• Sonuç bulunamadı

Geçmiş Peygamberlere Ait Mucizeler ve Kıssalar

B. DİĞER KUR’ÂN İLİMLERİNE YAKLAŞIMLARI

4. Geçmiş Peygamberlere Ait Mucizeler ve Kıssalar

İnsan ruhu fıtrat itibariyle güzelliğe meftundur. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerim insan ruhunun derinliklerine nüfuz ederek ilahi daveti sunmak için en güzel ifade ve üslup şekillerini kullanmıştır.

Mucize kavramına, kısaca da olsa yukarıda değindik. Bu sebeple, söz konusu bölümde, Kur’ân-ı Kerimde, peygamberler hakkında geçen kıssaların hikmetlerini, amaçlarını ve asıl mevzuumuz olan, Kur’âniyyun ekolünün konuyla ilgili görüşlerini ele almaya çalışacağız.

Kur’ân-ı Kerimin özelliklerinden biri de hidayettir. Dolaysıyla insanları eğitmek ve onları hidayete kavuşturmak değişik eğitim metoduna başvurmayı gerektirir. Kur’ân-ı Kerim incelendiğinde bu metotların kullanıldığı görülür. Toplumlara hâkim değişmez kanunlar bulunduğuna göre geçmiş toplumların başından geçen olaylar, gelecek toplumların eğitiminde başvurulması gereken hususlardır. Kur’ân-ı Kerim de bu

291 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.388.

292 Seyyid Kutub, Fi-Zılal’il Kur’ân, tr. Bekir Karlığa, M. Emin Saraç, İ. Hakkı Şengüler, Hikmet Yay., İstanbul, ts, I, 98.

yola başvurmuştur. Hatta bu olaylar onda önemli bir yer işgal etmektedir. Geçmiş milletlerin başından geçen olayların anlatımına kıssa diyoruz.293

Kur’ân-ı Kerimde geçmiş peygamberlere ve milletlere ait kıssalar mevcuttur. Kur’ân’daki bu kıssalardan maksat, tarihi olayları tarihlerine göre anlatılması değildir. Ancak geçmiş peygamberlerin ve milletlerin yaşadıklarından ibret dersi almamız kast olunmaktadır.294 Bu amaçla kıssaların bazısı birkaç kere tekrar edilmiştir.295

Âlimlerin bir kısmı, Kur’ân-ı Kerimin naklettiği kıssaların gayelerini iki maddede özetlemişlerdir:

a. Peygamberleri teselli etmek, irade ve azmini bilemek. b. İnsanları düşündürmek ve ibret almalarını sağlamak.296

Hakka davet etmek meşakkatli bir yoldur. Bütün peygamberler bu yolda çeşitli zorluklarla karşılaşmışlardır. Peygamberimiz (s.a.v.) de benzeri zorluklarla karşılaşacaktı. Hatta onun yolunu izleyen tabileri de bu tür zorluklarla karşılaşacaklardı. Karşılaşılan bu zorluklar, Peygamberi üzecek ve bir Peygamber de olsa kendisini yalnızlık duygusuna itecekti. Yüce Allah (c.c.), önceki peygamberlerin de benzeri zorluklarla karşılaştıklarını, fakat bu zorlukların onları yollarından alıkoyamadığını, sebat ederek direndiklerini ve neticede başarıya ulaştıklarını anlatarak Peygamberimizi teselli etmiştir. Böylece kendisinin de bir gün zorlukları aşacağını anlatmıştır.297

Her yönüyle mu’ciz olan Kur’ân-ı kerim, geçmiş peygamberler ve milletlerin başından geçen kıssalarla muhataplara dini mesajı verirken şüphesiz edebi parlaklığı ortaya koymayı de ihmal etmemiştir.

293 Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s.341. 294 Osmanî, Ulumu’l-Kur’ân, s.258.

295 Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s.171-72.

296 Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s.341. 297 Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s.341.

Ayrıca, edebi yön Kur’ân üsluplarında dini gayeye engel olmayıp, kelam ve beyan mu’cizesi olan bir kitap için en parlak bir vesiledir.298 Kur’ân insan ruhunun derinliklerine nüfuz ederek ilahi daveti sunmak için en güzel ifade ve üslup şekillerini kullanmıştır. Çünkü insan ruhu fıtrat itibariyle güzelliğe meftundur. Ancak Kur’ân’daki edebi üslup sadece lafız ve manaya da münhasır değildir. Müstesna metodu, eşsiz nazmı, tekrar üslubu, ifadede yerli yerinde kullanıldığı lafızlar, en güzel çarpıcı ve veciz ifade için seçilen kelimeler; bu şekli lafız ve üslup güzelliği yanında manevi dini değerleri, insan hayatı için gerekli yepyeni prensipleri ihtiva etmesi sebebiyle insan ruhunu etkileyen sihirli beyan ve benzeri özellikler, hepsi parlak bir ifade ve edebi i’câz armonisini meydana getirirler.299 Bu husus Kur’ân-ı Kerimde şu ayetle apaçık ifade edilmektedir:

ُﻪُﺕﺎَﻳﺁ ْﺖَﻤِﻜْﺡُأ ٌبﺎَﺘِآ

ٍﺮﻴِﺒَﺧ ٍﻢﻴِﻜَﺡ ْنُﺪﱠﻟ ﻦِﻡ ْﺖَﻠﱢﺼُﻓ ﱠﻢُﺙ

(Bu sana indirilen), hikmet sahibi (ve) her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bir kitaptır.300

Kıssalara i’câz ve edebi parlaklık veren önemli bir başka unsur da, anlatılan olayların doğruluğuyla beraber, ruhlardaki gizli duygulara, kalplerin derinliklerindeki gizliliklere kadar varan boyutlarda hadiseleri nakletme keyfiyetidir. Çünkü bu tür bir nakil, yüksek bir yerden çekilerek elde edilen fotoğrafta olduğu gibi sathi boyutları aşamayan bir nakil değildir. Bilakis rivayetteki Kur’ân üslubu, olayları meydana geldiği zaman ve mekân içinde yeniden hayat verip canlandırarak nakletmektedir. O kadar ki, dün olayı seyir edenlerin gördüğü şekil ve suretler, müşahede ettikleri duygu ve düşüncenin her türlü tezahürleri bugün Kur’âni üslup içerisinde görülebilmektedir. İşte kıssalar üslubu içindeki Kur’ân’ın kelime ve cümlelerinde müşahede ettiğimiz i’câz budur.301

Kur’âni kıssalarda her insan kendini ilgilendiren bir yön bulabildiği gibi kendine ait bir öykü de bulur. İnsan varlığının yaratılışından başlayarak peygamberlerin

298 Şengül, Kur’ân Kıssaları Üzerine, s.240. 299 Şengül, Kur’ân Kıssaları Üzerine, s.200. 300 el-Hud 11/1.

tarihini anlatan Kur’ân, nihai olarak bu kıssaların en güzelini, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hayatını bizlere örnekler. Kur’ân’ın bizden isteği, bu kıssaların bir ucundan tutarak hayata dair kendi öykümüzü yazmamızdır. Çünkü herkes arkasında bir öykü bırakarak dünyadan göçüp gider ancak önemli olan arkamızda iyi bir iz bırakabilmektir. Kur’ân’ın bizden beklediği şekilde kendimize dair bir öykü yazabilmek mümkündür.302

Kur’ân-ı Kerim, kıssaların teferruatına inmez, kendi gayesine uygun ve insanların müşterek dertleri olan yönleri seçer. Bu hadiseler muhtelif sûrelerde anlatıldığı halde her defasında ayrı bir tazelik ve tatlılık kazanır. İnsan ruhu kuru fikirleri dinlemekten ziyade müşahhas fikirlere mütemayildir. İnsanın yaratılışını göz önünde tutan Kur’ân-ı Kerim, en güzel kıssaları adeta gözümüzün önünde cereyan ediyormuşçasına anlatır. İnsanlık tarihi bir sinema şeridi gibi seyircilerine ibret alınacak ince noktaları vererek, hayatını tanzim etme yollarını gösterir. Kur’ân’daki kıssaların asıl gayesi ahlaki ve terbiyevi oluşudur. Bunlar Kur’ân’ın kendine has olan üslubu ile anlatılmıştır.303

Kısacası, Kur’ân’ın temelde indiriliş gayesi ne ise, kıssaların da anlatılmasında esas gaye odur. Ancak Kur’ân, asıl hedefini gerçekleştirmede kıssalar diliyle muhataplarına hitap ederken, beşeriyetin özünde, yaratılışında mevcut sosyal ve psikolojik cihetleri de göz önünde tutarak anlatım ve ifadede daha cazip, daha canlı ve tesirli bir üslup takip ettiğini görmekteyiz.304

Peygamberlere verilen mucizeler, Allah’ın (c.c.) peygamberlerinin peygamberliğine delil olsun, peygamber olarak gönderilen bu Allah sevgilileri, toplumu tarafından desteklensin diye, Allah’ın takdir ettiği kâinata hâkim kanunlara aykırı hadiselerdir.305 Söz konusu mucizeler, insanoğlunun hakikatini idrak etmekten aciz kaldığı şeylerdir. İnsanoğlu benzerini getirmekten aciz olduğu gibi onların hakikat ve künhünü idrak etmekten de acizdirler. Bu durum özellikle kevni mucizeler için

302 Polat, Tefsir Usulü ve Tarihi, s.113. 303 Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s.172.

304 Şengül, Kur’ân Kıssaları Üzerine, s.27-28. 305 Osmanî, Ulumu’l-Kur’ân, s.258.

geçerlidir: Kur’ân’a akli mucize denilmesi, akılla anlaşılması sebebiyledir. Kevni mucizeler ise, akılla izah edilemez.306

Peygamberlerin mucizelerinin, beşeri kanunların dışına çıkarak ancak bu kanunların koruyucusu yüce Allah’ın (c.c.) güç getirebileceği bir harika olması ve yukarıda da belirttiğimiz gibi, her Peygamberin mucizesinin toplumun ilgi alanına giren ve sivrildikleri bir alanda olması gerekir. Çünkü o zaman meydan okuma ve galip gelme bir anlam kazanır. İşte o zaman Allah’ın (c.c.) kudreti ispatlanmış olur.307

Ayrıca peygamberlerin eli üzerinde cereyan eden her harikulâdeliğin mucize, yani Peygamberleri peygamberliğinin delili olup olmadığı tartışma götürür bir meseledir. Mucize kelimesinin de çağrıştırdığı gibi bir olay veya şeye mucize denilebilmesi için peygamberlik iddiasıyla birlikte meydan okumanın söz konusu olması ve muhatapların benzerini getirmekten aciz kalmaları gerekir. Yani mucizede üç unsur söz konusudur:

a. Hârikulâde olması.

b. Kendisiyle peygamberlik iddiasının ileri sürülmüş olması.

c. Muhataplara kendisiyle meydan okumuş olması ve onların da benzerini getirememeleri.308

Genel mahiyette kıssaları Kur’âni anlayış çerçevesinde gerçeğe yakın bir tarzda anlayabilmek için, okurken veya dinlerken Arapça’ya vakıf olmakla beraber, bunların hayatın içinden alınmış gerçek olaylar olduğuna inanarak, yüce Allah’ın (c.c.) kelamı olduğunu düşünerek ve bilerek okumak gerekmektedir. Kur’ân ve özellikle kıssalar bu gerçeğe imanla okunduğunda insan kendisini ilahi huzurda olduğunu hissedebilir. Eğer bunun tersi olursa, yani kıssaların Allah’ın (c.c.) kelamı olduğuna inanmazsa o zaman nasıl ders ve ibret olarak muhataba etki ve tesirini gösterebilir ki!

306 Şimşek, Kur’ân’ın Anlaşılmasında İki Mesele, s.31. 307 Şa’ravi, Kur’ân Mucizesi, s.14.

Çünkü Kur’ân kıssalarında, normalde insanın muttali olması imkânsız olan boyutlarda olaylar ve hadiseler anlatılıp haber verilmektedir.309

İşte asıl konumuz olan Kur’âniyyun ekolünü tevile zorlayan nokta, Kur’ân-ı Kerimde geçen bazı mucizevî hadiselerdir. Çünkü onlara göre, Kur’ân-ı Kerimde insan aklı ve fıtrat kanununa aykırı herhangi bir hadise cereyan etmez.

Aslında bu konuda unutulmaması gereken mesele şudur; evrene tabiat kanunlarını hâkim kılan, yüce Allah’ın (c.c.) kendisidir. Evrenle birlikte kanunlarını da O yaratmıştır. Peygamberleri gönderen ve mucizeleri gerçekleştiren de yine O’dur. Mucize peygamberin elinde olan bir şey değildir. Evreni yaratan ve evrene bu kanunları hâkim kılan Allah (c.c.), dilediği bir yerde dilediği bir kanunu geçersiz kılma gücüne de elbette sahiptir.310 Şimdi söz konusu mucizevî kıssaların bir kaçını naklettikten sonra Kur’âniyyun ekolünün, konuyla ilgili görüşlerini ele alacağız.

a) Hz. Mûsâ’nın Kızıl Denizi Geçmesi Hadisesi

Hz. Mûsâ'nın (a.s.) kıssası Kur’ân-ı Kerimin çeşitli sûrelerinde zikredilmektedir. Hz. Mûsâ’nın Kızıl denizi geçme kıssasını ayetler ışığında ele alacak olursak, Allah (c.c.) şöyle buyuruyor;

ْﻢُﺘﻧَأَو َنْﻮَﻋْﺮِﻓ َلﺁ ﺎَﻨْﻗَﺮْﻏَأَو ْﻢُآﺎَﻨْﻴَﺠﻧَﺄَﻓ َﺮْﺤَﺒْﻟا ُﻢُﻜِﺑ ﺎَﻨْﻗَﺮَﻓ ْذِإَو

َنوُﺮُﻈﻨَﺕ

Hani size denizi yarıp sizi kurtarmış ve Firavun Oğulları’nı ise size bakıp duruyorken / gözlerinizin önünde suda boğmuştuk.311

Başka bir ayette ise,

ﻲِﻓ ًﺎﻘﻳِﺮَﻃ ْﻢُﻬَﻟ ْبِﺮْﺽﺎَﻓ يِدﺎَﺒِﻌِﺑ ِﺮْﺳَأ ْنَأ ﻰَﺳﻮُﻡ ﻰَﻟِإ ﺎَﻨْﻴَﺡْوَأ ْﺪَﻘَﻟَو

ﻰَﺸْﺨَﺕ ﺎَﻟَو ًﺎآَرَد ُفﺎَﺨَﺕ ﺎﱠﻟ ًﺎﺴَﺒَﻳ ِﺮْﺤَﺒْﻟا

{}

َﻴْﻟا َﻦﱢﻡ ﻢُﻬَﻴِﺸَﻐَﻓ ِﻩِدﻮُﻨُﺠِﺑ ُنْﻮَﻋْﺮِﻓ ْﻢُﻬَﻌَﺒْﺕَﺄَﻓ

ْﻢُﻬَﻴِﺸَﻏ ﺎَﻡ ﱢﻢ

ve

Mûsâ’ya şöyle vahyettik: “Kullarımı geceleyin (Mısır’dan Kızıldeniz’e doğru) yola çıkar. Sonra (asanla) vur da, denizde kuru bir yol aç! Yakalanmaktan korkma ve (boğuluruz diye de) endişe etme!” derken Firavun, ordusuyla peşlerine düşüp arkalarından yetişti ama deniz onları bürüdü/üstlerine kapandı.312

309 Şengül, Kur’ân Kıssaları Üzerine, s.201-202. 310 Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s.201. 311 el-Bakara 2/50.

Bu olay, Allah'ın en sonunda İsrail Oğulları’nın ve diğer Müslümanların Mısır'dan çıkması için bir gece tayin ettiği zaman meydana gelmişti. Onlara belirli bir yerde toplanmaları ve bir kervan gibi yola çıkmaları söylenmişti. Onlar tam Sina Yarımadası'na giderken geçmek zorunda oldukları Kızıl Deniz sahillerine ulaşmışlardı.313

Başka bir yerde ise;

ﺎﱠﻠَآ َلﺎَﻗ

{}

َنﻮُآَرْﺪُﻤَﻟ ﺎﱠﻧِإ ﻰَﺳﻮُﻡ ُبﺎَﺤْﺻَأ َلﺎَﻗ ِنﺎَﻌْﻤَﺠْﻟا ىءاَﺮَﺕ ﺎﱠﻤَﻠَﻓ

ﱠنِإ

ِﻦﻳِﺪْﻬَﻴَﺳ ﻲﱢﺑَر َﻲِﻌَﻡ

{}

ِدْﻮﱠﻄﻟﺎَآ ٍقْﺮِﻓ ﱡﻞُآ َنﺎَﻜَﻓ َﻖَﻠَﻔﻧﺎَﻓ َﺮْﺤَﺒْﻟا َكﺎَﺼَﻌﱢﺑ بِﺮْﺽا ِنَأ ﻰَﺳﻮُﻡ ﻰَﻟِإ ﺎَﻨْﻴَﺡْوَﺄَﻓ

ِﻢﻴِﻈَﻌْﻟا

{}

َﻦﻳِﺮَﺧﺂْﻟا ﱠﻢَﺙ ﺎَﻨْﻔَﻟْزَأَو

{}

َﻦﻴِﻌَﻤْﺟَأ ُﻪَﻌﱠﻡ ﻦَﻡَو ﻰَﺳﻮُﻡ ﺎَﻨْﻴَﺠﻧَأَو

{}

َﺧﺂْﻟا ﺎَﻨْﻗَﺮْﻏَأ ﱠﻢُﺙ

َﻦﻳِﺮ

{}

ﻲِﻓ ﱠنِإ

َﻦﻴِﻨِﻡْﺆﱡﻡ ﻢُهُﺮَﺜْآَأ َنﺎَآ ﺎَﻡَو ًﺔَﻳﺂَﻟ َﻚِﻟَذ

{}

ُﻢﻴِﺡﱠﺮﻟا ُﺰﻳِﺰَﻌْﻟا َﻮُﻬَﻟ َﻚﱠﺑَر ﱠنِإَو

Derken (Firavun ve

adamları) gün doğumunda onların ardına düştüler.İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın adamları: İşte yakalandık! dediler.Musa: Asla! dedi, Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir.Bunun üzerine Musa'ya: Asân ile denize vur! diye vahyettik. (Vurunca deniz) derhal yarıldı (on iki yol açıldı), her bölük koca bir dağ gibi oldu. Ötekilerini de oraya yaklaştırdık. Musa ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık. Sonra ötekilerini suda boğduk.314

Firavun büyük bir topluluk ve muhteşem bir ordu içinde çıktı. İki topluluk karşı karşıya gelip birbirlerine yaklaştıklarında, Hz. Mûsâ (a.s.) ve milleti denizin önünde, yanlarında gemileri yok. Oraya dalma imkânları da yok. Silahlı da değiller. Firavun'un kendilerini arayan, acımasız tepeden silahlı askerleri de bulundukları yere yaklaşmış durumdalar! Önlerinde deniz, arkalarında ise ordusuyla birlikte Firavun onlara yetişmişti.315

Artık felaket zamanı, gelip çattı. Birkaç dakika daha geçer geçmez, ölüm üzerlerine saldıracak, artık ne kurtarıcı ne de yardımcı bulma imkânı var! Fakat Rabbinden vahiy alan Hz. Mûsâ, (a.s.) bir an dahi şüpheye düşmüyor.316 Bu sırada, Hz.

313 Mevdudi, Ebu’l A’la, Tehfimu’l-Kur’ân, İdare-i Tercümanu’l-Kur’ân, Lahor, 1949, III, 108.

314 eş-Şuara 26/60-68. Musa ve adamlarının ardından, düşmanlarda bu denizde açılan yollara girdiler. Mealdeki 64. ayetin açıklamsı, Karaman, Hayrettin, Ali Özek, vd., Kur’ân’ı Kerim ve açıklamalı Meâli, TDV, Ankara, 2005.

315 Seyyid Kutub, Fi-Zılal’il Kur’ân, XI, 45. 316 Seyyid Kutub, Fi-Zılal’il Kur’ân, XI, 46.

Mûsâ'nın (a.s.) ashâbı dediler ki: Gerçekten biz yakalandık. Hz. Mûsâ dedi ki: “Hayır; muhakkak ki Rabbim benimledir.” Yani, bana doğru yolu gösterecektir. Sizin korktuklarınızdan hiçbirisi size ulaşamayacaktır. Şüphesiz sizi buraya yürütmemi emreden Allah Teâlâ'dır. O ise, asla sözünden caymaz.317 Son anda umutsuzluk ve felaket gecesinde aydınlatıcı ışıklar yayılıyor. Hiç umulmadık bir biçimde kurtuluş yolu açılıyor.318

Böylece, Allah Teâlâ Mûsâ'ya: Asanı denize vur, diye vahyetti, Hz. Mûsâ (a.s.) denize asasıyla vurdu.

“دْﻮﱠﻃ”

Kelimesi, “yüksek dağ” demektir. Öyle anlaşılıyor ki, asasıyla denize vurur vurmaz, deniz ayrılarak sular iki dağ gibi iki tarafa yığılmış319 ve yüz binlerce göçmenden oluşan İsrail oğullarının kervanı sağ salim karşıya geçinceye ve Firavun'la orduları denizin ortasına ulaşıncaya kadar o halde kalmıştır.320 Ebu İshak'tan nakledilen başka bir rivayette, Hz. Mûsâ'nın ashâbının sonuncuları çıkıp ta Firavun'un ashâbı bütünüyle denize girince üzerlerine deniz kapandı.321

Müfessirlerin hemen hemen hepsi, söz konusu hadiseyi bir mucize olarak takdim etmişlerdir. Ancak Kur’âniyyun ekolünün temsilcileri ise, Kur’ân’daki kıssalar ve kıssalarda bahsi geçen mucizevî olaylara ilişkin yorumları oldukça farklıdır ve en dikkat çekici husus, söz konusu olaylara rasyonalist ve natüralist bakış açısıyla yaklaşmalarıdır.322

Hadiselere bu döşünce ile yaklaştıklarından dolayı, çoğu peygamberlere atfedilen mucizeleri ve evliyalara atfedilen kerametleri kabul etmemektedirler. Bunları akıl yürütme yoluyla tefsir ve açıklamaya çalışmışlardır. Eğer sırasıyla, Kur’âniyyun ekolünü temsil eden kimselerin görüşlerini ele alacak olursak, Ahmed Han şöyle bir görüşü ortaya koymaktadır.

317 İbn-î Kesîr, Muhtasar İbn-î Kesîr Tefsiri Kur’ân’ı Kerim’in Hadisle Tefsiri, IIII, 252. 318 Mevdudi, Tehfimu’l-Kur’ân, III, 496.

319 Hz. Mûsâ (a.s), asasıyla denize vurur vurmaz, yalnızca suların ikiye ayrılıp büyük dağlar gibi iki yana yığılması sonucunu doğurmakla kalmamış, hiç çamursuz kuru bir yol açılmasına da neden olmuştur. Mevdudi, Tehfimu’l-Kur’ân, III, 498.

320 Mevdudi, Tehfimu’l-Kur’ân, III, 498.

321 İbn-î Kesîr, Muhtasar İbn-î Kesîr Tefsiri Kur’ân’ı Kerim’in Hadisle Tefsiri, IIII, 259. 322 Daha çok bilgi için bk, Perviz, Metâlibu’l-Furkan, I, 317.

Kâinatın istisna kabul etmeyen tabii kanunlar ile idare edildiğini ve bu sebeple tabiat bilgisiyle tezat halinde bulunan herhangi bir ilahiyat akidesinin doğru olamayacağını söylemiştir. Kur’ân Allah’ın (c.c.) kelamıdır, tabiat Allah’ın eseridir; binaenaleyh Kur’ân ile tabiat ilimlerinin tam bir ahenk içinde bulunmaları icap eder.323 Hâlbuki bunlar tabiat kanununa aykırıdır. Ona göre söz konusu hadisede eğer tabiat kanunun aksine bir durum vaki olsaydı, denizin yarılması yerine sert bir zemin haline dönüştürülmesi gerekirdi. Dolaysıyla, ortada hilaf-ı fıtrat bir durum yoktur. Zaten Kur’ân’ın lafızlarında da böyle bir mucize’nin vuku bulduğuna dair bir delil mevcut değildir.324

Ayrıca, Ahmed Han Hz. Mûsâ’nın asasını denize vurması şeklinde yorumlanan “

بﺮﺿ

”fiilinin de vurmak manasında olmayıp, “yürümek, mesafe kat etmek” anlamına geldiğini söyler.325 Gulam Ahmed Perviz de Metâlibu’l-Furkan adlı tefsirinin ikinci cildinde “

بﺮﺿ

” fiilinin yürümek anlamına geldiğini söyler ve Kur’ân-ı Kerimin de bu manayı desteklediğini iddia eder,

ِﻞﻴِﺒَﺳ ﻲِﻓ ْﻢُﺘْﺑَﺮَﺽ اَذِإ

ِﻪّﻠﻟا Allah yolunda (cihad için)

sefere çıktığınızda,326

ِضْرَﻷا ﻲِﻓ ْﻢُﺘْﺑَﺮَﺽ ْﻢُﺘﻧَأ ْن ِإ

Eğer Yolculukta bulunuyorsanız,327 ayetlerini de örnek olarak gösterir.328

Tabi ki Anlayış böyle olunca, ayetin anlamı da, “biz Mûsâ’ya asası yardımıyla suyu çekilmiş veya açılmış olan denizde yürümesini vahyettik” şeklinde olur. Ahmed Han şöyle devam eder; bu hadisede bir mucize gözükmemektedir. Şayet burada bir mucize varsa, o da Hz. Mûsâ (a.s.) ve kavminin suların çekildiği bir sırada denizden geçmesi, Firavun ve askerleri geçerken suların kabararak onları yutmasıdır,329 demiştir.

323 Ahmed Han, Ahiri Medamin, s.23.

324 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.337.

325 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.337; Ahmed Han, بﺮﺽ fiili’nin, Şah Veliyullah Dihlevi’nin’de kendi yazdığı Mealinde, yürümek olarak tercüme ettiğini söyler. Ahmed Han, Tefsiru’l- Kur’ân, I, 158.

326 en-Nisa 4/94. 327 el-Maide 5/106.

328 Daha fazla bilgi için bk, Perviz, Metâlibu’l-Furkan, “Dastan-i Ben-i İsrail”, Tolo-i İslam, Lahor, 1998, II, 245.

Ahmed Han daha sonra, Batlamyus’un Fransa’da basılan kitabındaki Kızıldeniz haritası yardımıyla olayın vuku bulduğu bölgeyi tarif etmeye çalışır. Söz konusu denizin o dönemlerde o kadar derin ve kabarık olmadığını, bununla birlikte içinde otuz kadar adanın barındırdığını söyler. Buna göre Hz. Mûsâ (a.s.) ve kavmi gece yarısı en uygun yerleri kullanmak suretiyle denizin şu anda Süveyş kanalı yönündeki en üst tarafına gelirler ve deniz çekilmişken kayalıklarla deniz arasında kalan yerden karşıya geçerler.330 Konuyla ilgili tezini daha iyi savunabilmek için “Tefsiru’l-Kur’ân,” Kitabının 165. sayfasında, bölgenin haritasını da göstermiştir. Biz de söz konusu haritanın bir kopyasını alıp aynen olduğu gibi tezimize yerleştirdik.331

330 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.337. 331 Ahmed Han, Tefsiru’l-Kur’ân, I, 161-162.

Ahmed Han daha sonra, Kur’ân-ı Kerimin,

َنﻮُﻗَﺮْﻐﱡﻡ ٌﺪﻨُﺟ ْﻢُﻬﱠﻧِإ ًاﻮْهَر َﺮْﺤَﺒْﻟا ْكُﺮْﺕاَو

ayetindeki “

ًاﻮْهَر”

kelimesini delil getirerek o sırada deniz zemininde su bulunmadığını söylemiştir.332 Böylece onları takip eden Firavun ordusu ise bunun farkında olmadan denizin çekildiği yere girince suların kabarma vakti geldiğinden sular birden kabararak yükselmiş ve hepsi boğulup gitmiştir.333 Ahmed Han’ın bu görüşlerini Gulam Ahmed Perviz de aynen nakleder.334

332 Perviz’de, Hz. Mûsâ ve yanındakiler bir kuru geçit bulup oradan geçtiklerini söyler. Bu konuda hemen hemen Ahmed Han gibi düşünüyor. Daha fazla bilgi için bkz. Perviz, Mefhumu’l-Kur’ân, s.715. 333 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.337.

334 Daha fazla bilgi için bk, Perviz, Gulam Ahmed, Metâlibu’l-Furkan, “Dastan-i Ben-i İsrail”, Tolo-i İslam, Lahor, 1998, II, 247-248.

Pakistanlı alimlerden Mevlânâ Abdurrahman Geylânî, Âine-i Perviziyet kitabında, yukarıda naklettiğimiz iddiaya karşı şunları söyler: Ahmed Han bu hadiseyi her zaman görülebilen bir gel-git olayı biçiminde tasvir eder. İlk hitapta oldukça makul gibi gözüken bu yorum üzerinde biraz düşünüldüğünde tatmin edici bir nitelik arz etmediği anlaşılır. Çünkü, bu yorum, o dönemin en kudretli adamı olan, tabiatıyla zamanının her türlü enformasyon imkanına sahip bulunan firavun ve askerlerinin, öteden beri bölgede vuku bulan bu olaydan habersiz olduğunu varsaymaktadır ki, böyle bir varsayımı makul bir zemine oturtmak pek mümkün gözükmemektedir.335 Elbetteki Firavun ve askerlerinin suların ne zaman çekilip ve ne zaman kabaracağını bilmeyecek kadar cahil olduklarını iddia etmek hiç da mantıklı değildir.336 Şunu da belirtmeliz ki, söz konusu hadiseyi Muhammed Esed de Ahmed Han gibi yorumlar.337

Kur’âniyyun ekolüne göre, peygamberlere atfedilen tek mucize onların büyük peygamberlik rolleridir. Peygamberler ilahi tabiat kanununun neşredicileridir. Mucize kavramı yanlış ve kural tanımaz bir biçimde bu kanunla çatışır. Kutsal kitaplarda zikredilen mucizeler bu nedenle sembolik, metaforik ya da kıssalar olarak yorumlanmalıdır. Tabiat kanunları değişmezdir; Allah’ın yaratılışa olan teminatlarıdır. Bu kanunların aşılmasına ya da ortadan kaldırılmasına yarayan mucizelere inanmak bu bakımdan ilahi teminatlardaki inancın inkârına yolaçar kişiyi, Allah’ı süçlemeye götürür. Bütün tabiat kanunlarını bilmediğimiz doğrudur. Her gün yeni bir kanun ortaya çıkmaktadır. Bunları bilelim ya da bilmeyelim bu kanunlar bizim bilgimizden bağımsız olarak vardırlar; anolojiyle biz onların düzenlilik ve uyum içinde var olduğunu ve mucizeler tarafından ortadan kaldırılmadıklarını algılayabiliriz.338

335 Birışık, Hind Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s.338. 336 Geylanî, Aine-i-Perviziyet, s.80.

337 Muhammed Esed tarafından ileri sürülen görüşe gelince, O, Şuara süresinin 65-66. ayetlerini izah ederken şöyle bir fikir ortaya koymuş; "Tevrat’teki muhtelif atıflara bakılacak olursa Kızıl deniz’i geçme mucizesi, bu denizin bugün Süveyş kanalı olarak bilinen kuzaybatı ucunda vuku bulduğu anlaşılmaktadır. Kıssanın cereyan ettiği çağlarda burası şimdeki kadar derin değildi ve bazı bakımlardan Kuzay denizi’nin ana kıtayla Firisian adaları arasında kalan sığ bölümü gibiyedi; yüksek cezir (geri çekilme) hallerinde bu gibi yerlerde sığ bölgeler çıplak kalmakta ve geçici olarak geçilebilir hale gelmekte; ama bu durumdayken, ani ve şiddetli bir med dalgasıyla bütünüyle sulara görülmektedir." Mustafa Öztürk, Tefsir Tarihi Araştırmaları, s.158. Söz konusu tezi, Gulam Ahmed

Benzer Belgeler