• Sonuç bulunamadı

Yapıştırıcı simanlarda polimerizasyon sonrası oluşan hava kabarcıkları, çözünürlük, su emilimi ve sıkışma direncinin incelenmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yapıştırıcı simanlarda polimerizasyon sonrası oluşan hava kabarcıkları, çözünürlük, su emilimi ve sıkışma direncinin incelenmesi"

Copied!
137
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNÝVERSÝTESÝ SAÐLIK BÝLÝMLERÝ ENSTÝTÜSÜ

YAPIÞTIRICI SÝMANLARDA POLÝMERÝZASYON SONRASI

OLUÞAN HAVA KABARCIKLARI, ÇÖZÜNÜRLÜK, SU

EMÝLÝMÝ VE SIKIÞMA DÝRENCÝNÝN ÝNCELENMESÝ

Dt. Meral ARSLAN MALKOÇ

DOKTORA TEZÝ

PROTETÝK DÝÞ TEDAVÝSÝ ANABÝLÝM DALI

DANIÞMAN

Doç. Dr. Müjde SEVÝMAY

(2)

T.C.

SELÇUK ÜNÝVERSÝTESÝ SAÐLIK BÝLÝMLERÝ ENSTÝTÜSÜ

YAPIÞTIRICI SÝMANLARDA POLÝMERÝZASYON SONRASI

OLUÞAN HAVA KABARCIKLARI, ÇÖZÜNÜRLÜK, SU

EMÝLÝMÝ VE SIKIÞMA DÝRENCÝNÝN ÝNCELENMESÝ

Dt. Meral ARSLAN MALKOÇ

DOKTORA TEZÝ

PROTETÝK DÝÞ TEDAVÝSÝ ANABÝLÝM DALI

DANIÞMAN

Doç. Dr. Müjde SEVÝMAY

Bu araþtýrma Selçuk Üniversitesi Bilimsel Araþtýrma Projeleri Koordinatörlüðü tarafýndan 09102035 proje numarasý ile desteklenmiþtir.

(3)
(4)
(5)
(6)
(7)
(8)
(9)
(10)

1.GİRİŞ

Kaybedilen dişlerin ilkel protetik restorasyonu M.Ö. 2500 yılına kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. Mouton tarafından 1740 yılında ilk altın kronların yapımından sonra 1800’lü yılların başından itibaren sabit protetik restorasyonlar geliştirilerek estetik diş hekimliğinin de temelleri atılmıştır (O’Brien 2002).

Kaybolan diş dokusunu yerine koymak, estetik, fonksiyon ve fonasyonu iade etmek üzere diş hekimliğinde yoğun çalışmalar devam etmektedir. Günümüzde mevcut olan seramik tipleri ve fabrikasyon tekniklerinden, hangi sistemin daha uygun olduğu konusunda araştırmalar sürmektedir. Son derece estetik olan seramik restorasyonun başarısı, ancak doğru seçilen yapıştırıcı siman ve simantasyon tekniği ile bütünleşecektir (Altuntaş 2007 ).

20. yüzyılın başlarında diş hekimliğinde kullanıma giren dental simanlar çinko oksit fosforik asit, çinko oksit-ojenol ve silikat cam-fosforik asit olarak sıralanabilirler. Daha sonra poliakrilik asit esaslı simanların gelişimine ışık tutacak çinko polikarboksilat ve cam iyonomer simanlar kullanıma sunulmuştur (Dökmez 2006).

Zaman içerisinde kullanılan simanların ağızdaki kuvvetlere karşı koyabilmesi için güçlendirilmesi gerektiği ortaya çıkmıştır. 1950’lerin başlarında metil metakrilatların geliştirilmesine rağmen, rezin esaslı simanlar yüksek toksisiteleri nedeniyle rutin kullanıma girememişlerdir. İlk defa Bowen tarafından 1956 yılında amalgam dolgulara bir alternatif olarak geliştirilen rezinler; kimyasal ve fiziksel yapısı hibrit monomerlerle güçlendirilerek 1970’li yıllardan beri estetik ve fiziksel özelliklerinden dolayı diş hekimliğinde güncel olarak kullanıma girmiş, ilerleyen tarihlerde ise restoratif amacın yanı sıra yapıştırma için de kullanılmaya başlanmıştır (O’Brien 2002, Soh ve ark 2003, Dökmez 2006).

Tam seramik restorasyonların simantasyonunda hem seramiğe hem de diş dokusuna daha iyi bağlanan rezin simanların ve dentin bonding ajanların kullanılmasıyla, restorasyonun tutuculuk sorunu ortadan kalkmış ve aynı zamanda seramiğin güçlendirilmesi sağlanmıştır. Rezin simanlar inley, onley ve laminate

(11)

Son yıllarda restoratif diş hekimliği alanında yapılan çalışmaların çoğu, çeşitli sebeplerle diş sert dokularında meydana gelen madde kayıplarının tedavisinde daha güvenle kullanılabilen estetik restoratif materyallerin ve yöntemlerin bulunması üzerinedir. Bir restorasyonun estetik görünümü; form, yüzey yapısı, renk ve ışık geçirgenliği ile oluşmaktadır. Sabit protetik restorasyonların başarısını etkileyen esas faktörlerden biri de restorasyonun dişe tutunmasını sağlayan yapıştırma işlemidir (Dökmez 2006).

Literatür genel olarak incelendiğinde simanlarla ilgili ayrıntılı laboratuar çalışmaları yapılmış olmasına rağmen, klinikte uygulanan simantasyon işlemi sonrasında restorasyon ve diş dokusu arasında kalan simanın son durumu hakkında bilgi oldukça kısıtlıdır. Bunlardan en önemlisi simantasyon sırasında oluşacak hava kabarcıklarıdır. Klinik uygulamada simantasyon için kabul edilen metot; siman karışımının restorasyonun iç yüzeyine dikkatlice ve homojen bir yapıda sürülmesi ve restorasyonun dişe uygulanarak ısırma basıncı altında taşmasını sağlamaktır (Shillingburg ve ark 1997). Bu yöntemle simanın içyapısında hava kabarcıklarının oluşması sürpriz değildir. Bu aşamada önemli olan bu hava kabarcıklarının ne kadar olduğu ve hangi bölgede yoğunlaştığının tespit edilmesidir. Bu sorunun cevabı halen tam olarak verilememektedir.

Çalışmamızın temel hedefi; sabit parsiyel protezlerin simantasyonunda yapıştırma amacıyla kullanılan cam iyonomer, polikarboksilat ve rezin esaslı simanların sertleşmesinden sonra içyapısında meydana gelen hava kabarcıklarının hacmi,alanı ve lokalizasyonları hakkında bilgi edinmektir. Ayrıca test edilen materyallerin su emilimi, çözünürlüğü ve basma direnci gibi fiziksel özelliklerini de incelemektir.

1.1. SİMANLAR

Sabit protetik restorasyonların kullanımının artışına bağlı olarak dental yapıştırma materyalleri üzerine ilgi her geçen gün artmaktadır. Restoratif malzemelerin diş dokusuyla bütünleşmesi için simanlar yapıştırıcı olarak kullanılmaktadır (Ewoldsen ve Demke 2001). Diş hekimliğinde 1958’den başlamak üzere günümüze dek çeşitli simanlar kullanılmıştır. Simanlar genel olarak iki amaç için kullanılır:

(12)

1- Dolgu maddeleriyle birlikte ya da tek başına 2- Kuron köprü protezlerinin dişe yapıştırılmasında

Simanlarda aranılan genel özellikler: -Pulpayı irrite etmemeli,

-Ağız sıvılarında çözünürlük oranı çok az olmalı,

-Kron ile diş arasındaki en ince kesime gidebilecek düşük viskoziteye sahip olmalı, -Çiğneme kuvvetlerine karşı dirençli olmalı,

-Biyolojik uyumu iyi olmalı,

-Hazırlama ve sertleşme zamanları yeterli olmalı, -Diş ve restorasyona iyi bağlanabilmeli ,

-Isısal ve galvanik izolasyon sağlayabilmeli, -Çürük önleyici özelliği olmalı,

-Translüsensi, -Radyoopasite,

-Pseudsoplastisite ( Zaimoğlu ve Can 2004, Baydaş 2005, Dökmez 2006),

Birçok siman, manuel olarak hazırlanan ya da kapsül içerisinde önceden hazırlanmış ve mekanik olarak karıştırılan toz ve likitten oluşmaktadır. Son yıllarda ise 2 pat halinde olanlar mevcuttur. Simanlar, içerikleri arasında oluşan kimyasal reaksiyonla (sıklıkla asit-baz reaksiyonu) yada monomer bileşiklerinin polimerizasyonuna bağlı sertleşirler (O’Brein 2002).

Yirminci yüzyılın başlarında çinko oksit-fosforik asit, çinko oksit-ojenol (%85 karanfil yağı) ve silikat cam-fosforik asit simanlar bulunmuştur. Çinko fosfat, çinko oksit öjenol ve silikat simanlar, yeni simanların geliştirildiği 1970’lere kadar oldukça fazla kullanılmıştır. (O’Brein 2002, Altuntaş 2007). Bu simanların neden olduğu histopatolojiler, dentin-restorasyon arayüzeyine bakterilerin tutunmasına yol açan marjinal sızıntı ve bağlanmadaki zayıflıklar yeni klinik teknikler ve materyallerin

(13)

dentin ara yüzeyine bakteri penetrasyonunu içeren marjinal sızıntılar ve restorasyonların tutuculuğu incelenmiştir. Yeni materyallerin mine ve dentini ıslatabilme özelliği ve düşük toksisiteye sahip olması gerektiği vurgulanmıştır (O’Brein 2002).

İlk olarak polikarboksilat siman daha sonra da cam iyonomer simanlar geliştirilmiştir. 1950’lerin başında metil metakrilatların piyasaya sürülmesine rağmen yüksek toksisiteleri,sızıntı, adezyon gibi sınırlamalar nedeniyle rutin kullanıma girememiştir. Son 15 yılda farklı tekniklerle polimerize olabilen Bis-GMA ve diğer dimetakrilat monomer içeren simanlar kullanıma sunulmuştur. Bu yeni simanlar benzer dayanım ve çözünme özellikleri, pulpa üzerine minimal etkileri ve adeziv karakterleri açısından çinko fosfat simana alternatif olarak kabul edilmiştir (O’Brein 2002, Dökmez 2006).

Sabit protezlerin klinik başarısında simantasyonun önemli bir rolü vardır. Sabit parsiyel protezlerin ve geleneksel kronların başarısızlığında ikincil olarak kron retansiyonunun kaybı rol oynamaktadır (Diaz-Arnold ve ark 1999, Altıntaş 2007).

Dental simanın protezi yapıştırmak kadar önemli olan bir diğer görevide hassasiyeti yüksek olan canlı yapıya bakteriyel sızıntıların oluşumuna karşı bir bariyer vazifesi görmesi, diş yapısı ve restoratif materyali tutması ve ideal olan bu üç yapının işlev görmesinin sağlanmasıdır. Bu birliktelik; mekanik, kimyasal veya her ikisinin kombinasyonu şeklinde olabilmektedir (Rosenstiel ve ark 1998, Charlton 2000).

Simanlar matriks oluşum türlerine göre 5 grupta sınıflandırılırlar. Bunlar; 1. Fosfat esaslı simanlar

2. Fenolat esaslı simanlar

3. Polikarboksilat esaslı simanlar

4. Polikarboksilat ve dimetakrilat kombinasyonları 5. Polimer esaslı simanlar (O’Brein 2002).

(14)

1.1.1. Fosfat esaslı simanlar Çinko fosfat siman

1879 yılında Pierce tarafından geliştirilmiştir. Kullanılan en eski siman tipidir. Bir standart olarak kabul edilmiş ve diğer simanların geliştirilme aşamasında rehber olmuştur. Çinko fosfat simanın tozunu temel olarak %90 oranında çinko oksit oluşturur; oksitin en büyük tamamlayıcısı %2–10 oranında kullanılan magnezyum oksittir (Zaimoğlu ve Can 2004). Likidi % 45–60 fosforik asit , %30–35 su, alüminyum fosfat ve bazen çinko fosfat içerir. Alüminyum, simanın sertleşme reaksiyonunda amorf çinko fosfat oluşumu için gereklidir. Orijinal asit çözeltisi yaklaşık 1/3 oranında su içermektedir (Charlton 2000). Optimal simanın elde edilmesinde karıştırma tekniği kritik faktördür. Soğuk cam üzerinde tozun yaklaşık 1,5 dk içerisinde likide karıştırılmasıyla ideal siman elde edilir. Birçok simanda olduğu gibi viskozitesi zamanla artar. Uygun karıştırılmış bir çinko fosfat simanın basınca dayanıklılığı 80-110 Mpa , çekme dayanıklılığı ise 5-7 Mpa ‘dır. Sertleşmiş siman çok katıdır. Bu da yüksek çiğneme kuvveti uygulanan bölgelerde veya uzun gövdeli sabit protezlerde elastik deformasyona karşı koyar. Herhangi kimyasal bir bağ yapmaz (Zaimoğlu ve Can 2004). Toz ve likidin karıştırılmasıyla kuvvetli bir reaksiyon ortaya çıkar. Hızlı ve ekzotermik olan bu reaksiyon çözünmeyen çinko fosfat oluşumuyla sonuçlanır.

Pozitif çinko iyonları ile negatif fosfat grupları arasında sertleşme reaksiyonu gerçekleşir ve kırılgan bir siman ile matriksi oluşur. Toz ile sıvı karıştırıldığında fosforik asit, çinko oksit parçacıklarının yüzeyine etki eder ve böylece çinko iyonlarının salınımı başlar.

Fosforik asit ile kompleks oluşturmuş olan alüminyum, çinko ile de reaksiyona girerek parçacıkların kalan kısmının yüzeyinde çinkoalüminofosfat jeli oluşturur. Sonuçta oluşan siman, yapışkan çinkoalüminofosfat matriks içine gömülmüş ve reaksiyona girmemiş çinko oksit parçacıklarından oluşur (Charlton 2000).

Çinko fosfat siman dişe kimyasal olarak bağlanmamaktadır ve çürümeye karşı yeterince etki göstermemektedir. Çalışma süresi ortalama 4–5 dk, sertleşme süresi 5–

(15)

civarındadır. Ancak ilk 24 saat içinde 5.9’a ve 48 saat içinde neredeyse nötr hale gelir (Dökmez 2006). Simantasyon sırasında oluşan hassasiyet, simanın asidik olmasının yanı sıra dentin tübülleri içerisindeki sıvının ozmotik basıncından da kaynaklanmaktadır. Derin kavitelerde oluşabilecek zararlar, sertleşme zamanının uzun olması nedeniyle pulpanın düşük pH’a maruz kalmasıyla oluşur. Bu durum ise toz/likit oranı arttırılarak önlenebilir (O’Brein 2002).

Simanlar; şişelenmiş likit ve toz bileşenler halinde satışa sunulmaktadır. Sürekli şişenin açılıp kapanmasıyla şişe içindeki su zamanla buharlaştığından likidin asit oranı yükselmektedir. Artan pH ile birlikte simanın viskozitesi değişmektedir. Simanın karıştırılması sırasında sıcaklığın düşük olması çalışma süresini arttırmaktadır. Bu bir avantajdır çünkü daha fazla tozun likit ile teması sağlanmakta ve bu durum basma dayanımını arttırarak simanın daha düşük çözünürlükte olmasını sağlamaktadır. Simanın dayanımı toz/ likit oranıyla doğrudan bağlantılıdır (Dökmez 2006).

Sonuç olarak; çinko fosfat siman maksimum dayanım değerinin %75’ine ilk bir saat içinde ulaşmaktadır. Sertleşme esnasında su ile temastan mümkün olduğunca kaçınılmalıdır. Nemin artışıyla simandan fosforik asit salınımı olur ve bu durum simanın çözünürlüğünü kayda değer şekilde arttırmaktadır (Dökmez 2006). Çinko fosfat simanlar; kuron, köprü ve ortodontik bantların simantasyonunda kullanılır. Ayrıca pulpayı mekanik, termal ve elektriksel uyaranlara karşı korumak için kaide maddesi olarak kullanılırlar (O’Brien 2002)

Çinko Fosfat Fluorid Simanı

Çinko fosfat simanların tozunda az miktarda bulunan fluorid tuzları simandan dışarı sızarak dişlerde bir miktar koruma sağladığına inanılmaktadır. Bazı ortodontik simanlar yapılarında %1–3 oranında bulunan kalay fluoride bağlı olarak çinko fosfat simanlara nazaran daha düşük dayanma kuvvetine ve daha yüksek çözünürlüğe sahiptirler. Bu tür simanlardan mineye fluorid salınımı, minede çürük önleyici özelliğe ve daha az çözünmeye neden olmaktadır (Aydın 1999, O’Brien 2002).

(16)

Çinko Siliko Fosfat Simanlar

Tozu çinko oksit ve alumina silikat camın karışımıdır. Likidi ise tamponlanmış fosforik asit içerir. Çözünürlükleri fosfat simanlara göre daha düşüktür. Çinko fosfat simanlara göre başlangıç pH’ları yüksektir. Dayanıklılığı çinko fosfat simandan daha fazladır. İçeriğindeki silikat camdan dolayı fosfat simanlardan daha fazla translusensi göstermektedir. Çinko siliko fosfat simanların basma dayanımları 140–170 MPa’dır (McCabe 1999, O’Brien 2002).

Modifiye Çinko Fosfat Siman

Çinko Fosfat Bakır Oksitli Simanlar

Tozu çinko oksit ve siyah bakır oksitten, likidi fosforik asit solüsyonundan oluşur. Siyah bakır simanlar bakır oksit (CuO); kırmızı bakır simanlar bakır dioksit (Cu2O) içermektedir. Bakır içermesinden dolayı siyah renklidir. Antikaryojenik

özellikleri çok zayıftır. Karışımları yüksek derecede asidiktir ve pulpayı daha fazla irrite eder.

Çinko fosfat simanlara göre çözünürlüklerinin daha yüksek olmasına rağmen kuvvetlere karşı dirençleri daha düşüktür ( McCabe 1999).

Çinko Fosfat Gümüş Simanları

Gümüş siman ise az oranda gümüş fosfat gibi tuz içermektedir (O’Brien 2002).

1.1.2. Fenolat Bazlı Simanlar Çinko oksit öjenol simanları

Toz kısmı ‘çinko oksit’, likit kısmı ise ‘öjenol’dür. Çinko oksitin su ile reaksiyonu sonucu “çinko hidroksit” oluşmaktadır. Ayrıca öjenolün de reaksiyona ilavesi “çinko öjenolat” oluşturmaktadır. Reaksiyona girmemiş çinko oksit partikülleri çinko öjenolatı hidrolize eder. Bu yüzden, bu siman, en yüksek çözünürlüğe sahiptir. Bu nedenle yalnızca geçici dolgu maddesi olarak kullanılmaktadır (Charlton 2000).

(17)

Toz/likit oranının maksimum dayanıklılık için 3:1 veya 4:1 olması gerekmektedir (Murray 1996, Işıksal 2007). Yeterli çalışma süresi vardır. Karışmış materyal su veya nem ile temas edince sertleşme reaksiyonu hızlanır. Basma kuvvetleri çinko fosfat simandan daha düşüktür ve 7–40 MPa arasında değişir. En önemli avantajı; pulpa hassasiyetini azaltıcı ve önleyici etkisidir. Gerilme dirençleri düşüktür. Antikaryojenik etkileri azdır. Isı iletkenlikleri dentine yakındır. Pulpaya zararlı etkileri yoktur (McCabe 1999, O’Brien 2002).

Güçlendirilmiş çinko oksit öjenol siman

Çinko fosfat simana göre düşük dayanım kuvvetine ve yüksek çözünmeye sahiptir. Bazı rezin restoratif maddelerde renklenmeye neden olur. Sertleşme süresi 7–9 dk’dır. Ağız ortamında sertleşme zamanı toz/likit oranının azaltılması ile uzatılabilir. Sertleşme için neme ihtiyaç duymalarından dolayı çalışma zamanları uzundur. Basma dayanımı 35- 55 MPa arasındadır (Craig ve ark 1997). Düşük biyolojik etkisi ve yeterli dayanıklılığa sahip olmasından dolayı geçici restoratif materyal, kaide materyali ve sabit parsiyel restorasyonlarda simantasyon materyali olarak kullanılır (O’Brien 2002).

Ortoetoksibenzoik asit (EBA) simanları

Genellikle toz ve likitten oluşur. Tozunda çinko oksit veya aliminyum oksit, likidinde ise ortoetoksibenzoik asit ve ojenol bulunur. Likit içindeki ortoetoksibenzoik asitin ojenole oranı genellikle 2:1 dir Sertleşme reaksiyonları çinko oksit ojenole benzer. Bu simanları yüksek toz/likit oranı ile karıştırmak mümkündür. Çünkü toz içinde inert yapıda kuvvetlendirici dolgu maddesi vardır. Yüksek toz/likit oranına bağlı olarak çinko oksit ojenol simana göre daha dayanıklıdır (McCabe 1999). Artık ojenol miktarının azlığı, çinko ortoetoksibenzoatın hidrolize karşı dirençli oluşu, EBA simanlarının çözünürlüklerinin çinko oksit ojenol simanlara göre daha az olmasını sağlar (McCabe 1999 ). Basma dayanımı 55-70 MPa’dır.Sertleşme zamanı 7-13 dakikadır. Uygulaması kolaydır ve pulpaya az irritasyon gösterir. Ancak çinko fosfat simanlara göre dayanıklılığı azdır ve plastik deformasyon gösterir. Film kalınlığı 40- 70 µm arasındadır. Kaide maddesi, geçici dolgu maddesi ve kuron simantasyonunda kullanılmaktadır (O’Brien 2002).

(18)

Kalsiyum Hidroksit Salisilat Simanlar

Basit olarak kalsiyum hidroksitin su içindeki süspansiyonundan oluşur. 2 pat halindedir. Bir patı, kalsiyum hidroksit, çinko oksit ve çinkostearat, etilen toluen sülfonamid, diğer patı glikol salisilat, titanyum dioksit, kalsiyum sülfat, ve kalsiyum tungsten içerir. Karıştırma sonrası düşük viskoziteye sahiptir. Nem sertleşme reaksiyonunu etkiler. Sulu ortamda sertleşmiş madde oldukça yüksek oranda çözünür. Kalsiyum hidroksit sızarak alkali bir ortam yaratır. Kalsiyum hidroksitin bu özelliği antibakteriyel etkisini açıklamaktadır. Bu nedenle özellikle derin kavitelerde ve bazen pulpanın açılması sonrasında kullanılır. Kalsiyum hidroksitin kalsifikasyon başlatma özelliği vardır ve böylece sekonder dentin oluşumunu sağlar. Basma dayanımı 1 saat sonra 10MPa, 24 saat sonra ise 14–20 MPa arasındadır. Dayanıklılıklarının az olması ve kolay erimeleri bunların yapıştırıcı siman olarak kullanımlarını sınırlamaktadır. Son yıllarda ışık ile polimerize olabilen kalsiyum hidroksit patları kullanıma sunulmuştur (McCabe 1999 ).

1.1.3. Polikarboksilat Bazlı Simanlar Çinko Polikarboksilat Simanlar

Toz ve likit şeklindedir. Tozu çinko oksit ve magnezyum oksit içerir. Likidi ise poliakrilik asitin sudaki solüsyonudur. Su ile karıştırılan sistemlerde ise toz, çinko oksit ve poliakrilik asitten oluşur (McCabe 1999 ).

Çinko fosfat simana göre düşük basma dayanımı (55–85 MPa) ve yüksek çekme (8–12 MPa) direncine sahiptir. Hidrofilik olduğundan dentin yüzeyini ıslatabilir. Serbest karboksilik asit gruplarının kalsiyumla etkileşmeleri yoluyla diş yüzeyine iyi bir kimyasal bağlanma oluşturur. Ancak adeziv özelliğine rağmen çinko fosfat simana yakın mikrosızıntı gösterir ( Zaimoğlu ve Can 2004). Bu simana ilave edilen florit tuzları ile çürük önleyici etki sağlanmıştır. Poliakrilik asit fosforik asit kadar kuvvetli olmadığından fosfat simandan daha az irritandır. Çinko fosfat, silikofosfat ve cam iyonomer simanlara göre çözünürlükleri daha fazladır. Bu siman yüksek basınç altında tiksotropic özellik gösterir ve akıcı bir hal alırlar. Film kalınlığında hızlı bir artış olması uygun bir simantasyon yapılmasını engelleyebilir (McCabe 1999, Diaz-Arnold ve ark 1999). Bu siman, kaide maddesi, geçici dolgu

(19)

braketlerin simantasyonunda kullanılmaktadır (Rosenstiel ve ark 1998, McCabe 1999, O’Brien 2002).

1.1.4. Polikarboksilat ve Dimetakrilat Kombinasyonları Cam İyonomer Simanlar

1970 lerde üretilen cam iyonomer simanlar, silikat ve polikarboksilat simanların türevi olarak kabul edilebilir. Toz–likit veya su ile karıştırılan toz olarak kullanıma sunulmuştur (McCabe 1999). Bu simanların manuel ya da kapsülde karıştırılabilen şekilleri vardır. Manuel olarak karıştırılan simanlarda sıklıkla büyük çaplı hava kabarcıklarının oluşması dayanıklılığın azalmasında önemli rol oynar (Zaimoğlu ve Can 2004).

Tozu kalsiyum aliminyum florosilikat cam partiküllerinden oluşur. Likiti ise poliakrilik asit-itakonik asitin %50’lik sudaki solüsyonu ya da %5 tartarik asit içeren polikarboksilik asitin kopolimeridir. Toz/likit oranı dayanıklılık ve çözünmeye direnç sağlamak için yüksek olmalıdır. Materyal başlangıçta 1 saat boyunca nemden korunmalıdır. Yoksa dayanıklılık ve erimeye direnç olumsuz etkilenir. Cam iyonomerler asidik olmalarına rağmen silikatlardan daha az irrite edicidirler. Bunun nedeni kullanılan asitlerin fosforik asitten daha zayıf olmaları, poliasit zincirlerinin daha büyük ve daha az hareketli olmasıdır (McCabe 1999, Roulet ve Degrange 2000, Anusavice 2003, Zaimoğlu ve Can 2004).

Cam iyonomer simanın sertleşme mekanizması 2 aşamada gerçekleşir. İlk aşamada kalsiyum iyonları polikarboksilik asitin karboksilat gruplarına bağlanır ve böylece siman uygun kıvama gelir. İkinci aşamada da alüminyum iyonları reaksiyona girer ve alüminyum poliakrilatı oluşturur. Bu aşama simanın sertleşmesinden sorumludur ( Bapna ve Mueller 1994, Nicholson 1998, Zaimoğlu ve Can 2004). Cam iyonomerin basma dayanıklılığı polikarboksilat ve çinko fosfata göre daha yüksektir. Film kalınlığı 25–35µm’dir. Çiğneme kuvvetinin yüksek oluştuğu bölgelerde elastik deformasyon riski diğerlerinde daha yüksektir (Anusavice 1996, Zaimoğlu ve Can 2004).

Cam iyonomer simanların kolay karıştırma ve uygun akma özelliği, florür salınımı ve çürük önleyici etkisi, diş dokusuna kimyasal bağlanması, pulpaya ve

(20)

periodontal yapılara biyolojik olarak uyumlu olması, düşük sitotoksite göstermesi, ısısal genleşme katsayısının diş dokusuna yakın olması, kendini tamir edebilme özelliği ve pahalı olmaması gibi avantajları vardır (Xie ve ark 2000, Attar ve ark 2003, Zaimoğlu ve Can 2004). Ancak restorasyonu yerleştirme sonrası nem kontaminasyonuna hassas olması, çinko fosfat ve polikarboksilat simanlardan çözünürlüğünün fazla olması, asit-baz reaksiyonu sonucunda erken düşük mekanik direnç gibi nedenlerden dolayı ideal bir yapıştırma simanı olarak kabul edilmezler (Zaimoğlu ve Can 2004).

Um ve Qilo (1992) cam iyonomer simanları karıştırma işleminden 3,5,7 ve 10 dakika sonra suda bekletme ile madde kaybı ve örnek yüzeylerine olan etkilerini değerlendirdikleri çalışmalarında, karıştırma işleminden sonra erken suyla temasın su emilimi ve çözünürlük değerlerini arttırdığını, bekletme süresinin uzaması ile emilim ve çözünürlüğün azaldığını bildirmişlerdir. Araştırıcılar ışık ile sertleşen cam iyonomer simanın ise çalışmaların en düşük su emilimi ve çözünme değerlerini verdiğini rapor etmişlerdir.

Rezin modifiye cam iyonomer simanlar

Bu simanlar hibrit cam iyonomer, rezin ile güçlendirilmiş cam iyonomer, rezinomer, rezin modifiye cam iyonomer (RMCİS) , rezin iyonomer şeklinde isimlendirilir. Cam iyonomer ile kompozit rezin siman arasında hibrit bir ürün olarak elde edilen bu siman cam iyonomer simandan daha dirençli, daha az hassasiyet ve çözünürlük gösterir. İçeriği %80 cam iyonomer siman, %20 rezindir ( Zaimoğlu ve Can 2004). Sertleşmiş simanda (asit-baz reaksiyonu sonucu oluşan) iyonik matriks ve rezin matriks mevcuttur. Rezin matriks yapısı simanın içine suyun difüzyonunu engellemektir. Bu simanlar dehidratasyona karşı çok hassastır. Sonuç olarak büzülme ve diş-restorasyon arasında bozulmalara neden olur. Mine ve dentine iyon değişimi ile bağlanan bu simanlarda bağlayıcı ajana gerek yoktur ( Zaimoğlu ve Can 2004).

Toz ve likit 30 saniye sürede hızlı bir şekilde karıştırılmalıdır. Çalışma süreleri yaklaşık olarak 2.5 dakikadır (O’Brien 2002 ). Cam iyonomer simanlara nazaran klinik çalışma zamanı daha uzundur ve daha hızlı sertleşirler. Aynı zamanda asitlere daha dirençli olması, daha az mikrosızıntı, suda çözünürlüğünün az olması, su ile

(21)

polikarboksilat ve bazı cam iyonomer simanlardan daha yüksek basma ve çekme dayanıklılığına sahiptir ( Zaimoğlu ve Can 2004) .Cam iyonomer simanların yapışma dirençleri 2.37–5.5 MPa, rezin modifiye cam iyonomerlerin yapışma dirençleri ise 5.39–18.9 MPa’dır (Diaz-Arnold ve ark 1995).

Su emiliminin geç etkilerinden dolayı oluşan boyutsal değişim neticesinde tam seramik ve feldspatik restorasyonlarda kontrendikedir ( Zaimoğlu ve Can 2004). Iwami ve ark (1998) 3 adet RMCİS, 2 adet poliasit modifiye kompozit rezin, 1 adet geleneksel CİS ve 1 adet ışıkla sertleşen kompozit rezin materyalinin su emilimlerinin ve buna bağlı olarak ağırlıklarındaki değişiklikleri karşılaştırmışlar, materyallerin su emilim düzeylerine bağlı olarak ağırlık değişimleri arasında belirgin farklılıklar bulunduğunu ve çalışmada RMCİS’lerin su emilim miktarlarının, geleneksel CİS materyalden daha az, poliasit modifiye kompozit ve kompozit rezinlerden ise daha fazla olduğunu gözlemlemişlerdir.

Cattani-Lorente ve ark (1999) suda bekletilen bir rezin-modifiye cam iyonomer siman ve bir poliasit-modifiye kompozit rezin materyalin fiziksel özelliklerini karşılaştırdıkları bir başka çalışmalarında, her iki materyal kıyaslandığında rezin modifiye cam iyonomer simanda gözlenen su emilim miktarının daha fazla olduğunu ve adeta bir hidrojel gibi davranarak daha fazla genişleme gösterdiğini bildirmişlerdir.

1.1.5. Polimer esaslı simanlar

Bu gruptaki materyallerin büyük çoğunluğunu iki tip polimetilmetakrilattan oluşturur: 1- Metil metakrilat bazlı materyaller

Akrilik rezinler simanlar Adeziv rezin simanlar

(22)

Metilmetakrilat esaslı olanlar Akrilik Rezin Simanlar

Toz ve likitten meydana gelirler. Tozu kimyasal aktivatörler, polimetilmetakrilat tanecikleri ve pigmentten oluşur. Likiti ise metilmetakrilat monomeri ve kimyasal aktivatörden oluşur (O’Brien 2002).

Çalışma zamanı kısa olduğundan likit toz ile hızlı bir şekilde karıştırılmalıdır. Nemli yüzeylerde diş yapısına çok zayıf bağlanır. Diğer simanlarla karşılaştırıldığında sertlik değeri düşük ama daha dirençli ve daha az çözünürlük göstermektedir. Sertlesme sonrasında artık monomer bulunması pulpa reaksiyonuna neden olacağından pulpanın bir kaide maddesiyle korunması gerekir (O’Brien 2002).

Monomerler polimer partiküllerini yumuşatır ve çözer. Peroksit -amin interaksiyonu sonucu serbest radikallerin oluşması ile polimerizasyon başlar. Beyaz, sarı veya kahverengi renkte bulunurlar (O’Brien 2002).

Adeziv rezin simanlar

Dentine kimyasal olarak tutunmayı sağlamak için bu simanların yapısına 4-META (4 metiloksi etil trimelitik anhidrid) ve tribütil boron eklenmiştir. Akrilik rezinlere benzer fiziksel özelliğe sahiptir. Bu materyaller daha çok metal destekli sabit köprüler ile kompozit ve amalgamın dentine yapıştırılmasını sağlamak amacıyla geliştirilmiştir. Kuron köprü restorasyonlarının simantasyonunda kullanılmakla beraber bu simanın uzun dönem takibini gösteren klinik çalışmalar çok azdır (O’Brien 2002).

Dimetakrilat simanlar (Rezin siman)

Dimetakrilat simanlar genelde Bis-GMA sistemine dayanır. Çeşitli miktarda seramik doldurucular içeren diğer monomerlerle aromatik dimetakrilatların kombinasyonlarıdır. Temelde kompozit restoratif materyallerle benzerlik gösterirler. Bu simanlar genellikle porselen kronların, köprülerin, inleylerin ve indirek rezin restorasyonların yapıştırılması için kullanılır (O’Brien 2002).

(23)

Bu simanlar polimerizasyon metotlarına göre kimyasal, dual ve ışıkla polimerize olan tipte 3 sınıfa ayrılır. Toz ve likit içeren materyallerde toz organik peroksit baslatıcısı ve polimer tozu içeren borosilikat veya silika camından, likidi ise Bis-GMA ve/veya polimerizasyon için tersiyer amin öncül içeren diğer dimetakrilat monomerlerin karışımından oluşur. Işıkla ve dual sertleşen sistemlerde diketonlar gibi (kamforokinon) ışığa duyarlı polimerizasyon sistemleri ve amin içeren başlatıcılar mevcuttur. Ayrıca iki parçalı siman sistemlerinde kimyasal başlatıcılarda mevcuttur. Toz ve likit bileşenlerinin doğru oranda kullanılması önemlidir. Karıştırma oranı genelde 1:1’dir. Polimerizasyondan sonra yaklaşık 10 dak. içinde maksimum dayanıma erişirler. 24 saat içinde ise sadece küçük değişiklikler görülür. Sıkışma dayanımı 100–200 MPa ve çekme dayanımı 20–50 MPa arasında değişir. Bu değerler geleneksel simanlardan belirgin oranda yüksektir. Buna karşın başarı akışkanlık ve film kalınlığına bağlıdır (O’Brien 2002).

Son yıllarda dişin ıslanabilirliğini arttırmak ve bağlanma dayanımını arttırmak için bazı rezin simanlar dentin bonding sistemleriyle beraber kullanılmaktadır. Bu şekilde sistemlerin klinik uygulama basamakları artmıştır (O’Brien 2002).

Pulpal patoloji zayıf uyum, polimerizasyon büzülmesi ve sızıntı nedeniyle gelişebilir. Yüksek dayanım, düşük çözünürlük, yüksek mikromekanik bağlanma rezin simanların genel avantajlarıdır. Dezavantajları ise hassas uygulama biçimi, daha zor restorasyon uyumu ve yüksek film kalınlığıdır. Bunun sonucunda artık simanın uzaklaştırılma zorluğu, muhtemel sızıntı ve pulpal duyarlılık görülebilir (O’Brien 2002).

Oysaed ve Ruyter (1986) yılında yaptıkları çalışmalarında görünür ışık ile sertleşen 8 kompozit materyalinin su emilim ve çözünürlük özelliklerini incelemişler ve doldurucu içeriği arttıkça su emilimi ve çözünürlüğün azaldığını, doldurucu yüzey alanının geniş olması ve materyalde hava boşluklarının bulunmasının ise su emilimi olayını arttırdığını bildirmişlerdir.

Rezin simanlar doldurucu tiplerine göre mikro dolduruculu ve hibrit dolduruculu sistemler olmak üzere ikiye ayrılır. Yapı olarak 3 ayrı fazdan oluşur.

(24)

Organik polimer faz

Bu faz Bisfenol A ile glisidil metakrilatın birlesmesi sonucu oluşan bisglisidil metakrilattan (Bis-GMA) oluşur. Üretan dimetakrilat (UDMA) son yıllarda daha iyi adezyon sağladığı ve renk değişimine daha dirençli olduğu için polimer matriks olarak kullanılmıştır. Ancak Bis-GMA ve UDMA aşırı derecede viskoz olduğundan viskoziteyi azaltmak ve dentine bağlanmayı arttırmak için trietilen glikol dimetakrilat (TEGDMA) veya etilen glikol dimetakrilat (EGDMA) matrikse eklenmiştir.

Artık kimyasalların zamanla oluşturacağı kahverengi renkleşmeleri önlemek için 2-hidroksi 4-metoksibenzofenon stabilizatör olarak organik fazın içine konur. Otopolimerizan kompozitlerde polimerizasyon başlatıcı olarak dibenzol peroksit, hızlandırıcı olarak ise dihidroksietilen para toluidin gibi bir tersiyer amin matriks içinde bulunur. Işıkla polimerize olan kompozit rezinlerde ise 450–500 nm dalga boyu aralığındaki ışığa duyarlı genelde α-diketon olan kamferokinon matriks içine başlatıcı olarak katılır. Rezin materyallerin raf ömrünü uzatabilmek amacıyla matriks yapı içine 4-metoksifenol gibi fenol türevleri olan inhibitörler katılır (Craig ve ark 2004, Dökmez 2006).

İnorganik faz

Matriks içinde dağılmış olarak çeşitli şekil ve büyüklükte kuartz (kristalin silika), borosilikat cam, stronsiyum, baryum, lityum alüminyum silikat, yitriyum, cam, çinko gibi doldurucu partiküller bulunur. İnorganik doldurucu miktarı ağırlık olarak %20–75 arasında değişir.

Stronsiyum, baryum, zirkonyum, çinko ve yitterbiyum rezine radyoopasite sağlar. Doldurucu partiküllerin şekli, miktarı ve büyüklüğü, rezinlerin mekanik ve fiziksel özelliklerini belirler. Partikül büyüklüğü arttıkça, genleşme katsayısı, polimerizasyon büzülmesi, su emilimi azalır, organik matriks oranı düşer, dayanıklılık artar ( Zaimoğlu ve Can 2004 ).

Silika partikülleri mekanik özellikleri arttırarak ışığı geçirir ve yayar. Doldurucular yüksek basma dayanımı ve gerilim direncine sahiptir. Böylece hibrit rezin ve cam iyonomer simanlara göre marjinal aşınma dirençleri yüksektir. Yüksek

(25)

doldurucu içeriği akıcılığı azaltarak siman film kalınlığını arttırır (Zaimoğlu ve Can 2004).

Ara faz

Organik silisyum bileşiği olan uzun moleküllü silanlardan oluşur. Kompozit rezinlerde matriks ile doldurucular arasındaki bağlanma ara faz ajanı ile sağlanır. Bir taraftan doldurucuların yüzeyindeki su ve hidroksil gruplarıyla ester bağları oluştururken bir yandan da organik matriksin metakrilat grubuyla kovalent bağ yaparak doldurucu partikülleri kimyasal olarak rezin matrikse bağlarlar. Silan bağlayıcı ajanlar matriksten doldurucuya stres iletimini sağlarlar ve doldurucu ara yüzü boyunca suyun geçişini önleyerek rezinin çözünürlüğünü ve su emilimini azaltırlar (Rueggeberg 2002, Zaimoğlu ve Can 2004).

Rezin yapıştırma simanları polimerizasyon şekillerine göre üçe ayrılır; 1-Kimyasal olarak polimerize olan (chemical-cured)

2-Işık ile polimerize olan (light-cured)

3-Hem ışık hem de kimyasal (dual-cured) olarak polimerize olan Kimyasal olarak polimerize olan rezin siman

Toz-likit sisteminde polimerizasyon iki komponentin karıştırılmasıyla kimyasal yolla başlar. Tozu borosilikat veya silika cam, organik peroksit başlatıcı ve polimer tozdan oluşur. Likiti ise BIS-GMA ve diğer dimetakrilat monomerden oluşur. Pat sisteminde ise benzol peroksit ve tersiyer amin vardır. Çalışma süreleri kısa olduğundan sertleşme zamanının kontrolü zordur. İçerdikleri tersiyer aromatik aminlerin ağız ortamında kimyasal değişikliğe uğramasıyla amin renklenmesi görülür.

Bu simanlarda sadece birkaç renk seçeneği vardır. Restorasyonun kalınlığı kullanımlarını etkilemez. Metal desteksiz ve translüsent restorasyonlarda materyal ile diş kombinasyonunun simanla renginin değiştirilmesi gerektiğinde uygun değildir. Yüksek streslere maruz kalan bölgelerde, metal destekli restorasyonlarda, postlarda, adeziv köprülerde, ışık penetrasyonuna izin vermeyen yapıdaki veya koyu renkli seramik kronların simantasyonunda kullanılabilir (Zaimoğlu ve Can 2004).

(26)

Işık ile polimerize olan rezin simanlar

Bu simanlarda ışık emici olarak kamforokinon, hızlandırıcı olarak ise alifatik amin bulunur. Polimerizasyonu başlatan görünür mavi ışık 420-450nm dalga boyundadır. Çalışma süreleri kronun yerleştirilmesi ve taşan simanın temizlenmesi için uygundur. Kimyasal ve dual olarak sertleşen bazı simanlar da zamanla oluşan renk değişimi bu simanlarda gözlenmez. Farklı opasite ve renk seçeneklerine sahip olduğundan estetik başarısı yüksektir. Bu simanlara dual sertleşen katalist ilavesiyle dual olarak da polimerize olurlar. Kalınlığı 1,5- 2 mm’den az olan, görünür ışığın penetrasyonuna izin vermeyen kalınlıktaki translusent yapıdaki seramik veya kompozit laminatelerin simantasyonunda kullanılır (Zaimoğlu ve Can 2004).

Simana ulaşan ışık gücünde herhangi bir değişim, simanın bütün fiziksel ve kimyasal özelliklerini etkilemektedir. Işık ile polimerizasyon; ışık kaynağının türü, ışık yoğunluğu ve ışık kaynağının kompozit rezin materyale uzaklığı gibi birden fazla faktöre bağlıdır (El-Badrawy ve El-Mowafy 1995, Dökmez 2006).

Kimyasal ve ışıkla polimerize olan rezin simanlar

Toz-likit yada iki pat şeklinde bulunurlar. Bu simanların yapısında polimerizasyon başlatıcı (kamforokinon) ve kimyasal aktivatör komponenti (peroksit amin) bulunur. Bu simanlar ışıkla polimerizasyonun tam olarak sağlanamayacağı kalınlıktaki yani 1,5–2 mm den kalın restorasyonlarda kullanılır. Alttaki diş dokusunun ya da çevre dokularının rengini yansıtacak bukalemun etkiye sahiptir. Ağız ortamında düşük çözünürlük gösterirler ve optimal retansiyonun sağlanamadığı vakalarda başarıyla kullanılabilirler. Farklı renk ve opasite seçeneklerine sahiptir. Bu simanlar tam seramik kronların, seramik inley ve onley restorasyonların simantasyonunda kullanılır (Zaimoğlu ve Can 2004).

Simantasyon sırasında ışık kaynağına yakın olan alan sertleşmeden en çok etkilenen kısımdır. Ancak simanın uzakta kalan kısımları özelliklede gingival tabanındaki kısımlar polimerizasyonun daha çok kimyasal sertleşen komponentine bağlıdır (Zaimoğlu ve Can 2004).

(27)

bakteri invazyonu, mikroçatlak oluşumu ve intraoral streslere bağlı olarak gelişir. Kompozit rezin simanlar oksijen varlığında polimerize olamazlar. Restorasyon yerleştirildikten sonra taşan siman temizlenerek hava ile teması kesen ajanlar marjinal bölgeye uygulanmalıdır (Zaimoğlu ve Can 2004).

Rezin simanlar asitle pürüzlendirilmiş mine ve dentine büyük oranda mikro mekaniksel olarak daha az olarak da kimyasal bağlarla bağlanırlar. Diş yapısına bağlanmaları simanın fiziksel performansını arttırır. 4-META (metakriloksietil trimellitik anhidrat) veya MDP (metakriloksidiketil fenil fosfat) monomeri içeren rezin simanlar metal yüzeyindeki oksit tabakasıyla meydana gelen kimyasal etkileşim sonucu kuvvetli bir bağlantı kurarlar. Soy metal alaşımlarda ise bağlantı yüzeyi kalayla kaplanır ve rezin siman kalay oksitle kimyasal bağlantı kurar (Zaimoğlu ve Can 2004).

1.2. BAĞLAYICI AJANLAR

Bir restorasyonun ömrünü etkileyen en önemli faktörlerden biride diş ile restorasyon arasındaki bağlantıdır. Buonocore (1955)’un rezin materyalin mineye retansiyonunu arttırmak için asitle pürüzlendirme tekniğini keşfetmesiyle birlikte, mine ve dentine rezin kompoziti etkili bir şekilde bağlayabilecek adeziv sistemlerin geliştirilmesi üzerine çalışmalar yoğunluk kazanmıştır.

Adezyon farklı moleküller arasında oluşan çekim kuvvetidir. Kimyasal adezyon, primer ve sekonder kimyasal bağların etkisiyle oluşan sınırlı ve zayıf bir bağlanmadır. Primer kimyasal bağlar; kovalent, iyonik ve metalik bağlar olmak üzere 3 türdür. Fiziksel adezyon, farklı yapıdaki düz yüzeyler arasında oluşan Van der Waals kuvvetleri veya diğer elektrostatik etkileşimler sonucunda meydana gelen zayıf bağlanmadır. Mekanik adezyon ise düzensiz yüzeyler arasında görülen kuvvetli kilitlenmedir (Dayangaç 2000, Roulet ve Degrange 2000). Adezyon (dental adezyon), bağlanma (dental bonding) diyede adlandırılır. Adeziv, adezyon elde etmek için ilave edilen film tabakası ya da materyaldir. Adezivin uygulandığı maddeye ise ‘Adherent’ denir. Kullandığımız bonding ajanlar adeziv, uygulandıkları yüzey olan mine-dentin ise adherent olarak kabul edilebilir (Van Meerbeek ve ark 2001, Zaimoğlu ve Can 2004 ).

(28)

Adezivin adherent ile olan ilişkisi;

1-Yüzeylerin temizliğine ve ıslanabilirliğine 2-Adezivin viskositesine

3-Yüzeyin yüzey özellikleri ile pürüzlülüğüne bağlıdır (Zaimoğlu ve Can 2004). Başarılı bir adezyon için adezivin yüzey gerilim değerinin adherentin kritik yüzey gerilim değerine eşit veya daha az olması istenir.

Adezivin değme açısı mümkün olduğunca küçük olmalı ve adherentin ıslanabilirliği iyi olmalıdır. Böylece adeziv yüzey üzerine daha iyi akar ve yüzeyi daha iyi ıslatarak güçlü bir bağlanma gerçekleştirir. Adezyon için bu özellikler minede dentine nazaran daha iyi bulunmuştur (Christensen 1992, VanMeerbeek ve ark 1992, Dayangaç 2000, Van Meerbeek ve ark 2001 ).

1.2.1. Mineye Bağlanma

Organik pelikılla kaplı olan mine yüzeyini mikromekanik bağlantıya uygun hale getirmek için asitle pürüzlendirme işlemi gerçekleştirilir. Buonocore (1955) ilk kez mineye 30 sn süresince %85’lik ortofosforik asit uygulayarak akrilik rezinin mineye bağlanabildiğini göstermiştir.

Mine dokusu ağırlıkça %95 inorganik, %1 organik ve %4 su ve diğer minerallerden oluşur. İnorganik yapının büyük bir kısmı hidroksi apatit kristallerinden, organik yapı ise kollojenden oluşur. Minenin asitlenmesiyle tükrük pelikılı uzaklaşır, smear tabakası ortadan kalkar ve mikroporoziteler artar. Böylece bağlantı yüzey alanı, minenin ıslanabilirliği ve minenin yüzey enerjisi artar (Inokoshi ve ark 1996, Hannig ve ark 1999, Zaimoğlu ve Can 2004).

Minenin pürüzlendirilmesinde %30–40 arasında değişen fosforik asit solüsyonları kullanılır. Kullanılan asitin tipi, konsantrasyonu, uygulama süresi, minenin yapısı, hasta yaşı önemlidir. Mineyi pürüzlendirmek için 15–30 sn yeterlidir. Daha sonra 10–15 sn yıkanır ve mine bağlayıcı ajan sürülür. Jel formundaki asitlerin uzaklaştırılması için yıkama süresi 20–30 sn’dir. Asitleme süresini uzatmak yüzey düzensizliğinin derinliğinin azalmasına neden olur ve bağlanmayı olumsuz etkiler (Dayangaç 2000, Zaimoğlu ve Can 2004).

(29)

Kalsiyum ve fosfat mineralleri ile sentetik rezinin yer değiştirmesi sonucu diş dokusuna bağlanma gerçekleşir. Minedeki kalsiyum fosfatların uzaklaşması sonucu mikroporoziteler oluşur. Bu mikroporoz yapıya rezin infiltrasyonu ve polimerizasyonu olur ve böylece mikro mekanik bir kilitlenme oluşur (Nakabayashi ve Pashley 1998, Ülker 2006).

Bağlayıcı ajanın mine prizmasının çözünmesi sonucu oluşan boşluğa uzanan mikroskobik çıkıntılarına “rezin tag” adı verilir. Mine prizmaları merkezindeki küçük girintiler “Micro-resin tag”, mikromekanik bağlantıda genelde mine prizmaları arasında oluşan demineralizasyona bağlı olarak meydana gelen yapı ise “Macro-rezin taglar”ların göstergesidir (Inoue ve ark 1999, Dayangaç 2000).

1.2.2. Dentine Bağlanma

Asitle pürüzlendirme tekniği kullanılarak restoratif rezinlerin mineye mükemmel adezyon göstermesini takiben dentine etkin bir bağlanmanın sağlanması için çalışmalar başlamış ancak dentine bağlanmada uzun süre memnun edici sonuçlar alınamamıştır.

Dentin dokusu ağırlıkça % 70 inorganik , %20 organik ve %10 su ve diğer maddelerden, hacimce ise %50 inorganik, %25 organik ve %25 su içerir (Van Meerbeek ve ark 1992, Van Meerbeek ve ark 2001). Dentine bağlanmadaki zorluk, onun kompleks histolojik yapısı ve kimyasal içeriğinin mineden farklı olmasından kaynaklanır (Swift ve ark 1995, Dayangaç 2000).

Dentine bağlanmada etkili olan faktörler;

- dentinin içeriği (dentin tübüllerinin yoğunluğu, çapı, peritübüler ve intertübüler dentin oranı),

- dentinin kalınlığı ve yapısı (demineralize veya sklerotik), - smear tabakası,

- yaş ‘tır ( Zaimoğlu ve Can 2004).

İnorganik yapının büyük bölümü hidroksiapatit kristallerinden, organik yapı ise başlıca kollajen fibrillerden ibarettir. Dentin içinde çok sayıda tübüller vardır. Bu tübüller iyi mineralize olmuş peritübüler dentinle sarılmış ve tübüller arasında peritübüler dentine kıyasla daha az mineralize olmuş intertübüler dentin bulunur.

(30)

Tübüllerin pulpadan dışarı doğru olan ışınsal seyirlerinden dolayı tübüllerin sayısı ve çapı pulpa yakınından mine-dentin sınırına yaklaştıkça azalmaktadır. Tübüller içersindeki sıvı yaklaşık 25–30 mmHg basınçla pulpadan dış yüzeye doğru itilir. Bu nedenle dentin dokusu daima nemlidir (Dayangaç 2000, Pekkan 2005 ) Tübül çapları mine yakınında 1 iken, pulpa yakınında 3–4  kadardır. Dolayısıyla derin dentin, yüzeyel dentinden daha nemli bir yapıya sahiptir (Van Meerbeek ve ark 2001).

Kesici ve el aletlerinin diş sert dokuları üzerinde yaptığı kesme ve aşındırma işlemleri sonucunda bu dokular üzerinde yapışık bir halde ortaya çıkan ve yapısında inorganik dentin parçacıkları, kollajen parçacıkları, odontoblast uzantıları, kan hücreleri, bakteri ve tükrük içeren 0.05–10 mm partikül boyutuna sahip 0.5–5 mm kalınlığındaki tabakaya smear tabakası denir. Smear tabakası dentin yüzeyini örterek ve dentin tübüllerini tıkayarak adeta bir difüzyon bariyeri gibi görev yapar. Ağız sıvılarının ve bakterilerin pulpaya difüzyonuna engel olur. Dentin geçirgenliğini ve rezinlerin dentine olan bağlanma kuvvetini azaltır (Nakabayashi ve Pashley 1998, Öztürk 2002).

Dentin bağlayıcı ajanların kimyasal ve mikromekanik bağlantısı için kimyasal, ısısal ve mekanik yöntemler uygulanarak uygun bir dentin yüzeyi oluşturulabilir. Kimyasal yöntemde asit ve kalsiyum şelatörleri, ısısal yöntemde lazer, mekanik yöntemde ise mikro abrazyon kullanılır (Pekkan 2005).

Dentin bağlayıcı sistemler genel olarak üç aşamada uygulanır. Bunlar:

1- Dentin yüzey koşullarının değiştirilmesi (etching-dağlama, dentin conditioning),

2- Adezyonu güçlendiren ajanların kullanılması (primer uygulaması),

3-Bağlayıcı ajanın demineralize dentin yüzeyine infiltrasyonudur (bağlayıcı uygulaması) (Zaimoğlu ve Can 2004, Pekkan 2005).

Dentin yüzey koşullarının değiştirilmesi (etching-dağlama, dentin conditioning) Asit solüsyonları dentin yüzeyine 15 sn uygulanır. Bunun amacı smear tabakası ve tıkaçlarını kaldırmak, dentini yüzeyden itibaren 2–5 m demineralize

(31)

Asitleme süresini uzatmak rezinin infiltrasyonuna direnç oluşturacak bir demineralizasyon derinliği oluşturur.

Asit, dentin matriksinde bulunan kollajen lifleri çeviren inorganik yapıyı çözer. Kollajen liflerin mineral desteği kaybolur. Dentin tübüllerinin ağız kısmı huni gibi açılır, genişler ve pörözite artar. Kollajen ağı açılarak monomerin tübül içine infiltrasyonu kolaylaşır (Roulet ve Degrange 2000, Zaimoğlu ve Can 2004, Munck ve ark 2005)

Adezyonu güçlendiren ajanlar (primer uygulaması)

Primer’lar; su, aseton ve ya etanol gibi solüsyonlar içinde bulunan, dentinin ıslanabilirliğini arttıran, HEMA, BPDM, PMDM, ve NTG-GMA, 4-META gibi çok düşük viskozitedeki hidrofilik rezin monomerlerden oluşan, adezyon geliştirici maddelerdir (Van Meerbeek ve ark 2001).

Primerlerin yapısında iki farklı fonksiyonel grup vardır. Bunlardan hidrofilik fonksiyonel grup dentinin ıslanabilirliğini arttırarak adeziv rezinin dentin içine infiltrasyonunu sağlar. Hidrofobik fonksiyonel grup ise adeziv rezine bağlanmasını gerçekleştirir. Primerler nemli dentin içerisindeki suyun rezin monomerle yer değiştirmesi ve adeziv materyalin dentin tübülleri içine taşınması için tek tabaka halinde uygulandığı sistemler olsada birkaç tabaka halinde uygulanması tavsiye edilir (Zaimoğlu ve Can 2004).

Primer, kollajen liflerin dizilişlerini değiştirerek adeziv bağlanma için yüzeyi hazırlar ve monomer girişinin daha etkili olmasını sağlar. Kollajen, kopolimer ve polimer ile sarılmış hidroksiapatitten oluşan ve rezinle güçlendirilmiş, aside dirençli, rezin ve dişin moleküler düzeyde karışımından oluşmuş bu tabakaya “hibrit tabaka” denir. Oluşum sürecine de “hibridizasyon” adı verilir. Bu tabaka adeziv rezin uygulanana kadar polimerize olmaz ve dentine mikromekanik olarak bağlanmada rol oynar ( Nakabayashi ve Pashley 1998, Pekkan 2005).

Bağlayıcı ajanın demineralize dentin yüzeyine infiltrasyonu (adeziv rezin)

Primer uygulamasını takiben, dentin yüzeyi polimerize olmamış adezyon yükseltici moleküller içerir. Dentin yüzeyine hem dentin hemde rezine bağlanabilen bağlayıcı ajanlar uygulanarak polimerize olmamış adezyon yükseltici moleküllerle

(32)

kopolimerize olur. Böylece hidroksiapatit kristalleri ile kollajen fibrilleri çevreleyen ve bunlar içine girmiş polimerlerle bağlantı oluşumu tamamlanır. Adeziv rezinin görevi, rezin-dentin hibrit tabakasının stabilizasyonu ve “Rezin tag” olarak isimlendirilen rezin uzantılarının oluşumudur (Van Meerbeek ve ark 2001, Öztürk 2002).

Primer uygulandıktan sonra oluşan hibrit tabakası adeziv rezinle birlikte polimerize olur. Adeziv rezin tabakası gelen kuvvetleri absorbe eder, kompozit rezinlerin polimerizasyon büzülmesi sırasında ayrılmayı önler (Walshaw ve McComb 1996, Uno ve ark 1999).

Adeziv rezinler BIS-GMA ve UDMA (ürethane dimethacrylate) gibi hidrofobik monomerlerden, TEG-DMA (triethylene glycol-dimethacrylate) gibi vizkozite düzenleyicilerden ve HEMA gibi ıslanabilirliği arttıran hidrofilik monomerlerden oluşur (Van Meerbeek ve ark 2001).

Adeziv rezin yüzeye fırça ile sürülür ve ince uniform bir tabaka oluşturulur. Adezivin polimerizasyonundan sonra yüzeyinde polimerize olmamış yapışkan bir tabaka oluşur. Bu tabaka üzerine yerleştirilen kompozit rezinle çift metakrilat bağları yaparak kopolimerize olur (Zaimoğlu ve Can 2004).

1.2.3. Adeziv sistemlerin kronolojik sınıflandırılması

Dentin bonding ajanlar için yapılan çok çeşitli sınıflamalar vardır. Kimyasal yapılarına göre (oksalat, gluteraldehit HEMA, BİS-GMA, poliheksanit metakrilat, fosfonat dimetakrilat, sitrik asit), bağ dayanımlarına göre (5-7, 8-14 MPa arası, 17 MPa’ dan yukarısı), klinik uygulama şekillerine göre (tek, iki, üç aşamalı) ve üretim tarihlerine göre sınıflandırılabilirler (Dökmez 2006). Üretim tarihlerine göre yapılan sınıflama şu şekildedir;

1.nesil dentin bonding ajanlar: Bu sistemde smear tabakası göz ardı edilmiştir.60’lı yılların ortasında üretilen ve bağlanma gücü 3 MPa’dan az olan ilk nesildir (Huget ve ark 1979, Ülker 2006).

2.nesil dentin bonding ajanlar: Yapılarına HEMA eklenerek bağlanma gücü 4,5–6 MPa’ya yükseltilen bu neslin ilk örneği 1978 yılında piyasaya sürülmüştür. Üç

(33)

ardından etilmetakrilat ile dentin tübüllerine mikromekanik bağlanmayı sağlayan sistem. 2) Fosfat ester dentin bonding sistemler 3) Poliüretan dentin bonding sistemler (Ülker 2006). Dentine bağlanmadaki başarısızlığı, dentin-sement marjinlerinde mikrosızıntıyı önleyememeleri ve ağız ortamında hidrolize olmaları dezavantajlarıdır ( Kugel ve Ferrari 2000, Ülker 2006).

3.nesil dentin bonding ajanlar: 1979 yılında tanıtılan bu nesil ise smear tabakasını kaldıran conditioner içerir ve bağlanma dayanımı 16–26 MPa’ a kadar ulaşır. (Yoshiyama ve ark 1996). Önce dentine asitleme işlemi uygulanır. Daha sonra hidrofilik primer ve bonding sistem uygulanır (Ülker 2006). Bu nesil mikrosızıntıyı azaltmada kendinden önceki nesillerden daha etkili olmasına rağmen mikrosızıntıyı tamamen önleyememiştir ( Swift ve ark 1995).

4.nesil dentin bonding ajanlar: 1984 yılında piyasaya sürülen ve smear tabakasının fosforik asitle yıkanarak uzaklaştırıldığı bu nesil bir öncekinden daha güçlü bağ dayanımlarına sahiptir (Dökmez 2006).

5.nesil dentin bonding ajanlar: Bir önceki neslin üretilmesinden kısa bir süre sonra geliştirmiştir. Selfetching olarak da adlandırılır. Bu sistemle, primer ve adeziv rezin tek şişede birleştirildiği gibi asitleme ve primerleme işlemini aynı anda yapan self etch adezivlerde mevcuttur (Dökmez 2006, Ülker 2006).

6.nesil dentin bonding ajanlar: Self etch all in one olarak adlandırılan bu sistemlerde asit, primer ve bond tek şişede birleştirilmiştir (Dökmez 2006).

7.nesil dentin bonding ajanlar: Son zamanlarda geliştirilen bu sistem bir önceki nesilden cam iyonomer bazlı olması ve bazı türlerinin flor salabilmesi ile ayrılır (Craig ve ark 2004, Dökmez 2006).

1.2.4. Adeziv sistemlerin modern sınıflaması

Günümüzdeki adeziv sistemler nesil sınıflamasının tam bir güvenilirliği olmadığından klinik uygulamadaki basamak sayısı ve dişle olan etkileşimi temel alınarak sınıflandırılmıştır. Uygulama yöntemleri temel alınarak hazırlanan bu sınıflandırma basit olmakla birlikte güvenilirlik ve tutarlılık sağlar. Bunlar:

(34)

-Total etch adezivler -Self etch adezivler

-Rezin modifiye cam iyonomer adezivler Total etch adezivler

Total-etch adezivler, uygulama şekillerine göre iki gruba ayrılırlar. 1-Üç basamaklı total-etch sistemler

2-İki basamaklı (one-bottle) total-etch sistemler

“Total-etch” tekniği mine ve dentin dokusunun birlikte farklı sürelerde pürüzlendirilmesini ifade eder (Gökalp 2002). Hekime zaman kazandıran bir tekniktir. Ancak minede etkin bir bağlanma için mineye güçlü asitlerin uygulanması gerekirken, kollajen yapıya kimyasal zarar vermemek için dentine de zayıf asitlerin uygulanması gerekir. Bu yüzden total etch tekniğinde asitin tipi, uygulama süresi ve konsantrasyonu, dentinde aşırı bir demineralizasyon oluşturmadan, minede yeterli pürüzlendirilmiş bir yapı oluşturacak şekilde adapte edilmiştir (Zaimoğlu ve Can 2004).

Üç basamaklı total-etch sistemler, asitleme, primer uygulanması ve adeziv rezin uygulanması olmak üzere üç temel basamak içerirler (Van Meerbek ve ark 2005). Asit ile pürüzlendirilen dentin dokusu mikromekanik tutuculuğun, rezin-dentin bağlantısındaki en önemli mekanizmasını oluşturur (Van Meerbeek ve ark 1992, Bouillagued ve ark 2001).

Asitleme işleminden sonra mine yüzeyinin kuru olması istenir. Dentin yüzeyinin ise açığa çıkmış kollajenin çöküşünü engellemek için belli bir miktar nemli olması gerekir (Ülker 2006). Yıkama işleminden sonra yüzeyin aşırı derecede kurutulması hidroksi apatitini kaybetmiş desteksiz kollajen fibrillerin büzülmesine neden olarak rezin infiltrasyonunu sınırlandırır. Klinik olarak nemli dentin parlak görünür. Birikmiş nem kurutma kağıdı ile ya da pamuk peletler ile silinerek kaldırılmalıdır (Gökalp 2004, Eren ve Bektaş 2006).

(35)

Eğer dentin yüzeyindeki nem primerleme işlemi sonrası monomerle tamamen yer değiştirirse etkin bir rezin difüzyonu sağlanabilir. Bu nedenle günümüzde kullanılan adezivlerin birçoğunda monomerler etanol, aseton gibi uçucu çözücüler içersinde çözülmüştür. Bu çözücüler kollajenler arasındaki su ile monomerin yer değiştirmesine önderlik eder (Abate ve ark 2000, Ülker 2006).

Aşırı nem primeri sulandırarak etkisinin azalmasına ya da hibrit tabakası içindeki rezin polimerizasyonunun olumsuz etkilenmesine neden olur. Ayrıca demineralize dentinde, boşlukları doldurmak için rezin ile rekabet edebilir (Schwartz ve ark 1996, Eren ve Bektaş 2006) Aşırı nem sonucunda rezin dentin arayüzünde oluşan su kabarcığı ve globül total etch sistemler kullanıldıktan sonra görülen postoparatif hassasiyetten sorumludur. Çiğneme olayı esnasında su kabarcıkları pompa etkisi yaparak dentin tübülleri içindeki sıvının hızlı hareketini sağlar. Bu da ağrı olarak hissedilir (Brannstrom ve Astrom 1972).

Geleneksel adeziv sistemler kullanıldığında, uygulama basamaklarının çok olması ve nem kontrolünün zorluğu hata yapma olasılığını da yükseltir. Bu yüzden üç basamaklı total-etch adezivleri basitleştirilmiş ve iki basamaklı total-etch (one-bottle) sistemi geliştirilmiştir (Bouillagued ve ark 2001, Swift 2002). İki basamaklı total etch sistemde primer ve adeziv rezin tek bir uygulama içinde birleştirilmiştir ( Van Meerbeek ve ark 2001).

İki basamaklı total etch sistemlerin uygulanması daha basit olmasına rağmen ikinci aşamanın birkaç kez uygulanmasının önerilmesi, teknik hassasiyet gerektirerek uygulama süresini arttırmaktadır (Gökalp 2002). Bağlanma mekanizmaları üç basamaklı total etch sistemlerle aynıdır ( Swift 2002).

İki basamaklı total-etch sistemler ve üç basamaklı sistemler laboratuvar testlerinde genellikle iyi performans gösterdikleri bildirilmiştir. Ancak bazı çalışmalara göre iki basamaklı sistemin hibridizasyonu azaltabildiği bildirilmektedir (Bouillagued ve ark 2001, Swift 2002, Cardoso ve ark 2002, Eren ve Bektaş 2006).

Farklı asitleme ajanıyla smear tabakasının uzaklaştırılarak uygulandığı bonding sistemlerde bazı problemlere rastlanmıştır. Asitlenmiş dentin yüzeyi suyla yıkanırken az yıkanırsa, arta kalan asidik ajanlar ya dentin yüzeyini aşırı demineralize eder yada kollajen fibriller arasındaki dar kanalları kapatabilir.

(36)

Dentin yüzeyi havayla aşırı kurutulursa, kollajenler büzülerek monomerlerin penetrasyonunu engeller. İşte dentinin asitlenmesiyle oluşabilecek bu hataları engellemek için self-etching bonding sistemler geliştirilmiştir (Nakabayashi ve Pashley 1998, Tay ve ark 2000, Öztürk 2002) .

Self etch adezivler

Self-etch adezivler, uygulama şekillerine göre iki gruba ayrılırlar: 1- İki basamaklı self-etch adezivler

2- Tek basamaklı (all-in-one) self-etch adezivler Ph ve asitleme potansiyellerine göre ise;

1- Ilımlı self-etch adezivler (pH≥2)

2- Orta kuvvetli self-etch adezivler (pH≈1.5 )

3- Kuvvetli self-etch adezivler (pH≤1) (Van Meerbeek ve ark 2001, Van Meerbeek ve ark 2003).

Genel olarak self etch adezivlerde HEMA ve su bulunur. İki basamaklı self-etch adezivlerde, birinci basamakta asit ve primer eş zamanlı olarak uygulanır. Smear tabakası asitle uzaklaştırılmamakta asidik primerin asiditesine göre bir kısım hidroksiapatit çözünmektedir. Böylece adezivin infiltrasyon derinliği ile asit infiltrasyonu arasında bir fark oluşmamaktadır. İkinci basamağı ise hidrofobik adeziv rezin uygulaması oluşturur (Gökalp 2004).

Tek basamaklı self-etch adezivler (all in one) hidrofilik ve hidrofobik komponentlerin karışımıdır. Asit, primer ve adeziv rezin bir arada tek bir şişede bulunur ve aynı anda uygulanır (Van Meerbek ve ark 2005).

Self etch adeziv sistemlerde tek başına asit uygulamasının olmaması nedeniyle, bağlanmaya hazırlanan yüzeylerde su ile yıkama işlemine gerek duyulmaması ve sadece hafif bir hava ile kurutulmaları klinik uygulamalarda bir uygulama basamağını eksiltmiş, kolaylık sağlamış, teknik hassasiyeti ve buna bağlı

(37)

oluşabilecek hata oranını azaltmıştır (Tay ve Pashley 2003, Gökalp 2004, Strydom 2005).

Ayrı bir asit kullanılması sonucu oluşacak fazla asitleme ve bunun sonucunda yetersiz rezin infiltrasyon riski, aynı demineralizasyon derinliğine kadar rezinin kollajen iskelet içine eş zamanlı infiltrasyonu ile elimine edilmiş olmaktadır. Böylece hibrit tabaka altında zayıf, desteksiz, demineralize dentinin kalması engellenir. Post-operatif duyarlılığın oluşması beklenmez (Strydom 2004, Strydom 2005,Ülker 2006).

Tek basamaklı self-etch adeziv sistemler iki basamaklı self-etch ve geleneksel total-etch sistemler ile karşılaştırıldıklarında bağlanma dayanımlarının daha düşük olduğu bulunmuştur (Fritz ve Finger 1999, Inoue ve ark 2003, Eren ve Bektaş 2006 ). Bu sistemlerin, yüksek hidrofiliteleri nedeni ile polimerize edildikten sonra suyun adeziv tabakasından geçişine izin veren geçirgen bir membran gibi davrandığı gösterilmiştir (Tay ve ark 2002, Eren ve Bektaş 2006 )

Self-etch sistemlerin pek çok avantajlarının yanı sıra yüksek konsantrasyondaki suyun eksik buharlaşması durumunda optimum polimerizasyonu engellemesi gibi dezavantajları da vardır (Van Meerbek ve ark 2005, Eren ve Bektaş 2006).

Ilımlı self-etch adezivler

Dentinde demineralizasyon derinliği 1–2 µm’dir. Bu sistemde pH≥2 ’dir. Çoğu zaman smear tıkaçlarını tamamen kaldırmazlar ve yüzeyel bir hibrit tabakası oluşur (Van Meerbek ve ark 2003, Van Meerbek ve ark 2005). Submikron seviyede hibrit tabakası oluşmasına rağmen marjinal kapama ve bağlanma dayanımları total etch sistemlerle yakın bulunmuştur. Bu da hidroksi apatit içeren hibrit tabakanın yeterli bağlanma dayanımı sağlayabileceğini göstermiştir (Van Meerbek ve ark 2001). Orta kuvvetli self-etch adezivler

Bu sistemde primerler pH’ı ortalama 1.5 civarındadır. Hafif ve kuvvetli self-etch adezivler arasında bir özellik gösterirler. Tamamen demineralize olmuş üst tabaka ve kısmen demineralize olmuş alt tabakadan oluşur. Altta etkilenmemiş dentine kademeli olarak geçiş yapan ve hidroksi apatit içeren maksimum 1–2µ kalınlığında bir hibrit tabaka gözlenir. Ilımlı self-etch adezivlere göre asiditesi daha

(38)

yüksektir ve mine ve dentin ile daha iyi mikromekanik bağlanma elde edilir. Hibrit tabakasının kalınlığı kuvvetli self-etch adezivlere göre daha azdır (Van Meerbek ve ark 2003, Ülker 2006, Eren ve Bektaş 2006)

Kuvvetli self-etch adezivler

Bu sistemde pH≤1’dir. Total etch adezivlere çok benzer arayüz morfolojisi gösterdiklerinden dolayı dentine bağlanma mekanizmaları birbirine yakındır. Dentinde kollajen fibrilleri açığa çıkararak hemen hemen tüm hidroksi apatitleri çözerler. Hafif self-etch adezivlere göre dentine infiltrasyonları daha derin olduğundan bol miktarda rezin taglar mevcuttur (Van Meerbek ve ark 2001, Van Meerbek ve ark 2005, Ülker 2006, Eren ve Bektaş 2006 ).

Cam iyonomer adezivler

Herhangi bir yüzey tedavisi gerektirmeden diş dokusuna kendi kendine tutunabilen tek materyal olan cam iyonomerler, diş yüzeyine polialkenoik asit uygulanmasıyla bağlanma etkinliğini artırmıştır (Inoue ve ark 2001, Van Meerbek ve ark 2003 )

Polialkenoik asitin karboksil gruplarıyla hidroksi apatitlerin kalsiyumu arasında iyonik bağlar oluşarak gerçek kimyasal bir bağlanma meydana gelir (Yoshida ve ark 2000, Van Meerbek ve ark 2003, Ülker 2006).

Mikropöröz ve hidroksi apatit ile kaplanmış kollajen ağında sığ bir hibrit tabakası oluşturan cam iyonomerler mikromekanik bir kilitlenme de sağlayarak bağlantısını iki katına çıkarır (Tay ve ark 2001, Yip ve ark 2001, Ülker 2006).

1.3. DENTAL SERAMİKLER

Seramik, Yunanca yakılmış madde anlamına gelen “keramos “ kelimesinden türemiştir. Seramiklerin kimyasal yapısında oksijen bulunur. Küçük atomlu bir veya birkaç metal ya da yarı metal atomu iyonik ya da kovalent karakterdeki bağlarla oksijen molekülünü bir matriks gibi sarar. Seramiklerde daha çok kovalent bağlar görülür. Seramikler bu tip atomik bağlarla sertlik, stabilite, yüksek elastisite modülü,

(39)

ısıya dayanıklılık ve aynı zamanda kırılganlık kazanır (McLean 1979, Callister 1997, Pekkan 2005).

Tüm seramikler temel maddelerindeki oransal farklılıklar ve fırınlama prosedürü ile beraber, genel olarak aynı materyallerden oluşur. Bu maddeler feldspar, quartz (silika) ve kaolin (kil)’dir. Seramiğin yapısına farklı özellikler vermek için potas, soda gibi bileşikler ilave edilir. Bir porselenin kalitesi onu oluşturan maddelerin seçimine, herbir maddenin doğru oranda olmasına ve fırınlama işleminin kontrolüne bağlıdır. (Craig ve ark 1997).

Ortoklas (K2OAl2O36SiO2), albit (Na2OAl2O36SiO2) ve anortit (CaOAl2O3

2SiO2) formlarında bulunan feldspat, pembe ve gri arasında bir renkte, kristalin ve

opaktır. Porselenin yapısında %70–90 arasında bulunur. Feldspat içerisinde mutlaka ortoklas ve albit değişik oranlarda bulunur. 1290 °C de eriyerek birbirleri ile kaynaşır ve cam matriks oluşturur. Porselene şeffaflık ve birleştiricilik verir. Diş hekimliğinde yüksek oranda K2O içeren feldspat tercih edilir (McLean 1979, Craig ve ark 1997,

Pekkan 2005).

Alüminyum silikat kilinin saf şekli olan Kaolin (Al2O32SiO22H20) porselenin

yapısında %1–10 arasında bulunur. Şekillendiricilik, yapıştırıcılık ve modelasyon kolaylığı sağlar. Porselene opak bir görünüm sağlar. (Naylor 1992, Pekkan 2005 ).

Kuartz (SiO2) porselenin yapısında %11–18 arasında bulunur. Kaya, deniz

kumu ve çakıldan elde edilir. En ince gren boyutlarında kullanılan kuartz kristalleri stabilite sağlar, dayanıklılığı arttırır ve büzülmeyi kontrol eder (O’Brien 2002).

1.3.1. Dental seramiklerin sınıflandırılması Fırınlama derecelerine göre;

1. Yüksek ısı porselenleri: 1288 ºC -1371 ºC (2350 ºF -2500 ºF)

Yüksek ısı seramiği; Parsiyel ve total protezlerde kullanılan suni dişlerin yapımı için ve nadiren seramik jaket kronların yapımında kullanılmaktadır.

(40)

Orta ısı seramiği; tam seramik köprülerde ara bünyelerin prefabrik olarak yapılmasında kullanılmaktadır. İnley, jaket kron ve sabit köprülerde kullanılır

3. Düşük ısı porselenleri: 660 ºC –1066 ºC (1220 ºF -1950 ºF)

Düşük ısı seramiği ise; Glaze tozu, aluminöz seramik, seramik jaket kron, metal destekli seramik kron ve köprü yapımında kullanılır.

Her üç gruptaki seramiklerin ana bileşim elemanları aynı olmasına rağmen erime derecelerindeki farklar bileşimde bulunan kalsiyum karbonat, potasyum karbonat, sodyum karbonat, ve boraks gibi eriticilerin miktarından kaynaklanmaktadır (Zaimoğlu ve ark 1993, Değer ve Caniklioğlu 1998, O’Brien 2002, Bozoğulları 2007).

Yapım tekniklerine göre

1- Metal Destekli Dental Seramikler

A- Döküm metal üzerinde bitirilen dental seramikler B- Metal yaprak üzerinde bitirilen dental seramikler 2- Metal desteksiz dental seramikler

A- Geleneksel feldspatik seramikler B- Dökülebilir dental seramikler

C- Kor yapısı güçlendirilmiş dental seramikler 1- Isı ve basınç altında şekillendirilen seramikler 2-Alumina ile güçlendirilmiş kor materyali

3- Magnezya kor materyali ile güçlendirilmiş seramikler 4- Zirkonyum ile güçlendirilmiş kor materyali

(41)

Metal destekli dental seramikler

Döküm metal üzerinde bitirilen dental seramikler

Bu seramikler cam ve kristal fazdan oluşur. Kristal faz olan lösit kristalleri cam ile çevrelenmiştir. Lösit, beyaz veya gri ye yakın bir mineraldir. Dental seramikte lösitin ana maddesi ortoklastır (K2O-Al2O3-6SiO2 veya K-Al-SiO3O8). Metal-seramik restorasyonlarda kullanılan seramik tozlarına % 30–40 oranında lösit ilavesi ile ısıl genleşme katsayıları metal ile uyumlu hale gelmektedir (Zaimoğlu ve Can 2004, Altuntaş 2007).

Porselenin mekanik ve kimyasal olarak metal alt yapıya bağlanmasıyla oluşan bu sistemde metale kuvvetli bir bağlanma gerçekleşmesi için alaşımlar yüksek ısı dayanıklılığına sahip olmalı ve porselen bağlantısı için ince bir oksit tabakası oluşturmalıdır. Porselen, metali ıslatarak büzülme ve ısıl genleşmeden kaynaklanan stresleri azaltmalıdır (McLean ve Odont 2001).

Metal destekli seramik restorasyonlarda metal alt yapı opak porselen, dentin porseleni, mine ve insizal porseleni ile kaplanır (Shillinburg ve ark 1997).Ancak alt yapıda metal bulunması ışık geçirgenliğini engellediğinden ve diş etinde gri yansımalara neden olduğundan günümüzde farklı seramik sistemlerinin gelişimine neden olmuştur.

Metal yaprak üzerine bitirilen dental seramikler

Diş preparasyonunun çok az olduğu ve döküm metal koping için yeterli yerin olmadığı durumlarda metal folyolar endikedir. Altın folyolar, platinyum folyolara kıyasla, daha kısa sürede yapılırlar ve porselenin altında oldukça iyi renk uyumları sağlarlar. Isıl genleşme katsayılarından dolayı alüminöz porselen sadece platinyum folyolarla, feldspatik porselen altın folyolarla uyumludur. Renaissance, Sunrise, Flexobond bu grubun günümüzde bilinen örnekleridir ( Bozoğulları 2007). Kırılma direncinin az olması ve çok üyeli restorasyonlarda kullanılmamasından dolayı yaygın kullanımda tercih edilmemiştir (Memikoğlu 1997).

Referanslar

Benzer Belgeler

Likit kompozisyonu: poliakrilik asit, HEMA, metakrilatla modifiye edilmiş poli akrilik asit. Rezin modifiyeCam-iyonomer simanlar

Likit kompozisyonu: poliakrilik asit, HEMA, metakrilatla modifiye edilmiş poli akrilik asit.. Rezin modifiyeCam-iyonomer simanlar (Hibrit

抗癌標靶新藥 MPT0E028,通過美國食 品藥物管理署(FDA)抗癌新藥申請,

Taşınım için 30 µL farklı plastikleştirici türleri (2-NPOE, T2BEP, T2EHP) ile, polimer destek maddesi 0,0200 gr selüloz triasetat (CTA), taşıyıcı madde olarak 30

73 Sınıf II restorasyonlarla yapılan klinik bir çalışmada, hibrit rezin kompozitler, kompomerler ve rezin modifiye cam iyonomer simanlar ile karşılaştırıldığında

Farklı rezin kompozitler (Esthet-X, Z250, Ceram-X, TPH ve Siloran), poliasit modifiye rezin kompozit (Compoglass F), rezin modifiye cam iyonomer (Photac Fil Quick Aplicap)

Bu çalışmanın amacı, ilköğritim birinci kademeye öğretmen yetiştiren sınıf öğretmenliği bö- lümlerinde okutulmakta olan biden eğitimi ile ilgili derslere

fect of an air-powder abrasive device on the bond strength of glass ionomer cements to dentin.