CUMARTESİ, 18 Ocak 2003
+
CUMARTESİ İ M
İ
T ^ ^ > 3 2
a
3
Gusto
/
füzyon yenir diyen garsonlarıyla
Lokal,
komik bir lokanta
ATUR
fbatuKphurriyet.eom.tr
İstiklal Caddesi'nden aşağıya doğru yürüyün. Tünel'e gelmeden az önce sağda Müeyyet Sokak No: 9'da ufacık bir lokanta var. Adı: Lokal.
Yüksek tavam, bir duvarım boydan boya kaplayan “Hazan Vakti Yedigöller"
manzarası, topu topu yedi adet formika masasıyla dediğim gibi küçücük bir lokanta.
Masa süsü niyetine oyuncak robotlar, kırmızı murano vazolarda yanıp sönen ışıldaklar, her masada bir bardak, her bardakta özenle yerleştirilmiş kokinalar... Açık mutfakta çalışan dört düvelden dört ahçısı, yemeklerin yazılı olduğu okunaksız karatahtası ve "Burada ne yenir?" soruma "Füzyon yenir" cevabım yapıştıran cevval garsonlarıyla - nasü desem - komik bir lokanta.
Sahibi bir İngiliz. Anne tarafından AvusturyalI, baba taralından Afgan. Yakın arkadaşı Emir Uras'ı görmek için geldiği İstanbul'dan bir daha kopamayan, o yüzden burayı açan, kendisi de tıpkı lokantası gibi; sivri yakalı renkli gömleği ve kalın çerçeveli siyah gözlüğüyle 60'lı yıllan çağnştıran genç bir adam. Kapıdan girer girmez Türkçe 'Hoşgeldiniz' dedi. Soma İngilizce devam etti: "My name is Şaşa." (Gördüğünüz gibi ismi de Rusça).
İçimden "Sen de hoşgeldin Şaşa" dedim. Burası da PERA.
P
la k t a k î m ö n üMasaya geçtim.
Aydın Uğur ve Gül Pulhan’la
buluşacağım. Henüz gelmemişler. İyi. Gül burayı önerirken yemeklerinin güzel olduğunu söylemişti.
Hazır beklerken, ne yenir ne içilir bir bakayım dedim: Menüyü istedim.
Bizim masaya servis yapan Ercan, seçti aradı, buldu; elime bir adet Bayram Şenpınar'm 'Vicdansız Sahtekar' adh plağını tutuşturdu. Menüleri eski 33'lük plak kapaklannın içine koymuşlar. Kimler yok ki? Ayşe Mine, Ümit Besen, Mine Koşan derken karşımda Ajda Pekkan. Hemen Şenpmar'ı bırakıp Ajda'yı aldım. Biraz yemeklere baktım biraz şarkılara daldım. "Kim ne derse desin aşk için..."
Önce Aydın geldi. Sonra Gül.
Bir şişe kırmızı şarap söyledik.
Yemekleri seçmeye gelince: Aydm'la karar verdik. Hiç denememişiz, devekuşu bonfilesi yiyeceğiz.
Gül, buraya bir kaç kez gelmiş. Daha önce tatmadığı farklı bir yemek aradı. Sonunda upuzun bir adı olan, soslu somon balığında karar kıldı.
Devekuşu eti, kırmızı şarapta
Gül Pulhan, Aydın Uğur, lokcihn gucjonu Ercan ve Figen Batur. Fotoğraf: Senih G Ü R M E N
S
s.?'
dinlendirilmiş hindi gibi. Lezzetli mi? Hemfikiriz lezzetli. Gül, somonunu çok beğendi. Ama bana sorarsanız en iyisi, tadalım diye Ercan'ın ortaya getirdiği 'vvasabi' soslu biftekti.
GUL PULHAN
Arkeolog casuslar belgeseli hazırlıyor
Lo
KANTADAN ESİNLENDİK
Benim için Aydm'la yenilen her yemek, ister peynir-ekmek ister makama - börek, isterse vvasabi soslu biftek olsun, özeldir.
Yemek yemenin de içki içmenin de tadını gerçek anlamıyla çıkaran ender insanlardandır. Bir de yemeğe eşlik eden sohbet var elbet. Ciddi ciddi anlatsa da, muzipliği tutsa da farketmez: Aydm havai fişek gibi, renkli, şaşırtıcı, akıcı konuşur.
Bir o kadar da iyi dinleyecidir. Karşısında kim olursa olsun büyük bir ilgiyle dinler.
Eh, hal böyle olunca ne olur?
Hiçbir yemek kısa sürmez, hiçbir gece erken bitmez.
O gece lokantadan esinlendik - 60'lı yıllara gittik. 70'lere uğrayıp 80’lere geçtik. 90'larm boynu bükük kalmasın dedik. Sonra sihirli bir sözcük bizi 5 bin yıl geriye götürdü. Çatalhöyük'ün
öneminden, arkeolojinin gizeminden, geçen yıl birlikte yaptığımız ve unutamadığımız Mısır seferinden söz ettik.
Tatlı yemedik ama bir şişe daha şarap söyledik.
Sonra mı? Sonra hep beraber dans etmeye gittik.
Hiçbir zaman benden genç insanlarla konuşurken "Biliyor musun, ben senin çocukluğunu..." diye başlayan cümleler kurmadım.
Ama kimi zaman insan engel olamıyor. Gül'ü neredeyse doğmadan tamdım ben. Onunla ne zaman karşılaşsam, ne zaman yazdığı bir yazıyı okusam, bir başarısını duysam, biri söz etse, gözümün önüne hep aynı resim gelir: Büyük çok büyük bir bahçede yüksek ağaçların
gölgesinde, elindeki kazma kürekle saatlerce oynayan, kıvırcık saçlı, hınzır bakışlı, güzel çocuk.
Önce sabır bir o kadar da hayal gücü gerektiren bu alanı ne zaman seçti bilmiyorum. Onu o bahçede bıraktım. Yeniden bulduğumda Boğaziçi'nde okuyordu.
Sonra Yale'de doktorasını yaptı.
Ön-Asya arkeolojisi. Uzmanlık alanı M.O. 2000 yılları.
Doktora için Suriye'de bir kazıda çalıştı. O gün bu gün Suriye, Irak, Ürdün dolaşıyor. Bilgi Üniversitesi ve Koç Üniversitesinde ders veriyor.
Yapı Kredi Kültür Sanat'ın Arkeoloji danışmanı.
Aynı yayınevinden yeni çıkan Çatalhöyük kitabım yayma hazırlayıp,
ön sözünü yazdı.
Bir de -ki burası beni çok ilgilendiriyor- Gertrude Bell,
ArabistanlI Lawrence, Agatha Christie gibi Ortadoğu'da yaşamış
arkeolog-casuslar üstüne Melek Ulagay ile birlikte bir belgesel
hazırlıyor.
Olur da bir "canlandırma" gerekir diye, buruşuk keten eteğimi, bağcıkh potinlerimi çıkardım: Yola çıkmaya hazırım.
G U L ' U N M U T F A Ğ I N D A N
M ALZEM ELER:
1.5 kg. kemiksiz kuzu kuşbaşı 6-7 adet patlıcan 1 adet rendelenmiş iri soğan 2 diş sarımsak 1 / 2 kutu doğranmış domates 2 kahve kaşığı kimyon 1 kahve kaşığı kişniş 1 kahve kaşığı tarçın 1 / 2 kahve kaşığı toz zencefil 1 dal taze kekik 1 adet kırm ızı cücük biberi 1.5 İt. beyaz şarap 1 0 0 gr. bal tuz - karabiber Sızm a zeytinyağı Fesleğen.
Fas usulü patlıcanlı kuzu kuşbaşı
Bir tencerede zeytinyağını kızdırdıktan sonra, soğanları pembeleşinceye kadar kavurun ve etleri ilave edin. Bir tutam unu serpeleyin. Kalan bütün malzemeyi ekleyin. Şarabı da ekledikten sonra 45 dakika, 1 saat, etler yumuşaymcaya kadar pişirin. Pişen etleri bir kenara alıp tenceredeki sosu yansına inecek kadar kaynatmaya devam edin. Ayınn. Bu arada alacalı soyup bir santimetre kalınlığında boyuna kestiğiniz patlıcanlan zeytinyağına daldırdıktan sonra fırının
ızgarasında kızartın. Çıkardıktan sonra fazla yağlarının süzülmesi için kağıt havlu üstüne alın.
Derince bir kaba patlıcanlar yan yana gelecek, birbirlerini örtecek şekilde dizin ve pişmiş eti ortasına koyun. Üstüne bir tabak ve ağırlık koyduktan soma bir gece buzdolabında bekletin. Servis yapacağınızda, kısık ateşte ben-mari'de 30 dakika kadar ısıttığınız kalıbı ters çevirin. Ayırmış
olduğunuz sosu da üstüne dökün ve bir iki taze fesleğenle süsleyin.
AYDIN UĞUR
Onu
anlatmak
için
kalem gerek
Elimde büyülü bir kalem olsa da size Aydın'ı anlatsa.
İster Ankara'da "karlı bir gece vakti bir dostu
uyandırdığı" evden, ister Kuzguncuk'ta Boğaz'a bakan bir tepeden, ister Menekşe Palas'taki o sımsıcak daireden, ister Malmantile'den başlasa.
Ama başlasa ve anlatsa. Elimde öyle bir kalem yok. İnsanın çok yakınım yazmasının ne kadar zor olduğunu o gece de söyledim. "Bilirim ama aldırma" dedi. "Bunlar suya yazılan yazılar."
Suya da yazılsalar, fırlatılıp denize de atılsalar,
farketmiyor. Aklımda yüzlerce cümle, dilimde birkaç cılız kelime.
Yazamıyorum.
O yüzden işin kolayma kaçacağım.
Aydm, orta öğretimini Saint Joseph'te yaptı.
Sonra, ODTÜ.
Derken Ankara ve Marmara Üniversitelerinde öğretim
Şimdi, Bilgi Üniversitesi Dekanı.
Bütün bu bilgileri, son kitabı Kültür Kıtası Atlası'nın ilk sayfasmda da bulabilirsiniz.
Ama birkaç ipucu vermeden geçmeyeceğim: Mutlak kavramı ile Saint - Joseph'te tanıştığım, o gün bu gün yanmdan hiç
ayrılmadığını, ODTÜ
yıllarında at kuyruğu yaptığım (Bkz. Bu bir kıl değildir adlı yazı). Herkesin milat dediğine onun Canan adım taktığım, "Ben en çok babamı sevdim" dizesini her okuduğunda gözlerinin yaşardığını, bir de en çok ama en çok
Microcosmos'la uğraştığım, hadi itiraf edin ben yazmasam bilebilir miydiniz?
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi