Medeniyetin ilk tarihi
Profesör Pittard, birinci
konferansını dün verdi
Değerli âlim diyor ki:
(--- --- --- N « O
d e v ird e a v la ya şıya n insanlar, h ayvan sürülerinin a r
kasından koştu lar. E vvelâ Anadolunun şah id olduğu va-
k a yi, beşerin h a ya t şartlarım ı tem elin den y ık ıp a ltü st e t
m em iş o lsa yd ı, bu hal A vru p a d a eb e d iye n b ö yle d e
vam edip g id e b ilird i
. »V__________________________________ _______
J
Ankara 22 — Cenevre Üniversi - tesi profesörlerinden Pittard mevzuu beyaz ırkların ve medeniyetin ilk tarihi olan bir seri konferansın ilkini bugün Halkevinde vermiştir.
M aarif Vekili Saffet Arıkan ve Türk Tarih ve Dil kurumlan başkan ve üyele rde M aarif Vekâleti erkânı, yüksek mektebler profesörlerde talebeleri ve seç- gin bir dinleyici kütlesi konferansta ha - zır bulunmuştur.
Konferans başlarken..
Profesör Pittard konferansa başlarken Türk Tarihi başkanı Haşan Cemil Çambel tarafından hazuruna takdim edilmiştir.
Fransızca verilen bu konferans aka - binde M aarif Vekâleti müfettişi Fethi îskenderoğlu tarafından aşağıdaki şekil de türkçeye çevrilmiştir:
Profesör Pittard Avurpa kıt’asmın eski coğrafyasile Avrupaya bitişik olan ve o devirlerde beşerin üzerinde yaşadığı ih timal dahilinde bulunan diğer kıt’alara dair bilinen şeyleri anlatmış ve bunlara dair projeksiyonla bazı resimler de gös termiştir.
Profesör Pittard şunları söylüyor: «— Akdeniz, bugünkü Tunusu Sicil ya’ya bağlıyan bir köprü ile tâli iki de nize ayrılmıştı. Marmara denizi yoktu. Karadeniz şimdikinden daha küçüktü. Britanya adaları Fransadan ayrılmış de ğildi.
Profesör Pittard
Büyük nehirlerin kudret ve tesirleri çok fazlaydı, denize döküldükleri yerler bugünkü mevkilerinden daha çok uzak lardaydı. Bugün denizden oldukça u - zak olan eski plajlar o tarihlerde suların altındaydı.
İlk coğrafya şartları
Beşer tarihinin bu periyodu esna - smda Fransadaki Masif Santralde - mer kezi platoda - indifalar hep devam etti. Hulasa beşer, mevcudiyetinin başlangı cında bugünkü coğrafya şartlarından bambaşka bir coğrafya içinde yaşıyordu.
Eğer medeniyet tarihine dair bazı mese leleri anlamak istiyorsak bu muhtelif fi zikî hâdiselere iyice nüfuz etmeliyiz.
O zamanki iklim vaziyeti bi
zim bugün tâbi olduğumuz ik
lime hiç benzemiyordu. Beşer
sıcak periyotlar yaşadı. Bun
ları muhtelif tiplerde kuru ve
ratip birçok soğuk periyotlar
takib etti.
İlk insanlar tarihi üzerinde bu iklim vaziyetlerinin çok büyük tesirleri görül - dü. İklimin şöyle veya böyle oluşuna gö re hayvanlar bazı müsaid yerlere topla - myorlar veya mevcudiyetlerini korumak için daha iyi şartlar aramak maksadile dağılıyorlardı.
İklimin şöyle veya böyle olu
şuna göre o devirde yalnız av
la yaştyan insanlar da yer de
ğiştiren bu vahşi hayvan sürü
lerinin peşinden ardı sıra git
meğe mecbur oluyorlardı.
İşte binlerce sene insanın
yaşayış şartları hep böyle de
vam edip gitti. Bu hal Avru-
pada ebediyen böyle devam
edip gidebilirdi. Eğer ilerde
mevzuu bahsolacağı üzere bu
memleketin yani Anadolunun
ilk olarak şahid olduğu vaka-
yi} beşerin hayat şartlarını te
melinden yıkıp altüst etmemiş
olsaydı.
Bugünkü hayvan mecmuası beşerin uzun sergüzeşti esnasında tanımış olduğu hayvan mecmuasının bir bakiyesidir.
O devrin insanı üç nevi değilse bile muhakkak iki nevi fili avladı. Bunlar an- tikfil ve mamuttur.
O nsan su aygırını yani ipopotamı ve merk - rinoserosu ile burun delikleri böl meli rinoseros olmak üzere iki soy rino serosu tanıdı.
Değişen vasıtalar arasında
beşer hayatı
Artık bugün ortada cinsleri tükenmiş olan hayvanlar arasında ezcümle pek büyük ayı, mağaralar aslanı, mağaralar kurdunu, mağaralar sırtlanını ve azı diş leri müthiş bir canavar olan maşerodusü sayabiliriz.
O devrin geviş getirici hayvanlarından da İrlanda turbiyerlerinde iskeletleri ga yet iyi muhafaza edilmiş bir halde bulu nan ve çok güzel bir hayvan olan büyük boynuzlu geyik zikrolunabilir.
$imal mmtakalarma göçetmiş olan hayvanlar arasında Ren geyiğile gulu ten adı verilen porsuğu ve A lp dağları havalisine göçetmiş olanlardan dağ ke çisini, yabani tekeyi, ve marmot adı ve rilen dağ faresini sayabiliriz.
Binaenaleyh coğrafik değişikliklerin ayni derecede ehemmiyetli biyolojik de ğişikliklerle müterafik olduğu görülmek tedir.
İşte bu kadar çok değişen vasıtalar içinde beşer hayatının tecelli ve tekâ - mül ettiğini göreceğiz. Bu hâdiseler ge - lecek konferansların mevzuları olacak - tır.»
Profesör Pittard konferansı içinde ırk lardan bahsederken Alpin ırkı aslının da Türk olduğunu kaydetti, (a.a.)
Profesör Pittar dün de
I ,
-H
f 4
- M a rt-
/,? 3
%
bir
Değerli
alimin
arzın
tarihi
hakkındaki
konferansı büyük bir alâka ile dinlendi
Profesör Pittar ve Ankara Halkevinde verdiği konferansı dinleyenler Ankara 23 — Cenevre Üniversitesi
profesörlerinden Pittar bugün saat 16 da Halkevinde kalabalık ve seçgin bir din leyici önünde ikinci konferansım vermiş tir.
Büyük bir alâka ile takib edilen bu günkü konferansında profesör Pittar hu lasaten şunları söylemiştir:
«— Jeologlar arzın tarihini, birinci, !- kinci, üçüncü ve dördüncü zaman olmak üzere dört kısma ayırmışlardır.
İnsanın üçüncü zamanında zuhur etti ği muhakkaktır. Fakat üçüncü zaman in- [ san bakiyeleri henüz keşfedilmiş değil
dir.
Dördüncü zamana beşer devri diyebi liriz.
Jeologların -pleistosen- dedikleri saf haya arkeologların yontulmuş taşocağı o- lan -paleolitik- devri tekabül eder.
Jeologların*-holosen- dedikleri safhaya da arkeologların -neolitik- safhası teka bül eder ki bu da cilâlı taş çağıdır.
Eski taş devri diye tercüme ettiğimiz paleolitik şelleen denilen devirle başlar ki bunu -aşöleem- devri takib eder.
Selleen devri sıcak ve ratip bir iklimle karakterizedir. Bunun böyle olduğunu nebatların ve hayvanların vasıfları ve ne- vilerile biliyoruz.
Bu devirde Paris arz derecesinde K a narya adaları defnesi gibi bir takım ne- ' batlar hudayi nabit olarak çıkarmışlardı.
Nehirlerin kenarında bir nevi rinose - ros ile antik filleri dolaşırdı. Sular içinde ipopotam ve molüskler yaşardı ki bugün bunlar ancak Afrikanm ve Asyanm sıcak mmtakalarında yaşıyabiliyorlar.
O devirde insanlar daha mağaralarda yaşamıyorlardı. Ancak soğuk periyotta mağaralarda yaşadılar. Önce nehir ke narlarında otururlardı. Buralarda av mahsulü çoktu, avlamak da kolaydı.
Esasen bu insanlar çokluk değildi. Bu günkü AvustralyalIlar veya Afrikanm cenubundaki (Buşman) 1ar gibi onlar da ihtimal küçük küçük kabileler teşkil etmişlerdi.
Silâh ve alet olarak kullandıkları baş lıca vasıta çakmaktaşı parçası idi ki bu nun her tarafını bu parçaya bir badem şekli vernıek üzere yontmuştu ve bu su retle bir âlet edinmişti. Bu aletlerin boy ları mütenevvidir.
Soğuğun sıcak periyot yerine kaim ol mağa başladığı bu iklim intikali devrine tekabül eden aşöleen devrinde de bu san’at berdevamdı. Yalnız çakmak taşı- i nın işlenmesi daha dikkatle yapılıyordu.
Aletin kenarlarını küçük ekla -edat lar çıkarmak suretile tekrar yontmuşlar - di. Bu ikind yontmalar aletin kenarlarını keskinleştirmiştir.
Bu devir insanlarının bakayasından pek az şey elde edilebilmiştir. Bu beşer ırkına aid keşifler ve elde edilen piyesle rin restorasyonu daha sonra anlatılacak tır.
Bizzat beşeriyetin kaynakları noktai nazarından -şelleen- medeniyeti ortaya çok mühim bir mesele çıkarmıştır:
Avrupada olduğu gibi Asya ve A fri ka kıt’alarında da -şelleen- devrine aid taştan el baltaları bulunduğuna göre aca ba bu aletin her üç kıt’ada birden mi i- cad edildiği, yoksa yalnız birinde yapı - lıp öbür kıt’alara oradan mı yayıldığı suali hatıra gelmektedir.
Bir noktai nazardan bu monojenisma veya polijenisma meselesi oluyor demek - tir.
Amerikaya gelince mesele daha ka - nşıktır.
Eğer Trenton’da bulunmuş olan şel leen karakterli aletler hakikaten şelleen devrinin aletleri ise o zaman Amerika nın ilk iskânına kadar görüşlerimizi yeni den tetkik etmemiz icab edecektir.
Fransada -dördogne- da mustiyer -moustier- mağarasından ismini alan -musteriyen- periyottur. Bu bilhassa glasiye devrine tekabül eder.
Bu devirde beşerin vücude getirdiği aletler bundan evvelkilere benzemez. Bu aletler büyük eklalarla yapılmıştır. Bun lar kesiciler, kazıcılar ve uçlardır.
Bu uçlara elde tutulan uçlar adı veril mişse de bunlara birer sap takarak kargı haline getirildikleri muhakkaktır.
Gene bu devirde insan ilk defa olarak
O zamanki usul ve merasime göre, ce- sed bükük olarak gömülüyordu. Cesedin yanma ahiret yolculuğu için lâzım olacak yiyeceklerle bir takım aletler ve silâhlar bırakıyorlardı.
Bugünkü Amerika yerlilerinden kır - mızı derililerin kabirleri her bakımdan bu usul ve merasimi andırmaktadır.
Avrupanm muhtelif yerlerinde Filis - tindeki - Galile - de yapılmış olan bir çok keşifler sayesinde bu devirdeki be - şer ırkının karakterlerini tamamile mey dana çıkarmak mümkün olmuştur. Gele cek konferansların birinde bunlardan bahsolunacağmdan bugünlük yalnız bu insanların şimdiki insanlardan tamamile ayn bir morfolojiye sahib olduklarını söy lemekle iktifa ediyoruz.»
Profesör yarın saat 16 da üçüncü bir konferans verecektir, (a.a.)
hayvan kemiklerinden de istifade etmiş tir. Fakat işe yarayacak kemikten alet - leri pek müstesna olarak imal etmiştir.
Beşer tarihinde insan gene ilk defa o- larak bu devirde ölülerine kabir yap - mıştır.
Prehistorik arkeolojinin kurucusu olan Gabriyel dö Mortive - Gabriel de Mor- tillet - bu kabir hikâyesine inanmıyordu. Fakat hâdise muhakkaktır. Muhtelif yer lerde bir çok defalar bu eserin delillerini elde ettik.
Profesör Pıttar uçuncu
I
|*
¿5 "
yt/la
rt
/?y„
*
konteransını dun verdi
Yontulmuş taş devrinin hususiyetlerini anlatan
âlim, heykeltraşlıkla gravürün o zaman
icad edildiğini söyledi
Ankara 24 (Telefonla) — Profesör! Pıttar bugün saat 16 da Halkevinde ü- çüncü konferansını verdi. Maarif Vekili Saffet Arıkan, Türk Tarih ve Dil Ku rumlan başkan ve azalan, yüksek mek - teb profesörleri ile kalabalık bir dinleyici kütlesi hazır bulundu.
Profesör, yontulmuş taş devrinin hu susiyetlerini tebarüz ettirdi. Meydana çı karılan iskeletlerden anlaşıldığına göre, o devrin büyük bir ehemmiyeti olduğunu söyledi ve dedi ki:
«— Yontulmuş taş çağından olan bu periyot bugün, bilhassa meydana çıkarıl mış olan bu devre aid birçok insan iske - letleri dolayısile pek büyük bir ehemmi - yet kazanmıştır ve bu iskeletler sayesinde ae bu epokta yaşamış olan insanların fi zik tipi tayin edilmiştir.
Beşeriyet hiçbir zaman ve mekânda bu kadar uzun boylu bir ırka sahib olmamış tır. Bu ırka «Kro-Manyon» adı verilmiş tir. Bu ad Dordonyadaki bir kaya sığma ğından gelmektedir.»
Profesör Pittar, Orinyosiyen devri in sanlarının kullandıkları aletleri söyledik ten sonra:
«— Bu devrin insanları, dedi, hey - keltraşlık ve gravür san’atlarını da icad etti. Fakat bu san’atlar bundan sonra gelen Magdaleniyen devrindekilerle kı yas kabul etmez derecede geridir. Orin- yasinyen devri bizi pek şayanı dikkat bir vakıa karşısında bulundurdu. «Baousse- Rousse» ve yahud Grimaldi adı verilen meşhur istasyonda bir mezara tesadüf edilmiştir ki bu mezarın içinde Avrupa - lılara aid olması ihtimali bulunmıyan iki insan iskeleti zuhur etmiştir.
Bunlar zenciye benzerler, işte bu iki is keletle Grimaldi adı verilen ırk meydana çıkarıldı.
Acaba nasıl oluyordu da bu Afrikalı- i lar burada bulunuyorlardı? Bunların ha len Afrikada bulunan tiplerden hangi zümreye nisbetle yakınlıkları vardı? Bun ların hakikî zenciler olmadıkları görül - düğü için Boşimanlarla rabıtaları meşe - leşi mevzubahistir.
Bu mesele henüz halledilmiş değildir. Fakat bulunan bu iskeletler, ilk beşer tarihi için, ortaya çok ehemmiyetli da - valar çıkarmıştır. Bunlar ayni zamanda preistorik coğrafya meseleleridir. Zira bu negroitlerin hangi yoldan geçtiklerini keşfetmek icab eder.»
Değerli âlim. Magdalénien san’atını izah etti. Heykeltraşlıkla gravürün, O - rinyasienler tarafından icad edildiğini söyledi.
Paristeki konferans
Paris 24 — Anadolu ajansının hu - susî muhabiri bildiriyor:
Paris Üniversitesi Türk Araştırma merkezi tarafından tertib edilen konfe - ransların üçüncüsünü Îstanbuldaki Fran sız Arkeoloji Enstitüsü direktörü Gab - riyel, vermiştir.
Gabriyel, Eskişehir - Seyitgazi civa - rında yapılan kazıların sahalarını anla - tarak bu araştırmaların yeni ve müspet neticeler vermemekle beraber Sari Teksi- ye’den ve Alman bilginlerinin araştırma- larındanberi arkeoloji âleminde bu mın- takaya aid yapılmış bazı fikir ve tahmin lerin yanlışlığını ve bu itibarla da neti - cenin pek ehemmiyetsiz sayılmıyacağını
z i - À ^ a r t
m
Medeniyetin ilk tarihi
Prof. Pittar, dördüncü
konferansını da dün verdi
Musteriyen devrine aid insan bakayası tetkik
edilmiş, bunların bize benzemediği anlaşılmıştır
Ankara 25 — Profesör Pittard, bu gün, «beyaz ırkların ve medeniyetin ilk tarihi» ne aid seri konferansının dördün cüsünü vermiştir.
Profesör şunları söylemiştir:
«— Tetkik eylediğimiz asrın uzun seyri esnasında yaşamış olan beşer ırkları birbirlerine benzememektedir.
Biz, şimdilik, bunlar arasında bir ka rabet tesisine çalışacak değiliz. Bu ırkla rı ayrı ayn nazarı itibara almak daha iyidir.
Bunların aralarındaki nisbet ve kara betlere aid faraziyeler çok zayıf farazi- yelerdir. Çünkü bunlar, ekseriya miktarı, az vak’alara istinad etmektedir.
Bize benzemiyen insan
«Musteriyen» devrinin soğuk periyo duna aid elimizde birçok insan bakayası yardır.
Bu bakaya, bize, bu devrin insan ti pini, öyle faraziyata müstenid değil, bilâ kis kat’î ve müspet olarak yeniden tayin ye teşkil etmek imkânını vermiştir.
Birçok karakterleri itibarile bu insan bize benzemiyordu.
Bizim gibi tam dik olarak durmuyor du.
Z ira belkemiğinîn büküntüleri, oyluk ye kaval kemiklerinin vaziyetleri kendi - sini tam manasile dik tutmağa müsaid değildi. Onun «dolikosefal» bir kafatası içinde büyük bir beyni vardı. Fakat bey ninin girinti ve çıkıntıları bizimkilerden daha sade idi.
Sağ elini kullanırdı. Çünkü vücudünün sağ tarafını idare eden sol nısıf dimağ küresi sağ nısıf dimağ küresine nazaran daha münkeşifti.
Bu ırkın ilk kafatası, garbi Almanya- da «Neandertal» adı verilen küçük bir mağarada bulunduğu için buna «Homo Neanderthalensis» Omo Neandertlensis adı verilmiştir.
Bu insanın adaleleri pek kuvvetli idil Kollarının ve bacaklarının kemikleri bi - ze bu hususta tam bir fikir vermektedir.
Elleri büyüktü. Ve büyük ayakları vardı. Kısa boylu idi. Boyu ihtimal 1.60 tan da aşağı idi. Boynu ve bacakları da kısa idi. Gövdesi kuvvetli idi.
Şüphesiz kafatası, amudu fıkari üze - rinde ufkî bir vaziyette duracak yerde, biraz öne eğilmiş tutuyordu.
Bizim bu ırktan geldiğimizi tasavvur etmek güçtür.
Çünkü bu ırkla kendi ırkımız arasında çok farklar vardır.»
Bu ırkın Avrupada münkariz olduğu nu söyliyen profesör, bu ırka mensub in sanların kafataslarının kendilerinden ev vel gelenleri olduğu gibi, dolikosefal ol duğunu ilâve etti.
Pittar’ın eşi kürsüde
Profesör Pittar’ın konferansından son ra eşi Mme. Pittar kürsüye gelmiş, ken disine ilim arkadaşlığı ettiği profesörün e- serlerini saymış ve:
En mühim eserleri, demiştir, Ge nel Savaşta ilham alarak yazdıklarıdır.» Romanların mevzularını da izah eden hatib demiştir ki:
«•— Bu eserlerin arasında bilhassa bi zi doğrudan doğruya alâkadar eden iki kitab vardır. 1928 de Anadoluda profe sörle beraber yaptıkları seyahatin intı - balarını bir kitab halinde tesbit etmiştir. İkincisi, Prinsesse de Lune, yani Mahi Peri ismindeki romandır.
Bu kitabları, Türkü anlıyan, seven ve olduğu gibi anlatan bir yazılar serisidir. «Anadoluda seyahat» kitabının neşri kendisini Amerika Coğrafya cemiyetine aza yaptırıpıştır.»
Sorbonda verilen konferanslar
Paris 25 — Türk dili tarih ve mede niyetine dair Sorbon’da verilmekte olan konferanslara bu hafta da devam edil - miştir. Dördüncü konferansı talebe mü - fettişimiz Avni Başman verdi. Cumhuri yet maarifine dair olan bu konferansa, Başman Türklerin İslâm medeniyetinin gelişmesinde oynadıkları büyük ve hâ kim rolü tebarüz ettiren bir tarihçe ile başladı. Farabî ve Mevlâna gibi İslâm felsefe ve kültürünün yüksek Türk var - lıklarından, Uluğ Bey gibi adile de Türk tanınmış şahsiyetlerin bilgi âlemine hizmetlerinden, ilk Türk üniversitelerinin garbde olduğu gibi dinî bir karakter gös terdiğinden bahisle osmanlı imparatorlu ğu kültür kurumlarımn tanzimatta, 1908 meşrutiyet devrinde, daha sonra Ziya Gökalpm Durkaymcı ve Turancı milli yetçiliği tesirinde geçirdiği değişmeleri kısaca anlattı. Nihayet Kemalizmin kül türe verdiği yüksek önem ve itibarla za ferden ve alfabe devrindenberi Türk kültür hayatında elde edilen başarıları ve bu kültürün gerek teşkilât ve gerek pren sip bakımından gelişme ve kökleşme se yirlerini rakamlar ve misallerle izah etti. Ve Halkevlerimizin halk terbiyesinde ve serbest kültür çalışmalarının ilerlemesin deki önemli varlığını anlatarak konferan sını bitirdi.
Altıncı konferans
Altıncı konferansı büyük bir kalaba - lığın ve büyük elçimiz Suad Davaz’ın da huzurile îstanbuldaki Fransız Arkeoloji Enstitüsü direktörü M. Gabriyel verdi. Konferans konusu «Türk evi» idi. M. Gabriyel projeksiyon kullanarak Türki- yenin cenub, şark, garb taraflarından ve orta Anadoludan aldığı ev tipleri üzerin de canlı bir analiz yaptı, (a.a.^
Medeniyetin menşeleri
M. Pittard, dün, Ankarada çok
mühim bir konferans verdi
Kıymetli âlimi dinleyicilere Profesör Bayan Afet
takdim etti ve İsmail Müştak Mayakon konfe
ransın kuvvetli bir tercüme ve izahını yaptı
Ankara 8 (Telefonla) — Profesör Pittard, «Medeniyetin Menşe’leri» adli konferansını bugün saat 11,30 da Halke- vinde verdi. Salon hıncahınç doluydu.
Bu arada İsmet İnönü ve bütün Vekil ler ve kordiplomatiğe mensub bazı şahsi yetler de dinleyiciler arasındaydı. Türk Tarih Kurumu Asbaşkanı Bayan Âfet, profesörün konferansından evvel şu kısa nutku söyliyerek değerli âlimi takdim
etti.
Bayan Afetin nutku
%■
«— Sayın dinleyiciler,
Size, Cenevre Üniversitesi antropolo - ji profesörü ve beynelmilel antropoloji ve arkeoloji enstitüsü reisi profesör Pittard’ı takdim ederim. Bu isim, Türk efkârı u- mumiyesine yabancı değildir. Onun eser lerini bütün Türk münevverleri tanımış tır. Gerek profesör Pittard, gerekse refi kası yüksek muharrir Madam Pittard’m bilhassa Türkiyedeki seyahatlerinde yaz dıkları yazılar, memleketimizi çok dosta ne anlıyan zekâların ve çok temiz ifade eden kalemlerin mahsulüdür.
Muhterem profesör, burada vereceği konferansla Türk tarihinin bütün derin liklerini ve asıl tezimizi kat’î surette te- yid eden vesikalarla isbat ve teyid ede - çektir. Muhterem profesörün İkinci T a rih kongresinde verdiği çok kıymetli kon- frans, bütün kongrenin takdirini kazan - mıştır. Şimdiki konferansı da bunlardan biri olacaktır.»
Profesör Pittard kürsüde
Bundan sonra, alkışlar arasında kür süye gelen profesör Pittard, çok temiz bir ifade ile, fransızca olarak konferansını verdi ve sık sık alkışlandı.
Konferansı müteakıb îamail Müştak Mayakon, profesörün izahatını şu suretle hülâsa etti:
«— Muhterem profesörün şimdi din lediğiniz çok kıymetli ve özlü konferan sını harfi harfine ve sadık bir tercüme ile sîzlere bildirmeğe ihtiyaç olmadığı gibi, buna zaman da müsaid değildir. Yalnız muhterem profesörün müsaadelerile tuta bildiğimiz notlara göre, konferansın ana hatlarını icmalen arzedeceğim:
Sayın profesör, (Biz, kimleriz? Yani insanlığın kıdemi hangi devre kadar çı kar? İnsanlık, yeryüzünün iklim müş külâtı, vahşi ve müfteris hayvanlar müş külâtı gibi, zorluklar arasında nasıl tekâ mül etmiştir? İnsan bu kadar sefalet ve ıstıraba nasıl katlanabilmiştir?) sualile söze başladıktan sonra konferansına şu su retle devam etmiştir:
Bir medeniyetin (maddî, manevî ve fikrî bakımlardan) inkişafını anlamak
birçok müşahedelere, birçok mukayese - lere, birçok tecrübe ve keşiflere mütevak kıftır. Yeryüzünde gelip geçen medeni yetlerin her biri bu inkişafı başka başka suretlerle elde etmiştir. Bu noktadan her kollektivite birbirinden azçok geniş, birbi rinden azçok mütebeddil manzara arze- der. Beyaz renkli beşeriyeti umumiyeti i- tibarile nazarı mülâhazaya aldığımız za man karşılaşacağımız vaziyet, bizi şöyle bir sualin cevabını araştırmağa tabiatile sevkeder: [İnsanlar, ilk zamanların hay vani ve behimî hayatından azar azar kur tulup bugünkü mevkilerine derece derece yükselmek için nasıl bir seyir takib etmiş, hangi merhalelerden geçmiştir?] Bu su alin cevabını tarihte yaptığımız araştırma lardan çıkan neticeler, bize şu suretle
ve-İnsanlar, bugünkü bale varabilmek i- çin ilkönce ferdî varlıklarının, ondan son ra aile varlığının, daha sonra kabile, ce maat ve klan varlığının muhafazasına ça lışmışlardır.»
İsmail Müştak Mayakon, profesörün bu noktadaki izahlarını ve bu gayeye e - rişebilmenin pek kolay olmadığı yolun - daki mütalealarım çok güzel ve bütün şü mulde hülâsa ettikten sonra entelektüel, fikrî ve bediî keşiflerin meydana çıktığı devri çok geçmeden insanlığın iki keşif daha elde ettiğini ve bunlarla insan ha yatının esasından değişmiş bulunduğunu, bunlardan birinin ziraat usulünün bulun- ! ması, diğerinin de hayvanların ehlileşti - rilmesi olduğunu anlattı ve hülâsasına şöyle devam etti:
«— Bu harikulâde keşifleri Avrupaya mal etmeğe imkân yoktur. Hububat ve ehlî hayvanatın vatanı neresi ise, nereden gelmişlerse bu keşifleri de oranın insanla rı yapmıştır. Bu vatan, Orta Asyadır. Orta Asyadan gelen insanlar, kendiliğin den yetişmesine ve kendi faydalarına yü rüyüp gelmelerine imkân olmıyan hubu bat ve hayvanatı nasıl getirmişlerse bu keşifleri de öylece kendi malları olarak getirmişlerdir. îstanbulda İkinci Tarih kongresinde de söylediğim veçhile eğer o
i
devirlerde Avrupa ile Asya arasında Şeddi Çin gibi yüksek bir duvar bulun- | saydı, eğer Asyadan Avrupaya gelmesi imkânı bulunmasaydı, biz, Avrupalılar, bugün bile o mezolitik devirde kalmış o- lacak ve primitif AvustralyalIlara benze miş bulunacaktık.Profesör, Türk yurdunun yeni mede niyetin geldiği yer olduğunu izah ettik ten sonra bu itibarla Anadoluya Avrupa- mn medeniyet ve kültür anası nazarile bakılacağını tasrih etmiştir.»
Prof. Pittar’m altıncı
konferansı
J
Profesör P itta r, dün altıncı konfe - ransını verm iştir. Değerli âlim, bu kon feransında k ab lettarih san’ata aid ilk keşfin yüzüncü yıldönüm ünü tes’id et - mek m üm kün olduğunu söylemiş, kab letta rih san’atta iki hususî vasfı teba - rüz ettirm iştir. M ağdaleniyen’lerin ha - yatına da tem as eden profesör ezcümle dem iştir ki:.
«— M ağdaleniyen’lerin m ağaralar - daki hâkleri ve resim leri m ağaraların en karanlık kısım larında, m ethalden 500, 600, 800 m etre ileride vücude geti rilm iştir. A rtistlerin ufacık lâm balarla sahayı tenvir etm ekte oldukları zanno- lunuyor. Fakat şayani h a y re t olan nok ta, şudur ki, bu artistler, bu kadar az tenvir vasıtalarına m alik oldukları h al de hayvanların nisbetlerini m uhafaza etm eğe m uvaffak olmuşlardır.»