“A rtür”, “Etkilenmeler”, “İnsan” ve...
Yüksel Arslan'ın
"asıl olan" dünyası
Mine G. Saulnier
Yüksel Arslan, Mine G. Saulnier ileY
ü k se l A r s la n ’ın sa n a tı h a k k ın d a y o ru m y a p m ak , h e r b a b a y iğ id in harcı değil. A rslan’ın yapıtları ve k işiliğ i önünde, tüm sö y le necekler yetersiz kalm aya mah kum. Kendisi hakkında bugüne
i dek yazılan yazılar, tüm doğru
luklarına karşın eksik gibi geli- j yor insana. Benimki de bunlar
dan biri olacak kuşkusuz. Ama “asıl olanın” adını koymak ] değil midir her zaman en güç iş?
Marquis de Sade için “asıl olan”, beynin bağırsak kıvrımlarıyla ka- ! nştığı yerdi. Yüksel Arslan, “Etki- lenmeler” adını taşıyan dizisinde ! yaptığı çalışmada, bir soğan, erik,
armut, çiçek, tohum, kök natürmor tunu andıran cinsel organ biçimle mesiyle, Sade’ı böyle tanımlıyor. Tablonun adı, “Sade hala bunun kurbanı”.
Jarome Bosch, “Dünyadan dü rüst ve onurlu geçip gitmek ister dim. Dünyayı katettim. Ama eğil mem gerekti,” demiş. Yüksel Ars lan, Bosch tablosunda ünlü ressa mı, köpek başlı, domuz başlı insan ların, bozuk para kafalıların, ucube yaratıkların, asker kasketli zorbala rın arasında çizmiş.
Bosch’u çevreleyen “çirkinler” dünyasında, kadın yok.
Yine “Etkilenmeler” dizisinde, Yüksel Arslan Van G ogh’un bir
portresine imza atmış. Portrede, j
Van Gogh’un kesik kulağının ye- j
rinden bir erkek cinsel organı şarkı- j
yor... Tablonun adı: “Bir Sanatçı Yaşamı”.
Arslan’ın çalışmalarına tablo de mek yanlış aslında.
Hiç kimseye benzemeyen çizgi leri, hayal gücünü aşan dehası, özel
tekniği ve özgün renkleriyle yeni i
bir resim türünü yaratan Yüksel Arslan’ın yapıtlarına, “Artür” deni yor. Sanatçı, “Artür, gerçek bir re sim değildir,” diyor. “Resim ile ya zının arasında, resim ile şiir arasın da bir sanat biçimidir. Çünkü sanat- j çı, işin başında bir düşünür gibi ça- ! lışmalı, çizgilerle şiir yazmalıdır...”
Yüksel Arslan, Andre Breton'un tüm çağrılarına karşın sürrealist olmamıştı. Arslan'ın önünde durduğu afiş onunla birlikte Komünist Parti'ye katılmayan sürrealistler tarafından kaleme alınan "Bir Ceset" başlıklı bildirgeyi içeriyor.
Yüksel Arslan’ın renkleri, topra ğın ve etin renkleri. Toprağın kızılı, sarısı, kahvesi, insan teninin sol gunluğu, insan etinin bozulmuş ye şili, çürümüş mavisi, çekiciliği ve iticiliği var sanatçının boyalarında.
Sanatçı bu boyaları, toprak çeşit lerini yumurta akı, sidik, yağ, bal karıştırarak imal ediyor. Fakat tüm yapıtında olduğu gibi Arslan’ın bo yaları da insanlık tarihinin derinlik lerinden geliyor: Sanatçı bir tarih kitabında rastlamış ilk insanların mağara duvarlarını bezemek için kullandıkları bu boyaların formül lerine.
Yüksel Arslan, tüm ressamlardan farklı bir sanatçı.
Artürlerinde, insanların en gizli deliliklerini, kimsenin adını anmak istemediği hastalıkları, beynin uç noktadaki iflasını işliyor.
Yalnız insanların mı?
Hayır. Tüm canlıların. Mikro kozmik dediğimiz, gözün görmedi ği, kulağın duymadığı ya da duy mak istemediği böcekler dünyasın dan, atlara, köpeklere varıncaya ka dar inceliyor Yüksel Arslan. Ve bu evreni paylaşan tüm varlıkların as lında ne kadar benzeştiklerini, nasıl aynı korkuları paylaşıp, nasıl aynı
içgüdülerin esiri olduklarını gözle rimizin önüne seriyor. Bir cerrah dikkati, bir bilge dinginliği onun o- lağanüstü çizgi biçemiyle birleşin- ce, ortaya adı konmamış bir ansik lopedi türü çıkıyor.
İnsanın merkezini, “asıl olanı” konu alan bir hayal gücü ansiklope disi bu.
Asıl olana gelince... Yüksel Ars- lan’ın yarattığı Artür evreninde, “Asıl olan” geniş genelinde cinsel lik.
Sigmund Freud’dan yola çıka rak, hemen tüm hastalıkların karnı mızdan beynimize giden yolda ge liştiğini anlam ış Yüksel Arslan. Zaten hastalıklar, çizdiği bir dizi Artür’ün temel öğesi, insan doğa sında kimsenin inmeye cesaret e- demediği derinlikleri, aykırılıkları araştırmasında Freud, elbette yet memiş Yüksel Arslan’a. Sanatçı, psikoloji ve psikiyatri üzerine dün yada çıkan hemen her yapıtı, her uzmanı bir koleksiyoncu dikkatiyle izliyor...
Ve okuduğu binlerce kitap, oku yacağı binlerce kitap, onun çalış malarının ana maddesi.
Edebiyat ve bilimle aldığı özsu yu fazlası, bazen başına dert açmış
Yüksel Arslan’ın. Örneğin, “Etki lenmeler” dizisine konu olan etki lenmelerinden biri, on bir yılını bir psikiyatri kliniğinde geçiren ünlü yazar Antonin Artaud’nun, “gerçek insanın cinselliği yoktur,” sözü do layısıyla başına gelenler. Bu buyru ğu ilk kez 1959 yılında okuyunca, cinsel etkinliğine son vermiş Yük sel Arslan. “Ancak”, diye anlatıyor sanatçı anılarında, “iyi ki kısa bir süre sonra küçük beynim harekete geçti ve beni orantısı daha hoş açı lışlara yöneltti.”
Yüksel Arslan’ın küçük beyin den kastı, elbette cinsel organı.
Pek çoğumuzun (hemen hepimiz, demekten korkuyorum), bu dünya yı büyük beynimizle olduğu kadar küçük beynimizin penceresinden görmediğimizi kim ileri sürebilir?
Bu yazıdan amacım, Yüksel Ars- lan’m yaşamını anlatmak, sanatının tüm boyutlarını irdelemek elbette değil. Zaten olamaz. Öylesine dolu bir bilgin ve dahi bir çizgi ustasıyla karşı karşıyayız ki Arslan’m kişili ğinde, böyle bir çalışm aya değil birkaç sayfa, birkaç cilt yetmez.
Yüksel Arslan konusunda yapı lan en ciddi ve tam am çalışm a kuşkusuz, dostu ve değerli yazar
Daniel Colagrossi'nin objektifinden yansıyan bu fotoğraf, Yüksel Arslan'ın her cumartesi öğleden sonra Paris'teki La Palette kahvesindeki "kristal" keyfinin tanığı. Kristal, hafif bir rakı türü.
Jacques Vallet’nindir. Yüksel Arş ları, bugüne değin çalışmalarıyla ilgili üç kitap yayımladı. “Autoar- tures”, “Etkilenmeler” ve “insan” adını taşıyan bu kitapların ilk iki sinde Yüksel Arslan hem çizdikle rini sergiliyor, hem de kendisini anlatıyor, “insan” dizisinde ise, Jacques V allet’nin Yüksel Ars- lan’la uzun söyleşilerini içeren ve sanatçıyı her yönüyle ele alan bir yazısı var. Arslan ve Vallet, şu sa tırları okuduğunuz günlerde “in san” dizisinin ikinci cildini bitir mek üzereler.
Sanatçının Haliç kıyılarında baş layan yaşamı, uzun yıllardan bu yana F ra n sa ’da devam ediyor. Türkiye’ye son yıllarda uğra mamasına karşın Yüksel Ars lan, ülkesinin kayda değer tüm değerlerini, estetik öğelerini, evrensel bir potanın içinde e- ritmiş, “artürlerine” karıştırı yor durmaksızın. Konuştuğu dil, bizlerin artık duymayı u- nuttuğumuz arı duru, eşsiz bir Türkçe. Görmediği, nasıl geli şip, hangi yolda değiştiğini bilm ediği T ü rk iy e’yi, F ran sa’nın son yüzyılda çıkardığı en büyük çizerlerinden birine, yazar, ozan, tiyatro yönetmeni, senarist Roland Topor’a sev dirmeyi başaran bir Türk sa natçısı Yüksel Arslan.
Roland Topor, sonunda gi dip görmeye karar verdiği Tür kiye’ye yolculuğundan önce Yüksel ArslanYn elceğiziyle hazırlayıp kendisine verdiği “meyhane” ve “hanımlara laf atma” sözlüğünü anlata anlata
bitiremiyor! Sözlüğün hemen tüm kelimeleri, bizim artık unuttuğu muz, İngilizceye batırıp suyunu çı kardığımız, güzelim İstanbul de yimleri.
Çalışmalarında cinsellik kayna ğının büyük yer tuttuğu Yüksel Arslan için, kadın, evrenin merkezi demek abartılı sayılmaz.
Her şey biraz onun çevresinde dönüyor, Yüksel Arslan’in dünya sında. Eşi Lydie, sanatçıya barışı ve dinginliği getiren en büyük aşkı.
Belki ekmeğini el emeği, alın te riyle kazanan yoksul bir aileden gelişi dolayısıyla, Yüksel Arslan’ın “Marksist” bir dönemi olmuş. Gem vurulmaz hayal gücünü frenleyen
bu dönemde, Yüksel Arslan “Anti- em peryalist”lerin, Kari M arx’ın portreleri yanı sıra, (kendisi ne der se desin) özgün biçeminin biraz dı şına düşen ve “Kapital’in Güncel leştirilmesi” adını koyduğu çalış malarla öne çıkıyor. 1981 yılında bu çalışmalar, “Siyasal Yapıtlar” a- dıyla sergilenmiş.
Yüksel Arslan’ın sanatı nasıl çıl gınsa, yaşamı da öylesine düzenli. Haftanın altı gününü okumak ve çizmek, yani çalışm akla geçiren sanatçı, cum artesi günlerini Pa ris’in Saint Michel semtinde kitap çıları dolaşmaya ayırıyor. Böyle “kutsal” bir cumartesi günü, kendi sine eşlik ettim.
Tüm psikoloji kitaplarının incelendiği, her kitapçıya uğra nılan öğleden sonra, Yüksel Arslan’ın gezisi elbette La Pa lette kahvesinde son buldu. Garsona, “Bir kristal,” dedi. A- ma söylemesine gerek yoktu. Çünkü Arslan nasıl Paris’i tanı yorsa, Paris ve La P alette’in garsonları da Yüksel Arslan’ın alışkanlıklarını öylesine iyi ta nıyorlardı.
Kristal, hafif bir rakı türü. Yüksel, tek başına bir süvari, sürüsü olmayan bir “arslan”. Sanatındaki ulaşılmaz yalnızlı ğı, onun insanlığın tam göbe ğinde durmasını, çağın ve mo daların dışında kalırken zama nın dik ortasında kendi tarihini yazmasını engellemiyor.
Yüksel A rslan’ın tarihe ve yere ihtiyacı yok.
Ama sanat tarihinin ve dün
yanın ona ihtiyacı var. ■
Yüksel Arslan, Roland Topor ile
20
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi