Soyadı kanununda kendine ‘Yalmz’ı seçen Sakallı Celâl’i arkadaşları yalnız bırakmadı
Adı konmamış akademi
Kültür Servisi -
Soyadı kanunu çıkınca Deniz
Subaylığı’ndan emekli ağabeyleri
Kemalve
Cemâl
Bey’lerle kardeşi
BilâlBey, bir denizcilik
terimi olan
“Porsun”useçmişti ama o
“Yalnız”ıkendine daha uygun buldu. Herkes
“Sakallı Celâl”olarak bilse de artık resmen Celâl Yalnız
olmuştu., ama akraba çevresi ve arkadaşları onu
yalnız bırakmamaya yaşamı boyunca özen
gösterdiler. Özellikle
Galatasaray’dan aynı yıl
ve yakın yıllarda
mezun olanlar.
Bunlardan, Celâl
Bey’in yıldızı olduğu
ve daima merkezinde
bulunduğu bir
“akademi”
oluşmuştu
âdeta. Kimler yoktu ki
bu adı konmamış
akademinin üyeleri
arasında!
T T i ç
X X
evlenmeyen
Sakallı Celâl,
arkadaş ve
hısım akraba
çocuklarıyla
yakından
ilgilenir ve
onları
yönlendirmeye
çalışırdı. Belli
bir geliri,
emekli aylığı
filan
olmadığından
ne yiyip içtiği
ve nasıl
geçindiği ise
daima merak
edildi.
B
öyle bir
cevher,
Orhan
Karaveli’nin
kitabı
sayesinde âdeta
yeniden
doğuyor. En
iyisi kitabı
baştan sona
okumak ve bu
az rastlanır
insanı tüm
yönleri ile
tanımak.
(SAKALLI
CELÂL/ Bir
‘Bilinmeyen
Ünlü’nün
Yaşam
Öyküsü/Orhan
Karaveli/Perga
mon
Yayım/240
Sayfa, 10
milyon TL.
K iM LE R YOK
Kİ...
Galatasaray
Kulübü’nün
kurucularından
Ali Sami Yen, Asım Sonumutve
Bekir Bircan’lar... Ahmet Haşim’ler...Türkiye’nin ilk uçak
mühendisi Ordinaryüs
Profesör
Ali Yar,coğrafyacı Ordinaryüs
Profesör
İbrahim Hakkı Akyol,Edebiyat
Fakültesi’nden
İsmail Hikmet Ertaylan’laİktisat Fakültesinden
Şükrü Baban,
Millet
Partisinin kurucusu ve
ilk Genel Başkanı
Ordinaryüs Profesör
Hikmet Bayur,
gazeteci
Refli Cevat Ulunay
ve
diğerleri. Son yıllarda
“akademi”ye,
hepsi de
1880
’lerde doğmuş
“kıdemlilere”
ek olarak
Profesör
Tank Zafer Tünayave Profesör
Vakur Versan
gibi
“genç”
üyeler de
katılmıştı.
H iç
EVLENMEDİ
Gündüz çaylarında ve
“rotasvon”abağlanmış
akşam yemeklerinde
bir araya gelinerek ülke
sorunlan tartışılırdı.
Onur konuğu ise daima
Celâl Bey olurdu ve
arkadaş eşleri onun
sevdiği yemekleri
hazırlamaya özen
gösterirdi.
Hiç evlenmeyen
Celâl Bey, arkadaş ve
hısım akraba
çocuklarıyla yakından
ilgilenir ve onları
yönlendirmeye
çalışırdı, özellikle, yaşamı boyunca derin bir
yakınlık duyduğu
Ulviye İsvan’ınçocukları
Ahmet
ve
M ehm et’içok severdi. Onlar da
“Celâl Amca”lannı.Aydın’daki bir incir tütsüleme fabrikasındaki
ustabaşılık ve baş makinistlik görevinden ayrılıp
İstanbul’a döndükten sonra önce Üsküp’ten
öğrencisi
Kâzım Taşkent’intahsis ettiği
“Tünel”yakınındaki Doğan Apartmanı’nm bir odasında,
son yıllarında ise eğitimci
Münevver Hanım’in
Bomonti’deki özel
“Aydın Okul”unbir odasında
konuk edilmiş ve burada son nefesini vermişti.
O
tuz yıl boyunca üzerinde taşıdığı vasiyetnamesinde “...Mizyal ismini verdiğim Belkıs’ı daima severim. Beni bir zamanlar hakikaten sevmiş idi. Kendisini ben daima sevdim ve seviyorum. Ruhumun acılarından biri de kendisiyle birlikte yaşamamış bulunmaktır...” biçimindeki duygu yüklü sözlerle andığı Belkıs’ın onun büyük aşkı olduğu anlaşılıyor. “93 Harbi” muhacirlerinden ünlü “Çürüksulu Ahmet Paşa”mn kızı olan ve adı Üsküdar, Salacak’taki “Çürüksulu Yalısı” ile özdeşleşen “Dame de Sion’ Fransız Kız Lisesi mezunu Belkıs Hanım sonraki yıllarda Türkiye’nin “Paris Sefiresi” ve - ikinci evliliğim Mısır’lı bir dipolamada yaptığı için - bu ülkenin “Vaşington Sefiresi” olarak tanınacaktır.‘Heykellerden kuşlara
zarar gelm ez...’
i
1
Parayı pulu umursamazdı.
B
elli bir geliri, emekli aylığı filan olmadığından ne yiyip içtiği ve nasıl geçindiği ise daima merak edümiştir. Bununla ilgili bir de gerçek öykü vardır ki. Sakallı Celâl Bey’in parayı pulu umursamayan özgün kişiliğine kanıt olarak alınabilir. İlk öykü şöyle: Güç duruma düşen bir tüccar dostuna iflastan kurtulmasına yardımcı olsun diye ne kadar parası varsa hepsini verir. Tabu, senetsiz sepetsiz. Geri alamayınca da soranlara der ki: “...Ben o parayı tuvalete girdiğimde kubur deliğine düşürdüm, gitti!..” İkinci öykü ise daha da anlamlı ve düşündürücüdür: Havram olduğu Ulviye Hanım’ın küçük oğlu işadamı Mehmet tsvan’ın ısran üzerine bankada bir hesap açtırarak “Ne yatıracaksan bu hesaba yatır...” der. Mehmet lsvan çok sevinir bu işe ve on yıl boyunca “Celâl Amca”smın hesabına her ay başında geçimine yetecek kadar bir para yatırır. Ö ld ü p n d e bankadan çağırırlar. Gider ve görür ki Sakallı Celâl Bey bu paralardan beş kuruş bile çekmemiştir!..Ç
irkinliğe, kabalığa,
saygısızlığa hiç
tahammülü olmadığı
bilinen Sakallı Celâl
Bey çevresinde aydın
ve güzel kadınların
bulunmasını ister ve
böyleleri de ondan ilgilerini
esirgemezdi.
Karaveli’nin
kitabındaki,
hepsi de ilk kez gün ışığına
çıkan ve hepsi de bugün
yaşayanların ağzından
aktarılmış öykülere
dönelim:
"... Baba dostu, çok sevdiğim Celâl Bey’Ie zaman zaman yürüyüp konuşurduk. Bir keresinde anlatmıştı. Genç bir mühendis hanım sohbetinden çok zevk aldığım belirterek Celâl Bey’le ahbaplık etmek istediğini söyler. Celâl Bey’in bu genç, güzel ve üstelik okumuş hamma verdiği yanıt bir zekâ, bilgelik ve incelik örneği sayılsa yeridir: “Bak kızım”
der,
“sen ‘ilkbahar’
sm, ben ise‘sonbahar’.
Bunların ikisi de‘bahar’dır
ama bir araya gelmezler,gelemezler...”
“... Anneannem
Neşecan
Hanım'la Celâl Bey arasında bir aşk ilişkisi olduğu anlaşılıyor. Sanırım o nedenle her pazar günü Göztepe’deki köşkümüze gelirdi. Karşımızdaki evde de Erenköy Kız Lisesi'ne giden gencecik bir kız çocuğu vardı ve yeni çıkan
memeleri belli olmasın diye ve edep nedeniyle biraz kambur dururdu!. On dördünde ya var ya yoktu., ama yaşını başını almış Celâl Bey’e âşık olmuştu. Her pazar günü pencerelere çıkıp yolunu gözler, geldiğini görünce koşup dizinin dibindeki yerini alır ve hayranlıkla onu dinlerdi. Anneannem, zaten lâkabı
‘deli’,
kızcağız da oradayken bir gün Celâl Bey’e dedi di:‘...Eeee Celâl! Bu çocuk
her pazar günü senin
yolunu gözlüyor. Trenin
varış saatini bile öğrenmiş.
Pencereye çıkıp seni
bekliyor. Ne olacak bu işin
sonu?...’
Ben de oradayım. Anneannem rahat, ama kızcağız laplarınızı oldu. Celâl Bey’in birden ciddileşerek ve hiç düşünmeden bu soruya verdiği yamü dün gibi anımsarım:
‘...BakNeşe! Heykellerin
cüsseleri kuşların
cüsselerine göre çok daha
büyüktür ama o küçücük
ürkek kuşlar, diledikleri
gibi ve rahatça konup
kalkarlar heykellerin iri
cüsselerine. Hatta sıçarlar
bile üzerlerine. Çünkü
bilirler ki heykellerden
onlara asla bir zarar, ziyan
ve kötülük gelmez’.«”
B
i tti
Taha Toros Arşivi