• Sonuç bulunamadı

Bir film gezgini:Atıf Yımaz

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bir film gezgini:Atıf Yımaz"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Ona aşk meşk filmleri yetmiyor. Daha çok özgürlük istiyor artık...

BİR FİLM GEZGİNİ: ATIF YILMAZ

bastığım, sarışın mavi gözlü Çerkez asıllı büyükannemin ba­ na hep aynı masalı anlattığını hatırlıyorum” diye başlıyor Atıf Yılmaz anılarına. Tek saçma atan havalı tüfeği, kadınlar hama­ mından kovulduğu gün, her düştükçe pedalı eğrilen Viktorya marka bisikleti, yoğurt pazarında kurulan darağacı, başrolün­ de A rif Dino olan bir Nâzım Hikmet film i anılarının hiç un­ utulmayacaklarından. Ama yaşadıklarını

Devamı 2. sayfada

İPEK ÇALIŞLAR

N

edense kaynak kitapların çoğu yanlış yazılı­yor. 1925 değil de 1926 yılının Aralık ayının dokuzuncu günü, sabaha karşı, Mersin’de dün­ yaya gelmişim... Bir şey içerken kulak m e­

(2)

2 SİNEMA

CUMHURİYET DERGİ

Türk

sinemasının

yaşadığı kriz

bu yıl yalnız

tek bir filmin

çekilmesiyle

sonuçlandı.

45 yılda

107 film

çeken Atıf

Yılmaz da

boş durmamak

için oturdu

anılarını

yazdı.

Bir A tıf Yılmaz kitabı

1. sayfanın devamı

yazarken çok zorlanmış A tıf Yılmaz. Arka­ daşlarından yardım istem iş. Daha doğrusu yıllar sonra anılarını aramaya çıkmış. Birelin- de silgisi bir elinde kurşun kalemi, yaşadıkla­ rını “Söylemek Güzeldir” adını verdiği amla- rım kâğıda dökerken epey terlemiş. N eyse ki dostları onu bilgi, belge ve anekdotlarla des­ teklemişler. Meğer, Türk sinemasına 45 yıldır hiç durmadan (son bir yıl hariç), film çeken ünlü yönetmenim izin çekm ecelerinde ne al­ dığı ödül heykelciklerinden biröm ek, ne yaz­ dığı senaryolardan bir kopya, ne de çektiği filmlerden video kaset bir kayıt varmış. Bu gerçeği fark ettiği gün "Bu oldukça tuhafhali- min bir nedeni olm alı” diye düşünmeye baş­ lamış. Tam birpsikiyatnn kapısını çalacakken hemen vazgeçmiş. “Belki de beni sinema ala­ nında yıllardır ayakta tutan bu özelliğim di.

Geçm işteolanherşeyikafam dansilipatnıam ve hep ileriye, geleceğe doğru bakarak yaşa­ mayı seçmem...” diyor.

A tıfY ılm az’ın anıları sizi Türk sinemasın­ da sımsıcak ve unutulmaz bir yolculuğa çıka­ rıyor. Elbette bu renkli anılarbirkitabasığma- m ış. Asi ı nda Atı f Yı 1 maz, anı 1 arı nı topl am ay a çıktığında bir kitap daha yazacak kadar anı toplamış. Yaşadıklarının zaten yansını b inle­

rini kırarım korkusuyla kitaba almamış. “Ytizde el 1 iye yakın kesinti yaptığını ” itiraf ediyor. Aslında Yılmaz, anılarında kendisin­ den çok başkalarından söz ediyor. Bunun ne­ denini de “Daha kendimle hesaplaşmadım” diye açıklıyor. Öyle görünüyor ki, bu anılann bir ikinci cildi yazılacak.

A tıf Yılmaz, okul yıllarında kâh aile koşul­ ları kâh kendi inadı nedeniyledurmadan okul

ve kent değiştirmiş. Ama hafta sonlarının de­ ğişm ez eğlencesi hep sinema olarak kalmış.

Lakabı rejisör

Mersin Ortaokulunun ikinci sınıfında ken­ disine takı lan bir lakabı ise ömür boyu meslek edinmiş: Rejisör! Ama çocukların kendisine nedenrejisör dediklerini anımsamıyor. Greta Garbo, Charles Boyer ve Jean Harlovv’lada ilk gençlik yı Harında Mersin 'dek i beyaz perdel i sinemalarda tanışmış. Tembel ama terbiyeli bir liseli iken sahneye ilk adımını atmış. Okul için Kral Oidipus oyununu sah neye koymaya kalkmış. IhtiyarkahinTresia rolünü kendine ayırmış. Ama provada bacakları titreyince ro­ lü hemen başkasına devretmek zorunda kal­ mış. Sahne bulunamayınca oyunu, radyofo­ nik bir piyes gibi okulun hoparlöründen ya- yımlamaklayetinmişler.

Sinemaya ilk adım atışı ise Mersin Lisesi’n- deki edebiyat hocasının isteği üzeri ne yazdığı bir kom pozisyonla başlıyor A tıf Y ılm az’ın. İstiklal Savaşı’nda yaşanmış gerçek bir öykü bu. O klasik bir kompozisyon yazmak yerine, öyküyü senaryolaştırmaya soyunuyor. Liseyi bitirip İstanbul’a gelince de senaryosunu bir dostu aracılığıyla Atlas Film’e veriyor, işte bir daha ayrılamayacağı setlerle de ilk kez böyle tanışıyor. Tam yönetmenlik hayalleri kurar­ ken senaryosunun kabul edilmediğini öğreni­ yor. Amaaynı hikâyeyi yıllar sonra Avni Dil- ligil “Oğlum için ” adıyla çekiyor.

A tıfY ılm az’ın üniversite günleri de bir ha­ yal kırıklığıyla başlıyor. Çok istediği akade­ minin imtihanını kazanamıyor. Bunun üzeri­ ne hukuk fakültesine kayıt yaptırıyor. Okulun sekreteri keşfedene kadar da Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'nün en devamlı öğrencisi oluyorkaydı olmayan A tıfY ılmaz. Bu arada Nuri İyem'in atölyesine de devam ediyor. "Resim çalışmalarınızdan biröm ek var mı” sorusuna, gülerek “Yok ama, istersen birşeylerçizeyim ” yanıtını veriyor.

A tıfY ılm az’ın Yeşilçam'da aldığı ilk iş “Al­ lah Kerim” filminde Semih Evin’easistanlık. Ardından iki film de daha asistanlık yapıyor. Sonra "Kanlı Feryat” film ine ilk kez yönet­ men olarak imza atıyor.

Çektiği filmlerin sayısından emin olmadığı için Yeşilçam’ın belleği Agah Ö zgüç’e sor­ muş. 107 film çektiğini ondan öğrenmiş. “Unutulan var mıdır” sorusuna, “yok canım mümkün değil, daha fazlası çekilem ez ki za­ ten ” yanıtını veriyor.

Birbirinden ünlü asistanları

A tıf Y ılm az’ın Afa Yayınları'ndan çıkan “Söylem ek Güzeldir” adını verdiği anı larını A tıf Yılmaz, Hasankeyf'te “Toprağın Kanı“film ini çekerken... Sol alt köşedeki Belgin Doruk.

(3)

2 TEMMUZ 1995. SAYI 484

Bir dönemin dev

üçlüsü: Yümaz

Güney, Yaşar

Kemal

,

A tıf Yılmaz

tıf Yılmaz anılarında, Yılmaz Güney ve

m j k Yaşar Kemal’den çok söz ediyor. Çukurova’nın bereketli topraklarından gelen bu üç önemli insan, bir dönem beraber çalışmışlardı. Bu Vatanın Çocukları, M urad’ın Türküsü, Karacaoğlan’ın Karasevdası, Alageyik, Atıf Yılmaz, Yaşar Kemal ve Yılmaz G üney’in imzasını taşıyan filmler. “Ancak bir kısmı kayboldu bu filmlerin” diyor Atıf Yılmaz. Bu Vatanın Çocukları 'nın da yakıldığını tahmin ediyor. Birlikte oldukları ilk günleri şöyle anlatıyor:

“Yılm az’la da Yaşar’la da İstanbul’da tanıştık. Nüfusum Adana ama ben aslında Mersinliyim. Yaşar’la nasıl tanıştığımızı doğrusu anımsamıyorum. Herhalde ilk röportajları yayımlandıktan sonraydı.

Yaşar’ın Bu Vatanın Çocukları için bir film hikâyesi düşünüyorduk. Yılmaz'la o vesileyle tanıştık. Yıl 1959. Dar filmde ufak tefek ayak hizmetlerine bakıyordu. Daha önce aynı firmanın Adana’daki şubesinde çalışıyormuş. Üniversiteye girince merkeze almışlardı. Yılmaz her karşılaşmamızda en sevimli en inatçı haliyle yanımda çalışmak istediğini söylüyordu. Yaşar, ben, Yılmaz Çukurovalıyız ya, serde hemşerilik de var. Yılmaz senaryo yardımcılığından başladı, önce ikinci asistanlığa, sonra bu iki iş yetmezmiş gibi filmdeki rollerden birine el attı. Oyuncu olarak ilk sahnelerini çekmeye başladığımız gün, Yılm az’ın iyi oyunculuğu aşırı derecede hızlı davranmakla eş değer tuttuğunu fark ettim. Yıldırım hızıyla koşuyor, atın üstüne zıplıyor, dört nala sürüyor, dizginlere asılıp yere atlıyor, gideceği yere doğru adeta uçuyordu. Yılmaz’ı bir kenara çekip yarı şaka yarı ciddi, bu hızla oynamaya devam ederse, seyircinin onu görüp tanımasına pek imkan olmayacağını söylemiştim . Gene de film boyunca hızına yeteri kadar engel olamadığımı söylemeliyim.”

Atıf Yılmaz, Yılmaz Güney sağ olsaydı üçü birlikte yeniden bir araya gelip neler yaratabilirlerdi sorusuna şu yanıtı veriyor:

“Yılmaz sağ olsaydı ve Türkiye’den kaçmamış olsaydı üçümüz ne yapardık bilemiyorum. Çünkü şöhret biraz insanları

Asistanlarına. Yılm az Güney, Halit Refiğ, Zeki Öktcn, Ali Özgentürk, Ş erif Gören. Er­ tem Göreç, Nejat Saydam, hep A tıf Yılm az’ın yanında asistanlık yapmış isimler. Halit Re­ fiğ sinemaya onunla başlamış. Yılmaz Güney öyle. Bütünbunlarbirrastlantıolabilirini?

“ Değil tabii...” diyor. “ Bizim arkadaşlar hep gelişigüzel insanlar seçtiler. Hâlâda aynı şeyi yapıyorlar. Her filmde başka asistanlarla çalışıyorlar. Aslında asistanlık işinin çok önem li olduğunu kavramadı bizim sinem a­ mız. 1 İcr işi yönetmen yapmaya sıvanıyordu. Bununla başctmcye imkan y o k . Ben biraz da tembel olduğum için herhalde, insanlara so­ rumluluk ve iş vermeyi seviyorum. O zaman da soruml uluğu taşıyacak insanı seçm ek zo­ rundasınız.”

A tıfY ılm az her zaman çok titiz davranmış, birlikte çalışacağı insanları seçerken. Düşü­ nürmüş, “I leride Türk sinemasına katkısı olur mu” diye. İyi bir yönetmen, iyi bir senarist

m-A tıf Yılmaz, Yılmaz Güney ve Deniz Türkali, Küçük Yılmaz'in sünnet düğününde.

değiştiriyor. Yaşar’dan mesela bir örnek vereyim. Yaşar'la beş tane film yaptık. Romanlarından değil ama, hikâyelerinden senaryo çalıştık. Ç ok yakın dosttuk. Böyle olmasına rağmen, bir ara bir romanını istedim. “Ingiltere’deki ajansımdan alacaksın" dedi. 250 bin dolara mı ne...Parasız zamanda arkadaşlıklar iyi sürüyor da, taraflardan birisi zengin olunca değişebiliyor durum.

Yılm az’ın da durumu çok zordu. Ölümünden bir yıl önce Paris’te beraber olduk. “Göreceksin abi, burada da 1 numara olacağım” diyordu.

Sinema diğer sanatlar gibi değil. Bir ülkenin

kültürel kaynaklarıyla çok bağımlı. Resim yapmak gibi değil yani. Kendi kültüründen yararlanarak yapabiliyorsun sinemayı. Yılmaz’ın da bütün kültür birikimi bu ülkeye ve kendi yöresine ait. Şimdi düşünüyorum; mesela Yılmaz Fransa'da nasıl film yapardı diye. Yurtdışında yaptığı ilk filmde, “Duvar’’da bildiğim kadarıyla Alm anya’dan 100 kadar aile getirtmiş. Kameramanı Türk, bir tek set işçileriyle, ışıkçılar filan Fransızdı. Fransız filmi yapamazdı hiçbir zaman. Sinema zaten, ona müsait bir sanat değil. Onun için işi zordu. Portekiz'e, hatta Tu n u s ’a gitmeyi düşünüyordu. M

(4)

CUMHURİYET DERGİ

4 SİNEMA

Orhan Kemal

rhan Kemal’i, çocukluğumdan hatırlıyorum. Adana’da futbol oynardı. İsmi de Raşit’ti. Ve biryantinli saçları vardı. Ç ok yakışıklıydı. Ve hep tribünlerin önünde oynardı. Kızlar kendisini beğensin diye. Tribün neredeyse, muhakkak bir çalım atar oraya gelir, ordan kaleye doğru giderdi. Süksesi çok olsun diye . Orhan’la da sonradan İstanbul’da arkadaş olduk. Kitapta Orhan’a ait çok uzun bir bölüm vardı. Maalesef ilk basımında, sekreter bir kız vermişlerdi bana, o kaybetti bu bölümü. Bir cilt daha yazarsam, o bölümü yeniden yazacağım.

Orhan, Yaşar kadar şanslı olmadı hiçbir zaman. İlk doğru dürüst parayı 72. Koğuş'tan kazandı. Sürekli para sıkıntısı içindeydi. Çocukları ve karısıyla Balat tarafında çok kötü bir evde oturuyordu. Sinemadan para kazanıyordu. Tabii, sadece para kazanmak amacıyla yapıldığı için, yazdığı şeyler de çok parlak

olmuyordu. O zaman, ‘Suçlu’ diye bir romanı vardı. Yoğun dostluğumuz onunla başladı. Daha sonra da çok sıcak bir şekilde sürdü. Ölümünden ö n c e , BabIâli’de İstanbul Lokantası diye bir lokanta vardır, orada duruyor mu hâlâ

bilmiyorum, oraya girdim, karnım çok acıkmıştı, baktım Orhan oturuyor, önüne de bir bardak rakı koymuş, o akşam

Bulgaristan’a gidiyordu. Yaşar'la Orhan’ın, Kemal Tahlr düşmanlığı vardı. Onlar bir türlü anlaşamazlardı. Biraz, da Nâzım kıskançlığı var. Orhan, Nâzım’la birlikte Bursa’da yatmış. Münevver’e kur mu yapmış Kemal Tahir ne, böyle şeyler de var. Zaten devamlı üç Kemaller kavgası sürerdi. Gene Kemal Tahir’den açıldı laf. ‘Adam doğru söylüyor, ama bu kadar da doğru söylenmez kİ” dedi. O günden sonra Bulgaristan’a gitti, ama malesef dönmedi.

Kapıkule’ye gittik karşılamaya cenazesini. Ne yazık ki büyük bir fiyasko oldu. Bulgarlar,

cenaze arabasıyla getirdiler. D İSK en önde.Yaşar’dan Çetin Altan’a aklınıza kim gelirse herkes Kapıkule'de. Am a cenaze arabası yok. Edirne’ye gittik, cenaze arabası bulmak için. Valilik vermedi. Orhan, bütün hayatı boyunca devletle olan ilişkilerindeki rezillik ve kepazeliği ölümünde de yaşadı. Sonunda zar zor Bulgar cenaze arabasına izin aldık, Orhan’ı getirip, Edirnekapı’daki Bulgar Kilisesi’nln buzluğuna koyduk.Tabii İstanbul’a girerken yollar bütün kıyamet gibi kalabalıktı. D İS K ’in üyeleri iki yanda yol boyunca dizilmişti. Papaz da bizimle geldi.

Adını anımsayamadığı bir film çekiminden. Ayhan Işık, Belgin Doruk ve Mike Rafelyan ile. olurmu diye. Yönetmeıı-asistanberaberliği­

ni kan- koca beraberliği gibi görüyor. Ve ekli­ yor: “Onlarbenibırakıncayakadarbenişeya- rarbirinsanı hiçbirzaman bırakmadım. N ebi- leyim , Zeki ile 9 yıl çalıştım beraber. Yılm az G ü n eyle öyle. Halit’leöyle. Onlaryönetmen oldular bıraktılar beni.” Daha sonra, Leyla Özalp ile çalışmış. Altı yıldır da Fatoş Sevinç ile birlikte. Fatoş’u olağanüstü buluyor. “Ama o yönetmen yardımcılığını çok sevdiği için kendisi bir işe girişmiyor” diyor. Yönetmen yaratmada ustalaşan yönetm enim iz oyuncu yaratmada o denli hevesli görünmüyor. Ken­ disiyle sinemaya başlayan tek oyuncunun Per- vin Par olduğunu söylüyor. O da fiziğinden dolayı seçilip sonradan oyuncu olmuş. Birde

Türk sinemasının efsane adamı Y ılm az Gü­ ney var. Amaörneğin,Türkan Şoray30kırk film yaptıktan sonra A tıfY ılm az’ın film leri­ nin baş kadınlarından biri olmuş. Hep denen­ m iş belli disiplini olan oyucularla çalışmayı yeğlem iş çünkü.

Senaryocularıyla dailişkisi devamlılık gös­ teriyor. “Senaryocu-yönetmen ilişkisi farklı bir ilişki” diyor. Sonra ekliyor: “Seçtiğiniz se­ naryocunun sizin seviyenizi daha iyi anlaya­ bilm esi, m izacınızı da iyi bilm esi gerekiyor. M esela Zabatini ile de Sica beraberliği var. Karı-koca gibiler. De Sica’nın bütün senaryo­ larını Sabatini yazmış. Ortak dünya görüşleri var. Dünyaya beli i bir dram ve bel 1 i bir mizah duygusu ile bakıyorlar.”

A tıf Y ılm az’ın yanında kameramanlığa başlayıp, m esleğini onun yanında sürdüren önemli kameramanlar, sanat yönetmenleri, film müzikçileri var. Liste adam akıllı kalaba­ lık: Mike Rafaelyan, Çetin Gürtop, Çetin Tunca, Vedat Türkali, Barış Pirhasan, Ümit Ünal, Duygu Sağıroğlu, Metin Deniz, Yalçın Tura,NevitKodallı ve Ruhi Su...

Benimkiler hep kadın kahramanların biraz yanını tutan film lerdi” derken adam akıllı id­ dialı.

Bu özelliğini dünyaya ve insanlara bakışıy­ la açıklıyor önce. Ardından içinde bulunduğu çevreyi ve 21 yıldır beraber olduğu D eniz Türkali ’yi önemli biretkenolarak gösteriyor. Ö zellikle “Selvi Boylum Al Yazmalım”la

Kadın kahramanlar

Onun sinemasında kadın kahra­ manlar hep ön planda. Fi imlerinde de kadın kim liği titizlikle işleni­ yor. “Benimmaşistbirtavırlayap- tığım bir film sanıyorum yok. Yıl- maz G üney’de m esela çok vardır.

Seyircisi kadın

Atıf Yılmaz 1980 yıllarda ve daha sonra filmlerinde kadının kimlik arayışına önem vermiş. Seyircisinin daha çok

kadınlardan oluştuğunu söylüyor ve başrolünü Türkan Şoray’ın oynadığı Mine filminden ilginç bir örnek veriyor:

“Mine, Karadeniz’de oynarken,

İşletmecimiz gelmişti, 'Abi bu film acayip bir film’ dedi. ‘ 600 kişilik sinemaya, 550 kadın gelince 50 kişiyi de almamışlar iş bozulmasın diye. Bir kadın gelmiş İzmir’den misafir. Sinemacı ‘yer yok’ demiş. A m a kadın, ‘Arkadaşlarım çok methetti. Ne olur bana bir sandalye koyun, bu filmi görmeden gitmem’ demiş. Sinemacı da bir sandalye koymuş ona. Seyretmiş . Mine, kadınlardan çok iigi görmüştü."

Filmlerde kadınlara yönelik bakışı özel olarak yönlendirmek için çabalamamış. Daha çok doğal bir şekilde gelişmiş filmlerinin bu özelliği.

başlayan dönemde 1978-1979yıl- lanndan sonra kadın kahramanla­ rın daha önem li olduğu film ler yapmaya başlamış. M aço bir adam değil diye tanımladığı Barış Pirhasan’la işbirliği yapmış bu sı­ ralarda. Birlikte çalıştığı insanlara hep inisiyatiftanımış A tıfY ılmaz.

Kendisinin olaylara bir kadın gibi bakmasının mümkün olmadığını da kabul ediyor ve devam ediyor: “ Deniz her zaman söylüyor, ben de inanıyorum, bir erkek hiçbir zaman feminist olamaz. Kalıtımsal şeylerimiz var ne de olsa. Hem yasaların bize tanıdığı birtakım haklarla doğduk, hem de örf ve adetlerin bize tanıdığı imkanlarla yaşadık. Onun için bir kadın gibi görmemize imkan yok. Kitapta da yazdım. Zaten kadın filmi dem ek de doğru değil, bu filmlere. Kadın kahramanlar aracılığıyla Türkiye’de kimlik arayışı, bu filmlerin ortak teması. Daha çok kadınlar hayatlarını değiştirmek İstiyorlar. Sürekli bir baskı altında oldukları için hayatlarını değiştirmek istiyorlar bilinçli ya da bilinçsiz. Bir imkan buldukları anda da değiştiriyorlar. Hiç değilse o gayreti gösterebiliyorlar. Erkekler daha rahat. Nasıl olsa, toplum onlara birtakım haklar tanımış. O ihtiyacı duymuyorlar kadınlar kadar. Türkiye’deki çeşitli çevrelerdeki insanların kimlik arayışı teması üzerine yoğunlaşan filmlerdi benimkiler.”- ^

(5)

2 TEMMUZ 1995. SAYI 484

Ekibine kulak verdiğini söylüyor: “Benim le bazen sette çalışan bir işçi bile o anda bir sah­ ne hakkında fikrini söyleyebiliyor, iyiyse onu yapıyorum. Önemli olan film in iyi olması. M esela M ine’yi çekerken ben farkında deği­ lim, devrimci arkadaşlar varmış. Çağırdılar beni, teorik olarak yanlışlar varm ış... Bir gü­ zel eleştirdiler senaryoyu. Aklımın yattıkları­ nı düzelttim.”

Çapkınlık

“En kötü huyunuz nedir?” sorusuna yanıtı: “Çapkınlık” . Am a sonra hem en ekliyor: “O da çok kötü birşey sayılmaz ama.” Aşık oldu­ ğu kadınlardan kesitlerde var anılarında. Ama sanki öz sansürünün fırçası buralarda gezin­ m iş gibi.

İlk eşi Nurhan Nur’dan olm a Kezban adlı bir kızı, son eşi Deniz Türkali ’den de bir toru­ nu var. Mülkiyeti kendine ait bir evinin olma­ sı ise çok yeni. İki yıl önceye dayanıyor. Aynı yıl televizyon için, Türkan Şoray’la “Tatlı Be- tüş” dizisini ve Kültür Bakanlığı ’na iki belge­ sel çekmiş. “Düş Gezginleri ” de iyi iş yapınca kendine ait bir katı olabilm iş. Yani 45 yılın 4 2 ’sinde günübirlik yaşam ış, A tıf Yılm az. Pomo filmlerle erotik filmler moda olunca da zorunlu olarak yapım cılığa soyunmuş. Sağ­ dan soldan bulunan paralarla kendi filmlerini yapmaya girişmiş. U ç yıldan beri de bu film ­ lerin televizyon satışlarıyla çok az refaha ka­ vuşabilmiş. Türk sinem asının içine düştüğü kriz nedeniyle 45 yıldan bu yana i Ik kez bu yıl üretim yapamamış. Şu anda da Sinema Vak- fı’nın öncülük ettiği Türk sinemasını canlan­ dırma projesi kapsamında 20 dakikalık bir film çekiyor. Adı: “Kaymaklı Kazandibi” . Bütün film çekimlerinden önce olduğu gibi bu kez de hastalanmış, iğnelerle ayağa kalk­ mış. Yüzün üzerinde film yapmış olması onun bu özelliğini asladeğiştirememiş.

Çoğu si nemacı 1 arı m ı z gi bi y 111 arca sansür- le boğuşmuş. “Heykeli, baleyi müstehcen bu­ lan, cinsel bir temayı işleyen film i pom o, oyuncusunu p om o yıldızı zanneden, polisin, ordunun, resmi kurumlann eleştirilemediği.. sözgelişi Kürt toplumu üzerine film yapama­ dığım ız bir ülkede yaratma potansiyelinden ve özgürlüğünden ancak sıradan aşk meşk film leri yaparken söz edebiliriz sanırım” di­ ye özetliyor duygularını. Hâlâ yüzlerce film daha yapmak istiyor A tıf Yılm az. Ama ö z­ gürce. ◄(

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Ta h a T o ro s Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Public relations is a distinctive management function which helps establish and maintain mutual lines of communication, understanding, acceptance and cooperation

Film tekniğinin önemli örneklerine dikkat etmek (Bordwell & Thompson, 2011, s... Yazınızın açıklayacağı ve destekleyeceği bir

Bu bölümde kadın çalışanların kariyer engelleri ile karşılaşma durumları ve örgütsel bağlılık düzeyleri medeni durumlarına göre anlamlı bir farklılık

Ve gece başlar akrep yürüyüşünde sokakların.. Ayrılıklar kaskatı, kavuşmalar

Dekoratör Vedat Ömer bu münasebetle bize hususiyet taşıyan, ümit veren eserlerini

 Toplama kampında bulunan herkesin zorla ve orda olmak istemedikleri halde sırf Yahudi oldukları için çalışmak ve orada kalmaları2.

Ancak cinselliğini dışa vuran ve de güçlü olan bu kadının neden olduğu ideolojik çelişki giderilmeli, kadın kontrol altına alınmalıdır.. 1940’ların kara

Film, Gabriel García Márquez’in ‘Yüz Yıllık Yalnızlık’ı gibi epik aile hikâyelerini andırıyor ama ataerkil bir yapıyı irdelemek yerine anaerkil bir