ZİYA GÖKALP’E GÖRE
TEZHİP, KLASİK,
HALK KLASİĞİ VE NASREDDİN HOCA (*)
İsm et Ç E T lN Ziya G ökalp’e göre edebiyatım ız, iki terbiye dairesinden geçtikten sonra hem millî, hem de avrupaî bir edebiyat halini alacaktır. Bu d aireler tahriş ve tezhiptir. Edebiyatım ızın yeniden can lanm ası, cem iyet hayatı içindeki fonksi yonunu yeniden kazanm ası, A vdupa’da yapıldığı gibi halk edebiyatım yeniden işleyerek m üm kün olabilecektir. Bunu yaparken de önce tesbit edip, daha sonra derleyerek san atk âr birisi tarafından yeniden işlenm esi yolu takip edilm elidir.1
B u rad a üzerinde durulm ası gereken önem li nokta tezhiptir. T ez hip, sözlük m ânâsıyla İslah etm e, düzeltm e, düzenlem e, ayıklama, saflaş tırm a ve seçm e gibi kavram ları karşı lar. Ziya G ökalp tezhibi seçici m anâsın da kullanm ıştır, O n a göre tezhip, millî değerlerle m illetlerarası d eğerler a ra sında seçici bir fiil ortaya koym aktır. İki m edeniyet arasında sentez yapm a görevi tezhibe aittir.2 Tezhibin önem i bir milletin, o rtak olduğu m edeniyet çevresini oluşturan m illetlerarası d eğ er lerden d e zevk alm ası hususunu tem in etm esidir. A ncak, sanatkâr, sahip olduğu millî zevki ark a plana atınam
a-* Bu yazı, 11 Tem m uz 1990 tarihinde. A kşehir'de düzenlenen ‘Fikrî ve F eiseff Yönüyle N asreddin H oca Sem pozyum u’nda sunulan ‘Ziya G ökalp'in Halk, Halk Küllürü. Halk Edebiyatı, Türk Fıkracılığı ve Nasreddin H oca Hakkındaki Düşünceleri' isimli tebliğin bir kısmıdır.
lıdır.3 «E ğer bir millet millî zevkinden
uzak düşm üşse sanat sahasında
yaptığı şeyler, h ep âdi taklitlerden ibaret kalır.4» Ziya G ökalp’e göre, «H akîkî sanatkâr olabilm ek için güzel sanatların beynelm ilel ustaları olan sanat dâhilerinden zevk dersi, zevk te r biyesi alm ak da lâzımdır. Beynelmilel dâhilerden alm an bu feyizli terbiyeye de tezhib nam ı verilir. » B urada işlenmiş zevk karşım ıza çıkm aktadır. «İşlenm iş zevk,’ tezhibin hususi bir haiidir. Bu da, dah a ziyade sanat ve es tetik alanda ortaya çıkm aktadır. G ö k alp ’e göre ‘hakiki bir sanata mâlik olabilm em iz için sanatım ızın önce milli leştirilm esi, sonra da işlenm esi geli yor.’ İşlenm iş zevk, G ökalp sosyo lojisinde halk kültürü (millî kültür) ile seçkinler kültürü (tezhip) arasında bir regilatör durum undadır... G ökalp, antik çağın tekniklerini kullanarak dönem in estetik değerlerine yeni norm ve biçim verm ek suretiyle yeniden değerlendirm e m ânasına gelen R önan- sas gelişimini b u işlenmiş zevke bağlıyor R önansas ve R önansasdan sonra da, h er millet estetik hayatının gelişmesi sırasında hem halk terbiyesi almış, hem d e eski Y unan-L atin teknik lerini benim sem iş rom antik dahiler o r taya çıkarm ıştır... İşlenmiş zevk, yani tezhib, halk kültürü (millî kültür) ile aydın kültürü arasındaki farkhlaşm a ve yarılm aları perçinleyebilir. A ydın kültü rün millî kültüre yabancılaşm ası, h atta kozm opolitleşm esi ancak bu tü r işlen
miş zevkin aşılanmasıyla önlenebilir. B u da tezhibin, kültür ve m edeniyet arasında dah a rahatlıkla vazife yap m asına yardım cı olabilir.6»
Ziya G ökalp’e göre tezhip, aydın ile halk arasındaki uyumu sağlaya caktır. Aydının halka gitmesi, ona yeni ve incelmiş bir tezhib ruhu kazandı racaktır. Böylece aydın ile halk arasın da uyumlu bir ilişki sistem i de m eydana gelecek, milletin sahip olduğu millî kültüre yeni bir ufuk açılacaktır.
'V:
Şimdi de klâsik eser, halk klâsiği ve bunların tezhibi üzerinde duralım . Ziya G ökalp klasik eseri târif ederken hareket noktası olarak Eski Y unan ve L âtin klasiklerini alır. Klasik eserleri; «F erd î rûhtan ziyade m âşeri rûhun m ahsulleri olan8» eserler olarak telakki eden Ziya G ökalp, eski m edeniyetlerin
en yükseğinin Y unan m edeniyeti
. olduğunu söyler ve eski Y unan ile Lâtin m edeni- yetinin terbiyesini almamış olan hiç bir milletin m edeniyette g er çekli bir inkişafa m azhar olam aya cağın? söyler. Eski Y unan ve Latin m edeniyetlerini üstün görm esine sebep de, onların sınıfı m edeniyet olması ve talim ve tedriste m odel vazifesi görm üş olm alarıdır.10 M odel olarak vazife alan bu eski Y unan klasikleri işlenmiş bir zevkin ürünüdürler.11
•
Ziya G ökalp, halk klasiklerini, yine yukarıda izah ettiğimiz sebepten dolayı eski Y unan m edeniyetini örnek vererek açıklar. O n a göre halk klasik leri, «şifahî an’ane ile asırlarca devam etm iş, sonra lisanı ve üslûbu tesbit edil miş oian eserlerd ir,12». H alk klasik lerinin diğer klasiklerden farkım ise şu şekilde açıklar: «Bir halk klasiği iki m üessirin eseridir.
1) Birinci m üessir halktır. H alkın eserleri şifahî olarak yaşarlar. Fakat tam klasik olabilm ek için; bir eserin bu m âşeri m enşee malik olması kafi değil dir.
2) H alk eserinin (b u rad a halk kla siği denilm esi gerek) ikinci müessiri; millî bir halk sanatkârıdır. M esela; İlyada ve O dise, H o m e r’den evvel sair şifahî klasikler halinde idiler. H om er bunları tah rirî klasikler arasına soktu.13»
Ziya G ökalp’e göre halk klasikleri şu şekilde tasnif edilebilir. «Bu günkü T ürklerde halk klasikleri üç nevdir:
1) Muayyen bir şahıs tarafından halk lisanıyla ve üslûbuyle yazılmış ve sonradan başkaları tarafından basılmış tır: Süleyman D ede Mevlidi, Yûnus E m re İlâhîleri, Evliya Çeİebi S e y ah at-' nâmesi, Şem ’î, D ertli Divânı gibi.
2) G ayri muayyen bir kimse tarafından yazılmış ve sonradan basıl mıştır: Köroğlu Hikâyesi, Âşık G arib, K erem , Şah İsmail, eski tabm da N as reddin H oca gibi.
3) Şifahî halk klasikleridir. Bun lar: son zam ana k ad ar yazılmamış, yahut yazılmamışsa da, nüshası nâdir olduğundan kim senin eline geçmemiş, binaenaleyh, şimdiye k ad ar basılm a mış olan eserlerdir. K aracaoğlan, Gev heri gibi basılmamış halk m ecm uaî eş’arıyle henüz toplanıp basılmamış olan halk masalları gibi.14»
Bu şekilde tasnif edilen halk klasikleri Ziya G ökalp’e göre henüz iş lenerek olgunlaşm am ışlardır. Klasik lerin tezhibi gerekm ektedir. Ziya G ö kalp bu konuda şunları söylemektedir: «H alk klasiklerinin üç nev’i de henüz tekam ül etm em işlerdir; lisanca ve üs lûpça kat’i şekillerini alm am ışlardır. O
halde: b u nlardan üç nev’in de yalnız toplanm ası kâfi değildir. Aynı zam an da, bunların tezhibi de lâzımdır. B un ların üslûp sahibi sanatkârlar tarafın dan adeta; yeniden yazılması lâzımdır. D ah a doğrusu, bunlar henüz klasik olm am ışlardır. B unların gerçekten kla sik olabilm eleri için ad e ta yeniden bir halk sanatkârı tarafından yazılmaları lâzım dır. Bunlar, bir halk dâhisini, yahud sanatkârını beklem ektedirler.
M esela: Şah İsmail, Â şık G arip, D ed e K orkud Kitabı, Karagöz! Acaba!
hangi sanatkârın millî kalemiyle
klasikleşeceklerdir. Bu henüz meçhul! Fakat: h er halde, bu millî eserler ya bediî halk lisanıyle yazılacaklar veyahut yok olup gideceklerdir.15»
Klasik olmaya nam zet sayılan halk edebiyatı m ahsulleri, halk sanatkârı tarafından işlendikten sonra klasik ola caktır. Bu konuda fikirlerini söyleyen Ziya G ökalp, R om a destanının Vir- jinle, İran destanının da Firdevsî ile klasik olduklarını örnek verir.16
H alk nekreguculuğu ile O sm anlı mizahçılığı konusundaki düşünceleri ile aralarındaki farkı Ziya G ökalp’in düşüncelerinden yukarıda vermiştik.
Ziya G ökalp nekregûluk başlığı altında nekreyi şöyle izah eder: «N ek regûluk âdi m izahtan çok farklıdır, büyük bir incelik, gizli bir felsefe, fel sefi bir derinlik vardır. N ekregûluğun
gâyesi; yalnız güldürm ek değil,
güldürürken ayni zam anda derin ve ince duygular hisettirm ek ve düşü n dürm ektir.17» Ziya G ökalp, bu rad a nekregûluk dem ekle latife geleneğini kasdetm ektedir. Biz 19. yy. dan sonra letâif, fıkra nükte ve nekre kavram larının aynı m ânâlarda kullanıldığını görm ekteyiz.18 Z ira, D ursun Yıldırım hem nükte, hem letâif hem fıkrayı aynı m ânada kullanarak, fıkra ismi ile isim
lendirm iş ve onların m uhtevasını şöyle vermiştir: «fıkrada, estetik şekil, ince bir mizah, keskin bir istihza ve hikmetli
19
bir söz yer alır. »
T ürk latife geleneği hakkındaki düşüncelerini şu satırlarla anlatan Ziya G ökalp; «T ürklerde de eskiden beri, nekregûluk çok yüksektir. N asreddin H oca T ürk nekregûluğuna bir misâldir. Fakat T ürk nekregûluğu N asreddin H o ca ’ya m ünhasır değildir.»
T ürk kavminin her m illetinde, her ilinde, her sınıfında, her m esleğinde çok derin, çok ince birçok fıkralar, hi kâyeler söylenir. B unların hepsi, nek- regûyânedir. B unlar toplanıp da bastı rılırsa birçok ciltlere sığmaz. B unlar hiç kimseye isnad olunmaz, hepsi sahipsiz dir.20» O nların ayrı ayrı şahsiyetlere tevcih olunduğunu kabul eder. A slında yaratıcıları b e lli' olmayan bu fıkralar bazan İncili Çavuş’a, bazan Bekri M us tafa’ya Bazan K aragöz ve arkadaş larına, bazan bektaşîye, bazan da yeniçerilere isnad olunur. O n a göre fıkraların ilmi bir tasnifi yapılmalıdır. A ncak, Ziya G ökalp, tasnifin neye göre ve nasıl yapılacağı, hangi kıstasların esas alınması gerektiği konusunda fikir beyan etm em iştir.22
Ziya G ökalp’e göre T ürk fıkra geleneği içinde önemli bir yere sahip olan N asreddin H oca, bu önem inden dolayı, onun düşündüğü ‘H alk Klasik leri’ serisinin ilk kitabını teşkil etm ek tedir. Z ira kendisi, hazırlayıp V eled Ç elebi’ye verdiği n o tlard a bunu belirt m ektedir.23 B una sebep olarak da, N as reddin H o ca fıkralarının yer aldığı kitapların halkın elinden düşmeyişi, bunun içinde halkın terbiyesinde büyük te ’siri olm ası k o nulan ile, bu kitapların içinde yer alan fıkralardan b lzü arın ın genel ahlâka uygun olm am asıdır. K en disi, N asreddin H o ca fıkralarının seçilerek kadınlara ve çocuklara hitab
edebilecek fıkraların yeniden neşredil m esine taraftardır. H atta, V eled Ç ele bi, G ökalp’in bu görüşlerini benim - seydrk çocuklara yönelik bir N asreddin H oca kitabı da yazmıştır.24 Bu düşün ce onun tezhip düşüncesiyle de uygun luk gösterm ektedir. O N asreddin H oca fıkralarını içine alan kitaplardaki kusur ları şöyle sıralam aktadır: «G erek es kiden ve gerekse yeniden tab olan N as reddin H o ca kitaplarının iki büyük kusuru vardır: 1) içine yabancılara ait fıkraların karışm asıdır, halk ne kadar tuhaf fıkralar varsa hepsini N asreddin H o ca’ya isnad etmeyi itiyad eylemiştir. Fakat, zevk-i selim sahibi olanlar, bu fıkraların gerçekten N asreddin H o ca’ ya aid olanlarını yabancılara aid olan lardan temyiz edebilirler. 2) İkincisi için de; m üstehcen sözlerin çokça bulunm asıdır, böyle m üstehcen sözle rin çıkması hayrete şayandır. Şüp hesiz b unlardan bir çoğu N asreddin H o ca’ya isnattır, bir kısmı da, gerçek ten N asreddin H o ca’nın olabilir. B ura daki kusur, H o ca’d a değil, zam anın ve m uhitin fena itiyatlarındandır. E rk ek lerde kadınlar, m üşterek içtim alardan m ahrum olmağa başladıkları günden itibaren, erkek m uhitinde, m üstehcen sözler ve fıkralar söylenm esinde hiç bir bais görülm em eğe başladı. »
Ziya G ökalp, gördüğü bu aksaklık lardan dolayı N asreddin H oca hakkın d a yazdığı bir incelem ede, N asreddin H o ca’nın T ürk dünyasındaİd yaygınlığı, düşünce sistemi, hayat tarzı, ahlâkî yapısı gibi çeşitli konular üzerinde durm uştur.
N asreddin H o ca’nm Türk
olduğunun isbatı olarak onun bütün T uran kıt’asm da t.anındığını gösterir. Bunun şu cüm lelerle izah eder: «Türk nekregûluğunun en yüksek siması N as reddin H o ca’dır. N asreddin H oca yal nız Türkiya’ya m ünhasır değildir. Bü
tün T u ran kıt’ası, bütün T ürk âlemi N asreddin H o c a ’yı ve fıkralarım bilir. B ütün T ürk âlem inde kendisinin ve fıkralarının tanınm ası, N asreddin H o- ca’nın, T ürklüğü’nün hakikî bir timsâli olduğunu gösterir.26»
Ziya G ö k alp ’e göre N asreddin H oca zeki ve dâhi bir insandır. N asred din H o ca’mn zeki olduğunu, A rablarm C uha’sı ile m ukâyese etm ek suretiyle belirten G ökalp kanaatlerini şu cüm le lerle ifâde eder: «H oca son derece zeki olduğu halde, A ra b ’ın C u h a’sı gayet budaladır.27»
N asreddin H o c a ’nm dâhiliği konu sunda; «N asreddin H o ca T ü rk ’lüğün mümessili ‘R ep ereso n tan tı’ değil, tem- silkâr ‘re p re sa n ta tif bir ferdidir. H a tta m esleğinde dâhidir diyebiliriz. diye rek, N asreddin H o ca’nm sadece T ü rk lüğün bir mümessili değil, kendisini T ürk kabul eden ve tem silkâr bir kabi liyete sahip olan bir fert olduğunu söyler.
N asreddin H o ca’nm felsefesini, H un m etafizik düşüncelerini, ahlâkî seciyesini ve bediî hayatı ile İktisadî hayatını ayrı ayrı incelem ek suretiyle açıklar.
Ziya G ökalp’e göre, N asreddin H oca her işte ilâhı bir kudretin hâkim olduğu kanaatindedir. Ziya G ökalp; «N asreddin H oca, h er işte İlâhî bir kudretin ve basiretin hakim olduğuna kanîdir. B eşerî işlerde m üessir olan âmil, kulların tedbiri değil, A llah’ın tak diridir.» diyerek şu fıkrayı örnek verir. H oca şöyle der: B en kendim i bildim bileli hep C enab-ı H akk’m dediği oluyor. E ğ er şayet; bütün işler K udret-i R ab b an î’nin tasarrufunda olmasaydı., bir kere d e benim dediğim olurdu. Bun dan başka Kıyamet ile ilgili fıkra, Şeyyad H am za ile N asreddin H oca arasındaki m ülakatı ve rüyâsında dokuz yüz doksan dokuz altın
lütfedil-mesi ile B ursa küçük m escid ile ilgili fıkralar verilir.
Ziya G ökalp, N asreddin H o ca’nm dini bir taassub içinde olmadığını söyleyerek, m etafizik âlem in yaşanılan dünya ile ilgisinin varlığım kavradığını d a söylem ektedir'29
Ziya G ökalp’e göre N asreddin H o ca’m n ahlakî seciyesi m efkûrepe- restlik ve vazifeperestlık üzerine kurul m u ştu r.30
Ziya G ökalp’e göre H o ca iyi bir aile reisidir. Ç ocuklara ve karısına olan sevgisi bunun işaretidir. Öyle ki, H ocanın karısının öleceği günü küçük kıyamet olarak telakki etm esi bunun isbatıdır.31
O n a göre H o ca’daki siyasî ahlak çok yüksektir. H iç bir beğden, hüküm- d ârd an korkm am ası bunun en güzel işâretidir. O, dönem i' içinde aynı zam anda siyâsî bir kahram andır.32
H oca, herşeyin bir karşılığının olacağını düşünen bir m üstahsildir. O na göre ‘parayı veren düdüğü çalar’ tabiri ile ‘Sabah hava yağm urlu olursa oduna, olm azsa çifte gideceğim ’ d e m e si, H o ca’nm iktisattan iyi anladığının bir işâretidir.33
T eferruatıyla ele alınan N asred din H o ca ve fikirlerinden anlaşıldığı gibi hoca bediîdir. Z ira, latife hayatın en ince ve d erin noktasıdır.34
N asreddin H o c a’m n yüzlerce yıl dan beri aram ızda yaşadığını, yaşam ası na sebep olan ince ve kıvrak zekası ile bu zekanın yarattığı fıkraların, fıkralar daki tâbirlerin kültür hayatımıza katkı sının bulunduğunu izâh ed en G ökalp, ‘H o c a ’m n selam larından lisanımıza G eçen T âbir-i M ahsuslar’ ve ‘İkinci D ereced e tâbirler’ başlıkları altında, sözlü gelenekte yaşayan, N asreddin H o ca’mn fıkralarına bağlı olarak kırk
beş tâbiri de sıralanm ıştır.35
1) Ziya G Ö K A LP, Türkçülüğün Esasları (Hazırlayan: M ehm et Kaplan), Ankara 1976, s. 136-138.
2) Orhan T Ü R K D O Ğ A N , Ziya Gökalp Sosyolojisinin T em el İlkeleri, Afîkara 1987, s. 105. 3) a.e., s. 103-104. 4 ) Ziya G Ö K A LP. a.g.e., s. 142. 5 ) a.y. 6 ) T Ü R K D O Ğ A N , a.g.e.,s. 105-107. 7) a.e., s. 100-110. 8) Ziya G Ö K A LP, Halk Klasikleri I-Nas- reddin H oca’mn Latîfeleri (Hazırlayan: A . Hayali A vşar), Diyarbakır 1972, s. 9.
9) a.e., s. 9-10. 10) a.e., s. 9.
11) a.y.. Türkçülüğün Esasları, s. 142-143. 12) a.y., Halk klasikleri, s.10
13) a.e., s. 17. 14) a.e., s. 16. 15) a.e.. s. 17. 16) a.e., s. 23. 17) e., s. 23.
18)Dursun Y ILD IR IM , Türk Ede biyatında B ektaşî Tipine Bağlı Fıkralar, Ankara
1976, s. 4. 19) a.e., s. 7. 20) Ziya G Ö K A LP, a.g.e., s. 23-24. 21) a.e., s. 23. 22) a.e.. s. 28. 23) a.e.. s. 7. 24) a.e., s. 22-23. 25) a.e., s. 26-27. 26) a.e., s. 24-25. 27) a.e. s. 21-23. 28) a.e., s. 25. 29) a.e., s. 28-34. 30) a.e., s. 34-35. 31) a.e., s. 36-38. 32) a.e.. s. 38-40. 33) a.e., s. 41. 34) a.e., s. 41. 35) a.e., s .4 M 5 . M illî Folklor 13