• Sonuç bulunamadı

Behçet Necatigil'in Eserlerinde Korku ve Kaygı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Behçet Necatigil'in Eserlerinde Korku ve Kaygı"

Copied!
226
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

İSTANBUL 29 MAYIS ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

BEHÇET NECATİGİL’İN ESERLERİNDE

KORKU VE KAYGI

(YÜKSEK LİSANS TEZİ)

Feyza Nur YILMAZ

Danışman:

Dr. Öğr. Üyesi Alphan Yusuf AKGÜL

İSTANBUL

2019

(2)
(3)

T. C.

İSTANBUL 29 MAYIS ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

BEHÇET NECATİGİL’İN ESERLERİNDE KORKU

VE KAYGI

(YÜKSEK LİSANS TEZİ)

Feyza Nur YILMAZ

Danışman:

Dr. Öğr. Üyesi Alphan Yusuf AKGÜL

İSTANBUL 2019

(4)
(5)
(6)

iv

ÖZ

Cumhuriyet devri şairlerinden olan Behçet Necatigil eserlerinde korku, kaygı, tedirginlik, endişe gibi temalara sık sık yer vermiştir. Korku perspektifiyle onun eserlerini incelemek, eserleri hakkındaki tartışmalara yeni bir bakış açısı kazandırabilir. Bunun yanı sıra onun eserlerinde gizli, kapalı olan anlamlar yeniden yorumlanıp onun yazma eyleminin temeli hakkında düşünülebilir. Bu çalışmada, böyle bir hedefle yola çıkılarak onun eserleri korku perspektifiyle incelenmiştir. Bunun sonucunda Necatigil’in eserlerinde sık sık tartışılan gelenek, modern yönünün aslında bütün insanlarda ortak bir duygu olan “korku” sentezine dayandığı görülmüştür. Korku temasıyla onun şiirlerini analiz etmek, psikoloji, felsefe, din gibi çeşitli disiplinleri incelemeyi de beraberinde getirir. Bununla beraber onun eserleri incelendiğinde eserlerinin çeşitli disiplinlerin derinliğini taşıdığı da görülmüştür. Bütün bunların sonucunda korkunun Necatigil’in eserlerinde bir merkez noktası olduğu ve böyle bir merkezle eserlerinin yeni anlamlar kazandığı söylenebilir. Korku odağıyla onun eserlerini incelemek bütün bunların yanı sıra ondaki yazma fikri üzerine de yeni şeyler ortaya koymayı beraberinde getirecektir.

(7)

v

ABSTRACT

Behçet Necatigil, one of the poets of the Republican era, frequently mentioned themes such as fear, anxiety, uneasiness, and concern in his works. Analyzing his works from a fear perspective can give a new insight into the discussions about his works. Besides, tacit and implicit meanings can be reinterpreted and his basis of writing activity can be considered. In this study, his works have been examined from a fear perspective on a basis of this aim. As a result of the study, it is observed that the concepts of tradition and modern which are discussed in Necatigil's works over and over again are based on "fear" synthesis, a common feeling in all people. Analyzing his poems from a fear perspective brings several disciplines together such as psychology, philosophy, and religion. In addition, it is understood that his works have the characteristic of many other disciplines. As a consequence of these, it can be said that fear is the focal point in the works of Necatigil and it provides a new meaning to his works. Analyzing his works with focus on fear will put forth new things on his writing idea.

(8)

ÖNSÖZ

“Ebedi korkuma ebediyyen

mahkûmum. Ebediyyen. Yalnızlığa mahkûm.”1

Behçet Necatigil’in eserlerinde büyük bir çoğunlukla korku duyan, endişeli, kaygı içinde, kendini bir tehlike altında hisseden bireyler konu edinilir. Eserlerindeki atmosfer incelendiğinde bireyin korku ve kaygı duyması için hastalık, ölüm, yalnızlık, kent yaşamı, kalabalık gibi pek çok unsur bulunduğu görülür. Bu çalışmada onun eserlerinde yer alan bu unsurlara odaklanılarak eserleri hakkında yapılan tartışmalara yeni bir bakış açısı kazandırmak ve eserlerine bu odak noktasıyla yeni yorumlar getirmek hedeflenmiştir. Nitekim bireysel yaşantısı incelendiğinde sürekli korkulara mahkûm olduğunu dile getiren Necatigil, şiir söz konusu olduğunda da insanların mahkûm olduğu durumları anlatan bir tür olduğunu ifade eder. Yine kendi ifadelerinde çağlar öncesinde yaşayan insanlarla bugünün korkuları arasında hiçbir fark gözetmediğini dile getiren Necatigil, şiirde de bütün insanlığa hitap edecek ortak duyguların anlatılması gerektiği düşüncesindedir. Bütün bunlardan yola çıkılarak Necatigil’in eserlerinin korku ve kaygı merkeziyle incelenmesi şiirlerinde kapalı bırakılan gizli anlamların yeniden yorumlanmasına imkân tanır. Bu sayede hem edebi metinlerin hem de korkunun imkân sunduğu psikoloji, felsefe, din gibi disiplinlerin derinliğiyle eserler yeni yorumlar kazanmış olur.

Necatigil’in mektup ve söyleşilerinde yer verdiği korku duyan birey, böylelikle şiir ve radyo oyunlarında da yansıma bulur. Bu eserlerinde birey bazen çevresinde varlığını tehdit edici şeylerden, bazen de hiçbir nedeni olmadan tedirgin, korkulu bir haldedir. Buradan yola çıkarak eserlerini incelemek aslında onda yazma eylemini açığa çıkaran durumlar hakkında düşünmeyi de beraberinde getirir. Çalışmamızda yapılan incelemeler sonucunda Necatigil’de yazma eyleminin bir korku, kaygı sonucunda ortaya çıkmış olabileceği ortaya koyulmuştur. Onda yazma fikri, şairin duyulan kaygılar karşısında sığınılacak bir yer olarak belirmiştir. Şiir, şairin korkulara karşı sığınılacak bir

(9)

vii

mekân olarak vardır. Bu nedenle şiirlerinde sürekli korkulardan bahsederken aynı zamanda onlardan kaçmak için de şiiri kullanır.

Necatigil’in bir kaçış mekânı olarak belirlediği şiiri Cemal Süreya’nın “Behçet Necatigil Şiirlerini Nereye Yazardı”2 adlı şiirinde de yansımalar bulur. Süreya sürekli

“Nereye mi yazardı dizelerini” mısralarının tekrarladığı şiirinde, Necatigil’in şiirini oluşturan ürkekliği ve aynı tedirginliğin yazma eylemindeki etkin rolünü gösterir. “Bir şey çıkmamış biletlerin kenarı”, “İlaç kutularının üstü”, “Kâğıt peçeteler”, “Plastik oyuncaklar”, “tırnaklarının üstü” gibi ifadeler aslında bu çalışma boyunca Necatigil’in şiirinde korkularını aradığımız, kader, hastalıklar, çevre, kentleşme, yalnızlık gibi birçok temayı da aydınlatır. Süreya bu şiirinde Necatigil’in şiirlerini yazdığı yeri konu edinirken aynı zamanda onun şiirindeki çekimser, tedirgin üsluba da dikkat çeker. Süreya’nın “Hep arka pencereden baktı”3 mısraı bu yönden aslında çalışmamızda bir hareket noktası

oluşturur.

Bütün bunlardan hareketle çalışmamızda Necatigil’in korku temasına odaklanarak hakkında yapılan tartışmalara bir sentez fikri sunmayı, şiirlerine yeni yorumlar getirmeyi ve yazma eyleminin bir korku fikri sonucunda ortaya çıkmış olabileceğini göstermeyi hedeflemekteyiz. Böylece Necatigil’in ifade ettiği şekilde şiirlerinin ardındaki koca karaya yeni bir ışık tutulabilecektir. Çalışmamızın Necatigil’in şiirleriyle ilgili yeni yollar açmasını diliyoruz.

Çalışma sırasında özen ve titizlikle her daim desteklerini esirgemeyen tez danışmanım Dr. Öğr. Üyesi Alphan AKGÜL’e; fikirlerinden istifade ettiğim Prof. Dr. Ayşe Emel KEFELİ’ye, bilgilerinden yararlanma şansı bulduğum Dr. Öğr. Üyesi Emre ŞAN’a ve tez jürimde yer almayı kabul edip tezime pek çok katkıda bulunan Prof. Dr. Baki ASİLTÜRK’e teşekkürlerimi sunarım. Bütün bu süreçte yardımları ve varlığıyla her zaman yanımda olan Abdullah ESEN’e ve fikirleriyle destek olan Hazal BOZYER’e ayrıca teşekkürler.

Verdiğim her kararda daima maddi manevi destekçim olan sevgili aileme, önce sınıf sonra kütüphane sıralarını benimle paylaşıp sekiz yılımı geçirdiğim, tez sürecini benim için daha da değerli kılan çok kıymetli dostlarım Aslı Zeynep ORTAKAN ve Büşra GÜR’e ve tezimin düzenlenmesinde büyük emeği olan Esra BAL’a ne kadar

2 Cemal Süreya, Sevda Sözleri, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2005. s.191-192. 3 Süreya, Sevda Sözleri, 191.

(10)

viii

teşekkür etsem azdır. Çalışmam sırasında içinden çıkamadığım felsefî problemleri sabırla dinleyip bana fikir veren Mehmet ESENDEMİR’e ayrıca teşekkür ederim.

İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Kütüphanesi ve İslam Araştırmaları Merkezi çalışanlarına özveri ve yardımlarından dolayı teşekkürlerimi sunarım.

(11)

İÇİNDEKİLER

TEZ ONAY SAYFASI ... İİ BEYAN ... İİİ ÖZ ... İV ABSTRACT ... V ÖNSÖZ ... Vİ İÇİNDEKİLER ... İX KISALTMALAR ... X TABLO LİSTESİ ... Xİ GİRİŞ ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM 1.ÇAĞLARA KUŞBAKIŞI BAKMAK: NECATİGİL’DE GELENEK-MODERN ARASINDA BİR SENTEZ UNSURU OLARAK KORKU, KAYGI, SIKINTI... 12

1.1.GELENEK-MODERN ARASINDA BİR “KÖŞEBENT”OLARAK KORKU ... 15

1.2.NECATİGİL’İN MODERNLİK DÜŞÜNCESİ:ABDAL VE KORKU... 40

İKİNCİ BÖLÜM 2.NECATİGİL’İN ESERLERİNDE KORKU VE KAYGI ... 76

2.1.NECATİGİL’İN ESERLERİNDE “KORKU” ... 77

2.1.1. Kader Düşüncesi ve Yaşamla İlgili Korkular ... 82

2.1.2. Sokak, Ev ve Eşya Korkusu ... 90

2.1.3. Uygarlık, Şehir ve Kalabalık Korkusu ... 109

2.1.4. Yalnızlık ve Ayıplanma Korkusu ... 134

2.2.NECATİGİL’İN ESERLERİNDE “KAYGI” ... 147

2.2.1. Necatigil’in Eserlerinde Kaygı Nevrozu ... 149

2.2.2. Necatigil’in Eserlerinde Varoluşçu Kaygı... 167

SONUÇ ... 203

BİBLİYOGRAFYA... 207

(12)

KISALTMALAR

C: Cilt Çev: Çeviren Haz: Hazırlayan S: Sayfa

(13)

TABLO LİSTESİ

Tablo 1: Behçet Necatigil, T.S. Elitot, Harold Bloom ve Charles Baudelaire’in Modernlik Kavramlarının Karşılaştırılması

Tablo 2: “Uygarlık Raporu” Şiirinin İncelenmesi Tablo 3: “Karşılar” Şiirinin İncelenmesi

(14)

GİRİŞ

Cumhuriyet devri Türk edebiyatı şairlerinden biri olan Behçet Necatigil (1916-1979), eserleri üzerine en çok tartışılan isimlerden biri olmuştur. Necatigil’in eserleri incelendiğinde gerek şiir ve radyo oyunlarında gerekse konferans, söyleşi ve mektuplarında korku ve kaygı üzerine odaklandığı ve eserlerinde bu sözcüğe sık sık yer verdiği görülür. Bir şair ya da yazarın eserlerinde olağanüstü sıklıkla bir sözcüğe yer vermesi bizleri bu konu üzerine düşünmeye sevk eder. Necatigil’in eserlerine böyle bir perspektifle yaklaşmak eserleri üzerine yapılan tartışmalara yeni bir yorum kazandırır. Bütün bunların sonucunda Necatigil’in yazma fikri konusunda yeni bir bakış açısı getirilebilir.

Necatigil’in eserlerinde kullandığı korku sözcüklerinin sayısal dökümünü çıkarmak bu çalışmaya yarar sağlayacaktır. Necatigil, korku sözcüğüne şiirlerinde 121 defa, radyo oyunlarında 101 defa ve mektuplarında 30 defa yer verir. Ayrıca Necatigil korkuyla ilişkilendirebileceğimiz tasa, kaygı, ürpermek gibi sözcüklere de sıkça yer verir. Necatigil’in şiir hakkındaki görüşlerinde sözcük ve imgelerle çok anlamlılığa kapı açtığı ve yeni anlamlara açık bir şiir yazmayı hedeflediği görülür. Bu söz ve söz grupları ayrıntılı incelendiğinde yeni anlam ve fikirler ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle Necatigil’in şiirlerinde ağırlıklı olarak kullandığı korku ve kaygı sözcükleri özellikle dikkat çeker. Necatigil’de sıklıkla kullanılan bu sözcüklerin rastlantısal olarak seçilmeyip belli bir sistem ve “hesaplı bir örgüyle”4 yazıldığı şiir hakkındaki düşüncelerinde de görülür.

Şiirlerini böyle hesaplı ve dikkatli yazan Necatigil’in şiirinde kelimeler, asıl mânânın açığa çıkmasında birer ipucu görevi görürler. Necatigil, Varlık dergisinde yayımlanan bir söyleşisinde şiirde manayı önemsediğini ve “belki kendi de farkında olmadan” şiirde her bir parçanın anlam olarak birbiriyle ilişki içinde olduğunu vurgular:

Şiirde mânâya varmak, belki gizli ama mutlaka mevcut ipuçlarını şiirde bulmaya bakar. Şair mânâdan ne kadar kaçarsa kaçsın veya mânâyı ne kadar kendine saklamak isterse istesin, zaman zaman, kendisine o şiiri yazdıran sebepleri şiirin yakınlı uzaklı kelimelerinde, belki kendi de

(15)

2

farkında olmadan ele verecektir. Şiirine göre; bir başlı, bir motif, teslim oluş veya isyanı, ümit veya ümitsizliği çeşitli yollardan değişik şekilde ifadeye yarar, birbirine yakın mânâda isimler, sıfatlar, bir imâ, bir hatırlatış, bir şiirin okuyucuya ne demek istediğini bulmamıza yeter birer ipucudur. […] Daha açayım düşüncemi Bir şiir diyelim on beş mısra. Şöyle kelimeler olsun içinde: “Kırık-sönerken-ağır-kan ter içinde-siyah-dar-uzakta-hâlsiz…” Bu kelimelerin arasında anlayamadığımız, birden mânâlarını kavrayamadığımız imajlar da bulunsun. Biz, bu kör kayaların, çıkıntı adaların, görmediğimiz altta bir koca karaya bağlı olduğunu, yani bu şiirin bir yaşama bezginliği şiiri olduğunu pekâlâ kestirebiliriz.5

Necatigil’in bu ifadelerinde de görüldüğü üzere onun şiiri görünen anlamın altında derin anlamların olduğu bir örgüyle kaleme alınır. Bu bakımdan korku sözcüğü üzerine düşünmek, ifadelerinde yer verdiği “koca kara”nın anlaşılmasına katkı sağlayabilir. Eserleri bu eksende incelendiğinde korkunun sözcüklerle sağlanmasının yanı sıra başka durumlarla da sağlandığı görülür. Gerek nesnel karşılıklarla gerek tedirginlik içindeki şiir kişileriyle sağlanan bu durum eserlerini böyle bir perspektifle incelemeyi mümkün kılar.

Necatigil için şiir, yaşanılan tedirginliğin bir ifade yolu olarak belirir. Şiir ister gelenekten ister modern yazından beslensin önemli olan bireyin yaşadığı bu tedirginliği anlatmasıdır. Kendi şiiri hakkındaki ifadeleri de şiirinin değişmediği ve hep bu doğrultuda ilerlediği yönündedir: “Şiir daima tedirginliğin, huzursuzluğun sonucudur. Kimisi haykırarak, hesap sorarak anlatır, kimi sessiz. Mesele bu tedirginliği yaşamaktır.”6

Necatigil’in bu ifadelerinde de şiirini bir tedirginliğin üzerine kurduğu görülebilir. Necatigil’in kendi yaşamına da bakıldığında hayatı korkular dünyası olarak algıladığı görülür. Çevresindeki her şey ona ürküntü verici gelmektedir. Üstelik korkudan kurtulmanın bir yolu da yoktur. Şiirlerinde de sürekli korku duyan bireyi konu edinen Necatigil için yalnızlık, ev ve şehrin bireye korku verdiği gibi kalabalık, evsizlik ve doğa da korku uyandırıcı unsurlar olarak belirir. Yani onun için korkudan kurtulmanın bir yolu yoktur. Birey, korkuya mahkûm gibidir. Tahir Alangu’ya yazdığı bir mektupta korkuya mahkûmluğunu şu şekilde açıklar:

Ebedi korkuma ebediyyen mahkûmum. Ebediyyen. Yalnızlığa mahkûm. Keşke lanete olaydım da yalnızlığa olmayaydım. Dünyada, kendimi yalnız hissettiğim nispette korkuyorum. Zaten sırf yalnız olmadığımı kendime

5 Behçet Necatigil, Vaktin Zulmüne Karşı Yazmak Düzyazılar III, haz. Serenad Demirhan, İstanbul Yapı

Kredi Yayınları, 2018. s. 193,194.

(16)

3

kabul ettirmek ve nefsimi aldatmak için değil midir ki bir kıza tutunmak istedim oysa o bana ne getirebilirdi. Hadi diyelim birkaç̧ gün için birkaç̧ teselli. Sonrası? Ve boş saatlerde yalnızlık büsbütün devleşiyor. Zira çalışma, meşguliyet saatlerinde hakiki insan uykudadır. İnsanın hakiki hüviyetini meydana çıkaran yalnız bu boş saatler. Rabbim sen beni mümkün mertebe boş saatlerin şerrinden vikaye eyle. Ah o boş saatler değil midir ki beni geçenlerde Fatih'in yangın yerlerinde dolaştırdı. Ve vakit vakit haz, korku, hayret gibi karmakarışık halet halitaları ile hatırladığım o mahut vakayı yaşattı.7

Necatigil’in mektubundaki bu ifadelerinde de görülebileceği üzere o, korkuyu bireyin ebediyyen mahkûm olduğu bir durum olarak görür. Eserlerini de böyle bir anlayışla kaleme alır. Eserleri incelendiğinde bireylerin kimi zaman bir nedene bağlı olarak, kimi zaman da hiçbir nedeni olmaksızın korku içinde oldukları görülür. “Son Tren” adlı radyo oyununda Hilmi’nin içinde bulunduğu durum korku içindeki bireylerden biri olduğunu gösterir:

Kız: Olamaz.

Eski Vali: Ama oluyordu, oldu. Hele şimdi bu üçüncü ruhundan hala kurtulamadıysa çok fena..

Erkek: Ne gibi? Anlatın lütfen!

Eski Vali: (Sertçe) Tabii! Hilmi, son aylarda, yani buradan çıkacaklarına yakın, bir korku hastalığına tutuldu.

Kız: Ne korkusu?

Eski Vali: Sanki bir suç̧ işlemişti. Bir para çalmıştı, birini öldürmüştü de peşine düşmüşlerdi; korkuyor, kaçıyordu adeta. Yaklaşan bir felaketi sezinlemiş̧ de ondan kaçar gibi. Tedirgin, tetikte. Bir gün, yaşıma

tecrübeme güvenerek, kötüye çekmeyeceklerini düşünerek, -çünkü̈ ne de olsa sayarlardı beni- oğlum, dedim, sen bir ruh doktoruna gitsen!

Kız: Ne dedi Hilmi?

Eski Vali: Doktor ne yapsın bana, dedi. Kendim önleyemedikten sonra? Elimde değil, biliyorum, saçma... dedi.

Erkek: Neydi saçma bulduğu?

Eski Vali: Söyledim ya; peşinde oldukları duygusu! Her an kaçmaya hazır olmalıyız, diyordu. Hayır, yani söylemiyordu açıkça, ama davranışlarından bu çıkıyordu.8

7 Behçet Necatigil, Mektuplar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001. s. 33.

(17)

4

Necatigil’in eserlerinde tıpkı bu oyundaki Hilmi’nin içinde bulunduğu durum gibi geceden, karanlıktan, gündüzün koşuşturmasından, hastalıktan, hastanelerden, yalnızlıktan, kalabalıktan, şehirden, doğadan, uygarlıktan, kaderden ve bunun gibi pek çok nedenden korku duyan şiir kişileriyle karşılaşılır. Bazı eserlerinde ise korkunun hiçbir nedeni olmaksızın bireyin yine de kendini bir tehdit, tehlike içinde hissettiği görülür. “Temmuz Tikleri” şiiri korkular içindeki bireyine bu bakımdan örnek olarak gösterilebilir:

Yanda, altta, üsttekiler Yirmi yedi daire apartman Yatmış̧ sanki ölüm uykusuna Donmuş̧ zaman.

Çıt yok

Eriyen camlardan Kavrulmuş̧ perdelerde En ufak bir kıpırtı. Ne sokaktan geçen taşıt, Su saatlerinde tıkırtı - - Ne kapı önündeki ağaçta Kuş sesleri.

Onca çocuk hiçbiri - - İnsan loş̧ bir odada çok eski Bir uykuya yatsa da

Gergin saat, uyunmaz. Bıkkın kapandığın hücrede Gönlünce ölümleri düşle: Bir uçurum, otobüs - - Yalnız sen kurtulmasan! Tenha sokak, yürüyorsun Dursa kalbin ve zaman Bir kadın tam o anda Tüller arasından baksa. Serseri bir kurşun O kadar geniş̧ bulvarda Gelse seni bulsa ve yanında Kimse olmasa.

(18)

5

Çıkmaz sokak, bir küçük kız Daldığı tatlı oyunda

Yerde seni görse ve bunu da Oyun sansa, hiç̧ korkmasa. Yirmi yedi daire apartman Yatmış̧ sanki ölüm uykusuna Çıt yok

Bekler gibi pusuda.9

Necatigil’in bu şiirinde görülebileceği üzere şiirlerinde çeşitli nedenlerle korku içinde olan birey sık sık konu edinilir. Eserlerinde sıkça geçmesi ve bireylerin temel ruh hallerinden biri olması bakımından ana eksen olduğunu söyleyebileceğimiz bu durum eserlerinin bu yönü hakkında ayrıca düşünmeyi gerektirir.

Daha önce yapılmış çalışmalar incelendiğinde Yılmaz Taşçıoğlu, Orhan Tekelioğlu gibi araştırmacıların da Behçet Necatigil’in eserlerindeki korku kavramından söz ettikleri görülür. Yılmaz Taşçıoğlu, Dar Vakitlerde Geniş Zamanlar adlı eserinin Necatigil’in şiirlerini konu bakımından incelediği bölümünde korku ve tedirginlik temasına da yer verir. Taşçıoğlu, Necatigil’in bu temaları şiirlerinde sıklıkla kullandığından hatta şiirlerinin bu temaların şiirinin eksenini oluşturduğundan söz etmiştir. Eserinin bu bölümünde “yalnızlık, korku vb. konuların Behçet Necatigil’in şiirlerinin içerik bakımından eksenini, temelini oluşturduğu söylenebilir”10 ifadelerine yer

veren Taşçıoğlu, Necatigil’in eserlerindeki korku temasına kısaca değinmiş ancak şiirleri bu tema çerçevesinde incelememiştir.

Orhan Tekelioğlu da Defter Dergisi’nde yayımladığı “Haller, Şiir Hali ve Dasein” adlı yazısında dasein kavramını açıklarken korku ve tasa temalarını ele almış ve Rilke’nin şiirlerinde bu kavramları incelemiştir. Bunların Türkçe şiirde en yakın karşılığının ise Behçet Necatigil’de bulunacağını özellikle belirtmiştir. Bu iki araştırmacının çalışmaları incelendiğinde onların Necatigil’in eserlerinde korkunun önemli bir yeri olduğunu belirttikleri görülür. Ancak iki çalışmada da odak noktası bu konu değildir. Bu çalışmada

9 Behçet Necatigil, Şiirler, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2016. s. 384.

(19)

6

ise korku temasına odaklanmanın onun hakkında yapılan tartışmalara ışık tutacağı ve şiirlerinin yeni anlamlarının keşfedileceği düşüncesi üzerinden hareket edilecektir.

Necatigil’in eserleri incelendiğinde gelenekten, halk hikâyelerinden, masallardan, Doğu ve Batı mitolojilerinden yararlandığı görülür. Bu anlamda gelenekten beslendiği düşünülen Necatigil, bunun yanı sıra eserlerinde yeni tür, sembol ve ifadelere, çağın insanının sorunlarına yer vermesi bakımından da modern yazına ait bir şair olarak değerlendirilebilir. Bu yönüyle pek çok tartışmaya kapı aralar. Kimi araştırmacılar eserlerinde gelenek etkisine vurgu yaparken kimileri de modern yazının daha etkili olduğunu belirtirler. Necatigil’in eserlerinde tartışmalara yol açan bu konuya korku perspektifiyle bakmak, eserlerinin daha iyi anlaşılmasına imkân tanır.

Necatigil’in şiirlerine ve radyo oyunlarına bakıldığında divân ve halk edebiyatından, doğu ve batı mitolojilerinden gelen unsurların önemli bir yeri olduğu görülür. Kendisi de mektup, konferans ve söyleşilerinde bunu sık sık dile getirir ve eski şiiri bugünü besleyen bir öz olarak görür. Eserlerinde de divân ve halk edebiyatına ve sanatlarına, peygamberlere ve onların hikâyelerine, doğu ve batı mitolojisine sıklıkla yer veren Necatigil’in bu yönü modernlik düşüncesi üzerinde düşünmeye sevk eder. Bu durum, “Necatigil geleneğin izinde bir şair midir?”, “Modern yazına karşı mıdır?”, “Eserlerinin kaynağı mitoloji ve gelenek midir?” gibi soruların cevaplarını korku perspektifiyle incelenmesine olanak tanır.

Necatigil’in eserlerinde gelenek söz konusu olduğunda onun klâsik edebiyata ait edebî sanatlara yer verdiği, divân edebiyatı şairlerine atıflar yaptığı, doğu ve batı mitolojilerine ait unsurlara değindiği, halk hikâyelerini, masalları, dinî motifleri sıkça işlediği görülür. Bununla beraber çağın insanını ve problemlerini anlatması, yeni tür, sembol ve ifadelere yer vermesi bakımından da modern yazına ait eserler verdiği söylenebilir. Gelenek ve modern arasında kurduğu organik bütünlük fikri, seçilen kelimeler ve bu kelimeler arasındaki anlam ilişkisi, bunalım, yabancılaşma, değer tanımazlık gibi konuları işlemesi de Necatigil’in bu yönü hakkındaki tartışmalara sebebiyet verir. Bütün bunlarla beraber Necatigil’in bu iki alan arasında bir ortaklık bulup bir sentez ortaya koyduğu düşünülebilir. Burada bu sentezin nasıl bir ortaklıkla kurulduğu sorusuna Necatigil’in şiir hakkındaki düşünceleri aydınlık kazandırır:

(20)

7

Olayları düpedüz konu edinen şiir zamana bağlıdır, bağımsız değildir. O günler geçince, o şartlar değişince tarihsel bir sınırlanış içinde kalır. Asıl insan dönemlerin, çağların üzerinde, değişmeyen, geçmiş soyların ruh ve beden yapısını sürdüren insandır. Şiir görünenin, yaşananın derinlerindeki birleşmeleri, ortaklıkları gösterebildiği oranda sınırlarını genişletiyor. Böyle olunca, olaylar çağdan çağa değişip yenileşirken, öz şiirin tekrarladığı temalar beşi-onu geçmiyor. Ama yine de sonuç neye varıyor bilir misiniz: İyi yazılmış olan kalıyor. […] İnsan görünüşte değişmezlikten yakınır. Aynı, aynı, aynı… Fakat bu, bir değişme korkusunun değişik anlatımı da olabilir. Bizi biz eden mahkûm olduğumuz durumlardır; şiir de böyle durumların türküsüdür; kırık plaklarda dönüp duran, insanı kimi zaman sinirlendirip baş kaldırmaya götüren biteviye bir türkü.11

Necatigil’in bu yazısında yer alan “derinlerdeki birleşmeleri”, “ortaklıkları”, “değişmezlikleri” gibi ifadeler gelenek ve modern söz konusu olduğunda bir sentez fikrini ortaya koyduğunu gösterir. Bu nedenle çağlar arasında birleşmeler, ortaklıklar ve değişmezlikler önem arz eder. Burada çağlar arasında değişmez durum hakkında düşünüldüğünde bu durumun korku olduğu fikri öne sürülebilir. Necatigil’in sık sık değindiği bu tema, aynı zamanda “bizi biz yapan mahkûm olduğumuz durumlar” ifadesine de açıklık kazandırır. Necatigil’in Tahir Alangu’yla yaptığı söyleşide yaptığı çağlar boyunca insanların “korku ve tedirginlikleri”nin değişmemesi vurgusu eserlerinde sentezin korku üzerinden sağlandığı düşüncesini destekler niteliktedir:

Benim çocukluk dünyamı dolduran masallar; kırık hayatların, işin sonunda mutluluğa kavuşmaları, dürüstlerin-iyilerin başarıya ulaşmaları, bir mutlu sonuçta bitiş düzeninde bile olsa, baştan başa engeller, sınavlar, kırık hayatlarla doludur. Benim masallardan yararlanışım bu kara çizgilerden ötürü, kendi yaşantılarımla onlar arasında benzerlikler bulmam dolayısıyladır. Hem modern edebiyatın kesin özelliklerinden biri de çağları, aynı yükseklikten kuşbakışı seyretmektir. Bu açıdan, yeni bir edebiyat eserinde, ilk çağla yeni zamanlar bir arada girer. Ateşin yeni bulunduğu çağlarla, neonfüloresan lambaları devrinde yaşayan insanların “korku ve tedirginlikleri” arasında hiçbir fark gözetmiyorum.12

11 Necatigil, Düzyazılar II, s. 37. 12 Necatigil, Düzyazılar II, s. 60.

(21)

8

Bütün bunlarla beraber düşünüldüğünde Necatigil’in gelenek ve modernlik hakkında da bir öz, sentez fikri olarak korkuyu belirlediği üzerine düşünülebilir. Nitekim gelenek söz konusu olduğunda masallarda, mitolojide, çevirilerinde, klâsik edebiyat ve halk hikâyelerinde korkuya ve insanın çektiği acılara, sıkıntılara odaklanan Necatigil, modern edebiyat söz konusu olduğunda da bunun tercih ediliş sebebinin aynı şekilde korku ve tedirginlikler olduğunu ileri sürer. Varlık dergisinde yapılan bir söyleşide bu konunun sorulması üzere şu cevabı verir:

Yeni kuşakların modern edebiyatı klâsiklere tercih etmelerinde, yardım ve aracılıklar olmazsa klâsikleri artık aramayışlarında ne gibi sebepler görüyorsunuz?

İki dünya savaşı ve büyük teknik gelişmeler, hepimizin yaşama duygusunda derin sarsıntılar yaptı. Çağımızın bu tedirginliğini bilen, kendi benliğinde yaşayan edebiyat, bu yüzden bize büyük klâsik edebiyattan daha kolay geliyor, daha yakınımızda duruyor.13

İnsanların “mahkûm oldukları durumların” şiirin konusu olması ve “çağlar boyunca değişmeyen şeyin korku ve tedirginlikler” olması bakımından Necatigil’in şiirinin korku merkeziyle kaleme alındığı fikri üzerine düşünülebilir.

Bütün bu nedenlerle bu çalışmanın ilk kısmında Necatigil’in eserlerindeki gelenek ve modernliğin izini “korku” ekseniyle incelenecektir. Böylece Necatigil’in eserlerinde tartışılagelen bir yöne yeni bir bakış açısıyla yaklaşmakla beraber onun sentez fikrinin odak noktasını oluşturan tema ve durumlar da görülmüş olacaktır.

Çalışmanın ikinci bölümünde ise Necatigil’in eserlerinin yine böyle bir perspektifle yorumlanması hedeflenmektedir. Şiir ve radyo oyunlarında korku ve kaygı odak noktasıyla incelenip böyle bir eksenle kategorize edilecek, psikoloji, din, psikanaliz, felsefe gibi çeşitli disiplinlerle yeniden yorumlanacaktır. Çalışmanın bu kısmında “korku” teması üzerine derinleşilecek, bu tema “nedeni olan” ve “nedeni olmayan” olarak korku ve kaygı olarak iki kısımda incelenecektir. Bu ayrıma kısaca değinmek gerekirse Walter Schulz’un şu ifadeleri açıklayıcı olacaktır:

Bu ayrım şöyledir: Korku belirli bir şeye yönelmiştir; nesneye bağlıdır. Kaygı ise belirsizdir; herhangi bir yönelimi olan bir “duygu” değil, nesnesi

(22)

9

olmayan bir “ruhsal durum”dur. Jaspers: “Korku belli bir şeye yönelmiştir, kaygının ise nesnesi yoktur. Korku insanın düşmanı tarafından yok edileceği ya da en azından, zarar verileceği duygusundan kaynaklanır. Bu, insan olmanın bir parçasıdır, çünkü insan Tanrı’dan farklı olarak tehlikelerle dolu bir hayat sürmektedir. Korku duygusunun anlatımı Platon’da açık seçik görülmektedir.

Yuhanna İncili’nde ise şöyle denir: “Dünya’da kaygınız vardır, ama tasalanmayın, çünkü ben Dünya’yı aştım” Lütfen ilk sözcüklere dikkat edin. “Dünya’da kaygınız vardır” Görüldüğü gibi dünyadaki varlığımız kaygının temeli olmaktadır.14

Bu ayrımda görüldüğü üzere korku ve kaygı arasındaki temel ayrımda hareket noktası dünya dahilinde varolan, nesnesi, nedeni olan ve olmayan ifadeleri açıklayıcı rol üstlenir. Necatigil’in eserlerine de böyle bir perspektifle bakıldığında bazı eserlerinde korku duyan bireyin bu ruh durumu için bir gerekçesi varken bazı durumlarda hiçbir gerekçesi olmadığı görülür.

Korku söz konusu olduğunda kaynağı, nedeni belli olan bir durumdan, kendini tehdit altında hisseden bireyin yaşadığı duygu durumu ön plana çıkar. Birey, dünya içinde karşılaştığı ve kendini tehlike altında hissettiği çeşitli durumlar karşısında korku duyar. Necatigil’in eserleri incelendiğinde korkunun ilk insanlardan bugüne kadar evrensel bir durum olduğu ve bütün insanlarda ortak olan bu durumun eserlerinde temel bir eksen oluşturduğu görülür. Böyle bir bakış açısıyla Necatigil’in eserlerini incelemek, şiirlerindeki açık bırakılan yerin yeniden yorumlanması bakımından önemlidir. Şiirinde sürekli yer verdiği bireylerin korku dolu, içe dönük, güvensiz, sıkıntı çeken ruh halleri söylenmekten çekinilen durumlar, boş bırakılan ve kesik çizgilerle tamamlanan mısralar böylece yeni anlamlar kazanabilir. Böyle bir bakış açısıyla bakıldığında onun şiirinde kader düşüncesi, yaşam, sokak, ev, eşya, uygarlık, şehir, kalabalık, yalnızlık ve ayıplanma korkuları özellikle dikkat çeker. Eserlerindeki kişi kadrosu incelendiğinde bu durumlardan dolayı kendini tehlike, tehdit altında hisseden, evine sığınan, yalnızlıktan korkan, hayatın ona yalnızca sıkıntı getireceğini düşünen birey sürekli kendini tehdit altında hisseder ve korku duyar. Böyle bir perspektifle şiirinde boş bırakılan,

14 Hoimar von Ditfurth, “Çağdaş Felsefede Kaygı Sorunu”, Korku ve Kaygı: Tartışma, İstanbul: Metis

(23)

10

anlamlandırılamayan, “- -” şeklinde verilen kesik çizgiler böylece tedirgin, tehdit altında hisseden bireyin kekeme, endişeli ifadeleriyle tekrar anlamlandırılabilir.

Şiirlerinde bu şekilde nedeni, kaynağı belli korkuların yanı sıra hiçbir nedeni olmadan kaygı duyan bireylere de sıklıkla yer verilir. Bu durumda kaygı, çevrede olup biten olaylardan değil öznenin kendinden kaynaklanır. Ditfurth’un editörlüğünü yaptığı

Korku ve Kaygı: Tartışma adlı kitabında bu ayrım şöyle bir temele dayanır:

Kaygıyı doğuran ne tek başına gizemliliktir ne de tek başına tehlike. Bu iki olgunun birbirine bağlanmasıdır: Dehşet verici olan budur. Bunun için ise, korkunun tersine, karşılığında yeterli bir nesnel olgunun bulunması hiç de gerekli değildir. Kaygı, temelini yalnızca öznede bulur.15

Bu şekilde ayrılabilecek olan kaygı durumu şiirdeki bireyler üzerinde anksiyete nevrozu olarak görülebilir. Bunun yanı sıra yine nedeni, nesnesi olmayan kaygının felsefi anlamda varoluşçulukta da yer bulduğu görülür.

Necatigil’in eserlerinde hiçbir nedeni yokken başına kötü bir şeyler geleceğini düşünen, sokağa çıkmaktan, evde oturmaktan, varlığını tehdit edecek hiçbir durum olmamasına rağmen sürekli evham içinde olan bireyin içinde bulunduğu ruh halini kaygı, anksiyete nevrozu fikriyle incelemek, ondaki şiir kişisinin yorumlanması bakımından önemlidir.

Bunun yanı sıra eserlerinde hiçbir sebep gösterilmeden kendini yaşama azabı, dünya içine fırlatılmış, çevresinin baskısı altında ezilen, ölüme doğru yürüdüğünü düşünen bireyin bütün bunları hissetmesi için hiçbir gerekçesi olmadığı görülür. Şiirlerini hesaplı bir örgü, dikkatli bir trafikle yazdığını dile getiren Necatigil’in bu ruh durumu içindeki şiir kişisine bu hisleri için hiçbir dayanak, arka plan oluşturmaması düşündürücüdür. Burada Necatigil’in açık bıraktığı boşlukları bireyin içinde bulunduğu durumlardan yola çıkarak varoluşçuluk düşüncesindeki kaygıyla açıklamak mümkündür. Böylece “şiirin altında yatan koca kara” 16 ifadesi anlam kazanmış olur. Necatigil, şiirinde

sürekli tedirginliği yaşayan bireyi anlattığını şu şekilde ifade eder:

15 Ditfurth, Korku ve Kaygı: Tartışma, s.37.

(24)

11

Şiirim aslında büyük bir değişme geçirmedi. Hayat anlayışım değişmedi. İlk kitabımın ilk mısraı “Yaşamak bir azap çok zaman.” Benim için bugün de öyle. Şiirde tutarlılık deyince ben geleneksel değerlerden yararlanmak, onları bugünün teknik ışığı altında değişik açılardan değerlendirmek isterim. İster şair ruhlu olalım ister materyalist, çevremizdeki acılarla sarsılmamız, kendi konforumuzdan rahatsız olmamız gerekir. Şiir daima tedirginliğin, huzursuzluğun sonucudur. Kimisi haykırarak, hesap sorarak anlatır, kimi sessiz. Mesele bu tedirginliği yaşamaktır.17

Varoluşçulukta da kaygının nedenini oluşturan şeylerin yaşamın azap oluşu, insanın dünyaya fırlatılmış olması, saçma, kamu düşünceleri ve ölüme yönelik varlık fikri bu boşlukların kaygıyla doldurulmasına imkân tanır. Böylece Necatigil’in şiiri kaygı düşüncesi merkeze alınarak yeni anlamlar kazanmış olur.

Bütün bunlarla beraber Necatigil’in eserlerini korku ve kaygı düşüncelerini merkeze alarak incelemek eserleri hakkındaki bazı soru işaretlerini aydınlatabileceği gibi aynı zamanda eserlerinin yeni yorumlar kazanmasına da imkân tanıyabilir. Böylece hem hakkındaki tartışmalar yeni bir yön kazanmış, hem şiirleri başka bir bakış açısıyla yorumlanmış hem de yazma eylemini ortaya koyan nedenler üzerinde durulmuş olur.

(25)

12

1. Çağlara Kuşbakışı Bakmak: Necatigil’de Gelenek-Modern

Arasında Bir Sentez Unsuru Olarak Korku, Kaygı, Sıkıntı

“Ateşin yeni bulunduğu çağlarla, neonfüloresan lambaları devrinde yaşayan insanların “korku ve tedirginlikleri” arasında hiçbir fark gözetmiyorum.”18

Behçet Necatigil şiirlerinde hem geleneksel motiflere yer veren hem de modern unsurları kullanan bir şairdir. Necatigil’in modernliği ve gelenekselliği Türk edebiyatının sürekli tartışılagelen konularından biri olmuştur. Bu bağlamda çalışmanın temel gayesi Necatigil’in çokça kullandığı korku, kaygı, sıkıntı kavramları etrafında bu konuyu incelemek ve eserlerini bu perspektifle ele almak olacaktır.

Behçet Necatigil’in eserleri incelendiğinde onun gerek şiir ve radyo oyunlarında gerekse mektup, söyleşi ve konferanslarında korku üzerine odaklanmış ve bu sözcüğe sıklıkla yer vermiş olduğu görülür. Bir şair ya da yazarın bir sözcüğü olağanüstü sıklıkla kullanması bizleri bu konu üzerinde düşünmeye sevk eder. Bu çalışmada da böyle bir amaçla Necatigil’in eserlerindeki korku teması incelenmeye çalışıldı. Necatigil’in eserlerinde kullandığı “korku” sözcüğünün sayısal verilerle incelenmesi bu çerçevede yarar sağlayacaktır. Necatigil, korku sözcüğüne şiirlerinde 121 defa, radyo oyunlarında 101 defa ve mektuplarında 30 defa yer verir. Ayrıca Necatigil’in korkuyla ilişkilendirilebilecek sıkıntı, kaygı, tasa, ürpermek gibi sözcüklere de sıklıkla yer verdiği görülür. Bu durumda Necatigil’in eserlerinde kullandığı bu sözcükler üzerine düşünmekte yarar vardır.

Bilindiği üzere korku, sıkıntı gibi konuların gerek gelenekte gerekse modern edebiyatta farklı karşılıkları vardır. Necatigil’in de eserlerinde iki alandan da özelliklerin bulunması ve özellikle bu temalara yer vermesi oluşturduğu sentezin böyle bir fikirle ortaya çıktığını düşünmemize imkân sağlar. Necatigil’in şiir ve şiir hakkındaki düşüncelerini incelediğimizde gelenekten beslenerek modern olanı, çağın insanını anlatmak gayesinde olduğunu görürüz. Böyle bir düşünceyle yaklaşıldığında Necatigil’in

(26)

13

eserlerinde geleneğin ve modernliğin bu bağlamda incelenmesini şiirlerinin daha iyi anlaşılmasına olanak sağlayabilir.

Necatigil eserlerinde geleneksel Türk edebiyatının unsurlarına ve mitolojiye sıkça yer verir. Necatigil üzerinde yapılan çalışmalarda kimi eleştirmenler onun geleneksel motifleri kullanması üzerinde önemle dururken pek çok eleştirmen de onda modern unsurların ağır bastığı kanaatindedir. Ondaki korku ve kaygıyı geleneksel-modern bağlamında incelemek bu tartışmalara yeni bir bakış açısı kazandırabilir.

Necatigil’in şiirlerine ve radyo oyunlarına bakıldığında divan ve halk edebiyatından, Doğu ve Batı mitolojilerinden gelen unsurların önemli bir yeri olduğu görülür. Kendisi de mektup, konferans ve söyleşilerinde bunu sıklıkla dile getirir ve eski şiiri bugünü besleyen bir öz olarak görür. Bu durum da Necatigil’le ilgili “Necatigil geleneğin izinde bir şair midir?”, “Modern yazına karşı mıdır?”, “Eserlerinin kaynağı mitoloji ve gelenek midir?” sorularını ortaya çıkarır. Sorulan bu sorulara cevap arandığında Necatigil’in eserlerinde pek çok yeni tür, sembol ve imge kullanması yönünden modern yazına karşı olmadığı ve bu yönde eserler kaleme aldığı da görülür. O hâlde Necatigil’in modern yazına karşı olduğunu söylemek yanlış bir düşünce olacaktır. Şiir hakkındaki düşüncelerine bakıldığında da eserlerinde geleneğin modern olanla birleşmiş başka bir ifadeyle modern olanın geleneğin üzerine inşa edilmiş olduğu görülür. “Şiirlerimin alt yapısında gerek halk edebiyatımızdan gerek divan edebiyatımızdan, genel olarak klasik edebiyatlardan, Doğu ve Batı edebiyatlarından bazı unsurlar bulunuyor”19

diyen şairin eserleri detaylı bir biçimde incelendiğinde bu geleneğin üzerine kurduğu yeni türler, semboller, çağdaş form ve malzemeler açık bir biçimde görünmektedir. Eserlerinde divân edebiyatından gelen pek çok unsur ve edebi sanat bulunmakla birlikte bunları modern zamanın insanı ve onun sıkıntılarıyla birleştirir.

Necatigil’in şiirleri incelendiğinde divân edebiyatının edebî sanat unsurlarından olan “tevriye”, “iktibas”, “leff ü neşr”, “istihdam”, “telmih” gibi pek çok sanattan yararlandığı, klâsik ve halk edebiyatına ait kahramanlara, hikâyelere değindiği, efsane ve mitolojileri konu edindiği ve eserlerinin doğu ve batı edebiyatından pek çok unsur barındırdığı görülür. Ancak Necatigil’in eserleri bu anlamda ele alındığında bu unsurları bugüne ait olanla birleştirdiği sonucuyla karşılaşılır. Yani Necatigil çağın korku, sorun

(27)

14

ve sıkıntılarını gelenekten gelen bilgi birikimiyle anlatma yolunu seçmiştir. Peki bu durum onun modern bir şair olmasını engeller mi? Bütün bu konuları yeniden düşünmek ve soruları cevaplayabilmek adına çalışmanın bu kısmında onun eserlerinin bu yönü korku, kaygı, ölüm, yalnızlık temalarıyla ele alınacaktır. Çünkü bu temalar özellikle modern edebiyatla birlikte daha fazla öne çıkmış, gelenekten daha farklı bir biçimde ele alınan kavramlardır. Necatigil’in eserlerinin korku perspektifiyle ele alması da burada bir karşılık bulur. Çünkü şiirlerinde zaman zaman klasik Türk edebiyatından unsurlara ve mitolojiye yer veren Necatigil, modern zamandan, kent insanından bahsederken korku, kaygı, sıkıntı, ölüm, yalnızlık gibi temalarla birlikte ele alır. Bununla beraber Necatigil’in eserlerinde yer verdiği gelenek izlerinde korku ve sıkıntıları ön plana çıkarması da gelenek ve modern arasında bir köprü kurduğunu ve bu köprüdeki sentez unsurunun korkuyla sağlandığı yönündeki düşünceyi destekler. Bütün bu nedenlerle çalışmanın bu kısmında Necatigil’in hem geleneksel hem de modern yönleri korku perspektifiyle incelenecektir.

(28)

15

1.1.Gelenek-Modern Arasında Bir “Köşebent” Olarak Korku

Behçet Necatigil, gerek şiirlerinde gerekse radyo oyunlarında geleneksel unsurlara sık sık yer vermiştir. Necatigil’in aldığı eğitim ve çocukluğundan itibaren yetiştirilişinin temelinde geleneksel unsurların baskın olduğu bilinir. Özellikle lise ve üniversite yıllarında geleneksel şiiri öğrenme imkânı bulmuştur. İstanbul Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okuyan Behçet Necatigil, iyi derecede Almanca, Arapça ve Farsça bilgisine sahiptir. Burada Fuat Köprülü, Reşit Rahmeti Arat gibi hocalardan dersler alır ve onların desteğiyle Almanya’ya eğitim almaya gider.

Necatigil, aynı üniversitede (İstanbul Üniversitesi) Cahit Külebi, Ahmet Ateş, Mehmet Kaplan, Fahir İz, Samim Kocagöz, Sabahattin Kudret, Salah Birsel, Tahir Alangu gibi sanatçı, yazar ve bilim adamlarıyla birlikte okur ve Ekim 1940 tarihinde Fakülteden birincilikle mezun olur.20

Böyle bir eğitimden geçen Necatigil, bu sıralarda divân edebiyatıyla ilgili çalışmalar yapmakla beraber Doğu ve Batı edebiyatına dair de pek çok bilgi edinmiştir. Divân edebiyatına olan ilgisini anlayabileceğimiz en önemli noktalardan biri de onun yakınlık duyduğu Necatî Bey’i soyadına taşımasıdır. Kendi ifadeleriyle bu soyadını alışını şu şekilde açıklar:

Adlar bize önceden konulmuştur, sorumlusu biz değiliz. Ama ben sorumluyum soyadımdan. Zaten ben çok küçükken ölmüş dedem, annem; babamdan öncesini tanıyamadım. Sonra bir de Divan şairi Necatî beni çok düşündürdü. Tezkirelerin yazdığına göre, bir köle imiş̧ Necatî, zamanla kendini yetiştirmiş̧. Divan şiirinin büyükleri arasına girmiş̧. Ben de şiirde hayatın kölesiyim.21

Necatigil’in gelenekle ilişkisini bu şekilde kendi benliğine, soyadına yansıtması gelenekle kurduğu bağın daha net görülmesine olanak sağlamaktadır. Necatigil, Necatî’nin içine düştüğü durumla kendi arasında bağlar kurmuş ve bu bağları bugüne

20 Nurullah Çetin, Behçet Necatigil, Hayatı, Sanatı ve Eserleri, Ankara: Akçağ Yayınları, 2013. s.32. 21 Necatigil, Düzyazılar II, s. 129.

(29)

16

taşımıştır. Burada özellikle üzerinde durmak istenilen nokta, Necatigil’in Necatî ile kurduğu bağın içine düşülen kötü durumla, hayatın zorlukları ve ızdıraplarıyla kurulmuş olmasıdır. Necatigil’in, geleneğin şairlerinin rindane şiirlerine, aşktan, sefâdan bahsettikleri eserlerine değil de özellikle onların çektikleri sıkıntılara, korkularına odaklanması bu çalışma açısından belirleyicidir.

Burada gelenekten kasıt yalnızca divân edebiyatı değildir. Halk edebiyatından, Doğu ve Batı mitolojilerinden de faydalanan şair, bugünün şiirinin mümkün mertebe eskinin üzerine kurulması gerektiğini düşünür. Mehmet Kalpaklı, Bilkent Üniversitesinde yaptığı sempozyum konuşmasında Necatigil’in gelenekten gelen motiflerini şu şekilde yorumlamıştır:

Necatigil şiirinde gelenekten gelen motifler, modern tarzda döşenmiş bir zengin evindeki şark köşesi gibi iğreti durmaz. O, şiiriyle geleneksel olanı devam ettirmekle birlikte, bunu sağlam bir duyarlılıkla, bilinçli ve bilgili olarak yaptığından, geleneğin motifleri şiirin modern olan genel bağlamı içinde sindirilmiştir.22

Kalpaklı’nın da bu şekilde yorumladığı Necatigil şiiri içinde geleneksel motifler derin bir bilgi birikimine dayanır. Divân edebiyatı ve Batı edebiyatından da önemli bilgi birikimine sahip olduğunu bildiğimiz Necatigil, Türk halk edebiyatına hâkimdir. Bunun kaynağı da çocukluğunda dinlediği masallar ve sonrasında aldığı eğitimdir. Necatigil, anneannesinden çocukken dinlediği masalları şu şekilde ifade eder:

Ben iki ev arasında büyüdüm. Anneannemin birinci evi ve babamın ikinci evi. İlk anamı iki yaşında kaybettim. Anneannem beni masallarla büyüttü. Ben “Üç Turunçları”, “Billur Köşkler”i, “Muradına Eremeyen Dilber”leri hep ninemden dinledim. Ben farkında olmadan masallar içime sinmiş. Ben farkında olmadan masallar içime sinmiş. Hatta gariptir, Bedri Rahmi’nin galiba “Kırk Kapılı Oda” ya da “Dilâver Çengi” masalları üzerine şaşıldığını görünce, hayrette kaldığımı hatırlıyorum. Bunlar gayet tabii karşılanması gereken ve hesabî olmayan sindirimlerdi bence.23

22 Mehmet Kalpaklı, “Bir Çağ Günümüze: Necatigil ve Divan Şiiri”, Asfalt Ovalarda Yürüyen Abdal:

Behçet Necatigil, İstanbul: İş Bankası Yayınları. s. 25.

(30)

17

Necatigil’in kendi ifadelerinde de belirttiği gibi masallarla çocukluğundan itibaren iç içe bir çocukluk geçirmiş, sonrasında bunlara eserlerinde sıklıkla yer vermiştir. Necatigil’in çocukluk dünyasında bir kaçış yeri olarak gördüğü masallar şiir dünyasının daha iyi anlaşılmasına yardımcı olur. Necatigil’in bu şekilde masallara, halk hikayelerine, divân şiir geleneğine, Doğu ve Batı mitolojisine yer verdiği ve bunları bilinçli bir şekilde kullandığı eserleri hakkında yazdığı yazılarda, mektup ve konuşmalarda görülebilir. Necatigil, “Halk Hikâyelerimiz ve Halk Kitaplarımız” adlı yazısında halk hikâyelerini incelediğini şu şekilde anlatır:

Ben; Kerem ile Aslı, Elif ile Mahmud, Asuman ile Zeycan, Derdiyok ile Zülfüsiyah… gibi, daha çok kız-erkek iki kahramanın ismini kitaba başlık yapmış bu aşk hikâyelerini taşbasmalarından okudum. On beş kadardılar. Üniversite öğrenciliğim sırasında bir Alman Türkologunun bir araştırmasını (Türkische Volksbücher = Türk Halk Kitapları) Türkçe’ye çevirmeyi aklıma koymuş, çevirirken de halk kitaplarımızdan alıntıları doğrudan doğruya çeviriye kaynaklık etmiş asıllarından aktarmak için o taşbasmalarını edinmiş, okumuştum. Tıkız, acemice, ilkel, eksik, fakat tatlı, sevimli birer kısa romandı o taşbasmalar benim için. İçlerinde imtihanlar vardı, hikmetler vardı, bir sevdanın zaferi uğruna, murada erme, murat alıp verme yolunda neleri, neleri göze almalar vardı. 24

Halk edebiyatına bu şekilde yaklaşan Necatigil, eserlerinde divân ve halk edebiyatının şairlerinin eserlerine ve kurdukları karakterlere sıklıkla yer vermiştir. Necatigil, eserlerinde halk hikayelerine, divan şiir ve motiflerine, mitolojik unsurlara yer verirken korkulara, sıkıntılara, çekilen ızdıraplara özellikle yer verir ve geçmiş çağlarla günümüz arasında ortak bir çatı olarak bu korku ve sıkıntıları belirler. Eserlerinde masallarda geçen motifleri kullanmasıyla ilgili Tahir Analgu’yla olan bir konuşmasında yer verdiği şu ifadeler bu konu hakkındaki düşünceyi destekler niteliktedir.

Benim çocukluk dünyamı dolduran masallar; kırık hayatların, işin sonunda mutluluğa kavuşmaları, dürüstlerin-iyilerin başarıya ulaşmaları, bir mutlu sonuçta bitiş düzeninde bile olsa, baştan başa engeller, sınavlar, kırık hayatlarla doludur. Benim masallardan yararlanışım bu kara çizgilerden ötürü, kendi yaşantılarımla onlar arasında benzerlikler bulmam dolayısıyladır. Hem modern edebiyatın kesin özelliklerinden biri de, çağları, aynı yükseklikten kuşbakışı seyretmektir. Bu açıdan, yeni bir

(31)

18

edebiyat eserinde, ilk çağla yeni zamanlar bir arada girer. Ateşin yeni bulunduğu çağlarla, neonfüloresan lambaları devrinde yaşayan insanların “korku ve tedirginlikleri” arasında hiçbir fark gözetmiyorum.25

Gelenek hakkında bu düşüncelere yer veren Necatigil’in bu açıdan geleneğin devamında bir şair olduğunu söylemek yanlış olacaktır. Hatta kendi ifadelerine bakacak olursak geleneğin aynı şekilde devam etmesine karşı olduğunu görürüz. Geleneğin bugünün şiiri için yeterli olmayacağını düşünür. Değişiklik içinde olunduğunu kabullenir. Şiirin de bu doğrultuda yeni biçimler araması gerektiğini düşünür. “Artık eskilerin tekrarı şiiri yozlaştırır, yavanlaştırır. Hatta daha iddialı konuşmak isterim. Rezil eder.”26

ifadelerine yer veren Necatigil’in “İplik” şiirinde de birbirinin devamı olan, aynı şeyi aynı ifadelerle anlatmayı eleştirir.

Bilinmesin daha iyi Kimin kimden ne aldığı İplik kördüğüm olmuş Çözemedim ipliği Bâki geldi aklıma Bakiden sonra Nedim Gül deyince bülbül, Gece Leyla deyince […]

Ama bunların topu Şair mi, nazım

Ben olsam onların yerinde Yazmazdım.27

Necatigil, yeni şiirin bugünün sorunlarını, çağı anlatması gerektiği düşüncesindedir. Gelenekte ve bugünde önemsediği şey değişmeyen, öz olandır. Şiir, geçmişten beslenebilir, geleneği kaynak olarak alabilir ancak bunlar tek başına yeterli değildir. “İplik” şiirinde de bu durumu anlatan Necatigil, bir sentez fikri sunar. Bu sentez fikrinde ise çağlar boyu değişmeyene önem verir. “Arada”, “Dar Çağ”… Necatigil’de “İkinci Yeni” mi?” adlı 1963’te yayımlanan bir konuşmasında şu ifadelere yer verir:

25 Necatigil, Düzyazılar II, s. 60. 26 Necatigil, Düzyazılar II, s. 138. 27 Necatigil, Şiirler, s. 450.

(32)

19

Olayları düpedüz konu edinen şiir zamana bağlıdır, bağımsız değildir. O günler geçince, o şartlar değişince tarihsel bir sınırlanış içinde kalır. Asıl insan dönemlerin, çağların üzerinde, değişmeyen, geçmiş soyların ruh ve beden yapısını sürdüren insandır. Şiir görünenin, yaşananın derinlerindeki birleşmeleri, ortaklıkları gösterebildiği oranda sınırlarını genişletiyor. Böyle olunca, olaylar çağdan çağa değişip yenileşirken, öz şiirin tekrarladığı temalar beşi-onu geçmiyor. Ama yine de sonuç neye varıyor bilir misiniz: İyi yazılmış olan kalıyor. […] İnsan görünüşte değişmezlikten yakınır. Aynı, aynı, aynı… Fakat bu, bir değişme korkusunun değişik anlatımı da olabilir. Bizi biz eden mahkûm olduğumuz durumlardır; şiir de böyle durumların türküsüdür; kırık plaklarda dönüp duran, insanı kimi zaman sinirlendirip baş kaldırmaya götüren biteviye bir türkü.28

Onun düşüncesi geleneğin yenileştirerek devamı ve çağı anlatması, hatta ortak korkulardan, yaşama sıkıntılarından, derin olan özden bahsetmesi doğrultusundadır. Yeni şiir aslî kaynaklardan beslenmekle birlikte bugünün, çağın motifleriyle kaynaştırılması, sentezlemesiyle oluşması gerektiği görüşündedir. Böylece hem geleneğe saplanıp kalmamış hem de modernitenin her gün yenilenen ve bir öncekini eskide bırakan yapısına takılmamış olur. Öz şiir ancak böyle yazılabilir. Burada sentez sağlama düşüncesi ve “mahkûm olduğumuz durumlar” ifadesi oldukça önemlidir. İçinde bulunduğumuz ve asla değişmeyecek, çağdan çağa, kültürden kültüre evrensel olan mahkûm olunan durumlar ona göre öz şiirin temelini oluşturur. Geleneği de bu sıkıntılardan bahsettiği ölçüde ele alır. Geleneğin devamının artık mümkün olmadığını anlattığı bir yazısında sentez sağlama düşüncesini şu şekilde ortaya koyar:

Aslî kaynakları da tekrar etmemiz imkânsız. Bir Niyazi Mısrî gibi yazarsak bu, şiirin gelişmesini önler. Öyle bir sentez yapacağız ki, yahut öyle hammaddelerden yeni ilaç icat edeceğiz ki Batılı şiire benzesin. Batı’ya da bir şey söylesin. Yunus’u aynen çevirebilirsiniz. Almanca’ya veya Fransızca’ya, ilgi toplar! Ama 13. Yüzyıl şairinin yazdıklarına benzer şeyleri 20. Yüzyıl şairi yazarsa, o vakit Batı buna güler geçer. Aslî kaynaklara dönmekten ben bunu anlamıyorum. (…) Asli kaynaklara dönmeyi oradan alacağımız bazı motifleri-çağın motifleriyle kaynaştırmak biçiminde anlıyorum. Yani şimdi ufak bir örnek ister istemez vermek zorundayım. Bir şiirimde “Yürür asfalt ovalarda Abdal” dedim mesela. Şimdi Selçuklular zamanında abdallar, dervişler elbet Anadolu bozkırlarında ellerinde asâ sırtlarında kepe, yahut aba, öyle Fuzulî’nin

(33)

20

“kârbân-ı râh-ı tecrid”deki hac kafilesi biçimindeki yürüyüşleri gibi yürüyordu. Bugün o çağdaki ruh haletinde bir 20.yüzyıl insanı asfalt ovalarda, büyük şehrin karmakarışık trafiği içinde sabah erken saatlerde işine geç kalma korkuları içinde, asfalt bulvarlarda nasıl koşuyor?29

Behçet Necatigil’in bu ifadelerinde de görüldüğü üzere yeni şiirin bir sentez fikriyle yazılması gerektiğini söyler. Bu çalışmada önemsenen nokta ise bu sentezin neyle sağlandığıdır. Bir konuşmasında “Ateşin yeni bulunduğu çağlarla, neonfüloresan lambaları devrinde yaşayan insanların “korku ve tedirginlikleri” arasında hiçbir fark gözetmiyorum”30 ifadesine yer veren Necatigil, korku ve sıkıntıları bir sentez aracı, ortak

bir fon olarak ele almıştır.

Necatigil’in bu görüşlerinin ardından gelenekte odaklandığı ve sentez aracı olarak gördüğü noktalar üzerine düşünüldüğünde ortak noktalarının çağın insanının sıkıntılarını, trajikliğini, kavuşamamışlığını ve buna karşı kurdukları hayal dünyasının önemsendiği görülür. Necatigil’in kullandığı gelenek ve klâsik edebiyat motifleri incelendiğinde odak noktasının yeni çağda bulunan temalardan özellikle korku, kaygı, sıkıntı, yalnızlık, ölüm düşüncesi ve yaşamak azabı olması özellikle dikkat çeker. Bu durumun örneklerini daha net görebilmek için şiirlerini, radyo oyunlarını, düzyazılarını ve çevirilerini böyle bir gözle incelemekte yarar vardır. Böyle bir perspektifle bakıldığında Zâtî üzerine kaleme aldığı “Ölümünün 430. Yıldönümünde Zâtî” adlı yazısı bu görüşü destekler niteliktedir:

Bugünlerde 430 yıl öncelerden bir şairleyim: Koca Zâtî. Pürtüklü yanları,

kılçıklı ayrıntıları bile, kayıplardan sonra güzelliğe dönüşmüş eski bir dostluğun, hafızada sürüp gitmesi gibi gerçek-hayal arası keskin bir ışıkta Zâtî’yi yaşıyorum: Fakir, cahil bir çizmecinin oğlu. Asıl adı: İvaz. Doğduğu Balıkesir’de, baba mesleğini sürdürüyor

uzun zaman. İri yarı hantal bir adamdır, çirkindir, otuzunu geçmiştir. […] Hemen her divan şairi gibi Zâtî de kaside yazmayı geçimine katkı aracı olarak kullandı.31

Necatigil bu yazısında Zâtî’nin çektiği geçim zorluklarına, kulaklarının ağır işitmesi nedeniyle kadılık vazifesine getirilememesine, kimsesiz kalmışlığına,

29 Necatigil, Düzyazılar II, s. 138. 30 Necatigil, Düzyazılar II, s. 60. 31 Necatigil, Düzyazılar I, s. 9-10.

(34)

21

korkularına, yaşama kesikliğine, bir ömrü ayakta tutacak güvencelerden mahrumiyetle dolu bir hayat geçirmesine değinir. Onun yoksulluk içinde öldüğünü belirtir. Buradan da anlaşılabileceği üzere Necatigil, Zâtî’nin yoksulluğunu, yaşadığı trajik olay ve sıkıntıları ön plana çıkarır. Nurullah Çetin, Necatigil’in Zâtî biyografisini ele alırken şu sözlere yer verir: “Zâtî’nin en çok fakir, kalender yaşantısına, geçim sıkıntılarına, nüktelerine, halktan biri olmasına, trajik hayatına dikkat çekmiştir.”32 Nurullah Çetin’in de

vurguladığı üzere Necatigil, Zâtî biyografisini ele alırken gelenekte odaklandığı yerler geçim sıkıntısı, yoksulluk ve yaşanılan trajik olaylar, şairin yaşadığı korkular olmuştur. Bu durum da çağın insanını ve onun sorunlarını önemsediğini göstermektedir.

Necatigil’in yaptığı çevirilere de bakıldığında özellikle çağın korkularına, huzursuzluk ve sıkıntılarına eğilen eserler üzerine çalışma yaptığını görülür. Örneğin Sadık Hidayet’in 1936 yılında ilk baskısını yaptığı Kör Baykuş adlı romanı hakkındaki düşünceleri önemlidir. Bu eseri Türkçe’ye çeviren Necatigil’in bu eser hakkında kaleme aldığı yazı, özellikle korku ve sıkıntılara odaklandığı konusundaki düşüncemizi destekler niteliktedir. Necatigil, Kör Baykuş adlı eser hakkında şunları kaleme alır:

Çağdaş İran edebiyatından ilk roman olarak Türkçe’ye de çevrilmiş bulunan (Varlık, 1977) Kör Baykuş, Hidâyet için, hayatının bunalımlarını, tekdüze ve karanlık gerçeklerini semboller, alegoriler ve birsamlarla nasıl şiirsel bir plana yükseldiğinin kanıtıdır. Andrê Rousseaux’un “yüzyılımız edebiyat tarihinde bir kilometre taşı” diye İran edebiyatına Avrupa modernizmini getirdi. Jean-Paul Sartre’ı, Franz Kafka’yı biliyordu; onlardan çeviriler de yapmıştı. Edebiyat ansiklopedileri Poe ve Zwei etkisi de görüyorlar onda. Rilke’yi de benimsediği kaynaklarda belirtilmiyor, ama Kör Baykuş’un “Korkular” bölümüyle Rilke’nin Malte Laurids

Brigge’nin Notları’ndaki “Korkular” bölümünü karşılaştırmak Hidayet’in

bu kitabıyla (1910) Avrupa modern edebiyatını başlatan bu Alman şairini de çok sevdiğini de gösteriyor. Romanı ve hikâyelerinin konularını yoksul halk kesimlerinden alan, gerçekleri sosyal-devrimci bir yaklaşımla ve korku yüklü fantastik bir hava içinde değerlendiren Hidâyet, bir yandan da yalnız adamın varlık nedenlerini araştırır. Eserlerinde en belirgin

(35)

22

leitmotiflerin boşluk duygusu ve ölüm olduğunda, baktığım yabancı kaynaklar sözbirliği etmiş gibidirler.33

Burada özellikle üzerinde durmak istenilen nokta, Necatigil’in gelenekte olduğu gibi çevirilerinde de ortak bir nokta olarak belirlediği temanın korku ve sıkıntılar olmasıdır. Sâdık Hidâyet için, “devletlerin, rejimlerin sınırları içinde bağımsız ve yıkılmaz cumhuriyetler olduğunu bir kez daha hatırlatmış, mutsuzluğunda ölümsüz mutluluğa erişmiş” ifadesini kullanan Necatigil, devletlerin arasında ortak bir çatı olarak belirlediği bu temaların çağlar arasında da değişmediği kanısındadır. Bu nedenledir ki eserlerinde gelenekten, Doğu ve Batı edebiyatlarından unsurlara yer vermesi korku, kaygı, sıkıntı, ölüm, ızdırap, yalnızlık temaları etrafında gerçekleşir.

Çevirilerinde bu şekilde korku, sıkıntı ve ızdıraba odaklanan Necatigil, radyo oyunlarında da gelenekten aldığı motiflerde dahi bütün çağların ortak sorunu olan korku ve sıkıntı içindeki insanı ele alır. Onun ızdıraplarına yer verir. Gelenekten, özellikle masal ve halk hikayelerinden pek çok unsur barındıran radyo oyunlarında Necatigil’in bireyliğini arayan, toplum içinde yalnız, toplumun dayattığı belli görevler içinde sıkışıp kalmış ve kendi olamamış kimselerin korkularını anlattığı görülür. Gelenekten aldığı fonla bugünün insanını ve onların sorunlarını işler. Bu şekilde tedirginlik, belirsizlik ve korku içinde olan insanla çağlar öncesindeki masallarda anlatılan insanın kaygıları arasında paralellik kurulur. Destanlarda, halk hikayelerinde yer bulan olağanüstü kişiler eserlerinde artık yerini sokaktaki, toplum içindeki yalnız, yabancı, tedirgin insana bırakır. Necatigil’in “Üç Turunçlar” adlı radyo oyunu bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Behçet Necatigil’in 1967’de yayımlanan “Üç Turunçlar” adlı radyo oyunu “Üç Turunçlar” adlı masalla birlikte yeniden yazılmıştır. Üstkurmaca tekniği ile eserini kaleme alan Necatigil bu oyununda oyunu ile “Üç Turunçlar” adlı masal arasındaki paralellikleri konu edinir. Eser aslında birbirinin içine geçen ve birbiriyle bağlantılı üç koldan ilerlemektedir. Bunlardan ilkinde oyun Rejisör ve Prodüktör’ün konuşmasıyla başlar ve bu iki kişi akşam oynanacak oyunu tartışırlar. İkinci aşamasında onların tartıştıkları oyuna yer verilir. Oyunun içindeki bu oyunda Delikanlı, Küçük kız, Ortanca kız, Büyük kız, Ortanca yaşlı adama ve onların konuşmalarına yer verilir. Oyunun bizim

33 Behçet Necatigil, “Türkçe’de Çağdaş İran Edebiyatı Doğumunun 75. Yılında Sâdık Hidâyet”,

(36)

23

için özellikle dikkat çekici yeri ise Prodüktör’ün oyuna “Üç Turunçlar” adlı masaldan bazı ilaveler yapmış olmasıdır ki bu da bahsedilen üçüncü kolu oluşturur. Prodüktör, oyunda geçen bazı bölümlerin masaldakiyle paralellik içerdiğini belirtir. Rejisör ise bu duruma ilk olarak kızar ve karşı çıkar. Oyun daha sonra bu ikisinin masalla birleştirilmiş oyunu dinleyip karşılıklı tartışmaları ve yorumlarıyla devam eder. Onların konuşmaları masalla oyun arasındaki benzerlikleri aydınlatır ve geçiş birimi olur. Burada çalışma için oldukça belirleyici olan nokta Necatigil’in oyunda yer verdiği masalda bugünün insanıyla bulduğu paralelliklerdir. Eserde gelenekten izler bariz bir hale gelir ama yine de önemli olan insandır ve gelenekteki bir olay bugünün şartları ve yaşamı ile ele alınmıştır.

“Üç Turunçlar” oyununun Delikanlı ve kızların geçtiği planını ele alınacak olursa Necatigil’in oyunun bu kısmında parçalanmış, yabancılaşmış aile yapıları ve insanları ele aldığı görülür. Oyunun bu kısmında üç kız kardeş alkolik ve sorumsuz bir baba ile bir gecekonduda yaşarlar. Değerler sistemi yıkılmıştır. Rejisör, bu durumu “İçki de var; değerler sistemi yıkılacak tabii. Zaten manevî değer diye bir şey yok kızda. Anası da ortamı hazırlamış.”34 ifadeleriyle açıklar.

Oyunda çağın insanının değerler sistemi ve bu sistem yüzünden çektiği sıkıntılar, korkularla ele alınırken değerler sisteminin yıkılışı da konu edinilir. Aile sistemi çökmüştür ve kızlar bütün gün çalışıp babalarına alkol parası getirmek zorundadırlar. Eserin odaklandığı mesele çağın insanın sıkışıp kalmışlığı ve değer tanımazlığıdır. Yapılan şeyler hep bir görev bilinci içinde yapılmaktadır. Oyunda üç kız kardeşi anlatan bölümlerdeki gelişmeler ardıl olarak verilmekle beraber bunlara paralel olarak masaldaki karşılıkları verilir. Necatigil, “Üç Turunçlar” masalını çağın insanına uygun hale getirmiş ve gelenekle moderni iç içe geçiren bir kurguyu tercih etmiştir. Oyunda yer alan “Üç Kız Kardeş”, masalda “Üç Turunçlar” ile ilişkilendirilmiş ve oyunla masal birbirinin ardından benzerlikleriyle verilmiştir. Rejisör ve Prodüktör sık sık oyunu durdurarak yorum yapar ve bu benzerliklere dikkat çekerler:

Masal Anlatan Kadın: Oğlan dev anasına Üç Turunçlar’ı aradığını söylemiş. Dev anası da ona demiş ki: “Şurdan şurdan, şu yoldan, şöyle

(37)

24

şöyle git git, daha git! Karşına bir köşk çıkar. Köşkün önünde iki kurnalı bir çeşme vardır. Kurnanın birinden kan akar, birinden irin…”

Delikanlı: Geldik.

Küçük Kız: Ne korkunç yer!

Delikanlı: Korkunç mu? Bar burası. Bak kapısına. Küçük Kız: Sağda solda iki kurna.

Delikanlı: (güler) Kurna değil be onlar. Küçük Kız: Ne ya?

Delikanlı: Süs.

Küçük Kız: Ne var içlerinde? Delikanlı: Hiç. İki ampul. Küçük Kız: Biri sarı. İrin gibi. Delikanlı: Öbürü kırmızı. Küçük Kız: Kan renginde.

Delikanlı: Burada sık sık kan akar, birbirlerinin kanına girerler… Ver elini gidelim.

(Bir kapı açılır kapanır. Düğmeye basılır. Ses makinesi durur.)

Prodüktör: Masala uyuyor değil mi bu sahne?

Rejisör: Fena değil. Bu gidişle bizim ünlü yazardan daha iyi oyun yazacaksınız!35

Bu şekilde devam eden oyunda gelenekle, yani halk masallarıyla modern çağın insanı hep iç içe verilmiştir. Ancak Necatigil’in ikisinde de odaklandığı temel mesele bu iki çağa ait olan insanların korku ve sıkıntıları olmuştur. Necatigil, bu eserinde modern edebiyatla gelenek arasında kurduğu köprü oluşunu ve belirlediği sentez noktasını Tahir Alangu’yla yaptığı konuşmasında şu şekilde açıklar.

Ben ancak bütün bu saydığım, senin de gösterdiğin aşamalardan sonra, bilinçli olarak masalla modern edebiyat arasındaki ilişkileri “Üç Turunçlar” adındaki radyo oyunumda vermek istedim. Yalnız bu oyundur ki, beni masallarla modern hayatın, hatta “varoluşçuluk” açısından bir “yaşama yorumunun” alışverişi olabileceği kanısına itti.36

Necatigil’in bu ifadeleri de gelenekle modern edebiyat arasında kurduğu ilişkinin insanın dünyaya gelişi ve yaşamak azabı, korku ve sıkıntılar olduğunu destekler niteliktedir.

35 Necatigil, Üç Turunçlar: Beş Kısa Oyun, s. 31-32. 36 Necatigil, Düzyazılar II, s. 59.

(38)

25

Necatigil’in diğer bir radyo oyunu olan ve 1967’de yayımlanan “Gece Aşevi” adlı oyunu da incelendiğinde eserde mitolojik unsurlardan yararlanıldığı ve bununla beraber sıkıntı ve korkulara odaklanıldığı görülür. “Gece Aşevi”nde iki kötü adamın gece vakti çıktıkları yolda başlarına gelen gizemli olaylar anlatılır. Birinci Adam ve İkinci Adam olarak adlandırılan bu iki karakter gece vakti çıktıkları yolda aç, susuz ve yorgundurlar. Çıktıkları bu gizemli ve korku dolu yolculuk ise onlara verilmiş bir ceza gibidir. Susuzluklarını bastırmak için gittikleri ırmak kuru çıkar ve açlıklarını gidermek için uzandıkları dallar geri çekilir. Saatlerce yürüdükten sonra vardıkları şehirde sadece Gece Aşevi açıktır ancak burada da gizemli bir hava hakimdir ve iki adam bu durumdan korku duyarlar. Burada yer alan iki adamın içine düştüğü durum bize Kral Tantalos’un uğradığı cezayı hatırlatmaktadır. Zeus’un ölümlü oğullarından olan Tantalos, Tanrıların sofrasına davet edilir. Ancak Tantalos, Tanrıların anlamayacağı düşüncesiyle ve onları aldatmak için kendi oğlu Pelops’u öldürtür ve onların sofrasında servis eder. Bunu anlayan Tanrılar onu cezalandırırlar.

Düpedüz aptallık etmişti Tantalos. Olympos’lular anlamazlar mı hiç? Korkunç yemeğe ellerini bile sürmediler; kendilerine bu oyunu oynayanı öyle bir cezaya çarptıracaklardı ki bunu duyanlar bir daha onları küçümsemeye yeltenemeyeceklerdi. Hades’in göllerinden birine yerleştirdiler Tantalos’u. Tantalos susuzluğunu gidermek için göle her eğilişinde sular çekiliyor, doğrulduğu zaman da dizlerine kadar yükseliyordu. Gölün üstünde yemiş ağaçlarının armutlardan, narlardan al al elmalardan, sulu incirlerden ağırlaşmış dalları sarkıyordu. Tantalos, bir yemiş koparmak için elini uzatmayagörsün, rüzgâr hemen dalları savuruyordu. Böyle kalmaya mahkumdu; kuru boğazı, aç karnıyla sonsuza kadar yaşayacaktı.37

Ebedi açlık ve susuzluğa mahkûm edilen Tantalos’a ait motiflere bu radyo oyununda da yer verilmiştir. Karanlık, uzun ve kötü bir yolda korku içinde yürüyen bu iki adam Tantalos’un mahkûm edildiği açlık ve susuzluğa mahkûm edilmiş gibidir. Birinci Adam ve İkinci Adam’ın şu konuşmaları Tantalos’un başının üzerinden uzanan dallara bir türlü yetişememesini hatırlatır.

Şekil

Tablo  1:  Behçet  Necatigil,  T.S.  Eliot,  Harold  Bloom  ve  Chrales  Baudelaire’in  modernlik düşüncelerinin karşılaştırılması
Tablo 2: “Uygarlık Raporu” şiirinin incelenmesi
Tablo 3: “Karşılar” şiirinin incelenmesi
Tablo 4: “Temmuz Tikleri” şiirinin incelenmesi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu konuda, bir süre önce Tür­ kiye'ye gelen Nancy Festivalinin temsilcisi, tanınmış tiyatro ada­ mı Henri Baradier, «Sersem Kocanın Kurnaz Karısı» adlı

Yüreğindeki sanatçı heyecanını, sanatçı tutku­ sunu, Yaşar Kem al kadar dört bir yanma saçan bir sanatçı daha görmedim, di­ yebilirim.. Bu heyecanı ade­

Günübirlik ziyaretçiler, ço­ cukları için Eyüp oyuncakçılarından boyalı kayıklar, beşikler, fırıldak, tahta kılıç, kamış tüfek, tef, dü­ dük,

Dışişlerinden aldığı bursla Madrid Güzel Sanatlar Akademisinde baskı, gravür kıs­ mını bitirdi.. Kendi dalında araştırmalar

Ahiren Leipzig Konservatuvarında tahsillerini bitirdikten sonra Almanya’da bir çok konserler veren, İstanbulda da ilk ciddî konserlerini dinle­ ten ve şimdi

Türk balesine eği­ timci olarak da katkıları bulunan Akın, “Kuğu Gö­ lü”, “Uyuyan Güzel”, “Romeo ve Jüliet”, “Ham­ let”, “Cindirella” gibi

Kulağım onda, gözlerim tekerlekli sandalyenin tekerleklerinde dinli­ yorum: “Daha iyi, daha güzel daha insanca, yani insanın insanlığım bütün boyutlarıyla

Birçok şairlerin basma Nizameddin Nazif kesilen ilham perisi onun elin­ de bir şehir tiyatrosu aktörü gibi itaat­ li ve mütevekkildir!... Yeni şiir yazamadığı