• Sonuç bulunamadı

Farklı yüzey işlemlerinin mine ve dentinin mineral içeriğine ve bağlantısına olan etkisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Farklı yüzey işlemlerinin mine ve dentinin mineral içeriğine ve bağlantısına olan etkisi"

Copied!
125
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ SAĞLIK BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ

FARKLI YÜZEY ĠġLEMLERĠNĠN MĠNE VE DENTĠNĠN

MĠNERAL ĠÇERĠĞĠNE VE BAĞLANTISINA OLAN ETKĠSĠ

Erhan DĠLBER

DOKTORA TEZĠ

PROTETĠK DĠġ TEDAVĠSĠ ANABĠLĠM DALI

DanıĢman

Prof. Dr. A.Nilgün ÖZTÜRK

(2)

2

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ SAĞLIK BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ

FARKLI YÜZEY ĠġLEMLERĠNĠN MĠNE VE DENTĠNĠN

MĠNERAL ĠÇERĠĞĠNE VE BAĞLANTISINA OLAN ETKĠSĠ

Erhan DĠLBER

DOKTORA TEZĠ

PROTETĠK DĠġ TEDAVĠSĠ ANABĠLĠM DALI

DanıĢman

Prof. Dr. A.Nilgün ÖZTÜRK

Bu araĢtırma Selçuk Üniversitesi Bilimsel AraĢtırma Projeleri Koordinatörlüğü tarafından 10102001 proje numarası ile desteklenmiĢtir.

(3)
(4)

i

i. ÖNSÖZ

Protetik DiĢ Tedavisi doktora eğitimimde ve tezimin hazırlanmasında değerli tecrübelerini, zamanını ve desteğini esirgemeyen, değerli hocam ve tez danıĢmanım Prof. Dr. Nilgün Öztürk‘e,

Ġstatistiksel yöntem ve analizlerin belirlenmesinde değerli katkılarından dolayı Selçuk Üniversitesi DiĢ Hastalıkları Tedavisi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Bora Öztürk‘e,

Porselen örneklerin hazırlanmasında emeği geçen As Dental Laboratuarı‘na, ICP-AES analizinde bana yol gösteren Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü‘nde Kimyager Ali Kahraman ve Uzm. Nesimi Dursun‘a, SEM ve EDX analizlerinin gerçekleĢtirilmesinde emeklerinden dolayı Selçuk Üniversitesi Ġleri Teknoloji AraĢtırma ve Uygulama Merkezi çalıĢanlarından Fatih Özcan‘a; AFM görüntülerini elde etmelerinden dolayı Leyla Gürfidan‘a,

Tezin pratik uygulamaları sırasında cihazların kullanımında yardımcı olan Selçuk Üniversitesi DiĢ Hekimliği Fakültesi AraĢtırma Merkezi çalıĢanlarından ġerife Buket Bozkurt‘a,

Protetik DiĢ Tedavisi doktora eğitimim süresince pratik ve teorik olarak katkıda bulunan tecrübe ve deneyimlerini benimle paylaĢan bölümümüzde görev yapmakta olan değerli tüm öğretim üyelerine, birlikte çalıĢtığım araĢtırma görevlisi ve doktora öğrencisi arkadaĢlarıma ve personellerimize,

Doktora eğitimim boyunca ev arkadaĢlığı yaptığım ve birbirimize destek olduğumuz değerli arkadaĢım Mehmet Akın‘a ve tezimin istatiksel analizlerinin yapılmasındaki büyük katkılarından dolayı Tevfik Yavuz‘a,

Tüm hayatım boyunca maddi ve manevi olarak desteğini esirgemeyen anneme, babama, abime ve kız kardeĢime,

Zor günlerimde hep yanımda olan sevgili niĢanlım Pınar Çevik‘e,

(5)

ii

ĠÇĠNDEKĠLER Sayfa

SĠMGELER VE KISALTMALAR ... vi

1.GĠRĠġ ... 1

1.1.Porselen Laminate Veneerler ... 2

1.1.1.Preslenebilir Porselen Sistemleri ... 5

Lösit kristalleri ile güçlendirilmiĢ porselenler ... 5

Lityum disilikat kristalleri ile güçlendirilmiĢ porselenler ... 7

1.1.2.Dökülebilir Cam Porselen Sistemleri ... 8

Dicor ... 8

Cerapearl ... 9

1.1.3.CAD/CAM Porselen Sistemleri ... 9

1.1.4.Isıya Dayanıklı Daylar Üzerinde Fırınlanan Porselen Sistemleri ... 10

Cerestore ... 10 Optec-HPC ... 10 Hi-Ceram ... 10 In-Ceram ... 11 Folyo tekniği ... 11 1.2.Adezyon ... 11 1.2.1.Adezyon Ġlkeleri ... 12

1.2.2.Adeziv Tekniklerin Avantajları ... 13

1.2.3.DiĢ Dokusuna Adezyonu Etkileyen Faktörler ... 14

Mine ve dentinin yapısı ... 14

Dentin yapısındaki değiĢiklikler ... 16

Smear tabakası ... 16

(6)

iii

Adezivin ıslatabilirliği ... 18

1.3.Simantasyon ĠĢlemi ... 18

1.3.1.DiĢ Yüzeyine Uygulanan ĠĢlemler ... 18

Asit ile pürüzlendirme iĢlemi ... 18

Kumlama ile pürüzlendirme iĢlemi ... 20

Lazer ile pürüzlendirme iĢlemi ... 20

Lazer sistemlerinin sınıflandırılması ... 21

Lazer aktif maddesine göre ... 21

Lazer ıĢığının hareketine göre ... 22

Lazer ıĢığının dalga boyuna göre ... 22

Lazer ıĢığının enerjisine göre ... 23

Lazer ıĢığının uygulanıĢ Ģekline göre ... 23

Er:YAG lazer ... 23

1.3.2.Porselen Yüzeyine Uygulanan ĠĢlemler ... 25

1.4.Adeziv Rezin Simanlar ... 26

1.4.1.Kendi Kendine SertleĢen (Kimyasal) Simanlar ... 27

1.4.2.IĢıkla SertleĢen Simanlar ... 27

1.4.3.Hem Kendi Kendine Hem de IĢıkla SertleĢen Simanlar ... 28

1.4.4.Self Adeziv Simanlar ... 28

1.5.Bağlanma Testleri ... 29

1.5.1.Makaslama (Shear) Testi ... 29

1.5.2.Çekme (Tensile) Testi ... 29

1.5.3.Mikrotensile Testi ... 30

1.6.Termal Siklus ... 31

1.7.Elementlerin Analizinde Kullanılan Teknikler ... 31

1.7.1.ICP-AES ... 31

(7)

iv

1.8.Mine ve Dentinin Topografik Ġncelemesi ... 34

1.8.1.Tarayıcı Elektron Mikroskobu (SEM) ... 34

1.8.2.AFM ... 35

1.8.3.Mine ve Dentindeki Minerallerin Önemi ... 36

2.GEREÇ VE YÖNTEM ... 40

2.1.Örneklerin Hazırlanması ... 40

2.1.1.Makaslama Bağlanma Dayanım Testi Ġçin Örneklerin Hazırlanması ... 41

2.1.2.ICP-AES Analizi Ġçin Örneklerin Hazırlanması ... 42

2.1.3.SEM-EDX Analizi Ġçin Örneklerin Hazırlanması ... 43

2.1.4.AFM Görüntüleri Ġçin Örneklerin Hazırlanması ... 43

2.2.DiĢ Yüzeylerinin Pürüzlendirilme ĠĢlemi ... 44

2.3.IPS Empress Esthetic Porselen Örneklerin Hazırlanması ... 46

2.4.Simantasyon ĠĢlemi ... 48

2.4.1.Porselen Örneklerin Simantasyon Ġçin Hazırlanması ... 48

2.4.2.DiĢ Örneklerinin Simantasyon Ġçin Hazırlanması ... 49

2.5.Termal Siklus Uygulaması ... 50

2.6.Makaslama Bağlanma Dayanım Testi ... 51

2.7.Fraktür Analizi ... 52

2.8.ICP-AES Analizi ... 52

2.9.SEM-EDX Analizi ... 54

2.10.AFM ve SEM Analizi ... 55

2.11.Ġstatistiksel Değerlendirme ... 56

3.BULGULAR ... 57

3.1.Makaslama Bağlanma Dayanım Testi Bulguları ... 57

3.1.1.Mine Örneklerine Ait Bulgular ... 57

3.1.2.Dentin Örneklerine Ait Bulgular ... 59

(8)

v

3.3.ICP-AES Analiz Bulguları ... 62

3.4.SEM-EDX Analizi Bulguları ... 64

3.4.1.Mine Örneklerine Ait SEM-EDX Analizi Bulguları ... 64

Ca/P oranı ... 67

3.4.2.Dentin Örneklerine Ait SEM-EDX Analizi Bulguları ... 68

Ca/P oranı ... 71

3.5.AFM Analizi Bulguları... 72

3.5.1.Mine Örneklerine Ait AFM Analizi Bulguları ... 72

3.5.2.Dentin Örneklerine Ait AFM Analizi Bulguları ... 73

3.6.SEM Analizi Bulguları ... 74

3.6.1.Mine Örneklerine Ait SEM Analizi Bulguları ... 74

3.6.2.Dentin Örneklerine Ait SEM Analizi Bulguları ... 76

4.TARTIġMA ... 78 5.SONUÇ VE ÖNERĠLER ... 98 6.ÖZET ... 100 7.SUMMARY ... 101 KAYNAKLAR ... 102 8.EKLER ... 114 9.ÖZGEÇMĠġ ... 115

(9)

vi

iii. SĠMGELER VE KISALTMALAR

A◦: Angström

Al2O3: Alüminyum Oksit

AFM: Atomik Kuvvet Mikroskobu

BIS-GMA: Bisfenol-A Glisidil Metakrilat

CAD/CAM: Computer Aided Design/Manufacturing Er:YAG: Erbium: Yttrium Aluminum Garnet

Er, Cr, YSGG: Erbium, Chromium: Yttrium Scandium Gallium Garnet

F: Fischer katsayısı

FDA: Food and Drug Administration

HF: Hidroflorik

HEMA: Hidroksietilmetakrilat H2O2: Hidrojen Peroksit

Ho:YAG: Holmium-doped Yttrium Aluminum Garnet

ICP-AES: Ġndüktif EĢleĢmiĢ Plazma-Atomik Emisyon Spektroskopisi

CO2: Karbondioksit

CO3: Karbonat

KT: Kareler Toplamı

KO: Kareler Ortalaması

QTH: Quartz-Tungsten-Halojen

LASER: Light Amplification by Stimulated Emission of Radiation

LED: Light-Emitting Diode

MSP: Maxi Short Pulse MHz: Megahertz

MPa: Megapaskal

(10)

vii µm: Mikrometre µs: Mikrosaniye mJ: Milijoule Mm2: Milimetrekare Nm: Nanometre

Nd:YAG: Neodymium-doped Yttrium Aluminum Garnet

OH: Hidroksil Ort: Ortalama

PLV: Porselen Laminate Veneer

PO4:Fosfat

SD: Serbestlik Derecesi

SS: Standart Sapma

SEM-EDX: Tarayıcı Elektron Mikroskobu-Enerji Dağılımlı X ıĢını

Spektroskopisi

TEM: Transmisyon (Geçirimli) Elektron Mikroskobu

W: Watt

(11)

1

1. GĠRĠġ

Estetik ve doku uyumlu bir materyal olan porselen, uzun yıllardan beri diĢ hekimliğinde kullanılmaktadır. Porselenlerin aĢınmaya, renk değiĢtirmeye olan dirençleri mükemmeldir ve ağız dokuları tarafından iyi tolere edilirler. Estetik olmayan diĢlerin vestibül yüzeylerinin diĢ renginde ince bir materyalle kaplanması olarak tanımlanan laminate veneerler, hastaların estetik beklentilerine cevap vermektedir. Hastaların bu tür estetik restorasyonlara olan ilgileri gün geçtikçe artmaktadır. Kuron uygulamalarıyla karĢılaĢtırıldığında laminate veneerlerin daha konservatif bir yaklaĢım olduğu görülmektedir. Ayrıca diĢi prepare ederken genellikle anestezi gerektirmemesi ve tatminkâr estetik sonuçlar da laminate veneerlerin diĢ hekimliğinde yaygınlaĢmasının sebeplerinden biridir. Mine yüzeyinin asitlenmesi ile baĢlayan diĢ yüzeyine bağlantı çalıĢmalarıyla ilgili olarak pek çok araĢtırma mevcuttur.

Porselen laminate veneer (PLV) uygulamalarında en önemli sorun, restorasyonun diĢ yüzeyine olan retansiyonudur. Bağlantının güçlendirilebilmesi için PLV‘lerin iç ve diĢ yüzeyi pürüzlendirilmekte ve yüzey alanı arttırılarak restorasyonun bağlanma etkinliği geliĢtirilmektedir. Bazı özel durumlarda mine yüzeyinden daha fazla madde kaldırmak gerekebilir ve dentin açığa çıkabilir. Bu yüzden veneerlerin dentinle olan bağlantısı da önemlidir. DiĢ yüzeylerine fosforik asit uygulama iĢlemi, pürüzlendirme için günümüzde en fazla uygulanan yöntemdir. Fosforik asit, smear tabakasını tamamen kaldırdığından dolayı mine prizmalarının ve dentin tübüllerinin ortaya çıkmasına sebep olur. DiĢ yüzeyi (mine ve dentin) ile kompozit rezin siman arasındaki en yüksek bağlanma dayanım değerleri halen fosforik asit kullanılarak elde edilmektedir.

Dar bir tüpten geçirilen abraziv partiküllerin bir taĢıyıcı ortam vasıtasıyla basınçla diĢ yüzeyine püskürtüldüğü sistem olan alüminyum oksit (Al2O3) ile kumlama eski bir teknik olmasına rağmen güncelliğini hala yitirmemiĢtir. Bu teknik, yüzeyi pürüzlendirme ve adezyonu arttırmak amacıyla kullanılmaktadır. Kumlama yöntemi ile yapılan bağlanma çalıĢmalarında kompozit rezinlerin kullanıldığı farklı çalıĢmalar olmakla birlikte, kompozit rezinin mine ve dentine makaslama dayanımları üzerine kumlamanın etkisini değerlendiren çalıĢmalar nisbeten daha azdır.

(12)

2 Lazer ile pürüzlendirilen yüzeylerin aside direncinin geleneksel yöntemlerden daha iyi ve bu yüzeylerde mikrosızıntının daha az olması, pulpal iltihabi yanıtın olmaması, bakterilerin elimine edilmesi, ağrı ses ve titreĢimin olmaması ve anestezi ihtiyacının azalması gibi avantajlar lazerlerin popüleritesini arttırmıĢtır. Lazer ile pürüzlendirilen mine ve dentinde, dentin tübüllerinin açığa çıkması düzensiz ve çatlak yüzeylerin oluĢması adezyon için ideal görünmektedir. Ayrıca lazerle pürüzlendirilen yüzeylerdeki modifiye edilmiĢ kalsiyum fosfor oranı (Ca/P); daha stabil ve daha az miktarda asitte çözünen bileĢiklerin oluĢmasını, asit ataklarına ve çürüğe duyarlılığın azalmasını sağlamaktadır. Bunun yanında magnezyum (Mg) biyomineralizasyon süreciyle iliĢkili bir element olup bu süreçteki rolü tam olarak anlaĢılamamıĢtır.

Bu bilgilerin ıĢığında bu çalıĢmanın amacı;

Farklı yüzey iĢlemleri (asit, kumlama, lazer, lazer+asit, kumlama+asit, kumlama+lazer) ile pürüzlendirilen;

1. Mine ve dentinin bağlanma dayanımına olan etkisini değerlendirmek, 2. Mine ve dentinin elementleri üzerindeki etkisini farklı analiz metotları ile (ICP-AES (Ġndüktif EĢleĢmiĢ Plazma-Atomik Emisyon Spektroskopisi) ve SEM-EDX (Enerji dağılımlı X ıĢını spektroskopisi) ile karĢılaĢtırmak,

3. AFM (Atomik Kuvvet Mikroskobu) ve SEM (Taramalı Elektron Mikroskop) analizleri ile yüzey topografisini incelemektir.

Hipotezimiz farklı yüzey iĢlemlerinin mine ve dentinin mineral içeriğini ve bağlanma dayanımını değiĢtireceğidir. ÇalıĢmamızda bu hipotezin doğruluğu test edilecektir.

1.1. Porselen Laminate Veneerler

Buonocore (1955)‘un ilk defa mineyi asitle pürüzlendirmesi ile bağlantı çalıĢmaları baĢlamıĢtır. Sonrasında Horn (1983), hidroflorik asitle pürüzlendirilmiĢ ve silanize edilmiĢ PLV‘lerin mine yüzeyine bağlanma gücünün çok daha fazla olduğunu göstererek PLV‘ler üzerine ilgiyi arttırmıĢtır. Horn (1983) kabul edilebilir PLV yapım yöntemini ilk defa platin folyo yöntemi ile uygulamıĢtır. Calamia (1985)

(13)

3 ise daha sonraları revetman day yöntemini geliĢtirmiĢtir. Bunun yanında renklenme olan diĢlerde indirek kompozit veneerlerin uygulandığı durumlar da olabilmektedir (Cutbirth 1992). PLV‘lerin diğer uygulamalarla karĢılaĢtırıldığında bir takım avantajları vardır. Bunlar:

1. Tam porselen kuronlara oranla minimal invaziv yaklaĢım göstermesi, 2. Lokal anestezi uygulamasının her zaman gerekmemesi (Barlett ve Brunton 2005),

3. Daha iyi estetiğe sahip olmaları, aĢınmaya karĢı yüksek dirençlerinin olması (Warren 1990),

4. Biyolojik uyumluluklarının çevre dokularla iyi olması, 5. Sıvı emilimine karĢı dirençli olmaları,

6. Porselenin pürüzlendirilmesi ve silan uygulaması ile sağlanan yeterli retansiyondur (Garber ve ark 1988, Ömeroğlu 2000, Ersoy 2007).

PLV‘lerin dezavantajları ise;

1. Teknik hassasiyet gerektirmesi,

2. Özellikle simantasyondan sonra temizlenemeyen siman artıklarının marjinal renklenmeye sebep olması (Hamlett 2009),

3. Porselenin çok kırılgan olması,

4. Simantasyon sonrası tamir ve ilave iĢlemlerinin güç olması, 5. Yüksek maliyet,

6. Uygun renkte ve viskozitede siman seçme gerekliliğidir (Garber ve ark 1988, Warren 1990, Ersoy 2007).

PLV uygulamalarında uygun endikasyon çok önemlidir. BaĢa-baĢ kapanıĢlı ve sınıf III hastalar, fonksiyon sırasında oluĢabilecek aĢırı yüklerden dolayı PLV uygulaması için uygun değildirler. Ayrıca ağız hijyeni kötü olan ve ciddi dentin

(14)

4 demineralizasyonu olan hastalar da PLV uygulamasından önce değerlendirilmesi gereken hasta tipleridir (Crispin ve ark 1994).

PLV‘lerin yapımı için kullanılan porselen materyalleri dört grup altında sınıflandırılabilirler:

1. Preslenebilir Porselen Sistemleri 2. Dökülebilir Cam Porselen Sistemleri

3. CAD/CAM (Computer-Aided Design/Manufacturing) Porselen Sistemleri

4. Isıya Dayanıklı Daylar Üzerinde Fırınlanan Porselen Sistemleridir (Crispin ve ark 1994).

Her sistemin kendine özgü avantaj ve dezavantajları mevcut olmakla birlikte günümüzde sıklıkla kullanılan porselen materyali ısıya dayanıklı day model ya da platin folyo üzerinde fırınlanan feldspatik porselendir. Preslenebilir porselenler de aynı oranda sıklıkla tercih edilirler. Estetik sonuçları ve kaliteleri çeĢitlilik göstermekle beraber, çoğu PLV‘ler hem preslenebilir porselenlerden, hem de platin folyo tekniği kullanılarak feldspatik düĢük ısı porseleninden elde edilebilirler (Gürel 2004).

PLV‘lerin yapımında insizal kenarlar için tanımlanmıĢ 4 tip preparasyon Ģekli mevcuttur (Resim 1.1):

1. Ġnsizal kenarda sıfırlanarak sonlanan (feathered incisal edge): DiĢin insizal kenarına kadar preparasyon yapılır, fakat diĢin insizali kaldırılmaz (Resim 1.1 a).

2. Ġnsizal eğimli kenar yapılarak sonlanan (incisal bevel): DiĢin insizali bukko-palatinal bir eğimle aĢındırılır (Resim 1.1 b).

3. Mine içinde sonlanan (window): Preparasyon insizal kenara yakın yerde sonlanır. Bu durum, insizal kenarlar üzerinde doğal diĢ bulundurulması açısından avantajlıdır (Resim 1.1 c).

(15)

5 4. Ġnsizal kenarı aĢan preparasyon (overlapped): Ġnsizal kenar, bukko-lingual yönde düz bir yüzey halinde uzaklaĢtırılır ve preparasyon bukko-linguale döndürülür. Bu tip bir preparasyon, PLV‘yi yerleĢtirebilmek için uygun bir yer oluĢturur ve restorasyonun insizal kırılmalara karĢı daha dayanıklı olmasını sağlar (Clyde ve Gilmour 1988) (Resim 1.1 d).

Resim 1.1 PLV yapımında uygulanan preparasyon teknikleri (Gür ve Kesim 2004)

1.1.1. Preslenebilir Porselen Sistemleri

Lösit kristalleri ile güçlendirilmiĢ porselenler

IPS Empress (Ivoclar Vivadent, Schaan, Liechtenstein) ve Optec OPC (Jeneric Pentron, Kusterdingen, Almanya) bu gruptadır. Cam porselen yapıyı güçlendirmek için kristal doldurucular kullanılan bu porselenlerde alt yapılar, ısı ile presleme ya da CAD/CAM teknolojisi ile üretilebilirler. IĢık geçirgenlikleri çok iyi olduğu için estetik olarak tatmin edicidir (Heffernan ve ark 2002). Bu yüzden renklenmiĢ destek diĢlerde, metal ve implant dayanaklarda kullanımı tavsiye edilmemektedir. DiĢ dokusuna olan bağlantının kalitesi restorasyonun ömrünü etkileyeceğinden, adeziv simantasyon yapılmalıdır. IPS ProCAD ise IPS Empress‘den daha küçük partikül boyutlarına sahip olsa da benzer özelliklere sahiptir. Cerec InLab (Sirona, Bensheim, Almanya) sisteminde kullanılmak üzere dizayn edilmiĢtir (Fasbinder 2002).

IPS Empress Esthetic, press teknolojisiyle uyumluyken IPS Empress CAD, CAD/CAM teknolojisiyle uyumludur. Yüksek estetik özelliklere sahip, lösitle güçlendirilmiĢ cam porselen içeren bu iki ürün yıllardır klinik olarak kullanılmaktadır. Her iki porselen de mükemmel dayanım değerlerine ve baĢarılı estetik görünüme sahiptir. Her iki ürüne de glaze ya da boyama yapılır ya da ayrı ayrı

(16)

6 IPS Empress Esthetic Veneer tabakalama seramiği insizal üçlüye ilave edilebilir. IPS Empress Esthetic ingotu SiO2‘e ek olarak K2O, Al2O3, Na2O, CaO, B2O3, TiO2, CeO2 ve pigmentler içermektedir (IPS Empress 2006).

IPS Empress Esthetic, press tekniğiyle estetik tek kuron restorasyonlarda kullanılmaktadır. Bu sistem, cam ve kristal fazı olan lösitle güçlendirilmiĢ cam porselen içermektedir. Çok aĢamalı iĢlemden geçen mikronluk lösit kristalleri biçimsiz cam bir faz oluĢturmaktadır. Ġngotların üretimi esnasında toz formundaki ürün, ingota maksimum homojenlik sağlayan tam otomatik iĢlemle preslenir. Cam fazla kristal faz (lösit) arasındaki termal ekspansiyon katsayısı göz önüne alındığında, cam fazdaki sinterleme sonrası soğutma, baskı stresleri oluĢturmaktadır. Bu mekanizma, dayanımın artmasıyla ve IPS Empress Esthetic seramiğin 160 MPa (Megapaskal) esneme dayanımı göstermesiyle sonuçlanmaktadır. Bu materyal tipi yaklaĢık 20 yıldır baĢarıyla kullanılmaktadır. PreslenmiĢ restorasyonlar iyi bir uyuma ve homojen bir yüzeye sahiptir (IPS Empress 2006).

Endikasyonları

1. Ġnley/Onley restorasyonlar 2. Anterior ve posterior kuronlar 3. Laminate veneerler

4. Anterior ve posterior implantüstü tek kuronlarda kullanılmaktadır (IPS Empress 2006).

Kontrendikasyonları

1. Sabit üç üyeli restorasyonlarda

2. Çok derin, subgingival preparasyonlu diĢlerde 3. Çok aĢınmıĢ dentisyonlu hastalarda

4. Bruksizmli hastalarda

(17)

7 6. DiĢin tamamında IPS Empress Esthetic Veneer seramiğin kullanıldığı anterior kuronlarda kontrendikedir (IPS Empress 2006).

Lityum disilikat kristalleri ile güçlendirilmiĢ porselenler

IPS Empress‘in geliĢtirilmiĢ Ģekli olan IPS Empress II (Ivoclar Vivadent, Schaan, Liechtenstein) bu gruba dahildir. Hacimce %60 oranında 0.5-5 μm uzunluğunda lityum disilikat kristalleri ve 0.3-0.5 μm uzunluğunda küçük lityum ortofosfat kristalleri içerir. Seramiğin dayanıklılığı, yoğunlaĢmıĢ olan bu kristal yapıyı içeren porselen kor yapı üzerine floroapatit yapıda cam seramiğin piĢirilmesi ile arttırılmıĢtır (Akgungor ve ark 2005).

Yoğun kristal yapısından dolayı gerilmeye, kırılmaya ve kimyasal maddelere karĢı direnci fazladır (Goodacre ve ark 2003). KarĢıt doğal diĢ aĢınmasının daha az olması, ıĢık geçirgenliği ve Ģeffaflık açısından diğer tüm porselenlerden daha avantajlıdır (Holand ve ark 2000).

PreslenmiĢ kor üzerine tabakalama veya dıĢ boyama olarak 2 yapım tekniği mevcuttur (IPS Empress 1999).

Kimyasal yapısı, fiziksel özellikleri ve mikro yapısı da IPS Empress tam porselen sisteminden farklıdır. IPS Empress‘ten 3 kat daha fazla olan kırılma direnci, kor yapısından kaynaklanır. Ayrıca IPS Empress II‘nin yapısında camsı yapı daha azdır ve bu nedenle mikroçatlak oluĢma oranı azaltılmıĢtır (Heintze 1998).

Tabakalama tekniğinin endikasyonları (IPS Empress 1999): 1. Anterior ve posterior kuronlarda

2. En fazla 2. küçük azıya kadar uzanan anterior bölgedeki köprülerde kullanılmaktadır.

Kontrendikasyonları (IPS Empress 1999): 1. AĢırı abrazyon görülen vakalarda

2. IPS Empress II tabakalama tekniği diğer porselenlerle birlikte ve IPS Empress tabakalama ve boyama tekniği ile birlikte kullanılmamalıdır.

(18)

8 Yüzey boyama tekniğinin endikasyonları (IPS Empress 1999, Özyöney 2008).

1. Laminate veneerler 2. Tek kuron restorasyonlar 3. Ġnley/onley restorasyonlardır.

IPS e.max sistemi, lityum disilikat partikülleri içeren diğer bir cam porselen sistemidir. IPS e.max sisteminde, preslenebilen ya da CAD/CAM olmak üzere iki farklı tip ingot vardır. Preslenebilen sistem için IPS e.max Press ve yüksek dirençli IPS e.max ZirPress, CAD/CAM sistemleri için IPS e.max CAD ve IPS e.max ZirCAD ingotları vardır. IPS e.max Ceram da ingotların üst yapılarında kullanılan porselendir. IPS e.max CAD 360 MPa bükülme dayanıklılığına sahipken, IPS e.max Press‘in bükülme dayanıklılığı 400 MPa‘dır. IPS e.max sisteminin estetik oluĢu da bu materyalin kullanımını arttırmıĢtır (IPS e.max 2005).

Ingot çapı daha geniĢ olduğu için IPS e.max ile daha fazla, ekonomik, ve hızlı restorasyon üretimi söz konusudur (IPS e.max 2005, Özyöney 2008).

1.1.2. Dökülebilir Cam Porselen Sistemleri

KarĢıt mineyi aĢındırmamaları, plak birikiminin diğer restoratif materyaller ve mineye göre daha az olması bilinen avantajlarındandır (Crispin ve ark 1994).

Dicor

Dicor cam porselen materyali (Dentsply International,York, Pa.) ilk olarak Peter Adair tarafından 1982‘de piyasaya sunulmuĢtur (Malament ve Socransky 1999).

Dicor sistemi ile PLV uygulamaları yapılırken, dikkat edilmesi gereken bir takım konular vardır ki bunlardan ilki bu porselen sisteminde çok fazla renk düzenlemesi yapılamamasıdır. Ayrıca büyük diastemaların kapatılması gerektiği vakalarda, bu bölgelerde porselen desteksiz kalacak ve ağız boĢluğundan koyu bir renk yansımasından dolayı, gri görünecektir (Garber ve ark 1988).

Bükülme dayanımı 152 MPa, basma dayanımı 828 MPa olan sistem feldspatik porselenlerden daha homojen ve fiziksel testlere daha düzgün cevap

(19)

9 vermektedir. Anterior ve posterior kuron restorasyonlarında, inley, onley ve laminate restorasyonlarda kullanılmaktadır (Malament ve Socransky 1999).

Cerapearl

Cerapearl, 1985‘de geliĢtirilmiĢ bir hidroksiapatit cam porselendir. Santrifüj ile dökümü yapıldıktan sonra kontrollü kristalizasyon ısıl islemi ile yapı içerisinde hidroksiapatit kristalleri oluĢmaktadır.

Bükülme direnci Dicor ile yaklaĢık aynı olan ve mineye benzer özellikler gösteren bu sistem, kuron, inley, onley ve PLV yapımında kullanılmaktadır (Hondrum 1992, Wall ve Cipra 1992, Kelly ve ark 1996).

1.1.3. CAD/CAM Porselen Sistemleri

CAD/CAM sistemi ―Computer Aided Design‖ ve ―Computer Aided Manufacturing‖ adlarının kısaltılmıĢ Ģeklidir ve bu sistem iki bileĢenden oluĢmaktadır:

1. Optik ölçü alma ünitesi ve Windows tabanlı tasarım parçası, 2. Tornalama ünitesi (Fasbinder 2006).

Bu sistem prefabrike porselen blokların bilgisayar destekli freze yardımı ile Ģekillendirilmesi esasına dayanır. Tarayıcı ile veriler sistemin hafızasına yüklenir ve daha sonra tasarımları (CAD) yapılarak üretime (CAM) geçilir. Ġnley, onley, PLV, zirkon ve metal altyapıların yapımında kullanılır. Porselen blokların özel frezlerle Ģekillendirildiği freze tekniği ve dublikatın elde edildiği kopya freze tekniği olarak 2 teknikle uygulanabilir (Mormann ve Bindl 2002, Fasbinder 2006).

CAD/CAM sisteminde kullanılmaya elveriĢli materyal grubu Ģunlardır (Fradeani ve ark 2005, Özkurt 2008):

1. Cam infiltre alüminyum oksit porselenleri

2. Yoğun sinterlenmiĢ alüminyum oksit ve zirkonyum porselenleri 3. Titanyum

(20)

10 4. Kıymetli ve kıymetsiz metal alaĢımlar

5. Dayanıklılığı arttırılmıĢ ve dökülebilir akrilikler 6. Silikat porselenlerdir.

1.1.4. Isıya Dayanıklı Daylar Üzerinde Fırınlanan Porselen Sistemleri

Cerestore

Alüminyum oksit koping ve alüminöz porselen kaplamadan oluĢan Cerestore tam porselen kuronların alüminöz porselen gibi fırınlama esnasında büzüĢme yapmaması ‗non-shrink ceramic‘ olarak da adlandırılmasına sebep olmuĢtur. Sistemin yapısında %87 oranında Al2O3, MgO, cam hamuru, kaolin, kil, kalsiyum stearete bulunur (Wall ve Cipra 1992, Memikoğlu 1997, Akman 2003).

Optec-HPC

Optec, %50 oranında ağırlığa sahip lösit kristalleri içeren, feldspatik yapıda olan bir camdır. Optec, estetik bir sistem olmasına rağmen kenar uyumunun yetersiz olması en büyük dezavantajıdır. Bunun sebebi de lösit ile güçlendirilmiĢ porselen kondanse edilirken ve sinterlenirken hacimsel olarak küçülmesidir. Optec sistemi, 140 MPa çekme direncine, 110-150 MPa arasında da eğilme direncine sahiptir. (Hondrum 1992, Wall ve Cipra 1992, Tanrıkulu 2007).

Hi-Ceram

Ġçeriğindeki alümina oranı daha fazla olan (%75) çekirdek seramiğinin ısıya dayanıklı day materyali üzerinde fırınlanması prensibi üzerine kurulan Hi-Ceram sistemi, kimyasal olarak klasik alümina porselen alt yapısına benzemektedir. In-Ceram sisteminin geliĢimi ısıya dayanıklı day materyali üzerinde çalıĢılması ve yüksek alümina yapı içermesinden dolayı artmıĢtır. Daha çok anterior bölgede kullanılan Hi-Ceram porselenin çekme dayanımı yaklaĢık 140-180 MPa‘ya kadar arttırılmıĢtır (Hondrum 1992, Wall ve Cipra 1992, Campbell ve ark 1995).

(21)

11

In-Ceram

In-ceram tam porselen sistemi, yüksek kırılma direnci sayesinde anterior bölgedeki köprü restorasyonlarında, anterior ve posterior kuronlarda kullanılabilmektedir (Wall ve Cipra 1992, Rosenstiel ve ark 2001).

In-ceram restorasyonlar mükemmel bir kenar uyumuna ve dayanıklılığa sahiptir ve yapılan araĢtırmalarda sonuçları oldukça iyidir. Dezavantajları; pahalı olması, yapımının zahmetli olması ve zaman almasıdır (Wall ve Cipra 1992, Sulaiman ve ark 1997, Rosenstiel ve ark 2001).

Folyo tekniği

%50 AI2O3 içeren Vitadur, MgO içeren Magnezyum Core bu gruptadır. Refraktor day üzerine platin folyo uyumlandıktan sonra, üzerine AI2O3 veya MgO ile güçlendirilmiĢ porselen fırınlanır (Öktemer ve TaĢer 1982, Oden ve ark 1998). Yeni folyo sistemleri: Flexobond (Elephant Edel-metaal, Hollanda) ve Plati-deck (Schone Edel-metaal, Degussa, Hollanda)‘dir (Hondrum 1992).

Renaissance ve Sunrise folyo tekniği ile yapılan porselenlerden olup, kırılma direnci geleneksel feldspatik kuronlardan daha düĢüktür, bu yüzden çok üyeli diĢlerde tercih edilmez. Porselenin kırılma direncini arttırmak için geleneksel jaket kuronların içinde bulunan platin folyonun grimsi bir renk oluĢturması nedeniyle altın folyo kullanılmıĢtır. (Öktemer ve TaĢer 1982, Erçoban 1998).

1.2. Adezyon

Bağlanma, yapıĢma gibi anlamlara gelen adezyon terimi, bir maddenin baĢka bir maddeye bağlanması olarak tanımlanmaktadır. Bağlanan yüzeye ―aderent‖, bağlayıcı özelliği olan materyale ise ―adeziv‖ denilmektedir (Kinloch 1987).

Bağlanma dayanımı ya da adezyon kuvveti, adezivin kuvvetlere karĢı dayanma kapasitesi ve aradaki oluĢan bağın etkin olduğu süredeki dayanıklılığıdır (Allen 1992).

(22)

12

1.2.1. Adezyon Ġlkeleri

Adezyon, atomlar ya da moleküller arasındaki kuvvet ya da enerjilerin aralarındaki iki fazı bir arada tutar (Packham 1992). Bağlanma testlerinde, adezyon genellikle çekme ve makaslama kuvvetlerine mazur bırakılır ve kırılmanın tipi değerlendirilir. Eğer bağlantı, iki yapı arasında baĢarısızlığa uğrarsa, baĢarısızlığın tipi adeziv; baĢarısızlık ara yüzde olmayıp yapının birinde olursa, baĢarısızlığın tipi kohezivdir. Hem iki yapı arasında hem de yapının birinde olursa baĢarısızlığın tipi karıĢık olarak ifade edilir. Adezyon fenomeninde dört teori kendine yer bulmuĢtur (Van Meerbeek ve ark 2006):

Mekanik teori, katı yapıdaki adezivin aderentin yüzeyindeki düzensizliklere ve pürüzlülüğe mikromekanik kilitlenmesi ile olmaktadır.

Adsorbsiyon teorisi, adeziv ile aderent arasındaki primer (iyonik ve kovalent), sekonder (hidrojen, dipol bağlanma, London kuvveti) değerlik kuvvetlerini içeren tüm kimyasal bağlanmaları kapsar (Van Meerbeek ve ark 2006).

Difüzyon teorisi, hareketli moleküller arasındaki bağlanma sonucunda gerçekleĢen adezyondur. Her iki arayüzden gelen polimerler birbiri içine geçip diğer tarafın molekülleriyle etkileĢebilir. Sonuç olarak, arayüz kaybolur ve iki parça tek parçaya dönüĢür.

Elektrostatik teoride, bir metal ve bir polimer arasında elektriksel çift tabaka oluĢmakta, bunun da bağlanmaya katkısının olduğu düĢünülmektedir (Van Meerbeek ve ark 2006).

Herhangi bir arayüz iliĢkisinin oluĢması için bağlanacak iki yüzeyin birbirine yeterince yakın iliĢkide bulunması önemlidir. Bunun yanında yüzey geriliminin, sadece aderent yüzey enerjisinden düĢük olduğu durumlarda, adezivin yeterli ıslatılabilirliği ortaya çıkar (Erickson 1992, Ruyter 1992, Eliades 1994). Sıvı ile yüzeyin ıslatılabilirliği, yüzeyde bir damlanın yaptığı değme açısıyla karakterizedir (Padday 1992). Eğer sıvı, katı yüzeye tamamen yayılıyorsa, tamamen ıslatılabilirliğini gösterir ve değme açısı 0 derecedir (Van Meerbeek ve ark 2006).

Islatma ve yüzey enerjisi teorisine göre mineye adezyon, dentine adezyondan daha kolaydır. Mine esas olarak yüksek yüzey enerjisine sahip olan

(23)

13 hikroksiapatitlerden, dentin ise düĢük yüzey enerjine sahip hidroksiapatitten ve kolajenden oluĢmaktadır. Ağız ortamında diĢ yüzeyi adezivin yeterli ıslatılabilirliğini bozan çok düĢük yüzey gerilimine sahip organik pelikıl ile kontaminedir (Baier 1992). Kavite preparasyonu esnasında diĢ dokusunun aĢındırılmasıyla, çok düĢük yüzey enerjisine sahip smear tabakası oluĢur. Daha baĢarılı bir bağlantının oluĢmasını sağlamak için diĢ yüzeyinin bonding iĢlemlerinden önce tamamen temizlenmesi gerekmektedir (Van Meerbeek ve ark 2006).

1.2.2. Adeziv Tekniklerin Avantajları

Adeziv restorasyonların geleneksel metotlara karĢı pek çok avantajı vardır. Geleneksel olarak restorasyonun retansiyon ve stabilizasyonunun artması için genelde sağlıklı diĢ dokusunun uzaklaĢtırılması gerekir. Adeziv tekniğin kullanıldığı pek çok vakada bu gerekli değildir. Adezyon ayrıca restorasyon-diĢ arayüzünde mikrosızıntıyı azaltır. Mikrosızıntının yani ağız sıvılarının ve bakterilerin kavite duvarı boyunca içeri penetre olmasının önlenmesi; postoperatif hassasiyetin azaltılması, marjinal boyanma ve yeni çürük oluĢumu gibi restorasyonun ömrünü kısaltan klinik problemleri azaltır (Phillips 1982, Duke 1993, Van Meerbeek ve ark 2006).

Adeziv restorasyonlar, diĢin bağlantı alanı boyunca fonksiyonel stresleri iyi iletir, zayıflamıĢ diĢ yapısını güçlendirirler (Morin ve ark 1984, Eakle 1986, Hansen 1988). Geleneksel metal intrakoronal restorasyon, bukkal ve lingual kasplar arasında kama etkisi yapar ve kasplarda kırık riskini arttırır. Deforme olmuĢ ya da dokudan ayrılmıĢ restorasyonların tamiri, adeziv tekniklerle diĢte bir miktar aĢındırma yaparak ya da hiç aĢındırmadan sağlanabilir (Van Meerbeek ve ark 2006).

Adeziv tekniklerin estetik restoratif diĢhekimliğindeki alanları geniĢlemiĢtir (Ibsen ve ark 1989, Strassler 1991). Günümüzün hastaları estetiğe eskisinden daha çok önem vermektedirler ve diĢlerinin görünümlerinde estetiğin anahtar bir rol oynadığını düĢünmektedirler (Van Meerbeek ve ark 2006). Adeziv teknikler; PLV‘ler, inley-onleyler gibi anterior ve posterior porselen restorasyonların rezin simanlarla yapıĢtırılmasında da kullanılır. Adezivler metal altyapıların retansiyonunda, sabit protezlerin simantasyonunda, ortodontik braketlerin yapıĢtırılmasında, periodontal ve ortodontik splintlerin yapıĢtırılmasında, dentin

(24)

14 hassasiyetinin giderilmesinde ve kırılmıĢ porselen, amalgam ve rezin kompozitlerin tamirinde kullanılır. Koruyucu tedavinin bir parçası olarak uygulanan pit ve fissür örtücü iĢlemleri, adezyonla sağlanmaktadır. (Van Meerbeek ve ark 2006).

1.2.3. DiĢ Dokusuna Adezyonu Etkileyen Faktörler

Adezivlerin dayanıklılığı ve uzun ömürlülüğü pek çok faktöre dayanmaktadır. Bunlar; Aderent ve adezivin fizikokimyasal özellikleri, aderentin heterojenik olan yapısal özellikleri, kavite preparasyonu esnasında yüzey kontaminasyonunun oluĢması, bonding aĢamalarını tehlikeye atacak dıĢ faktörlere bağlı stres geliĢimleri ve bunların telafisi, bonding birleĢimi boyunca uygulanan kuvvetlerin iletim ve dağıtım mekanizmalarıdır. Ayrıca, neme, fiziksel streslere, ısı ve pH değiĢikliklerine, diyete ve çiğneme alıĢkanlıklarına göre değiĢen ağız ortamı, materyal ve diĢ dokusu arasındaki adeziv iliĢkiyi etkiler (Gwinnett 1990, Van Meerbeek ve ark 2006).

Mine ve dentinin yapısı

Mine ve dentinin yapısal ve içerik özellikleri birbirinden tamamen farklı olduğundan, bu iki dokunun adezyon stratejileri de farklıdır.

Ġnsan vücudundaki en sert maddelerden biri olarak bilinen mine mineralize bir dokudur. Mineralizasyon, özel yapıda fibriler bir protein matriksi üzerinde meydana gelir. Bu matriks diğer dokularda kollajen yapıda iken sadece minede keratin yapısındadır. DiĢ kuronunu tamamen örten mine saydam bir yapıda olup kalınlığı koleden baĢlar ve en kalın yeri tüberkül tepesinde 2,5 mm‘ye ulaĢır. Süt diĢi minesinde mavimsi-beyaz, daimi diĢlerde sarımsı-beyaz veya grimsi-beyaz olarak 3 tip beyaz tonu bulunmaktadır (Moss 1993, Cengiz 1996).

Olgun minenin inorganik içeriği ağırlıkça %95 - %98 arasında, hacimce %86‘ dır ve temel içerik hidroksiapatittir. Geri kalanı su (ağırlıkça %4, hacimce %12) ve organik materyal (ağırlıkça %1-2, hacimce %2)‘dir (Nordenvall ve ark 1980). Majör inorganik yapı, submikron düzeyindeki kristallerle devamlı iliĢkili ve genelde üç boyutlu Ģekillenen rod yada prizma denilen mikroskobik birimlere sahiptir (Lyon 1957, Nordenvall ve ark 1980, Gwinnett 1990, Van Meerbeek ve ark 2006).

Dentin, mineden farklı olarak yüksek oranda su (ağırlıkça %12), esas olarak Tip 1 kollajen (Linde 1985) olan organik materyal (ağırlıkça %18) ve hidroksiapatit

(25)

15 (Mjör ve Fejerskov 1986) (ağırlıkça %70) içerir. Ġnorganik yapı (hacimce %25) ve su (hacimce %25) toplam inorganik yapıyı (hacimce %50) oluĢturmaktadır. (Mjör ve Fejerskov 1986) Bu içerik intertübüler ve peritübüler dentin içinde dağıldığından dolayı dentin dokusu heterojendir (Van Meerbeek ve ark 2006).

Sayısız dentin tübülü, dentin kalınlığı boyunca dentini çok geçirgen hale getiren pulpadan dıĢarıya doğru diklemesine uzanır (Garberoglio ve Brannstrom 1976, Pashley 1984). Dentin tübülleri odontoblastik uzantılar içerir ve canlı pulpaya direk bağlantılıdır (Yamada ve ark 1983, Pashley 1989). Minenin aksine, dentin dıĢsal travmalara karĢı özel bir savunma mekanizması geliĢtirebilen canlı ve dinamik bir dokudur. Tübüllerin çapı pulpa yakınında 2,5 µm (mikrometre)‘den, mine dentin birleĢiminde 0,8 µm‘ye düĢer. Aynı Ģekilde tübüllerin sayısı pulpa yakınında 45 000/mm2‗den mine dentin sınırında 20 000/mm2‘ye düĢer (Garberoglio ve Brannstrom 1976). Kesik dentinin önemli bir hacmini ortalama 30 000 tübül/ mm2 ile dentinin çeperleri oluĢturur. Her tübül hiperminerilize peritübüler dentin ile çevrilidir. Ġntertübüler dentin daha az mineralize olup daha çok organik kollajen fibril içerir. Toplam tübül uzunluğunun en derin üçte birini oluĢturan odontoblastik uzantıların yanı sıra, tübüller doku sıvısı (dentinal sıvı) ile doludur, organik membran yapısı ―lamina limitans‖ olarak bilinir. Ġntratübüler kollajen fibrillerin orijinleri ve fonksiyonları henüz tam olarak bilinmemektedir (Van Meerbeek ve ark 2006).

Dentin tübüllerinin konik Ģeklinden dolayı, yüzeysel dentinin %96‘sı intertübüler dentinden, %1‘i dentin tübülleri içindeki sıvıdan ve %3‘ü peritübüler dentinden oluĢur (Garberoglio ve Brannstrom 1976, Pashley 1990, Heymann ve Bayne 1993). Kesit alınmıĢ dentinde, pulpa yakınında peritübüler dentin %66 oranında, intertübüler dentin %12 oranında, su ise %22 oranındadır. Dentin tübülleri, yüzeyel dentinde %3 iken, derin dentinde %22 oranındadır. Ortalama dentin tübül çapı dentin kalınlığına bağlı olarak 0.63 µm ile 2,37 µm arasında değiĢtiği transmisyon elektron mikroskobu (TEM) ve SEM ile belirlenmiĢtir (Marchetti ve ark 1992). Bu nedenle, dentin nemli bir doku olup tübül içindeki dentin sıvısı durgundur ancak pulpadan dıĢarı yönde basınç vardır (Van Meerbeek ve ark 2006).

(26)

16

Dentin yapısındaki değiĢiklikler

Dentin, içeriğinde ve mikroyapısında sürekli fizyolojik ve patolojik değiĢiklikler gerçekleĢen dinamik bir yapıdır (Stanley ve ark 1983, Pashley 1989). Çürük, abrazyon, ya da erozyondan etkilenmiĢ dentin ile sağlıklı dentin birbirinden oldukça farklıdır. Mekanik abrazyon ve kimyasal erozyon gibi yaĢlanmayla oluĢan etkenlerle fizyolojik dentin sklerozu oluĢmaktadır (Stanley ve ark 1983).

Sklerotik dentin genelde çok az dentin tübülleri içerdiğinden, geçirgenliği çok düĢüktür (Yoshiyama ve ark 1989, Tagami ve ark 1992) ve bu da dıĢ uyaranlara karĢı hassasiyete neden olur (Yoshiyama ve ark 1989, Yoshiyama ve ark 1990, Duke ve Lindemuth 1991, Van Meerbeek ve ark 1994). Sklerotik dentindeki odontoblastik uzantılar genellikle kısmi atrofiye uğrar ve mineralize olur (Frank ve Voegel 1980, Stanley ve ark 1983, Yamada ve ark 1983). Yoğun hipermineralize sklerotik dentinin asitleme yapıldığında bile tübülleri açılmayan tam hipermineralize alanları vardır (Mjör 1987, Ten Cate ve ark 1987). Bazı alanlar, tübüllerin ağzından dentin yüzeyinin üstüne kadar uzanan yoğun mineral sklerotik yapıları ve mineralize odontoblastik uzantıları içerir (Van Meerbeek ve ark 2006).

Fizyolojik ve patolojik süreç sonucu morfolojik ve yapısal değiĢiklikler olan sklerotik dentin, adeziv uygulamalara normal dentinden daha az yatkınlık gösterir (Mjör 1987, Duke ve Lindemuth 1991, Duke 1993, Burrow ve ark 1994, Sattabanasuk ve ark 2004, Tay ve Pashley 2004, Van Meerbeek ve ark 2006).

Smear tabakası

DiĢ yüzeyi kavite preparasyonu esnasında dönen aletler ve el aletleriyle hazırlanırken kesim artıkları mine ve dentin yüzeyini smear tabakası adı verilen bir tabakayla kaplar (Eick ve ark 1970, Pashley 1992). Ġyatrojenik olarak oluĢan bu tabaka kesilmiĢ diĢ yüzeyi ve restorasyon yüzeyi arasındaki adeziv bağlantıyı direk etkilemektedir (Eick 1992, Pashley 1992, Yazıcı ve ark 2002, Van Meerbeek ve ark 2003, Van Meerbeek ve ark 2006).

Dentin tübülü ağızları smear tıkacı adı verilen debris artıkları ile doludur ve tübülün 1-10 µm derinliğine kadar uzanabilir (Pashley ve ark 1988, Prati 1994). Smear tıkaçlarının oluĢumu ile smear artıkları dentin tübüllerini tıkamasına rağmen,

(27)

17 smear tabakası küçük miktarlardaki dentin sıvısının geçmesine izin verecek Ģekilde submikron kanallara sahiptir (Pashley 1992). Smear tabakasının dentin geçirgenliğini %86 oranında azalttığı bildirilmiĢtir (Pashley ve ark 1978).

ÇeĢitli yöntemler çürük diĢ dokusunu uzaklaĢtırmak ve diĢ yüzeyini bağlantıya daha yatkın hale getirmek için kullanılır. Tungsten karpit veya elmas frez ile kavite preparasyonu en yaygın metot olsa da, frez preparasyonu çoğunlukla gereksiz sağlıklı diĢ dokusunun kaybına neden olur. Döner aletlerin bu dezavantajından dolayı, sono abrazyon gibi önceden uygulanan, air abrazyon ve lazer ablasyonu gibi yeni tekniklerin ―minimal invasiv‖ (Murdoch-Kinch ve McLean 2003) diĢ preparasyonu trendiyle kullanımı arttırılmıĢtır (Burnett ve ark 2001, Murdoch-Kinch ve McLean 2003, Van Meerbeek ve ark 2003, Van Meerbeek ve ark 2006).

Dentinin nemliliği

Dentin geçirgenliği ve bunun sonucunda oluĢan dentinin nemliliği; tübüllerin çapı ve boyu, dentin sıvısının viskozitesi ve içinde çözünmüĢ maddelerin moleküler boyutları, basınç Ģiddeti, difüzyona elveriĢli yüzey alanı, tübüllerin açıklığı ve pulpal dolaĢım etkisiyle maddelerin temizlenmesi gibi birçok etkene bağlıdır (Reeder ve ark 1978, Pashley 1979).

Okluzal dentinde, pulpa boynuzları bölgesindeki dentinin geçirgenliği pulpanın merkezinden, arayüz dentinin geçirgenliği oklüzal dentinden, koronal dentin‘in geçirgenliği de kök dentininden daha fazladır (Pashley ve ark 1987, Pashley ve Pashley 1991). Eğer tübüller hermetik kapanmıyorsa dentinin geçirgenliğinin yüksek olması, bakterilerin ve toksinlerinin kolayca dentin tübüllerinden pulpaya ulaĢmalarına sebep olur (Soderholm 1991).

Dentine olan bağlantının mineye göre daha zor olması, dentinin geçirgenliğinin değiĢken olmasındandır (Douglas 1989, Pashley 1989). Smear tabakasının uzaklaĢtırılması ile dentin sıvısının dentin tübüllerinden sızması nemli bağlantı yüzeyi oluĢturur (Pashley ve ark 1981). Dentin sıvısı, sert doku üzerindeki tüm adezyon alanlarına hidrolizle etkin bir Ģekilde yöneldiğinden, oluĢan nemli ortam adezyonu etkilemektedir (Douglas 1989, Erickson 1992). Jacobsen ve Soderholm (1995), adezivin polimerizasyonunda dentin sıvısının etkilediğini

(28)

18 göstermiĢlerdir. GeçmiĢteki dentin bonding ajanlarındaki hidrofobik rezinler hidrofilik tabakayı yeterince ıslatamadıkları için baĢarısız olmuĢlardır ve dentin nemliliğinin fazla olmasından dolayı birçok adeziv sistemin bağlanma dayanımı, preparasyon derinliği arttıkça azalmıĢtır (Stanford ve ark 1985, Mitchem ve Gronas 1986, Pashley ve ark 1992, Pereira ve ark 1999). Smear tabakası kaldırılmadığında derin ve yüzeyel dentin arasında bağlantı dayanımı bakımından belirgin bir fark görülmemiĢtir (Tao ve Pashley 1988). Smear tabakasını uzaklaĢtıran (asitleme& yıkama) günümüz adeziv sistemlerinin bağlanma dayanımlarını dentin derinliğindeki farklılıklardan daha az etkilendiği düĢünülmekte, bunun sebebi de artan hidrofilik yapının nemli dentin yüzeyine daha iyi bağlanma sağlaması olarak gösterilmektedir (Van Meerbeek ve ark 2006).

Ortamın nemli oluĢunun da dentine bağlanma dayanımına negatif etkisi olduğu gözlemlenmiĢtir (Van Meerbeek ve ark 2006).

Adezivin ıslatabilirliği

Güçlü adeziv bağlantının oluĢması için öncelikle iki yapı arasındaki yakın moleküler etkileĢim Ģarttır (Kinloch 1987). Bu da, adeziv sistemin yüzeyi yeterince ıslatabilmesi, mikropörözitelere penetre olabilecek kadar düĢük viskoziteye sahip olması, hava ve suyla yer değiĢtirmesi gerektiği anlamına gelmektedir (Terkla ve ark 1987). Günümüz sistemlerinde primerler, hidrofobik adeziv rezinin ıslatılabilirliğini arttırmak için yüzey aktif ajanı olan 2-hidroksietilmetakrilat (HEMA) gibi hidrofilik monomerleri içerir (Hitmi ve ark 2002). Modern primerler içindeki etanol ve aseton çözücüler hava ve sıvının hızlı buharlaĢmasını sağlarlar (Van Meerbeek ve ark 2006).

1.3. Simantasyon ĠĢlemi

1.3.1. DiĢ Yüzeyine Uygulanan ĠĢlemler

Asit ile pürüzlendirme iĢlemi

Konservatif bir preparasyon elde etmek, mikrosızıntıyı önlemek ve dentin hassasiyetini azaltmak için kompozit rezinlerle, mine ve dentin arasında güçlü bir bağlantının olması istenir.

(29)

19 AraĢtırıcılar önceki yıllarda mineyi pürüzlendirmede, %10‘luk maleik asit, %1.6‘lık oksalik asit ve %10‘luk fosforik asit gibi zayıf asitleri denemiĢlerdir. Zayıf asitlerin mine tabakasında aĢırı madde kaybını önleyeceğini ve daha az pulpal irritasyona sebep olacağını düĢünmüĢlerdir, fakat bu asitler % 35‘lik fosforik asit ile karĢılaĢtırıldığında daha düĢük bağlanma dayanımı göstermiĢlerdir. (Swift ve Cloe 1993, Holtan ve ark 1995).

Minenin pürüzlendirilme iĢleminde, rezin materyalin yerleĢtirilmesinden önce mineye fosforik asit uygulamak en sık kullanılan metottur. Süt ve daimi diĢlerin asitlenme etkinliği ve bağlanma kapasitesi arasında farklılıklar bulunmaktadır (Kakaboura ve Papagiannoulis 2005).

Genelde prizmasız dıĢ tabakanın asitlemenin etkinliğini azalttığına inanılmaktadır. Yüksek miktardaki kristaller ve bu kristallerin tek yönlülüğü minenin çözünürlülüğünü azaltabilmektedir (Kakaboura ve Papagiannoulis 2005).

Minede üç tip pürüzlenme gözlemlenmiĢtir. Tip-I pürüzlendirmede mine prizmalarının çeperleri sağlam kalırken, prizma gövdeleri ortadan kalkmıĢ balpeteği görünümündedir. Tip-II pürüzlendirmede mine prizmalarının periferleri çözünerek uzaklaĢmıĢ, kaldırım taĢı görünümü ortaya çıkmıĢtır. Tip-III pürüzlendirmede ise prizmaların morfolojisiyle uyumsuz bir çözünme ve daha silik bir görünüm izlenmiĢtir (Gwinnett 1971, Yenen 2008).

Fosforik asit ajanlarının 2 tipi vardır. Ġlk olarak solüsyon olarak üretilen asitlerin yerini jel formları yer almıĢtır. Jel kıvamındaki asitler, sıvı formlara göre gerek uygulama kolaylığı, gerekse daha geniĢ ve derin Ģekilde mineye penetre olması bakımından önerilmektedir (Barkmeier ve ark 1987, Legler ve ark 1989, Fanchi ve Breschi 1995, ÜĢümez 2001).

Ortofosforik asitin uygulama yüzdelerinden %37‘lik konsantrasyonun rezin tagların uzunluğunda ve bağlanmada daha etkili olduğu ortaya çıkarılmıĢtır (Barkmeier ve ark 1987, Carstensen 1995, Shinchi ve ark 2000).

Total-etch adeziv sistemlerinde asitleme iĢlemi, smear tabakasını ve tıkaçlarını kaldırma ve yüksek bağlanma kapasiteli mikroporöz yüzeyi sağlamak amacıyla dentini demineralize etmektedir. Dentini demineralize etmek için sitrik,

(30)

20 maleik, nitrik, oksalik ve fosforik asit gibi birçok farklı asit, farklı konsantrasyonda araĢtırılmıĢtır. Mine ve dentine uygulanan total-etch sistemlerde zayıf asitlerin asitleme etkinliği Ģüphelidir (Van Landuyt ve ark 2005).

Total-etch sistemlerin 3 ayrı uygulaması vardır: (a) Asitleme; (b) Primer uygulaması; (c) Adeziv rezin uygulaması. Primer ve bondingin birlikte olduğu 2 aĢamalı ve hepsinin bir ĢiĢede olduğu tek ĢiĢe adeziv sistemleri de günümüzde piyasada bulunmaktadır (Van Landuyt ve ark 2005).

Kumlama ile pürüzlendirme iĢlemi

Çürüğün temizlenmesi ve yüzeyin pürüzlendirilmesi için alternatif diğer bir metot olan kumlama ilk defa Black (1945) tarafından tanıtılmıĢtır.

Bu sistemde, dar bir tüpten geçirilen abraziv partiküller bir taĢıyıcı ortam vasıtasıyla basınçla diĢ yüzeyine püskürtülmektedir (Laurell ve Hess 1995, YeĢilyurt ve Gökay 2005). Kumlamanın restoratif materyallerin ve fissür örtücülerin diĢ sert dokularına bağlanması üzerine etkileri konusunda çeĢitli çalıĢmalar yapılmaktadır (Knobloch ve ark 2005, Gray ve ark 2006).

Dentinin yüzey koĢulları mekanik olarak mikroabrazyon ile değiĢtirilebilir. Bu yöntemde Al2O3‗in aĢındırıcı etkisinden yararlanılır. Dentinde oluĢan aĢınmaya Al2O3 partiküllerinin büyüklüğü kadar hızı da etkilemektedir. 0.5 µm‘den küçük partiküller yüzey temizliği görevi yaparken, daha büyük partiküller yüzeyde sığ çukurcuklar oluĢturur. Silikon karbid, Al2O3, elmas tozu, boron karbid, çelik tozu, cam tozu, sünger taĢı, kumlamada kullanılan tozlardır (Yenen 2008).

DiĢ yüzeyinin pürüzlendirilmesinde farklı gren büyüklüğünde (25, 27 ve 50 µm) Al2O3 kumları kullanılmaktadır. (Roeder ve ark 1995, Müjdeci ve Gökay 2004, Gray ve ark 2006).

Lazer ile pürüzlendirme iĢlemi

Lazer, radyasyonun uyarılmıĢ yayılımı ile ıĢık Ģiddetinin arttırılması anlamına gelen Light Amplification by Stimulated Emission of Radiation (uyarılmıĢ elektromanyetik ıĢınım yayan ıĢık yükseltici) (LASER) sözcüklerinin baĢ

(31)

21 harflerinden oluĢmaktadır. Ġlk lazer cihazı Theodora H. Maimann tarafından 1960 yılında Ruby (yakut) kristali kullanarak üretilmiĢtir.

Lazer teknolojisinde, atomların enerji absorbe etmeleri sonucu daha yüksek enerji düzeyine çıkma özelliğinden yararlanılmaktadır. Bu enerji transferinde oluĢan fotonlar, aynı enerji düzeyine ve frekansına ulaĢıp, aynı yönde hareket ederler (ÜĢümez 2001). Tüm lazer sistemlerinin ıĢınlarının ortak özellikleri, dalga boyu fazlarının zaman ve yön açısından aynı olması (koherent), ıĢınların tek renkli, aynı frekans ve enerjide olması (mono kromatik) ve ıĢınların birbirlerine paralel olmasıdır (Coluzzi 2000).

Lazer sistemlerinin sınıflandırılması

Lazerler;

1. Lazer aktif maddesine 2. Lazer ıĢığının hareketine 3. Dalga boyuna

4. Lazer ıĢığının enerjisine

5. Lazer ıĢığının uygulanıĢ Ģekline göre sınıflandırılırlar (Harris ve Pick 1995, Karu 1998).

Lazer aktif maddesine göre

Katı Lazerler:

–Nd:YAG (1064 nm) (Neodymium-doped Yttrium Aluminum Garnet) –Ho:YAG (2100 nm) (Holmium-doped Yttrium Aluminum Garnet) –Er:YAG (2940 nm) (Erbium-doped Yttrium Aluminum Garnet) –Ruby (694.3 nm)

(32)

22 –Er,Cr:YSGG (Erbium, Chromium doped Yttrium Scandium Gallium Garnet (2780 nm)

Gaz Lazerler:

–CO2 (10600 nm) (Karbondioksit) –Argon / Krypton (457 - 528 nm) –Excimer (Excited Dimer) –Ultraviolet (UV)

–He-Ne (632.8 nm) Sıvı Lazerler:

–Boya (çeĢitli) (VIS) Elektronik Lazerler: –Yarı iletkenler

–Diyod Lazerler (infrared-) (Harris ve Pick 1995, Karu 1998).

Lazer ıĢığının hareketine göre

–Sürekli ıĢık verenler (Continous) –Atımlı ıĢık verenler (Pulse)

–Dalgalı akım olarak ıĢık verenler (Choop) (Harris ve Pick 1995, Karu 1998)

Lazer ıĢığının dalga boyuna göre

–Mor ötesi (ultraviolet-UV) spektrum (140-400 nm) –Görünür (visual-VIS) spektrum (400-700 nm)

–Kızıl ötesi (IR) spektrum (700 nm ve üstü) (Harris ve Pick 1995, Karu 1998).

(33)

23

Lazer ıĢığının enerjisine göre

–Soft lazer –Mid lazer

–Hard lazer (Harris ve Pick 1995, Karu 1998).

Lazer ıĢığının uygulanıĢ Ģekline göre

- Kontaktlı (contact) - Kontaktsız (noncontact)

olarak sınıflanabilirler (Harris ve Pick 1995, Karu 1998).

Er:YAG lazer

Kullanımı Food and Drug Administration (FDA) tarafından 1997 yılında onaylanan Er:YAG lazerin, mine ve dentinde kullanılması ile sert doku çalıĢmaları baĢlamıĢtır. Er:YAG lazerin sert dokuda kullanımı birçok avantajı beraberinde getirmiĢtir. Çürük temizlenmesinde, mine ve dentinde kavite preparasyonunda ve kök kanalı tedavisinde kullanımı endikasyonlarındandır. Lokal anestezi yapılmaması ya da çok az miktarda lokal anestezik kullanımı en büyük avantajlarındandır. Ancak Er:YAG lazer hedef alınan özel dokuyu kaldırmakla kalmaz, bölgedeki tüm dokuları kaldırır (Hossain ve ark 2003).

Er:YAG lazer ile çürük temizlenmesi için harcanan zamanın geleneksel frez sistemine göre daha uzun sürmesi lazerin dezavantajlarındandır (Sulewski 2000, Hossain ve ark 2002). Ayrıca Er:YAG lazerin kullanımı sırasında oluĢan ıĢınlamaların geleneksel yöntemle karĢılaĢtırıldığında sürekli olmadığı ancak nabızsal tarzda olduğu ve bunun da ağrıyı tetikleyen bir faktör olduğu bildirilmiĢtir (Takamori ve ark 2003).

Er:YAG lazerler Erbiyum ile kaplanmıĢ Ġtriyum-Alüminyum-Garnet aktif maddeye sahiptirler. Özellikleri Er,Cr:YSGG lazerler ile benzerlik göstermektedir (Reyto 2001). 2,94 μm dalga boyunda olan nabızsal ıĢın demeti, su molekülleri tarafından yüksek derecede emilebildiğinden, bu lazerler su ihtiva eden diĢ sert

(34)

24 dokularında hızlı ve etkin preparasyon yapılabilmesine olanak tanırlar. Bu lazer sistemleri dentin yüzeyine uygulandığında, dentinin yapısında bulunan su buharlaĢır, su moleküllerinin kinetik enerjisi artar ve hedef dokuda mikro patlamalar meydana gelir (Hibst ve Keller 1989).

Er:YAG lazerlerin diĢ sert dokularının preparasyonu sırasında termal yan etkilerinin önlenmesi için, su soğutma sistemleri ile birlikte kullanılmaları önerilmektedir. Su soğutması ile birlikte lazer uygulanmıĢ diĢ yüzeylerinde karbonizasyon veya mikroçatlak oluĢumuna rastlanmamıĢtır (Attrill ve ark 2004).

Asitlerden farklı olarak dentinde termomekanik ablasyonla etkili olan bu lazerler, özellikle hidroksiapatitin hidrate kısmını etkileyip, apatitin serbest kalmasını ve yüzeyde mikro kraterlerin oluĢmasını sağlarlar. Erbiyum lazerlerin ayrıca dentin yüzeyinde smear tabakası oluĢturmaması ve dentin tübüllerini açması adezyonun olumlu yönde etkileneceğini düĢündürmektedir (Visuri ve ark 1996).

Günümüzde Er:YAG lazerler restoratif diĢ hekimliğinde; eski estetik restorasyonların sökülmesinde, çürüğe dayanıklılığın arttırılmasında, mine ve dentin dokularının pürüzlendirilmesinde, kavite preparasyonunda, çürük dokuların seçici olarak temizlenmesinde, kavitelerin sterilizasyonunda, pulpa kaplamalarında, diĢeti konturlarının düzeltilmesinde ve kuron boyunun uzatılmasında güvenle kullanılmaktadır (Weiner 2004). Er:YAG lazerlerinin diĢ hekimliğindeki uygulama alanları cihazlardaki teknik geliĢmelerle birlikte her geçen gün daha da artmaktadır.

Smear tabakasını uzaklaĢtırmak için uygulanan fosforik asitle pürüzlendirme bazı sorunları ortaya çıkarabilmektedir. Ağızda asidin istenmeyen bölgelere ulaĢmasını önlemek için, uygulama ve yıkama iĢlemleri sırasında izolasyon sağlamanın zorluğu, dentin tübüllerinde asit kalabilmesi ve nemli bağlantıyı sağlayabilmek için dikkat gerektirmesi ve asidin diĢ sert dokuları üzerinde gereğinden fazla kalması ile oluĢabilecek zararlar, bu sorunları oluĢturmaktadır (Moritz ve ark 2006, ÜĢümez ve ark 2000). ÜĢümez ve ark (2000), jel Ģeklindeki asitlerin her ne kadar sıvı asitlerden daha stabil olsalar da, pürüzlendirme sırasında diĢ yüzeyinde kayabileceklerini ve uygulanacak alandan daha geniĢ bir bölgeyi aside maruz bırakarak demineralize edebileceklerini ve tatlarının ekĢi olduğundan, yıkama

(35)

25 sırasında hastada rahatsızlık oluĢturabileceklerini bildirmiĢtir. Bu gibi nedenlerle araĢtırmalar yeni pürüzlendirme teknikleri üzerinde yoğunlaĢmıĢtır.

Lazerle pürüzlendirme asitle pürüzlendirmede görülen bazı sorunları içermemektedir. Cihazın aerator baĢlığı Ģeklindeki el kısmı her alana kolayca ulaĢılabilir özellikte, hafif ve kullanıĢlıdır. Mine ve dentin yüzeylerinde istenilen alanlar ergonomik ve kontrollü olarak pürüzlendirilebilir. Lazer cihazı üzerinde dokunmatik bir parametre değiĢikliği ile preparasyon aĢamasından pürüzlendirme iĢlemine geçilebilir. ĠĢlem asitle pürüzlendirme iĢlemine göre daha kısa sürede tamamlanır (ÜĢümez ve ark 2000).

Literatürde pürüzlendirme iĢlemlerinde Excimer, CO2, Nd:YAG, Er,Cr:YSGG, Er:YAG gibi lazerlerin kullanıldığı çok sayıda çalıĢma bulunmaktadır (ÜĢümez ve Aykent 2003). Kullanılan lazer tipine bağlı olarak mine yüzeyinde 10-20 μm derinliğinde asit uygulamasına benzer bir pürüzlenme ve düzensizlik meydana geldiği bildirilmektedir (Moritz ve ark 2006).

1.3.2. Porselen Yüzeyine Uygulanan ĠĢlemler

Güçlü bir rezin bağlantısı, yeterli yüzey aktivasyonu için pürüzlendirilmiĢ ve temizlenmiĢ porselen yüzeyinin mikromekanik ve kimyasal bağlantısıyla oluĢur (Semmelman ve Kulp 1968, Blatz ve ark 2003). AĢındırma, döner elmas aletlerle abrazyon (Jochen ve Caputo 1977, Ferrando ve ark 1983), Al2O3 ile kumlama (Lacy ve ark 1988), hidroflorik asit uygulaması (HF) (Bailey ve Bennett 1988) ve bu iĢlemlerin kombinasyonu, porselene uygulanan yüzey iĢlemlerindendir. Porselen yüzeyine HF asit uygulaması ile uygun yüzey özelliği ve pürüzlülüğü sağlanır. Camsı matriks kaldırılıp, kristalin yapı ortaya çıkar. % 2.5-10‘luk HF solüsyonlarının 2-3 dakika arasında uygulanması en baĢarılı sonuçları sağlamaktadır (Sorensen ve ark 1991, Chen ve ark 1998). Lösit kristallerinin dağılımı, sayısı ve büyüklüğü asidin oluĢturduğu mikroporozitelerin Ģeklini etkiler (Barghi 2000). Seramiğin soğuma fazında lösit kristalleri büyür (Mackert ve Evans 1991). IPS Empress için % 9‘luk HF asit solüsyonun 60 saniye uygulanması en baĢarılı sonuçlar vermektedir (Estafan ve ark 2000). IPS Empress 2 yüksek kristalin içeriğe sahip olup, yüzey iĢlemlerinden bağımsız olarak IPS Empress den önemli ölçüde daha yüksek bağlanma dayanımı göstermiĢtir (Della Bona ve ark 2000, Blatz ve ark 2003).

(36)

26 Porselenlere silan uygulanması kimyasal (kovalent hidrojen bağlantısı) bağlantıyla sağlanmaktadır (Horn 1983). Silanlar hidroksil gruplarıyla silikon dioksiti bağlayan çift fonksiyonlu moleküllerdir. Silanlar ayrıca rezinin organik matriksiyle kopolimerize olan parçalanabilir fonksiyonel gruba sahiptirler. Silan bağlayan ajanlar genelde siloksan bağlarının Ģekillenmesini sağlayan zayıf asitle silan bağdaĢtırıcı içerirler (Barghi 2000, Blatz ve ark 2003).

Silanlama ayrıca porselen yüzeyinin ıslanabilirliğini arttırmaktadır. Karboksilik asit içeren bazı silanlar HF asit olmadan yeterli bağlanma dayanımı elde etmiĢler, diğerleri de fosforik asitle asitlendikten sonra baĢarılı olmuĢlardır (Blatz ve ark 2003).

Sorensen ve ark (1991) seramiğe asit ve silan uygulanmasının mikrosızıntıyı belirgin derecede azalttığını ve mikrosızıntının aĢırı silan uygulanması ile azalmayacağını göstermiĢlerdir. Porselen yüzeylerinin yeniden silanlanması ya da deneme iĢlemleri sonrası silanların etkisi üzerine yapılan çalıĢmalar farklı sonuçlar göstermiĢlerdir. Rezidüel organik kontaminasyonlar, bağlantı kuvvetini azaltabilirler. Bu yüzden yapıĢtırma iĢleminden önce porselen yüzeyi, tercihen aseton ve alkol gibi çözücülerle ya da fosforik asitle temizlenmelidir (Blatz ve ark 2003).

Silan bağlı ajanlar genellikle yüksek miktarda çözücü içerirler (Chen ve Brauer 1982). Çözücünün hızla buharlaĢması ve hidrolize olmasından dolayı tek ĢiĢe ürünleri uzun ömürlü değildirler ve bu yüzden kullanıĢsızdırlar. Likitin temiz görünmesi önemli bir gösterge olup, sütsü görünümü olan likitler kullanılmamalıdır (Blatz ve ark 2003). Silanlar metal yüzeylere porselenlerde olduğu gibi bağlanamamaktadır. Silanlar rezin kompozitle porselen arasındaki bağlantıyı yaklaĢık %25 oranında arttırmaktadır (Eames ve ark 1977, Matinlinna ve ark 2004). Metal destekli porselen restorasyonlarda silan kullanımının baĢarılı sonuçları görülmüĢtür. Bulgular, bağlantının kalitesini ve dayanımını arttırmak için silanın kullanılması fikrini desteklemektedir (Barreto ve Bottaro 1982, Matinlinna ve ark 2004).

1.4. Adeziv Rezin Simanlar

Rezin simanlar Bis-GMA (Bisfenol-A Glisidil Metekrilat) rezin ve diğer metakrilatları içeren bir siman türü olup, çeĢitli renk tonlarına ve opasiteye sahiptir

(37)

27 (Diaz-Arnold ve ark 1999). Rezin simanlar porselen restorasyonların adeziv simantasyonunda tercih edilirler ve içerikleri restoratif kompozitlere benzemektedir (Kramer ve ark 2000). Rezin simanlar içeriklerine göre mikro dolduruculu ve hibrit dolduruculu olarak; polimerizasyon tiplerine göre de kendi kendine sertleĢen (kimyasal, self cure), ıĢık ile sertleĢen (light cure) ve kendi kendine ve ıĢıkla sertleĢen (dual cure) rezin simanlar olarak kategorize edilirler (Platt 1999).

Mikrodolduruculu rezin simanların akıĢkanlıkları ve yüzeyi ıslatabilme özelliği restorasyonların kavitelere yerleĢtirilmesinde kolaylık sağlar. Doldurucu oranı yüksek olan rezin simanlarda polimerizasyon büzülmesi ve kavite kenar aĢınması az olmakla birlikte restorasyonun kaviteye yerleĢtirilmesi güçleĢmektedir (Hahn ve ark 2000, Atai ve Watts 2006).

1.4.1. Kendi Kendine SertleĢen (Kimyasal) Simanlar

Kendi kendine sertleĢen simanlar amin ve peroksit olarak iki pasta içerirler. Patların karıĢtırılmasıyla polimerizasyon reaksiyonu baĢlar. Reaksiyonu baĢlatan tersiyer aromatik aminlerin ağız ortamında kimyasal değiĢikliğe uğraması ile oluĢan amin renklenmesi ve çalıĢma sürelerinin kısa olması dezavantajlarındandır. Renk seçenekleri sınırlı olup metal altyapısız restorasyonlar için uygun değildir. Büyük streslere maruz kalacak restorasyonlar için kimyasal simanlar daha çok tercih edilebilir (Zaimoğlu ve Can 2004). Adeziv köprüler, postlar, ıĢık penetrasyonuna izin vermeyen yapıya sahip porselen kuronlar, diĢ-siman arayüzüne yeterli ıĢık transferini engelleyen koyu renkli kuronlar, implant üstü restorasyonlar ve porselen inley/onley restorasyonların simantasyonunda kimyasal simanlar tercih edilir (Christensen 1998, el-Mowafy ve ark 1999, Zaimoğlu ve Can 2004).

1.4.2. IĢıkla SertleĢen Simanlar

IĢıkla polimerize olan simanlarda, polimerizasyonu baĢlatan görünür mavi ıĢık ortalama 420-450 nm dalga boyundadır. Bu simanlar, görünür ıĢığın penetrasyonuna tamamen izin veren, kalınlığı 1.5-2 mm‘den az olan ve translüsent yapıdaki porselen veya kompozit laminate‘lerin yapıĢtırılmasında kullanılmaktadır. Bu simanlar kimyasal ve dual olarak sertleĢen simanlar gibi zamanla renk değiĢimi göstermezler. ÇalıĢma süreleri ıĢıkla sertleĢtirildikleri için yeterlidir. Opasite ve renk seçenekleri oldukça çok olup bu durum estetik baĢarıyı arttırmıĢtır. IĢıkla polimerize

(38)

28 olan simanların çoğu dual sertleĢen katalist ilavesiyle dual polimerize olmaktadır (Zaimoğlu ve Can 2004).

1.4.3. Kendi Kendine ve IĢıkla SertleĢen Simanlar

Kendi kendine ve ıĢıkla sertleĢen simanların sertleĢme mekanizması kimyasal simanlara benzemekle beraber içerisinde ayrıca ıĢığa duyarlı kamforokinon, polimerizasyon iĢlemlerini baĢlatmaktadır. Bu simanlar, yeterli polimerizasyon derecesine ulaĢmadan önce diĢ ve restorasyon arasında bağlantıyı sağlayarak ıĢıkla aktive olur ve daha sonra polimerizasyon kimyasal olarak devam eder (Kitasako ve ark 2001, O‘Brien 2002, Shimada ve ark 2002).

Dual sertleĢen simanlarda baz ve katalizör olarak iki pat sistemi mevcuttur. Bazın içinde ıĢıkla aktivasyon bileĢeni, katalizörün içindeyse kimyasal aktivasyon bileĢeni vardır. Dual sertleĢen simanların sadece ıĢıkla aktivasyon özelliği kullanılmak istendiğinde sadece baz kullanılır, böylelikle iki patın karıĢtırılması sonucu hava kabarcığı ortadan kaldırılır (Shillingburg ve ark 1997, O‘Brien 2002). Bu tip simanlar restorasyonun bir miktar ıĢık penetrasyonuna izin verecek Ģekilde translüsent olduğu sadece ıĢıkla polimerize edilemeyecek kalınlıktaki (1.5-2 mm‘den fazla olan) restorasyonlarda kullanılmaktadır. Çok çeĢitli yüzeylere yapıĢabilmeleri, yüksek dayanıklılığa sahip olmaları, düĢük çözünürlük göstermeleri, farklı renk ve opasite seçeneklerine sahip olmaları avantajlarındandır (Zaimoğlu ve Can 2004). Simantasyon sırasında hassas çalıĢma gerektirmesi, film kalınlıklarının fazla olması, mikrosızıntı ve pulpa hassasiyeti oluĢturma olasılıkları dezavantajlarındandır.

1.4.4. Self Adeziv Simanlar

Primer, adeziv ya da asit uygulaması gibi ön hazırlık gerektirmeyen self adeziv simanların son yıllarda kullanımı artmıĢtır. Kullanım kolaylığı, üstün mekanik özellikleri, adezyon ve estetik kaliteleri bu simanları çok daha popüler hala getirmiĢtir (Ferracane ve ark 2011).

Bu simanlar inorganik doldurucularla ve diĢ yapısındaki hidroksiapatitle reaksiyona giren multifonksiyonel fosforik asit metakrilattan oluĢan organik bir yapıya sahiptir (Ferracane ve ark 2011).

(39)

29 Self adeziv rezin simanların kullanımında; diĢin fosforik asitle pürüzlendirilmemesi, smear tabakasının kaldırılmaması ve tek aĢama olmasından dolayı çabuk ve kolay uygulanması avantajlarından dolayı post-operatif hassasiyet ihtimalinin azalacağı firmalarca bildirilmiĢtir. Ancak kısa dönem ve az klinik çalıĢma bulunmaktadır bu yüzden uzun klinik takipleri içeren daha çok çalıĢmaya ihtiyaç vardır (Behr ve ark 2004).

Self adeziv rezin simanlar tam porselen kuronların, metal destekli kuron ya da köprülerin, metal ve metal olmayan postların simantasyonunda kullanılabilmektedir.

1.5. Bağlanma Testleri

Ġki materyal arasındaki bağlanma dayanımının tespiti için farklı test yöntemleri geliĢtirilmiĢtir. Bu test yöntemleri stres tiplerine göre sınıflandırılmaktadır.

1.5.1. Makaslama (Shear) Testi

YapıĢtırma sistemlerinin kesme kuvvetlerine karĢı bağlanma dayanımı ölçülürken, genelde tabanı bir silindir içine gömülmüĢ örneğe bir uç vasıtasıyla kuvvet uygulanır ve örneğin koptuğu yük tespit edilir. Dikdörtgen tabanlı veya bıçak sırtı Ģeklinde olabilen bu uçlardan bıçak sırtı Ģeklinde sonlanan uçlar, kesme kuvveti uygulanacağı zaman tercih edilmelidir, çünkü dikdörtgen tabanlı uçlar desteksiz kuvvet uygularken, bıçak sırtı Ģeklinde sonlanan uçlar örneği yüzeyden ayırıcı kuvvet uygular (Retief 1991, ÜĢümez 2001).

Kesme kuvveti uygulanırken sonuç değerini etkileyen diğer bir parametre ise yükün uygulandığı hızdır. Kırılgan materyallere yük uygulama hızı, elastik materyallere yük uygulama hızından daha düĢük olmalıdır. Bağlantı testlerinde yük uygulama hızı genellikle 0,5 mm/dk olup bağlanma dayanımı ise uygulanan kuvvetlerin birim alana bölünmesi ile pound/inç2

, kg/cm2, MN/m2 veya N/mm2, MPa olarak ifade edilebilir (Retief 1991, Ülker 2006).

1.5.2. Çekme (Tensile) Testi

Materyallerin birbirinden ayrılana kadar çekme kuvvetinin uygulandığı çekme testinde bağlanan yüzeyler dik olarak uygulanan kuvvetle kırılmaktadır.

Şekil

Çizelge 2.1. ÇalıĢmada kullanılan materyaller
Çizelge 2.2. IPS Empress Esthetic örneklerin fırınlanma sıcaklık ve süreleri
Çizelge 3.2 Tek yönlü varyans analizi sonuçları
Çizelge 3.4 Mine örneklerine ait bağlanma dayanım değerlerine ait veriler
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

- Tüm silikozis hastalar ının hastalıkları oranında sosyal güvenlik haklarından yararlanmaları sağlanmalıdır, - İşçilerin zararlarının tespiti ve karşılanması

Çevrim İçi Genel Sözlüklerdeki süt Ana Maddesinin Çözümlemesi Tablo 2’de ayrıştırılan verilerden hareketle tüm çevrim içi sözlüklerin süt ana maddesi için

Mais la plupart de ces comités ne sont pas les repré sentants reconnus de leurs co-nationaux ; ils sont souvent 1 organe nous dirons mieux — l'instrument de

Nitekim İsa’ya tapan hristiyan- lar gibi Roma’daki mithraistler de; günahları affettiren kurtarıcının gökten yere yüceler yücesi (tanrı ve tanrıçaların

The best recognition accuracy with 0.70 threshold is 88% when 2D-FFT was applied to the test and training images, The recognition accuracy is found to be 82% which is lower for

[r]

Bu  çalışmada,  AISI  2205  dubleks  paslanmaz  çelik  lazer  kaynaklı  ve  kaynaksız  numunelerin  yüzey  özellikleri  incelenmiştir.  Numunelere,  Nd:YAG 

Cevaplayclar, “Köklü ve itibarl bir firma olduu için, ilemlerimi bu banka ile yürütmekten memnunum”, “Güvenilir bir firma olduu için, ilemlerimi bu banka