-CUMHURİYET
<
«
i
K
Ö Ş
E
M D E N
1
I
I
Y eai yılda
niçin
iyim serim ?
Sene sonuna on, on iki gün kata doğduğum için her yılı, her yıl, kendimde bitiririm. Dünyaya geli şimin 56 defa 12 nci ayı, 1953 le beraber tamam oldu. Bu tesadüfün bazı kolaylıkları olduğu muhak kak. Çünkü böyle olmasaydı da ¡neselâ haziranda^. vahud ağustosta doğsaydım kendi yaş yılımın orta larında iken âlemle beraber gelip 51den, daha doğrusu gidip gelen ¡ene, birden bitiverecekti ve ben ou zaman biriminin hesabını der leyip toplamadan başka bir yılın dalgasına kendimi kaptıracaktım.
Hoş, her iki sene beraber bitiyor da ne oluyor? Kopan bir takvim /aptağı, bir sonbahar dökümünün kargaşalığı içinde kaybolup gidecek değil mi? Bu böyle de insanlığın bir yılı, hattâ bir asrı veya bir ça ğı, zamanın, nizamı değişmiyen ağırlığında eriyip gitmiyor mu? Bu satırların ardına saklanan kara düşünceleri yirmi asır önce Hima laya eteklerinde bütün varlığile du yan büyük hakim, Buddha, şu ö - ğüdleri boşuna vermemiş:
, «Dostlarım!.. Mademki her olan, bir an gelip bozulacak; o halde sa vaşa devam ediniz!..» Edelim; ama niçin?..
Şunun için ki, her oluş, bir bo zuluşun başlangıcı ise her bozuluş, bir oluşa hazırlık olacaktır. O- luşta bozuluşu, gören, bozuluşta da oluşu sezmez mi? Bizimkilerin «Kevn-ü fesad» dedikleri işte bu - dur. Olmakla bozulmak arasındaki savaş irademizi sağlam tuttuğumuz takdirde yeni şeyler yapmak bizim için mümkün olacak ve bu yapış, saadetimizin tek kaynağı, haya tımızın tek neşesi kalacaktır.
Taş devri, Tunç devri, Buhar devri, Çelik devri, Elektrik devri derken sekiz on senedir bir de Atom devri çıktı. Büyük cisimlerde asırlardır tasavvur denemelerini yapan beşer zekâsı; bu defa kü çükte, en küçükte görüşünün isa betini tecrübe etti. Görmeden bul du, bulduktan sonra izlerini göre bildi. Hilkatin muamması, şimdi ziyanın aydınlığında kendini saklı yor. Her atom, bir güneş sistemi. Ne müthiş bir değişmezlik içinde durmadan değişme!.. Aralarına biz den bir tek isim bile katamadığımız kafile, kafile bilginler, bu yolda «K evn -ü fesad âlemini» dibinden karıştırıp duruyorlar. Varlıkta sak lı, daha ne türlü kudretler bula caklar?.., Kimbilir, kimbilir?.. «K im bilm ez?» diye sorulsa ne ka dar çabuk cevab verirdik, değil mi?.
Bence 1953 yılının en mühim o- layları, fizik alanında henüz tefer ruatı fâş edilmemiş olan Hidrojen bombası veya bilmediğimiz buna benzer hflşka müsbet ilim buluşla rıdır. Bolli'blf mühür on -dadır ve Süleyman odur. Bu konu da sert ve akıllı konuşan Eisenho wer, her mahlûkun dilinden anlar
gibi sözler söylediğine bakılırsa M ührü-Süleymanı elinde tutmak tadır. Japonyanm başında patlayan malûm bomba, Uzakdoğu ufukla rını pek sevmişe benziyor. Dehşe ti, teşbihi-istiâreli konuşmağa bile
r
ı
**0 *^ ^ m *m **
Yazan:
HAŞAN
-
ÂLİ YÜCEL
J
uygun düşmiyen bu kudret, kumkuması, lise lâboratuarlarında yapılan fizik veya kimya gösterile rinden biri gibi sanılmamalıdır.
O gökte görülen daireler de baş ka gezegenlerden dünyamıza gön derilmiş şeyler olmasa gerek. Mut laka onların birer aslı var ve onlar
da gene mutlaka insan oğlunun bulup çıkardığı birer âlet. Deniz diblerinde ve hava doruklarında hâlâ kırdığı rekoru muhafaza eden Prof. Picar’m duyduğu inip çıkma hamlesini küçük varlığında bulan, kimbilir hangi şeytan ruhlu hem cinslerimiz, bu daireleri kafaları mızın üstünde dolaştırmakta ve bü tün insanları hayret ve tecessüse düşürmekteler?.. Artık zihnimizi yoracak mesafeler dünya üstünde kalmıyacak. Ezelî meskenimiz olan yeryuvarlağı adamakıllı daralmış tır. Büyükbabamın bundan altmış beş yıl önce on bir ayda gittiği Ja- ponyaya, benim oğlum bundan bir, bir buçuk ay önce üç günde vardı. Demek 330 gün, 3 güne düşmüş!..
İnsanlık, bugün o hale geldi ki, yeryüzünde duymıyacağı ses, gör- miyeceği manzara, varmıyacağı yer kalmamıştır. Radyolar, telsiz tele fonlar televizyonlar, her türlü ta şıtlar; göze, kulağa ve vücude zi hinleri durduracak sahalar açtı. Teleskoplar, ay üstünde köprüler görüyor. Elektron mikroskopları, atomun içini Zühal halkaları gibi seyrettiriyor. Müsbet bilim, bizim okuduğumuz ve hâlâ bizde okutu lan şeklile nazarî olmanın yolunu çoktan bıraktı. Geologi, Paleontolo- gi. Geofizik, dünyanın dört buca ğında fellek fellek petrol arıyor. Artık devlet olmadan bilgi olamı yor. Bilgin ve müsbet bilim, dev-
letleşmiş değil, devlet olmuştur. Ferd serveti, bilim araştırmalarına yeter olmaktan çıkmıştır. Birleşik Amerika, bundan yirmi yıl önce 160.000.000 dolar harcarken şimdi bilim araştırmalarına verdiği para 1,5 milyarı geçmiş...
Bunun neticesi şu oldu ki, dünya politikası, dış görünüşü e diplomat lar tarafından idare edilir şekilde olduğu halde içten müsbet bilim adamlarının buluşlarına bağlıdır. Geçen yılın Noelinde Stalin, bu y ı lın başında Malenkov bütün dünya ya duyurdukları demeçlerinde, kendilerinden olmıvanlara da saadet dilediler. Onları böyle yumuşak konuşturan katı sebebin ne oldu ğunu aramak için fazla zihin y or- -*»&► ag . ölçtür.
milletine, diğer milletlerle kurdu ğu dostça münasebetlerde basarılar ve bu dostluğun dünya sulhunu korumasını dilerim» diyen Malen- kov’un temennisine iştirak için an cak bir tek şart ileri sürebiliriz: Samimilik.
Eisenhower’in kullanmad*> deği şeceğini söylediği poV'vıa dil5, ger çekten değfşm» 1
yi yaptıran, hiç şüphe yok, atom stokları, hidrojen bombası ve he nüz meçhulümüz olan diğer müs bet bilim ve teknik buluşlardır. Ni tekim dünya sulhunu sağlamak için 1954 te verilmesi gereken en mühim kararın ne olduğunu Malen kov şöyle açıklamıştır:
— 1954 yılında sulha doğru atı lacak en mühim adımı, kitle halin de yok edici atom ve hidrojen si lâhlarının kullanılmasını önliyecek devletlerarası bir anlaşma teşkil edebilir. Bu anlaşma, atom enerji sinin harb maksadları için kulla nılmasını önleyecek milletlerarası bir kontrol teşkilâtı kurulmasını karar altına almalıdır.
Tamam!..
Kim bunu istemiyor ki!. Rahmetli Atatürk, böyle söyleyip söyleyip de dediğini yanmıvanlara:
— Ha de!... Ha de!...
Derdi. Biz de dünyayı idare eden, iki buçuk milyar insanın mukad derini elinde tutan üç beş Adem oğ- luna hep bir ağızdan bağıralım:
— Ha de!..., Ha de!...
İnsanlardan ümidi kesmiş görünen Papa, XII. Pius, Vatikan’ da Noel günü radyoda konuşurken şöyle de miş:
— Modern teknolojinin ilerlemesi, insanlığın gözünü kör edecek dere cede kamaştırmıştır. Bu durum kar şısında dünyayı sulha kavuşturması için Allaha dua ediyorum.
Ben sayın Papanın yerinde olsay dım şöyle dua ederdim:
— Allahım!. Bugün dünyanın en müthiş silâhlarını elinde tutanlar, sana inananlardır. Senin P ey gamberinin ümmetinden olanlardır. Bunların kalbine o ilhamı ver ki, kuvvet elimizdedir diye kuvvetsiz olan kullarını sömürmeğe devam et
mek istemesinler. Yaşı iki milyar se neye varan bu yeryuvarlağı üstün de doğup ölecek olanların her biri, diğerine üstün olmanın gururuna ve körlüğüne artık düşmesinler. Rengine, ırkına, başkalarının geri liğine ve kendilerinin ileriliğine güvenip nefislerinden gayrisini aşağı görmesinler. Herşeyden önce onların kalbinde sulh arzusunu u- yandır!..
İşte bu duaya «Âmin!...» diye ceklerin »ayısı, ister istemez. 1954 te artacaktır Ben, içine girdiğimiz yılı pembe bulutlar içerisinde gö rüyorum. Doğrusu, evimserim. Öy le tahmin ediyorum ve şunu can dan dileyorum ki, bu pembelik da ba açılsın, koyulaşıp kızıllaşmasın. Bütün dünyadaki ana babaların zürrivrtt kuvvetine güvenin gene nesilleri yok etmiyelim artık. Bü tün insanlık huzur istiyor , refah istiyor, hürriyet istiyor. Hakkın kuvvet olacağı günlere hasretle ba kan gözlerimizdeki yaslan, Tann, tez günde kurutsun!... Hep birden dileyelim ki, aynı yerden gelip ay nı yere gidecek olan insanlar, bun dan sonra birbirlerini bırakın baş ka yiyecek şeyler bulsunlar!..