerin bir oyuncu aradığı­ nı duyuyor. Rol, şişman, iri yarı birini gerekti­ riyor ama kimin umurunda. “ İşsiz bir aktö­ rüm” diyor o kadar. Teks eline tutuşturuluyor. Onu, kadroya alınma, Nalınlar ve Martı oyun­ ları izliyor. Uzun sürmüyor, bu tiyatroda ka­ panıyor. Ayı Masalı’yla Dormenlere dönü­ yor. Yine Erol G ünaydın’la beraberler. Hem yersizlikten hem de zamansızlıktan sabah altı­ da başlıyorlar provaya. Günaydın’ın annesi “ Baban da bu saatlerde ava giderdi” diyor bir sabah “Ama, hiç olmazsa iki ¿rdekle gelirdi

0

1

>3

0 <3

S

Jf

1

Haldun Dormen’in tiyatrosunda “ Daktilo-►

1- Lenıan C afe’de düzenlenen 59. doğum gününde,yine Şeyh Bedreddin.

2- Bedreddin bu kez Şaman giysileriyle. 3-H ergiin on dakika zurna çalıyor Kurtiz. 4-Kuzunun Gülücüğü film iyle kazandığı Gümüş Ayı Ödülü 'nü Gina Lollobrigida 'daıı alırken fısıldıyor, “Sizi hep sevdim... ”

(4)

8 İNSANLAR

CUMHURİYET DERGİ Kaldırılıyor da. Hem oyun sahneleniyor hem de para kazanılıyor artık.

Bu paralarla Aksaray’da Küçük-Opera Sah­ nesi kiralanıyor. Haftada oynanan oyun sayısı on yedi. A nkara’da da bir kadro var ama en ö- nemlisi altmış beş kişilik turne grubu. Komis­ yon, Teneke, Pir Sultan Abdal, 141-142 sah­ neleniyor. Önce bombalı saldırı, arkasından yangın her şeyi altüst ediveriyor. Bir de “as­ ker kaçağı” ihbarı yapılıyor Kurtiz hakkında. Askere alınıyor. Bir yılını öğretmen olarak M uş’ta geçiriyor.

Dönüşünde onu bekleyen bildik, alışıldık bir durum, yani tiyatrosuzluk, yani işsizlik. Yılmaz G üney'le birlikte “ Umut” filminde oynuyor. Film, Cannes Film Festivali’ne gön­ deriliyor. Kurtiz de festivalde filmin temsilci­ si. Yıl da bin dokuz yüz yetmiş bir ve o Türki­ ye’ye dönmüyor.

Aziz Nesin, Çetin Altan yazılarıyla destekli­ yor oyunu. Sahne dekorunda kullanılan kari­ katürler ise Nehar Tüblek, Yalçın Küçük, Ali Ulvi ve Mıstık’a ait. Müzik A rif Erkin, afiş Sa­ vaş Dinçel’in. Oyunu Ankara Meydan Sahne- si’nde sahnelemek için izin isteniyor. Önce Samanyolu’nun kadrosu yer alıyor sahnede. Perde Devr-i Süleyman için açılamıyor. Polis Kanunu’nun 5559. maddesine dayanarak ya­ saklanıyor çünkü. Kadroda kimler mi var? U- mur Bugay, Müjdat Gezen, Levent Dönmez, Mustafa Alabora, Erdoğan Akduman... Kadın oyunculardan Ankara’ya gelebilenler ise kon­ somatris Nuray, figüran Türkan ve tezgâhtar Nazan. Danıştay’a başvuruluyor yasağın, da­ ha doğrusu 5559. maddenin kaldırılması için.

“Üçünüzü de Mıhlarım '' filminde Hayati Hamzaoğlu 'yla. G en-A r’dasahnelenen “Hava Gazı "oyununda Tijen P a r’la.

lar ve Kaplan” ı sahnelemeye başladıklarında artık beğeni­ len, aranılan bir oyuncu Kur­ tiz. Üniversite yıllarından ta­ nıdığı, sevdiği anlaştığı Yıl­ maz Güney bu sıralarda yeni­ den çıkıyor karşısına. "Bırak tiyatroyu” diyor “Sinema ya­ palım” . Konyakçı Kabadayı­ lar Kralı. Üçünüzü de Mıhla- rım ’ı çeviriyorlar birlikte. Si- nem a'da da başarılı bir karak­ ter oyuncusu olarak kabul edi­ liyor ama o henüz tiyatrodan kopabilmiş değil. Gülriz Suru- ıi'y e gidip hazırladıkları o- yundaoynamak istediğini söy­

lüyor. Rolü. Teneke’nin Murtaza A ğa’sı. Şe­ yi re i ve diğer sanatçı 1 ar i Ik gece koy uyorl ar ta­ nıyı. "Kurtiz çok önemli bir oyuncu” .

Neden bilinmez, başarı kendi anlatımıyla “şımarıklığı” taşıyor yaşamına. Sert yapısına bir de alkol ekleniyor. İzmir’de bir günde âşık olup evleniyor Engin'le. Engin'in bir elinde tenis raketi diğerinde Albert Cam us’un Ya- bancı'sı. Bir yıla kalmadan bir de kızları olu­ yor'. Gülriz Sururi yeni oyununda oynamasını istiyor Kurtiz’den ama o Lütfü A kad’ın Su­ ruç’ta çekeceği "Hudutların Kanunu” filmini yeğliyor. Çekimler bitip İstanbul’a döndü­ ğünde onu bekleyen yine işsizlik. Erol Günay­ dın da Kemerlerde oynuyor o sıralar. Cahit İr­ g a tla A m avutköy’de içilen bir rakının ardın­ dan Nâzım Hikmet in "Yolcu”sunuoynamayı kararlaştırıyorlar. Makasçı rolü Erol Günay- dın’ın. Bir taksi gönderiliyor Günaydın’ın e- vinc. Şoförün eline tutuşturulan kısacık bir mektupla iletiliyor karar. G ünaydın’dan gelen yanıt “olur” . Her şey iyi de nasıl sahnelenecek bu oyun? Birileri destek olmalı. Kurtiz. Muh­ tar K ocataş'la konuşuyor. Onun da yanıtı ko­

caman bir “evet” .

Afişini Zeki Alasya’nın yaptığı oyun Gen-Ar Tiyatro- su’nda sahneleniyor. Profes­ yonel ilk rejisörlük denemesi bu Kurtiz’in. Büyük bir ilgi görüyor. Sırada yine turne var. Bu kez ekiptekiler Suna Kes­ kin, Nevzat Şenol, Erol Gü­ naydın, Cahit Irgat ve Kurtiz. Yolcu sadece Ankara ve Gire­ sun'da sahnelenebiliyor. Di­ ğer kentlerde yasak.

Dönüşte yine kaçınılmaz son; işsizlik ve parasızlık. Çağrı Gülriz Sururi’den geli­ yor. Fatih’te bir tiyatroda Ay­ dın Engin’in “A ykırf’sı sahnelenecek. Kurtiz şart koşuyor, “ Bu oyunda Engin de oynaya­ cak” . İkinci oyun ise “ Kelepçe” . Daha Aykırı oynanırken işler iyi gitmiyor ve yine tiyatro kapanıyor. Kurtiz’in başı ise hâlâ alkolle bela­ da. Provalara geç geliyor. Her rolü kolay oy­ nadığını, her şeyin çok kolay olduğunu fark et­ menin bir sonucu bu. “ Bu noktaya o kadar ko­ lay geldin ki” diyor Engin Cezzar, “ Daha ne istiyorsun?”

Devr-i Süleyman ,

“ Başka bir şey” . Tuncer Kurtiz’in bütün is­ tediği işte bu. Büyük bir tiyatro kurma çabala­ rı da bu başka bir şey için. Tiyatro, Ankara’yı, İzmir’i, başka kentleri de içine alacak. Aydın Engin oturup Çoban Süleyman’ı yazıyor. Bir yandan Samanyolu’nda oynuyor diğer yan­ dan da gece sabahlara kadar prova yapıp bu yeni oyuna hazırlanıyorlar. Üstelik para yine sorun. Kurtiz, dayısından yirmi beş bin lira alı­ yor. Yıl, bin dokuz yüz altmış sekiz. Çoban Süleyman, “ Devr- i Süleyman” adıyla Ulvi U- raz Tiyatrosu’nda sahneleniyor. Ilhan Selçuk, ... 1992yılında şubatın onunda uçmak diyor uçmaya çalışmak uçmaya alışmak dalışlar yapm ak siizülebilmek enginlere güneşi duyabilmek

Otuz beş yaşında siyah pantalonlu şimdi buradaydı şimdi gitti şimdi...

Avrupa’da bir gezgin

Göteborg Şehir Tiyatrosu, Stockholm Kra­ liyet Tiyatrosu, İsveç Devlet Tiyatrosu, Ber­ lin Schaubiihne Tiyatrosu, Frankfurt Şehir Ti­ yatrosu, Peter Brook C.I.T.T. Shakespeare KraliyetTiyatrosu ve Hamburg ŞehirTiyatro- su. Kurtiz artık A vrupa’da bir tiyatro gezgini. Ama, sinemada unutulmuş değil. İsveç’te Gül Haşan filminin hem rejisörlüğünü, hem senaryo yazarlığını, hem oyunculuğunu hem de prodüktörlüğünü üstleniyor. Onu Otobüs izliyor. Ölüm Yolu isimli E-5 karayolunu an­ latan filmin hazırlıkları sırasında Yılmaz Gü­ ney’in kendisini aradığını öğreniyor. O sıralar Türkiye'de iktidar olan Ecevit. Türkiye’ye dönüyor. Güney’i ziyarete gidiyor cezaevine. “ İhtiyar” diyor Güney, “ Siirt’e gidiyorsun. Sakal bırak”.

Sürü’niin çekimleri tamamlandığında geri dönüyor Kurtiz. ikinci kez “ Kanal” için geli­ yor. Ingm arBergm an’dan sonra ilk kez kendi­ sine verilen üç aylık sinema bursunu değer­ lendirmek isterken bir teklif de Erden Kı- ral’dan alıyor. “ Bereketli Topraklar” çekile­ cek bu kez. Kurtiz’in bütün birikimi üç yüz bin mark. Bu para, film için kullanılıyor. Geri dönüşü olmayan bir kullanım bu. Ondan

(5)

12 ŞUBAT 1995. SAYI 464

Yıl 1939. Annesi Müfide Hunim ve babası Vâiâ Bey ’le birlikte...

ra da nereye çağırırlarsa film için oraya gidi­ yor Kurtiz.

“ Kuzunun Gülücüğü” filmi, bin dokuz yüz seksen altı yılında Gümüş A yı’yla ödüllendi- rilse de yaşamında pek fazla şey değişmiyor. Kendi anlatımıyla para için aptal filmlerde oy­ nuyor. Berlin'de bohem yaşıyor, şiir, deneme yazıyor. Bazen bin beş yüz dolar kirayla villa­ larda oturuyor bazen de altmış marklık bod­ rum katlarında. Kediler, müzik, kuşlar, kafes­ ler, ay inler bütün yaşamı bu...

İşte bu günlerde yeniden çocukluğunda ba­ basının eşyaları arasında bulduğu Nâzım Hik- m et’in “Şeyh Bedreddin D estanf’na sığını­ yor. Başka yerlere götürmeye başlıyor onu Bedreddin. Biçimsel olmuş her şeyden kaçıp bilmediği şeyi arıyor. Ortaya aşkla, sevgiyle örülmüş bir oyun çıkıyor. B irgündeüç şehrini dolaşıyor Almanya’nın. Bir şehirde Tuncelili Alevi lerle yorumluyor Bedreddiıı’i. Bir başka şehirde M ersin’den gelen işçilerle. Sabah altı­ da yola koyuluyor, akşam bir tabak kuru fasul­ ye ve iki şişe birayla soluklanıyor. Ancak kim­ seler anlamıyor bu özveriyi. Altı yüz kişilik spor salonunda yapılan prömiyerden sonra bir Türk, “Oyun bize iki numara büyük geldi abi ama" diyor, “Almanlar çok alkışladı”. Anla­ şılmayan onun tiyatroya nasıl baktığı. Herkes kalıplara sokmaya çalışırken o isliyor ki ala­ bildiğince kalıpların dışına çıksın. Köklerini unutmasın ama kalıpların dışında kalsın.

Para sorunu hiç bitmiyor Kurtiz’in. Sadece bu sorunu çözmek için N orveç’te bir dizide oynuyor. Bu dizide Arap silah tüccarı rolünde. Arapça, İngilizce, Alınanca ve Norveççe. Bu dilleri öğrenmek zor ama üstesinden geliyor. Bedreddin’i en son Viyana’da altı kadın oyun­ cuyla birlikte sahneleyip Türkiye'ye dönüyor. Bedreddin’in Türkiye’deki ilk gösterimi Çi­ çek Bar’da gerçekleştiriliyor. Taksim Par- kı’ııda, Yerebatan Sarayı'ııda yineliyor. Ama

kadroyu dağıtmak zorunda kaldığı için tek ba­ şına oynuyor artık Bedreddin’i. O günden bu yana iki ya da üç kez gidiyor Berlin’e. O da sa­ dece iş için. Ayakları onu Y eşilköy’e bile taşı­ mıyor.

Yine film çeviriyor. Ağrı D ağı’yla Altın Koza, Bir Aşk Uğruııa’yla Altın Portakal alı­ yor ama kendi projeleri için para bulamıyor. Direniyor. Çünkü Devlet ve Şehir Tiyatroları ona göre değil. O, devletin tiyatrosunun olabi­ leceğine inanmıyor. Şeyh Bedreddin’in CD ve kasedini hazırlıyor. Ve hâlâ arıyor. Neyi mi? İnsanların özgür yaşayabileceği, sözleri­ ni söyleyebilecekleri, küçüğün büyükle, zayı­ fın kuvvetliyle bir arada yaşadığı, G alata’nın ara sokaklarındaki çırakların okula gitme öz­ gürlüğü taşıdığı bir dünyayı belki de. Bütün bu arayış, acıyı da taşıyor beynine. Ama, bili­ yor ki acı olmadan tatlı, gündüz olmadan gece olmuyor. Bildikçe çoğalıyor acılar ama o yine de gizlenmiyor.

Neden Galata?

Neden Kırım Kilisesi’nin karşısındaki o ah­ şap merdivenli ev? Haydarpaşa Lisesi’nde o- kurken karşı kıyıdaki ışıklara duyulan sevgi bu. Okuldan kaçıp meyhaneye, tiyatroya gidi­ len günlerin anısına da sahip çıkma. Yüksek K aldırım’daki kitaplar, kiralık smokin ve fraklar, yeni dünyalar, yeni pencereler, şapka­ cılar, Lord Byron şiirleri... Arada sırada da ol­ sa kitaplarını çaldığı H achette’ye geç kalmış teşekkürler. İlhan Berk, Attilâ İlhan, Özdemir Asaf, Cemal Süreya... İşte Galata bu. Araya giren yirmi iki yıllık zaman zaman gönüllü, za­ man zaman gönülsüz sürgünden dönülen yer.

Uçmalarını unutmamak gerekir Kurtiz'in. Her sabah bir saat yinelenen bir ayin bu. Uç­ mak, sonsuza ve gücünün yettiği kadar, sürü­ nürken, son nefesini verirken bile uçmaya ça­ lışmak...

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Emin Âli Türkgeldi, sedaret müsteşarı ve «Görüp İşittiklerim» müellifi merhum Ali Fuat Be­ yin oğlu ve hâlen İstanbul me- bıısu Celâl Fuat Türkgeldinin

CD40 antijeninin de Kaposi sarkomu patogenezinden sorumlu ola- bileceði düþünülmüþtür(22).Bir çalýþmada mikobakterilerin Kaposi sarkomu geliþiminde rolü olabileceði

Solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle yapılan incelemeler sırasında Morgagni hernisi tanısı konulan bir yaşındaki olgu, kliniğimizde 4 aylık iken sağ inguinal herni

re, belediye ve mücavir alan sınırları dışında ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine

Tabancayla düello edeceğini sanan Furgaç, kılıç şartım duyunca donaka­ lır, çünkü kılıç kullanmayı bilmemek­ tedir.. Ona üç aylık bir

Rumeli’nin Türkiye’de kalan tüm b ölg eleri, A n a d o lu ’nun Adalar, Ege Denizi üzerinde tak­ riben İzmir mmtıkasmm başla­ dığı yerden Manyas Gölü'nün

Burada bahsi dur durarak, dilenciliği kanun men ettiğine göre, Beyoğlu caddesinde öğle üzeri bir takım genç çingene kadınlarının nasıl olup da böyle

Bu tür nakil, artropodların kan em- meleri esnasında patojenleri tükürük sekresyonlarıyla omurgalılara nakletmesidir (bazı Trypanosoma spp.’nin Glossina