• Sonuç bulunamadı

Sosyal sermayeye örgütsel yaklaşım: Bir model önerisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sosyal sermayeye örgütsel yaklaşım: Bir model önerisi"

Copied!
158
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İŞLETME ANA BİLİM DALI YÖNETİM ORGANİZASYON BİLİM DALI

SOSYAL SERMAYEYE ÖRGÜTSEL YAKLAŞIM:

BİR MODEL ÖNERİSİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN Doç. Dr. Adem ÖĞÜT

HAZIRLAYAN Cihat ERBİL

(2)

TEŞEKKÜR

Öncelikle

Yön veren / alan açan, fikir veren / zihin açan

yaklaşımları ile yüksek lisans öğrenimim boyunca ve tez ile ilgili çalışmalarım sırasında her türlü desteği sunan, -kendisi ile çalışmış

olmayı bir şans olarak gördüğüm- saygı değer hocam Doç. Dr. Adem ÖĞÜT’e içtenlikle teşekkürlerimi sunarım.

Ayrıca

Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumuna (TÜBİTAK) ve kuruma bağlı Bilim İnsanı Destekleme Dairesine yüksek lisans öğrenimime -bursiyerleri olarak- verdikleri destekten dolayı teşekkür ederim.

Ve

Canım anneme, canım babama, canım ablama

yalnızca bu çalışma sırasında değil, her zaman yanımda oldukları için teşekkür etmek isterim.

Cihat ERBİL Konya, 2008

(3)

ÖZET

SOSYAL SERMAYEYE ÖRGÜTSEL YAKLAŞIM: BİR MODEL ÖNERİSİ

Cihat ERBİL

Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Temmuz 2008, 157 sayfa

Danışman: Doç. Dr. Adem ÖĞÜT

Anlamsal olarak oldukça eskilere dayansa da, kavramsal olarak ancak yirmici yüzyılın başlarında ortaya koyulabilen sosyal sermaye; bireylerin, bireylerin oluşturduğu örgütlerin ve/veya örgütlerin oluşturduğu yapıların -kısacası toplumsal aktörlerin- birbirleri ile olan güvene dayalı ilişkileri aracılığıyla kurdukları bağlarla yapılandırdıkları ağlar üzerinden sağladıkları etkileşimler sonucunda, amaca yönelik yürüttükleri faaliyetlerde meydana gelen değişim(ler) ve/veya bu faaliyetler sonucunda elde edilenler üzerinde ortaya çıkan fark(lar) olarak tanımlanabilir.

Bu bağlamda; ağlar, güven, normlar ile ilgi ve katılım unsurlarını içerdiği ifade edilen sosyal sermayenin, birden fazla bireyin var olduğu ve etkileşim içerisinde bulunduğu -yani, sosyal yaşamdan söz edilebilen- her yerde oluşturulmasından, geliştirilmesinden ve tabii ki yönetilmesinden söz etmenin mümkün olduğu ifade edilir.

İşte bu çalışmada da, bireylerin çeşitli düşüncelerle, ortak bir amaç etrafında bir araya gelerek oluşturdukları örgütler özelinde -hem içerisinde yer alan bireylerin kendi aralarındaki etkileşimleri; hem de toplumsal bir aktör olarak, çevresinde yer alan diğer aktörlerle olan ilişkileri dikkate alınarak- sosyal sermayenin yönetilmesi konusu incelenmiştir.

Çalışma kapsamında, öncelikle, sosyal sermaye kavramı -kavramın tam olarak ne anlama geldiğinin anlaşılabilinmesi açısından- genel bir yaklaşımla, çok yönlü olarak ele alınmıştır. Ardından, örgütsel sosyal sermayenin ne anlama geldiği, toplum ve örgütler açısından öneminin ne olduğu, (örgütlere sağladığı) faydaları, unsurları ve türleri üzerinde durularak, sosyal sermayeye örgütler açısından açıklık getirilmeye çalışılmıştır.

Son bölümde ise, örgütsel sosyal sermayenin yönetilmesine ilişkin bir model önerisinde bulunulmuş; böylelikle, sağladıkları sosyal sermayelerini sürdürmek ve geliştirmek isteyen örgütlere ne yapabileceklerine ilişkin genel bir yaklaşım sunulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Sosyal Sermaye, Örgütsel Sosyal Sermaye, Örgütsel Davranış.

(4)

ABSTRACT

AN ORGANIZATIONAL APPROACH TO SOCIAL CAPITAL: A PROPOSAL OF A MODEL

Cihat ERBİL

Selcuk University, Institute of Social Sciences, Graduate School of Business Administration

Master Thesis, July 2008, 157 pages Advisor: Assoc. Prof. Adem ÖĞÜT

Social capital, which is semantically dates back to quite old times, but conceptually had not been put forth until the beginning of the twentieth century, can be defined as change(s) which occur(s) in the purposeful activities of social actors, and/or as difference(s) which take(s) place on what is gained as a result of these activities, resulting from these social actors’ interactions they provide through the networks they configure with the help of ties that these actors formed by the means of their trust-based relationships with each other.

In this context, it is stated that every place where there is more than one individual in interaction, it is possible to talk about the formation, development, and of course the management of social capital that is said to include elements as networks, trust, norms and attention and attendance.

Here in this study, management of social capital is analyzed specifically within the framework of organizations. Within the scope of this study, firstly, the concept of social capital is discussed in a broad and multi-dimensional way –in order to make the concept be understood in its full meaning.

Then it is tried to clarify social capital in terms of organizations by putting the emphasis on the meaning of organizational social capital, its importance for society and organizations, its benefits (for organizations), its elements and types.

In the final part, a proposal of a model regarding the management of organizational social capital is made and hereby a broader approach is offered for the organizations which want to maintain and develop the social capital they provided.

Keywords: Social Capital, Organizational Social Capital, Organizational Behaviour.

(5)

İÇİNDEKİLER

TEŞEKKÜR... i

ÖZET ... ii

İÇİNDEKİLER...iv

ŞEKİL LİSTESİ... vi

TABLO LİSTESİ... vii

BİRİNCİ BÖLÜM: SOSYAL SERMAYE 1.1. Sosyal Sermaye Kavramının Tarihsel Gelişimi ...3

1.1.1. Sosyal Sermayenin Anlamsal Gelişimi ...3

1.1.2. Sosyal Sermayenin Kavramsal Geçmişi...6

1.2. Sosyal Sermaye Kavramı ve Sosyal Sermayenin Anlamı ...9

1.2.1. Sermaye Kavramı ve Sosyal Sermaye...9

1.2.2. Sosyal Sermayenin Anlamı...10

1.2.3. Sosyal Sermayenin Klasikleri Açısından Sosyal Sermaye...12

1.3. Sosyal Sermayenin Unsurları ...15

1.3.1. Ağlar (Network) ...16

1.3.2. Güven...19

1.3.3. Normlar...22

1.3.4. İlgi ve katılım ...25

1.4. Sosyal Sermaye Etkileşimleri...28

1.4.1. Sosyal Sermayenin Ekonomiye ile Etkileşimi...29

1.4.2. Sosyal Sermayenin Toplumsal Etkileşimleri...31

1.5. Sosyal Sermayenin Özellikleri – Diğer Sermaye Türlerinden Olan Farkları...35

1.6. Sosyal Sermaye Sınıflamaları ...38

1.6.1. Bağlantılara Göre Sosyal Sermaye...38

1.6.1.1. Bağlayan ve Köprülendiren Sosyal Sermaye ...40

1.6.1.2. Birleştirici Sosyal Sermaye ...46

1.6.2. Düzeylerine Göre Sosyal Sermaye...47

1.6.2.1. Makro Düzey...48

1.6.2.2. Mezo (Orta) Düzey ...49

1.6.2.3. Mikro Düzey...50

1.6.3. Boyutlarına Göre Sosyal Sermaye ...51

1.6.3.1. Sosyal Sermayenin Yapısal Boyutu...51

1.6.3.2. Sosyal Sermayenin İlişkisel Boyutu ...52

1.6.3.3. Sosyal Sermayenin Bilişsel Boyutu...52

1.6.4. Yaklaşımlarına Göre Sosyal Sermaye ...53

1.6.4.1. Toplumcu (Communitarian) Yaklaşım ...53

1.6.4.2. Ağ (Network) Yaklaşımı...54

1.6.4.3. Kurumsal (Institutional) Yaklaşım ...54

(6)

1.7. Sosyal Sermayenin Ölçülmesi ...56

1.8. Sosyal Sermaye Eleştirileri ...61

İKİNCİ BÖLÜM: ÖRGÜTSEL SOSYAL SERMAYE 2.1. Örgütsel Sosyal Sermaye Kavramı...65

2.2. Örgütsel Sosyal Sermayenin Önemi ...67

2.3. Örgütsel Sosyal Sermayenin Sağladığı Faydaları ...69

2.4. Örgütsel Sosyal Sermayenin Unsurları ...72

2.4.1. Bağlantılılık (Associability)...73

2.4.2. Güven...74

2.5. Örgütsel Sosyal Sermaye Türleri...76

2.5.1. İçsel Sosyal Sermaye...77

2.5.2. Dışsal Sosyal Sermaye...80

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: ÖRGÜTSEL SOSYAL SERMAYENİN YÖNETİLMESİ: BİR MODEL ÖNERİSİ 3.1. Stratejik Yönetim...87

3.2. Bilgi Yönetimi...95

3.3. Örgütsel Davranışların Yönetimi ...100

3.4. Yetenek Yönetimi...103

3.5. Entelektüel Sermaye Yönetimi ...109

SONUÇ...115

(7)

ŞEKİL LİSTESİ

Şekil – 1. Sosyal Sermayenin Sınıflamaları………..39

Şekil – 2. Sosyal Sermayenin Düzeyleri……….………...48

Şekil – 3. Çevrelerin Yerleşikliği ve İlişkiselliği……………….…...68

Şekil – 4. Örgütsel Sosyal Sermaye Yönetim Modeli ……….…85

Şekil – 5. Örgütsel Ağ Haritası…………...90

Şekil – 6. Örgütsel Sosyal Sermaye – Bilgi Yönetimi İlişkisi……….…96

Şekil – 7. Bilgi Dönüştürme Kabiliyeti ………..…...99

Şekil – 8. Yetenek Yönetimi Sistemi………...105

(8)

TABLO LİSTESİ

Tablo – 1. Bağlayan Sosyal Sermaye - Köprülendiren Sosyal Sermaye Matrisi……..45 Tablo – 2. Örgütsel Sosyal Sermaye Türleri………77 Tablo – 3. Bilgi Dönüştürme Matrisi………98

(9)

GİRİŞ

Yönetsel konular üzerine -özellikle son on yıl içerisinde- gerçekleştirilmiş çalışmaların büyük kısmı, ele aldıkları konuların, “küreselleşen dünya, gelişen teknoloji, artan rekabet, sınırsızlaşan coğrafyalarla” birlikte gündeme geldiğinden bahseder. Hemen hemen hepsinde var olabilmek -esasında- söz konusu çalışmalar kapsamında anlatılan konuların -ilgilileri tarafından- benimsenmesine, uygulanmasına, değerlendirilmesine dayandırılır.

Ancak, sosyal bilimler çerçevesinde ele alınan/ele alınacak, değerlendirilen/değerlendirilecek tüm konuların, olayların, olguların bağlamsallığını -bunların an içersinde meydana gelmediklerini, zamana ve koşullara bağlı olarak evrilebildiklerini- göz ardı etmemek, öncüllerinin olduğunun farkına varmak gerekir.

İşte, bu çalışmanın merkezinde yer alan, (taşıdığı disiplinler-arasılık özelliğinden dolayı) son zamanlarda sosyal bilimlerin farklı alanlarında sıklıkla gündeme gelen;

bireyler, bireylerin oluşturduğu birlikler, örgütler, örgütlerin bir araya gelerek meydana

getirdiği yapılar ve/veya toplumlar arasındaki -karşılıklı güvene dayalı- sosyal ilişkilerden doğduğu, söz konusu bu ilişkilerin taraflar arasında değerlerin aktarımını sağlayabildiği ölçüde geliştiği belirtilen -ve/hatta etkileşim içerisinde olan iki kişinin varlığıyla dahi üretildiği ifade edilen- sosyal sermayenin anlaşılması, (yukarıda değinilen) bakış açısıyla konuya yaklaşmaya zorunlu kılar.

Bu bağlamda, (konu ile ilgili yazında -daha çok- toplumsal temelde ele alındığı, konuya toplumlar üzerinden açıklık getirilmeye çalışıldığı ve toplumlar üzerinden bireylere ilişkin çıkarsamalar yapıldığı gözlenen) sosyal sermaye konusunun örgütsel bir yaklaşımla değerlendirileceği bu çalışmada, öncelikle, sosyal sermaye kavramının anlamsal ve kavramsal gelişimi ele alınacaktır. Ardından, sosyal sermayenin ne anlama geldiği ortaya koyulacak, bu alandaki çalışmaları ile ünlenen araştırmacıların konuya ilişin yaklaşımlarına yer verilerek, kavramsal derinliğin sağlanmasına çalışılacaktır.

(10)

Sosyal sermayenin hangi unsurlardan meydana geldiğine de, yine konunun etkinlikle kavranabilinmesi açısından çalışmada kapsamında yer verilecek; sosyal sermayenin toplumlar ve ekonomi üzerindeki etkileri genel anlamda ele alınacaktır.

Ekonomi bilimi içerisinde, gerçekte bir “sermaye” olup olmadığı tartışılan sosyal sermayenin özelliklerine ve diğer sermaye türlerine olan benzerliklerine ve onlardan olan farklılıklarına değinilecektir. Ardından, -özellikle konu ile ilgili araştırma yapmak isteyenlere yön gösterecek, gerçekleştirilen çalışmaların etkinlikle okunmasını sağlayacak olan- sosyal sermayeye ilişkin sınıflandırmalara ve bu sınıflandırmalar kapsamında sosyal sermayenin ne şekilde yorumlandığına yer verilecektir.

Ayrıca, bir varlık olduğu kabul edilen sosyal sermayenin ne şekilde ölçüleceği, ölçümünün yapılırken hangi noktalar üzerinde durulması gerektiği de ele alınacaktır. Ölçümüne ilişkin gerekli anlatımların yapılmasının hemen sonrasında ise sosyal sermayeye ilişkin getirilen ve getirilebilecek eleştirilere değinilecektir.

Çalışmanın ikinci bölümünde ise sosyal sermaye konusu örgütsel bir yaklaşımla değerlendirilecektir. Bu bakımdan, ilkin, örgütsel sosyal sermaye kavramının ne anlama geldiğine yer verilecektir. Toplumların önemli birer aktörleri olan örgütlerin sosyal sermayeye sahip olmalarının toplumlar açısından niçin önemli olduğu konusuna açıklık getirilecek; sosyal sermayenin örgütler için önemi ise, kendilerine sağlayacağı faydalara yer verilere açıklanmaya çalışılacaktır. Sosyal sermaye unsurlarının örgütler açısından ne şekilde karşılık bulduğu ve bu unsurların örgütler için ne anlama geldiği açıklanacak; konun etkinlikle kavranması için örgütsel sosyal sermayenin türleri ele alınacaktır.

Son bölümde ise sosyal sermayeye sahip olmak ve sahip oldukları sosyal sermayeyi geliştirmek isteyen örgütlere yönelik -örgütsel sosyal sermayenin etkinlikle yönetilmesinde yön göstereceği düşünülerek- oluşturulan bir model ortaya koyulacaktır.

(11)

BİRİNCİ BÖLÜM SOSYAL SERMAYE

1.1. Sosyal Sermaye Kavramının Tarihsel Gelişimi

Sosyal sermaye ilmi ve ruhu, sosyal bilimler içerisinde uzun bir entelektüel geçmişe sahiptir (Woolcock ve Narayan, 2000:5) ve (sosyal bilimlerde kullanılan diğer birçok kavram için söz konusu olduğu gibi) içeriği itibariyle, belirli bir disipline özgü olmadığından (disiplinler-arası bir özellikte olduğundan), tarihsel geçmişi/gelişimi ile ilgili yapılan araştırmalar kavramın başlangıcını farklı noktalara dayandırmaktadır. Bu bakımdan sosyal sermaye kavramının kimin tarafından, ne zaman, ilk kez ortaya koyulduğu tartışıla gelen bir konudur.

Bu bağlamda konu ile ilgili yazına bakıldığında ise, “sosyal sermaye”nin kavramsal olarak tarihsel geçmişi ile kavramın dayandığı anlamsal geçmişin farklı uzantılarının olduğu görülür. Bu bakımdan sosyal sermayenin tarihsel gelişimi ve geçmişi anlamsal ve

kavramsal olmak üzere iki başlıkta ele alınacaktır.

1.1.1. Sosyal Sermayenin Anlamsal Gelişimi

Sosyal sermayenin anlamsal gelişimi anlatılmak istenen ile, açık bir şekilde “sosyal sermaye” kavramını kullanmamış, ancak sosyal sermaye kavramının anlamını temellendirecek görüşler sunmuş bilim insanlarının yaklaşımlarının, sosyal sermayeyi ne yönde etkilediğinin belirlenmesidir.

Sosyal bilimler alanına önemli katkıları olan, örneğin, “sosyolojik faktörlerin ekonomik davranışları etkilediği (Çetin, 2006:5)” görüşünü kabul eden Adam Smith ve

Karl Marx ile başta J.J. Rousseau, Thorstein Veblen, Max Weber ile Ferdinand Tönnies ve

Emile Durkheim gibi büyük düşünürler olmak üzere, ekonomik gelişme ve istikrar ile

sosyal ve kültürel unsurların önemi konusunda yayınlar yapan birçok araştırmacı ve yazarın çalışmalarının (Altay, 2007:340) [sosyal sermaye kavramının dayanak noktasının, -Lin’in (1999:30-31) ifade ettiği gibi- “beklenen getirileriyle birlikte sosyal ilişkilere

(12)

yatırım” olduğu ve bu tanımın “tartışmaya katkıda bulunmuş tüm bilim insanlarının çeşitli yorumlarıyla tutarlılık içerisinde bulunduğu” göz önünde tutulduğunda] sosyal sermaye kavramını anlamsal olarak temellendiğini söylemek yerinde olur.

Adı geçen bilim insanlarının, sosyal sermaye kavramının içeriksel boyutu ile ne şekilde ilişkilendirildiğine kısaca değinmekte yarar vadır: Örneğin Adam Smith, Ulusların Zenginliği (Wealth of Nations) adlı eserinde, emek ve sermaye özelinde sosyal ilişkilere işaret etmekte, bu ilişkilerin ekonomik faaliyetleri etkilediği üzerinde durmaktadır. Bu bağlamda, üyelerinin sosyal ilişkiler içerisinde olduğu sivil toplumu ele almakta ve sivil toplumu ise esas olarak, “çıkar bağları ile birleşen, iş bölümünün giderek arttığı, kanun hâkimiyetine dayanan ve illa da demokratik olması şart olmayan bir sınıflı toplum (Smith, 2002:6)” şeklinde düşünmektedir. Bu bakımdan Smith’in görüşü ile “sosyal sermayenin, kişiler/kurumlar arasındaki sosyal ilişkilerin toplumsal refaha yansıması olduğu”na ilişkin yaklaşım arasında paralellik kurmak mümkündür.

Marx da Smith gibi, sosyal sermaye kavramının üzerine kurulduğu sosyal ve ekonomik ilişkileri birbiriyle ilintilemektedir. İncelemelerinde sermayeyi, “üretim ve değişim sürecindeki artık (surplus) değer olarak göstermekte; yani sermaye, üretim ile tüketim arasındaki malların ve paranın dolaşımında üretim araçlarını kontrol eden kapitalistler ya da burjuvazi tarafından elde edilen artık değerin parçası (Kapu, 2008:261)” olarak yorumlamakta, bu değişim sürecindeki ve iki sınıf arasındaki ilişkileri ele almaktadır. Bu bakımdan Marx’ın yakalışımı, Smith’inkinden farklıdır. Öyle ki Smith’in Ulusların Zenginliği’nde öne sürdüğü görüşler, Marx’ta kapitalizmin genel eleştirisi olarak karşılık bulmaktadır.

Marx ve Smith’in ekonomik ve sosyal ilişkileri birlikte ele alan çalışmalarının yanı sıra, sosyal sermaye kavramının özellikle işbirliği unsuruyla ilişkilendirilebilecek görüşler ileri süren J. J. Rousseau’ya kısaca değinmek gerekir. Rousseau (2004) kişisel çıkarların önde tutulmasının toplumsal açıdan olumsuz etkilerinin olacağını ifade etmektedir. Bu bağlamda, sosyal bilimciler tarafından yaygınlıkla bilinen [ilk olarak Thomas Hobbes’un ortaya koyduğu ve Rousseau’nun Hobbes’dan esinlendiği ifade edilen] “toplumsal sözleşme (toplumsal kontrat)” kavramını öne sürmüştür. Rousseau’ya (2004:28) göre “insanların ellerinden -[tek başlarına] yeni güçler yaratamadıklarına göre- güçlerini birleştirmek ve bir hedefe yönelmekten başka bir şey gelmez. Benliklerini korumak için

(13)

güçlerini birleştirerek bu direnci kırabilecek bir güç toplamı meydana getirmekten başka çareleri yoktur.” Yani Rousseau, -ilerleyen bölümlerde değineceğimiz ve sosyal sermaye eleştirilerine de konu olan- kişilerin bireysel çıkarları için sosyal ilişkiler kuruyor olduğuna, bunun için toplumsal birlikteliğin (işbirliğinin) gerekli olduğuna işaret etmektedir.

Thorstein Veblen ise, endüstri toplumunun gelişimini ve işleyişini anlamak için

insan doğasının özellikleri ile kültür arasındaki ilişkiyi anlamamız gerektiğini ileri sürmüştür. Bu bağlamda ekonomik kalkınma ve insan ilişkileri arasındaki bağlantıya işaret ederek, sosyal sermaye kavramı için içerik oluşturduğunu söylemek yerinde olur.

Aynı şekilde Max Weber de, ekonomi ve topluma ilişkin, bu iki olgunun ilişkiselliğini inceleyen pek çok çalışma sunmuştur. Toplumsallaşma ile çıkarlar arasında -Rousseau’yla paralel bir biçimde- doğrudan bir ilişki kurmuştur. Örneğin, Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı (Wirtschaft und Gesellschaft, 1995:72) adlı eserinde “toplumsal etkinliğin yönünün (değer ya da amaç bakımından) ussal olarak güdülen çıkarlar arasındaki bir uzlaşma ya da yine bu biçimde güdülen çıkarlar arasındaki eşgüdüm üzerine dayalı olduğu ölçüde” toplumsallaşmanın olabileceğini ifade etmektedir.

Ekonomi üzerinden yapılan sosyal ilişkilere ilişkin çalışmalara ek olarak, “Toplumları bir arada tutan unsurlar nelerdir? İnsanlar niçin bir arada yaşarlar? Aralarındaki ilişkilerin dinamikleri nelerdir?” gibi sorulara karşılık arayan sosyologların da -sosyoloji bilimi içerisinde de yaygınlıkla kullanılan bir kavram olduğunu göz önünde bulundurarak- sosyal sermayeye önemli katkılar sağladıklarını belirtmek gerekir. Bu bakımdan, sosyal sermaye ile ilgili yazın incelendiğinde, sosyolojik açıdan kavrama temel hazırlayan iki ismin ön plana çıktığı görülür: Ferdinand Tönnies ve Emile Durkheim.

Tönnies, insanlar arasındaki ilişkileri incelemiştir; büyüklük, amaç ve duygusal

yoğunluk belirleyicileri altında, şu iki tür toplumdan söz eder (Özkalp, 2000:294-295): İlişkilerin biçimsel olmadığı, duygu ve sevgi yüklü olduğu, akrabalık bağlarının ve geleneklerin önem kazandığı ilişkilere ve bu tür ilişkilerin hakim olduğu toplumlar –

Gemeinschaft (cemaat); gelişmiş ve kalabalık toplumlarda görülen soğuk, sevgiden

arınmış, çıkarlara dayalı, her şeyin bir ücretinin bulunduğu ilişki sistemi – Gesselschaft (cemiyet). Bu ayrım, -çalışmanın ilerlen bölümlerinde ele alınacak olan- mekanik ve

(14)

organik dayanışma kavramları ile birlikte, çalışmamızın ilerleyen bölümlerinde görülecektir ki, sosyal sermaye türlerinden köprülendiren sosyal sermaye ve bağlayan sosyal sermayeye kavramlarına da temel oluşturur.

Durkheim’e gelince; Tönnies ile benzer bir ayrıma gitmiş, o ise, mekanik

dayanışma ve organik dayanışma kavramlarını öne sürmüştür. Bahsettiği mekanik

dayanışma, küçük ve düzenli toplumlardaki insanların birbirleriyle olan ilişkileri açıklar. İlişki grubu küçük olduğundan ve insanların birbirlerine tanıyor olmalarından dolayı ilişkiler dostça, sıcak ve samimidir. Organik dayanışmanın hâkim olduğu toplumlarda ise, ilişkiler biçimselleşmiş, katılaşmıştır. Kuralcı ve akılcıdır (Özkalp, 2000:295).

1.1.2. Sosyal Sermayenin Kavramsal Geçmişi

Anlamsal olarak yüzyıllarca geriye uzanan tarihi ile sosyal sermaye, kavramsal olarak 1900’lerin başına dayandırılmaktadır.

West Virginia okulunun yöneticisi Lyda J. Hanifan’ın [1916 yılındaki okul topulukları merkezleri ile ilgili (Prusak ve Cohen, 2001:21)] yazısının, kavramsal olarak sosyal sermayenin başlangıcı olduğu iddia edilir. Okul performansının arttırılmasında topluluk katılımının önemi üzerine yazılan bu yazıda Hanifan, sosyal sermaye kavramına başvurarak olumlu ilişkileri anlatmış ve sosyal sermayeyi şöyle tanımlamıştır (Woolcock ve Narayan, 2000:5): “İnsanların günlük yaşamında şu somut maddeler oldukça değerlidir: Sosyal birlik oluşturan bireyler ve aileler arasındaki iyi niyet, arkadaşlık, sempati ve sosyal ilişki… Eğer bir birey komşusuyla ve onlar da diğerleriyle iletişim kurarsa, orada, doğrudan doğruya bireyin sosyal ihtiyaçlarını tatmin edecek ve tüm toplumun yaşam koşullarda önemli ilerlemeler için yeterli sosyal imkânlar doğuracak, bir sosyal sermaye birikimi sağlanacaktır.”

Hanifan’dan sonra, sosyal sermaye düşüncesi birkaç on yıl içerisinde ortadan

kaybolmuştur. Fakat 1950’lerde kent sosyologları takımı, 1960’larda değişim teorisyenleri ve kentli bilginler, 1970’lerde ekonomistler tarafından “yeniden keşfedilmiştir” (Woolcock ve Narayan, 2000:5). Ancak Wall ve diğ. (1998:303) sosyal sermaye düşüncesinin -pek çok toplumsal bütünlük ve bütünleşme ile birlikte- hiyerarşi arayışının olduğu sosyoloji ve

(15)

antropolojide örtük olduğunu ve -sosyal sermaye açısından- her iki disiplinin de temel sorununun bu örtük olduğunu ifade eder. Zira bu dönemin erken çalışmalarında sosyal sermayeden görünürde bahsedilmemişse de, topluluk bağlarının gerekliliğini ve önemini kapsayan aynı şemsiye terimi kullanma ihtiyacı hissetmişlerdir (Woolcock ve Narayan, 2000:5).

Aslında, kavram olarak sosyal sermayenin “yeniden keşfedilmiş” olarak algılanmasının temelinde bu örtüklüğün yattığı ima edilse de, “yeniden keşfedilişi” kimileri tarafından, sosyal sermayenin bugünkü karşılığı ile “ilk kez” kullanımı olarak yorumlanmış ve tarihsel olarak başlangıcı bu yıllara dayandırılmıştır. Örneğin, az sonra sosyal sermaye kavramının klasikleri arasında anacağımız Putnam, [sosyal sermayeyi şehir sosyolojisi ve komşuluk ilişkilerinde ele alan (Kuo ve diğ., 2008:238)] Jane Jacobs’un (1961) deyimi ilk türeten kişi olduğunu belirtmektedir. Yine sosyal sermayenin klasiklerinden olan Coleman ise, kavramı Glen Loury’nin (1977) çıkardığını ve onun ardından gelen kendi kullanımının Loury’ninkine karşılık geldiğini ifade eder (Wall ve diğ., 1998:303).

1970 sonrasında ise -sosyal sermayenin klasikleri olarak ilerleyen bölümde görüşlerini genel hatlarıyla yansıtacağımız, sosyal sermaye yazınında önemli yerleri olan, bu bağlamda görüşlerinin yoğun ilgi gördüğü ve tartışıldığı- üç ismin öne çıktığını, görülür: Pierre Bourdieu, James Coleman ve Robert Putnam.

Bourdieu 1970’li ve 1980’li yıllar boyunca sosyal sermaye kavramını geliştiren

isim olmuştur. Ancak bu, onun sosyal teorisinin diğer alanlarından daha az ilgi çekmiştir. Bir sonraki tartışma ise geniş ölçüde, James Coleman’ın sosyal bilimcileri ve siyasetçileri etkileyen, rasyonel davranış teorisi bayrağı altında sosyoloji ve ekonomiyi birleştirme girişimine bulunduğu Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleştirilmiştir (Field, 2006:17).

Robert Putnam’ın çalışmaları ise kavramı, halkın da ilgisini çeken düzeye taşımıştır.

Özellikle “Tek Başına Bowling (Bowling Alone)” adlı eseriyle dikkatleri üzerine çekmiştir.

Bu üç isimle birlikte bu dönemde, sosyal sermayeye ilişkin çalışmaların artmıştır ve başka isimler de sundukları eserler ve yaptıkları çalışmalarla dikkat çekmiştir. Francis

(16)

önemli bir unsuru olan, sosyal ilişkiler içerisindeki güvene vurgu yaparak, sosyal sermaye kavramını gündemde tutmuştur. Fukuyama ile birlikte, bu çalışmada da görüşlerinden sık sık faydalanılan Christiaan Grootaert’in, Nan Lin’in, Michael Woolcock ve Deepa

Narayan’ın öne çıktığı izlenmektedir.

Ayrıca, 1990’ların özellikle ikinci yarısından itibaren “sosyal sermaye” kavramı,

Dünya Bankası, IMF, UNDP ve benzeri uluslararası örgütlerin başlıca ilgi ve çalışma

alanlarından biri olmuş; kalkınmada, öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir unsur olarak değerlendirilmeye başlanmıştır (Akdoğan, 2002: 71). Özellikle, ekonomik gelişme ve kalkınma modellerindeki işbirliğini teşvik edici kültürel etkenlerin öneminin anlaşılmasını kapsayacak şekilde kalkınma sorunu üzerine geniş çaplı bir şekilde yeniden düşünmenin 1990’ların sonlarında ortaya çıkmasıyla (Fukuyama, 2002:24) kavrama olan ilgi artmıştır.

Sosyal sermaye ile ilgili yapılan son çalışmalara bakıldığında ise, konunun daha sistematik olarak ele alındığı dikkat çekmektedir (Altay, 2007:340). Bu noktada Callois ve

Aubert (2007:810) sosyal sermayeye ilişkin gerçekleştirilen [Kapu’nun (2001:21-22)

aileler ve aile üyeleri arasındaki ilişkileri, bu ilişkiler sonucu oluşan -öncelikle aileleri birbirine bağlayan ve komşuları, okulları, arkadaşlıkları ya da mesleki birlikleri karakterize eden- ilişki ağlarını kapsadığını ifade ettiği] ilk çalışmaların gelişmiş ülkelere ilişkinken, yakın zamanda gerçekleştirilen çalışmaların çoğu, kavramı, özellikle gelişmiş ülkelerden, tarımsal ve görece az gelişmiş bölgelere aktarılmış olduğunu ifade eder.

Daha sonraları ise bu ve benzeri yaklaşımlarla, zamanla, toplum ve toplumu oluşturan bireyler arasındaki ilişkilerin irdelenmesini hedeflemiştir. Sosyal sermaye ile ilgili yapılan son çalışmalara bakıldığında, toplum içerisinde var alan, birbirinden farklı amaçlarla faaliyet gösteren örgütler düzeyinde de -yeterince olmsa da- ele alındığı görülmektedir.

(17)

1.2. Sosyal Sermaye Kavramı ve Sosyal Sermayenin Anlamı

Sosyal sermaye kavramının ne anlamada geldiğini doğrudan ortaya koymadan, sosyal sermayenin ve onun da öncesinde (çalışmanın sosyal sermayenin eleştirileri kısmında yer verilen kimi yaklaşımların dayanak noktası olan) sermaye kavramına kısaca bakmakta fayda vardır.

1.2.1. Sermaye Kavramı ve Sosyal Sermaye

Sermaye kavramı esas olarak, “gelir ve kazanç akışı gibi, fayda akışı sağlayan, varlık stokunu ifade eder (Krishna ve Uphoff, 2002:86).”

Burada vurgulanan varlık, önceleri “sahip olunan, değerli, fiziki varlıkları” karşılar niteliktedir. Nitekim Wall ve diğ., (1998:303) de kavramının kendisinin, “daha fazla zenginlik yaratılması için kullanılabilen ekonomik sermaye ya da üretime sokulan varlıklara karşılık gelecek şekilde, özgün olarak, on dokuzuncu yüzyılın bilim adamları

Adam Smith ve David Ricardo tarafından, bu yönde kullanıldığı” ifade etmektedir. Ayrıca

Smith ve Ricardo’dan sonra, sosyal sermaye kavramının anlamsal geçmişine dayanak olan

Marx’ın da kavrama, “her ikisinin [ekonomik sermaye – üretime sokulan varlıklar] de dönüştürülmesine ilişkin sosyal ilişkileri ve teknoloji ile ilişkilendirilmiş bütün sermayeyi analiz ederek, tarihsel boyut kazandırdığını ve ona göre sermayenin, üretim varlıklarının tümünü kontrol altına alan bir çeşit köklü bir güç” olduğunu da belirtmekte, sermaye kavramının tarihsel gelişiminin başlangıcına ışık tutmaktadırlar.

Öyle ki, “sermaye” olarak ifade edilen her türlü varlığın maddeselleştirildiğine ilişkin algılamaların dayanağı da sermaye kavramının tarihinden ve içeriğinden gelir. Ancak bugün sermaye “maddi olan veya olmayan, her bir sermaye biçiminin fayda akışı sağladığı varlıklar sınıfı”nı (Grootaert ve Bastelaer, 2002:7) ifade eder. Yani, “üretime sokulan, değerli, süreçlendikten sonra katma değer yaratan, değerinin objektif ölçütlerle ortaya koyulabildiği maddi varlıklar” olarak ele alınmasının yanında, “elde edilmesi güç, kullanılan süreçlerde fark yaratan, pazarda rekabet üstünlüğü sağlayan ancak objektif ölçütlerle de değer biçilmesinin zor olduğu, maddi olmayan (yani soyut olan) varlıklar” da akla gelmektedir.

(18)

İşte sosyal sermaye de, bahsettiğimiz ikinci tür sosyal sermaye sınıfı içerisinde yer alır. Sermaye kavramına ait çeşitli yaklaşımlar ve tanımlar, izleyen bölümde ele alınacaktır.

1.2.2. Sosyal Sermayenin Anlamı

Sosyal sermayeye kavramının tarihsel gelişimi bölümünde de bahsettiğimiz üzere kavram, disiplinler-arasılık özelliği taşır. Bu bakımdan, “Sosyal sermaye nedir?” sorusuna farklı alanlardan verilen yanıtlarda, birbirinden farklı noktalara vurgu yapıldığı görülür. Bu farklılıklara rağmen Moran (2005:1129), “sosyal sermayenin değerli bir varlık olduğu ve değerinin aktörlerin sosyal ilişkilerinden doğan kaynaklara erişebilmesinden ileri geldiğine” ilişkin görüş birliğinin olduğunu ifade eder.

Konuya kuşbakışı yaklaşıldığında sosyal sermaye, “bireyler arasındaki güvene dayalı ilişkilerin, bireyleri bir araya getiren amaç veya amaçlara ulaşılmasında sağladığı katkı” olarak ifade edilebilir. Öyle ki [Colleta ve Cullen (2003:281) tarafından, “savaş sırasında büyük ölçüde kaybedilen güvenin sosyal sermaye yapısı açısından önemi üzerinde yoğunlaştığını” ifade ettikleri] Fukuyama (1998:37) da sosyal sermayenin, “bir toplumda veya onun bazı bölümlerinde güven duygusunun hâkim olmasından ileri gelen bir yeti” olduğunu ifade eder ve bu yetinin, “ulus gibi en geniş grupların yanı sıra aile gibi en küçük ve temel sosyal grupların ve bu iki uç arasındaki tüm diğer toplulukların içine gömülü” olduğunu öne sürer.

Ayrıca, bir topluluktan veya daha genel bir yaklaşım ile toplumdan söz edildiğinden, söz konusu ilişkilerin sağlanması ve devam ettirilmesi, bu ilişkilerin yapılandırılması konuları da gündeme gelir. Bu bağlamda Woolcock ve Narayan (2000:3) sosyal sermayenin, insanların bir arada hareket etmesine imkan sağlayan normlara ve ağlara karşılık geldiğine işaret eder.

Yani genel olarak sosyal sermaye tanımı şu şekilde yapılabilir: “İnsanlar arasındaki aktif bağlantılar stokundan, insan ağlarını ve gruplarını birbirine bağlayan ve işbirliğini mümkün kılan güven, karşılıklı anlayış ve ortak değerler ile davranışlar oluşan (Cohen ve Prusak, 2001:20)” bir bütündür.

(19)

Şimdiye kadar vurguladıklarımız, -ilerleyen bölümlerde ele alınacak- sosyal sermayenin unsurlarına genel olarak işaret edilmektedir. Öyle ki sosyal sermayeden söz edildiğinde güvenin, normların, amaçlar özelinde işbirliklerinin ve özellikle ağların, yani kısacası sosyal yapıların sosyal sermayedeki yeri önemlidir. “Sosyal sermaye kavramının değerinin öncelikle, işlevleri aracılığıyla sosyal yapılara olan belirli yaklaşımları tanımlıyor (Coleman, 1998:101)” olmasından kaynaklanır. Bu bakımdan sosyal sermayenin özünün, “‘iyi niyet’ ve ‘itibar’ (Özen ve Aslan, 2006:155)” ve de “topluluktaki bir verim kaynağı (Şenkal, 2005:795)” olduğu belirtilir.

Tabii, sosyal sermayeye ilişkin genel tanımların pek çoğu bahsettiğimiz noktaları içeriyor olsa da, kavramın farklı boyutlarına dikkat çekenler de olmuştur. Örneğin, sosyal sermayeye ilişkin (az önce ortaya koyduğumuz) yaklaşımıyla Fukuyama güven vurgusu yapsa da, başka bir çalışmasında da sosyal sermaye ile kültür arasındaki ilişkiye dikkat çeker. Fukuyama (2002:27) sosyal sermayeyi “sosyal işbirliği destekleyen paylaşılan normlar ve değerler” olduğunu, “gerçekleştirilen sosyal ilişkiler içerisinde kendisini ortaya koyduğunu” ve bu bakımdan sosyal sermayenin [Aktan ve Tutar’ın (2007:9) kültürün özelliklerini ele alırken ifade ettiği gibi, kültürün “düzenleyici bir değerinin olması, kural ve norm koyma niteliğinin bulunması”na işaret eden bir şekilde] “kültüre faydacı bakışın bir yöntemi” olduğunu belirtmektedir. Zira kültürün, “bireyler topluluğun çok çeşitli faaliyetler içerisinde iletişimini ve işbirliğini sağlamasıyla, herhangi bir toplumda çok önemli işlevsel bir rolünün olduğunu” vurgulamaktadır.

Ayrıca, sosyologların görüşlerini özetleyen Wall ve diğ. (1998:304) de, baskın olarak Kuzey Amerikalı sosyologların temel yaklaşımlarının, (yukarıda ortaya koyulduğu üzere) “genel yaklaşımlarla” paralel olduğunu belirtirken, Avrupalı sosyologların, “sosyal ağlar ile bağlantılı etkileşimlerin akışkanlığının, sosyal hiyerarşi ve farklılık gösteren güçleri nasıl pekiştirdiğini incelemede kullanma eğiliminde” olduklarını belirtir. Yani bu açıdan sosyal sermayenin, bireylerin toplum içerisindeki konumlarının ve sahip oldukları güçlerinin bir fonksiyonu olduğu düşünmek yanlış olmaz.

“Normların gelişmesini mümkün kılan ve sosyal yapıyı şekillendiren sosyal ve siyasi ortam (Grootaert, 1998:3)” ile “normlar ve sosyal yapıları şekillendiren sosyo-politik çevreyi de içerdiği (Colleta ve Cullen, 2003:281)” ifade edilen, “insanlar arasında kesişim (Şenkal, 2005:797)” olduğu ileri sürülen sosyal sermaye, yönetişim (govarnance) açısından

(20)

da yorumlanmıştır. Zira “yüksek sosyal sermayeli topluluklar daha sağlıklı ve daha dirençli oldukları ve bu toplulukların üyelerinin de sorunları çözmek için beraber çalışabilmede daha iyi oldukları (Institute for Local Self-Reliance, 2007)” bilindiğinden sosyal sermaye bu alanda da yoğun ilgiyi üzerine çeker. Bu bağlamda “insan odaklı kalkınma politikaları (Saltı, 2005)” ile ilintilenen sosyal sermaye, “sahip olduğumuz sosyal değerlerin, yardımlaşma, dayanışma kültürünün canlandırılması, ülkeler açısından, sorunların iç dinamiklerle çözümlenmesindeki etkin unsurlardan birisidir (Sosyal Hizmetlerin Yeniden Yapılandırılması Çalıştayı, 2006:103).”

İş ilişkileri ve ekonomi açısından ise sosyal sermayenin -daha çok- sahip olunan kaynakların hareketliliğinin (mobilization) sağlanmasındaki rolüne dikkat çekilir. Sosyal sermayeyi “insanların sahip olduğu değerleri ve erişebilecekleri kaynakları [diğer bir deyişle “gerçek ve olası kaynakların toplamını (Nahapiet ve Ghosal, 1998:243)”] kapsayan geniş bir kavramsal anlayış” olarak ifade eden Holland ve diğ.’ne (2007:98) göre -bu bağlamda- sosyal sermaye “ortaklaşa ve sosyal olarak görüşülmüş bağların ve ilişkilerin hem nedenidir, hem de sonucudur.” Yani, belirli amaçlarla faaliyet gösteren kişiler ve/veya kurumlar arasında, amaçlarına yönelik gerçekleştirecekleri mübadele, sürecin tarafları arasında hem bağların kurulmasına yol açar hem de bu bağların devam ettirilmesi ve geliştirilmesini de sağlar.

1.2.3. Sosyal Sermayenin Klasikleri Açısından Sosyal Sermaye

Sosyal sermayenin sermaye kavramı ile ilişkisini ve ne anlama geldiğini ifade edildikten sonra, sosyal sermaye ilişkin çalışmalarda fikirlerine yoğunlukla atıfta bulunulan ve sosyal sermayenin kavramsal tarihi bölümünde isimleri ortaya koyulan şu üç yazarın görüşleri -sosyal sermayenin ne olduğunun daha iyi kavranabilmesi amacıyla- bu bölümde kısaca ele alınacaktır: Pierre Bourdieu, James Coleman ve Robert Putnam.

Her üçü de sosyal sermayenin bireysel bağlantılar ve bireyler-arası karşılıklı etkileşimlere bağlı olduğunu, bu ilişkilerle ilgili değerler grubunu da dikkate alarak tartışmış olsa da (Çetin, 2006:3), yazarların görüşleri arasında genel ayrımlar yapılmaktadır. “Sosyal sermayenin ekonomik mübadeleyi kolaylaştırmakta (Parts,

(21)

2004:5)” olduğunu ileri süren ve ayrıca sosyal sermayeyi “birlikte hareket etme ve bütünleşmenin çelişkileri ile ya da sosyal adaletsizlik ve eşitsizlik ile mücadele eden bir kavram olarak (Holland ve diğ., 2007:98)” olarak gören Coleman ve Putnam, yaklaşımlarıyla, işlevselciler olarak adlandırılırken (Schuller, 1999:6); bu yaklaşımların aksine, “sosyal yapıların rollerini güç ve eşitsizlik modellerini yeniden tanımlamak için araştıran (Glover ve Hemingway, 2005:387)” Pierre Bourdieu, sosyal sermayenin diğer yazarların ifade ettiği gibi bir etkisinin olmadığını iddia eder ve “kapitalist toplumların temel kaynağı olan ekonomik sermaye ile bağlantısıyla ilgilenerek (Holland ve diğ., 2007:98)” sosyal sermaye yazınına eleştirel düşünceleri ile katkı sağlayan sosyolog olarak adını yazdırmıştır.

Sosyal sermayeyi “bireylerin sosyal ağlar ve gruplar içerisindeki yerine bağlı olarak- amaca yönelik, bireysel faaliyetler için kaynak sağlamayı kolaylaştıran bir olgu olarak kabul eden (Glover ve Hemingway, 2005:387)”, “bireysel ve sınıf çatışması bağlamında ele alan ve bu bağlamda unvanlar, isimler, arkadaşlıklar, kurumlar, üyelik ve vatandaşlık gibi kavramları öne çıkaran (Kapu, 2008:269)” ve Portes’e göre (2002:2) “insanların [sosyal] ilişkilerini, ileride sağlayacakları faydalar için kasıtlı olarak kurduklarını iddia etme noktasında ” olan [özetle, genel olarak, Coleman bireyler arası ilişkileri, aileyi ve topluluğu ele alırken ve Putnam bölgesel uyumsuzluk ile sosyal sermaye ve sivil toplumun rollerini incelerken; esas olarak sosyal sermayenin bireylere olan getirisi üzerinde duran (McGonial ve diğ., 2007:81)] Bourdieu’nun kavramı ele alışı

araçsal olarak tanımlanır.

Field’in (2006:28) Bourdieu’dan daha büyük etkisi olduğunu iddia ettiği, “sosyal

sermayenin esas niteliklerinin topluluk özellikleri arasındaki güven düzeyi ve karşılıklılık normları (Carlson ve Chamberlain, 2003:326)” olduğunu ortaya koyan Amerikalı sosyolog

James Coleman -Bourdieu’dan farklı olarak- sosyal sermayenin yalnızca “imtiyazlı”

kişilere fayda sağlamadığını, aynı zamanda “fakirlere ve toplumun kenarlarında kalmışlara da ciddi yararlar sağladığını (Field, 2006:28)” belirtmektedir. Bu yaklaşımla Coleman, sosyal sermaye kavramını “insanlar arasındaki ilişki içerisinde vücut bulan sosyal-yapısal kaynaklar (Glover ve Hemingway, 2005:390)” üzerinde durmuştur. İnsanlar arasındaki patolojilerin tamamının parçalamışlıklardan kaynaklandığı (Portes, 2000:2) düşüncesiyle, sosyal ağların kurulması ve geliştirilmesi ile ilgili görüşler ileri sürmüştür.

(22)

Aynı zamanda Coleman, sosyal sermayenin insan sermayesi üretebileceğini, insanların etkileşim sırasında birbirlerinden bir şeyler öğrendiğini de ifade etmektedir (Greve ve diğ., 2006:6).

Putnam’a baktığımızda ise -Coleman ile benzer yaklaşıma sahip olduğu ifade

edilebilirse de- kimi açılardan ayrıldıklarını söylemek mümkündür. Örneğin Grootaert (1998:2), Putnam’ın sosyal sermayeyi “yatay ilişkiler takımı olarak gördüğünü” ifade eder. Oysa Coleman çalışmalarıyla, Putnam yaklaşımının kapsamını genişletir ve hiyerarşiler ve üyeler arasındaki eşit olmayan güç dağılımıyla nitelendirilen dikey birlikleri de kapsar (Colleta ve Cullen, 2003:281). Ayrıca Svendsen ve Svendsen (2003:620), Putnam’ın sosyal sermaye üzerine gerçekleştirdiği çalışmaların, geniş ölçüde, makro düzeydeki sosyal eğilimleri ortaya koymayı amaçlayan niceliksel ve istatistiksel olmasıyla, Bourdieu ve

Coleman’dan ayrıldığını ifade eder.

Putnam’ın, sosyal sermaye kavramının popülerlik kazanmasındaki payı da

büyüktür. 1995 yılında yayımlandığı “Tek Başına Bowling (Bowling Alone)” adlı kitabıyla kavrama dikkat çekmiş ve geniş kesimler tarafından tartışılmasını sağlamıştır.

ABD’deki bireyselliğe ilişkin bu ilgi çekici incelemesiyle Putnam, 1980’den 1993’e, bowling oynayanların sayısın en azından %10 artmasına karşın, bowling liginde %40’lık bir azalma yaşandığını ortaya koymaktadır. Toplumsal bağların ve sorumluluklarının göstergesi olarak “tek başına bowling” oynama eğilimi ile Putnam ABD’deki topluluklar içerisindeki sosyal yaşamın zayıfladığını öne sürmektedir. Gönüllülük, örgütlere üyelik, işçi sendikalarına üyelik ve yerel ve ulusal seçimlere seçmenlerin katılımı gibi, başkaca anlardaki topluluksal ve toplumsal faaliyetlere olan katılımın da benzer şekilde gerilediğini vurgular. (Moghaddam, 1998: 467-468).

Bu bağlamda Putnam, yerel birliklere, gönüllülük örgütlerine katılım ile sosyal ağların geliştirileceğini ve gruplar, bireysel ve genel karşılıklılık normlarını arttıran yardımseverlik kanalları açacağını (Parts, 2004:5) ifade eder ve de bir toplumdaki sosyal sermayenin varlığının öncelikli ölçütünün sivil katılım olduğunu, sosyal sermayenin yoksunluğunun da sosyal faaliyetlere sivil halkın katılımdaki düşmesiyle ortaya koyulduğunu belirtmektedir (Svendsen ve Svendsen, 2003:620-621).

(23)

1.3. Sosyal Sermayenin Unsurları

Sosyal sermayenin ne olduğunu genel olarak ortaya koyduktan sonra, sosyal sermeyi medyana getiren unsurları ele almak yerinde olacaktır. Zira sosyal sermayenin unsurları, sosyal sermayenin oluşturulmasını ve geliştirilmesini sağlayan ve birbirleri ile etkileşim içerisinde olan kaynaklar ve aynı zamanda sosyal sermayenin de birer sonucu olabilen olgulardır.

Elbette sosyal sermayeye ilişkin ortaya koyulan tanımlardaki çeşitlilik, unsurların ele alınmasında da karşımıza çıkar. Örneğin, Coleman (1998) sosyal sermaye ve insan sermayesi ilişkin makalesinde, -Field (2006:34) da belirttiği üzere- insanlar arasındaki ilişkilerin aktörler arasında yükümlülük ve beklentilerin kurulmasına yardım ederek, sosyal çevrede sadakati ve dürüstlüğü kurarak, bilgi kanallarını açarak, başıboş davrananlara yaptırımlar uygulayarak belirli davranış şekillerini onaylayarak sermaye kaynaklarını oluşturduğu göstermektedir. Muhturi ve diğ. (2007:3) çeşitli yazarlara atıfta bulunarak, sosyal sermayenin güven, ağ (network) ve normlar ile; Schuller (2002:4) ise sosyal sermayenin normlar, ağlar ve güven ile ilgili bir şekilde tanımlanacağını ifade ederek, kendi açılarından sosyal sermayenin unsurlarına ilişkin üç ana başlığa işaret ederler.

Offe ve Fuchs (2002:190) da sosyal sermayenin üç temel unsurunun olduğunu ileri

sürmektedir: İlgi (attention), güven ve bağlantılılık (associability). Bu unsurların birlikte ele alındığında, karmaşık tutumlar, davranışsal isteklilikler ve de yapısal örütüler grubunun değerlendirilmesine olanak sağladığını ifade etmekdirler.

Grootaert ve Bastelaer (2002:30) sosyal sermayenin göstergeleri konusu ele

alırken, bu göstergeler üzerinden şu temel unsurlara işaret etmektedir: Yerel birlikler ve ağlar, güven ve normlar, birlikte hareket edebilme. Dale (2005:21) de sosyal sermayeyi oluşturan unsurların sözleşme, güven, ortaklaşa hareket, ortak normlar, bilginin yayılımı ve paylaşılan gelecek anlayışı olduğunu belirtir.

Konuya makro açıdan yaklaşan Dünya Bankası (2008) sosyal sermayenin unsurlarını şu şekilde sıralar: Topluluklar ve ağlar, güven ve işbirliği, ortaklaşa harekete ve işbirliği, toplumsal bütünlük ve içerilme (inclusion) ile enformasyon ve iletişim.

Tüysüzoğlu (2006:16) da yazına genel olarak bakıldığında güven, karşılıklılık (reciprocity),

(24)

kavramlarının ön plana çıktığı tespitini yapmakta ve böylelikle sosyal sermayenin unsurlarına ilişkin ışık tutmaktadır.

Bu çalışmanın kapsamında, sosyal sermayenin unsuları olarak ağlar, güven, normlar ve ilgi ve katılım ele alınacaktır.

Bu unsurları açıklanmasına geçmeden önce şunun da belirtilmesi gerekir: Sosyal sermaye kimyasal bir bileşim değildir. Bu bakımdan, her ne kadar bileşenlerine (yani unsurlarına) ayırıyor olsak da, bu unsurlar arasındaki etkileşimi göz ardı etmemek gerekir. Unsurlarıyla ele almamızın sebebi, sosyal sermayeye ilişkin bu çalışmanın (ve diğer çalışmaların) sosyal sermaye kavramıyla nasıl bir etkileşim içerisinde olduğunu daha iyi kavrayabilmektir.

1.3.1. Ağlar (Network)

Dwyer ve Findeis’in (2008:38) insanlar arasındaki ilişkilerle birlikte sosyal

sermayeyi tasarladıklarını ifade ettikleri ağlar, sosyal sermayenin unsuru olarak ele alacağımız ilk kavram olacaktır. Öyle ki, James (2007:60) tarafından belirttiği üzere “sosyal sermaye paradigmasının öğretisinin ve sosyal sermaye düşüncesinin toplulukların ve üyelerinin gelişimindeki sosyal ağ’laşmanın (networking) önemi ortaya koymaya ilişkin faydalı bir yapı sunması” ve de sosyal sermayenin üretilmesi, sürdürülmesi ve geliştirilmesinde öncelikli olarak ele alınması gereken bir konu olarak vurgulanması, sosyal sermaye – ağ ilişkisinin açıklanmasını ve kavranmasının önemine işaret eder.

Bireyler özelinde, “bireyin diğer insanlara ulaşmasını sağlayan iletişim kanalları bütünü (Kapu, 2001:34)” olarak tanımlanan ağlara ilişkin ciddi çalışmalar gerçekleştiren

Castells (2002a:621), tarihsel bir eğilim olarak olan Enformasyon Çağında baskın olan

işlevlerin, süreçlerin giderek ağlar etrafında örgütlendiğini; bu ağların toplumların yeni sosyal morfolojisini (yapıbilimini) oluşturduğunu; ağ oluşturma mantığının yayılmasının da üretim, deneyim, iktidar ve kültür süreçlerinde işleyişi, sonuçları ciddi bir biçimde değiştirdiğini ifade etmektedir. Nitekim Putnam (1993:73) da, “modern ya da geleneksel, otokritik ya da demokratik, feodal ya da kapitalist, herhangi bir toplum, biçimsel ya da biçimsel olmayan bireyler ararsı iletişim ve değişim ağları ile karakterize edildiği” şeklinde

(25)

görüş belirterek Castells’le paralellik sergiler.

Bir ağı medyana getiren üç ana unsurdan söz edilir (Öztaş ve Acar, 2004:291): [Kostov ve Lingard (2004:8) tarafından katıldıkları ağlarla tanımlandıkları ifade edilen]

aktörler, aktörlerin birbirleriyle olan ilişkileri ve bu ilişkiler yumağının farklı

bileşimlerinin ortaya çıkardı yapı.

Bu noktada, ağları meydana getiren aktörlerin kimler olduğunu ifade etmek gerekir. Aktörler; bireyler, bireylerin oluşturdukları gruplar, birimler, örgütler veya örgüt grupları olabilir (Bowey, 2007:171). Böylece, bireyler özelinde verdiğimiz tanımı genelleştirerek ağları, “bir aktörün diğer aktörlere ulaşmasını sağlayan iletişim kanalları bütünü” şeklinde tanımlamak da mümkündür. [Ayrıca yeri gelmişken, sosyal sermayenin unsurlarını ele alırken, ağlar ile birlikleri ayrı ayrı ele alan yaklaşımlar (başlarken ortaya koyduğumuz üzere) var olsa da, birlikleri de birer ağ ve de ağ aktörü olarak ele almanın yanlış olmayacağını ifade etmek gerekir.]

Tanımda vurgulandığı üzere ağların “iletişim kanalları bütünü” olması, bu kanallar içerisinde hareketliliği sağlanan enformasyona dikkat çeker. Taraflar arasındaki ilişkinin temel konusu olan enformasyon, ağları, özellikle ticari amaçla kurulmuş ve yalnızca “maddi varlıkların aktarılması” amacıyla kurulan birliklerden ayırır.

Ağlar amaca yönelik enformasyonun, ağı oluşturan aktörler arasındaki akışkanlığını sağlar. Zira “enformasyon ve iletişim, sosyal etkileşimlerin düğüm noktasıdır (World Bank, 2008)”. Aktörlerin, farklı alanlardan ve deneyimlerden elde ettikleri enformasyonu diğer aktörlere aktarması, söz konusu ağ içerisindeki etkinliği arttıracaktır. Ekonomik anlamda bu akışkanlık “iş fırsatlarına veya diğer ekonomik fırsatlar hakkında daha fazla duyuma ulaşabilme, önemli müşteri bilgilerine ilişkin doğru enformasyonun elde edilmesi (Saguaro Seminar, 2008)” olarak yorumlanabilirken, sosyal anlamda enformasyonun, “politik alandan aşağı doğru akışı ve yerel düzeyden yukarı doğru çıkışı kalkınma sürecinin en önemli unsuru (World Bank, 2008)” olarak yorumlanabilir. Çünkü üzerinde durduğumuz, katılım sağlanan ağlar enformasyonun “daha hızlı yayılımına katkıda bulunurlar ve ortak gelecek anlayışı geliştirirler (Dale, 2005:26)”, “enformasyonun kullanılabilirliğini arttırır ve maliyetini azaltırlar (Grootaert ve Bastelaer, 2002:7).”

(26)

Bu bağlamda, Parts’ın (2004:5) sosyal sermayenin yalnızca kaynakların kendisinden değil, sosyal ağlar aracılığıyla kaynaklara kanal açma becerisinden meydana geldiğini akılda tutmak gerektiği düşüncesini dikkate almak gerekir.

Lin (1993:43) de ağların sosyal desteğe erişim olasılığını arttırdığını ifade ederek, ağların bu yöndeki işlevlerinin bir başka boyutuna dikkat çeker. Nitekim ağların kuruluş amacı da zaten, ağlara dâhil olan aktörler arasında, amaca yönelik faaliyetlerin kolaylaştırılması ve bunun için de sahip olunan veya ulaşılabilen kaynakların aktörler arasındaki hareketliliğinin sağlanmasıdır. Ağlar, kaynakları ve yararları sonuçları hareket ettirebiliyor ise, söz konusu ağların sosyal sermaye içerdiği görülür (Gomulia, 2006:7).

Bu açıdan bakıldığında ağların, sosyal sermayenin oluşturulması ve devam ettirilmesinin bir “nedeni” olarak karşımıza çıkarken; aktörler arasındaki bağlantılar ve bu bağlantılar sayesinde geliştirilen güven gerçekleştirilen ortak faaliyetlerle de var olan ağların zamanla güçlendiği, daha etkin hale geldiği görülür. Sosyal sermayenin oluşturulmasına neden olan ağlar bu sayede, sosyal sermayenin bir “sonucu” olarak karşımıza çıkar.

Bu noktada, söz konusu etkileşimlerin “yalnızca belirli amaçlarına ulaşmak için sosyal sermayeyi kullanmadığını, aynı zamanda sosyal sermayeyi oluşturabildiğini, destekleyebildiğini veya yıkabildiğini (Bowey, 2007:171)” belirtmek gerekir. Öyle ki, çalışmanın ilerleyen bölümlerinde ele alınacak olan, sosyal sermayenin her zaman olumlu etkilerinin olmadığını da göz önünde bulundurulursa, üzerinde durulan ağların sosyal sermayeye sahip olması ve sosyal sermayenin üreteci konumunda bulunmasını sürekli olarak “iyi” sıfatı nitelenmesi doğru olmayacaktır. O nedenle, ağların niceliği ve niteliği, sosyal sermayenin sonuçların olumlu ya da olumsuz olmasında belirleyici olacaktır (Gomulia, 2006:7). Bu bağlamda aktörler de, ağlarına ilişkin sosyal sermaye incelemelerinde bulunurken niteliksel ve niceliksel çıkarımlarını çok iyi şekilde gerçekleştirmeleri gerekir. Artan sosyal sermaye sağlayacak olan ağ yapılarına ve araçlarına ilişkin etkin bir anlayış geliştirebilmelidirler. Böylece, “amaçlarına ulaşmak için kaynaklarının en iyi şekilde nasıl kullanacaklarını belirlemeye yönelik daha iyi bir yetenek geliştirebilirler (Dale, 2005:27).”

(27)

1.3.2. Güven

Ağlardan sonra, ikinci olarak ele alacağımız unsur güvendir. Güven, sosyal sermayeye ile ilgili gerçekleştirilen çalışmalarda ve yürütülmüş olan araştırmalarda sıklıkla kullanılan kavramlardan birisidir. Sosyal sermaye açısından güvenin önemi, “sosyal sermayenin zorunlu koşulu ve başlangıç noktası olarak (Karaçimen, 2002:133)” vurgulanır. Zira sosyal sermayenin ölçülmesini ele alırken de görülecektir ki, belirli bir topluluğun ya da toplumun sahip olduğu sosyal sermayesine ilişkin ölçümler, güvenin ölçülmesi ile ortaya koyulabileceği düşüncesi mevcuttur.

Öyle ki bu düşünce, sosyal sermayeye ilişkin yaklaşımlara da yansımıştır. Örneğin, daha önce de aktardığımız gibi Fukuyama (1998:37) sosyal sermayeyi, “bir toplumda veya onun bazı bölümlerinde güven duygusunun hâkim olmasından ileri gelen bir yeti” olarak tanımlayarak ve Prusak ve Cohen (2001:51) de “sosyal sermayeyi karakterize eden ilişkiler, topluluklar, işbirliği ve karşılıklı bağlılıklar, makul bir güven düzeyi olmadan var olamazlar” vurgusunu yaparak güveni sosyal sermayenin merkezine oturturlar.

Güvene ilişkin üzerinde fikir birliğine varılmış bir tanımlama olmasa da, farklı faydaları ile birlikte, [Munck’un (2003:218) da -eleştirel eserinde- iktisadi ve sosyal işbirliği mekanizmalarının gereksinim duyduğunu belirttiği] güvenin işbirlikçi davranışları olanaklı kıldığına, ağ ilişkilerini desteklediğine ve işlem maliyetlerini düşürdüğüne ilişkin birlik mevcuttur (Rousseau ve diğ., 1998:394; Griffith ve Harvey, 2004:246; Fussel ve diğ., 2006; Pastor ve Tortosa-Ausina, 2008:226).

Güvenin, üyelerinin ortaklaşa paylaştığı normlara dayalı, düzenli, dürüst ve işbirliği yönünde davranan bir toplumda ortaya çıkması beklendiği (Fukuyama, 1998:37), paylaşılan değerlerden doğduğu (Heral, 2008) belirtilir. Bununla birlikte, hemen az önce de değinildiği üzere, taraflar arasında sağlam enformasyon alış-verişinin sağlanması, güvenin geliştirilmesinde önemlidir. Zira enformasyon yayımının sürdürülmesiyle, güven ve bütünlük oluşturulacaktır ve de olumsuz sosyal sermayeyi parçalanır (World Bank, 2008). Ayrıca Robinson ve diğ. (2002:19) güvenin diğerlerinin fırsatçı olmayan davranışlarının bir sonucu olabileceğini ya da benzerliklere (affinity) dayanabileceğini ifade eder.

(28)

Sosyal sermayeye açısından güven, (sosyal sermayenin bağlarına ilişkin ayrımına da ışık tutacak şekilde) iki farklı güven ayrım üzerinden ele alınmaktadır: Bunlardan ilki özel güven (kişiselleştirilmiş – particularized / personalized / thin trust) - genel güven (ya da genelleştirilmiş – generalized / social / thick trust), ikincisi ise narin güven (fragile trust) ve dirençli güven (resilient trust) ayrımıdır.

Stolle (1998:503) özel güveni, “işbirliği girişimlerinden ve yakın çevresiyle ile

sağladığı (ki bunlar aile, topluluk ya da gönüllü kuruluşların üyelerinden oluşur) tekrar eden etkileşimlerden doğan ve onlara yönelik olan güven” olarak tanımlanır. Genel güvenin ise arkadaşlıkların, akrabalıkların ve de tanışıklıkların ötesinde olduğunu belirtir. “Yabancılarla bağlantı kurmamızı sağlayan ahlaki düşünce (Uslaner ve Brown, 2005:871)” olarak da ifade edilen genel güvende, hakkında bilgi sahibi olunmayan kişilere güvenme durumu söz konusudur (Herreros Vazquez, 2004:23). Aralarındaki temel fark, yeni katılmış olanların eşleşmesi ilkinde zaman alırken ve katılımın sağlanması için çaba sarf etmesi gerekirken, ikincisinde güven anlık olarak sağlanır (Durlauf ve Fafchambs, 2004:9). Genel güvenin topluluk ya da bölge içerisinde çok çeşitli sosyal etkileşim biçimlerini ve işbirliklerini mümkün kılan “sosyal yağ” gibi işlev gördüğü vurgulanır ve bu bakımdan sosyal sermayenin esas göstergesi olarak kabul edildiği belirtilir (Stolle, 1998:503). Bu bağlamda Putnam (1993:171) da karmaşık bir düzene sahip topluluklarda genel güvene gereksinim duyulduğunu ortaya koyar. Ayrıca genel güveni, güçlü sosyal sermayeli sistemle ile karakterize ettiği de belirtilir (Leana ve Van Buren III, 1999:543).

Genel güvenin yaygın olduğu topluluklar ve hatta uluslar, çatışmalarla ve farklı çıkarlarla baş edebilmek için gereksinim duyulan hoşgörünün geliştirilmesine bu güvenle olanak sağlar (Gomulia, 2006:7). Öyle ki genel güvenin yaygın olduğu topluluklarda birlikte hareket edebilme etkinlik kazanacaktır ve gelişim ve ilerleme olacaktır. Örneğin

Grootaert ve Bastelaer (2002:7) de ağlara katılım ile karşılıklı güven tutumunun, kolektif

kararlara katılımı ve kolektif eylemlerin yerine getirilmesini kolaylaştıracağını ve ortak kaynakların nasıl yönetileceğine ilişkin ortak kararlar, onların kullanımlarını ve onlardan sağlanacak kazancı ençoklanması açısından önem arz ettiğini ifade eder.

Ancak düşük genel güven seviyesi sosyal bütünlük eksikliğine yol açsa da, doğrudan sosyal ayrışmayı beraberinde getirmediği de belirtilir (Chan, 2007:739). Ki bu

(29)

bakımdan sosyal sermayenin genel güvene indirgenmesi eleştirilir. Bununla birlikte genel güvende “diğerlerine yönelik güvene dayalı inanışlara sahip olan bireyler kolayca kandırılabilinecekleri (Herreros Vazquez, 2004:23)”, fırsatçılığa yönelik davranışların ortaya çıkabileceği ve de kişilerin suiistimal edilebileceği ifade edilir. Korczyski (2003:71) ise, yüksek güven ortamında fırsatçı davranma potansiyelinin var olmasına rağmen (düşük güven ortamındaki tarafların da fırsatçı davranmaya düşkün olduğunu da belirterek) ekonomik faaliyetlerin canlanacağını ifade eder. Bu bakımından, genel güvenin yansımalarını dikkatli değerlendirmek gerekir.

Ele alacağımız ikinci ayrım ise, az önce ele aldığımız, özel güven ve genel güven ile aralarında paralellik kurulabilecek olan bir içeriğe sahiptir. Narin güven ve dirençli güven ayrımı güveni daha çok “fayda-maliyet” yaklaşımı ile ele alınmaktadır ve Leana ve

Van Buren III (1999:543) açıklamaları doğrultusunda söz konusu kavramlar şu biçimde

ortaya koyulabilir: Narin güven, “şimdiki olası faydaların algılanmasına dayalı bir güvendir.” Etkileşim içerisinde olacak taraflar, beraber hareket etmeleri sonucunda katlanacakları maliyetlerle birlikte, kendilerini tatmin edecek fayda sağlayabileceklerini düşünüyor ise, birbirlerini tanımıyor olsalar da, resmi olarak söz konusu süreci yürütmeyi tercih edebilirler. İşte bu sürecin de dayandığı güven, narin güven olarak ifade edilebilir. Öyle ki “eğer bir kişinin veya kurumun öngörülebilir olduğuna inanılıyorsa, sadece bir işlem bile söz konusu olsa bile, olası kazanımlar yeterli ise sözleşme yapmak mümkündür.” Dirençli güven ise, “sağlayacakları faydaları ve yüklenilecek maliyetleri belli olmayan rastlantısal işlemlerde söz konusudur. Hesaplanabilir değildir, ancak diğer tarafa ve/veya onların dürüstlüklerine ilişkin deneyimlere dayanır.” Eğer kişi veya örgüt, beraber gerçekleştirmek istediği faaliyetlerin diğer tarafına karşı (yakından tanımıyor olsa da) yaşamsal deneyimlerine dayalı bir güven duyuyorsa, dirençli güvenden söz edilir.

Narin güvene ve dirençli güvene bakıldığında, narin güvenin (tam değilse de) özel güveni, dirençli güvenin ise (narin güven – özel güven arasındaki bağlantıdan daha güçlü olarak) genel güveni karşıladığı söylenebilir. Bu bağlamda, genel güven – sosyal sermaye arasındaki ilişki, dirençli güvenle de kurulabilir.

Son olarak deneysel çalışmalar göstermektedir ki güven ve güvensizlik ya da genel ve özelleştirilmiş güven, sürdürülme eğiliminde (Hooghe ve Stolle, 2003:6) olduğunu ifade etmek gerekir. Çoğu sosyal sermaye biçimi, güven gibi, Albert Otto Hirschman’ın “ahlaki

(30)

kaynaklar” dediği şeydir; yani, kullanımla birlikte miktarı azalmaktansa artan, hiç kullanılmazsa tükenen kaynaklardır. İki kişi birbirine ne kadar çok güven gösterirse, karşılıklı inançları da o derece artacaktır (Putnam, 1993:166)

1.3.3. Normlar

Sosyal sermayenin unsurları açısından üçüncü olarak ele alacağımız kavram normlardır. Normlar bilindiği üzere, bir sosyal topluluğa dâhil olan bireylerin ait olduğu topluluk açısından ne tür tutum ve davranışların kabul edilir veya kabul edilemez olduğunu ortaya koyan yazılı olmayan değerler bütünüdür. İşte, içeriği itibariyle de “sosyal” açıdan ele alınan her türlü konuda üzerinde durulması gereken bir öneme sahiptir.

Çalışmamızın sosyal sermayenin tanımı ile ilgili bölümünde yer alan [sosyal sermayenin, güven ve karşılıklılık gibi önemli özelliklerinin yinelemeli bir süreç içerisinde geliştiğini fark etmemizi mümkün kılan (Woolcock ve Narayan, 2000:3)] “sosyal sermayenin “insanların bir arada hareket etmesine imkan sağlayan normlara ve ağlara karşılık geldiğini” ifade eden sosyal sermayeye ilişkin tanımlamada da resmedildiği üzere, sosyal sermayenin kavram olarak ortaya koyulabilmesi ve de bir yöntem, bir sistem veya bir araç olarak kullanılabilmesi açısından normlar (ağlarla birlikte) kilit niteliktedir. Nitekim Grootaert (1998:2) de “sosyal sermayenin sosyal ağlardan meydana geldiğini ve topluluğun üretkenliğinin üzerinde etkisi olan normlarla ilişkilendirildiğini” söyleyerek bu durumun altını çizer.

Ayrıca, bir önceki başlık altında ele aldığımız, sosyal sermayenin anlamsal bakımından da merkezine oturtulan kavram olan “güven” açısından da normlar yorumlanmakta ve sosyal sermaye açısından normların önemi ortaya koyulmaktadır. Örmeğin, “güvenin kendisini sosyal sistemin gelişmekte olan bir mülkiyeti” olduğunu ifade eden Putnam (1993:177), ardından, “eylemlerinin yerleşik olduğu sosyal normlar ve ağlar sayesinde bireylerin güvenme yeteneğine sahip” olduklarını ifade eder. Ayrıca, güvenin bir grubun bütün üyeleri arasında genelleşmiş bir nitelik kazanmadan önce, grubun bir bütün olarak ortak normları benimsemesi vazgeçilmezi olduğu belirtilir (Karaçimen, 2002:126).

(31)

Tabii, normların benimsenmiş olması, ilgili topluluğa ait sahip olunan sosyal sermayenin olumlu sonuçlar ürettiği anlamına gelmez. Zira benimsenen normların, topluluğu dahil olmuş üyeler tarafından, bireysel tutumları ve davranışları ile kendi aralarındaki ve de topluluk dışında kalan diğerleriyle olan etkileşimlerini ne şekilde etkilediği de önemlidir. Bilinir ki normlar, bir kere benimsendikten ve çoğu üyelerce kabul edildikten sonra dinamik baskı araçlarına dönüşebilirler. Üyeler, toplulukça benimsenmeyecek davranışlarını, (kişisel amaçlarına ters düşse bile) topluluk normlarına uygun biçimde sergilemek durumunda kalırlar. Bu nedenle normlar, sosyal baskı niteliği taşır (Eren, 2206:116). Nitekim Coleman ve Putnam da sosyal sermayenin hem normları ve standartları belirlenmesi, hem de bireylerin söz konusu normları ve standartları amaç edinmeleri yönünde baskı yapma rollerinin üzerinde durmaktadır (Wall ve diğ., 1998:313).

İşte bu noktada, normlar üzerinden varlığını ortaya koyan bu baskının ne yönde olduğu ve hangi tür amaçlara hizmet ettiği önem taşır. Eğer ki üyelerini, genel açısından sonuçlarının olumsuz olacağı gayri ahlaki, yasa dışı vb. eylemlerden alıkoyuyorsa, olumlu anlamda sosyal sermayeyi kuvvetlendiren bir unsur olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda

Fukuyama’nın (1998:38-39) “güvensizliğin yaygın olduğu toplumlarda, güvenin yerini

alan yasal aygıtların (yani resmi kurallar ve düzenlemelerin) ‘işlem maliyetini’ arttırdığı” görüşünü normlar açısından ele alıp, normların işlerliği değerlendirilebilinir [ki Putnam (1993:172) da sosyal güveni destekleyen normların işlem maliyetini azalttığını ve işbirliğini kolaylaştırdığını belirtir.] Nitekim üyeler arası anlaşmalar normlarla tesis edilemiyor, topluluk içerisinde ve topluluğun diğerleri ile gerçekleşen etkileşimlerinde eşgüdüm sağlanamıyorsa, söz konusu bu “düzensizlik” yasal yollarla giderilmeye çalışılacaktır. Bundan dolayı da hem maddi hem manevi olarak ek maliyetlere katlanılır ve böylece “işlem maliyeti” artar.

Ayrıca normların her zaman olumlu sonuçlar ortaya koymadığını, desteklenmeyen yönlerinin de olduğunu ifade etmek gerekir. İçselleştirildiği topluluğun amaçları açısından “olumlu” olabilen amaçlara hizmet eden, ancak toplumun geneli açısından “olumsuz” sonuçlar üreten normlardan da söz edilebilir. Öyle ki, örneğin, suç örgütleri ya da çetelerin de paylaşılan normların gerektiği sosyal ağ’a sahip olduklarını ve fakat toplumsal yarar ortaya koymadıklarını belirtilir (National Statistic, 2001:12). Bu bakımdan, az önce de vurguladığımız üzere, sosyal sermaye açısından bir topluluk ele alınırken, normların varlığı ve söz konusu normların süreçlerin işlerliğine ne derecede ve ne yönde etki ettiği dikkatle

Referanslar

Benzer Belgeler

Dijital platformlar ve yeni teknolojiler vasıtasıyla, markanın tanıtımı ile ilgili faaliyetlerin hepsi dijital ortamda hayata geçirilmesi ortaya çıkan dijital marka

including production-related issues of farmers, volatility and slump in product prices. The industry is also affected by the EU's renewable energy support laws. The objectives of

In the first chap- ter, titled “Ottoman Pirates, Ottoman Victims,” White examines the con- nections between legal and illegal forms of the maritime violence and their eye-witnesses,

Complete the sentences using “be going to” or “will ”.. A: I have

İnvaziv Sinonazal Aspergilloziste Endoskopik Eksizyon Ve Lokal Fleplerle Onarım: Olgu Sunumu KBB-Forum 2005;4(1)

 Memduhoğlu, H.B. Yönetimde Yeni Yaklaşımlar. Örgütsel Öğrenme,Örgütsel VatandaĢlık DavranıĢı ve Örgütsel Bağlılık-Ünite 5. Örgütsel Davranış, Anadolu

Örgütsel Davranış, Anadolu Üniversitesi Yayını No: 1468, Açıköğretim Fakültesi Yayını No:

Bu süreçte, istihdama ilişkin politika çerçevesinin, tam istihdam politikalarından çalıştırmacı refah (workfare) politikalarına, yardımlara iliş- kin politika çerçevesinin