BAKMAK: DENİZLİ KENTİNDE ORTA SINIFLARDA
KÜLTÜREL FARKLILIKLARIN YANSIMALARI
Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yüksek Lisans Tezi Sosyoloji Ana Bilim Dalı
Genel Sosyoloji ve Metodoloji Bilim Dalı
Barışcan KAYA
Danışman: Prof. Dr. Gönül İÇLİ
Mayıs 2018 DENİZLİ
Bu çalışmanın hazırlanmasında danışmanlığımı üstlenen ve çalışmanın her aşamasında akademik katkıları ve yerinde müdahaleleriyle yardımlarını ve desteğini hiçbir zaman esirgemeyen, tüm yoğunluğuna rağmen hoşgörüsüyle, kapısını sadece bana değil, tüm öğrencilere her zaman açık tutan tez danışmanım Sayın Prof. Dr. Gönül İÇLİ’ye;
Değerli katkıları ve emekleri için jüri üyesi hocalarım Sayın Prof. Dr. Hasan TÜZEN ve Sayın Prof. Dr. Kayhan DELİBAŞ’a;
SPSS Programını öğrenmede ve uygulamada büyük sıkıntılar çektiğim bu dönemlerde, yol göstericiliklerini ve desteklerini her zaman arkamda hissettiğim hocalarım Sayın Prof. Dr. Serkan GÜZEL ve “Yönetim Bilişim Sistemleri Bölümü” Bölüm Başkanı Sayın Prof. Dr. Selçuk Burak HAŞILOĞLU’na;
Lisans eğitimimden bu yana değerli görüşlerini ve yardımlarını esirgemeyen, beni Pierre Bourdieu sosyolojisiyle tanıştıran ve temellerini atan, İlişkisel Sosyolojiye merakımı her geçen gün daha da arttıran ve onunla fikir alışverişi yapmanın haklı gururunu her zaman yaşayacağım hocam Sayın Doç. Dr. Güney ÇEĞİN’e;
Lisans ve Yüksek Lisans öğrenimim boyunca Sosyoloji biliminde akademik katkılarıyla gelişmeme yardımcı olan tüm bölüm hocalarıma ve;
Yaşamımın her anında yanımda olan, bana maddi-manevi desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen ve sonuna kadar arkamda olduğunu bildiğim anneme, babama ve en kıymetlim kardeşime teşekkür ve minnetlerimi sunarım.
Ayrıca, her ne kadar tezi onlar yazmasa da bu zorlu süreçte; değerli görüşleri ve muhabbetleriyle motivasyonumu her zaman yüksek tutmaya yardımcı olan pek değerli dostlarıma,
Ve son olarak; araştırmanın yürütülmesi sırasında güler yüzünü eksik etmeyen Denizli Halkına teşekkürü bir borç bilirim.
Barışcan KAYA 2018
ÖZET
BEĞENİ TERCİHLERİ ÜZERİNDEN KÜLTÜREL VE SINIFSAL FARKLILIKLARA PIERRE BOURDIEU PERSPEKTİFİNDEN BAKMAK: DENİZLİ KENTİNDE ORTA SINIFLARDA KÜLTÜREL FARKLILIKLARIN
YANSIMALARI
KAYA, Barışcan
Yüksek Lisans Tezi, Sosyoloji ABD Tez Yöneticisi: Prof. Dr. Gönül İÇLİ
Mayıs 2018, 209 Sayfa
Bu çalışma, Fransız Sosyolog Pierre Bourdieu’nün Fransa’da 1979 yılında yayımlanan “La Distinction” eseri ilham alınarak, orta sınıflarda farklı beğeniler (tercihler) ve zevkler aracılığıyla oluşan kültürel farklılaşmanın Denizli ili özelindeki görünümlerini konu almaktadır. Araştırmada, Denizli ilinde belirlenen örneklem çerçevesinde kültürel sermaye ile beğeniler arasındaki ilişkiyi analiz ederek, farklı beğenilerin orta sınıf(lar)a mensup katılımcılar arasında kültürel bir farklılık yaratıp yaratmadığını sistematik bir şekilde ortaya koymak amaçlanmıştır.
Bu bağlamda araştırma verileri Denizli merkezinde yer alan Adalet, Saraylar Yenişehir (Merkezefendi), Deliktaş, Hacıkaplanlar, İstiklâl, Mehmetçik (Pamukkale) mahallerinde yaşayan toplam 250 katılımcıyla gerçekleştirilen anket ve görüşme tekniklerine dayanmaktadır. Buradan hareketle, toplumsal hiyerarşinin orta tabakalarına mensup bireylerin gündelik yaşam tarzlarını ve kültürel tüketim alışkanlıklarını sosyo-ekonomik ve kültürel değişkenler üzerinden sorgulamak, “kültürel sermayenin” Denizli ili özelinde yaşayan orta sınıf(lar)ın farklı fraksiyonlarına eşit olarak dağıtılıp dağıtılmadığı hakkında bir fikir sunacaktır.
Anahtar Kelimeler: Beğeni, Ayrım, Orta Sınıf(lar), Habitus, Kültürel Sermaye,
ABSTRACT
CONTEMPLATING CULTURAL AND CLASS DIFFERENCES IN TERMS OF LIKING PREFERENCES FROM PIERRE BOURDIEU’S PERSPECTİVE: REFLECTİONS OF CULTURAL DIFFERENCES OF MIDDLE CLASS(ES) IN
THE CITY OF DENİZLİ
Kaya, Barışcan
M. Sc. Thesis in Sociology Departmen Adviser of Thesis: Prof. Dr. Gönül İçli
May 2018, 209 Pages
This study, mentions the apperences of cultural differences of middle class in
Denizli, on account of different perspectives and pleasures, being inspired by the work, “La Distinction” published in France in 1979 by French Sociologist Pierre Bourdieu. In the research within the sample framework in Denizli, it is aimed to systematically clarify whether different tastes create a cultural variety among middle class(es) participants by analysing the relationship between cultural capital and tastes.
In this content, research data are based on questionaire and interview techniques which are made with 250 participants living in Adalet, Saraylar, Yenişehir (Merkezefendi), Deliktaş, Hacıkaplanlar, İstiklâl, Mehmetçik (Pamukkale) neighborhoods. From this point of view, examining daily life styles and cultural consuming habits of people who belong to the middle class of social hierarchy regarding by economic and cultural variations, will give us an opinion about whether “cultural capital” is delivered to the different fractions of middle class(es) living specially in Denizli equally or not.
Key Words: Taste, Distinction, Middle Class(es), Habitus, Cultural Capital, Economic
İÇİNDEKİLER
ÖZET………..i ABSTRACT………...ii İÇİNDEKİLER……….iii ŞEKİLLER DİZİNİ………...v TABLOLAR DİZİNİ………vi GİRİŞ...1 BİRİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE 1.1. Pierre Bourdieu Sosyolojisinin Ana Hatları ve Anahtar Kavramları………...51.1.1. Pierre Bourdieu Sosyolojisinin Ana Hatları………...6
1.1.2. Pierre Bourdieu Sosyolojisinin Anahtar Kavramları………17
1.1.2.1. Habitus………..18
1.1.2.2. Sermaye………24
1.1.2.3. Alan………...30
1.1.2.4. Kavramların Kullanımı İçin Temel İlkeler………34
1.2. “Distinction” (Ayrım) Üzerine……….36
1.2.1. “Distinction”a Yöneltilen Temel Eleştiriler………...42
İKİNCİ BÖLÜM ORTA SINIF(LAR) VE ORTA SINIF FRAKSİYONLARINDA YAŞAM STİLLERİ VE BEĞENİLER ÜZERİNDEN AYRIM 2.1. Orta Sınıf(lar)………47
2.2. Marx ve Weber’in Sınıf Görüşü………51
2.2.1. Marx’ın Sınıf Görüşü………...51
2.2.2. Weber’in Sınıf Görüşü………...56
2.2.3. Marx ve Weber’den Sonra Orta Sınıf………61
2.2.3.1. Wright’ın Neo-Marxist Sınıf Teorisi (Çelişkili Sınıfsal Mevkiler)…………62
2.2.3.2. Goldthorpe’un Neo-Weberyan Sınıf Teorisi……….66
2.3. “Distinction” Üzerinden Bourdieu’nün Sınıf Çerçevesi ve Küçük Burjuvada Hayat Tarzları ve Beğeniler Üzerinden Sınıfsal Ayrım………..70
2.3.1. Sınıfların Mantığı, Hayat Tarzları ve Sınıfların Yeniden Üretimi…………....72
2.3.1.1. Sınıfların Mantığı ve Sınıfların İnşasında Toplumsal Konumlar Uzamının Gerekliliği………73
2.3.1.2. Beğeni, Tüketim ve Hayat Tarzları Sistemi Arasındaki İlişki………....78
2.3.1.3. Toplumsal Sınıfların Yeniden Üretimi………..84
2.3.2. Küçük Burjuva ve Beğenileri Üzerinden Sınıfsal Ayrım……….89
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ARAŞTIRMANIN KAPSAMI VE METODOLOJİSİ
3.1. Araştırmanın Konusu, Amacı ve Önemi………103
3.2. Araştırmanın Evren ve Örneklemi………...103
3.3. Araştırmanın Materyal ve Yöntemi……….106
3.4. Araştırmanın Değişkenleri………..107
3.5. Araştırmanın Sınırlılıkları ve Uygulamada Karşılaşılan Güçlükler………107
3.6. Araştırmanın Hipotezleri……….110 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ARAŞTIRMA BULGULARI 4.1. Sosyo-Demografik Özellikler……….111 4.1.1. Sosyo-Ekonomik Durum………115 4.1.2. Eğitim Durumu………...122
4.1.3. Ailevi ve Ev İçi Durum………...128
4.1.4. Okuma Alışkanlıkları……….139
4.1.5. Kültürel Aktivitelere Katılım……….143
4.1.6. Boş Zaman Aktiviteleri………..153
4.1.7. Sosyo-Psikolojik Süreçler………..161
4.2. Hipotezler Arası İlişkiler……….164
SONUÇ………..184
KAYNAKLAR………..193
EK: ANKET FORMU………202
ÖZGEÇMİŞ………...209
ŞEKİLLER DİZİNİ
Şekil 1: Wright’ın Sınıf Haritası-I (Temel Versiyon): Çelişkili Sınıfsal Mevkilerin Kapitalist Toplumdaki Temel Sınıf Güçleriyle İlişkisi……….63 Şekil 2: Wright’ın Sınıf Haritası-I (Kapsamlı Versiyon)………..64 Şekil 3: Goldthorpe’un Sınıf Şeması………67
TABLOLAR DİZİNİ
Tablo 1: Wright’ın Sınıf Haritası-II………..65
Tablo 2: Goldthorpe’un Sınıf Şemasında Sınıf Konumları………...68
Tablo 3: Bourdieu’nün Sosyal Tabakalaşma Bağlamında Marx ve Weber’i Bağdaştırma Konumu………...71
Tablo 4: Katılımcıların Cinsiyet Dağılımı………..111
Tablo 5: Katılımcıların Yaş Dağılımı……….112
Tablo 6: Katılımcıların Medeni Durumu………112
Tablo 7: Katılımcıların Çocuk Sahibi Olma Durumları ve Çocuk Sayıları…………...113
Tablo 8: Katılımcıların Doğum Yeri………..114
Tablo 9: Katılımcıların Denizli’ye Nereden Geldiklerinin Dağılımı……….114
Tablo 10: Katılımcıların Mesleklerine Göre Dağılımları………...115
Tablo 11: Katılımcıların Baba Meslekleri………..116
Tablo 12: Katılımcıların Anne Meslekleri………..116
Tablo 13: Katılımcıların Eşlerinin Meslek Dağılımları………..118
Tablo 14: Katılımcıların Sevdikleri Bir İşi Yapıyor Olma Durumu………...118
Tablo 15: Katılımcıların Aylık Ortalama Geliri……….119
Tablo 16: Katılımcıların Gelir Düzeyi………119
Tablo 17: Aylık Gelirin Büyük Kısmının Hangi Harcamalara Gittiği Dağılımı……….120
Tablo 18: Geçim Sıkıntısı Olduğunda Öncelikler Hangi Masrafların Kısıldığı………..121
Tablo 19: Geçim Sıkıntısında Öncelikli Olarak Kimden Yardım Alındığı Durumu…...122
Tablo 20: Katılımcıların Eğitim Düzeyi (Sahip Olunan En Yüksek Diploma)………...123
Tablo 21: Katılımcıların Öğrenim Seviyeleri……….124
Tablo 22: Katılımcıların Cinsiyet Dağılımı ve Öğrenim Düzeyleri………...124
Tablo 23: Katılımcıların Baba Eğitim Durumu………..125
Tablo 24: Katılımcıların Anne Eğitim Durumu………..125
Tablo 25: Katılımcıların İş Seçimlerinin Eğitimleri Doğrultusunda Olma Durumu…..126
Tablo 26: Katılımcıların İyi Derecede Yabancı Dil Biliyor Olma Durumu………….. 127
Tablo 27: Katılımcıların Gelir Düzeyleri ve Eğitim Düzeyleri………...127
Tablo 28: Katılımcıların Yaşadıkları Aile Tipi………...128
Tablo 29: Katılımcıların Yaşadıkları Evin Kime Ait Olduğu Durumu………...129
Tablo 30: Katılımcıların Denizli’de ki İkamet Süreleri………..129
Tablo 32: Katılımcıların Bakmakla Yükümlü Olduğu Kişi Sayısı……….130
Tablo 33: Aile İçi Önemli Konularda Son Kararın Kim Tarafından Verildiği…………131
Tablo 34: Cinsiyete Göre Ailede Önemli Konularda Son Kararın Kim Tarafından Verildiği……….131
Tablo 35: Katılımcıların Yakınlarıyla Görüşme Durumu………...132
Tablo 36: Katılımcıların Mutfak Alışverişlerini Sıklıkla Yaptıkları Yerlerin Dağılımı. 132 Tablo 37: Katılımcıların Aileleriyle Dışarıda Yemeğe Gitme Sıklığı………133
Tablo 38: Aileyle Dışarıda Yenilen Yemekte En Sık Tercih Edilen Mekân…………...133
Tablo 39: Ailenin Giyim İhtiyaçlarında En Sık Tercih Edilen Mekân………....134
Tablo 40: Katılımcıların Giyim Tarzı Durumu………...135
Tablo 41: Katılımcıların Evlerine Misafir Gelme Durumu……….…136
Tablo 42: Katılımcıların Misafirlerine Sunduğu Yemek Tercihi………....137
Tablo 43: Katılımcıların Evlerindeki Mobilya Tarzı………..137
Tablo 44: Katılımcıların Mobilyalarını Nereden Aldıkları……….138
Tablo 45: Katılımcıların Ev İçi Durumu……….139
Tablo 46: Katılımcıların Düzenli Olarak Gazete Takip Etme Durumu………...139
Tablo 47: Katılımcıların Tercih Ettikleri Kitap Türü Dağılımı………...140
Tablo 48: Katılımcıların Dergi Takip Etme Durumu……….141
Tablo 49: Katılımcıların Günlük Haberleri En Sık Takip Ettiği Yerlerin Dağılımı…....142
Tablo 50: Katılımcıların Müze Ziyareti Durumu………...143
Tablo 51: Katılımcıların Resim Sergilerine Gitme Durumu………...144
Tablo 52: Katılımcıların Karnavallara/Festivallere Katılıma Durumu………...144
Tablo 53: Katılımcıların Konsere Gitme Sıklığı……….145
Tablo 54: Katılımcıların Bale veya Operaya Gitme Durumu……….145
Tablo 55: Katılımcıların Tercih Ettikleri Müzik Türü………146
Tablo 56: Katılımcıların En Sık Dinlemeyi Tercih Ettikleri Müzisyenler………..147
Tablo 57: Katılımcıların Herhangi Bir Müzik Aleti Çalma Durumu………..148
Tablo 58: Katılımcıların Müzik Aleti Çalmayı Nereden Öğrendiklerinin Durumu…....148
Tablo 59: Katılımcıların Sıklıkla Sinemaya Gitme Durumu………...149
Tablo 60: Bir Filmde Katılımcıları En Çok İlgilendiren Etken………..149
Tablo 61: Katılımcıların Film Türü Tercihleri………....150
Tablo 62: Katılımcıların En Çok İzlediği Televizyon Programı Tercihleri…………....151
Tablo 63: Katılımcıların Televizyon Sahip Olma Durumu……….153
Tablo 65: Katılımcıların Senelik İzinlerini Değerlendirme Durumu………..156
Tablo 66: Katılımcıların Yurtdışına Çıkma Durumu………..156
Tablo 67: Katılımcıların Yurtiçi/Yurtdışında Gezmekten Hoşlandıkları Yerlerin Durumu………..157
Tablo 68: Katılımcıların Düzenli Olarak Spor Yapma Durumu……….158
Tablo 69: Katılımcıların Düzenli Olarak Yaptıkları Spor Türleri………...160
Tablo 70: Katılımcıların En Çok Yapmak İstedikleri Spor Türü………....160
Tablo 71: Katılımcıların Kendilerini Yakın Hissettiği Bireysel Özellik……….161
Tablo 72: Katılımcıların Arkadaş Seçimlerinde Aradığı Bireysel Özellik……….162
Tablo 73: Katılımcıların Hediye Seçimlerinde En Çok Dikkat Ettiği Etken…………...163
Tablo 74: Cinsiyete Göre Meslek Dağılımı………164
Tablo 75: Yaşa Göre Meslek Dağılımı………...164
Tablo 76: Orta Sınıfa Mensup Katılımcıların Sınıf Fraksiyonlarına Göre Toplumsal Köken Değişimleri……….166
Tablo 77: Meslek ve Çocuk Sayısı İlişkisi………..167
Tablo 78: Meslek ve Aylık Gelirin Büyük Kısmının Harcandığı Yer Arasındaki İlişki 168 Tablo 79: Meslek ve Mutfak Alışverişi Yapılan Yer Arasındaki İlişki………...169
Tablo 80: Meslek ve Mobilya Tarzı Arasındaki İlişki………....170
Tablo 81: Meslek ve Boş Zaman Kullanımı Arasındaki İlişki………....171
Tablo 82: Meslek ve Yapılmak İstenen Spor Türü Arasındaki İlişki………..172
Tablo 83: Meslek ve En Çok İzlenilen Televizyon Programı Arasındaki İlişki………..173
Tablo 84: Meslek ve Tercih Edilen Kitap Türü Arasındaki İlişki………...174
Tablo 85: Meslek ve Tercih Edilen Müzik Türü Arasındaki İlişki………..176
Tablo 86: Meslek ve Giyim Tarzı Arasındaki İlişki………....177
Tablo 87: Meslek ve Takip Edilen Dergi Türü Arasındaki İlişki………....177
Tablo 88: Eğitim Düzeyi ile Gazete Okuma Arasındaki İlişki………...178
Tablo 89: Eğitim Düzeyi ile Müze Ziyareti Arasındaki İlişki……….179
Tablo 90: Eğitim Düzeyi ile Sinemaya Gitme Arasındaki İlişki……….180
Tablo 91: Eğitim Düzeyi ile Klasik Batı Müziği Eserlerini Bilme Arasındaki İlişki…..181
GİRİŞ
Pierre Bourdieu, 20. yüzyılın en önde gelen sosyologlarından biridir ve genel bir
toplumsal dünya kuramının müellifidir. Marx, Durkheim ve Weber’in çalışmalarını temel alan Bourdieu, toplumsal hiyerarşilerin yeniden üretilmesi ve hakimiyet mekanizmalarının yanı sıra, bireylerin toplumsal kökenleri ile tercih uygulamaları arasındaki ilişkiyi ele almıştır (Jourdain ve Naulin, 2016: 7). Son zamanlarda Türkiye’de de, Bourdieu’nün eserlerine yönelik girişilen ciddi çeviri faaliyetlerinin artması sayesinde, Bourdieu’nün düşünceleri Türkiye’de de yayılmaya başlamış ve dolayısıyla Bourdieu ekolüne olan ilgi artmıştır.
Bourdieu’nün sosyolojik araştırmasının merkezinde, toplumsal eşitsizlik biçimlerinin neden güçlü bir direniş olmaksızın devam edebildiği görüşü yer alır. Bunun cevabı Bourdieu’ye göre; kültürel kaynakların, pratiklerin ve kurumların, eşitsiz toplumsal ilişkileri idame ettirme işlevi görmeleridir. Kültürün iktidarla ilişkisi, Bourdieu’nün entelektüel tasarısının merkezinde yer alır. Kültürün sınıf iktidarının üzerini örtmesine ve toplumsal ayrımların aracı işlevi görmesine ilişkin analizi, çağdaş kültür sosyolojisine çok önemli bir katkıyı temsil eder (Swartz, 2015: 387). Bu bağlamda denilebilir ki; “kültür” insanlar arasındaki iletişimin ve etkileşimin zemini olmakla birlikte, aynı zamanda bir tahakküm kaynağıdır. Sanat, bilim, din hatta dil de dahil olmak üzere bütün simgesel sistemler, gerçeklik anlayışımızı şekillendirerek insanlar arası iletişimin temellerini oluşturmakla kalmaz, toplumsal hiyerarşilerin tesisine ve idamesine de katkıda bulunurlar. Kültür; inançları, gelenekleri, değerleri, dili kapsar; aynı zamanda bireyleri ve grupları kurumsallaşmış hiyerarşilere bağlayan pratikleri dolayımlar. Yatkınlıklar, nesneler, sistemler, kurumlar vs. hangi biçim altında olursa olsun kültür-iktidar ilişkilerini somutlaştırır. Dahası kültürün uzmanlaşmış üreticileri ve aktarıcıları olan entelektüeller bu arenaların ve kurumsallaşmış hiyerarşilerin şekillenmesinde kilit rol oynarlar. İşte günümüzün önde gelen Fransız sosyoloğu Pierre Bourdieu, bunu iddia etmektedir (Swartz, 2015: 11).
İşte bu çalışma da, Bourdieu’nün yukarıda belirtilen “iddiasından” yola çıkarak, Bourdieu’nün; Marx’ın “kağıt üzerindeki kurgusal teorik sınıflarına” ve Kant’ın
“üçüncü eleştirisine” karşı çıktığı, aynı zamanda sınıfsal tahakkümün kültürel
mekanizmalarını ifşa etme adına, sınıfsal perspektif ile kültürel analizi bir araya getirerek (kültür sosyolojisi ile sınıf çalışmalarının kesişimi) Fransız toplum yapısını alt fraksiyonlarından, egemen sınıfın en üst fraksiyonlarına kadar ayrıntılı bir şekilde ele
aldığı ve böylece, beğeni yargısının kökeni ve işleyişinin nasıl gerçekleştiğinin ifşasına soyunduğu eseri olan, “La Distinction”un temel çizgileri çerçevesinde, Denizli ilinde belirlenen, örneklem grubu oluşturan orta sınıf(lar)a mensup katılımcılar özelinde, kültürel sermaye ile beğeniler (tercihler) arasındaki ilişkiyi analiz etmeyi amaçlamaktadır.
Araştırma toplamda dört ana bölümden oluşmaktadır. Birinci ve ikinci bölüm araştırmanın “teorik” kısmını oluştururken üçüncü ve dördüncü bölüm “metodolojik” kısmını oluşturmaktadır. Buna göre; çalışmanın birinci bölümünde araştırma yelpazesi çok geniş olan Fransız Sosyolog Pierre Bourdieu’nün genel düşünüş çerçevesini verebilmek adına akademik hayatına, entelektüel gelişimine ve eserlerine değinilerek sosyolojisinin ana hatları ve ayrıca, Bourdieu’nün sosyolojisinin bütünündeki düzen ve mantığı anlayabilmek ve anlamlandırabilmek adına, kendi terminolojisinde diğerleriyle ilişki içerisinde anlam kazanan ve ayrıntılı çözümleme potansiyeline sahip olan anahtar kavramlarının (habitus, sermaye, alan) ayrıntılı olarak açıklanması amaçlanmıştır. Çünkü Wacquant’ın da ifade ettiği gibi; Bourdieu’nün çalışmalarının kapsayıcı ve sistematik olması ve aceleci ve indirgemeci okumalarla, çoğu zaman bölük pörçük bir halde algılanmış ve öğrenilmiş olması, onun çalışmalarının bütünündeki düzen ve mantığın anlaşılamamasına neden olmuştur. Dolayısıyla bu durum Wacquant’ın ifadesiyle; Bourdieu’nün entelektüel bir muamma olarak kalmasına yol açmıştır (2016: 14-15). Buradaki temel derdimizi oluşturan tam da bu noktadır. Yani yine Wacquant’ın ifadesiyle, bu muammayı çözme yolunda bir adım atma girişimi.
Bu bakımdan Bourdieu sosyolojisinin ana hatları açıklanmaya çalışılırken aşağıdaki beş madde ana iskeleti oluşturmuştur;
1) Bourdieu’nün sosyolojisinin, sosyal bilimleri uzun yıllar krize sokan düalizmlerden (karşıtlıkları) kurtulmaya çalışması ve bu ikilikleri aşma çabasıyla bir köprü görevi üstlenmesi,
2) Görünürde bağdaşmaz olarak görülen metodolojik bölünmeleri birleştirme çabasıyla sentetik bir yapı sergilemesi,
3) Toplumsal evreninin, “farklılıklar içinde ve farklılıklar aracılığıyla” acımasız bir rekabet alanı olduğunu belirtmesi,
4) Toplumsal hiyerarşi ve tahakküm sistemlerini simgesel iktidar sosyolojisiyle ele alarak toplum üyeleri tarafından bilinçdışı bir şekilde kuşaklar boyunca nasıl yeniden üretildiğinin ifşasında yol gösterici olması,
5) Bourdieu’nün sosyoloji dilinin (üslubunun) niçin karmaşık olduğu ve retorik tekniklerini neden bilinçli olarak kullandığı.
Bourdieu sosyolojisinin anahtar kavramlarında ise birbirleriyle ilişki içinde olan, hem bu dünyayı anlamak hem de ona etki etmek için tasarlanan, aynı zamanda sembolik iktidara karşı mücadele araçları olan ve bu bakımdan sadece birer araştırma aracı olmayan
“habitus”, “sermaye” ve “alan” kavramları ayrıntılı olarak incelenerek, kavramların
kullanımı için temel ilkeler üzerinde durulmuştur. Birinci bölümde ayrıca, bu çalışmanın amacını ve kuramsal çerçevesini tam anlamıyla verebilmek adına, Bourdieu’nün “Ayrım:
Beğeni Yargısının Toplumsal Eleştirisi” (Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste) eseri genel hatlarıyla incelenerek, eserin temel amacından, girdiği temel
hesaplaşmalardan ve kitaba yönelik en kuvvetli itiraz olan “kültürel hepçillik” modeli başta olmak üzere bazı temel eleştirilerden bahsedilmiştir.
Çalışmanın ikinci bölümünde, ilk olarak literatürdeki ana eksenlere bağlı kalarak orta sınıf(lar)ın genel özelliklerine yer verilmiştir. Daha sonra Marx ve Weber’in sınıf teorileri ve orta sınıf(lar)a özgü görüşleri açıklanarak, Neo-Marksist ve Neo-Weberyan yaklaşımların sınıf temelli görüşlerine değinilmiştir. Böylece Bourdieu’nün, Marx ve Weber’i bağdaştırma konumuyla “sınıf” meselesini nasıl yeniden çerçevelediğini ve konumuzla bağlantılı olarak Distinction’un temel çizgileri içerisinde, Bourdieu’nün küçük burjuvazinin farklı fraksiyonlarındaki yaşam stilleri ve beğeniler/hazlar aracılığıyla oluşan “ayrımları” nasıl ele aldığı incelenmiştir. İkinci bölümde son olarak ise, Türkiye’de ki orta sınıfın genel profili ve orta sınıf tartışmaları Osmanlı’dan günümüze ele alınmıştır.
Çalışmanın üçüncü bölümünde araştırmanın kapsamı ve metodolojisi verilmiştir. Bu bölümde araştırmanın konusu, amacı ve önemi, evren ve örneklemi, materyal ve yöntemi, değişkenleri, sınırlılıkları ve uygulamada karşılaşılan güçlükler açıklanmış ve araştırmanın hipotezlerine yer verilmiştir.
Çalışmanın dördüncü ve son bölümünde ise; araştırma bulgularına yer verilerek, ilk olarak farklı cinsiyet, doğum yeri, meslek, öğrenim ve gelir düzeylerinden 18 yaş ve üzeri olan Denizli ilindeki orta sınıf(lar)a mensup katılımcıların sosyo-demografik
özellikleri verilmiştir. Katılımcıların genel olarak, sosyo-ekonomik durumları, eğitim durumları, ailevi ve ev içi durumları, okuma alışkanlıkları, kültürel aktivitelere katılımları, boş zaman aktiviteleri ve sosyo-psikolojik süreçleri frekans tablolarına başvurularak değerlendirilmiştir. Daha sonra hipotezler arası ilişkiler ki-kare analizlerinden yararlanılarak, değişkenler arasında anlamlı bir ilişkinin olup olmadığı tespit edilmiştir.
Araştırmanın sonuç bölümünde, araştırma bulguları tartışmaya açılmış ve katılımcıların demografik özellikleri ve ki-kare analizleri göz önünde bulundurularak genel bir değerlendirme yapmak amaçlanmıştır.
BİRİNCİ BÖLÜM
KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE
1.1. Pierre Bourdieu Sosyolojisinin Ana Hatları ve Anahtar Kavramları
Çalışmanın bu bölümünde, oldukça farklı genel ilgiler ve özel bir tarza sahip
ampirik bir araştırmacı olan, toplumsal alanı sosyolojik anlamda çeşitli bakış açılarıyla ele alan Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nün genel düşünüş çerçevesini verebilmek adına, akademik hayatına, entelektüel gelişimine ve eserlerine kısaca değinilerek sosyolojisinin ana hatları açıklanmaya çalışılmış, daha sonra da David L. Swartz’ın da ifade ettiği gibi1; sadece birer araştırma aracı olmayan, aynı zamanda sembolik şiddete
karşı entelektüel birer mücadele silahları olan ve sosyolojiyi kuramsallaştırmaktan ziyade ilişkisel ve düşünümsel kılmaya çalışan, Bourdieu’nün sosyolojik analiz için anahtar kavramlarını (alan, habitus, sermaye) açıklamak amaçlanmıştır.
Bu şekilde bir açıklama yapmanın amacı, Wacquant’ın bizleri uyardığı üzere2
Bourdieu’nün çalışmalarının hem kapsayıcı hem de sistematik olması, çoğu zaman bölük pörçük bir halde algılanmış, öğrenilmiş ve özümsenmiş olması ve aynı zamanda yazım üslubundaki zengin stratejik dilinden kaynaklı olarak eserlerinin farklı dillere aktarılmasının zorluğunun aceleci ve indirgemeci bir okumaya yol açması, Bourdieu’nün düşüncelerinin ve onun sosyolojisinin tam olarak anlaşılamamasına yol açmıştır.
Bourdieu’nün kavram dünyasının zengin karmaşıklığı basit bir özeti neredeyse imkansız kılmaktadır. Bu kadar kapsamlı, karmaşık ve yaratıcı bir külliyata rastlamak zordur (Swartz, 2015b: 16). Oluşturduğu kavramlardan bazıları, örneğin “kültürel
sermaye” kavramı Amerikalı uzmanlar tarafından yaygın olarak ve çoğu zamanda
ustalıkla kullanılmış olmasına rağmen, eserinin bütünündeki düzen ve mantık büyük ölçüde anlaşılamamıştır. Böylece basitçe ifade etmek gerekirse; Bourdieu’nün eserlerinin Amerika’da alımlanması, bugüne dek her biri, belli başlı kitaplarından birinin damgasını taşıyan üç ana merkez etrafında gerçekleşmiştir: Eğitim uzmanları, “La Reproduction:
éléments pour une théorie du systéme d’enseignement” (Yeniden Üretim: Bir Eğitim Sistemi Kuramının Unsurları) üzerine yoğunlaşırlar, antropologlar ise Cezayir
1 Swartz, D. (2015a), “Bourdieucü Perspektiften Sosyolojik Analiz İçin Meta-İlkeler”. Bourdieu ve Tarihsel
Analiz, (der.) Philip S. Gorski, çev. Özlem Akkaya, (haz.) Güney Çeğin, Heretik Yayınları, Ankara.
2 Bourdieu, P. ve Wacquant, L. (2016), “Düşünümsel Bir Antropoloji İçin Cevaplar”, çev. Nazlı Ökten, İletişim Yayınları, İstanbul.
hakkındaki etnografileri ve “Esguisse d’une théorie de la pratique” (Bir Pratik Kuramı
Taslağı) geliştirdiği “habitus” ve “simgesel sermaye” kuramı üzerinde dururken, kültür,
estetik ve sınıf sosyologları “Distincition: Critique sociale du jugement” (Ayrım:
Yargının Toplumsal Eleştirisi) adlı eserine ağırlık verirler. Her grup diğerini yok sayar ve
Bourdieu’nün çeşitli alanlardaki araştırmalarını birleştiren organik, kurumsal ve ampirik bağların farkına varanlar çok az sayıdadır. Bunun sonucunda Bourdieu hâlâ bir entelektüel muamma olarak kalmaya devam etmektedir (Bourdieu ve Wacquant, 2016: 14-15). Wacquant, Bourdieu sosyolojisinin tam anlamıyla anlaşılabilmesi için bu muammayı çözme yolunda bir adım atmak gerektiğini belirtir, bu yüzden Bourdieu’nün sosyolojisinin ana hatlarına ve onun anahtar kavramlarına değinmek elzem bir konum teşkil etmektedir.
1.1.1. Pierre Bourdieu Sosyolojisinin Ana Hatları
Bourdieu üzerine yazmanın ilk güçlüğü, onun sosyolojisini sınıflandırmanın
imkansızlık düzeyinde zorluğudur. Zira o disiplinleri –sosyoloji, antropoloji, pedagoji, kültür tarihi, sanat, dilbilim, felsefe vs.- bir sıçrama tahtası olarak görür ve bu disiplinlerin sınırlarını aşarak ampirik ve kavramsal araştırmaya geçer. İkinci güçlük ise 1950’li ve 1960’lı yıllarda Fransa’da karakterize edilen ve entelektüel söylemin belirli bir örgütlenmesini yansıtan geniş bir disiplinler arası zeminden ortaya çıkan Bourdieu sosyolojisinin algılanma tarzlarının, takipçilerince eleştirel olmayan bir övgü ve bazı düşünürlerce kibirli bir yok sayma arasında kutuplaştırılmasıdır. Kuşkusuz bu gerilim hattı kısmen Bourdieu’nün sosyal bilimlerdeki yerleşik yaklaşımlara karşı aldığı eleştirel duruştan ve onun kavgacı söyleminin, müritler toplamaya veya düşmanlar yaratmaya eğilimli olmasından da kaynaklanmaktadır. Üçüncü güçlük ise Bourdieu’nün kavramsal çerçevesinin ve büyülü kelimelerinin (alan-habitus-sermaye gibi bağıntı yumaklarının) zengin karmaşıklığıdır. Kendine özgü kavramsal şebekesine kattığı her kavram ayrıntılı çözümlemeler vaat eden potansiyeller taşımakta ve böylece her bir kavram diğeriyle ilişki içinde anlam kazanmaktadır (Çeğin, Göker, ve Arlı 2014: 13).
Pierre Bourdieu’nün profesyonel kariyeri, eşine az rastlanır türde bir yukarı doğru hareketlilik hikayesidir. Marjinal kültürel ve toplumsal kökenlerden, Fransız entelektüel piramidinin tepesine, Collége de France’a yükselmiştir. 1930’da Güneybatı Fransa’da küçük bir kasaba olan Deguin’de alt orta sınıf bir ailede doğar. Çocukluğunu ve ilk gençliğini Béarn’in bu ücra kırsal bölgesinde geçirir ve yerel lehçeyi konuşur. Çok
yetenekli ve çalışkan bir öğrenci olarak, önce Lycée de Pau’ya, ardından prestijli bir okul olan Paris’te bulunan Lycée Louis-le Grand’a girer (1949-1951). 1951’de akademik açıdan elit bir okul olan Paris’teki Ecole Normale Supérieure (bundan sonra “ENS”) girer ve felsefe dalında aggregation (Fransa’da lise ve üniversitelerde eğitim kadrolarına alınmak için girilen, büyük rekabetin yaşandığı sınav) verir. Ayrıca Paris’teki Edebiyat Fakültesi’de dersler alır. ENS akademik başarı gösteren öğrencileri öğretmen olmaları için yetiştirmek amacıyla kurulmuştur. Bu okul aynı zamanda Fransız entelektüellerini yetiştiren başlıca okul haline gelmiştir. (Swartz, 2015b, 31-32).
ENS’e kabul edilmek, Fransa’nın aydın sınıfa üyeliğinin bir teminatıydı. Öğrenciler kabul edildikleri andan itibaren kamu görevlisi olarak kabul ediliyor ve onlara –Bourdieu’nün deyimiyle- “devlet soylusu” olarak düşünmeleri öğretiliyordu (Calhoun, 2014: 84). Yani Bourdieu’ye göre, ENS, hazırlık sınıfındaki genel sınavdan Ecole Normale Sınavına, seçilmişleri (ve özelliklede mucizeyle kurtulan kurbanları) kendilerini seçen okulu seçmeye, onları seçkin kılmış olan seçimin kriterlerini tanımaya olduğu gibi ardından, kuşkusuz taçlandırdıkları ölçüde de daha da çok çabayla, kraliçe disipline (felsefeye) yönelmeye götüren bir adanma sürecidir (Bourdieu, 2012: 15). Bu yüzden, Bourdieu sisteme karşı çıkmıştır. ENS’den çağdaşları olan Derrida ve Foucault da aynısını yapmıştır. Gerek Derrida gerek Bourdieu ENS’den en yüksek dereceyle mezun olmuşlar ve ikisi de dünya çapında ün kazanmıştır. Ancak ikisi de Parisli ünlü seçkin aydınlar için büyük ölçüde birer yabancı olarak kalmıştır. Derrida’nın önemli felsefe kürsülerinden birinde çalışması on yıllarca engellenmiş; dünyanın en ünlü ve etkili bilginlerinden biri olduktan sonra bile ikincil konumlarda hocalık yapmıştır. Bourdieu sadece tesadüfi durumlar sayesinde daha fazla kurumsal kariyer yapabilmiştir. Bunda Bourdieu’nün kariyerinin başlarında tanınmış bir sosyolog ve gazeteci Raymond Aron gibi güçlü kişiler tarafından desteklenmesi büyük rol oynamıştır. Öte yandan belki de daha önemlisi, geleneksel üniversite yapısının dışında sosyal bilimler için kurumsal bir temelin yaratılmasıydı. Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales (EHESS)’in varlığı Bourdieu’ye 1960’lı yıllarda alternatif bir araştırma merkezi ve yayın programı oluşturması için temel sağlamıştır (Calhoun, 2014: 84).
ENS’in tarihine bakıldığında alt sınıf ailelerden seçtiği öğrenci sayısının, çizdiği meritokratik imgeyi inandırıcı kılmaya yettiğini ortaya koyar. Ama gerek Bourdieu’nün gerekse başkalarının yaptığı araştırmalar şunu gösteriyor ki, ENS’de dahil olmak üzere
grandes école’lerin3 çizdiği meritokratik imge ayrıcalıklı ailelerden seçilen çocukların
ezici çoğunlukta olduğu gerçeğini gizleyen bir ideoloji işlevi görmektedir. Güneybatının en ücra köşesinde büyüyen Bourdieu’nün, ENS’deki sınıf arkadaşlarının çoğunun sahip olduğu kültürel ve toplumsal ayrıcalıkları paylaşması söz konusu olamazdı. Elbette Bourdieu, Parisli akranlarının genç bir “taşralı” gözüyle baktığı tek kişi değildir. Foucault da, Paris’in entelektüel mirasına konmuş öğrenciler arasında taşralı bir yabancıydı. Hatta, Bourdieu’nün belirttiği gibi kendisi de Derrida ve Foucault’da ortak olarak rastlanan kurum karşıtlığı yönündeki yatkınlık, kısmen, toplumsal ve kültürel açıdan Parislilerin hüküm sürdüğü bir çevre içinde kendilerine özgü geçmişleriyle birer yabancı konumunda olmalarına dayanıyor olabilirdi. Ancak yine de Bourdieu’nün egemen akademik kurum içerisinde kendini bir yabancı olarak algılaması ve eşine az rastlanır bir yükselişle entelektüel üne kavuşmasını sağlayan kuruma karşı ödünsüz bir eleştirel tavır sergilemesi, çok çarpıcıdır (Swartz, 2015b: 32-33).
1955’te Fransız sömürge yönetiminin son dönemlerinde, Bourdieu askerlik hizmetini yapmak üzere Cezayir’e gönderilmiştir. Daha sonra burada kalarak Algiers Üniversitesi’nde ders vermiş ve alaylı bir etnograf olmuştur. Bourdieu Cezayir’i basit bir şekilde incelememiş; onun içsel değişkelerini; sadece Fransız sömürgeciliği tarafından değil, Cezayir ulusal kimliğinin kırsal, kabilesel ve geleneksele karşı modern ve Arap olarak inşası nedeniyle de damgalanmış ve marjinalleştirilmiş bölgesel ve sözde azınlık olan topluluklarını araştırmıştır (Calhoun, 2015: 68). Bu yüzden Bourdieu’nün sosyolojisinin ve bakış açısının gelişiminde Cezayir’de ki bilimsel çalışmaları büyük rol oynamıştır. Kabil köylü hayatını ve onların kendi hayat tarzlarını tehdit eden ve değiştiren yeni bir para ekonomisine katılımlarını araştırmıştır (Calhoun, 2014: 86). Cezayir’deki sömürge yönetiminin ve savaşın korkunç gerekçeleriyle doğrudan yüz yüze gelen Bourdieu, sömürgeci kapitalizm ve yerli milliyetçilik arasındaki çatışmaların yol açtığı toplumsal felaketi anlamak için etnoloji ve sosyolojiye yönelmiştir (Wacquant, 2014a: 54). Bourdieu felsefe eğitimi almıştı fakat o Cezayir’de kendi kendini eğitmiş bir etnografa dönüşmüştür (Honneth’den akt. Calhoun, 2014: 86).
3 Fransa’da başlangıçta bilhassa teknokrat yetiştirmek amacıyla, üniversiteler haricinde kurulmuş (üniversitelere göre) daha seçici ve prestijli yüksek öğretim kurumları. Akademik olarak en saygın olanları
Ecole Normale Supérieure ve Ecole Polytechnique’dir. Ecole Normale Supérieure (ENS), lise ve üniversite
öğretmenlerini eğitirken, Ecole Polytechnique (Fransız Milli Savunma Bakanlığına bağlı askerî teknik okul) de üst düzey devlet memuru veya üst düzey özel sektör yöneticisi olmak üzere mühendis yetiştirir. (Bourdieu, 2017a: 29).
İlk kitabı “Cezayir Sosyolojisi” (1958) olan Bourdieu, ilk etnografik çalışmalarını Kabiliye’de gerçekleştirmiştir. Kitabında kolonyal kapitalizmin ve bağımsızlık mücadelelerinin pre-kapitalist toplumlarda yarattığı değişimler (kentleşme, ücretli emeğin artışı…) üzerine düşünceler içerir. Geleneksel Kabiliye toplumu üzerine antropolojik çalışmalar ve değerlendirmeleri daha sonraki yıllarda yazacak olacağı “Eril
Tahakküm”ün (1998) alt yapısını hazırlamıştır. Bourdieu bu kitabında cinsiyete dayalı
ilişkileri ve bu ilişkilerin oluşturduğu tahakkümü ele almıştır. Cezayir’den Fransa’ya geri dönen Bourdieu, Raymond Aron’un asistanı olarak “Avrupa Sosyoloji Merkezi” (1960) nin genel sekreteri olmuştur. 1964 yılında Jean-Claude Passeron ile birlikte “Varisler:
Öğrenciler ve Kültür”ü yayımlamıştır. Bourdieu’nün hem akademik hem de ticari
anlamda önemli bir başarıyla ilk tanışması, bu kitapla gerçekleşmiştir. Okul ve kültürel adetler bu dönemde üzerinde yoğunlaştığı konular olmuştur. 1968 yılında Bourdieu ile hocası Raymond Aron’un yolları ayrılmıştır. 1970 yılında ise Bourdieu ve Passeron okul üzerine yazdığı “Varisler” den daha kuramsal, yeni bir kitap yazarlar. “Yeniden Üretim:
Eğitim Sistemine İlişkin Bir Teorinin İlkeleri” isimli kitapta yazarlar okulun, fırsat eşitliği
sağlamak bir yana, toplumsal hiyerarşinin yeniden üretilmesine ve meşrulaştırılmasına katkıda bulunduğunu ortaya koymaktadır. Gitgide sosyoloji alanında daha merkezi bir konuma sahip olan Bourdieu, 1975 yılında, “Actes de la Recherche en Sociales” adlı dergiyi kurmuştur. Bu dergi hem kendisinin hem de meslektaşlarının ve öğrencilerinin çalışmalarını dünyaya gösterme fırsatını vermiştir. 1979 yılında ise, “Ayrım: Beğeni
Yargısının Toplumsal Eleştirisi” ni yayımlamıştır. Bu çalışmada, toplumsal sınıflar
arasındaki kültürel pratik farklılıklarını ortaya koymak için büyük ölçüde, “habitus” ve
“sermaye” kavramlarına başvurmuştur (Bu çalışmanın da ilham kaynağı olan bu eser,
yine bu çalışmanın daha ileri bölümlerinde ayrıntılı olarak ele alınacaktır). Sanat üzerine de çalışmalar yapan Bourdieu, 1992’de “Sanatın Kuralları” nı yazmıştır. Bu kitabında, sanatsal “uzam”ın oluşumunun ve işleyişinin tarihsel bir analizini yapar ve böylece kendi sosyal uzamlar sosyolojisini temsil eden bir eser ortaya koymuştur. 1993 yılında
“Dünyanın Sefaleti” adlı kolektif eserin editörlüğünü yapmıştır. Toplumsal acılara maruz
kalan bireylerin yaşamlarından kesitler sunan bu çalışma, Bourdieu’yü toplumsal sefalet içindeki kimselerin sözcüsü konumuna getirmiştir. 1996’da “Televizyon Üzerine” adlı polemik kitabını çıkarmıştır. Okunması kolay olan bu kitap Bourdieu’nün en çok satan kitaplarından biri olmuştur. 1997 ve 1998 yıllarında işsizler hareketine ve küreselleşme karşıtlarına destek vermiştir. Kendi siyasi tavır alışlarının bir derlemesini ise “Karşı
yaşında vefat etmiş ve geride muazzam bir eser bırakmıştır. (Libération (25.01.02) gazetesine göre 343 yayın). En çok satan kitapları “Televizyon Üzerine” ve “Dünyanın
Sefaleti” olmuştur. (Jourdain ve Naulin, 2016: 7-13).
Bourdieu’nün çoğu kez anlaşılması zor teknik ifadeler içinde yazılmış otuzdan fazla kitap ve yaklaşık dört yüz makalede ortaya koyduğu düşünceleri ilk bakışta, anlaşılmaz değilse de yıldırıcı görünür. Ancak bu şaşırtıcı şekilde ampirik konunun altında, Bourdieu’nün yazılarına büyük bir tutarlılık ve süreklilik kazandıran sınırlı sayıda teorik ilke kavramsal araç ve bilimsel ve siyasal niyet yatar. Bourdieu’nün sosyolojisinde, ilk önce miras kalan kategoriler, kabul gören düşünce biçimleri ve kültür ve rasyonalite adına teknokratlar ve entelektüellerin kullandıkları incelikli yönetim biçimleri eleştirilir. Daha sonra, yerleşik güç ve ayrıcalık kalıpları kadar onları destekleyen politikalar eleştirilir. Bu çifte eleştirinin temel direği toplumsal düzenin –mevcut hiyerarşileri, gönüllü değilse de, pratik kabule zorlayarak- keyfiliklerini maskeleme ve kendini sürekli kılma biçimlerini açıklama girişimidir. (Wacquant, 2014a: 56).
Wacquant, Bourdieu’nün özel entelektüel projesi ve tarzına ilişkin dört tespit ortaya koyar.4 İlk olarak, onun toplumsal eylem, yapı ve bilgi anlayışı kesinlikle düalizme karşıdır. O sosyal bilimlerde uzun yıllar süren tartışma çizgilerine damgasını vuran karşıtlıklardan kurtulmaya veya onları çözmeye çalışır.5 Bunlar öznelci ve nesnelci teori
biçimleri, toplumsal hayatın maddi ve sembolik boyutları arasındaki karşıtlıklar kadar, yorum ve açıklama, eşzamanlılık ve artzamanlılık, mikro ve makro analiz düzeyleri arasındaki karşıtlıkları içerir.
Tam da bu noktada; Bourdieu’nün sosyolojik projesinin çıkış noktası olan Batı merkezli entelektüel geleneğin sorunlarından biri olarak kabul edilen birey-toplum
4 Wacquant, L. (2014a), “Pierre Bourdieu: Hayatı, Eserleri ve Entelektüel Gelişimi”. Ocak ve Zanaat:
Pierre Bourdieu Derlemesi, s. 53-76, (der.) Güney Çeğin vd. İletişim Yayınları, İstanbul.
5 Talcott Parsons’un geliştirdiği sosyal sistem yaklaşımı 1950’li yıllarda sosyoloji araştırmalarının temel kuramsal çerçevesini oluşturmuştur. Bu yaklaşım üç ana özelliğe dayanmaktaydı: İşlevselcilik, pozitivizm (doğalcılık) ve sosyal nedensellik. İşlevselcilik toplumun kendisini oluşturan üyelerinden farklı ihtiyaçları olduğunu savunurken, pozitivizm; doğal bilimlerin yöntemlerinin sosyal bilimlerde de kullanılabileceği görüşüne dayanmaktaydı. Sosyal nedensellik ise sosyal bilimcilerin bir bireyin davranışının nedenlerini bildiklerini, o bireyin ise nedenler konusunda söyleyecek bir şeyi olmadığını vurgulamaktaydı. Parsons’un insan aktörünü dışlayan yaklaşımına tepki olarak “insanı geri getirmek” anlayışı 1960’ların ortalarından itibaren sosyolojiye egemen olmaya başlamıştır. Bu bağlamda, bireysel aktörün, sosyal teorinin odak noktası olduğu düşüncesinden hareket eden etnometodoloji ve sembolik etkileşimcilik gibi yorumsamacı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda mikro aktörlere aşırı bir vurgu yapılırken, makro aktörler ve konular geri plana itilmiştir (Yıldırım, 1999: 26). Bu bağlamda Bourdieu, sosyolojiyi uzun yıllardır krize sokan verimli birleşmeler ve sentezleri engelleyen “yapı-eylem düalizmini”, habitus kavramını öne sürerek aşma çabası içerisine girişmiştir.
düalizmine çözüm getirme ve temelden yanlış bulduğu “nesnelcilik-öznelcilik” çelişkisini aşma düşüncesiyle oluşturduğu, (Çeğin ve Tatlıcan, 2014: 305-313)6,
Bourdieu’nün sosyolojisinin anahtar kavramı olan “habitus”un (ileride üzerinde daha ayrıntılı durulacak da olsa) gelişimini gösterebilmek adına burada ayrı bir parantez açıp bu konu üzerinde biraz da olsa durma kanısındayım. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki; nesnelcilik ve öznelcilik çelişkisini derinlemesine inceleyip, sosyolojiyi krize sokan bu düalizmleri ayrıntılı bir şekilde ele alma gibi bir derdimiz olmayacaktır. Buradaki amaç az önce yukarıda da belirttiğim gibi bu çalışmada daha ileride ayrıntılı olarak ele alınarak incelenecek olan “habitus” kavramının gelişimini gösterebilmek ve bir zemin oluşturmaktır. Bunun için öncelikle Bourdieu’nün kısaca öznelcilikten ve nesnelcilikten nasıl bir kopuş gerçekleştirdiği ve ardından bu düalizmleri aşmada ilişkisel düşünmenin önemi vurgulanacaktır. Ayrıca söz konusu bu düalizmleri aşma çabası olarak Bourdieu’yü incelemek bizlere, Bourdieu sosyolojisinin ana hatlarını anlamamıza ve açıklık getirebilmemize yardımcı olabilir.
Sosyal bilimlerde ki düalizm problemi, sosyolojik teorinin sosyal yapıları konu edinmesi gerektiğini vurgulayan teorilerle, sosyolojik teorinin insan eylemlerini incelemesi gerektiğini öne süren teorilerin varlığı/karşıtlığı sonucu gelişmiştir. Sosyolojik teorinin belirsizliği ya da kriz konusu, Batı sosyolojisinin en önemli problem alanıdır. Kriz içindeki sosyolojiye ilişkin tartışmalarda iki temel görüş öne çıkmaktadır. Birinci görüş, sosyolojinin amacını yitirdiğini, onun sosyal gerçekleri açıklayamadığını, artık sosyolojiye ihtiyaç kalmadığını dile getirmektedir. Sosyolojinin sonunu ilan eden görüşler, genellikle post-modern görüşlere dayanmaktadır. İkinci görüş ise, sosyolojinin hala sosyal olanı açıklama konusunda önemli bir dayanak olduğunu, ancak bunu etkin bir şekilde yapabilmesi için öncelikle teorik ve metodolojik düzeydeki eksikliklerini gidermesi gerektiğini ileri sürmektedir. Yani ikinci görüş, sosyolojiye artık ihtiyacın kalmadığı gibi bir düşünüş tarzını reddetmektedir. Günümüz koşulları göz önüne alındığında, sosyolojiye asıl ihtiyacın şimdi olduğunu, çünkü bugün toplumsal alanda 19. Yüzyıla göre daha hızlı ve daha etkili bir dönüşümün yaşandığını ve yeni sosyal koşulların yarattığı geniş ölçekli problemlerin çözümlenmesinde sosyolojiden başka etkili olabilecek bir başvuru kaynağının olmadığını belirtir. Ancak sosyolojinin bunu
6 Çeğin, G. ve Tatlıcan, Ü. (2014), “Bourdieu ve Giddens: Habitus veya Yapının İkiliği”. Ocak ve Zanaat:
başarabilmesi için, öncelikle kendine dönmesi ve merkezi problemlerini acil bir biçimde çözmesi gerekmektedir (Esgin, 2008: 1-6).
Bourdieu, sosyal bilimleri krize sokan bu düalizmleri aşma adına öncelikle nesnelcilikten ve öznelcilikten kopmak gerektiğini belirtir:
“…Başlangıçta ritüeller, eş tercihleri, gündelik iktisadi davranışlar gibi en
mütevazi biçimleriyle pratikleri açıklamaya çalışıyor, bir yanda eylemi eyleyicisiz, mekanik bir tepki olarak gören nesnelcilik, öte yandan bilinçli bir niyetin kararlı bir şekilde yerine getirilmesi, kendi amaçlarını belirleyen ve akılcı hesapla faydayı azamiye çıkartan bir bilincin özgür projesi olarak tanımlayan öznelcilik olmak üzere iki tuzağa düşmemeye gayret ediyorum…” (Bourdieu ve Wacquant, 2016: 110).
“…Çok genel olarak söylemek gerekirse antropoloji, sosyoloji veya tarihte olduğu gibi, sosyal bilimler görünürde uyumsuz iki bakış açısı, görünürde uzlaşmaz iki perspektif arasında gidip gelir: nesnelcilik ve öznelcilik veya başka bir ifadeyle fizikalizm ve (fenomenolojik, semiyolojik, vb. farklı renkler alabilen) psikolojizm. Bir taraftan geleneksel Durkheimcı ilke doğrultusunda, “sosyal olgulara şeyler gibi muamele edilebilir” ve böylece olguların, sosyal varoluşta tanıma –veya yanlış tanıma- nesneleri oluşlarına borçlu oldukları her şeyi bir tarafa bırakabilir. Diğer taraftan, sosyal dünyayı faillerin bu dünya üzerine yaptıkları tahayyüllere indirgeyebilir ve sosyal bilimlerin görevi de böylece sosyal özneler tarafından çıkarılan “özetin özetini” çıkarmaktan ibaret olur…” (Bourdieu, 2014a: 193).
Bourdieu, öznelcilikten kopuşta sosyolojinin temel görevinin öneminden bahseder. Ona göre sosyolojinin temel görevi; tahakküm sistemlerinin, toplumun mensuplarınca bilincine varılmaksızın kendilerine dayatmasını sağlayan araçları açığa çıkarmak olduğu için, katılımcıların öznel algılarına başvurmak, açığa çıkarılması gereken tahakkümü sadece yeniden pekiştirme işlevi görebilir. (Swartz, 2015: 84). Yani sosyolojinin görevi, toplumsal evreni oluşturan çeşitli toplumsal dünyaların en derine gömülü yapıları kadar, bu yapıların yeniden üretimini ya da dönüşümünü sağlama eğilimi gösteren mekanizmaları da gün ışığına çıkarmaktır (Bourdieu ve Wacquant, 2016: 17). Ezilenlerin kendi ezilmelerine her zaman katkı da bulunduklarını hatırlamak önemli olsa da onları bu suç ortaklığına iten yatkınlıkların da tahakkümün somutlamış bir sonucu olduğunu unutmamak gerekir. (Bourdieu ve Wacquant, 2016: 30). Bourdieu’nün de ifade ettiği gibi:
“Hükmedilenler, tahakküm ilişkilerine hükmedenlerin bakış açısıyla oluşturulmuş kategorilerle bakarlar, bu da bu kategorilerin doğalmış gibi görünmelerine yol açar. Bu onları sistematik bir şekilde kendi kendini değersizleştirmeye hatta aşağılamaya götürebilir.” (Bourdieu, 2015a: 50).
Dolayısıyla sosyoloji, aktörlerin gündelik sınıflandırmalarını ve temsillerini
olduğu gibi kabul edemez. Sosyal bilimcinin ilk görevi, pratiğin istatistiksel düzenliliklerini inşa etmek suretiyle, ortak duyuya dayalı gündelik temsillerden epistemolojik bir kopuş başlatmaktır. Bilimsel bilgi nesnelci bir uğrakla başlar, çünkü nesnel bilgi, etkileşimin cereyan ettiği ve öznel bilginin üretildiği koşulları tespit eder. Bu nedenle Bourdieu, sosyal bilimsel bilgi inşasının ilk adımında faillerin kendileriyle ilgili anlayışlarından kesin biçimde kopmak gerektiğini iddia ederken, hem Durkheim’ın epistemolojik nesnelciliğini, hem de Bachelard’ın diyalektik akıl yürütmesini benimser (Swartz, 2015b: 84).
Nesnelcilikten kopuşta ise; öznel bilginin sınırlılıklarını bertaraf etmek için nesnel bilginin gerekli olması gibi, nesnel bilginin sınırlılıklarından kurtulmak için de ikinci bir epistemolojik kopuşa ihtiyaç vardır. Bu ikinci epistemolojik kopuş iki yönde ilerler: ilk adımda, pratiklerin hem üretken hem de konumlanmış niteliği üzerine eleştirel biçimde düşünmek gerekir. Bourdieu, pratiklerin hem yapılar tarafından belirlendiğini, hem de yapıları kurduğunu savunur. Yapılarının kendilerinin de, faillerin gündelik pratikleri aracılığıyla toplumsal olarak inşa edildiğini vurgular. Bu, Bourdieu’yü, failliğin pratik niteliğini irdelemeye ve aktörlere ait/simgesel temsilleri yapısal etkenlerle bütünleştiren “habitus” kavramını geliştirmeye yöneltir. Nesnelcilikten kopuşun ikinci adımında, kuramsal pratiklerin özgül niteliği üzerine eleştirel bir düşünüm gereklidir. Bourdieu bu noktada, sosyoloji pratiğinin kendisi üzerine düşünümsel bir bakış önerir ve bunun, pratiklere dair genel bir kuram geliştirmede zorunlu bir uğrak olduğunu savunur. Bu nedenle Bourdieu, sosyal bilimcinin kuramsal bilgi ile pratik bilgi arasındaki uçurumu sürekli hatırda tutmasını sağlayacak kuramsal bir dil oluşturması gerektiğini belirtir. Dolayısıyla dikkatini yalnızca, araştırma nesnesi üzerine değil, aynı anda araştırmacı ile araştırma nesnesi arasındaki ilişki üzerine de yoğunlaştırır. (Swartz, 2015b: 86).
Bu bakımdan Bourdieu, nesnelci paradigmayı, bilim adamının toplumsalı teorik olarak sunmak için kurduğu modeli bizzat toplumsalın kendisiyle özdeşleştiren bir yaklaşıma gebe olduğu için, faili “tatile çıkaran” mekanik bir model olarak görür. Aynı şekilde Bourdieu, öznelciliği de toplumsal dünyanın algılanması konusunda aynı ölçüde yetersiz bulur. Ona göre, öznelci akım, toplumsal yapıları bireysel sınıflandırma edim ve stratejilerinin bir araya gelmesinin sonucu olarak görmekle, bu strateji ve edimlerin kalıcılığını ve gerçekliğin toplumsal üretiminin neden ve hangi ilkeye göre gerçekleştirildiğini izah edemez. Nitekim Bourdieu nesnelcilik ve öznelcilik arasındaki
keskin karşıtlığın, sosyolojinin asla çözemediği bir paradoksa neden olduğunu söyler. Bundan dolayı, bilimin perspektifine bağlı kalmak şartıyla sosyal bilimcinin asli görevi, faillerin deneyimlerini algılama ve onlara tepki verme biçimleriyle ortaya çıkan olayları anlamak olmalıdır. Nesnel bir tutumun benimsenip öznel tutumun göz ardı edilmesi ne kadar hatalıysa öznelci bir bakış açısını savunup bilimsel nesnelliği savunulamaz hale düşürmek de o kadar hatalıdır (Çeğin ve Tatlıcan’dan akt. Alkan, 2015: 21).
Bu durumda sosyal bilim, öznelci ya da nesnelci bir tutumu benimsemek zorunda değildir, çünkü toplumsal gerçeklik –hem yapı hem habitus, hem de ikisinin kesişimi olan tarih- bağıntılardan oluşur. Toplumsal eyleyiciler (failler) ile dünya arasındaki ilişki, bir özne (ya da bir bilinç) ile bir nesne arasındaki bağıntı değil, algının ve değerlendirmenin toplumsal olarak yapılandırılmış ilkesi olarak habitus ile bunu belirleyen dünya arasındaki “varlıkbilimsel suç ortaklığı” ya da karşılıklı “sahiplik” ilişkisidir. (Bourdieu ve Wacquant, 2016: 25-29). Bourdieu tam bu noktada ilişkisel yöntemin, ilişkisel
düşünebilmenin önemini vurgular. İlişkisel düşünme Bourdieu’nün bir bilim olarak
sosyoloji ile ilgili görüşünde merkezi yere sahip unsurlardan biridir. “Tözcülük”, “gerçekçilik” ya da “kendiliğinden” bilgi kuramı adını verdiği yaklaşımları, toplumsal dünya hakkında gerçek anlamda bilimsel bilgi geliştirmenin önündeki başat engeller oldukları gerekçesiyle sürekli eleştirir. Tözcülüğü tamamen reddeden Bourdieu, ilişkisel yöntemin, hem öznelci hem de nesnelci bilgi biçimlerinden kopuşu sağlamada temel bir araç olduğunu düşünür. İlişkisel yöntem, gündelik varsayımların ve algıların bağlamından yola çıkarak, toplumsal hayatın pratik çıkarlarını yansıtan bir araştırma nesnesi oluşturur ve onu bilimsel bilginin nesnesi haline getirir. (Swartz, 2015b: 90-92). Yani sadece, nesnelci bir açıklama veya öznelci bir açıklamayla sosyolojik bir olgu açıklanamaz. Bu yüzden ilişkisel düşünmek şarttır ve Bourdieu, bunu “habitus” kavramıyla yapmak istemiştir. Buna göre insanın toplumsal eylemlerini belirleyen ilke, ne içsel bilinçlerde, ne de dışsal şeylerde ve kurumlarda bulunmaktadır. İnsan eylemlerinin kaynağı, toplumsalın bu iki yanı arasındaki ilişkide saklıdır; toplum dediğimiz şey bir yandan kurumlar ve şeyler olarak nesnelleşmiş halde, diğer yanda faillerin bedenlerinde içselleştirilmiş olan algılama, hissetme, düşünme ve davranmaya yönelik yatkınlık şemaları olarak “habitus” şeklinde var olur (Bourdieu’den akt. Koytak, 2012: 88). Bourdieu’nün buradaki asıl amacı; habitus kavramı ile pozitivist metodoloji ile yorumcu metodoloji arasında bir köprü kurmaya çalışmaktır. Burada, bu parantezi
kapattıktan sonra Wacquant’ın, Bourdieu sosyolojisinin üzerinde yaptığı ikinci tespitinin, aslında bu son olarak söylediğimizi destekler nitelikte olduğu görülecektir.
Wacquant’ın ikinci tespiti; Bourdieu’nün bilimsel düşünce ve pratiği, aynı anda disipliner, teorik ve metodolojik bölünmelerin her iki yanında da yer alması bakımından, gerçekten sentetiktir. Birbirleriyle bağdaşmaz değilse de antagonistik diye algılanan teori geleneklerini örüp iç içe geçirir. Yani teorik bakımdan uyumsuz veya uyuşmaz olarak yorumlanan Marx, (sınıfı maddi güç ilişkilerine dayandırmadaki ısrarını muhafaza ederek) Durkheim (kolektif temsillere dair öğretileri) ve Weber (kültürel biçimlerin özerkliği ve algılanan toplumsal ayrımlar olarak statünün kudreti konusundaki kaygısıyla) gibi isimleri aynı zamanda Cassirer, Bachelard ve Wittgeinstein’ın felsefeleri, Merlau-Ponty ve Schutz’un fenomenolojileri ve Saussure, Chomsky ve Austin’in teorilerini birleştirir ( Wacquant, 2014a: 57, Wacquant, 2014b: 208).
Wacquant, üçüncü olarak; Bourdieu’nün toplumunun, Max Weber’in toplumuna benzer şekilde, toplumsal evren, toplumsal varoluşun özünü ve temel direğini oluşturan farklılıklar içinde ve bu farklılıklar aracılığıyla ortaya çıkan sonu gelmeyen ve acımasız bir rekabet alanı olduğunu söyler. (2014a: 57):
“Bir toplumsal gruplaşma kipliği ve bilinç ve davranış kaynağı olarak sınıf, faillerin hayatın muhtelif alanları içinde çeşitli iktidar ya da sermaye türlerini edinmek, kontrol etmek, bunların üzerinde hakimiyet kurmak için giriştiği bitimsiz rekabet içinde ve bu rekabet sayesinde ortaya çıkıp kurulur.” (Wacquant, 2014b: 206).
Dördüncü ve son olarak Wacquant, Bourdieu’nün felsefi antropolojisi çıkar değil, tanıma kavramına ve onun tamamlayıcısı olan yanlış tanımaya dayandığını belirtir. Bourdieu, davranışın temel kaynağının bizzat toplumun sağlayabileceği itibar arzusu olduğuna inanır. Birey sadece bir isim, bir yer, bir görev sağlandığında, bir grup ya da kurum içinde varoluşun olumsallığı, sonluluğu ve nihai saçmalığından kurtulmayı umabilir. Toplumsal varoluş böylece farklılık anlamına gelir ve farklılık –ayrıca sonsuz bir ayrım ve hak iddiası, tanıma ve yanlış tanıma, keyfilik ve zorunluluk diyalektiğini başlatan- hiyerarşiyi içerir (Wacquant, 2014a: 57).
Bourdieu, kültür, toplumsal yapı ve eylem arasındaki ilişkiler gibi önemli bir konuyu ele alan bir simgesel iktidar sosyolojisi ortaya koyar. Bourdieu burada şu soruya yanıt arar: Tabakalaşmış toplumsal hiyerarşi ve tahakküm sistemlerinin, güçlü bir
boyunca nasıl idame edip yeniden üretilir? Bourdieu’ye göre bu soruya cevap vermek
için, kültürel olanakların, süreçlerin ve kurumların, bireyleri ve grupları rekabetçi ve kendi kendini idame ettiren tahakküm hiyerarşileri içerisinde tutma yollarını incelemek gerekir. Bourdieu, sanatsal beğenilerden, giyim tarzlarına, yeme-içme alışkanlıklarından dine, bilime, felsefeye ve hatta bizatihi dile kadar bütün kültürel simgelerin ve pratiklerin, çıkarları somutlaştırdığını ve toplumsal ayrımları pekiştirme işlevi gördüğünü söyler. O halde, büyük resmi görmek için, bireyler, gruplar ve kurumlar (özellikle eğitim sistemi) arasındaki iktidar ilişkilerine bakılmalıdır. Bourdieu’ye göre iktidar ayrı bir inceleme alanı değildir, bütün toplumsal hayatın merkezinde yatar (Swartz, 2015b: 18). Aynı zamanda sosyal dünyayı anlamak, dünyadaki bütün iktidarları sorgulamakla başlar ve bu görev sosyolojinin ana konusudur. Ona göre sosyoloji, bilimsel işlevi ne kadar yerine getirirse, iktidarı o kadar hayal kırıklığına uğratır ve yalanlar. Bu açıdan sosyoloji çıkarı olan herkesi rahatsız eden bir olgu olarak karşımıza çıkar (Palabıyık, 2011: 123). İktidarın başarılı bir şekilde kullanılması için meşruiyete ihtiyaç vardır. Dolayısıyla Bourdieu’nün eserlerinin odak noktasını; kültürel sosyalleşmenin, bireyleri ve grupları rekabetçi statü hiyerarşileri içerisine yerleştirme biçimi, görece özerk çatışma alanlarının, bireyleri ve grupları değerli kaynaklar üzerinde yürütülen bir mücadelede karşı karşıya getirme biçimi, aktörlerin, bu alanlar içerisinde kendi çıkarları için mücadele edip stratejiler geliştirme ve bunu yaparken farkında olmaksızın toplumsal tabakalaşma düzenini yeniden üretme biçimleri oluşturur. Demek ki kültür siyasi içerikten yoksun değildir, o içeriğin bir ifadesidir (Swartz, 2015b: 18).
Bourdieu, hem müthiş bir üslupçu hem de nüfuz edilmesi zor metinlerin yazarıdır. Swartz’ın haklı ifadesiyle; birbiri içine geçmiş cümleciklerle dolu, uzun karmaşık cümleler kurması, aynı zamanda metinlerinin tartışmalarla, paradokslarla, olumsuzlamalarla, yer yer cinaslarla dolu olması, Fransız entelektüel bağlamına aşina olmayan okurlar için eserlerinin okunmasını zorlaştırmıştır. Ancak Bourdieu’nün üslubunu anlamaya yardımcı olacak üç tespitte bulanabiliriz. İlkin Bourdieu; sorgusuz sualsiz kabul edilen dünyayla arasına mesafe koymak için retorik tekniklerini bilinçli olarak kullanır. Ona göre, toplumsal dünyanın bilimsel bir şekilde kavranmasını engelleyen en temel etkenlerden biri “aşinalık” deneyimi olduğu için, bilinçli bir şekilde, dilin gündelik kullanımından uzaklaşan bir terminoloji seçer ve üslubunu bu doğrultuda geliştirir. Bourdieu bu durumu “Karşı Ateşler” (2017b: 42) eserinde şu şekilde dile getirir:
“Olağan şeyler gibi benimsetilen ön kabuller bütününden söz ediyoruz: Azami büyümenin yani verimlilik ve rekabet gücü artışının, insan faaliyetlerinin en üst ve biricik amacı olduğu veya iktisadi güçlere karşı durulamayacağı kabul görüyor. İktisadın bütün önkabullerini yaratan önkabul de toplumsallığı iktisadi olandan koparıp, toplumsallığı sosyologlara terk ederek ıskartaya çıkarmaktır. Bir diğer önemli önkabul ise gazeteyi açtığımız, radyoyu dinlediğimiz andan itibaren istilası altında kaldığımız ve aslında örtmecelerden ibaret olan ortak söz dağarıdır (…) Örneğin Fransa’da artık “patronlar” denmiyor “ulusun zinde güçleri” deniyor; şirketlerin “işten atmasından” değil, spora gönderme yaparak “yağ yakmaktan”, yani yeniden yapılandırmadan bahsediliyor (güçlü bir beden ince olmalıdır!)”
İkincisi; üslubunu, Fransa’daki ortodoks akademik söylemin üslup konusundaki uylaşımlarına meydan okumak üzere hesaplı olarak geliştirmiştir. Üçüncüsü; her ne kadar farkında olmasa da, Bourdieu’nün üslubu hiç kuşkusuz Fransız entelektüel piyasasındaki ürünlerine ayırt edici bir damga vurmak üzere geliştirdiği bir entelektüel stratejidir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Bourdieu’nün, son dönemlerdeki bazı eserlerinde söyleşi gibi daha kolay anlaşılan bir tarzı seçmesi, bu sorunun farkına varmış olduğuna işaret ediyor olabilir. (Swartz, 2015b: 27-28).
Kısaca özetlemek gerekirse; Pierre Bourdieu 20. Yüzyılın en önde gelen sosyologlarından biri olmuş ve genel bir toplumsal dünya kuramı oluşturmak için çabalamıştır. Karl Marx, Emile Durkheim ve Max Weber’in çalışmalarını temel alan Bourdieu, toplumsal hiyerarşilerin yeniden üretilmesi ve arasındaki ilişkiyi esas almıştır. (Jourdain ve Naulin, 2016: 7). Pierre Bourdieu sosyolojisi bir ifşa sosyolojisidir. Dolayısıyla toplumsal aktörlerin bilincinde olmadığı, fakat onlar üzerinde etkisi olan neden-sonuç ilişkilerini gün ışığına çıkarmaya çalışır. Toplumsal mekanizmalar hemen görünür halde değillerdir ve sosyoloğun görevi onları ortaya çıkarmaktır. Toplumsal aktörler kendilerini neyin kısıtladığının bilincine bir defa varınca bundan kendilerini kurtarabilirler. “Sosyolojinin bir rolü varsa o da ders vermekten ziyade
silahlandırmaktır.” (Bourdieu’den akt. Jourdain ve Naulin, 2016: 21-22).
1.1.2. Pierre Bourdieu Sosyolojisinin Anahtar Kavramları
Araştırma yelpazesi çok geniş olan Bourdieu’nün sosyolojisinin ana hatlarına
genel bir bakış açısıyla göz attıktan sonra, onun, görünüşte dağınık duran fakat sosyolojisinin bütünündeki düzen ve mantığı anlayabilmek ve anlamlandırabilmek adına, kendine özgü terminolojisine kattığı her bir terimin, diğeriyle ilişki içinde anlam kazandığı ve ayrıntılı çözümleme potansiyeline sahip anahtar kavramlarını
(alan-habitus-sermaye) incelemek gerekir. Ayrıca, bu kavramların yeni sosyolojik incelemelere faydalı olabilmesi ve toplumsal dünyanın anlaşılmasında ve ifşasında7 nasıl yönlendirici araçlar
haline geldiğini gösterebilmek adına, David L. Swartz’ın (2015a) ana hatlarıyla açıklamış olduğu altı temel yönlendirici ilkeye değinilecektir.
1.1.2.1. Habitus
Bourdieu’nün “habitus” kavramına pek çok sosyolog ve antropolog aşinadır, ama
bu kavramın çok da iyi anlaşıldığı söylenemez. Bourdieu’nün eserlerini bilenler arasında bile, bu kavramın tam olarak neyi temsil ettiği hakkında ciddi fikir ayrılıkları vardır (Swartz, 2015b: 138). “Habitus” kavramı, Bourdieu sosyolojisinin ayrılmaz bir bileşeni olmadan önce de pek çok düşünür tarafından kullanılmıştır. Özellikle Aristoteles’te karşılaştığımız, Yunanca “hexis” (alışkanlık, yatkınlık) kelimesinin Latince karşılığıdır (Bourdieu, 2012: 18). Durkheim “Fransa’da Pedagojinin Evrimi” adlı derslerinde (1904-1905), Marcel Mauss “Beden Teknikleri Üzerine” makalesinde (1934) ve Max Weber de “Ekonomi ve Toplum”da “Dinsel Çilecilik” (1918) adlı tartışmasında “habitus” kavramını farklı içerikleriyle kullanmışlardır. Ancak bu düşünürlerin hiçbiri “habitus” kavramına Bourdieu gibi belirleyici bir rol yüklememiştir (Palabıyık, 2011: 128). Bourdieu’ye göre habitus8; kısaca bireyin toplumsal eylemlerini belirleyen “yatkınlıklar
sistemi” anlamına gelir (Bourdieu, 2015b: 9). Burada “yatkınlık”9 kelimesi Bourdieu için kilit önem taşır, çünkü habitus fikriyle aktarmak istediği iki asli unsura işaret eder; “yapı
ve eğilim”. Habitus dışsal yapıların içselleştirildiği ilk sosyalleşme deneyimlerinin
ürünüdür. Bunun sonucunda, sosyalleşme yoluyla, tabakalaşmış bir toplumdaki belirli bir
7 Bourdieu, sosyolojiyi “ifşa edici bir bilim” olarak görür. Ona göre sosyolojinin, toplumsal hayattaki bütün iktidar alanlarında, ilk bakışta göze çarpmayan tahakküm biçimlerini ortaya çıkarması ve bu durumdan kaynaklanan bir tür rahatsızlığın oluşması, sosyolojiyi “rahatsız edici bir bilim” konumuna getirmiştir. Sosyoloji; toplumsal olay ve olguların arka planında yatan sebepleri gözler önüne sermeli ve ifşa etmelidir. Bourdieu, sosyoloğun görevinin de tam olarak bu olduğunu söyler. Ona göre sosyoloğun temel görevi; özgür olduğunu düşünen ancak, aslında belli ayrım kalıplarıyla toplumda hiyerarşilendirilmiş ve kaderlerine razı hale getirilmiş özgür olmayan bu faillerin, içinde bulundukları tahakkümün farkına varmalarını sağlamasıdır. (Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. “Bourdieu, P. (2016), “Rahatsız Edici Bir Bilim”, Sosyoloji Meseleleri, (çev.) Filiz Öztürk vd. s. 23-43, Heretik Yayınları, Ankara.”, “Ünal, A. (2014), “Rahatsız Eden Bir Adamın Bilimi: Sosyoloji”, Ocak ve Zanaat: Pierre Bourdieu Derlemesi, (der.) Güney Çeğin vd., s. 161-185, İletişim Yayınları İstanbul).”
8 Bourdieu, bu kilit kavramına işaret etmek üzere; “kültürel bilinçdışı”, “alışkanlık oluşturan güç”, “temel, derinlemesine içselleştirilmiş büyük örüntüler”, “zihinsel alışkanlık”, “zihinsel ve bedensel algı”, “beğeni ve eylem şemaları”, “düzenli doğaçlamaların üretici ilkesi” gibi ifadeleri de kullanır (Swartz, 2015b: 144). 9 Burada Swartz’ın eklediği dipnot da önemlidir. Bourdieu şöyle der: “Yatkınlık kelimesi (yatkınlıklar sistemi olarak tanımlanan) habitus kavramının kapsadığı şeyi ifade etmek için çok elverişlidir. Öncelikle, düzenleyici bir eylemin sonucunu ifade eder, yapı gibi kelimelerin anlamına yakın bir anlamı vardır. İkincisi, bir var olma tarzı, alışılmış bir hal (özellikle beden için) ve bir önyatkınlık, eğilim, temayül, meyil demektir (Swartz, 2015b: 147).