POLİTİKA YE ÖTESİ
MEHMED KEMAL
26 E YLÜ L 1985
Ruhi Su İpin...
Kızgın demir soğusun, taze yara kapansın diye bekledim. İlk ağızda ne yazsam duygulu, ne söylesem gözü yaşlı olur du. Duygudan arınmış kuru şeyler de yazmak istemiyordum. Zaten kendisi de bir duygu adamı değil miydi? O türküler, o şiirler, o deyişler bir duygu pınarından süzülüp gelmiyor muy du?
Düşünüyorum da, tanışlığımız bundan kırk beş yıl öncesi ne dayanmış ve üstüne bir dostluk kurulmuş. Van’da doğduk tan sonra anasını ve babasını yitirmiş hem öksüz hem yetim çocuk yaşamın ağır yükünü daha dünyaya ilk adımlarını atar ken omuzlarında taşıyordu. Savaş sonrası toplanan çocuklar arasındaydı. Bir arkadaşı da tabutu başında, “ Dar-ül Eytam’-
lı, o da bizden!” diye gözyaşı dökmüyor muydu?
Halkın içinden çıkmış, türkülere yeni anlamlar, ulu zengin likler katarak yeniden halka dönmüştü. Türkü diye bir sanat dalının benimsenmesini, öteki müzik dalları gibi kabul edilme sini ispatlamıştı. Türküler nasıl söylenmeliydi? Halk gibi söy lenmeliydi, ama Ruhi Su’nun yaptığı gibi yorumlanmalıydı. Radyoda başlattığı, haftada on beşer dakikalık konserlerle bu nu kanıtladı. Sahnede Beethoven’in Fidelio’sunda zindancıyı oynar, sesiyle dile getirirken, sazıyla da türküleri bir yerden öte yana aktarıyordu.
Halk için sadece türkü söyleyip türkü yakmıyordu, örgütlü bir eylemin içinde de kendini gösteriyordu. 1952 yılında uzun sürecek bir yitmenin karanlık dehlizlerine girdi. Ordan kurtul duğunda artık türküleri ile başbaşa kalmıştı. İlkin türkü de çı ğırtmak istemediler. Beyoğlu’nun sapa, kör sokaklarında, Sı- raselviler’de, Osmanbey’de, nereyi bulursa orda türküler söy lüyordu. Ama ona türkü söyletmemek için de hemen ardından söylediği yerlere gözdağı veriyorlardı. O ne yapmak istiyordu, ötekiler ona neden engel oluyorlardı?
Ağır hastalık günlerinde pasaport istedi, onu da uzun süre esirgediler. Bir kez için olsun uyarmasıyla verdikleri pasaport da kimsenin işine yaramadı. Ne veren güçlüydüjıe alan güç süz! Devletin şifasız ellerde oluşunun bir kanıtı olarak köşede kalacaktır.
Binlerce kişinin katıldığı cenazesinde, tabutunun ardından yürüyerek son saygı gösterisinde bulunmak isteyenlere de en gel oldular, yüzlerce kişiyi gözaltına aldılar. Gazeteler, “ Ölü
münde bile rahat ettirmediler” diye başlıklar atıyordu. Televiz
yon ölümünü şöyle bir fısıldadı, sonra sustu. Herhalde binle rinin kulağı bükülmüştü. Ne türkülerinden bir demet, ne kon serlerinden bir parça gösterildi. Sanki resmi görüş için bir Ruhi Su olgusu yoktu. Oysa yabancı radyo ve televizyonlar, bir bü yük sanatçının öldüğünü dünyaya acı bir sesle duyuruyorlar dı.
Unutulmaz ve yadsınamaz bir çizginin üstünde yürüyordu. Türküler üstüne yeni bir akımı başlatmış ve sürdürmüştü. Mü zikologlar elbette yaptıklarını açıklayacaklar, neyi nereden alıp nerelere götürdüğünü anlatacaklardır. Onun türkülere getir diği yeniliği biz ancak duyarız. Anlatmak ve açıklamak ise uz manların işidir. Yalnız şurasını belirtmek gerekir ki, türkülere güç katmış, türküden korkanlara türkünün gücünü göstermiştir. Ondan önce kudret sahipleri türkülerden böylesi korkar de ğillerdi. Ruhi Su, türkünün gücünü, güç sahiplerinin tepesine çıkarmayı bilmiştir.
Ruhi Su, Türkü benim için bir aşk halidir’ der. Ardından şöy le anlatır: “ En güzel aşklarımı türkü söylerken yaşadım. Ne onlar
beni aldattı, ne de ben onları. Türkü söylerken yeşeriyor, çiçek leniyorum. Ben yalnız türkü söylemiyorum ki. Söylediğim türkü lerle, aynı zamanda çağdaş Türk toplumunun liedlerini söylü yorum. Ben türkü söylerken sazım ne benimle yarışır, ne de tür külerle.. Bize yalnız eşlik eder, bizi tamamlar. Halkımızın büyük ustalarında da saz böyle saygılı bir uyum içindedir. Bu açıdan bakılınca, türküleri bir besteci gibi ele aldığım daha iyi anlaşı lır.”
Ruhi Su, türkülerimizi Tanburacı Osman, Ürgüplü Refik Ba şaran, Sarı Recep, Âşık Veysel elinden almış, bugünkü düze yine getirmiştir. Elbette ki türkü söyleyen yeniler de, Ruhi Su’ nun getirdiği yerden alacaklar, gelmesi gereken yere doğru getireceklerdir.
Haşan Dağı türküsü, Ruhi Su’nun kendi yaktığı bir örnek tir. Hangi koşullar içinde yakıldığını Ahmet Baha’nın dilinden öğrenelim:
"...Adana Cezaevi’ne sürdüler. Hepimizi bir otobüse doldu rup birbirimize zincirle bağladılar. Geceleyin Niğde Ovası’ndan geçiyoruz. Çişimiz geldi. Otobüsü durdurtup dışarı çıktık. Bir birimize zincirle bağlı olduğumuzdan birimiz çişe oturduk mu, hepimiz oturuyor, kalktık mı hepimiz kalkıyoruz. Anadolu boz kırı yaz gecelerinde dehşet güzel oluyor. Büyülü, saydam bir gece... Ay ışığı altında Haşan Dağı yalap yalap ediyor. Uzakla rı, dağları, özgürlüğü gözlerimizle okşuyoruz. İşte tam bu an da Ruhi Su birden coşuyop. Sanırsınız Haşan Dağı binlerce, mil yonlarca yıldır karnında sakladığı ateşini çıkarıyor. ”
Haşan Dağı, Haşan Dağı Eğil eğil, eğil bir bak Sıkıyor zincir bileğim Jandarmada din iman yok Gidiyor kalktı göçümüz Gülmez ağlamaz içimiz İnsan olmaktı suçumuz Haşan Dağı insan olmak Koçhisar üstünde bora Gülek bir karanlık dere Sıradağlar sıra sıra Çukurova ana toprak Bir ay doğdu, bir ay doğdu Işıdı yarama değdi
Kelepçe derimi soydu Haşan Dağı derdimiz çok
Ruhi Su bir türkü çığırını açmıştır. Türkülerimiz onun yön temi, sazı, sözü ile yeni ve özgün bir doğrultuya yönelmiştir. O gitti, sazı ve sözü eksilmeden yaşamını halkın içinde sür dürecektir. Her âşığın nasıl bir sazı ve deyişi varsa, Ruhi Su’ nun da vardır.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi - Ta h a To ro s Arşivi