• Sonuç bulunamadı

KALKINMA AJANSININ KALKINMAYA KATKISI: KASTAMONU ÖRNEĞİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "KALKINMA AJANSININ KALKINMAYA KATKISI: KASTAMONU ÖRNEĞİ"

Copied!
100
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KASTAMONU ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İKTİSAT ANABİLİM DALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

KALKINMA AJANSININ KALKINMAYA KATKISI:

KASTAMONU ÖRNEĞİ

Umut GÜÇLÜ

Danışman Dr. Öğr. Üyesi.Mehmet Yunus ÇELİK

Jüri Üyesi Doç. Dr.Serkan DİLEK

Jüri Üyesi Prof. Dr. Muhsin HALİS

(2)
(3)
(4)

ÖZET

Yüksek Lisans Tezi

KALKINMA AJANSININ KALKINMAYA KATKISI: KASTAMONU ÖRNEĞİ Umut GÜÇLÜ

Kastamonu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

İktisat Anabilim Dalı

Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Yunus ÇELİK

Ülkelerin kalkınma ihtiyaçları ekonomik yapılarının yanı sıra sosyo kültürel yapılarının da iyileştirilip geliştirilmesini de kapsamaktadır. Ülke içinde bölgeler arasındaki gelişmişlik farklılıklarının olması ve ülkelerin kalkınmışlık düzeylerini arttırmak için kullanabilecekleri bütçenin kısıtlı olması bölgesel kalkınma politikalarını gerekli kılmıştır. Bölgesel kalkınma politikaları kuruluşundan bu yana tabandan tavana uygulanan politikalar olup bütün yerel aktörlerin ulusal kalkınma çabasına dâhil edilmesini amaçlamaktadır. Bölgesel kalkınma politikalarının hangi bölgede ne şekilde uygulanacağı konusunda bölgesel kalkınma ajansları önemli rol oynamaktadır. Bölgesel kalkınma ajanslarının temel amacı bölgenin potansiyelini keşfederek bu potansiyeli ulusal kalkınma politikalarının hedeflerine uygun politikalar kullanarak değere dönüştürmektir. Ülkemizde bölgesel kalkınma ajansları 2006 yılında çıkarılan bir kanun ile Düzey II olarak tanımlanan 26 bölge esas alınarak kurulmuştur. Bu ajanslardan biri de TR82 Bölgesi’nde faaliyet gösteren Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansıdır. Çalışmanın birinci bölümünde kalkınma ve bölgesel kalkınma kavramları ele alınmıştır. Çalışmanın ikinci bölümünde bölgesel kalkınma ajanslarının tarihsel gelişimine, amaçlarına, görevlerine ve Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansına değinilmektedir. Çalışmanın son bölümünde Kastamonu Bölgese’nde toplanan veriler analiz edilmiş, hipotezlerin test edilmesinde Ki-Kare, Man Whitney-U ve Kruskal Walis testleri kullanılmıştır. Yapılan testlerde, Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı’nın Kastamonu Bölgesi’nde gerçekleştirdiği faaliyetlere katılanların memnuniyet düzeylerinin tespit edilmesi, ajansın faaliyetlerine katılmayı düşünenlerin ajansa ulaşılabilirlik düzeylerinin tespit edilmesi, ajansın faaliyetlerinin halkın beklentisi ile paralellik ilişkisinin tespit edilmesi gibi hususlar belirlenmeye çalışılmış ve bölge kalkınmasındaki önemine vurgu yapılmıştır.

Anahtar kelimeler: Kalkınma, bölgesel kalkınma, kuzey anadolu kalkınma ajansı

2018, 88 sayfa

(5)

ABSTRACT

M.Sc. Thesis

CONTRIBUTION OF DEVELOPMENT AGENCY TO DEVELOPMENT: CASE OF KASTAMONU

Umut GÜÇLÜ Kastamonu University Institute for Social Science

Department of Economics

Supervisor: Dr. Fac. Member Mehmet Yunus ÇELİK

The development needs of countries include economic structures as well as improvement and development of socio-cultural structures. The developmental differences between the regions within the country and the limited budget that countries can use to increase their level of development necessitated regional development policies. Regional development policies have been based on grassroots policies since its inception and are intended to involve all local actors in national development efforts. Regional development agencies play an important role in how regional development policies will be implemented. The main purpose of regional development agencies is to discover the potential of the region and turn this potential into a value by using policies that are appropriate to the objectives of national development policies. In Turkey, regional development agencies have been established with a law in 2006 and based on 26 regions defined as Level II. One of these agencies is the North Anatolian Development Agency operating in the TR82 Region. In the first part of the study, development and regional development concepts are discussed. In the second part of the study, the historical development of regional development agencies, their aims, their duties and the North Anatolian Development Agency are mentioned. In the last part of the study, the data collected in the Kastamonu Region were analyzed and Chi-Kare, Man Whitney-U and Kruskal Walis tests were used to test the hypotheses. In the tests conducted, it was tried to determine the satisfaction levels of the participants in the activities carried out by the North Anatolian Development Agency in Kastamonu Region, to determine the level of accessibility to the agency, to determine the relationship between the expectations of the agency and the parallelism with the expectation of the public.

Key Words: Development, regional development, north anatolian development

agency

2018, 88 pages

(6)

ÖNSÖZ

İktisat biliminin ilgilendiği temel problemlerden biri olan kıt kaynaklar ile maksimum faydayı elde edebilmek amacı ya da bir ülkede her alanda aynı anda kalkınma hareketliliği başlatılamayacağından dolayı bölgesel kalkınmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bölgesel kalkınma ajansları temel olarak sorumlu oldukları bölgenin ulusal kalkınma planlarına uygun olarak ve bölgenin içsel potansiyelinden faydalanarak kalkınmasını sağlayabilmektir. Bu çalışmada TR82 Bölgesi’nde faaliyet gösteren Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı’nın, Kastamonu Bölgesi’ndeki kalkınma hamlelerinde stratejik yeri ve önemine ışık tutulmaya çalışılmıştır.

Çalışmanın hazırlanmasında ve lisans hayatımdan bu yana çok değerli bilgilerini benimle paylaşan, her zaman, her koşulda desteklerini esirgemeyen, büyük ilgi ve sabır ile beni yetiştirebilmek için elinden gelenin fazlasını sunan, geleceğe yönelik doğru adımlarla ilerlememi sağlayan, gerek sosyal hayata yönelik öğütlerinden gerekse mesleki hayatta da öğrettiği değerli bilgilerinden ömür boyu faydalanacağım çok kıymetli danışmanın Sayın Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Yunus ÇELİK’e saygı, sevgi ve şükranlarımı sunuyorum.

Tüm hayatım boyunca benden maddi manevi desteklerini esirgemeyen, verdiğim her kararın arkasında durarak beni onurlandıran, tez çalışmam boyunca gösterdikleri sabır ve anlayış için annem Dilek GÜÇLÜ’ye ve babam Kahraman GÜÇLÜ’ye sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Tez çalışması Kastamonu Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Yönetimi Koordinatörlüğü tarafından sağlanan destek ile kü-bap03-2017-11 numaralı proje kapsamında gerçekleştirilmiştir. Tez çalışmasının projelendirilmesi kısmında benden desteklerini ve değerli zamanını hiçbir zaman esirgemeyen, bir abi gibi ilgilenen Arş. Gör. Alper Tunga ŞEN’e ayrıca teşekkür ederim.

Umut GÜÇLÜ Kastamonu, 11,2018

(7)

İÇİNDEKİLER

TEZ ONAYI ... Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

TAAHHÜTNAME ... Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

ÖZET... iv

ABSTRACT ... v

ÖNSÖZ ... vi

İÇİNDEKİLER ... vii

Simgeler Kısaltmalar Dizini ... x

Tablolar Dizini... xi

GİRİŞ ... 1

1. BÖLÜM Kalkınma ve Bölgesel Kalkınma 1.2. Kalkınmanın Temel Dinamikleri ... 8

1.2.1. Sermaye Birikimi ... 8

1.2.2. Teknolojik İlerleme ... 9

1.2.3 Nüfus, İşgücü Beşeri Sermaye ... 10

1.3. Kalkınmanın Önemi 11 1.3.1. Ekonomik Açıdan Önemi ... 12

1.3.2. Sosyal Açıdan Önemi ... 13

(8)

1.4. Bölgesel Kalkınma Kavramı ... 15

1.4.1. Bölgesel Kalkınma Politikaları ... 16

1.4.2. Bölgesel Kalkınma Politikaları Araçları ... 19

1.4.3. Bölgesel Kalkınma İlke ve Amaçları ... 21

1.4.3.1. Sosyal Fayda İlkesi ... 22

1.4.3.2. Kalkınma Kutbu İlkesi ... 22

1.4.3.3. Halkın Katılımı İlkesi ... 23

1.4.3.4 Nüfusun Rasyonel Dağılımı ... 24

1.4.3.5. Geri Kalmış Bölgelerin Kalkındırılması ... 25

2.BÖLÜM Bölgesel Kalkınma Ajansları, Gelişimi ve Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı 2.1. Bölgesel Kalkınma Ajanslarının Tarihsel Gelişimi ... 26

2.2. Türkiye’de Bölgesel Kalkınma ve Bölgesel Kalkınma Ajansları ... 29

2.3. Bölgesel Kalkınma Ajanslarının Amaçları ... 35

2.3.1. Kamu Özel-Sektör Arasında İşbirliğinin Geliştirilmesi ... 36

2.3.2. Kaynakların Yerinde ve Etkin Kullanımı ... 37

2.3.3. Ulusal Kalkınma Programlarına Uyumluluk ... 38

2.3.4. Sürdürülebilirliği Sağlamak ... 39

2.3.5. Gelişmişlik Farklılıklarını Azaltmak ... 40

2.3.6. Gerekli Koordinasyonu Sağlamak ... 41

2.4. Kalkınma Ajanslarının Görevleri ... 43

2.4.1. Planlama Çalışmalarına Teknik Destek Vermek ... 43

2.4.2. Bölgesel Kalkınma Projelerini Desteklemek ... 44

2.4.3. Kırsal ve Yerel Kapasitenin Geliştirilmesini Sağlamak ... 45

(9)

2.5. Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansının Organizasyon Yapısı... 47

3. BÖLÜM KALKINMA AJANSININ KALKINMAYA KATKISI: KASTAMONU ÖRNEĞİ 3.1. Araştırmanın Amacı ... 49

3.2. Araştırmanın Önemi ... 50

3.3.Araştırmanın Kapsamı ve Sınırlılıkları ... 50

3.4. Araştırmanın Yöntemi ... 50

3.4.1.Araştırmanın Evreni ve Örneklemi ... 50

3.4.2.Veri Toplama Teknik ve Araçları ... 50

3.4.3.Veri Analiz Yöntemleri ... 51

3.5. Bulgular ... 51

3.6. Sonuç ve Öneriler ... 69

Kaynakça ... 73

Ekler ... 85

Ek1 anket formu ... 85

(10)

SİMGELER KISALTMALAR DİZİNİ

ABD Amerika Birleşik Devletleri

AGÜ Az Gelişmiş Ülkeler

Ar-Ge Araştırma Geliştirme

DPT Devlet planlama Teşkilatı

GOÜ Gelişmekte Olan Ülkeler

İBBS İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırılması KENTGES Kentsel Gelişme Stratejisi

KUZKA Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı

NUTS 2 Düzey 2

OECD Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü

Örn. Örneğin

ÖUKP Ön Ulusal Kalkınma Planı

STK Sivil toplum Kuruluşu

(11)

TABLOLAR DİZİNİ

Sayfa

Tablo 1.1. Bölgesel kalkınmaya yaklaşım geliştirme ………..18

Tablo 2.1 Ülkemizde uygulanan bölgesel kalkınma politikaları………29

Tablo 2.2. Türkiye’de İBBS ve (NUTS)’a göre sınıflandırılmış bölgeler ve bölgesel kalkınma ajansları ………...………...33

Tablo 2.3. Koordinasyonun tanımlanması……….42

Tablo 3.1. Katılımcıların cinsiyetlerine ait veriler……….51

Tablo 3.2. Katılımcıların medeni durumlarına ait veriler………..52

Tablo 3.3. Katılımcıların yaşlarına ait veriler………52

Tablo 3.4. Katılımcıların eğitim durumlarına ait veriler………53

Tablo 3.5. Katılımcıların çalıştıkları sektörlere ait veriler……….53

Tablo 3.6. Katılımcıların hanelerinin aylık gelirlerine ait veriler………..54

Tablo 3.7. Katılımcıların KUZKA’dan haberdar olma durumu………54

Tablo 3.8. Katılımcıların KUZKA’dan nasıl haberdar oldukları………..54

Tablo 3.9. Katılımcıların KUZKA’nın kurumsal yapısından bilgi sahibi olma durumları ………....55

Tablo 3.10. Katılımcıların KUZKA’nın kapsadığı iller bilgi sahibi olma durumları………55

Tablo 3.11. Katılımcıların KUZKA’nın projelere yönelik mali destekler hakkında bilgi sahibi olma durumları……….55

Tablo 3.12. Katılımcıların KUZKA’nın kurumlara yönelik teknik destekler hakkında bilgi sahibi olma durumları………56

Tablo 3.13. Katılımcıların KUZKA’nın gerçekleştirdiği bölgesel tanıtım çalışmaları hakkında bilgi sahibi olma durumları……….56

Tablo 3.14. Katılımcıların KUZKA’nın yatırımcılara yönelik sağladığı hizmetler hakkında bilgi sahibi olma durumları………57

Tablo 3.15. Katılımcıların KUZKA’nın projelere karşılıksız mali destek vermesi hakkında bilgi sahibi olma durumları………..57

Tablo 3.16. Katılımcıların KUZKA’na başvuruda bulunma veya etkinliklerine katılma durumları……….57

(12)

Tablo 3.17. Katılımcıların KUZKA’na yaptıkları başvuru veya aldıkları

hizmetten memnuniyet düzeyleri……….58 Tablo 3.18. Katılımcıların KUZKA’dan Kastamonu Bölgesi için beklentileri……..58 Tablo 3.19. Katılımcıların Kastamonu Bölgesi’nde KUZKA’nın mali

desteklerini hangi konularda devam ettireceği beklentileri……….59 Tablo 3.20. Deskriptif istatistikler………..…60 Tablo 3.21. Faktör analizi sonuçları………...62 Tablo 3.22. Aylık gelir ve KUZKA’dan hizmet alanların memnuniyet düzeyleri

çapraz tablo………...64 Tablo 3.23. Eğitim durumu ve KUZKA’dan hizmet alanların memnuniyet

düzeyleri çapraz tablo………....65 Tablo 3.24. Çalışılan sektör ve KUZKA’nın bölgesel kalkınma da başarılı

çalışmalar yaptığı görüşü, arasındaki ilişki üzerine Mann-Whitney u test sonuçları………...66 Tablo 3.25. Çalışılan sektör ve KUZKA’nın ulaşılabilir olduğu görüşü, arasındaki

ilişki üzerine Mann-Whitney u test sonuçları………....66 Tablo 3.26. Aylık gelir ve KUZKA’nın ulaşılabilir olduğu görüşü, arasındaki

ilişki üzerine Kruskal –Wallis test sonuçları………...67

(13)

GİRİŞ

Kalkınma 1950’li yıllara kadar kalkınma ekonomik büyüme ile özdeşleşmiş olarak ele alınmaktaydı. Ekonomik büyüme gayri safi milli hasıla artışı ile ölçüldüğünden dolayı ekonomik yapının iyileştirilmesi ülkelerin kalkınması için yeterli görülmekteydi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra küreselleşme hamleleri ve sanayi sektörünün gelişmesine bağlı olarak, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkeler düzeyine ulaşma istekleri az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri yeni kalkınma politikaları arayışına yönlendirmiştir. Yeni kalkınma politikaları ekonomik yapının iyileştirilmesinin yanı sıra sosyo kültürel yapının geliştirilmesini, gelir dağılımı adaletinin sağlanması, sürdürülebilir gelecek gibi konuları da kapsamına almaktadır. Ekonomik gelişmenin yanı sıra sosyo kültürel yapının geliştirilmesi gibi kalkınma hareketlerinin gerçekleştirilmesi için gerekli olan yatırım harcamalarının miktarının fazlalılığının yanı sıra kaynakların kıt olmasından dolayı, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler sahip oldukları sermayeleri akıllıca kullanmak zorundadır. Bu ülkeler ülkenin her yerinde aynı anda ve aynı düzeyde kalkınma hamleleri gerçekleştirememektedirler. Dolayısıyla bu ülkeler sahip oldukları sermayeden maksimum faydayı sağlanabilmek için bölgesel kalkınma politikalarına başvurmak zorundadırlar.

Bölgesel kalkınma politikaları ülke içinde kalkınmışlık düzeyleri farklı olan bölgelerin kalkınmışlık düzeylerini yakınlaştırmak veya eşitlemek için kullanılmaktadır. Bu politikalar tabandan tavana bir şekilde uygulanmaktadır. Bölgesel kalkınma politikalarının en temel amaçları yatırımlar sayesinde sosyal faydanın artması ve geri kalmış bölgelerin kalkınması olarak ele alınmaktadır.

Ülkemizde planlı döneme geçiş süreci ile birlikte kalkınmada öncelikli yörelerin desteklenmesi, bölgeler arası gelişmişlik farklılıklarının azaltılmasına yönelik bölgesel kalkınma politikaları uygulanmaya başlanmıştır. Bu politikalar bölgesel kalkınma ajanslarının kurulmasına öncülük etmiştir. Ülkemizde 25 Ocak 2006 tarihinde kabul edilen 5449 sayılı kanunla birlikte Devlet planlama Teşkilatı’nın (DPT) koordinatörlüğünde 26 adet bölgesel kalkınma ajansının kurulması hedeflenmiştir.

(14)

Ülkemizde bölgesel kalkınma politikalarının ulusal kalkınma planlarına uygun bir şekilde yürütülmesi için bölgesel kalkınma ajanslarına başvurulmaktadır. Bölgesel kalkınma ajanslarının faaliyet gösterdikleri bölgede gelişmişlik farklılıklarını azaltmak, bölgede sürdürülebilirlik ilkesiyle kalkınmayı tetiklemek, bölgesel yatırımları planlamak, bölge ekonomisinin cevherlerini ortaya çıkarmak ve bölge halkının kalkınmaya katılmasını sağlamak en belirgin amaçlarındandır.

Çalışmanın birinci bölümünde, kalkınma ve bölgesel kalkınma kavramlarından bahsedilmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünde, bölgesel kalkınma ajanslarının tarihsel gelişimi, kuruluş amaçları, görevleri, Türkiye’de bölgesel kalkınma ajanslarının gelişimi ve Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı’ndan bahsedilmiştir. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise kalkınma ajansının kalkınmaya katkısı: Kastamonu örneği başlığı altında Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı ile ilgili görüş ve beklentiler birincil veri toplama aracı olarak kullanılan anket yöntemi ile belirlenmeye çalışılmıştır.

(15)

1. BÖLÜM

KALKINMA VE BÖLGESEL KALKINMA

Kalkınma kavramı klasik iktisat temellerinde ekonomik büyüme ile eş tutulmuş ve zaman içinde süregelen bir değişim göstermiştir. Yirminci yüzyıla gelindiğinde kalkınma kavramı ekonomik büyümenin yanında sosyo kültürel değişimleri ve gelişimleri de kapsamı içine almıştır (Ildırar, 2004: s5; Koçak, 2009: s729).

Çalışmanın bu bölümünde kalkınma kavramı, kalkınma kavramındaki değişim, bölgesel kalkınma ve bölgesel kalkınma politikalarına değinilecektir.

1.1. Kalkınmanın Tanımı ve Kapsamı

Literatürde kalkınma kavramının kullanımı İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaygınlaşmaktadır. Ancak daha önce de iktisat bilimi bu konuyla ilgilenmiş ve kalkınma yerine daha çok “ilerleme” terimi tercih edilmiştir. Gerek Adam Smith’ in “maddi ilerleme”, gerekse John Stuart Mill (1968: 189)’in “ekonomik ilerleme” terimleriyle kavramsallaştırmaya ve betimlemeye çalıştıkları süreç kalkınma ile özdeşleştirilebilir. (Mıhçı 1996: 2-3)

Türkçede “gelişme” kelimesine karşılık gelen kalkınma terimine (Gülalp, 1983: 20) İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ekonomik içerik kazandırılmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle birlikte sömürgecilikten kurtulan az gelişmiş ülkelerin, batılı ülkelerin modeline uygun bir şekilde, sanayileşen ülkelerin standartlarına ulaşabileceklerini düşünmeleri, ayrıca savaştan çıkmış batılı devletlerin ekonomilerini düzeltme çabaları yeni politika arayışlarına girmelerine neden olmuştur. Bu arayışla birlikte mevcut (neoklasik) teorilerin ekonomik programları karşılayamamasından ötürü ekonominin bilinçli ve uygun müdahalelerle değişmesi gerektiği düşünülmüş, 1950’li yıllarda kalkınma terimi ile ilgili yeni teoriler ortaya atılmaya başlanmıştır (Başkaya, 2010: 15-21).

(16)

Kalkınma kavramının tam olarak anlaşılabilmesi için büyüme kavramının yetersiz kalma nedenleri ve kalkınma anlayışındaki değişim incelenmeli, kalkınmanın tanımının yapılması gerekmektedir.

Büyüme en temel ifade ile bir ülkede üretim potansiyelinin arttırılması bu artışla eş zamanlı olarak milli gelirinde artışını ifade etmektedir (Dinler, 2006: 563). Kalkınma ise, bir yıldan bir sonraki yıla geçişte milli gelirdeki artışın yanı sıra, iktisadi ve sosyal yapıda meydana gelen değişiklikleri de kapsamaktadır (Şahin, 1990: 3). Dolayısıyla kalkınma kavramı büyüme kavramını kapsamı içerisine almaktadır.

Klasik iktisatçılar iktisadi büyümede kişi başı gelirin artmasını yeterli olarak görmüşlerdir. Devlet ekonomiye müdahale etmeden, ekonominin kendi kendine dengeye geleceği anlayışı ile milli gelir artışının büyümeyi sağlayacağını düşünmüşlerdir. Bu anlayışla tarihsel ve kültürel değişimleri önemsememişlerdir (Öztürk, 2007: 85).

Thomas Hobbes, David Hume, John Locke gibi klasik iktisat teorisinin temellerini oluşturan 17. yy. düşünürleri klasik iktisatçıları etkilemiş ve ekonomik özgürlüğün tüm sorunları çözeceğine inanmışlardır. Bu inanış üzerine kurulan klasik iktisadın yetersizliği kalkınma iktisadının kurulmasında da etkili olmuştur (Gönel, 2013: 7-8). Kalkınmanın yapısal değişiklik olarak tanımlanması, 1950’ler ve 1960’lardaki kalkınma düşüncesine egemen olan geleneksel yaklaşımın bir sonucudur. Gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerin tarihsel deneyimini kendilerine örnek almakta; kalkınma sürecinin iktisadi büyüme ile ölçüldüğü yönü ön plana çıkarılmaktadır (Mıhçı, 1996: 11).

Az Gelişmiş Ülkeler (AGÜ) ve Gelişmekte Olan Ülkeler (GOÜ) kalkınma sorunlarını çözebilmek adına rol modelleri olan batılı ülkelerin kalkınma modelindeki: hızlı iktisadi büyümenin, sorunları çözebileceğine inanmışlar ve büyümeyi bir amaç olarak değil, kalkınmaya ulaşmanın anahtarı olarak görmüşlerdir. Bu öngörüde büyümeye odaklanmalarına neden olmuştur (Ingham, 1993:1803, Bhagwati, 1984: 50).

Bu bağlamda AGÜ’ler ve GOÜ’ler işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği, yoksulluk gibi sorunlara odaklanmamış ve büyümeyi ön planda tutmuşlardır. İktisat literatüründe bu

(17)

durum iki şekilde açıklanmıştır; Birincisi Batı kapitalist sistemi büyüme modelidir. Bu sistemde hızlı büyümenin iktisadi gelişmeyi sağlayabileceği anlayışının kendi ülkelerinde uygulanabilirliğinden bahsedilir. İkincisi ise işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği, yoksulluk gibi sorunların çözümünde büyümenin ülkeye yeterli kaynağa ulaşma imkânı sağlayacağına olan inanıştır (Şenses, 1984:116).

Bu dönemde hızlı sermaye birikiminin, hızlı sanayileşmeyi gerçekleştirebileceği, hızlı sanayileşmenin ise işsizlik sorununu ortadan kaldırabileceği, fikri savunuluyordu. Gerekli sermaye, yurtiçi tasarrufların yatırıma dönüştürülmesiyle karşılanabilecekti. Eğer tasarruflar yatırıma dönüşmez ya da tasarruflar yetersiz kalırsa; söz konusu açığın dış borçlanma ile kapatılabileceği fikri hâkimdi. Bunlar kalkınma iktisadının temel bileşenleri olarak karşımıza çıkmaktadır (Kaynak, 2009: 43).

Bu hedeflerin gerçekleştirilebilmesi için yatırımların arttırılması gerekmektedir. Yatırım ve gerçekleştirilmiş tasarruflar arasındaki fark dış borçlanma yolu ile kapatılacak ve tasarruf oranları yükseldikçe de dış borçlanmaya duyulan ihtiyaç azalacaktır (Bhagwati, 1984: 52).

Sanayi sektöründe yatırımların artırılmasından sonraki süreçte gerçekleştirilecek olan yatırım uygulamalarında istihdamın tarım sektöründeki makineleşmeye dayalı gelişmelerden kaynaklı ortaya çıkan gizli işsizler tarafından temin edilebileceği düşünülmüştür (Rosenstein-Rodan 1943; Nurkse 1953; Lewis 1954; Fleming 1955). Bu süreçte, ülkenin kalkınma düzeyinin arttırılmasında tarım sektöründe iş gücü arzında azalma ve bu azalmanın hizmet sektörüne yönlendirilmesinin gerekli olduğu düşüncesi oluşmuştur (Todaro, 1994: 14).

Gelişmekte olan ülkelerdeki insani sorunların temel nedeni hizmet sektörünün milli gelir içindeki payının gelişmiş ülkelere oranla düşük olması olarak gösterilmiştir. Bununla kalkınma sürecinde sanayileşmenin de önemi vurgulanmış, kalkınma politikalarının amacı sanayi üretiminin gelişmiş ülkeler düzeyine çıkarılması olarak belirlenmiştir (Ingham 1995: 77).

(18)

Yukarıdaki açıklamalardan yola çıkıldığında; Bu dönem azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki kalkınma anlayışının beklentilerinin aksine gelişme göstermesi kalkınma anlayışını zedelemiştir (Şenses, 1996: 108-109).

Kalkınma anlayışındaki değişim başlangıçta iktisadi değişkenlerle sınırlı kalmış olsa da, ilerleyen dönemlerde sosyal değişkenlerin sürece dâhil edilmesine altyapı hazırlamıştır (Ingham 1993: 1808).

Açık ve net olarak görülmektedir ki gelişmek ve kalkınmak için tek başına ekonomik büyüme ve kişi başı milli gelir artışı yetersiz kalmaktadır. Her biri ayrı ayrı uzmanlık gerektiren, sağlık, eğitim, barınma, gelir dağılımı adaleti gibi konuları da içeren gerçekleştirilebilir hedeflerin konulma ihtiyacı hissedilmiştir (Hirschman, 1996: 50). Kalkınma kavramında uluşan bu belirsizliğin giderilmesi adına, Birleşmiş Milletler 1948 yılında yayınladığı insani kalkınma raporunda, kalkınmanın temel amacı olarak yaşam standartlarının iyileştirilmesi öngörülmüştür (United Nations, 1948:271). Ancak yaşam standartlarının iyileştirilmesinin hangi konuları kapsadığı ve iyileştirilmenin nasıl gerçekleştirileceği açık değildir. Bu belirsizlikler zaman içinde geride bırakılmıştır. 1950 yılında yayınladığı kitabında P.T. Ellsworth “Esas olarak iktisadi kalkınma sorunu ulusal gelir düzeyini kişi başına düşen çıktıyı arttırmak yoluyla yükseltmektir ve böylece her birey daha fazla tüketme imkânına sahip olacaktır” (Ellsworth, 1950: 796). Tanımlamanın bu şekilde yapılması daha kesin açıklamaların yapılmasını mümkün kılmıştır (Mıhçı, 1996: 5).

1970’li yıllarda kalkınma terimi farklılık kazanmaya başlasa da temel amaç uygulamada yine milli gelir artışı olmuştur. Bu anlayışın temeli hızlı sanayileşmeye dayanmaktadır. Hızlı büyüme ve sanayileşmenin toplumsal maliyetleri ve açlık, işsizlik gibi sonuçları ortaya çıkmıştır. Bu yıllarda doğal kaynakların yanlış kullanımı doğaya zarar vermiş, çevre kirliliği sorunlarına neden olmuştur. Bu gibi çevresel sorunlar GOÜ’lerin ve Gelişmiş Ülkelerin endişelenmesine yol açmıştır. Bununla birlikte ekonomistler, ulusal ve uluslararası alanda dikkat çekmeye başlayan; zenginliğin ülkeler ve bölgeler arasında adaletsiz dağıtıldığı, sürekli artmakta olan bir yoksul kesim varlığı yeni bir yaklaşım arayışına girmişlerdir. Çünkü çevre kirliliği insan sağlığını olumsuz etkilemekte, doğal kaynakların sınırlı olması da kalkınmanın bugünü ve yarınını etkilemektedir. Bu yüzden 1970’li yıllarda hızlı sanayileşmenin,

(19)

çevre ve doğal kaynaklara verdiği zararları verdiği zararların önemine vurgu yapan sürdürülebilir kalkınma kavramı ortaya atılmıştır. Sürdürülebilir kalkınma kavramı 1980’li yıllarda olgunlaşmaya başlamış, 1990’lı yıllar da sosyal hayatın iyileştirilmesi ve insan ihtiyaçlarının karşılanması temeline dayandırılmıştır (Han ve Kaya, 2008:233).

Çevre ile ilgilenen ekonomistler, doğal kaynaklarının ihmal edilmesinin uzun vadede ekonomik büyümenin dayanıklılığını tehlikeye atacağından endişe etmektedirler (Thampapillai 2002). Bu nedenle ekonomik kalkınmayı maksimize etmek için doğal kaynakların korunması gerekmektedir ” (Pearce ve Turner 1990, 24).

1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu (WCED) tarafından “Brundtland Raporu (Ortak Geleceğimiz Raporu)” hazırlanmıştır. Rapora göre sürdürülebilir kalkınma kavramı; “Gelecek kuşakların ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini tehlikeye sokmaksızın, bugünkü kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini sağlayan kalkınma” şeklinde tanımlanmıştır (Thirlwall, 1994:226).

Bu yaklaşım çevrenin korunmasının yanında ekonomik, kültürel, ahlaki, toplumsal özellikleri de içinde barındırmakta, bugün ve gelecek nesiller arasında bir eşitlik ilkesi içermektedir (Çelik, 2009:115).

Kalkınma kavramının ortaya çıkmasında bu değişim anlayışı önemli bir yere sahip olduğu düşünülebilir. Kalkınma anlayışının sürekli bir değişim içinde olduğunu ve zamanla kapsamının genişlediği söylenebilir. Dolayısıyla kalkınma teriminin tek bir tanımı bulunmamaktadır.

Kişi başına düşen milli geliri az olan ülkelere göre kalkınma, gelirlerini sürekli ve kendi kendini idame edecek bir şekilde arttırabilme süreci olarak, tasvir edilebilir (Düğer ve Dulupçu, 2000: 478).

Kalkınma, sadece üretimin ve kişi başına düşen gelirin artışı değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyo kültürel yapının da değiştirilmesini ve geliştirilmesini kapsamaktadır. Bu sebeple de kalkınma, ekonomik faktörlerin yanı sıra toplumsal, kültürel, psikolojik etkenlerle de ilişkilidir (Ildırar, 2004:5; Koçak, 2009:729).

(20)

Kalkınma, bir ülkede üretimin ve kişi başına düşen gelirin istikrarlı bir şekilde artırılması, başta teknolojik yapı olmak üzere ekonomik, siyasal, hukuki ve sosyo-kültürel yapıların da değiştirilmesi, yenileştirilmesidir (Çelik, 2009: 78).

Yukarıdaki tanımlamalardan yola çıkılarak, kalkınmanın zamanla gerçekleştirilebildiği, bu süreç içerisinde milli gelir artışının yanı sıra ülke/insanlık refah düzeyinin; teknolojik gelişmelerin içselleştirilip geliştirilerek, hukuksal iyileştirmelerin yapılarak, kültürel kaynaşmaların sağlanarak sürekli olarak arttırılması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Bu süreçte ihtiyacımız olan kaynaklar ise kalkınmanın temel dinamiklerinden sağlanmaktadır.

1.2. Kalkınmanın Temel Dinamikleri

Ülke kalkınmasını sağlamak için; belirli faktörlerin bir araya gelerek sosyo-kültürel, iktisadi, siyasi ve teknolojik yapıların bir değişim süreci ile geliştirilmesi gerekmektedir. İktisadi olarak kalkınma için önemli olan faktörler kalkınmanın temel dinamiklerini oluşturmaktadır. Bunlar; sermaye birikimi, teknolojik ilerleme, nüfus, işgücü ve beşeri sermaye olarak gruplandırılmaktadır.

1.2.1. Sermaye Birikimi

Kalkınma iktisadında sermaye birimi birçok iktisatçı tarafından kalkınmanın en temel koşulu olarak gösterilmektedir. Sermayeyi iktisadi alanda her sorunu çözebilecek bir araç olarak görmeyi olayı basitleştirmek anlamına gelir. Teknolojik gelişmenin, sosyo kültürel etkilerin, girişimcilerin, siyasal düşünce gibi koşulların da kalkınma üzerinde önemli etkileri olduğu bilinmektedir. Az gelişmiş ülkeler yeterli sermaye stoğuna sahip olmasalar bile bu koşulları kalkınmayı etkilemeyecek yönde değiştirmeleri ancak sermaye birikimi ile mümkündür. Prebisch’e (1950) göre; kalkınma, sermaye birikimi ile oluşur ve ülkelerin kalkınmışlık düzeylerindeki farklılıkların asıl nedenini, her ülkenin uluslararası ticarette farklı düzeylerde uzmanlaşmış olması olarak göstermektedir. Başka bir ifadeyle gelişmişliği, az gelişmişliği, kalkınmaya ve kalkınamamayı uluslararası ticaret üretmektedir.

(21)

Uluslararası ticaret yapabilmek için kalkınmış olmak ve ticareti gerçekleştirilecek olan ürün ya da hizmetin fiyatının rakiplere göre düşük olması gerekmektedir. Ülke kalkınmasında; üretimdeki payın tarım sektöründen çok hizmetler sektörünün gerçekleştirmesi gerekmektedir. Hizmet sektörünün getirisi yüksek olduğundan dolayı kalkınmada etkili bir rol alacaktır. Bunu başarabilmek için yatırım gereklidir. Yatırımlar ise gelirden ayrılmış olan tasarruflar ile gerçekleştirilmektedir. Bu tasarrufların toplamı sermaye birikimini oluşturmaktadır.

İnsanlığın buhar gücünden faydalanmayı öğrenmesi; makineleşme sürecini başlatmış, endüstrinin gelişmesini sağlamış, emeğin verimliliğini arttırmıştır. Bu yolla sermaye birikiminin artması sağlanmıştır (Tellalbaşı, 2011: 27).

Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ülke kalkınmasında önemli etkileri olan ve geliştirilmesi ya da değiştirilmesi gereken sektörleri sermaye birikimi olamadan gerçekleştiremez. Sermaye birikimi her ülke için gelecek hedeflerine ulaşmak için gerekli olan bir araçtır.

Büyüme teorilerinde önemli bir yeri olan neo-klasik büyüme modelinde sermaye birikimi ekonomik büyümenin kaynağı olarak gösterilmektedir. Fakat sermeye birikimini sürekli arttırmak; azalan verimler yasasına bağlı olarak sermayenin marjinal verimliliği düşmektedir. Dolayısıyla uzun dönemde sermaye artışı ekonomiye sürekli bir büyüme sağlayamayacaktır. Bu süreklilik ancak teknolojik ilerlemelerle ve yeni üretim teknikleri oluşturularak sağlanabilir. Teori teknolojik ilerlemenin dışsal bir unsur olduğunu savunmaktadır (Altay, 2005:14).

1.2.2. Teknolojik İlerleme

Teknolojik ilerleme değişimden kaynaklı bir ürünün üretim maliyetini düşüren yeni süreçlerin başlatılması, birim girdi başına çıktı miktarını arttırmak ve bu gelişmelerle insan refahını arttırmak olarak tanımlanmaktadır (Rosenberg, 1982: 4)

Teknolojik gelişmenin çeşitli şekillerde sınıflandırılması mümkündür. Teknolojik gelişmeyi iktisadi büyümeye katkısına göre içerilmiş ve içerilmemiş teknolojik gelişme olarak ayrılabilir. İçerilmemiş teknolojik gelişme yönetim ve organizasyon

(22)

yapısında ki verimlilik artışları olarak tanımlanmaktadır. İçerilmiş teknolojik gelişme ise üretim de kullanılan makine ve teçhizatın yatırımlar sayesinde geliştirilmesi ile ortaya çıkar (Han ve Kaya, 2008: 271).

Kalkınma sürecinde üretim araçlarının gelişimi sürekli bir teknolojik ve bilgi üretimi ile durmaksızın geliştirilmektedir. Bu gelişim sürecinde doğa ve çevreye verilen tahribatları da arttırmaktadır. Fakat büyüme ve kalkınma süreci bir yıkma ve yeniden yapılandırma sürecidir. Dolayısıyla önemli büyüme ve kalkınma hamleleri gerçekleştirilirken meydana gelen tahribatı olağan karşılamak gerekmektedir. Çünkü bu sorunun çözümüne ulaşmak ve yapılan tahribatı telafi etmek, bu süreç esnasında meydana gelen teknolojik ilerleme ve bilgi birikimi ile mümkündür (Kaynak, 2003; 21-22)

Günümüzde çok hızlı bir şekilde potansiyel olarak herkesin ulaşılabileceği düzeylere kadar ucuzlayan bilgi teknolojileri uluslararası değişim ve dönüşüm sürecini hızlandırmaktadır (Giddens, 2000: 24).

Teknolojik gelişmelerden en çok etkilenen alan ekonomidir. Bu değişim, süreci ekonomik alanla sınırlı kalmamakta, zamanla sosyal, politik, kültürel ve toplumsal yapının değişimine zemin hazırlamaktadır (Erkan, 2007: 7).

Teknolojik gelişmeler işgücü piyasalarını etkilemiş, verimlilik ve rekabet gücü kazanımını arttırmıştır. Yenilenen büyüme kalkınma modellerinde teknoloji içselleştirilmekte, ileri teknoloji kullanımının ancak nitelikli işgücü varlığından yola çıkılarak eğitimin ve beşeri sermayenin önemi vurgulanmaktadır (Çelik, 2009: 25).

1.2.3 Nüfus, İşgücü Beşeri Sermaye

Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin yüksek doğum artış hızı ve buna ek olarak sağlık alanındaki meydana gelen olağan üstü gelişmeler sonucunda ölüm oranlarındaki büyük düşüle meydana gelen nüfus patlaması Lewis’ in sınırsız emek arzı ile kalkınma kuramını ortaya çıkarmıştır. Bu kuram da ülkelerin kalkınmasında sınırsız işgücüne sahip oldukları söylenmektedir. Kalkınma için ihtiyaç duyulan nüfus hiçbir güçlük yaşanmadan tarım sektöründen temin edilebilir (Han ve Kaya, 2008; 118).

(23)

Nüfusun işgücüne dâhil olan kısmı beşeri sermayenin kaynağını oluşturmaktadır.

Beşeri sermaye insan faktörünü kapsamı içine alan sermayenin bir versiyonu olup, gelecek kazanımları veya hedeflerin kaynağını teşkil etmektedir (Schultz, 1972: 1 ). Ekonomik büyüme sürecinde karşımıza çıkan emek, sermaye, doğal kaynaklar ve girişim şeklinde tanımlanan klasik üretim faktörlerinin günümüz ekonomik gelişmelerini açıklamakta yetersiz kalmakta, fiziki sermayeye verilen önemin uzun vadede yetersiz kalacağından büyüme açısından önemli olan unsur beşeri sermayedir. Beşeri sermaye; üretime dâhil olan işgücünün, üretim faktörlerini verimli kullanmasına olanak sağlayan bilgi, beceri, tecrübe, dinamizm gibi pozitif değerler toplamı olarak tanımlanmaktadır (Eser ve Ekiz Gökmen, 2009: 42).

1990’lı yıllarda gerçekleşen teknolojik gelişmelerle birlikte, ekonomik yapılanmalarda değişimler başlamış olup, bilgi üretimin temel faktörü olarak kullanılmaya başlamıştır. Böylece sanayi toplumunda fiziki sermayenin yerini beşeri sermaye almıştır (Çinko, 2003: 1-2).

Azariadis ve Drazen, her bireyin eşit şekilde teknolojik bilgiye erişimi olduğunu kabul ederek; genç işçilerin zamanla daha donanımlı hale geleceğin, bu bilgi birikiminin, verimliliği arttıracağını ve dolayısıyla işgücü kalitesinin ve üretimde saat başı çıktı miktarının artacağını savunmuştur (Azariadis ve Drazen, 1990, 509-510).

Sonuç olarak kalkınmak için ülkelerin tamamen sermaye birikimine bağlı bir model kullanmak yerine, sermaye birikimini fiziksel ve beşeri sermaye miktarını arttırmak için bir araç olarak kullanması gerekmektedir. Ülke üretim hacmini genişletebilmesi, toplumsal refah düzeyini arttırabilmesi için teknolojik ilerlemeleri ve beşeri sermaye gelişiminde en önemli unsur olan eğitimi göz önünde bulundurması son derece önemlidir.

(24)

Daha önceki bölümlerde bahsedildiği üzere kalkınma kavramı 2. Dünya Savaşı’ndan sonra önem kazanmaya başlayan, gün geçtikçe kapsamını genişleyen ve küreselleşme süreci ile birlikte artan toplumsal refah düzeylerini belirgin bir şekilde tüm ülkelerin bir yarış içerisinde yükseltmeye çalışmasına neden olmuştur.

Bu iktisadi kalkınma yarışından geri kalmak hiçbir ülkenin arzu edeceği bir, durum değildir. Her geçen gün daha fazla mal ve hizmet üretimi yapılan dünyada, toplumların ihtiyaçları daha iyi karşılanmakta ve refah düzeyleri arttırılmaya çalışılmaktadır. Kalkınma sadece maddi yaşamın sürdürülebilmesi için değil, bunun yanında toplumun yüksek kültür ürünlerini üretebilmesi ve hedeflerini gerçekleştirebilmesi için gerekli bir süreç ve uzun süreli bir yarıştır (Han ve Kaya, 2008; 5).

Hirschman (1996:50)’a göre kalkınmak için kişi başı milli gelir artışı yetersiz kalmakta, her biri ayrı ayrı uzmanlık gerektiren, sağlık, eğitim, barınma, gelir dağılımı adaleti gibi konuları da içeren hedeflere de ulaşabilmek gerekmektedir.

Yukarıdaki açıklamalardan yola çıkıldığında toplumsal refah artışının sürekli olarak arttırılabilmesi için uluslararası rekabet koşulları göz önüne alındığında ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarda kalkınmanın öneminin ortaya çıktığı görülmektedir.

1.3.1. Ekonomik Açıdan Önemi

Bilindiği üzere az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin temel hedefleri ekonomik kalkınma ya da ekonomik büyümedir. Büyüme gereklidir fakat gelişme için tek başına yeterli değildir. Ekonomik büyüme, bir ülkede kişi başı üretim artışı ya da gelir artışı anlamına gelmektedir. Ekonomik kalkınma ise çıktı dağılımında ve ekonomik yapıdaki iyileşme eşliğinde ekonomik büyümeyi ifade etmektedir. Bu değişiklikler, yoksul kesimin refahının artışı, tarım sektörünün GSMH’deki payının azalarak sanayi ve hizmet sektörlerinin payının artması, işgücünün eğitim düzeyinin artması ve teknolojik reformlara uyum sağlanması ile gerçekleştirilebilir (Nafziger, 2006; 15). Büyümenin kaynağının oluşturulmasında sermaye birikimi önemlidir. Ekonomik büyümeyi sınırlayan beşeri sermaye ve fiziki sermayedeki eksikliklere odaklanmak gerekmektedir. Böylece bu faktörlere yatırım yapılabilir. Her hangi bir sorun

(25)

çözümlenirken ekonomik kalkınmayı etkileyen diğer faktörlerde göz önünde bulundurulmalıdır. Ekonomik kalkınma neden sonuç ilişkilerine dayalı karmaşık bir süreçtir. Bu süreçte ilişkiler gelişim sürecinin merkezinde yer almaktadır (Dang ve Pheng, 2015; 23).

Gelişmiş ülkeler kalkınma için sanayileşmesini tamamlamış olduğundan bilgi teknolojileri üzerine odaklanmış ve bir bilgi toplumuna dönüşmüşlerdir (TMMOB Sanayi Kongresi 2007 Oda Raporu, 2007;4). Az gelişmiş ülkelerin izleyecekleri kalkınma yolu ise kaynakların etkin ve verimli kullanılarak GSMH artışını gerçekleştirebilmektir. Bu yolla izlenecek para, maliye gibi makroekonomik politikalar da belirlenmiş olacaktır. Kalkınma stratejilerinde yatırımlar kalkınmanın ana kaynağı olarak görülmektedir. Bu görüş, ekonomini yatırımlar olamadan büyümesinin mümkün olmadığını, dolayısıyla kalkınmanın gerçekleştirilemeyeceği temeline dayanır. Az gelişmiş ülkelerde sanayinin kalkınmada önemli bir rol oynaması sanayinin önemini açıkça göstermektedir (Kar ve Taban,2015;65).

Kısacası ekonomik kalkınma, sermaye birikimine bağlı olarak yatırımların gerçekleşmesine, gerçekleştirilen yatırımların doğru politika ve nitelikli iş gücü ile üretim artışının sağlanmasına ve sonucunda GSMH artışı ile mümkündür. Bu artış ülke ve toplum refahında artış sağlayacak, artan refah işgücünün verimliliğini ve büyümeyi arttıracaktır. Fiziksel olarak gözlemlenebilen bu artışlar sosyal hayatı da pozitif olarak etkileyecektir.

1.3.2. Sosyal Açıdan Önemi

Kalkınmanın en önemli kaynaklarından olan sermaye birikimi ekonomik olarak etkili bir araç olarak kabul edilse de ekonomik olarak kalkınmak tek başına yeterli görülmemekte, bunun yanı sıra toplumsal refah düzeyinin arttırılması, sosyal, kültürel yapının iyileştirilmesi de kalkınma kavramının kapsamına dâhil edilmelidir.

Sosyal kalkınma, yaşam koşullarının iyileştirilmesini amaç edinmiş, genel olarak hizmetler yönünden önemsenen kalkınma konularını kapsamaktadır. Bu konular; eğitim, sağlık, altyapı, çevre olarak isimlendirilebilir (Tolunay ve Akyol, 2009;119).

(26)

Kalkınmışlığın ölçülmesinde beslenme, sağlık, eğitim, barınma gibi asgari düzeylere ulaşamayan ülkeler azgelişmiş olarak kabul edilmektedir. Bir diğer ölçüt ise gelişmiş ülkelerin ulaştıkları düzeylerin yani doyum noktalarının temel alınarak ölçülmesidir. Belirli bir kalkınma düzeyine ulaştıktan sonra ihtiyaçların karşılanma düzeyi gelişmişliğin ya da azgelişmişliğin ölçülmesinde kullanılır (Taban ve Kar, 2015; 14). Dolayısıyla az gelişmiş ülkelerin sosyal refah düzeyinin gelişmiş ülkeler düzeyine çıkarılması kalkınma sürecinde etkili olacaktır.

Kalkınma anlayışındaki değişim süreci toplum yapısının birçok yönden etkileyecek önemli değişikliklere sahiptir. Sürdürülebilir kalkınma anlayışıyla birlikte sosyal yapıdaki olumlu değişim süreci de karşımıza çıkmaktadır. Bu değişim sürecinde sosyal yapıda iyileşme ve güçlendirme uğraşı içerisinde; sosyal yapının bir bütün olarak her düzeyde gerçekleştirilmesi gerekliliğidir. Başta bireyler, aileler ve çalışanlara sağlanan sosyal hizmetlerde iyileştirmeler yapılır (Peteers, 2012; 21-22). Bu süreçte yapılan iyileştirmeler sosyal olarak refah düzeyinin arttırılmasında etkili olabilmektedir. Toplumların refah düzeylerinin arttırılmasında, uzun vadeli planlamaya, devamlı olarak gelişen ekonomik ve sosyal kalkınmaya, donanımlı bireylerin ve toplumun işbirliği içerisinde olduğu bir sosyal hizmet anlayışına gerek vardır (Özmete, 2010; 90).

Küresel yarış sürecinde ülke ekonomileri sürekli olarak bir büyüme çabası içerisindedirler. Bu çaba ülkeleri üretime yönlendirmektedir. Üretim süreci gerçekleştirilirken hem çevresel faktörler hem de toplumsal faktörler göz önünde bulundurulmakta. Dolayısıyla doğa korunmakta, çevresel kaynaklar etkin verimli kullanılmakta, toplumsal refah düzeyi de sürekli artmaktadır. Bu da kalkınmanın sosyal açıdan önemini göstermektedir.

1.3.3. Siyasal Açıdan Önemi

Batılı ülkelerin hep daha ileriye ve daha iyisine doğru gitme anlayışını birçok alanda gözlemlemek mümkündür. Bu gidişatın demokrasiye doğru olduğu gözlemlenmektedir. Kalkınma ve gelişmişlikle zamanla demokratik yapı daha da

(27)

güçlenmiştir. Ekonomik kalkınma ile demokrasi ilerlemesinin arasında doğrudan ilişki vardır (İnsel, 1991: 18).

Demokrasi siyasetle ilişkili olduğundan siyasi yapının güçlü ve istikrarlı olması ülke kalkınmasında etkili olmuştur. Dünya ülkelerinde ekonomik kriz zamanlarında demokrasinin negatif bir yönde ilerlediği, kalkınmanın olduğu dönemlerde ise demokratik yapının ve sosyal hakların iyileştiği gözlemlenmiştir (Akıncı, 2015; 45). Aisen ve Veiga (2010,24-25) “Siyasi istikrarsızlık ekonomik büyümeye nasıl etki

eder?” adlı çalışmalarında, 1960 ve 2004 yılları arasında 169 ülke üzerinde yaptıkları

analizler sonucunda; siyasal istikrarsızlığın fiziksel ve beşeri sermayeyi olumsuz etkilediği ve iş gücünün çalışma performansını düşürdüğü sonucuna ulaşmışlardır. Siyasal istikrarsızlık bir belirsizlik sürecidir. Bu süreçte büyüme oranları önceki dönemlere göre belirgin bir düşüş göstermektedir. Bu etki hükümet değişikliği zamanlarında da gözlemlenmektedir. Dolayısıyla ekonomik olarak ülke olumsuz yönde etkilenecek, sermaye birikimi azalacak, yatırımlar azalacaktır (Alesina, Özler, Roubini ve Swagel, 1996; 189-190 : Barro 1991;5).

Siyasi güç ve ekonomik performans ilişkisinde başlıca faktörlerden biri, istikrar ile doğru orantılı olarak gelişme gösteren yatırımlar ve yatırımların doğrudan etkilediği milli gelir artışıdır. Bunun doğal bir sonucu olarak milli gelir artışı toplumsal refah artışını etkilemektedir (Karahan ve Karagöl, 2014; 2).

Bu açıklamalara göre ülkelerin kalkınmasında siyasal olarak istikrarın sağlanması ülke kalkınması için yatırımların gerçekleşmesine, gerçekleştirilen yatırımlar milli gelir artışına, milli gelir artışı ise refah düzeyine pozitif yönlü bir etki yapmaktadır. Bununla birlikte siyasi iktidarın bu başarıları ülkenin uluslararası saygınlığını da arttırmış olabilecektir.

1.4. Bölgesel Kalkınma Kavramı

Kalkınma, az gelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkeleri yakalayabilmesi ya da yakınlaştırılması, bir anlamda uluslararası alanda bölgesel farklılığın giderilmesi

(28)

olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gelişmeler bölge ve kalkınma kavramlarının birlikte ele alınmasına yol açmıştır (Arslan, 2005;276).

İktisat literatürüne bir çalışma alanı olarak bölgesel kalkınma, 1950’li yıllarda bölgesel iktisadın kurucusu olarak kabul edilen W. Isard tarafından ABD’de ortaya atılmış ve ardından birçok bilim adamı bu konuda çalışmalar yaparak bölgesel kalkınma literatürünün oluşmasını sağlamışlardır (Tüylüoğlu ve Karakaş, 2006: 197).

Bölgesel kalkınma kavramı geniş yere ve artan bir ilgiye sahiptir. Bölgesel kalkınma, bölgenin potansiyel kaynaklarının harekete geçirilmesi, girişimcilerin teşvik edilmesi, bölgenin istihdam ve gelir düzeyinin arttırılması bunlara bağlı olarak hayat standartlarının iyileştirilmesi olarak tanımlanabilir (Beer, Clower, Maude, Haughton, 2004, 1). Dolayısıyla bölgesel kalkınma, kalkınması gereken bölgenin yatırım düzeylerinin yükseltilmesini, böylece bölgede ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesini hedeflemektedir. Bölgenin yapısının analiz edilmesi uygulanacak politika araçlarının belirlenmesi bölge açısından önemlidir. Böylelikle bölgenin ekonomik potansiyeli ortaya çıkarılacak ve hızlı bir kalkınma süreci başlatılabilecektir (Çoşkun, 2004). Bölgeye ait verilerin etkin olarak kullanımı dolaylı olarak ulusal planlamanın başarısında da etkili olabileceği düşünülmektedir. Ulusal planlamaya duyulan ihtiyaç bölgesel planlamaları da gerektirir. Bu da bölgesel planların asıl amacının ulusal planlara hizmet etmek olduğunu göstermektedir (Çelik, 2002; 16).

1.4.1. Bölgesel Kalkınma Politikaları

Bölgesel kalkınma politikalarının ortaya çıkış süreci 19. yy. klasik ekole kadar uzanmaktadır. 19. yy. dan 1929 ekonomik buhranına kadar ulus devletler bölge olgusuna ulusal birliğe tehdit oluşturabilmesi kaygısı ile sıcak yaklaşmamışlardır. 1929 ekonomik buhranından 1973 petrol krizine kadar geleneksel bölgesel kalkınmaları, 1973 petrol krizinden sonra ise yeni bölgesel kalkınma politikaları ortaya çıkmıştır (Yılmaz,2011).

Bu bağlamda 1980’li yıllardan sora yeni yaklaşımlar geliştirilmiştir. Bu politikalar yeni bölgeselcilik anlayışı ile şekillenmekte ve günümüz bölgesel kalkınma

(29)

politikaları, bölge dinamizmi ile doğrudan ilişkili hale gelmiştir (Deviren ve Yıldız, 2014;22-23).

Az gelişmiş ülkelerde bölgesel kalkınma politikaları ile ilgili bilgiler sınırlıdır. Planlama tekniklerinin gelişmesi, teoride konunun geniş kavramlar halinde incelenmesine ve uygulamaların açıklığa kavuşmuş kalkınma modellerine dayandırılması ile mümkündür. Henüz bölgesel kalkınma politikasının temellerinin atılmadığı ülkelerde bölgesel kalkınmanın sağlanabilmesi için devlet müdahalesinin gerekliliği üzerine durulmuştur. Bazı ülkelerin mevcut programlarına bölgesel dengesizlikleri azaltacak önlemleri dâhil etmesinden sonra, iktisatçılar böyle bir politikanın nasıl olması gerektiğini tartışmaya başlamışlardır. Bölgesel kalkınma politikaları hazırlanırken gelişmiş ülkelerde gelir dağılımı adaletsizliğini önlemek, kaynak israfını azaltmak gibi konulara odaklanırken, az gelişmiş ülkeler de sınırlı kaynakları ile kalkınmanın başlatılacağı stratejik lokasyonun belirlenmesi ve bu noktalara gerekli kamu yatırımlarının gerçekleştirilmesine odaklanmaktadır (Açma, 1991; 19).

Yatırımların gerçekleştirilmeden önce yapılan araştırmalar ve analizler bölgesel kalkınma sürecinin başlatılabilmesi için hangi politikanın hangi bölgeye ne şekilde uygulanacağına karar verme sürecinde hata payını azaltacaktır. Bölgesel kalkınma için, az gelişmiş bölgelerde yatırımcılar için cazip fırsatlar sunulması, girdi başı çıktı miktarının arttırılması için teknolojik ve eğitim düzeyinin iyileştirilmesi, bölgeye ulaşım maliyetlerinin azaltılarak altyapı yatırımlarının hızlandırılması gibi politikalar uygulanmaktadır (Uzay, 2005; 54-55). Kutscherauer, Fachinelli, Hucka, Skokan, Suchacek, Tomanek ve Tuleja (2010) çalışmalarında bölgesel kalkınma politikaların değişimini aşağıdaki tabloda belirtmiştir.

Tablo 1.1. Bölgesel kalkınmaya yaklaşım geliştirme

Genel Paradigma

Mekânsal Eğilimler

Bölgesel kalkınma alt (destek) teorileri

Bölgesel Politika

(30)

Liberal, Müdahale olmayan, İçsel Kalkınma, Mekânsal gelişme, denge ve yakınsama eğiliminde olduğundan dolayı piyasa mekanizmasına müdahale etmeye gerek yoktur. Neoklasik büyüme modeli, içsel büyüme teorisi ve yeni büyüme

teorisi "İşçilere yönelik çalışma", işgücü hareketliliğini artıran araçlar. Keynesyen Müdahaleci Dışsal Kalkınma Mekânsal gelişme, dengesizlik, farklılık eğilimindedir ve bu nedenle piyasa süreçlerine müdahale etme ihtiyacı vardır. Kümülasyon teoriye, dengesiz kalkınma teorisine, kutup büyüme

teorisine, büyüme merkezleri ve büyüme eksenine, ihracat temel teorisine, çekirdek çevre

teorisine, üretim çevrimleri teorisine ve kâr

döngülerine, emeğin mekânsal bölünmeler teorisine, mezotomonom

teorisine neden olur

"Çalışanlara yönelik çalışmalar", yatırımların bölgedeki sorunlara girmesini teşvik eden araçlar. Tablo 1.1. Devamı

(31)

Marksist-Sosyalist Aşırı Müdahaleci Kalkınma Kalkınma bölgesel dengesizliğe eğilimli, mekânsal gelişmeyi planlamalı ve kontrol altına almalıdır. Marksist-sosyalist öğretinin mekansal boyutu, kriz teorisi, dengesiz gelişme görme-testere teorisi Uzaysal kalkınma, bölgesel pazar sinyallerinin dikkate alınmaması ve merkezi planya yapılması. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde uygulama. modern / "dönüştürülmüş" / neo-endojen gelişim / genel koşulların oluşturulması içsel girişimler / daha müdahaleci olmayan yaklaşım için. Kalkınma bölgesel dengesizlik eğilimi gösterir, bölgesel potansiyel kullanmak gerekir. Öğrenme bölgeleri teorisi, üretim bölgeleri teorisi, QWERTY teorisi, yol bağımlılığı teorisi Gelecekteki ağlar, küçük ve orta ölçekli şirketler, yenilikler, eğitimler

için iyi çevre koruma. Yerel ve bölgesel kurumlar kalite artışı, kooperasyon (rekabet ve işbirliği).

Kaynak: Kutscherauer ve diğerleri 2010.

1.4.2. Bölgesel Kalkınma Politikaları Araçları

Gelişmiş ve az gelişmiş ülkelere göre farklılık göstermekte olan bölgesel kalkınma politikalarının araçları, bu farklılıklar göz önünde bulundurularak şu şekilde sıralanabilmektedir (Kanberoğlu, 2008: 58).

(32)

- Kalkınmayı sağlayacak ekonomik varlıkların mali ve vergisel teşvik tedbirleriyle belirli yörelere yönlendirilmesi,

- Kalkınmayı sağlayacak gerekli kamusal yatırımların gerçekleştirilmesi, - Yönetim mekanizmalarının kalkınma sorununa adaptasyonun sağlanması, - Bölgesel planlamaların yapılması.

Modern bölgesel kalkınma anlayışı mikro düzeye kadar indirgenmiş olarak, küçük ve orta ölçekli işletmelere sermaye ve yatırım aktarılarak yeniliklerin gerçekleştirilmesi ve üretim ağının genişletilmesini hedeflemektedir (Ivanisin, 2004:44).

Modern bölgesel kalkınma anlayışında, ülkelerin tarihsel deneyimleri, ekonomik durumları, uygulanan farklı politikalar gibi nedenlerden dolayı ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte uygulamada bazı ortak özellikler göstermektedir. Başlıca benzerlikler şu şekilde sıralanmaktadır (OECD, 2001:182; EPRC, 2006:3; Bachtler and Yuill, 2001:11; Kara, 2008, s.54-56);

- Belirli bir bölgeden ziyade tüm bölgeleri kapsayan bir yaklaşımla ilerlenmesi,

- Ana önceliğin büyümenin bölgeler arası dengelenmesi yerine, her bölgenin imkân ve kaynaklarının en iyi şekilde kullanımı ile ulusal kalkınmaya etkisinin maksimize edilmesi,

- Bölgesel aktörler arasındaki kurumsal altyapının becerilerini geliştirmek için, beşeri sermaye ve üretim faktörlerinin geliştirilmesine gerekli vurgunun yapılması,

- Firmalar gibi küçük aktörlerin tek tek ihtiyaçlarının giderilmesi yerine, firmalar arası iletişim, işbirliği ve gerekli teknoloji transferleri yapılarak etkileşimin arttırılması,

- Kalkınması gereken bölgenin rekabet üstünlüklerinin belirlenmesi, belirlenen üstünlüklerin geliştirilmesi ve sürdürülebilir bir kalkınmaya odaklanılması,

- Yenilikçi bir yaklaşımla ortaya çıkan girişimcilerin bölge potansiyelinin ortaya çıkarılmasında temel amaç olarak görülmesi,

(33)

- Yatırımların gerçekleştirilmesi için gerekli altyapının hazırlanması ve uzun dönemli planların geliştirilmesi,

- Politik uygulamalar gerçekleştirilirken işbirliği ve koordinasyonu sağlayan birimlerin önderliğinde yerel yönetim, sivil toplum kuruluşları, özel sektör katılımcılarını merkezi yönetimin yatırımların sağlanmasına yönelik altyapıyı hazırlayarak önderlik yaptığı bir yaklaşımı içermesi olarak sıralanmaktadır.

Bununla birlikte gelişmiş ülkelerde gerçekleştirilen ekonomik, teknolojik yenilikler ve gelişmelerle birlikte bilgi stratejik bir kaynak haline gelmiş, toplumsal yapıda katılımcılığı ön plana çıkarmış ve bölgesel kalkınma politikalarında değişikliklere yol açmıştır (Sarıca, 2001; s.154-155). Sarıca bölgesel planlama ve gelişme sürecindeki değişimleri şu şekilde sıralamıştır;

- Sektörel gelişmelerin karşılıklı bağımlı olduklarının gösterilmesi ve içeriklerinin kapsamlı olması,

- Bölge için stratejik bir vizyon geliştirilmesi,

- Planlamanın ulusal ölçeklere ve taleplere uygun hazırlanması, - Politikaların değişen süreçlere esnek bir şekilde uyum sağlaması, - Bölgesel planların hazırlanmasına yerel katılımın sağlanması,

- Düzenli olarak yeni planları hazırlayacak, hazırlanmış planları güncelleyecek mekanizmaların kurulmasıdır.

1.4.3. Bölgesel Kalkınma İlke ve Amaçları

Bölgesel kalkınmanın ilkeleri genel olarak üç ana grupta incelenmektedir. Bunlar; sosyal fayda ilkesi, kalkınma kutbu ilkesi ve halkın katılımı ilkesidir. Ayrıca bölgesel kalkınmanın temel iki ana amacı olarak; nüfusun rasyonel dağılımı ve geri kalmış bölgelerin kalkındırılması gösterilmektedir (Dinler, 2001:199).

(34)

1.4.3.1. Sosyal Fayda İlkesi

Bölgesel kalkınma politikaları uzun vadede sosyal faydası yüksek olan yatırımların devlet tarafından yapılmasını gerektirir. Sosyal fayda ilkesinin gerçekleştirilmesine yönelik böyle bir durumda söz konusu yatırımlar olmadan bölgesel kalkınmadan söz etmek mümkün olamamaktadır (Takım, 2010;261).

Kıt kaynakların alternatif kullanım alanları arasında karar verme sürecinde özel fayda ile toplumsal fayda birbiri ile tam uyuşmamakta, serbest piyasa ekonomisinde girişimciler karlarını arttırmaya yönelik kararlar almaktadır. Karını arttırmak için ücret politikasının yanında, kendisine yüksek kar sağlayacak sektörleri ve altyapısı gelişmiş yöreleri seçmektedir. Dolayısıyla özel sektörün geri kalmış bölgelere yatırım gitmemesi olağandır. Bu durumda devlet yatırım görevini üstenmek durumunda kalacaktır (Açma, 1991: 21).

Bölgesel kalkınma politikasını ilk ilkesi olan sosyal karlılık için devlet, kısa vadede sosyal gelişmeyi uzun vadede ise ekonomik gelişmeyi hedefleyen yatırımlarını bizzat gerçekleştirmelidir. Devlet geri kalmış bölgelerin kalkınmasında girişimcileri özendirmeli, kamu kurumları aracılığıyla altyapı yatırımlarını tamamlamalı ve ek olarak bölgeye canlılık kazandıracak faaliyetleri gerçekleştirmelidir (Dinler, 2001:200).

Kısacası özel sektör yatırımcıları karlarını kısa sürede maksimize etmek için gelişmiş bölgeleri tercih etmektedir. Gelişmemiş bölgeler de sosyal kalkınma ise, devlet tarafından kısa sürede toplumsal refahı arttırıcı dinamik yatırımlar ile gerçekleştirilmektedir.

1.4.3.2. Kalkınma Kutbu İlkesi

Kalkınma kutbu ilkesi; bölgesel üretimin bütünleşmesi olarak Alfred Marshall ile başlayan ve 1940 ‘lı yıllarda Francois Perroux ile büyüme kutbu kavramı ile ortaya çıkmış bir teoridir (Niosi, 2005;3).

(35)

Gelişme bir sürükleyici endüstrinin varlığıyla ortaya çıkmakta, bu endüstrinin gelişim hızı diğer endüstrilerden daha büyüktür. Gelişme hareketinin merkezi olan bu endüstri, çevresine ekonomik, teknik, psikolojik ve coğrafik olarak bir kutuplaşma etkisinde bulunur (Açma, 1991: 21).

Kalkınma hareketinin belirli bir sektör ve belirli bir bölgede başlamış olması, tesadüfi bir olgu değil ekonomik kalkınmanın bir koşulu olarak görülmektedir. Kalkınma kutupları bu yönden dengesiz kalkınma anlayışı ile birbirini tamamlamaktadır (Dinler, 2012: 381-382).

Modern ekonomi teorisi, ekonomik kalkınmanın ülkenin her bölgesinde aynı anda ve hızda başlamadığını, gelişme sürecinin belirli bölgelerden başlayıp, diğer bölgelere yayıldığını göstermektedir. Kalkınma kutbunun oluştuğu bölgeler diğer bölgelere göre daha cazip merkezler olacak, daha fazla ekonomik hareketlilik ile hızlı gelişme gösterecek zaman içerisinde de diğer bölgeleri kapsayacaktır (Kaya, 2009; 26).

1.4.3.3. Halkın Katılımı İlkesi

Yerel hizmetler açısından, yerel yönetimler merkezi idarelerini küçültülmüş, halka dönük bir yönetim yapısına geçilerek yerel ihtiyaçların giderilmesi için daha demokratik yapı içerisinde halkın sorunlarına cevap verebilen, halkın katılımı ile oluşturulmuş bir yönetim örgüt yapısı ortaya çıkmıştır (Kamu Yönetimi Araştırması, 1992; 247).

Bölgesel kalkınmayı sağlamak için oluşturulacak kalkınma kutbunun başarılı bir şekilde oluşturulabilmesi için yöre halkının alınacak kararlarda ve uygulanacak politikalarda söz sahibi olması ile veya bir başka ifade ile ekonomik ve sosyal yapının bir arada işlemesi ile mümkündür (Açma, 1991;25).

Bu şekilde işlediği düşünülen gerçek bir bölgesel kalkınma politikasında, halkın karar alma sürecindeki rolü önemsenecek derecede fazladır. Halk karar alma sürecinde yer almadığında; uygulanacak olan politika halktan kopmuş bir yönetim tarafından hazırlanmış olup,politikanın başarısı rastlantısal olarak isimlendirilecektir. Bahsedilen

(36)

katılım her düzeyde birlik anlayışı içerisinde bölgesel kalkınma politikalarına canlılık kazandırarak, politikanın uygulandığı yöredeki faaliyetlerin, o yörede yaşayanlar tarafından da denetlenmesine imkân sağlamış olacaktır (Dinler, 2014;303).

Özetle halkın katılımı ilkesi demokratik bir yönetim anlayışının getirisidir. Bölge halkının dernek, meslek kuruluşu gibi çeşitli kanallar yolu ile yönetime katılması psiko-sosyal etkileri ile kalkınma programlarına canlılık kazandıracaktır (Kaya, 2009;27)

1.4.3.4 Nüfusun Rasyonel Dağılımı

Belirli merkezlerin gelişmesiyle birlikte bölgesel dengesizlik ortaya çıkmakta ve bu durum ekonomik kalkınmanın kaçınılmaz bir koşulu olarak karşımıza çıkmaktadır. Gelişme sürecine girmiş bölgeler, diğer bölgeler üzerine olumsuz etki yapabilmektedir, bunlardan biri az gelişmiş bölgelerden gelişmiş bölgelere olan göç hareketliliğidir. Bu göç hareketleri az gelişmiş ve gelişmemiş bölgelerin daha net görülmesini sağlamaktadır (Açma, 1991: 22).

Bölgesel gelişmişlik farklılıkları, bir yandan yoğun nüfuslu bölgelerin oluşmasını bir yandan nüfus yoğunluğu az olan bölgelerin ortaya çıkması etkisi oluşturan göç hareketliliği ile oluşmaktadır. Nüfus yoğunluğu dengesizliği ülke nüfusu rasyonel dağılımı amacının gerçekleştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Demokratik ülkelerde nüfusun mekânsal olarak dağılımı zorlama yolu ile gerçekleştirilemez. Bu durumda nüfus yoğunluğu azalmış bölgelerde kalkınmayı tetikleyecek sektör bulanarak, bölgenin ekonomik ve sosyal kalkınması sağlanarak gelişmiş bölgelere olan göç hareketliliği azaltılabilir (Kaya, 2009; 27).

Yatırımlar ile kalkındırılarak nüfusun dengelenmesini hedefleyen bu bölgeler denge metropolü olarak adlandırılmaktadır (Dinler, 2014;306). Bu metropoller nüfusun tüm ülkeye eşit dağılmasını ya da tüm nüfus hareketliliğin ortadan kaldırılmasını değil, nüfus kaybeden bölgelerde kalkınmaya elverişli sektörler harekete geçirilerek gelişmekte olan bölgelere doğru olan göçü durdurmayı hedeflemektedir. Böylelikle nüfusun rasyonel dağılımı teşvik edilmiş olur (Takım, 2010; 261).

(37)

1.4.3.5. Geri Kalmış Bölgelerin Kalkındırılması

Geri kalmış bölgelerin kalkındırılması ve nüfusun rasyonel dağılımı birbirini bütünleyici iki amaç olarak görülmektedir. Çeşitli bölgelerdeki demografik dengenin sağlanması bir yerde geri kalmış bölgenin kalkındırılması ile aynı anlama gelmektedir (Açma, 1991: 23).

Geri kalmış bölgelerin sosyal ve ekonomik kalkındırılmasında ülke kalkınma politikası arasında bir ölçü olmalı, milli kalkınma politikasında gösterilmiş olan hedeflere erişmeyi amaçlamalı, ülke bütünün kalkınmasını hedef almalıdır. Aksi halde kaynak israfı kaçınılmaz olacaktır. Bu bağlamda bölgesel kalkınma politikaları bölgeler arası farklılıkları azaltmayı amaçlamaktadır. Bazı bölgelerde bölgeler arası mutlak gelişmişlik farklılıkları çok fazla olmakta kısa dönemde bunu azaltmaya yönelik uygulanan politikalar, ulusal düzeyde kalkınma hızını yavaşlatabilir. Dolayısıyla ulusal kalkınma hızından ödün vermeden bölgeler arası farklılıklar giderilmeye çalışılmalıdır (Kaya, 2009;27).

(38)

2.BÖLÜM

BÖLGESEL KALKINMA AJANSLARI, GELİŞİMİ VE KUZEY ANADOLU KALKINMA AJANSI

2.1. Bölgesel Kalkınma Ajanslarının Tarihsel Gelişimi

18. yy. sanayi devrimi bazı ülkelerin hızlı sanayileşmesini sağlamıştır. Hızlı sanayileşmeyi gerçekleştirebilen ülkeler güçlü bir büyüme ivmesi yakalamışlardır. Çok hızlı gelişen bu ülkeler dünyada bölgeler arasında gelişmişlik farklılıkları ortaya çıkarmıştır. Bu farklılıklar 1929 Büyük Buhran ile daha da artmıştır (Akbulut ve Göküş, 2017;82). Bu koşullar altında makro ölçekli genel politikalar yerine mikro ölçekli bölgesel politikalara ve uygulayıcılarına ihtiyaç duyulmuştur.

Bu ihtiyaç dâhilinde yetki ve sorumlulukların merkezden daha alt kademede yer alan birimlere aktarılması konusunda genel bir fikir birliği sağlanmıştır. Özellikle ekonomik yapının idaresinde alınması gereken kararların karmaşıklığı, merkezi yönetimin karar alma sürecini zorlaştırmaktadır. Bu koşullar altında yetki ve sorumlulukların bölgesel ve yerel yönetim mekanizmalarına devredilmesi merkezi karar vericiler açısından da istenilebilir hale gelmektedir (Eraydın, 2010; 19).

Ekonomik kalkınma açısından daha az tercih edilen bölgeler merkezi hükümetlerden daha az destek almakta ve sürekli baskı altında kalmaktadırlar. Dolayısıyla bu tür bölgelere bölgesel kalkınma ajanslarının kurulmasının gerekli olduğu düşünülmektedir (Morgan, 1997).

Tarihte ilk bölgesel kalkınma ajansı Amerika Birleşik Devletleri’nde 1933 yılında kurulmuş olan Tennessee Valley Authority (Tennessee Vadisi Otoritesi) olarak karşımıza çıkmaktadır. Büyük buhran sonrasında Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) dönem başkanı F. D. Roosevelt tarafından başlatılan yeni gelişim planının bir

(39)

parçası olarak, Tennessee vadisinde sürekli olarak aşırı tarım uygulamaları sonucunda verimliliğini yitiren arazide farklı girişimleri gerçekleştirmek amacı ile kurulmuştur. “Yönetim kadar güçlü, aynı zamanda özel sektör kadar da esnek ve atak ” olması öngörülen ajans, bölgeye dev barajlar kurularak; hem tarım sektöründe verimliliği arttırmış hem de birçok girişimciyi bölgeye çekmekte başarıya ulaşmıştır (Filiztekin, 2008; 97).

Ancak Tennessee Vadisi Otoritesi okur-yazarlık ve eğitim düzeyi gibi sosyal sorunlarla ilgilenmemiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra eyalet düzeyinde sorunlara maruz kalan alanlar için girişimlerde bulunulmaya çalışılmıştır. Fakat eyaletler arasında farklılık olabileceğinden kaynaklı çekimserlik anlayışı ile 1946 tarihinde yayımlanan “tam istihdam yasası” ile tam istihdamı sağlamak amacına ulaşmak sorumluluğunu Federal Hükümet üstlenmiştir. Federal Hükümet verimlilik ve eşitlik ilkesi ile mevcut fonların tahsisini gerçekleştirmeye çalışmıştır (Watkins Erişim Tarihi: 2018).

İkinci Dünya Savaşı’nın vermiş olduğu zararlar bir yandan hızla gelişen teknolojik ilerlemeler bir yandan gelişmiş batı ülkelerinde bölgeler arasında ki farklılıkları daha da belirginleştirmiştir. Fransa’da kendi başına Paris ve çevresinin ülkenin diğer bölgelerin toplamından daha fazla gelişmişlik düzeyine ulaşması, İtalya’da kuzey ve güney farklılaşmasının iki farklı ülke boyutuna ulaşması, İngiltere’de Galler ve İskoçya’da bulunan sanayi bölgelerinin verimliliğini kaybetmesinden kaynaklı yeniden yapılanmaya ihtiyaç duyması, Avrupa ülkelerinde bölgesel kalkınma politikalarının ve politikayı uygulayıcı mekanizmaların ortaya çıkmasına yol açmıştır (Çalışkan, Erişim Tarihi: 2018 ).

Clark, Huxley ve Mountford (2010)’a göre Avrupa’da da kurulan kalkınma ajansları yıkılmış ilçeleri ve bölgeleri yeniden canlandırmak amacı ile kurulmuştur. Başlangıçta acil duruma kısa vadeli bir müdahale aracı olarak kullanılmıştır. Fakat Belçika, Fransa, Almanya gibi ülkelerde faaliyet gösteren kalkınma ajansları ekonominin yeniden canlandırılma sürecinde etkili olması kalkınma ajanslarının gerekliliğini göstermektedir (Clark, Huxley ve Mountford 2010;47).

Şekil

Tablo 2.1 Ülkemizde uygulanan bölgesel kalkınma politikaları
Tablo 2.1 Devamı  6.  Plan   (1990-1994)  -Uygulama için sosyal, idari ve  finansal boyutların  bütün olarak ele  alınması  -Uluslararası  standartlara uygun  istatistiksel  sistemin  uyarlanması  -Bölge ve bölge altı düzeyde planlama  Bölgelerde dengeli k
Tablo 2.1 Devamı  9.  Plan   (2007-2013)  -Ekonomik, sosyal  ve kültürel alanlara bütüncül bir  yaklaşım -İnsan  odaklı bir gelişme  ve yönetim anlayışı  - Şeffaflık, hesap  verebilirlik,  katılımcılık,  verimlilik ve  vatandaş  memnuniyeti  -Bölgesel  Pla
Tablo 2.2. Türkiye’de İBBS ve (NUTS)’a göre sınıflandırılmış bölgeler ve bölgesel  kalkınma ajansları
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu kapsamda yatırım destek ofisimiz 1 işletmenin (Aslı Tekstil) kurulmasında aktif rol oynarken, bu süreçte ciddileşme sürecine gelen 6 yatırımcıya hizmet verilmiş 2

29 Şubat 2012 tarihinde Ajans Personeline yönelik olarak düzenlenen ve Ajansımız Eğitim ve Toplantı Salonunda gerçekleştirilmiştir “Protokol Kuralları Eğitimi”

Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı ile Kastamonu, Çankırı ve Sinop illeri İl Kültür ve Turizm Müdürlükleri, İzmir Uluslararası Fuarı Alanı’nda düzenlene

Bu süreçte, öncelikle ulusal ve bölgesel düzeyde hazırlanmış üst ölçek planlardan ve diğer kalkınma ajanslarının bölge planı konusundaki bilgi ve

Satın Alma, İdari İşler ve Destek Hizmetleri Birimi 22.02.2011 tarihinde kurulmuş olup; 2012 çalışma yılına 1 Birim Başkanı, 1 Uzman, 2 Destek Personeli ile başlayan

öncelikle Korgun OSB’de uygun yer tahsisi hususunda danışmanlık sağlanmıştır. Daha sonra Hey Tekstil Firmasının Çerkeş İlçesi’nde yer alan atıl

Haftalık olarak Sinop ilinde faaliyet gösteren Bilim, Sanayi ve Teknoloji İl Müdürlüğü, KOSGEB, İŞKUR ve Organize Sanayi Bölgesi (OSB) temsilcileri ile birlikte toplantı

Sinop Valilik Toplantı Salonu’nda gerçekleştirilen İl Koordinasyon Toplantısı’na Ajansımız adına Sinop Yatırım Destek Ofisi katılmıştır. Kurumların