• Sonuç bulunamadı

Kur'âniyyun ekolünün tefsir anlayışı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kur'âniyyun ekolünün tefsir anlayışı"

Copied!
157
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI TEFSİR BİLİM DALI

KUR’ÂNİYYUN EKOLÜNÜN TEFSİR ANLAYIŞI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Prof. Dr. M. Sait ŞİMŞEK

HAZIRLAYAN M. Sharif İBRAHİMİ

(2)
(3)
(4)
(5)
(6)
(7)

ÖNSÖZ

Hindistan alt kıtası bölgesi, hicri birinci asırlarından itibaren İslam’la tanışmış olan bir bölgedir. İslam, buralara eskiden beri devam etmekte olan ticari ilişkilerle yayılmaya başlamıştır. İslam’ın söz konusu topraklara gelişi beraberinde büyük bir gelişmeyi da getirmiş ve insanlık, medenî hakların zirvesine ulaşmıştır. İlk hicri asırda ticari münasebetlerle başlayan Hint-İslam ilişkileri, özellikle fetih hareketlerinin başlamasıyla ayrı bir şekil kazanmış ve olumlu sonuçlara vesile olmuş. Mesela, Hint toplumundan on binlerce insan, ashab ve tabiûn eliyle İslam’ı tanımışlardır.

Yaptığımız çalışmalar sonucunda gördük ki, Hindistan ve Pakistan bölgesinde ortaya çıkan Kur’âniyyun ekolünün tefsir anlayışları üzerine Türkiye’de müstakil akademik bir çalışma olmadığı gibi kendi ülkemiz olan Afganistan’da da benzer bir çalışma yoktur. Söz konusu bölge üzerinde yapılan çalışmalar ya belli dönem veya şahıs ya da Kur’ân tefsir ve tercümelerinin dil yönü ele alınıp incelenmiştir. Bunun üzerine Kur’âniyyun Ekolünün Tefsir Anlayışı konusunda yüksek lisans tezi olarak sunulacak bir çalışma yapmaya karar verdik.

Kur’âniyyun ekolü, İslâm düşüncesinde Resülullah’ın (s.a.v.) sünnetini göz ardı edip, sadece Kur’ân’ı referans almaya çağıran ve özel öğrenim görmüş aydın ve münevver kesim üzerinde büyük iz bırakan bir hareket olduğu söylenmektedir. Söz konusu hareket dinî bir cemaat ve grup olarak 1902 yılında Abdullah Çekrâlevî tarafından Lahor’da kurulmuştur. Ekolün temel görüşleri göz önünde bulundurulduğunda, bu hareketin kökleri Sir Seyyid Ahmed Han, Çerağ Ali, Muhsinü’l Mülk ve Seyyid Emir Ali’nin temsil ettiği görüşe dayandığı anlaşılmaktadır.

Araştırmamızda 1857 yılı sonrasında oluşan ve İslami çalışmalarını sadece Kur’ân-ı Kerim ve akla dayandıran Kur’âniyyun ekolünden ve bunların Tefsir anlayışından bahis edilecektir. Söz konusu araştırmanın giriş kısmında, İslam’ın bu topraklara hangi tarihlerde nasıl ve kimler vasıtasıyla taşındığından söz ederek daha sonra Kur’âniyyun ekolünün ortaya çıkış nedenlerini öz olarak ele almaya çalıştık.

Giriş kısmından sonra, konumuzun daha iyi anlaşılması için, Araştırmamızın Birinci bölümünde, Kur’âniyyun ekolünün önde gelen ve kurucu niteliğini taşıyan temsilcilerinden bir kaçının öz geçmişini ele aldık. İkinci bölümde, Kur’âniyyun ekolü temsilcilerinin Kur’ân Tefsiri üzerine kaleme aldıkları eserleri tanıttıktan sonra, Üçüncü

(8)

bölümde söz konusu ekolün tefsir anlayışı üzerinde durduk. Tez sonuç ve bibliyografya ile tamamlanmıştır.

Çalışmamız esnasında yararlandığımız kaynakların başında Kur’ân-ı Kerim gelmektedir. Ayetlerin meâllerini Türkiye Diyanet Vakfı ve Yusuf Işıcık’ın meâlinden verdik. Ayetlerin anlaşılmasında tefsirlere müracaat ettik. Ayrıca, Hint alt kıtasında ortaya çıkan ve araştırma konumuzun ana başlığını oluşturan Kur’âniyyun ekolünün ilk fikir babalığını yapan Sir Seyyid Ahmed Han’ın Tefsiru’l-Kur’ân adlı eserinden ve ona ait makalelerinden; Seyyid Ahmed Han’dan sonra, halk tarafından filozof ve çok bilgili kişi olarak tanımlanan Gulam Ahmed Perviz’in Mefhumu’l-Kur’ân, Lugâtu’l-Kur’ân, Metâlibu’l-Furkan ve kaleme aldığı diğer eserinden, Mevlânâ Hafız Muhammed Eslem Ciraçpûrî’nin, Tarihu’l-Ummet ve benzeri Urduca ve Farsça kitaplardan yararlandık. Bunlardan başka, Ebu’l-A’la Mevdûdî’nin Urduca dilinde kaleme aldığı, Tehfimu’l-Kur’ân’ı başta olmak üzere, Resail ve Mesail, Sünnet ki A’ini Haysiyet gibi eserlerinden de büyük ölçüde yararlanmaya çalıştık.

Ayrıca bunlarla sınırlı kalmayıp, Hindistan ve Pakistan’a gidip bölgeyi yakından inceleyen Abdülhamit Birışık’ın Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri başta olmak üzere; Muhammed Tahir Hekim’in Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, Mustafa Öztürk’ün Tefsir Tarihi Araştırmaları, Zaferullah Davudi’nin Şah Veliyullah Dehlevi’den Günümüze Pakistan ve Hindistan’da Hadis Çalışmaları, Cağfer Karadaş’ın Çağdaş İslam Düşünürleri, J. M. S. Baljon’un, Kur’ân Yorumunda Çağdaş Yönelimler, Aziz Ahmed’in Hindistan ve Pakistan’da Modernizm ve İslam ve benzeri eserlerden de yararlandık.

Çalışmamız esnasında kaynak temin etme, metot gösterme, yönlendirme gibi hususlarda bizlerden her daim desteklerini esirgemeyen danışman hocam Prof. Dr. M. Sait ŞİMŞEK, ve Doç. Dr. Fethi Ahmet POLAT’a tashih işlerinde yardımcı olan Dr. Hakan Uğur’a teşekkürlerimi bir borç bilir, çalışmanın bu konuya ilgi duyanlara faydalı olmasını Cenabı Hak’tan niyaz ederim.

Mohammed Sharif İBRAHİMİ

(9)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı Mohammad Sharif İBRAHİMİ Numarası: 084244011001 Ana Bilim/Bilim Dalı Temel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı Tefsir Bilim Dalı

Ö

ğrencinin

Danışmanı Prof.Dr. M. Sait ŞİMŞEK

Tezin Adı KUR’ÂNİYYUN EKOLÜNÜN TEFSİR ANLAYIŞI

ÖZET

Kur’âniyyun ekolü, Seyyid Ahmed Han’ın temsil ettiği, daha sonra, Abdullah Çekrâlevî tarafından biraz daha sistemleştirerek 1902 yılında Ehl-i Zikr ve’l-Kur’ân adıyla yeniden kurum haline gelmiştir. Ancak bugün İslam dünyasında Ehl-i Kur’ân ve Kur’âniyyun adı ile tanınmaktadır.

Kur’âniyyun ekolü, Avrupa’da başlayan yeni keşifler sayesinde İslamî bilgileri yeniden ele alınıp yorumlanmasına ve onların nazariyeleri ile İslam’ı birbirine uyumlu gösterme gayreti içerisine girmiştir. Sonuçta söz konusu meselede Batı felsefesinin etkisi altında kalarak, peygamberlere atfedilen ve âlimler tarafından da bir mucize olarak kabul görülen Kur’ân kıssalarını, melekler, cinler, cennet, cehennem ve benzeri konularda Ehl-i sünnet âlimlerin görüşüne muhalefet etmiştir. Onların, bu kavramlar konusundaki görüşlerinin “fıtrat kanunu” teorisi ile çeliştiğini iddia ederek, bu kavramların bir kısmının sembolik olduğunu söylerken, diğer bir kısmını ise inkâr etmiştir. Biz bu araştırmamızda, Hint alt kıtasına İslam’ın gelişi, Kur’âniyyun ekolünün ortaya çıkışı, nedenleri ve söz konusu ekolün Kur’ân tefsiri konusundaki görüşlerine temas edeceğiz.

(10)
(11)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Name Surname Mohammad Sharif İBRAHİMİ ID:

084244011001 Department/Field Department of Basic Islamic Sciences

Science Commentary

Student’s

Advisor Prof. Dr. M. Sait ŞİMŞEK

Research Title Understanding Commentary of the Kur'âniyyun schools

ABSTRACT

The school of Koraniyyun became an association in 1902 under the name of Ehl-i ZEhl-ikr ve’l-Kur’ân by Abdullah Çekrâlevî who was a member of Ehl-Ehl-i HadEhl-ith at fEhl-irst but then became a strict opponent to hadith. The prime mover of this school is Seyyid Ahmad Khan.

The school of Koraniyyun has been trying to discuss and evaluate the Islamic knowledge again and to indicate to the accord between the scientific theories in Europe and Islam. Under the influence of the Western philosophy, this school has opposed to the thoughts of the scholars of Ehl-i Sunnah about the anecdotes/tale of Koran, angels, genies, paradise and hell etc. It claims that the thoughts of that scholars are in contradiction with the system in the nature ordered by Allah. It declares that some of the thougts of that scholars are symbolic and it denies the others. This study deals with how Islam came to continent of India, how and why the school of Koraniyyun was founded and what the opinions of this school about the commentary/explanation of Koran are.

(12)
(13)

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI... i

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU ... ii

ÖNSÖZ... iii ÖZET... v ABSTRACT ... vi İÇİNDEKİLER... vii KISALTMALAR ... ix GİRİŞ... 1

A. İSLAM DÜNYASINDA MODERNİZM HAREKETLERİ... 3

B. ALİGARH OKULU ... 7

C. AHMED HAN ... 8

D. AHMED HAN’IN FİKİRLERİ ... 11

E. KUR’ÂNİYYUN EKOLÜ... 13

F. KUR’ÂNİYYUN EKOLÜNÜN ORTAYA ÇIKIŞI... 15

I. BÖLÜM KUR’ÂNİYYUN EKOLÜNÜN TEMSİLCİLERİ A. ABDULLAH ÇEKRÂLEVÎ... 20

B. AHMEDÜDDİN AMRİTSARİ... 21

C. HAFIZ MUHAMMED ESLEM CİRACPÛRÎ... 23

D. İNÂYETULLAH HAN EL-MAŞRİKÎ ... 23

(14)

II. BÖLÜM

HİNT ALT KITASINDA TEFSİR ÇALIŞMALARI

A. HİNT ALT KITASINDA TEFSİR TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ ... 28

B. KUR’ÂNİYYUN EKOLÜNÜN TEFSİRLERİ... 30

1. Ahmed Han’ın Eserleri... 30

a) Tefsiru’l-Kur’ân... 31

b) Makâlât-ı Sir Seyyid... 36

2. Gulam Ahmed Perviz’in Tefsiri ve Eserleri ... 43

a) Ma’ârifu’l-Kur’ân ... 44

b) Lugatu’l-Kur’ân... 44

c) Metâlibu’l-Furkan ve Mefhumu’l-Kur’ân ... 45

d) Selim key Nam Hutut ve Tahire key Nam Hutut ... 56

III. BÖLÜM KUR’ÂNİYYUN EKOLÜ VE KUR’ÂN İLİMLERİ A. KUR’ÂN TEFSİRİNE YAKLAŞIMLARI ... 74

B. DİĞER KUR’ÂN İLİMLERİNE YAKLAŞIMLARI ... 86

1. Nüzul Sebepleri (Esbâbu’n-Nüzül) ... 86

2. Nasih ve Mensûh ... 94

3. Kur’ân’ın İ’caz ve Belağatı (İ’câzu’l-Kur’ân)... 102

4. Geçmiş Peygamberlere Ait Mucizeler ve Kıssalar... 108

a) Hz. Mûsâ’nın Kızıl Denizi Geçmesi Hadisesi ... 113

b) Hz. Yunus Kıssası... 124

SONUÇ... 134

(15)

KISALTMALAR a.s. : Aleyhissalâtü vesselam b. : İbn

bkz. : Bakınız bs. : Baskı c. : Cilt

c.c. : Celle celâlüh

DİA. : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi h. : Hicri

haz. : Hazırlayan Hz. : Hazreti

İSAV. : İslamî İlimler ve Araştırmalar Vakfı nşr. : Naşir

r.a. : Radiyallahu anh / radiyallahu anha s. : Sayfa

s.a.v. : Sallallahu aleyhi ve sellem sy. : Sayı

TDV. : Türkiye Diyanet Vakfı tr. : Tercüme

ts. : Tarihsiz v. : Vefat vb. : ve benzeri vs. : Vesaire

(16)
(17)

GİRİŞ

Yüce kitabımız Kuranı Kerim’in ilk müfessiri Resûlüllah (s.a.v.) efendimiz olmuş ve ondan tefsir ve tevilin usulünü öğrenen ashâbı kiram kendilerinden sonraki nesillere Kur’ân’ı nasıl anlamaları gerektiği yönünde rehberlik etmişlerdir. Ashabın, insanları İlahi hakikatler manzumesi olan Kur’ân ile buluşturmak gayesiyle başlattıkları tebliğ ve fetih hareketleri kısa bir zaman içerisinde öylesine yayılmıştır ki dünyanın en uzak köşeleri dahi bundan nasibini almıştır. İlk hicri asırda ticari faaliyetlerle başlayan Hint İslam ilişkileri fetih hareketlerinin bu yöne kaydırılmasıyla ayrı bir şekil kazanmış ve başarılı sonuçlar alınmasıyla da Hint toplumundan yüz binlerce insan, ashap ve tabiûn eliyle İslam’ı tanımışlardır.1

Müslüman Arap tacirler ticaret için Hint kıyılarına ve içlerine gitmişlerdir. Söz konusu Müslüman tacirler artık kazandıkları Müslüman kimliğiyle İslam’ın tebliğini en önemli vazife olarak biliyorlardı. Tutum ve davranışları, İslam hakkında anlattıkları, Hintlileri oldukça etkilemiştir. İslam’ın ilk temeli bu şekilde Hint alt kıtası bölgesinde atılmış ve bu etkileşim gelecekteki fetihlerin önünü açmıştır.2 Bizzat Resûlüllah (s.a.v.) Efendimizin Hindistan’a İslam davetçisi gönderdiği hususunda kaynaklarda zayıf da olsa rivayet bulunmaktadır. İslam devletinin kurumsallaşması daha çok halifeler devrine rastlanmaktadır. Bu dönemde gerek kendiliğinden gerekse görevlendirme yoluyla çok sayıda Müslüman, İslam’ı Hindistan’a ve buranın halkına tebliğ etmişlerdir. Hindistan, Ashâb-ı kiram devrinden beri İslâm’dan haberdar olan şanslı ülkelerdendir. Bu kıta, İslam ile Hz. Ömer (r.a.) devrinde tanışmakla beraber, kalıcı fetihler Emeviler halifesi Velid b. Abdülmelik döneminde, 86-96/704-714 dönemin komutanlarından, Muhammed b. Kasım es-Sakafi (v. 98/717) eliyle gerçekleştirilmiştir.3

1 Birışık, Abdülhamit, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, İnsan Yay. İstanbul, 2001, s.11. 2 Davudi, Zaferullah, Şah Veliyullah Dehlevi’den Günümüze Pakistan ve Hindistan’da Hadis

Çalışmaları, İnsan Yay. İstanbul, 1995, s.37.

(18)

İslam dini ile şereflenen bu kıtada Müslüman Arapların yönetim ve nüfuzu h. beşinci asrın ortalarına kadar sürmüştür. Hindistan’ın büyük bir kısmının Müslümanların eline geçmesi ve köklü kültürel değişimlerin yaşanması Gazneliler devrindedir. Hicri dördüncü asrın sonlarından itibaren, bu ülkede Gazneliler vasıtasıyla İslâm hâkimiyeti başlamıştır.4 Gazneli Mahmud’un gayreti ile Hindistan, İslam devletine dâhil olmuştur. Ashab ve tabiûn neslinden başlayan ihlâslı ve bereketli İslami tebliğ hareketi, günümüze kadar devam ede gelmiştir. Müslümanların, İslam’ı yeni seçen Müslüman kardeşlerine sundukları ilk hediye, hayat iksiri olarak kabullendikleri Kur’ân-ı Kerim ve onun en güvenilir ve en güzel tefsiri olan hadis-i şerifler olmuştur.5

Gazneliler devrinde Hint yarımadası, diğer İslami hükümetler gibi bazen yükselerek, bazen düşerek, sınırları zaman zaman değişerek de olsa İslam devletinin bir parçası olarak devam etmiştir. Bu hâkimiyet, 1857’de kesinleşen İngiliz istilasına kadar farklı isimler altında devam etmiştir.6 Gaznelilerin bölgeye en büyük hediyesi “Urduca” dili olmuştur.7

Bu kıtada İslam’ın gelişmesi ve bu konudaki ciddi çalışmaların ortaya konulmasında, Moğol istilası sebebiyle ülkelerinden kaçıp buraya yerleşen Orta Asyalı İslam âlimlerinin büyük payı vardır. İngilizlerin bölgeye hâkim olmaya başlamasıyla (XVIII. Yüzyıl) batı tipi bazı eğitim müessesleri kurulmuş ve bunlar zamanla medrese eğitiminin karşısında bir alternatif teşkil etmiştir. Ancak özellikle 1857 Sipahi ayaklanmasından sonra alt kıtanın hâkimiyetini fiilen ellerine geçiren İngilizlerin çeşitli alanlarda uygulamaya koydukları tedbirler, Müslümanların medrese eğitimine yeniden ağırlık vermelerine yol açmıştır.8

Hint alt kıtasındaki dini, ilmi eserlerin çoğu, hicri altıncı asırdan itibaren telif edilmeye başlamış ve çağımızda yaklaşık dört yüz milyonu aşkın insan tarafından konuşulan Urdu dilinde yazılmıştır. Hint Müslümanları hususundaki bilgilerimizde dil

4 Düzgün, Şaban Ali, Seyyid Ahmed Han ve Entelektüel Modernizmi, Akçağ Yay. Ankara, 1997, s.10. 5 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.11-12.

6 Davudi, Şah Veliyullah Dehlevi’den Günümüze Pakistan ve Hindistan’da Hadis Çalışmaları, s.38. 7 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.48.

(19)

engelinin rolü inkâr edilemez; zira İngiliz siyasetinin sonucu olarak, on dokuzuncu asrın başlarında bile resmi çevrelerde İngilizce, Urduca’dan daha fazla kullanılmaktadır. 1857-1947 İngiliz hâkimiyeti altında İngilizce, eğitimli kesim arasında en çok kullanılan birinci dil durumuna getirilmiştir. Fakat istiklalden sonra Hintli Müslümanlar ve özellikle Pakistan Devleti Urduca’yı hâkim kılma gayreti içerisinde olmuştur. Zira çok dilli, çok dinli ve çok kültürlü bir yapı arz eden bu kıtada Müslüman Hindu, Sih ve Budist hemen herkesin ortak dili haline gelen Urduca’nın, farklı kesimler arasında iletişimi sağlayan başlıca vasıta olması, Urduca’ya her hangi bir dilden daha önemli bir mevki vermiştir.9

Bu kıtada, 1857 yılından sonra İslam eğitimi ve araştırmalarında bir canlılık görülmektedir. Bu dönemde eğitim ve araştırma kurumu olarak medreselerin yanı sıra idaresini Müslümanların üstlendiği Üniversiteler, kolejler, araştırma enstitüleri ve araştırma merkezleri açılmıştır. İngilizler karşısında varlıklarını ve kimliklerini korumak isteyen Müslümanlar, bunun için fiili siyasetten el çekip medreseler yoluyla İslami eğitime ağırlık verme kararı almışlardır.10

1. İSLAM DÜNYASINDA MODERNİZM HAREKETLERİ

İslam dünyasında modernizm başlığına geçmeden önce, genel olarak modernizmin ne anlama geldiğini açıklamak istiyoruz. Modernizm, geleneksel olanı yeni olana tabi kılma tavrı, yerleşik ve alışmış olanı yeni ortaya çıkana uydurma eğilimi veya düşünce tarzı, bir inanç sistemi ya da öğreti bütününü değişen koşullara uyarlama eğilimi veya hareketi demektir.11 Din ve felsefe ile ilgili konularda “modern” terimi, bazen övgü, bazen da küçümseme ifade der; övücü anlamda, zihin açıklığı, farklı düşünme, yeni buluşlar, bilgi, yeni ortaya atılmış dikkat çekici fikirler kastedilmektedir.12

9 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.7-8. 10 Birışık, “Hindistan”, XVIII, 95.

11 Cevizci, Ahmet, Felsefe Terimi Sözlüğü, Engin Yay. İstanbul, 2003, s.272.

(20)

İslam modernizminin tanımını yapacak olursak, Fazlur Rahman’a göre onun merkezi tezi şudur: Temel kaynakları olan Kur’ân ve Sünnet’e dayandırıldığı, kaynaklar ve onların ışığında oluşan topyekûn tarihi miras, ilim ve rasyonel bir süzgeçten geçirilerek anlaşıldığı ve yorumlandığı takdirde İslam, tarihi-içtimai gelişme sürecinin ortaya çıkardığı değişme hadisesinin doğurduğu problemleri çözmeye, o sürecin altında ezilmeye değil ona yön vermeye kâdir bir inanç sistemidir.13

Kavram olarak “modernlik” Batı medeniyet tecrübesinde ortaya çıkan bir olgudur. Bu olgunun temelinde yatan zihniyet şüphesiz ki, “sekülerleşme”dir. Orta Çağ Hıristiyan din anlayışı ile Batılı insan, neredeyse bütün dünyevî hürriyetlerini kaybetmiş bir duruma gelmek üzereyken dinin bu sımsıkı pençesinden kendini kurtarıp aklının kendisine sağlayabileceği geniş hürriyet ufuklarına bırakmayı tercih etmesinden modern zihniyet ortaya çıkmıştır.14

Aşağı yukarı üç asır önce İslam dünyası, kendi iç bünyesinde bazı şeylerin yerli yerinde olmadığını iyiden iyiye anlamaya başladı. İşte bu uyanış, özellikle on sekizinci yüz yıldan itibaren bir takım ihya kıpırdanışlarının ortaya çıkmasını sağladı. Söz konusu gelişmenin işaretleri önce dini hareketler, sonra düşünce akımları, en son da siyasi gruplaşmalar halinde kendini göstermeye başlamıştır. Mesela kelam alanında ihya ve tecdid hareketlerinin erken başladığı bölgelerin başında Hint-Pakistan alt kıtası gelmektedir.15

İslam dünyasında liberalist hareketler önce Mısır’da ve Hindistan’da ortaya çıkmıştır. Müslüman liberalistler arasında İslam dünyasında düşünceleriyle en etkin olanlarından birisi şüphesiz ki, Muhammed Abduh’dur. İslam dünyasındaki liberalistlerden biri de, Abduh’un öğrencisi ve manevi varisi olan, onun hatırasına saygı gösteren ve yolunda yürüyen Reşit Rıza’dır.16

13 Fazlur Rahman, İslam, tr. Mehmed Dağ, Mehmet Aydın, Ankara Okulu Yay. Ankara, 2008, s.19. 14 Gencer, Bedri, İslam’da Modernleşme, Lotus Yay. Ankara, 2008, s.220.

15 Fazlur Rahman, İslam, s.19.

(21)

Hintli reformist Müslümanlara gelince bunlardan biri, 17 Ekim 1817 yılında Delhi’de dünyaya gelen17 Sir Seyyid Ahmed Han’dır. İkincisi, 1849 yılında dünyaya gelen ve (1928)’de vefat eden Seyyid Emir Ali’dir. 1873 yılında doğup, (1938)’de vefat eden Muhammed İkbal ve Şibli Numani de bunlardan sayılmaktadır.18 Aslında İslam modernizmi tartışmalarında adı ilk anılan kişi Fazlur Rahman’dır. Onun adını öne çıkartan en önemli yönü, çağdaş İslam modernizmini sistemleştirmeye dönük çabaları ile üretkenliği ve Batı düşüncesi ile Doğu düşüncesi arasındaki telifçi bir kişiliğe sahip olmasıdır.19 Ancak bunların arasında en belirgin kişi ise, Seyyid Ahmed Han’dır.

Söz konusu hareketin ortaya çıktığı yerler, doğal olarak Batıyla ilişki içerisinde olan bölgelerdir. Bu bölgeler aynı zamanda geleneksel kültürün canlı ve yoğun olarak yaşandığı ve öğretildiği merkezlerdir. Ancak söz konusu nedenlerden dolayı bu düşünce adamlarını aynı potaya koymak, diğer bir ifade ile tek tip düşünce sahipleri olarak görmek yanlıştır. Bu arada İslam âleminde son dönemde ortaya çıkan fikri hareketler konusunda bazı araştırmacıların düştüğü bir hataya dikkat çekmek gerekir. Bu araştırmacılar, hayatının son dönemlerinde Abduh’un Mısır’daki İngiliz yönetimiyle yakın ilişkiler içerisine girmesine bakarak onu Ahmed Han ile aynı ekol içerisinde değerlendirirler. Her iki ekol mensuplarının ortak noktaları, taklide karşı oluşlarıdır. Bunun söz konusu değerlendirmede etkisi vardır. Hâlbuki her iki şahsın fikir ve davranışları arasında önemli farklar vardır.20

Bunların arasındaki farkı şu sözlerle açıklayabiliriz; Mısır’da ve Suriye’de yetişen yenilikçiler dini ve ahlaki konularla meşgul olup ilahiyat alanında araştırma yaptıkları halde, Hindistan’da yetişen akılcı hareket taraftarları daha çok felsefi hüviyet taşıyor ve Ehl-i Sünnet fikriyatından kolayca ayrılarak, Müslümanlığın çağdaş Avrupa medeniyetine uydurulmasıyla ilgili şartları araştırıyorlar.21

Ahmed Han, gerek inanç ve gerek sosyal hayatla ilgili meselelerde daima Batı sistemleriyle uzlaşmacı bir tavır takınmıştır. Ancak Muhammed Abduh, gerek inanç

17 Düzgün, s.31.

18 Bammat, İslamın Çehresi, s.488-493.

19 Karadaş, Cafer, Çağdaş İslam Düşünürleri, Ensar nşr. İstanbul, 2007, s.116.

20 Şimşek, M. Sait, Günümüz Tefsir Problemleri, Kitap Dünyası, Konya, 2008, s.185-186. 21 Bammat, İslamın Çehresi, s.488.

(22)

gerekse sosyal hayatla ilgili kurumlar konusunda İslam’ı savunucu bir yol izlemiştir.22 Genel itibariyle bu görüş sahiplerinin ortaya koyduğu tavrın iki boyutu vardır.

a) Batının bilimini alırken kendi değerlerini de korumak. b) Batının bilim ve tekniğini alma.23

Bu konuda Emin Ahsen Islahi şunları söyler: “Modernistler Modern Batı Düşüncesini ve görüşlerini benimsemiş, onlardan etkilenmiş kişilerdir. Yunan felsefesi altında yeni bir söylem geliştirmiş, kendi uydurdukları fikirleri kanıtlamak adına Kur’ân’ın anlamını eğip bükmüş ve kelama dayalı çelişkiler yumağına dalmış ve bu yüzden başka tüm gerçeklere kulaklarını tıkamışlardır. Modernistler Batı ideolojisinin etkisi altına girmişlerdir ve Batı ideolojisiyle Kur’ân mesajını aynı potada eritebilmek adına, acımasızca, Kur’ân’ın anlamını çarpıtmışlardır. Ülkemizde, bu hareketin öncüsü Seyyid Ahmed Han’dan sonra bu akım, yuvarlanan bir kartopu gibi büyümeye devam etmiştir”.24

Bu bağlamda Hint alt kıtasında ortaya çıkan modernist ekolü, Ebu’l Hasan en-Nedvi, şöyle tanımlar ve bu konuda şunları söyler: “Bunlar Batı medeniyetini taklit etmek, temeli materyalizme varan batının metot ve izinde modern ilimleri iktibas etmek, miladi 19. yüz yılın sonunda varılmış olan medeniyet ve yeni bilgilere uygun olarak Kur’ân’ı tefsir etmek esasına dayanan ve Seyyid Ahmed Han’ın önderliğini yaptığı harekettir. Bunu yaparken de Batılıların hevalarına, görüşlerine, zevklerine, his ve tecrübeyle sabit olmayan tabiat ilimlerinin tespit etmediği gaybi hakikatleri ve akıl yürütme yoluyla anlayamadığımız fizik ötesi durumları küçümseme anlayışına uyum sağlayanlardır”.25

22 Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s.193.

23 Osmanî, Muhammed Taki, Ulumu’l-Kur’ân, tr. Muhammed Ömer Edi, Terbet gam intishârât, Zahidan, 1386. s.310.

24 Islahi, Emin Ahsen, “Kur’ân Tefsirinin İlkeleri”, tr. Fatih Peyma, İslami Yorum İnternet Dergisi, sy. İlkbahar 2010, s.142-157., http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid= 203&sayi=60 (05.26.2010)

25 Hekim, Muhammed Tahir, Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, tr. Hüseyin Aslan, Pınar Yay. İstanbul, 1985, s.86.

(23)

B. ALİGARH OKULU

Hindistan’da kurulan bütün eğitim kurumlarının en önemlisi, şüphesiz ki, 1881 yılında tesis edilen Aligarh Koleji’dir.26 Sir Seyyid Ahmed Han’ın modern eğitim veren bir eğitim kurumu kurma arzusu ise, 24 Mayıs 1875’te “Aligarh’ta Mohammadan Anglo-Oriental College” (school) ile gerçekleşmiştir. Seyyit Ahmed Han Aligarh Koleji ile daha yakından ilgilenebilmek için kırk yıla yakın sürdürdüğü devlet memurluğu görevinden 1876 yılında emekliye ayrılarak Aligarh’a yerleşmiştir. Onun girişimleri sonucunda kolej hem yeni binalara hem de ek sınıflarla yüksek öğrenim düzeyine kavuşmuştur. Kolej’e 1920’de Üniversite statüsü vermiş, böylece “Aligarh Müslim University” adını almıştır.27 Hindistan’daki günümüz Müslüman aydınlarının birçoğu bu Üniversite’de yetişmişlerdir. Ahmed Han’a göre Müslümanların Modern hayata uyum sağlayabilmeleri ancak Batılı bir eğitim sisteminden geçmeleriyle mümkündür.28

Modern Hindistan tarihinin en etkili Batı tipi eğitim öğretim faaliyeti olan Ali-garh hareketi, Seyyid Ahmed Han'ın 1863 yılında Gâzîpûr'da Translation Society'yi kurmasıyla başlar. İlmî dergiler yayınlayan dernek, 24 Mayıs 1875 tarihinde Aligarh'ta modern tarzda eğitim veren Mohammadan Anglo Oriental High School'u kurmuştur. Daha çok Aligarh Koleji diye anılan söz konusu Üniversitede doğrudan İslâmi araştırmalarının yapıldığı bölümler, bağımsız Hindistan Devleti'nin kurulmasından son-ra açılmıştır. İslâm İlahiyat Fakültesi Ason-rapça, Farsça, Urduca ve tarih bölümleri “Center of West Asian Studies” ve “Institute of Islamic Studies” Üniversitenin İslâm araştırmalarıyla ilgili birimleridir. Bunlardan “Institute of Islamic Studies” eğitim öğretim ve araştırma hizmetleri vermek amacıyla 1954 yılında kurulmuştur. Kurum bünyesinde 1958'de “Âli India Islamic Studies Conference” adlı bir teşkilât oluşturulmuştur. Teşkilâtın hedefi, ilim adamları arasında modern ilmî araştırma usul-lerini yaygınlaştırarak daha kaliteli çalışmalar yapılmasına yardımcı olmaktır.29

26 Fazlur Rahman, İslam ve Çağdaşlık, tr. Alparslan Açıkgenç, M. Hayri Kırbaşoğlu, Ankara Okulu Yay. Ankara, 2002, s.134.

27 Öztürk, Mustafa, “Ahmed Han” DİA, TDV, İstanbul, 1989. II, 73. 28 Bammat, İslamın Çehresi, s.489.

(24)

Kurumun hedefi, Batıya ayak uydurabilmek ve onların seviyesine yükselmektir. Bu konudaki görüşlerine bakacak olursak şunlar söylenmektedir:

“Batının gelişmişliği ve zenginliğin sırrı modern batı ilimlerinde saklıdır; Eğer Müslümanlar batı ülkeleriyle yarışmak istiyorlarsa, modern ilimlerden faydalanarak, eğitim alanındaki eksiklikleri giderip dünyanın güçlü ülkeleriyle yan yana yürüyebilirler”. Söz konusu kurumun ikinci amacı da, Müslümanlar ve İngilizler arasındaki yanlış anlayışları ortadan kaldırmaktır.30 Bu düşünceler, Hindistan Müslüman aydınları üzerinde etkili olmuş, sonunda Aligarh Ekolü denilen modernist bir ekolün açılması sağlanmıştır. Bu ekolün özelliklerinden başka birisi de, Tevrat ve İncil üzerinde derin araştırmalar yapmak olmuştur.31

“Institute of Islamic Studies”, (Mecelle-i 'Ulûm-i İslâmiyye) (Urduca, 1960) ve “Bulletin of Institute of Islamic Studies” 1960 adındaki iki derginin yanı sıra, adı geçen Aligarh Üniversitesi rektörlüğü tarafından Fikr-u Nazar ve Tehzîbü'l-Ahlâk (Urduca, 1982) ile “Mecelletü'l-Mecma’i’l-İlmiyyi'l-Hindî” (1976) adlarında üç ilmî dergi çıkarmaktadır. Tehzîbü'l-Ahlâk, Seyyid Ahmed Han'ın aynı adla çıkardığı derginin devamı niteliğinde olup daha çok İslâmî eğitim, İslâm ve bilim, İslâm ve Hindistan Müslümanları konularında makaleler içermektedir. İlahiyat Fakültesi'nin çıkardığı Urduca Mecelle-i 'Ulûmi'd-dîn'de İslâmiyet ve diğer dinlerle ilgili ilmî makaleler yer almaktadır. Kampusun içerisinde bulunan Mevlânâ Âzâd Kütüphanesi’nde 500.000'den fazla eser mevcuttur. Kütüphanede başta Arapça, Farsça ve Urduca olmak üzere çeşitli dillerde 14.000 yazma eserin yanı sıra minyatür, şahsî evrak vb. arşivlerin de muhafaza edildiği söylenmektedir.32

C. AHMED HAN

Sir Seyyid Ahmed Han, Moğol idaresinde son günlerini yaşayan çökmüş bir İslam devleti içerisinde, seçkin bir ailenin çocuğu olarak 17 Ekim 1817 (h.1232) yılında

30 Davudi, Şah Veliyullah Dehlevi’den Günümüze Pakistan ve Hindistan’da Hadis Çalışmaları, s.298. 31 Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s.191.

(25)

Delhi’de dünyaya gelmiştir.33 Soyunun baba tarafından otuz altıncı göbekten Hz. Hüseyin’e dayandığı söylenmektedir. Atalarının Herat’tan34 gelip Hindistan’a yerleşmiş olmaları Babürlü padişahı Şah Cihan dönemine 1628-1659 rastlamaktadır. Hem baba hem da anne tarafından ataları, Babürlü saltanatı yıllarında üst düzey devlet hizmetlerinde bulunmuş kimselerdir. Delhi kalesindeki mahkemede vazifeli olan babası Seyyid Muhammed Mir Mutteki Han’ın, son Babürlü Padişahı İkinci Bahadır Şah’a yakın bir kişi olduğu ileri sürülmektedir. Mir Mutteki derviş mizaçlı, sessiz bir kimse olduğundan dolayı Ahmed Han’ın eğitimiyle, okuma ve okutmaya özel bir ilgisi olan annesi ilgilenmiş ve oğluna on iki yaşına gelinceye değin eski usulde dersler anlatmıştır. Daha sonra Farsça, Arapça, matematik ve geometri eğitimi gördüğü nakledilmektedir. Şiir ve edebiyatla de ilgilenen Ahmed Han, 1838 yılında babası Mutteki Han’ın ölümü üzerine hayatını kazanmak için çalışmak zorunda kalmıştır.35

Seyyid Ahmed Han, babasının vefatından sonra amcasının görevli bulunduğu mahkemede başladığı 1838 memuriyetini Ağra 1838, Manipur 1841, Fatihpur Sirki 1842 ve Delhi’de 1846 sürdürmüştür. Mahkeme zabıt kâtibi olarak başladığı memuriyette hâkimlik derecesine kadar yükselme36 başarısını gösterdiğinden dedesinin uhdesinde iken ölümüyle münhal kalan nişan ve lakaplar (Bahadur lakabını kitaplarında da kullanır) Babürlü padişahı tarafından ona verilmiştir.37

Seyyid Ahmed Han 1857 yılında İngilizlere karşı başlatılan ve Hint tarihine “Sipahi Ayaklanması” diye geçen ayaklanma sırasında İngiliz askerlerine yaptığı yardımlardan dolayı İngiltere tarafından “Star of India” (Hint yıldızı) unvanıyla ödüllendirilmiştir. 1869 yılında İngiltere’yi ziyaret etmiş, Kraliçe Victoria ve İngiliz devlet adamları tarafından büyük bir ilgi görmüştür. On yedi ay süren bu ziyaret sırasında İngiliz eğitim sistemini incelemiş, hem bu sisteme ve hem de Avrupa’nın kültür ve medeniyetine hayran kalmıştır. Hindistan’a dönüşünde “Tehzibu’l Ahlak” adı altında Urduca aylık bir gazete çıkararak Müslümanları İngiliz hükümetine ısındırmak

33 Düzgün, Seyyid Ahmed Han ve Entelektüel Modernizmi, s.31. 34 Afganistan’ın güney batısında bulunan İllerden birisidir. 35 Öztürk, “Ahmed Han”, II, 73.

36 Hekim, Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, s.93.

(26)

için çaba göstermiştir. Din ile Devlet işlerinin birbirinden ayrılması ve Dinin her işe karışmaması gerektiğini savunmuştur.38 Ahmed Han, İngilizler karşısında organize olma çabası içerisine giren Müslümanları eleştirmiş ve her fırsatta Müslümanların yararlarının İngilizlerinyanında yer almakla ve bu tavrın onların yararlarına olduğunu savunmuştur. Bu tür faaliyetlerinin devamı üzerine İngilizler, 1887 yılında bu defa da kendisine “Sir” ve “Commander of the Star of India” “Hint Yıldızı Şövalyesi” unvanıyla ödüllendirmişlerdir.39

Seyyid Ahmed Han İngiltere’den döndükten sonra bir yandan Benares’te hâkimlik görevine devam etmiş, öte yandan da Tehzibu’l-Ahlak (The Mohammedan Social Reformer) adını verdiği dergiyi çıkarmaya devam etmiştir. Aralık 1870’te bu dergiye yazdığı makaleler yanında 1862 yılında Gazipur’da kurup sonra Aligarh’a naklettiği “Scientific Society”nin yayın yöneticisi olan Ahmed Han, gazete için de yazılar göndermeye devam etmiş ve bu kurumu geliştirmek içinçaba göstermiştir. Zaten Aligarh’ta bulunduğu üç yıl 1864-1867 içerisinde Society’yi bir düzene sokmuş ve Müslümanlarla İngilizlerin birlikte çalıştığı ve önemli ilmi faaliyetler yürüten bir kurum haline getirmiştir.40 Emeklilikten sonra da devletle olan ilişkisini koparmayan Ahmed Han 1878 yılında Hindistan için önemli bir kurum olan Kraliyet Naibinin Yasama Meclisi’nde (Victeroy’s Legislative Council) görev almış ve bu görev 1883’e kadar devam etmiştir.41

Ancak bazıları şunu söylüyor: Ahmed Han’ın İngiliz yandaşlığı, şahsi bir makam veya menfaat hırsından kaynaklanmıyordu42. Hayatı boyunca siyasetten uzak durması, imkânı varken siyasi makamlara rağbet göstermemesi; seksen yılı aşan bir ömrü yazarak, araştırmalar yaparak eğitim faaliyetlerinde harcaması bunun bir kanıtıdır. Belki de onun İngiliz yandaşı bir yol izlemesi, Hint Müslümanlarını İngilizlerin baskısından kurtarmak içindi. Çünkü Hindular, İngilizlerin hâkimiyetini kabullenmiş ve onlarla işbirliğine girmişlerdi. Müslümanlar bir yandan Hinduların, diğer yandan

38 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.328. 39 Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s.185-186.

40 Öztürk, “Ahmed Han”, II, 73.

41 Birışık Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.328. 42 Bammat, İslamın Çehresi, s.489.

(27)

İngilizlerin baskısı ve düşmanlıklarıyla karşı karşıya kalmışlardı. Bu nedenle mevcut ortam içerisinde İngiliz sempatisini kazanmak, ona göre Müslümanların yararına olacaktı.43

Bu konuda Külliyatı İkbal’in mukaddimesinde Ahmet Suruş, İngilizlerin Hindistan’ı işgal ettikleri dönemde Müslümanların durumunun pekiyi bir vazıyette olmadığını nakleder: Bu dönemde İngilizlerin Hindistan’ın her tarafını işgal etmiş olduklarını ve Müslümanların elinde sadece “Dekan” şehrinin kaldığını söyler. Bu sıralarda İslami geleneğin kritik bir konumda olduğunu ve bu geleneğin İngiliz işgalcilerin şerrinden koruna bilmesi için, olaylara karşı yepyeni bir siyasete gerek vardı, der. Bu acı durumu ancak Ahmed Han fark edebilmişti ve olay karşısında Aligarh Kolejini kurmak zorunda kaldı.44 Çünkü ülke Müslümanlarını eğitim, öğretim ve siyaset alanlarında aydınlatmak amacıyla, böyle bir faaliyet yapma ihtiyacını hissetmiştir.45

Ahmed Han Hintli aydın Müslümanlar arasında ileri görüşlü kişiliğe sahip bir şahsiyettir söylenmektedir. Ancak görüşleri asla taraftar bulamamıştır ve hep eleştirilmiştir. Fakat Seyyid Ahmed Han yaşadığı yüz yılın son yarısında Hint yarımadasında yetişmiş olan önemli Müslüman liderlerden biri sayılmakta ve ayrıca Urdu edebiyatındaki gelişmenin teşvikçisi olarak kabul edilmektedir.46 Seyyid Ahmed Han 27 Mayıs (v. 1896) yılında vefat etmiştir.47

D. AHMED HAN’IN FİKİRLERİ

Kur’âniyyun ekolünün fikir babalığını yapan Ahmed Han’ın, başlangıçta Şah Veliyullah Dihlevi’nin tesiri altında kaldığı söylenmektedir. Geleneğe karşı düşüncelerinin oluşumu da bu etki ile başlamıştır.

43 Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s.203.

44 Muhammed İkbal, Külliyet’i eşâr-i Farsi-yi Mevlânâ İkbal-i Lahori, Kitab hana-i Sanayi, Tahran, ts., s.27.

45 Bammat, İslamın Çehresi, s.489. 46 Bammat, İslamın Çehresi, s.489-490. 47 Hekim, Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, s.93.

(28)

Başlarda Şah Veliyullah Dehlevi çizgisinde olan Ahmed Han, daha sonra Şah Veliyullah’ın çizgisinden ayrılmış ve tamamen modernist bir yapıya bürünmüştür. On dokuzuncu asır Avrupa akılcılığı ve tabiat felsefesinin etkisinde bir yol izlemeye başlamıştır.48

Ahmed Han’ın 1869’da İngiltere’yi ziyaret ettikten sonra fikirleri daha değişmiş; mesela yazılarında hem İslam’ın temel kaynaklarına hem de temel prensiplerine karşı daha laik bir bakış açısı ortaya koymuştur. Ahmed Han bu dönemde yazdıklarıyla İngilizleri hoşnut ederken Müslümanları küstürmüş ve kızdırmıştır.49

Ona göre belli bir inancın kabul edilmesinde asıl ölçütü, çağdaş bilim ve tabiat kanunları vermelidir. İslam’ı bu şekilde çağdaş bilim ölçütüne vurursak görürüz ki o, diğer bütün dinlerden daha ziyade tabiat kanunları ile uyum halindedir. Müslümanlar geçmişte Kur’ân’ın dünya görüşünü çok yanlış algılayıp yanlış yorumladıkları için artık Sünni kelamı geçersiz olduğundan, çağdaş anlayışa dayalı yeni bir Kur’âni kelamın geliştirilmesi şarttır. İşte böyle bir kelam geliştirmeğe çalışan Ahmed Han, sadece Mutezile’ye değil, aynı zamanda diğer Müslüman filozoflara ait olduğunu açıkça bildiğimiz görüşlere de başvurmuştur. O zaman onun sonuçta neredeyse tabiatçı bir ‘deist’ durumuna düşmesine şaşırmamanın normal olduğu söylenmektedir.50

Ahmed Han, ortaçağ İslam filozoflarının “Sudur” görüşlerini yoruma tabi tutarak benimsemiş ve Allah’ı ilk sebep şeklinde ifade etmiştir. Ahmed Han batı akılcılığına dayanarak İslâm’ı kendi şahsi yorum ve fikirleriyle uzlaştırmaya çalışmıştır.51

Ahmed Han’a göre, kâinatta sebep-sonuç prensibi hâkimdir ve kâinat bu prensibe bağlı olarak yönetilir. Bütün varlıkların yaratıcısı, yani ilk sebebi Allah’tır. Allah tabiat kanunlarını yaratmış ve kesinliğe bağlamıştır; bu yüzden kâinatta bu

48 Öztürk, “Ahmed Han”, II, 73.

49 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.327-329.

50 Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s.198; Fazlur Rahman, İslam ve Çağdaşlık, s.141-142. 51 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.276.

(29)

kanunlara aykırı hiçbir şey cereyan etmez.52 Bu konuda Kur’ân-ı Kerim’den, Maide, 5/12-13., Tevbe, 9/69., Meryem, 19/61., Bakara, 2/74., Tevbe, 9/73., Araf, 7/42., Fussilet, 41/45., Alu-İmran, 3/7., Müzzemmil, 73/18., Mü’min, 40/75 ve 77. ayetlerini delil göstermektedir.53

Söz konusu anlayıştan hareket eden Ahmed Han, peygamberlerin mucizelerini ve velilerin kerametlerini kabul etmeyip bunlarla ilgili nasları tabiat kanunlarına uygun bir şekilde yorumlamaya çalışmıştır. Ona göre vahiy tabii bir olaydır ve peygamberlerin melek vasıtasıyla değil, kendi sahip olduğu istidatla ilâhi kelamı duyması halidir.54 Buna göre peygamberlik de istidada bağlı tabii bir olaydır, nasıl ki bütün istidatlar insanın fizik yapısına bağlı bir özelliktir. Bu bakımdan peygamber ana rahminde iken de peygamberdir. Nübüvvet Hz. Peygamberle sona ermiştir. İslam peygamberinin her sözü, konusunda söylenecek en son sözdür. İşte bu özelliğinden dolayı O son peygamberdir. Kendisinden sonra bin tane peygamber de gelse, O’nun söylediklerinden başka bir şey söylemeleri mümkün değildir.55

E. KUR’ÂNİYYUN EKOLÜ

Seyyid Ahmed Han, Çerağ Ali, Muhsinü’l Mülk ve Seyyid Emir Ali’nin temsil ettiği düşünce, başlangıçta Ehl-i hadis iken ateşli bir hadis düşmanı kesilen Abdullah Çekrâlevî tarafından biraz daha sistemleştirerek 1902 yılında Ehl-i Zikr ve’l-Kur’ân adıyla kurumlaşmıştır. Bu hareketin mensupları, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hadislerini inkâr etmeleri sebebiyle münkirîn-i hadîs, sadece Kur’ân’ı referans aldıklarını söylemeleri sebebiyle Ku’ânîyyûn, hareketin ilk liderine nispetle Çekrâlevî, özellikle Seyyid Ahmed Han’ın pozitivist ve natüralist görüşleri sebebiyle neyçirî/tabiatçı ve bu ekolün en velûd şahsiyeti olan Gulam Ahmed Perviz’e nispetle Pervizî adlarıyla anılmıştır.56 Ancak İslam dünyasında “Kur’âniyyun” ve “Ehl-i Kur’ân” olarak

52 Ahmed Han, Kur’ân-ı Mecid ki Tefsir key Usul, Makâlât, Tolu-i İslam, Lahor, 1892, II, s.230-231. 53 Sıddîk Hasan Kannuci, Seyyid Ahmed Han’ı kıyamet fitnelerinden saymıştır. Gerçekten bu çok

ilginçtir. Davudi, Şah Veliyullah Dehlevi’den Günümüze Pakistan ve Hindistan’da Hadis Çalışmaları, s.298.

54Ahmed Han, Kur’ân-ı Mecid ki Tefsir key Usul, Makâlât, II, 227. 55 Öztürk, “Ahmed Han”, II, 74.

(30)

bilinmektedir. Bu ekol XIX. Yüzyılın ikinci yarısında İngiliz İşgalinde bulunan Hindistan'da zuhur etmiştir.57 Kur’âniyyun ekolü Kur’ân'dan başka delil kabul etmez.

Bölgede kaleme alınan eserlerde, sünneti tamamen reddederek sadece Kur’ân’ı benimseme anlayışının ilk defa hicri II. (VIII.) Yüzyılda tartışma konusu olduğunu ve günümüze kadar varlığını sürdüregeldiğini yazmaktadırlar. Bu konuda Seyyid Ebu’l A’la Mevdûdî şunları söylemiştir: “Söz konusu ekol, uzun bir aradan sonra Hindistan’da Seyyid Ahmed Han ve Çerağ Ali ile yeniden hayat buldu. Daha sonra Abdullah Çekrâlevî, Ahmedüddin Amritsari, Muhammed Eslem Ciracpûrî ve Gulam Ahmed Perviz tarafından devam ettirilmiştir. Müslümanların Batı felsefesi ve kültürü ile karşılaşmasının, bunlar karşısındaki yenilmişliğin psikolojik bir sonucu olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.”58

Bu hareketin, Müslümanların bütün din ve dünya işlerinde sömürgecileri taklit etmeye çağırıp medeniyet, terakki ve ilerlemenin tek yolunun bu olduğuna inanan; “Eğer Müslümanlar, medeniyet kervanına katılmak istiyorlarsa her şeyde İngilizleri taklit etmelidirler” ifadesini kendilerine bir slogan edinen ve böylece, dini de olsa, batı kültürünün inkâr ettiği her şeyi inkâr eden, Müslümanların icma’ına ve dine muhalif de olsa, İngilizlerin dokunmadığına onların da dokunmadığı59 bir hareket tarzı olduğunu söyleyenler olmuştur.

Söz konusu hareket kendi döneminde B. Muhammed Cetto ve Muhke-i Din Kefeş gibi bazı varlıklı kimseler tarafından finanse edilmiş ve daha ziyade Batı tarzı eğitim görmüş kimseleri etkilemiştir; sayıları onu geçmeyen temsilcilerince ortaya atılan görüş ve düşünceler paralelinde birtakım değişmelere uğramak süratiyle günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.60 Bugün Kur’âniyyun geleneğini temsil eden idareler içerisinde Lahor’daki İdare-i Tulu-u İslam başta gelmektedir. Söz konusu idare büyük ölçüde modernsit düşünceyi temsil etmektedir.61 Aynı zamanda Kur’âniyyûn

57 Birışık, “Kur’âniyyun”, DİA, TDV, Ankara, 2002, XXVI, 428.

58 Mevdudi, Ebu’l A’la, Sünnet ki Ayini Haysiyyet, İdare-i Tercümanu’l-Kur’ân, Lahor, 1961, s.12-13. 59 Hekim, Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, s.87.

60 Öztürk, Mustafa, Tefsir Tarihi Araştırmaları, Ankara Okulu Yay. Ankara, 2005, s.137. 61 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.321.

(31)

ekolünün en hareketli ve çalışkan grubu olarak görülmektedir. Perviz’in öncülüğünü yaptığı Tulû-u İslâm, 1947 yılından önce Delhi’de, Pakistan’ın 1947 yılı bağımsızlığından sonra Perviz’in Pakistan’a geçmesi sebebiyle söz konusu idare de Pakistan’a intikal etmiştir. Şu anda Pakistan‘ın tüm şehirlerinde faaliyetlerini sürdürdüğü gibi Avrupa’nın bazı kent ve merkezlerinde de gruba ait şubeler mevcuttur. Yaklaşık yirmi beş küsur yıldır, hafta sonu tatillerinde hareketin lideri olan Gulam Ahmed Perviz tarafından yapılan sohbetler, kasetler yoluyla grubun tüm şubelerine ve merkezlerine ulaştırılmaktadır.62

Burada söz konusu ekolün kısaca tanımını yapmaya çalıştık. İleriki konularda sırası gelince bu ekolü temsil eden kişilerin kaleme aldıkları tefsir çalışmalarından ve konumuzla yakından alakası olan eserlerinden bahis edilecektir.

F. KUR’ÂNİYYUN EKOLÜNÜN ORTAYA ÇIKIŞI

Her şeyin ortaya çıkmasında kendine göre bazı sebepleri vardır. Bu meseleyi göz önünde bulunduracak olursak, Kur’âniyyun ekolünün zuhuruna neden olan tarihi arka plan bilinmelidir. Onu tam olarak analiz etmek zor olacağı için bu hususta biraz bilgi edinmek zarureti vardır.63

Kur’âniyyun ekolünün doğuşundan, ortaya çıkışından söz eden kaynaklar onların Sir Seyyid Ahmed Han hareketinin ektiği tohumların doğal meyveleri oldukları konusunda müttefiktirler.64 Esasen Seyyid Ahmed Han, Kur’âniyyun ekolünün müesses yapısı içinde yer alan bir şahsiyet değildir. Ancak ekolün görüş ve iddiaları incelendiğinde bunların esin kaynağının büyük ölçüde Seyyid Ahmed Han ve ona ait düşüncelerden müteşekkil olduğu görülmektedir.65

Başlangıçta bu gurubun merkezi Sir Seyyid Ahmed Han’dan dolayı Aligarh sayılırdı. Geçen birkaç yıldan beri Gulam Ahmed Perviz’in 1405/1985 Lahor’da çok

62 Geylanî, Mevlânâ Abdurrahman, Aine-i-Perviziyet, International Daru’l-İslam, Lahor, 2004, s.130-131. 63 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.318.

64 Hekim, Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, s.85. 65 Hekim, Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, s.92.

(32)

aktif olması sebebiyle merkez burası olmuştur. Gerçekte hiçbir yere bu gurubun merkezi denilemez; çünkü bu muhtelif kişilerle birlikte hareket etmektedir. Özel bir cemaat şeklinde değildir; belli bir fikir sahibinin bulunduğu yer merkez sayılmıştır.66 Bu ekolün ortaya çıkış nedenlerine gelince, birçok ortaya çıkış nedeninin varlığından söz edilmektedir ki bunlardan bazıları şöyledir:

İngilizlerin doğu şirketinin ticari faaliyet maksadıyla geldiği Hindistan’da yavaş yavaş bir güç haline gelmesi ve XVIII. Yüzyılın son yarısından itibaren de Hindistan’da yönetimi ele geçirmesi sonucunda tabii etkileşme süreci yeni bir maceraya girmiş ve planlı bir değişim ve başkalaşım süreci başlamıştır.67

Doğu Hindistan Şirketi, 1857 Ayaklanmasının en başta gelen nedeniydi. Hindistan’ın kaderi Şirketin yöneticilerinden İngiliz parlamentosu ve seçilmişlerinin eline geçmişti. 1859’da kraliçe Victoria bir konuşmasında genel af ve Hint halkının temsili konusunda belirsiz bir vaatte bulunmuştur. 28 Haziran 1859’da Delhi Camii’nde 15.000 kadar Müslüman O’na teşekkür etmek için toplanmış. Seyyid Ahmed Han halka da söylediği gibi kendisini yabancı egemenliğine ve onun yabancı fakat dinamik kurumlarına karşı muhafazakâr ve arkaik bir kavga veren yenilmiş bir topluluğun lideri olarak bulmuştur. Tekrar ayağa kalkmak için geri kalan tek yol, politik bir loyalizm68 ve kurumlarda modernizasyona gitmekti.69

Ayaklanma Müslümanların gelecekteki lideri Ahmed Han’ı, Müslümanların pasif ve üşengeç tutumlarını süratle terk etmeleri, aksi halde hep birlikte bir felakete davetiye çıkarmış olacakları noktasından uyarmış oldu. Bu maksatla Ahmed Han, Avrupai modellerini takip eden geniş bir sosyal ve eğitsel reform programına girişmiştir. Bununla birlikte çok geçmeden Batı biliminin yaygınlaştırılması kadar Batılı

66 Davudi, Şah Veliyullah Dehlevi’den Günümüze Pakistan ve Hindistan’da Hadis Çalışmaları, s.275. 67 Birışık, Abdülhamit, “Hint Alt Kıt’asında Gaybın Bilinmesine İlişkin Görüşler”, Kur’ân ve Tefsir

Araştırmaları-V, Tartışmalı İlmi Toplantı, 2002, İSAV, İstanbul, 2003, s.289-303.

68 Bağlılıkçılık ki burada İngilizlerin yönetiminde bir Hindistan projesini evetleme düşüncesi oluyor. bkz. Aziz Ahmet, Hindistan ve Pakistan’da Modernizm ve İslam, tr. Ahmet Küskün, Yöneliş Yay. İstanbul, 1990, s.41.

(33)

hayat tarzı ve normlarının da İslam dünyasınca benimsenmesinin, çağdaş düşünce ışığında yeni bir İslam versiyonu zaruri kıldığını anlamıştır.70

Ayrıca gerek İngiliz hâkimiyetinin hızlı bir merhale kat ettiği 1857 sonrasında gerekse ülkenin tam olarak onların eline geçtiği 1857’da buralara görevli olarak gelen İngilizler bir yandan Hıristiyanlık propagandası yaparken diğer yandan da İslam hakkında ve aleyhinde kitaplar neşretmeye başlamışlardı. Bu kişilerin temel düşüncesi Kur’ân, Hadis, İslam tarihi, kültür, medeniyet ve İslam fıkhı hakkında ihtilaflı konuları bulup bunları tartışmaya açarak hem tepkileri öğrenmek hem de Müslümanlar arasında ikilik yaratmak olmuştur. Tabii ki böyle olunca, İslam âlimleri tarafından bunlara verilen cevaplar kapasite ve düşünce yapılarına göre hep farklı farklı olmuştur.71

Ekolün ortaya çıkışında Müslümanların siyasal ve kültürel açıdan geri kalmışlıkları ile bu olumsuz sömürgeci zihniyetin İngilizler tarafından kullanılmasının önemli rol oynadığı bilinmektedir. İslami ortamda ve kuşaklarda sahih ilmin yok olmasına yol açan dini meselelerde çok kimselerin bilgi sahibi olmaması ve Müslümanlarda sosyal ve kültürel canlılığın kayıp olması72 konusuna bağlanmaktadır.

Ayrıca İngilizlerin Hint alt kıtasındaki sömürgelerini devam ettirebilmek için yerli halktan çok sayıda insana yardım ve destek sağlamışlardır. Bu insanların başında Ahmed Han’ın da yer aldığı söylenmektedir ki tam bu noktada, sözü elden geri kalmışlık olgusunun bünyesine kapılmasının ve İslami öğretileri bu bilimsel verilerin ışığında yorumlamak istemesinin de ekolün ortaya çıkmasında hatırı sayılır bir rol oynadığını söylemek mümkündür.73

Diğer taraftan o dönemde ekolün temsilcilerinin karşısında İslami ilimlerdeki derin bilgi birikimlerinin yanı sıra aklı da iyi kullanan Şah Veliyullah Dihlevi (v.1176/1762) gibi şahsiyetler yerine nassın ve bilhassa hadislerin zahirine tavizsiz bir şekilde bağlanan Ehli-Hadis gibi bir akımın çıkması, bu harekete ivme kazandırmıştır.

70 Baljon, J. M. S. Kur’ân Yorumunda Çağdaş Yönelmeler, tr. Şaban Ali Düzgün, Fecir Yay. Ankara, 1994, s.16.

71 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.318. 72 Hekim, Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, s.84.

(34)

Şah Veliyullah Dehlevi’nin hadise büyük önem verdiği bir gerçektir. Ancak onu izlediğini iddia eden Ehl-i Hadis ekolünün bazı temsilcileri, hadisin sıhhatine çok fazla ehemmiyet vermemişlerdir.74

Kur’ân tefsirinde sahih olmadığında umumat-ı Kur’ân ve sünnet ile çevresi belirlenmiş aklı kullanmak yerine (merfu ve mevkuf hadisler bir yana) sıhhatine bakmadan zayıf da olsa tabiûnun sözünü tercih etmekle Şah Veliyullah’ın metodundan uzaklaşmışlardır.75 Ehli-Hadisin aklı en zayıf Hadise dahi feda etmiş olmaları, hadisin metninde problemler olmasına rağmen senetteki sağlamlığı öne çıkarmaları, Kur’âniyyun ekolünün düşünce mimarı olan Seyyid Ahmed Han ve arkadaşlarının işini kolaylaştırmıştır.76

Kur’âniyyun ekolünün ortaya çıkışına sebep olarak gösterilebilecek bir başka neden de, onların İslami safta birliğin zorunluluğuna ve sayısız fırkalardan (iddialarına göre) Hanefi, Şafii, Maliki… Gibi mezheplerden kurtulmanın gereğine inanmış olmaları yatmaktadır.77 Onlar, Bütün Müslümanların bir tek sancak gölgesinde toplanmaları gerektiğini, ancak bunlar İslam’ı, İslami hikmetin esaslarını bilmeyişlerinden dolayı yollarını sapıttıklarını iddia etmektedirler.78

Sonuç olarak şunu söylemek gerekir ki, Kur’âniyyu ekolünün zuhurunda her ne kadar yukarıda zikrettiğimiz sebepler gösterilmiş olsa da, kanaatimizce dikkatten çakmaması gereken mesele şudur, İngilizlerin o bölgedeki siyasi hâkimiyeti çok büyük önem taşıdığı söylenmektedir. Bazıları konuyla ilgili şunları söylemektedir: Kur’âniyyun ekolü fikri oluşumunu tamamen İngilizlere borçludurlar. İngilizlerin katkısı, oluşturdukları ortamla bu yöne meyyal olanların önünü açmak, idari ve maddi olarak bunlara bir ölçüye kadar destek vermek olmuştur.79 Gerçekten bu doğru bir tespittir. Çünkü İngilizlerin asıl hedefi insanlar arasında ikilik yaratmak idi. böylece

74 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.276. 75 Öztürk, Tefsir Tarihi Araştırmaları, s.138.

76 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.276. 77 Hekim, Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, s.87.

78 Perviz, Gulam Ahmed, İblis ve Âdem, Tolu-i İslam, Lahor, 1945, s.36-35. 79 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.321.

(35)

İnsanlar bu ve benzeri meselelerde birbiriyle çekişirken, onlar da çizdikleri planlarını uygulamaya geçirmede zorluk çekmemişlerdir. Batı, benzeri siyaseti bugün Afganistan milleti üzerine de uygulamaktandılar. İnsanların zaaflarından namertçe yararlanmayı çok iyi biliyorlar ve gözlerini kırpmadan bunu yapmaya çalışıyorlar. İnsanlar arasındaki yoksulluk ve açlığı istismar ederek, inançları ve dini diğerleri ile oyun oynuyorlar. Yardım etme adına insanları birbirine kırdırıyorlar. Çünkü insanları bu konularla meşgul etmek sömürgeci zihniyetlerini uyguluma konusunda halktan gelen tehlikeyi önleyecektir.

(36)
(37)

I. BÖLÜM

KUR’ÂNİYYUN EKOLÜNÜN TEMSİLCİLERİ

A. ABDULLAH ÇEKRÂLEVÎ

Asıl adı Gulam Nebi olan ve 1899 yılında ismine “Abdullah”ı ekleyen Çekrâlevî, on dokuzuncu yüz yılın üçüncü çeyreğinde Pencab eyaletindeki Miyanvali bölgesinin Çekrâle şehrinde dünyaya geldi. İlme ve tasavvufi hayata önem veren bir aile içerisinde büyüdü.80

Kur’âniyyun ekolünün kurucusu olan Çekrâlevî, ilköğretimini aile çevresinden ve mahalli medreselerden almıştır. Bilahare Delhi’ye giderek Ehl-i Hadis ekolünün kurucusu Nezir Hüseyin Dihlevi’den hadis dersleri almış. Buradaki eğitiminin ardından Ehl-i Hadis meşrebine uygun olarak tedris ve telif hayatını sürdürmüştür.81 Ehl-i Hadis ekolünün anlayışı doğrultusunda fıkıh mezheplerine karşı çıkan Çekrâlevî, amcaoğlu Kadı Kamerüddin ile yaptığı bir münazaranın ardından Kuran dışında hiçbir vahiy bulunmadığı ve şeriatta hadislerin Kuran yerine konulamayacağı görüşünü benimsemiştir.82

Bu tarihten sonra hadisle amel etmeyi bir tarafa bıraktığı gibi, hadislerin İslâm’ın kaynağı olma bakımından itimada şayan olmadığı düşüncesini yaymaya başlamıştır. Bu bağlamda Çekrâlevî’nin Lahor’a ilk gittiğinde, “Kuran ve Buhâri’nin es-Sahih’i dışında güvenilir bir kitap yoktur”83 şeklinde bir görüşü savunduğu; bilahare Ahmedüddin Amritsari tarafından ikna edildiği ve bu görüşünden dönerek yegâne güvenilir kitabın Kur’an olduğunu ilan ettiği nakledilmiştir. Ayrıca, Kur’âniyyun ekolünün diğer temsilcileri gibi, Çekrâlevî’nin de İngiliz idaresiyle irtibatlı olduğu ileri

80 Geylanî, Aine-i-Perviziyet, s.119.

81 Hekim, Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, s.84.

82 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.342. 83 Hekim, Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, s.84.

(38)

sürülmüştür. Çok iyi derecede Arapça ve Urduca bildiği söylenen Çekrâlevî (v.1914) yılında Miyanvâli’de vefat etmiştir.84

B. AHMEDÜDDİN AMRİTSARİ

Ahmedüddin Amritsari, 1861 yılında Amritsar şehrinde dünyaya gelmiştir. Tam adı, Ahmedüddin El Havaca Muhammed b. Muhammed b. İbrahim Amritsari olan zat, Kur’âniyyun ekolünün ilmi yönden önde gelen ve en verimli şahsiyetlerinden biri olarak gösterilmektedir.85 Kur’ân öğrenimini Hafız İmamuddin, dini ilimleri de Eminuddin b. Husameddin Amritsari’nin yanında tamamladıktan sonra misyoner okuluna devam etmiştir. Burada Kitab-ı Mukaddes ile devrinin modern ilimlerini okuduğu söylenmektedir. Bu okulun ardından Amritsar’da İslami eğitim veren bir liseden mezun olmuştur. Düzenli eğitim hayatını bu şekilde noktalayan Ahmedüddin Amritsari, okuma ve araştırma konusundaki isteğinden ötürü kendi kendini yetiştirmeye devam etmiştir. İlmi birikimi sebebiyle bölgede ün kazanmış ve Amritsar’da bir medreseye hoca olarak atanmıştır.86 1917 yılına kadar Amritsar’da bulunmuş ve bölgede bulunan bir kız okulunda hocalık yapmıştır. Bu süre zarfında Kur’ân ve Tefsire yönelik çalışmalarla meşgul olmuş hem düşüncelerini yaymak hem de muhaliflerine cevap vermek maksadıyla “Ziyau’l-İslam” adında bir dergi neşretmiştir. Ayrıca 1926’da “Ümmet-i Müslime” adında bir cemiyet kurmuş; Bu cemiyete kültürlü ve varlıklı kesimlerden epeyce katılanlar olmuştur. Bu Kurulan Cemiyetin faaliyetleri çerçevesinde “Belağ” ve “Beyan” adlı iki dergi daha neşretmiştir. Onun, Pencap dilinin yanı sıra iyi derecede Arapça, Farsça, Urduca ve İngilizce bildiği söylenmektedir.87

Ahmedüddin Amritsari ilme ve dile olan merakı sebebiyle dokuz yabancı dil öğrenmiş ve kendisini iktisat, tarih, coğrafya, matematik, astronomi ve mantık gibi şubelerde de yetiştirmiştir. Onun yetişmişliği ve ilmi bakımdan kedine güvenmesi,

84 Öztürk, Tefsir Tarihi Araştırmaları, s.143.

85 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.351. 86 Hekim, Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, s.88.

(39)

devrinde yaşayan önemli şahsiyetlerle sık sık görüşmesine ve onlarla görüş alışverişinde bulunmasına iyi bir zemin hazırlamıştır. Bu cümleden, dönemin şairi olan Muhammed İkbal ile müteaddit defalar görüşmeler yapmış ve onunla fikir alış verişinde bulunmuştur.88 Ahmedüddin Amritsari’nin sık sık görüştüğü başka bir isim de Abdullah Çekrâlevî’dır. O yaz tatillerinin bir kısmını Çekrâlevî ile birlikte geçiriyor ve karşılıklı fikir alışverişinde bulunuyorlardı.89 Görüşlerinin büyük ölçüde benzeştiği, ancak bazı cüz’i konularda ihtilaf ettikleri ifade edilmektedir. Bunlardan başka bazı kişilerle görüştüğü söylenmektedir ki onlardan biri, Gulam Ahmet Kadiyani90’dir.91

Bunların görüş alışverişi sırasında, bazı konularda tartıştıklarını, fakat aralarında hiçbir zaman ileri düzeyde bir uyumsuzluk gözlenmediği ifade edilmektedir. Ahmedüddin Amritsari’nin, kendisine ve kendisi gibi görüşlerini açıklayan başkalarına cephe alan kimselere karşı, “Toplumda herkesin kendi görüşünü açıklama hürriyeti bulunduğunu ve yasaklamanın haram olduğunu” söyler. Ona göre, yeni yeni ve muhtelif görüşler ortaya atmak ilmin gelişmesine sebep olur ve yeni araştırmaların önünü açar. Bunun tarihte birçok örneklerinin olduğunu iddia etmektedir. Ahmedüddin’a göre, herhangi biri, ortaya bir görüş koyarken eğer bir hataya düşerse failin niyeti iyi olduğu takdirde bunun bir mesuliyetinin olmadığını söylemiştir. Ahmedüddin Amritsari, pek çok eser kaleme almıştır. En önemlilerinden biri, Beyanun

li’n-nâs’dır. Bunun dışında da çok eser yazmıştır.92 Ahmedüddin Amritsari 1926 yılında

88 Yazar Öztürk, Tefsir Tarihi Araştırmaları kitabında, Hadim Hüseyin İlahibahş’ten naklen, dönemin şairi olan Muhammed İkbal hakkında şunları söyler: Muhammed İkbal, o dönemlerde Kur’âniyyun ekolünün ağına düştüğü yönünde söylentiler çıkmış ve o günlerde yazdığı şiirlerinde Kur’ân’a vurgu yapması buna delil olarak gösterilmiştir. Daha çok fikri temeller üzerine oturan Kur’âniyyun hareketinin İkbal-ı da etkilemiş olabileceği Gulam Ahmed Perviz’in sonraki yıllarda İkbal üzerinde çok durmasından da anlaşılmaktadır. Onun filen bu ekole mensubiyeti ileri sürülmese de, bazı düşüncelerinin bu ekolle paralellik arz ettiği bugün artık kabul edilmektedir. Öztürk, Tefsir Tarihi Araştırmaları, s.144.

89 Hekim, Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, s.84.

90 Mirza Gulam Ahmet Kadiyânî (v. 1908) tarafından Hindistan’ın Pencap eyaletinin Kadiyan bölgesinde XIX. yüzyılın sonlarına doğru kurulan dini harekettir. bkz. Geylanî, Aine-i-Perviziyet, s.119.

91 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.351-352. 92 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.351-353.

(40)

Amritsar’da “Müslüman Ümmeti” adıyla ayrı bir topluluk oluşturmuş ve (v. 1936) yılında ise vefat etmiştir.93

C. HAFIZ MUHAMMED ESLEM CİRACPÛRÎ

Asıl adı Muhammed Eslem b. Allame Selametullah el-Behubali olan Hafız Muhammed Eslem 1880 yılında Ciracpur’da dünyaya gelmiştir. Ehl-i Hadis ekolüne mensup olan bir ailede yetişen ve dokuz yaşına girmeden Kur’ân’ı ezberleyen Hafız Muhammed Eslem, daha sonra Arapça ve o dönemin dini ilim dili olan Farsçayı da öğrenmiştir. Hafız Muhammed Eslem Ciracpûrî, düzenli okul eğitimi almamasına rağmen İngilizce ve matematik gibi alanlarda da kendisini yetiştirmiştir. 1903 yılında Lahor’da günlük olarak yayınlanan “Beyse” gazetesinin baş sütunlarından birinde yazmaya başlamış ve bu yazıları sayesinde bölgede çok şöhret bulmuştur. Ancak Aligarh Kolejinde Arapça ve Farsça dersleri okutmak için 1906’da gazetedeki görevinden ayrılmıştır.94 1912 yılında Kolej’e Müdür olan Hafız, 1921 yılında Kolejin Üniversite’ye dönüştürülmesi üzerine burada Arapça ve Farsça okutmanı olarak görev yapmaya devam etmiştir. Ancak Mevlânâ Muhammed’in isteğiyle Milliyyetü’l İslamiyye Üniversitesi’ne geçen Hafız önceki görevinden kısa bir süre sonra ayrılmak durumunda kalmıştır. Çok sayıda eser ve makale kaleme alan Hafız Eslem Ciracpûrî, (v. 1955) yılında vefat etmiştir.95

D. İNÂYETULLAH HAN EL-MAŞRİKÎ

Hâksar hareketinin kurucusu olarak adından uzun yıllar söz ettiren, İnâyetullah Han el-Maşrikî 25 Ağustos 1888 da Lahor’da dünyaya gelmiştir. Babürlü sarayında üst düzey askeri ve sivil görevlerde bulunmuş köklü bir aileye mensuptur. Babası Han Ata Muhammed Han Amritsar ile Batala’da geniş arazileri olan aynı zamanda şiir ve

93 Hekim, Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, s.84. 94 Geylanî, Aine-i-Perviziyet, s.126.

(41)

edebiyatla da ilgilenen birisiydi. Onun, Cemalüddin Afgani, Seyyid Ahmed Han ve Şibli Nu’manî gibi ilim ve fikir adamlarıyla da dost olduğu söylenmektedir.96

Böyle bir aileden gelmiş olması günün şartlarında ona ayrıcalıklı bir eğitim alma imkânı sağlamıştır. Kendisi Patan97 kökenli bir aileye mensuptur. İnâyetullah Han el-Maşrikî, lise öğreniminin sonuna kadar Amritsar’da kalmış98 ve daha sonra Pencab Üniversitesi’nde matematik eğitimi almıştır. 1907 yılında gittiği Cambridge Üniversitesi’nde ise matematik, fizik ve doğu dilleri branşlarında Lisans ve Lisansüstü eğitim görmüştür.99 Buradaki öğrenimini tamamlamasının ardından akademik hayatı seçen İnâyetullah Han el-Maşrikî, 1913-1917 yılları arasında Peşaver’deki “Islamic College”’de müdür yardımcılığı ve müdürlük görevlerinde bulunmuştur.100

İnâyetullah Han el-Maşrikî 1926 yılında Kahire’deki hilafet konferansına katılmıştır. 1926-1931 yılları arasında Arabistan, Türkiye, Irak, İran ve Fas gibi İslam ülkeleri ile bazı Avrupa ülkelerini gezmiştir. Buralarda Müslüman devlet adamları, ilim ve fikir adamları, Adolf Hitler ve Albert Einstein gibi önemli şahsiyetlerle görüşmüştür. Dönüşünde Hâksar adını verdiği dini ve ahlaki prensiplere dayalı teşkilatı kurmuştur. söz konusu hareket, daha çok dostluk, güzel ahlak, çalışkanlık gibi insani prensipler öne çıkarıldığı, doğru ve güzeli temsilde diğer dillere de belli bir haklılık payı verildiği için Hâksar hareketine sadece Müslümanlar değil Yahudi, Hıristiyan, Hindu ve Budistlerden da katılanlar olmuştur. Hareket, liderinin yoğun çalışmaları sebebiyle kısa zaman içerisinde Hindistan’ın dışarısına taşmış, Burma, Seylan (Srilanka); Bahreyn ve Güney Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelerde destekçi bulmuştur. İnâyetullah Han el-Maşrikî’nin şahsiyetini ve eserlerini inceleyenler onun Avrupa’nın bilim ve felsefesinden çok etkilendiğini, bu sebeple de düşüncelerine spiritüalizm yerine materyalizmin hâkim olduğunu söylemişlerdir. İnâyetullah Han el-Maşrikî’nin maddi güç ve kudretin göstergelerinden olan devlet ve egemenlik üzerinde çok konuşmuş olması şuur altındaki

96 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.360.

97 Pakistan’da yaşayan özellikle Peştun dilini konuşan Peştun kökenlilere verilen bir isimdir. Söz konusu milliyet Pakistan eyaletlerinden biri olan Sube Serhat bölgesinde yaşamaktadırlar. Bu yüzden söz konusu bölgeye Peştunistan da denilmektedir.

98 Öztürk, Tefsir Tarihi Araştırmaları, s.143-144.

99 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.363 100 Geylanî, Aine-i-Perviziyet, s.123.

(42)

bu etkide yatsa gerek, denilmektedir.101 Tevhit, ahiret hayatı, namaz, zekât ve başka İslami konularda Ehl-i Sünnet çizgisinden uzaklaşarak bunları kendi düşüncelerine göre yeniden yorumlamış ve tanımlamıştır.102 İslami konulardaki düşünceleri sebebiyle Hint uleması tarafından şiddetle eleştirilmiş, hatta küfrüne fetva verilmiştir. Değişik konularda birçok eser ve makale kaleme almış, fakat en önemlilerinden biri Tezkire adlı eseridir. (v. 1963) yılında vefat etmiştir.103

E. GULAM AHMET PERVİZ

Seyyid Ahmed Han’dan bu yana bütün modernistler içinden, Perviz, yüksek bir hayat ve egemen siyasi, toplumsal, ferdi ekonomik hürriyet standartlarını dünyevi hayatın ilkeleri olarak önermede Batılı anlayışa en yakın olanı gözükmektedir. Perviz, 1903 yılında Doğu Pencab’a bağlı Batale kasabasında dünyaya gelmiştir. Görüş itibariyle Mevdûdî’nin tam bir anti-tezidir.104

Gulam Ahmed Perviz, ekolün Seyyid Ahmed Han’dan sonra en üretken temsilcisi kabul edilmektedir.105 Gulam Ahmed Perviz, ilk Kur’ân eğitimini ve dini bilgilerini Çiştiyye Tarikatına müntesip ve fıkıhta Hanefi olan dedesinden almıştır.106 Düzenli eğitim hayatını ortaokulla sınırlayarak Lahor’da bir devlet matbaasında kâtip olarak işe başladığı söylenmektedir.107 Buradaki vazifesi uzun yıllar sürmüş ve daha sonra matbaa müdürlüğüne kadar yükseltilmiştir. Bu zaman zarfında düşüncelerinden oldukça etkilendiği Muhammed İkbal üzerinde çalışmalar yapmıştır. Lahor’daki günlerinde İkbal’le müteaddit defalar buluşup onun düşüncelerini bizzat kedisinden öğrenme fırsatı da bulmuştur. Bu görüşmelerin Gulam Ahmed Perviz’in Kur’ân

101 Araştırmacılara göre Maşriki’nin görüşleri Darwin, Bacon, Machiavelli ve Bentham gibi yazar ve filozoflara dayanmaktadır. bkz. Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.364.

102 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.363-365. 103 Öztürk, Tefsir Tarihi Araştırmaları, s.146.

104 Aziz Ahmet, Hindistan ve Pakistan’da Modernizm ve İslam, s.277.

105 Deraz, Muhammed Ömer, Perviz ki Devet Kiya Hy, Tolo-i İslam, Lahor, ts. s.1. 106 Geylanî, Aine-i-Perviziyet, s.126.

Referanslar

Benzer Belgeler

Zamanın nadir şahsiyetlerinden biri olarak yetişen Zebîdî, eski âlimlerin birçoğu gibi çok yönlü bir bilim adamıdır. Hadis, ensâb, lügat, tasavvuf, usûl-i fıkh, usûl-i

Avrupa Danışma Komitesi, Uluslararası Je- odezi ve Jeofizik Birliği (IUGG) ile diğer uzman- laşmış bilimsel Avrupa kuruluşlarına danışılarak, Avrupa

Ancak yalnızca siyah barutla havai fişeklerin izlediğimiz görkemli gösterileri yapmasına olanak yok, bunun için içer- iğinde başka kimyasal maddelere de gereksinim var..

[r]

Sonuç olarak, koinfeksiyon sıklığının belirlenebilmesi açısından daha fazla hasta sayısını içeren çalışmalar planlanmalı, koinfekte olgularda klinik tab- lonun daha

1) Budget balance coefficient. 2) Estimate coefficient of long-term borrowings. 3) Estimate coefficient of overdue liabilities. The budget balance coefficient is calculated

In this study, we assessed the data of our hospital, in- cluding age, gender, time and mechanism of injury, the feature of bone fractures (fractured bone, bone zone, side,

Veri seti içerisindeki genel veriler bölümündeki Cinsiyet, Doğum Şekli, Doğum Kilosu, Doğum Haftası, Gerçek Doğum Haftası, Kan Grup Uyuşmazlığı, Celestone