• Sonuç bulunamadı

Endüstri Devrimi’nden itibaren modern sınıf yapıları şekillenmeye başlamıştır. Hem Marx hem de Weber kendi zamanlarında yaşanan ekonomik, sosyal, siyasi, hukuksal ve kültürel değişimleri ve dönüşümleri gözlemlemişlerdir. Bu bakımdan çağdaş toplumsal tabakalaşma ve sınıf kuramları temelde klasikler olarak kabul edilen bu kuramlara dayanır (Arslan, 2011, 48).21

2.2.1. Marx’ın Sınıf Görüşü

Marx’ın çalışmalarının çoğunluğu tabakalaşmayla ve her şeyden önce de

toplumsal sınıfla bağlantılıdır (Giddens, 2008: 345). Marx ömrü yetmediğinden sistematik bir sınıf analizi meydana getirememiştir. El yazmaları tam da “bir sınıfı

oluşturan nedir?” sorusunu sorduktan sonra biter. Dolayısıyla Marx’ın sınıf analizi,

yazdıklarının analiz edilmesiyle sonraki yazarlar tarafından tamamlanmaya çalışılmıştır; doğaldır ki bu durumda bir fikir birliği yoktur (Giddens 2000 ve Burris 1995 akt. Yıldırım

21 Arslan, Z. (2011), “Urban Middle Class, Lifestyle and Taste in Keçiören and Çankaya Ankara:

Distinction, Through Home Furniture, Furnishing, and Decoration” (Basılmamış Doktora Tezi), Orta

2017: 173). Marx’a göre toplumsal sınıflar bir toplumun üretim ilişkileri üzerinde kişilerin farklı roller oynamalarından ve değişik konumlarda bulunmalarından kaynaklanmaktadır (Kemerlioğlu, 1996: 8). Bu bakımdan Marx için sınıf, üretim araçlarıyla –genel bir ilişki içinde bulunan yaşamlarını sürdürdükleri araçlar- insanlarca oluşmuş bir öbektir (Giddens, 2008: 345).

Marx’a göre, sınıflı toplumun temelinde üretim araçlarının mülkiyeti yatar. Modern sanayinin doğmasından önce üretim araçları, evcil hayvanlar veya ekin için kullanılan araçlardan ve her şeyden çok da topraktan oluşuyordu. Bundan dolayı sanayi öncesi toplumlarda iki temel sınıf bu toprakların sahipleri (aristokratlar, daha düşük düzeydeki soylular ve köle sahipleri) ve bu topraklarda etkin olarak üretim yapanlardan (serfler, köleler ve özgür köylüler) oluşuyordu. Modern sanayi toplumlarında, fabrikalar, yazıhaneler, makineler ve bunları satın almak için gereksinilen kapital ve zenginlik giderek daha da önemli bir duruma geldi. Söz konusu olan bu iki temel sınıf, üretim araçlarına sahip olan sanayici ve sermayedarlar ile yaşamlarını emekleriyle kazanan işçi sınıfından (proletarya) oluşur (Giddens, 2008: 346).

“Ne var ki, bizim çağımızın, burjuvazinin çağının ayırıcı özelliği, sınıf karşıtlıklarını basitleştirmiş olmasıdır. Tüm toplum, giderek daha çok iki büyük düşman kampa, doğrudan birbirlerinin karşısına dikilen iki büyük sınıfa bölünüyor: Burjuvazi ve Proletarya.” (Marx ve Engels, 2014: 38).

Bu bakımdan Aron’un da ifade ettiği gibi;

“Marx’ın kesin ve ilk düşüncesi: İnsanlık tarihi, bizim adına toplumsal sınıflar dediğimiz, tanımı şimdilik açık olmayan, ama bir yandan ezenlerle ezilenler arasında uyuşmazlığı içeren, öte yandan iki kesimli, sadece iki kesimli bir kutuplaşmaya yönelen, ikili niteliğe sahip insan gruplarının kavgası ile belirlenir.” (2000: 122).

Gerçekte iki kutuplu model tasarımı, kapitalist ekonomik gelişmenin mantığını, yani kapitalizmin iki ana sınıfın keskin kutuplaşmasına dayandığını göstermeye dönüktür. Çünkü Marx’a göre sınıf, her şeyden önce bir karşıtlığın (kutuplaşmanın) ifadesidir. Öyle ki bir sınıftan söz edebilmek için önce onun karşıtı olan bir başka sınıfın varlığını kabul etmek gerekir (Öngen, 2011: 21). Ayrıca Marx’ın kapitalizmde sadece iki önemli sınıf olduğunu iddia etmesinin sebebi, artık ekonomik ilişkilerin temelinin “özel mülkiyet” olmasından ötürü, mantıken sadece iki olasılığın bulunmasıydı: Üretim araçlarına sahip bir sınıf (burjuvazi) ve bunlara sahip olmayan, dolayısıyla çalışma kapasitelerini (Marx’ın

terminolojisinde “emek güçlerini”) satmak zorunda olan bir sınıf (proletarya) (Edgell, 1998: 13).

Marx’a göre sınıflar arasındaki ilişki bir sömürü ilişkisidir (Giddens, 2008: 346). Yani üretim araçlarıyla ilişkileri farklı olan kişilerin çıkarları doğal olarak birbirine karşıttır. Kapitalist burjuva toplumunda, üretim araçlarını ellerinde bulunduranlar kazançlarını en yükseğe çıkarmayı ve işçilerin ürettikleri artık değerden en fazla pay almayı kendi çıkarlarına uygun bulurlar. Doğal olarak işçiler bu sömürüye karşı çıkmak isterler. Ancak ekonomi güçlerine dayanarak devletin gücünü de ellerinde tutan kapitalist sınıf, bu iki yönlü gücü işçilerin karşı çıkmaları ve etkili eylemlere girişmelerini engelleme yönünde kullanır. Özellikle işçi sınıfı, kendi içinde bölünmüş, çıkarlarının

bilincinde değil ve örgütlenmemişse, kapitalist sınıf ekonomiyi, toplumsal ve siyasal

düzeni daha da kolay denetimi altına alabilir (Kemerlioğlu, 1996: 9). Yani, üretim araçlarını ve siyasi araçları kontrol eden sınıf, toplumda hakim olan inanç imgelerini ve seçimlerini de kontrol eder (Giddens, 2001: 40). Burada da görüldüğü gibi bu iki sınıf arasında sürekli bir mücadele vardır; çünkü üretim araçları sahipleri proletaryanın ürettiği değere el koyar. (Yıldırım, 2017: 174) Marx’ın Engels’le beraber yazmış olduğu

“Komünist Manifesto”nun da ana konusu sınıf kavgasıdır (Aron, 2000: 121). Marx, sınıf

çatışmasını, bütün ülkelerin işçilerini birleşmeye davet eden “Komünist Manifesto”nun giriş cümlesinde tüm tarihe geneller:

“Bugüne kadarki bütün toplumların tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir. Özgür yurttaş ve köle, patrisien ile pleb, baron ile serf, lonca ustası ile kalfa, sözün kısası ezen ile ezilenler, sürekli karşı karşıya gelmişler; her seferinde ya toplumun tümüyle devrimci bir dönüşüme uğramasıyla ya da çatışan sınıfların ortak yıkımıyla sonuçlanan, kimi zaman gizliden gizliye, kimi zaman açıktan açığa ama dur durak bilmeyen bir mücadele içinde olmuşlardır (Marx ve Engels, 2014: 37). İşçilerin kendi durumlarının farkında olmamaları ve örgütlenememeleri durumu kapitalistlerde tam tersi yönde işler. Marx’a göre;

“Kapitalistler arasında birleşme alışılmış bir şeydir ve etkilidir; işçilerin birleşmesi yasaktır ve kendileri için acı sonuçlar verir. Ayrıca toprak sahibi ve kapitalist gelirlerini endüstrinin ürünleriyle çoğaltabilirler; işçinin endüstriyel gelirine ek olarak ne toprak rantı ne de sermayeden alacağı kâr vardır.” (Marx, 2005: 17).

Ancak şunu da belirtmek gerekir ki; işçiler kendi durumlarının tam bilincinde olup örgütlenemeseler bile, ortak nesnel koşulları bakımından bir sınıf oluştururlar. Bu nesnel koşullar üretim araçları karşındaki ortak ekonomik durumlarından ve siyasal düzen

içindeki göreli güçsüzlüklerden oluşur. Bu bakımdan toplumsal tabakalaşmanın incelenmesinde Marksist yaklaşımın üç ana terimi “sınıf bilinci”, “sınıf dayanışması” ve

“sınıf çatışmasıdır”. Sınıf bilinci, bir sınıfın üretim ilişkileri içinde kendi üyelerinin

rollerinin ve öteki sınıfla ilişkilerinin farkında olması demektir. Yani işçi sınıfı, kapitalist sınıf tarafından sömürüldüklerinin farkına varıp haklarını almak için birleşip ortaklaşa hareket ederek kapitalist sınıfı alt edebileceğini anladığı zaman sınıf bilinci en üst düzeyine ulaşmış olur. Böylece işçiler, siyasal ve ekonomik amaçlarına ulaşmak için birleşip ortak eyleme geçerlerse sınıf dayanışması ortaya çıkmış demektir. Sınıf

çatışmasının ise iki biçimi vardır: İlki; sınıf bilincinin tam gelişmediği dönemde, işçiler

ile kapitalistler arasında üretimden alınacak pay üstünde bilinçsiz mücadele biçimindedir. İkincisi ise iki sınıf arasında bilinçli ve amaçlı çatışmadır. İşçiler tarihsel görevlerinin farkına varmış ve kendi durumlarını düzeltmek ve sonuçta üretim araçlarını kendi ellerine geçirmek için örgütlenip birlikte eyleme geçmişlerdir. Ayrıca çeşitli nedenlerle üretim ilişkileri içindeki rolünü ve durumunu bilmeyen, geçerli kapitalist düzeni benimseyip savunan işçiler “yanlış bilinçlilik” durumu içindedirler (Kemerlioğlu, 1996: 9-10).

Kısaca belirtmek gerekirse; bireyler, uygun maddi koşullar çerçevesinde özne olduklarının bilincine vardıkları ölçüde ve başka bir sınıfa karşı ortak bir savaşım yürütmek zorunluluğuyla bir sınıf oluşturabilirler. Bu anlamda işçilerin sınıf mücadelesi

kendisi için bir sınıfı, yani sınıf bilincini yaratır. Bu bakımdan, Marx için kendinde sınıf,

üretim ilişkilerinde yer alan nesnel sınıf konumlarına, kendisi için sınıf ise ortak deneyimlere ve işçilerin ortak çıkarlar çerçevesinde bir araya gelmelerine işaret eder (Coşkun, 2017: 43).

Marx’ın orta sınıf analizine gelince; Marx’ın orta sınıf hakkında yazdıkları hem çok azdır hem de açık değildir. Marx’ın sınıf kuramının ve çözümlemesinin “burjuvazi” ve “proletarya” arasındaki sınıf mücadelesine dayandığını daha önce belirtmiştik. Bu bağlamda Marx toplumsal sınıfları, sınıf mücadelesinin ekonomi-politik temelini açıklamak için üretim araçları sahipliği, artı değer üretimi ve dağıtımı, emeğin sömürüsü ve kontrolü aracılığıyla tanımlar (Arslan, 2012: 58). Marx, “Kapitalist/burjuvazi” ve

“proletarya/işçi sınıfı”na ek olarak, toplumsal sınıfın her zaman tam olarak

ayrışmadığını, bunların yanı sıra kırdan daha çok kentlerde görülen ve sınıflar arası sınırları silikleştiren orta ve ara tabakaların yani “küçük burjuvazinin” bir ara tabaka olarak farkına varır. “Küçük burjuvazi”, bir ara tabaka olarak ilgili yazındaki “geleneksel orta sınıfı” oluştur. Küçük burjuvazi, kendi hesabına çalışan esnaf ve zanaatkarlar ile

serbest çalışan avukat, doktor, eczacı, mühendis, muhasebeci, sanatçı ve devlet memurlarını kapsar. Günümüzde ise orta sınıf, ticaret erbabını, dükkân ve rant sahiplerini, zanaatçıları ve köylüleri kapsar. Modern toplumlarda küçük burjuvazi ya da orta sınıf için Marx’ın öngörüsü, tıpkı feodal dönemdeki toprak sahipliği gibi, zaman içinde zayıflayacak ve sınıf yapısı içindeki varlığını kaybedecektir. Bir başka ifadeyle, orta sınıf “eninde sonunda” kapitalist sınıf yapısındaki yerini ya kapitalistleşerek - ki bu teorik olarak mümkün olmakla birlikte pratikte neredeyse imkansızdır - ya da proleterleşerek kaybedeceğinden, Marx’ın kuramında yer almaz (Marx 1967, Wacquant 1991, Gilbert 2003, Öngen 1994 akt. Arslan, 2012: 59).

Marksist kuram, toplumsal sınıfların oluşumunu “artı değerin dağıtımı” ilişkisi ile de açıklar. Bu anlamda, temel toplumsal sınıflar olan burjuvazi ve işçi sınıfı artı değerin birincil dağıtım ve paylaşım ilişkisi sonucu ortaya çıkarken, orta sınıflar ikincil dağıtım ve paylaşım ilişkisi sonucu ortaya çıkar. Yani, herhangi bir toplumda artı değerin üretimi ve sahipliği olan birincil paylaşım ilişkisini, artı değerin piyasa içinde olduğu kadar piyasa dışındaki mekanizmalarla tekrar paylaşımı ya da transferi ikincil paylaşım ilişkisini tanımlar. Böylece, artı değeri üretenler işçi sınıfını, artı değere el koyanlar burjuvaziyi oluştururken, artı değerin piyasa içi ya da dışı mekanizmalarla el değiştirmesi ya da transferinde rol alanlar da orta sınıfları oluşturur (Boratav’dan akt. Arslan 2012).

Marx, eski orta sınıfın kapitalist rekabete dayanamayarak ortadan kalkacağını belirtir. Gilbert, Marx ve ardıllarının orta sınıfa bakış açısını kısaca şu başlıklar altında toplamıştır. Birincisi, orta sınıf yoktur veya en azından bu sınıf genişlemiyordur. Kapitalist toplumlarda orta sınıf tamamen yok olacaktır. İkincisi, orta katmanlar bir “sınıf” meydana getirmez; çünkü sınıf için bir sınıf bilinci gereklidir. Sosyal sınıfların esası, üretim araçlarının mülkiyeti ve karşılıklılık üzerine kuruludur. Üretim araçlarının sahipleri ve onlara emeklerini satan işçiler arasında sürekli bir mücadele vardır. Bir sınıfın kazancı, diğerinin kaybı anlamına gelir. Fakat bağımsız profesyoneller, memurlar, işyeri sahipleri, öğretmenler gibi meslek gruplarının bu sınıf mücadelesinde hangi safta olduğu belirli değildir22. Üçüncüsü, orta sınıf bir sınıf bilincine sahip değildir. Orta sınıfın bazen

22 Bu noktada Burris’te Gilbert ile aynı fikirdedir: “Bir taraftan Marx, maaşlı orta sınıf üyelerini küçük burjuvaya benzetir ve mülksüz olduklarından ekonomik bağımlılık içinde olduğunu söyler. Bu sebeple proletarya kavramıyla açıklanabilirler. Ancak bir taraftan da burjuvanın uşakları diyerek maaşlı orta sınıfı kastetmektedir. Bunlar konum gereği kendilerini işçi sınıfından yukarıda görebilirler. Bu maaşlı üst kademe çalışanların ücretlerini kapitalist gelirden almaları onları burjuva tarafına itebilir” (Burris’ten akt. Yıldırım, 2017: 174).

işçi sınıfıyla bazen de üretim araçlarının sahipleri ile çıkar birliği içinde olması, bir sınıf bilincine kavuşmasını engeller (Gilbert’ten akt. Yıldırım, 2017: 174).

2.2.2. Weber’in Sınıf Görüşü

Max Weber’in Marx’ın sınıf teorisini daha geniş çerçevede ele alıp geliştirdiği

kabul edilir (Edgell, 1998: 20). Marx gibi Weber’de toplumu, kaynaklar ve güç üzerindeki çatışmalarca sınıflandırılan bir şey olarak görmüştür (Giddens, 2008: 347). Ancak Weber’e göre sosyal eşitsizlik Marx’ın yaptığı gibi sadece ekonomik mülkiyet ilişkilerine indirgenemeyecek denli çok sayıda ayrı kategoriye göre anlaşılması gerekir (Bilton vd, 2009: 100). Yani Weber, bütün toplumsal çatışmaların yüreğindeki ekonomik konularda ve sınıf ilişkilerinde kutuplaşma gördüğü yerde, daha karmaşık çok boyutlu bir toplum görüşü geliştirmiştir (Giddens, 2008: 347). Weber, “sınıf”ı, bireylerin ekonomik konumları ve güçlerine bağlı nesnel ölçütlerle kurulan aidiyetle ilişkili toplumsal gruplar olarak tanımlar ve pazar ilişkileri ve günlük faaliyetler içinde tanımladığı “sınıf”, “statü” ve “Parti” terimlerinden yararlanarak açıklar. Weber’in pazar ilişkileri, sosyal statü ve saygınlık, yaşam tarzı ve yaşam şansı temelinde sosyal, ekonomik, politik ve kültürel boyutları da işaret eden tanımlaması, Marx’ın sınıf tanımından daha esnek bir kullanımdır. Weber, temel toplumsal sınıfları, “mülk sahibi” ve “ticari sınıflar” ve

“sosyal sınıflar” olarak ayırır (Arslan, 2012: 60). Weber, Marx’ın sınıfın verili nesnel

ekonomik koşullar üzerine temellendiği görüşünü onaylamasına rağmen sınıfın biçimlenmesinde Marx’ın tanıdığından daha çok sayıda çeşitli etkenin önemli olduğunu düşünür. Weber’e göre sınıf ayrımı, yalnızca üretim araçlarının denetiminden veya denetim eksikliğinden türemez, aynı zamanda mülkiyetle bağlantısız olunca hiçbir şey ifade etmeyen ekonomik ayrımlardan da türer. Böylesi kaynaklar insanların elde edebileceği türden meslekleri etkileyen nitelikleri veya güvenirlik ve yetenekleri içerirler. Weber bir bireyin piyasadaki konumunun, onun yaşam olanaklarını baştan başa güçlü bir biçimde değiştirdiğine inanıyordu (Giddens, 2008: 347).

Max Weber “Ekonomi ve Toplum” kitabında sınıf konumu ve türlerine ayrıca statü ve gruplarına ayrıcalıklı olarak yer verir. Weber “sınıfı” açıklamadan önce “sınıf

durumu” hakkında bilgi verir:

“Sınıf durumu” 1. Malların tedariki

3. İçsel tatmin bulma

ile ilgili tipik bir olasılık anlamına gelir. Bu mallar ve yetenekler üzerindeki göreceli kontrolden ve bunların belli bir ekonomik düzende gelir üreten kullanımlarından kaynaklanır:

“Sınıf” aynı sınıf durumundaki tüm kişiler anlamına gelir. a) Bir “mülk sahibi” sınıf öncelikle mülk farklılıklarıyla belirlenir,

b) “Ticari sınıf” malların ve hizmetin pazarlanabilirliği tarafından belirlenir c) “Sosyal sınıf” bu sınıf durumlarının bütünlüğünü oluşturur; burada birey

ve kuşak hareketliliği kolay ve tipiktir

Sınıf üyelerinin ortaklıkları –sınıf örgütlemeleri- üç sınıf tipine dayalı olarak oluşabilir. Ancak bu böyle olmak zorunda değildir: “Sınıf durumu” ve “Sınıf” sadece bir kişinin diğeriyle paylaştığı aynı (ya da benzer) çıkarlara işaret eder. Temelde, tüketici malları üzerindeki çeşitli kontroller, üretim araçları, varlıklar, kaynaklar ve niteliklerin her biri özel bir sınıf durumu oluşturur. Tekbiçim bir sınıf durumu ancak tamamen niteliksiz ve mülksüz kişiler düzensiz istihdama bağlı olduğu zaman egemen olur. Sınıf pozisyonları arasındaki hareketlilik ya da bunların istikrarı büyük oranda farklılaşır; bu nedenle bir sosyal sınıfın birliği çok değişkendir.” (Weber, 2012: 423).

“Sınıf konumu” fikri, Weberci yaklaşımı Marksist düşünceden ayıran temel öğelerden başta gelenidir. Marksist düşünce sınıf olgusunu üretim ilişkileri temeline dayandırırken, Weberci anlayış sınıfı toplumun ticari yaşantısının ortaya çıkardığı bir fenomen olarak algılar. Bununla birlikte, Marksist ve Weberci yaklaşım arasındaki bu farklılık, kapitalizm öncesi toplumlara yönelik değerlendirmelerde göze çarpar. Kapitalist toplumlara ilişkin yapılan sınıf analizlerinde ise her iki yaklaşımda ortak bir payda da buluşur: Yani her iki anlayış da sınıfı, kapitalist toplumdaki farklılaşmayı açıklayabilecek temel araç olarak görür. Ve yine bu yaklaşımlar, kapitalist dönemde işçilerin ve sermaye sahiplerinin iki farklı sınıf oluşturduğu görüşünde de birleşirler (Arslan, 2004: 131).

Weber’ göre (2012: 424), pozitif ayrıcalıklı “mülk sahibi sınıfın” başlıca önemi;

yüksek fiyatlı tüketim mallarının münhasır ediminde, satış tekelinde ve bu yöndeki sistematik politikaları takip etme başarısında, tüketilmemiş fazlalığın dışındaki varlığın toplanmasını tekelleştirmesinde, tasarruflardan sermaye oluşumu, yani servetin borç sermayesi biçiminde kullanımını tekelleştirmesinde ve işletmedeki yönetim pozisyonları üzerinde oluşan kontrolde ve pahalı (eğitimsel) statü ayrıcalıklarını tekelleştirmesinde

yatar. Weber, pozitif ayrıcalıklı mülk sahibi sınıfların genellikle gelir sahipleri olduğunu belirtir ve geliri; insanlardan (köle-sahipleri durumu), topraktan, madenlerden, donanımlardan (fabrikalar ve malzemeler), gemilerden, borç verenlerden (çiftlik hayvanları, tohum ya da para) ve ipotekten tahsil eder. Negatif olarak ayrıcalıklı mülk

sahibi sınıflar genellikle; özgür olmayanlar, sınıflarını yitirmiş olanlar borçlular ve yoksullardır. Weber mülklerinden ve kazanılmış vasıflarından hayatını kazanan çeşitli

“orta sınıfların” bulunduğunu belirtir. Bunlardan bazıları “ticari sınıflar” olabilir

(girişimciler çoğunlukla pozitif olarak ayrıcalıklı, proletaryalar olumsuz ayrıcalıklıdır). Yine de hepsi son kategoride yer almaz (uzman, çiftçiler, esnaf memurlar).

Weber’e göre (2012: 425), pozitif ayrıcalıklı “ticari sınıfın” temel önemi; üyeleri

ve ticari çıkarları için işletme yönetiminin tekelleştirilmesinde, bu çıkarları siyasal ve diğer örgütlerin ekonomik politikası üzerindeki etki aracılığıyla korumasında yatar.

Pozitif olarak ayrıcalıklı ticari sınıflar genellikle girişimcilerdir. Tüccarlar, gemi sahipleri, endüstriyel ve tarımsal girişimciler, bankerler ve finansörler ve bazen aynı zamanda rağbet gören uzmanlık ya da ayrıcalıklı eğitim sahibi profesyoneller (avukatlar, doktorlar, sanatçılar gibi) ya da (doğuştan ya da eğitimle ya da alıştırmayla edinilmiş) tekelci niteliklere ve vasıflara sahip işçiler. Negatif olarak ayrıcalıklı ticari sınıflar genellikle değişik niteliklere sahip, vasıflı, yarı-vasıflı ve vasıfsız işçilerdir. Aradakiler yine “orta sınıflardır”: kendi işinde çalışan çiftçiler ve esnaf ve çoğunlukla devlet memurları ya da özel memurlar ve “liberal meslekler” ve istisnai vasıfta işçi grupları.

Weber bu sınıflara ek olarak “sosyal sınıflardan” bahseder. Weber’e göre sosyal sınıflar:

“a) bir bütün olarak işçi sınıfı, b) küçük burjuva, c) mülksüz aydınlar ve uzmanlar (teknisyenler, çeşitli türden beyaz yakalı çalışanlar, kamu çalışanları – eğitimlerinin masrafına göre dikkate değer sosyal farklılıklarla-) d) mülk ve eğitim aracılığıyla imtiyazlı sınıflardır. Kuşak zincirinde a) ve b) gruplarının c) grubuna (teknisyenler, beyaz yakalı işçiler) yükselişi nispeten en kolaydır. Para d) sınıfı içinde, en azından kuşaklar zincirinde, gittikçe artan şekilde her şeyi satın alır. Yüksek dereceli memurlukların yanı sıra bankalarda ve şirketlerde c) sınıfı üyeleri d) sınıfına yükselme şansına sahiptir (Weber, 2012: 426).

Weber’e göre (2008: 426-427), sınıf-bilinçli örgütlenme en kolay biçiminde; ilk

olarak, birincil ekonomik rakiplere karşı (girişimcilere karşı işçiler, fakat bu “kazanılmamış” gelirleri çeken hissedarlara karşı ve feodal lordlarla çatışan köylülerin durumunda söz konusu değildir), ikinci olarak, eğer çok sayıda kişi aynı sınıf durumundaysa, üçüncü olarak, eğer onları teknik olarak örgütlemek kolaysa, özellikle eğer (bir “atölye topluluğundaki” gibi) iş yerlerinde yoğunlaşmışlarsa, Dördüncü ve son olarak, sınıfları dışındaki kişiler (aydınlar) tarafından dayatılan ve yorumlanan kolaylıkla anlaşılır amaçlarla yönlendirilirlerse başarılı olur.

Weber toplumsal tabakalaşma teorisinde Marx’tan farklı olarak “statü” kavramından bahseder. Weber’e göre (2008: 427), “statü” (Ständische Lage) pozitif ve negatif ayrıcalıklar açısından sosyal itibar üzerinde etkili bir hak iddiası anlamına gelecektir. Bu genellikle; a) yaşam tarzı dolayısıyla, b) formel eğitim (bu genellikle

ampirik eğitim ya da rasyonel öğretim ve uygun davranış formları olabilir) , c) kalıtımsal ya da mesleki saygınlıktır. Uygulama da “statü” kendini; meşru evlilik, ortakçılık, muhtemelen ayrıcalıklı kazanç türlerinin tekelci sahipliği ya da belli kazanç türlerinden uzak durma ve diğer türden statü teamülleriyle (gelenekler) ifade eder. Statü ayrı ya da

belirsiz bir türün sınıf konumuna dayanabilir. Yine de sadece bunun tarafından belirlenmez: Para ve girişimcilik konumu kendi başlarına statü yeterlilikleri değildir; yine de bunlara yol açabilirler; mümkün olmaması tek başına, bir statü engeli değildir; yine de onun nedeni olabilir. Aksine statü, bir sınıf konumunu tamamen belirlemese de onunla aynı olmadan etkileyebilir. Bir subayın, memurun ya da öğrencinin sınıf konumu servetlerine göre büyük ölçüde değişir, ancak farklı bir statüye yol açmaz, çünkü yetişme tarzı ve eğitim ortak bir yaşam tarzı yaratır.

“Statü grubu” ise daha büyük bir gruptaki kişilerin çokluğunu ifade eder; bunlar başarılı bir şekilde; özel bir sosyal itibar ve muhtemelen statü tekelleri de talep ederler. Statü grupları;

a) ilk planda, kendi yaşam tarzı gereğince, özellikle meslek tipiyle ortaya çıkabilir: Bunlar “kendinden menkul” ya da “mesleki statü” gruplarıdır.

b) ikinci olarak, kalıtımsal karizma aracılığıyla, başarılı yüksek sınıf kökeni iddiaları sayesinde ortaya çıkarlar: Bunlar “kalıtımsal statü” gruplarıdır. c) hiyerokratik ya da politik güçlerin tekelci sahiplenmesiyle ortaya çıkarlar: Bunlar “politik ya da hiyerokratik statü” gruplarıdır.

“Kalıtımsal statü gruplarının” gelişmesi genellikle ayrıcalıkların (kalıtımsal) bir örgütlenme ya da vasıflı bireyler tarafından sahiplenilmesinin bir şeklidir. Politik gücün ve ilgili ekonomik fırsatların her kesin sahiplenilmesi statü gruplarının yükselişi ile sonuçlanma eğilimindedir ve tam tersi. Statü grubu sosyal sınıfa en yakın olanı ve mesleki sınıfa en benzemeyenidir. Statü grupları çoğunlukla mülk sahibi sınıflar tarafından yaratılır (Weber, 2012: 428).

Kısaca ifade edersek; “statü”, hem olumlu hem de olumsuz ayrıcalıklar açısından

Benzer Belgeler