• Sonuç bulunamadı

Olur şey değil:Nadir Nadi'nin anıları:Yasal zorunluluk Babıali'de yeni bir ünvan doğuruyor

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Olur şey değil:Nadir Nadi'nin anıları:Yasal zorunluluk Babıali'de yeni bir ünvan doğuruyor"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

S E K İ Z

CUMHURİYET 25 EKİM 1980

Yasal

zorunluluk

Babıali’de

yeni

bir unvan

doğuruyor

Olur şey değil

N adir N A D İ'nin anıları—

NADİR NADİ ÇOCUKLUK GÜNLE RİNDE ANNE \ß BABASIYLA.

ANNEM NAZİME NA­

Dİ, YALNIZ CUMHU­

RİYETİN

D E Ğ İ L ,

TÜRK KURTULUŞ SA

VAŞININ DA ADSIZ

KAHRAMANLARIN­

DAN BİRİDİR. KA­

RANLIK MÜTAREKE

YILLARINDA

DA­

MAT FERİT HÜKÜME

TİNİN AĞIR BASKI­

LARINA YILMADAN

KARSI KOYMUŞ. BA­

BAMIN

ANADOLU’­

YA KAÇMASINA O-

LANAK SAĞLAMIŞ­

TI. FAZLA OKUMUŞ,

KÜLTÜRLÜ BİR K A­

DIN DEĞİLDİ AMA

ŞAŞILACAK BİR SAĞ

DUYUSU VARDI...

__ I

NAZİME NADİ YAŞADIĞI SÜRECE CUMHURİYETE BÜ­ YÜK KATKILARDA BULUNMUŞTU...

31

KARMASİK OLGULAR

I

■ a / 9 seçimlerinden önce. Milli Birlik Komitesi'nin son S £ ö 3 günlerinde Abdi İpekçi bir gün telefon etti. Es­

kisinin yerine yeni bir baskı makinesi ısmarlaya­ bilmek için hükümete başvurmuşlar. Döviz durumumuz ma­ lum. Akreditif, transfer olanakları çok sınırlı. Komite, bir ga­ zeteyi kayırmış olmak suçlamasından çekiniyor. Abdi’nin al­ dığı yanıt şu:

— Cumhuriyet de ayni istemi ileri sürerse bir çaresine bakarız.

EMEKTAR ROTATİF YENİLENİYOR

B

izim makinenin de eski olduğunu bilen Abdi ipekçi komiteye birlikte başvurmamızı öneriyordu. Gerçek­ ten Cumhuriyet’in baskı makinesi 1928 doğumluydu. Babam, sanırım bir sanayi fuarında gördüğü makineyi pek beğenmiş, bir eşini hemen satın almıştı. O zamana göre Tür­ kiye'de benzeri bulunmayan, modem, üç renkli ve hızlı ba­ san bir rotatifti bu Ama aradan 30 yılı aşkın bir zaman geçmiş, emektar rotatifin modası geçmiş, çapı düşmüştü. Ab­ di’nin önerisi yerinde idi Cumhuriyet’e de yeni bir makine gerekiyordu. İyi, güzel, ama ya parası? Dışalım müsaadesini alalım da sonrası Allah Kerim diyerek Milliyet’le birlikte hükümete başvurduk, izin çıktı Eski makinemizin yapımcısı olan Frankenthal firmasıyla aramızda yazışmalar başladı. Tüm Alman endüstrisinin işi başından aşkındı. Frankenthal

rotatifi ancak üç yıl sonra teslim edebileceğini bildirdi. San­ ki transatlantik ısmarlıyorduk. Bununla birlikte bu öneri bir bakıma bize ödeme kolaylığı sağlıyordu. Ederinin (bede­ linin) bir bölümünü başlangıçta, üst yanını daha sonra belir­ li taksitlerle ödeyecektik. Ama parasal durumumuz bu kada­ rına bile elvermiyordu. Bereket sevgili annem imdadımıza yetişti. İki üç parça taşınmaz malını satarak, taksitleri za­ manında ödememizi sağladı.

ANNEM ADSIZ BİR KAHRAMANDI...

A

nnem olduğu için söylemiyorum, Nazime Nadi yalnız Cumhuriyet’in değil. Türk Kurtuluş Savaşı’nın da adsız kahramanlarından biridir. Karanlık mütareke yılların­ da Damat Ferit hükümetinin ağır balkılarına yılmadan.

çekinmeden, cesaretle karşı koymuş, babamın Anadolu’ya kaçmasına olanak sağlamıştı. Fazla okumuş, kültürlü bir ka­ dın değildi. Ama şaşılacak bir sağduyusu vardı. Her iyi an­ ne gibi çocuklarının üstüne titrerdi. Babamdan sonra Cum­ huriyete de evlat edindi. Gazeteyi rejimin vazgeçilmez bir savunucusu biliyor, tuttuğu ilerici yolu, belki içgüdüsüyle doğru buluyordu. DP’nin basına karşı sindirme politikasını pek azıttığı sıralarda bir akşam ziyaretine gelen Refik Koral- tan. babamla olan dostluğunu ileri sürerek beni ve kardeşim Doğan’ı uyarmasını istemiş, yoksa başımıza işler açılabilece­ ğini tehdit yollu ima etmiş. Eski zindeliğini bir hayli yitir­ miş bulunan anneciğim bu tehdit karşısında korkar, hatta pa niğe kapılabilirdi. Öyle olmadığım, tıpkı 50 yıl önce Damat Ferit’in Polis Müdürüne yaptığı gibi olumsuz yanıtlarla Re­ fik Koraltan’ı uğurladığını ertesi gün kendisinden dinlemiştim.

HER KAFADAN AYRI BİR

SES...

Mayıs devrimiyle birlikte Türk basınına daha bir canlılık geldi. O güne dek pek ağıza alınamayan «Sosyalizm» sözcüğü gazete sahifelerinde, köşe yazı­ larında sere serpe dile getirilir oldu. Komünizm yasa dışı ol­ duğu için ondan açıkça söz edilmiyor, bütün solcular sosya­ lizm etiketi altına sığındığı için hemen her kafadan ayn bir ses çıkıyordu.

Sağcılar da elbette boş durmayacaklardı. Zaten durduklar n da yoktu. Karşılarında değişik düşüncelerin gittikçe güç­ lenerek ses verdiğini görünce onlar da işi azıtmaya başladı lar. Ayasofya’nın ibadete açılmasından tutun da Osmanlıcanın geri getirilmesine kadar türlü isteklerle ortaya çıkıyor, ulu­ sumuzun silkinmesi, kendini toparlayıp çağdaş uygarlığa bir an öne© yetişmesi uğruna Atatürk ne yaptı ise hepsini yık­ maya, toplum düzenini ters yüz etmeye çalışıyorlardı. İşçi sı­ nıfının hak savaşımını bir yana bırakın, kadın - erkek eşitli­ ğini savunmak bile bunların gözünde komünistlik sayılıyordu. Sol sözcüğüne düşman kesilmişlerdi Kur'an'dan düzmece ayetler alarak tüm solu mekruh, günah, yasa dışı ilân edi­ yorlardı. Çıkarlarının bozulacağından korkan anamalcıların desteği ile gerici basında hoşgörüden eser kalmamıştı. Kimi ilerici yazarların herkesi sağduyuya çağıran gayretleri ha­ vaya uçuyor, ortalıkta bir kördövüşüdür gidiyordu.

YASAL BİR DEĞİŞİKLİK VE GETİRDİKLERİ...

B

asma bir çeki düzen vermek amaciyle olacak. Milli Birlikçiler 1960 yılının aralık ayında Basın Yasasının bir maddesini değiştirdiler Bu değişikliğe göre gaze­ telerde Yazı işleri Müdürlüğü yapacak kişilerin en az lise çıkışlı olmaları gerekiyordu. Madde değişikliği ile ortamda hiçbir şeyin değişmeyeceği besbelli idi. Bir kez gazetecilik, hekimlik, avukatlık, mimarlık, mühendislik gibi mutlaka özel öğrenim gerektiren bir meslek değildi Her şeyden önce öze] yetenek gerekirdi gazeteci olmak için. Yetenek olmadıktan sonra öğrenimin ne gereği vardı? Yetenok de çıraklıktan başlayarak meslekte adım adım ilerleyerek kendini gösterirdi

Ayrıca değiştirilen madde Anayasaya ve insan haklarına da pek uygun sayılmazdı. Anayasamıza göre ilkokul çıkışlı yurttaşlar milletvekili, bakan başbakan Cumhurbaşkanı ola­ biliyorlar, devletin en yüksek, en sorumlu katlarında görev ala biliyorlardı da neden bir gazetede Yazı Işlerj Müdürlüğü ya- pamasınlardı? Olayların kökenine inmeden, paliatif önlem­ lerle toplum düzeninin konulamayacağı ortadaydı. Nitekim o günden bugüne bir çok yasa maddeleri değiştirildi, yenileri çıkanldı. Kaçta kaçının topluma yaran dokundu dersiniz?*

VE YENİ BİR UNVAN DOĞUYOR

A

ralık 1960’da yapılan değişiklikten sonra Cumhuriyet de kend, yapısı içinde bilimsel bir değişiklik yapmak zorunda kaldı. Yazı İşleri Müdürümüz Cevat Fehmi Başkut, Kurtuluş Savaşı yıllarında yaşamını çalışarak kazan­ mak zorunda kaldığı için lise öğrenimini tamamlayamamıştı. Sonradan (hasbel kader) girdiği Babıali'de muhabirlikten baş­ layarak yetenekleri sayesinde Yazı işleri Müdürlüğüne dek yükselmişti. Ağırbaşlı, dürüst görevine bağlı, mesleğin ince­ liklerini iyi bilen çalışkan bir arkadaştı Cevat Fehmi. Ondan ayrılamaz, onu feda edemezdik. Şöyle bir formül bulduk: Ce­ vat Fehmi yerinde kalacak, aynı görevi yürütecek, ama gaze­ tede bir başka arkadaşın adı Yazı İşleri Müdürü olarak gö­ rünecekti. Yasa basın suçlarında Yazı İşleri Müdürünü de so­ rumlu tuttuğundan, yayınlanacak haber ve yazılar hakkında o arkadaşın onayını almak kuşkusuz meslek görevimizdi Bü­ tün arkadaşlar Cevat Fehmi’ye güvendiklerinden bu konu­ da bir güçlük çıkmadı. Lise çıkışlı arkadaşımız Ömer Sami Coşar Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstlendi Bu arada ilkin Cevat Fehmi'ye sonra da bütün gazetelerde üst düzeydeki yöneticilere bir unvan bulundu. Şöyle: Gazeteyi ziyarete ge­ len bir meraklı. Yazı İşleri Müdürümüz Ömer Sami Coşar’la görüşürken sormuş: «Peki, anladık, siz Yazı İşleri Müdürüsü­ nüz, o halde Cevat Fehmi bey nedir?» Ömer Sami’nin yanıtı: «Cevat Fehmi bey Umumi Neşriyat Müdürümüzdür.»

Böylece o güne değin bilinmeyen bir unvan yaratılmış oluyor, daha doğrusu asıl Yazı İşleri Müdürü görevini taşıyan arkadaşlar basın suçlarıyla ilgili konularda ceza görmek teh­ likesinden de kurtularak bir kademe yükselmiş oluyorlardı. Yasal Yazı İşleri Müdürleri de Umumi Neşriyat Müdürlerinin denetimi altında çalışmak durumunda kalıyorlardı.

Yeni gelişmeyi pratik bulduğu için beğenen Abdi ipekçi, kısa bir süre sonra unvanı öztürkçeye çevirdi, Genel Yayın Müdürü olarak Milliyet’te kullanmaya başladı Gerçek sorum­ lu gazete yöneticileri de daha bir ferahlığa kavuştular.

GEÇİCİ BİR BUNALIM

A

ncak bu değişim Cumhuriyet'te geçici bir bunalım ya­ ratmaktan geri kalmadı. Cevat Fehmi Başkut yeni unva niyle eski görevini sürdürürken bir gün Ömer Sami Coşar’m tepkisiyle karşılaştı. İstihbarat servisini ilgilendiren bir sorunu Cevat Fehmi kendi ölçülerine göre çözümlemek is­ terken Ömer Sami buna başka yol düşünmüştü Tartışma bi­ raz uzadı. Ömer Sami «eğer Yazı işleri Müdürü isem yetkile­ rimi kullanabilmeliyim» diyor, Cevat Fehmi ise «adım de­ ğişmekle görevimden ayrılmadım» diye diretiyordu İki ar­ kadaş arasındaki anlaşmazlık tüm istihbarat servisine yayıl­ dı ve yedi arkadaşın birden Cumhuriyet’! bırakmasiyle so­ nuçlandı. Bunlar arasında Ömer Sami’den başka Noyan Yi­ ğit, Kazım Kip ve özellikle Cevat Fehmi'nin çok beğendiği, güvendiği Vasfiye Özkoçak da vardı.

Bir unvan yüzünden patlak veren bunalımı çok şükür kısa zamanda atlattık.

YARIN: ALKILIÇ OLAYI

Gddiyet

Telefonla nasıl

konuşulmaz?...

Telefon İdaremiz her yıl ya da altı ayda bir yeni telefon eantralları getirerek eskileri or tadan kaldırıyor ve bir çok tele fon numarasının değişmesine yol acıyor Yeni santrallar getir tüdiğinde eskilerin de korun­ ması böylece telefon sayısının artırılması gibi çözümler «akla uygun» olduğu gerekçesiyle te lefon idaremiz tarafından pek ilgi görmüyor.

Geçen gün bir hastaneye te­ lefon açtım Santral olduğunu sandığım kızdan arkadaşım o- lan bir doktoru bağlamasını is­ tedim

— Doktor burada yok, diye yanıt verdi

— Acaba nerede bulabili­ rim?

— Herhalde hastanede. — Peki orası neresi? — Burası vergi dairesi! özür dileyerek telefonu ka­ pattım Bu kez 01’e telefon aç­ tım ve hastanenin numarasını istedim İstihbarat görevlisi ba­ yanın verdiği numarada elek­ trikli ev aletleri satılıyordu. Bu yüzaen doktor çalıştırmaya ge rek görmemişlerdi. Fakat ma­ ğazanın sahibi hastanenin te­ lefonunu biliyordu.

Mağaza sahibinin verdiği nu

marada karşıma hastane tele­

fonunu geçenlerde devralan ve bu yüzden kocasını Bakırköy Akıl Hastanesine yatıran, ko­ nuşkan bir ev kadını çıktı. Cok soran olduğu için hasta­ nenin yeni numarası akimday­ dı. Verdiği numarayı çevirdim ve hastaneyi düşürebildim.

Bu sefer de doktor arkada­ şım yerinde yoktu Evinin tele­ fon numarasını istedim santral dan ve aldığım numarayı çe­ virdim Doktorla konuşmak yi­ ne mümkün olmadı amc uzun zamandır telefonla aradığım ve bir türlü bulamadığım baş ka bir arkadaşımla konuşmak fırsatını elde ettim

Konuşmo bittikten sonra ye nlden doktoru aramaya koyul­ dum 01 kayıtlarına göre dok­ tor arkadaşımın telefon numa­ rasında bir cenaze levazımatçı- sı çalışıyordu Numarayı bllml yordu ama yine de bano yar­ dımcı olmaya çalıştı ve gerekir se doktorun işini kendisinin ya oabüeceğinı söyledi.

Bu şekilde süren araştırma­ larım sonunda doktorun evin­ deki telefonu caldırablldim Ne

yazık k| arkadaşım evinde de değildi Eşine evimin telefon numarasını verdim ve gelir gel mez beni aramasını rica ettim. O gün akşama kadar telefon gelmeyince ertesi gün kalkıp hastaneye gittim Söylediğine göre arkadaşım eve geldik­

ten sonra bana telefon etme­ ye çalışmış, fakat İstanbul’da yaşayan herkesle konuşmayı başardığı halde beni bulama­ mıştı.

Verdiğim numarayla evimin numarasının birbirini tutmadı­ ğını söylüyordu.

Denemek için eve telefon et­ tim. Karşıma çıkan mahalle bakkalı telefonu yeni aldığını, bu yüzden bizim numarayı bil­ mediğini söyledi 01’le yaptığım konuşmadan elime geçirdiğim telefon numaramda ise tanıma dığım bir abone oturuyordu ve bir rastlantı sonucu evimin nu­ marasını biliyordu

Verdiği numara gerçekten doğru çıktı. Karımın sesini du yunca oldukça rahatladım. Fa kat karım pek rahat değildi. Çünkü sabahtan beri kendisi­ ne telefonla çiçek ısmarlanma­ sından bıkmıştı.

NUzüllü!

Yalçm PEKŞENİ

sar şakalaşır; gençlere büyüklük taslar... dalaşır­ sın! Sonra?... Beş gün bu? Oturmakla biter mi?

Bayramın ikinci günüydü... «Kahveye çıkayım da kağıt oynayanlara bakıp eğleneyim...» dedim.

Kapıdan girdiğimde, herkesi Seiman Dayı'nın Köy yerinde, küçük eğlenceler bulmazsan, oturduğu masaya üşüşmüş buldum... Çevresinde- bayram da olsa gün geçmek bilmez. Arife haydi |<j|er, «Ha gayret...» diyerek Seiman Dayı’yı coş- neyse; onun bunun koyununu mıncıklarsın, kıvır- türüyorlardı!...

cık mı, dağlıç mı bakar oyalanırsın-... ilk gün de

konukomşuyla bayramlaşır... Yaşlıların dalına ba- Seiman Dayı, arkası kapıya dönük oturuyor­ du. Patates gibi, yamru yumru kulakları mosmor olmuştu... Pehlivan adamdır Seiman Dayı... Gü­ reşmekten kulakları şekil değiştirmiştir. Köyde, bileğini büken çıkmaz. Genci, yaşlısı kim olursa bilek güreşinde kolunu yatırana rastlanmamıştır! Merak ettim, kalabalığa sokuldum. Bakalım, gene kimin kolunu masaya yapıştıracak? Fakat, karşısında kimse yoktu!...

Seiman Dayı, masanın üzerindeki bir toplu iğ­ neyi sağ elinin iki parmağıyla almaya uğraşıyor... başaramıyordui... O, mengene gibi parmaklar, ma­ sadaki İğneyi tutup kaldıramıyordu!

izleyenler:

«Olsun... Geçen hafta hiç oynatamıyordu par­ m aklarını... Maşallah!...» diyorlardı.

Birinin omuzunu dürttüm:

«Hayrola?... N’oidu Seiman Dayı'ya?...» «Haberin yok mu?»

«Yooi...»

«Sağ tarafına nüzül isabet etti... Gene İyi at­ lattı!... Yürüyor... Dolaşıyor... belli bile değil. Ama, parmaklarını oynatamıyor! Olsun, buna da şükür...»

Vural SÖZER

Bana da

geliyor!

Karım, «Pazarları da tıraş ol Mahmut» diye tutturdu! Per­ deleri kapayıp, kuytu köşelere oturuyor. Bakışları değişti. Göz süzüp, İç geçiriyor.

— Erkek bakımlı olmalı. Ken­ dine şerma porp al Mahmut- cum...

Evde bulaşık, çamaşır dağ gibi birikti. Kim yıkayacak bun ları? Oturduğu köşeden kalkıp, «Yoksa şarkı mı söylememi İs­ tiyorsun?» dedi. «Otuuuur Tür­ kân Allahaşkınaaaa!» diye ba­ ğırmışım. Kollorı sıvadım. Mut­ fağa daldım.

— Serma Parp’la tıraş olan bir erkek, bulaşık yıkar şarkı sövlsyerek.

Son günlerde havası İyice de ğişti. Göğsü açık elbiselerle bal kona çıkıyor. Emmanuel koltu­ ğuna oturup, «lııııh.. Oooooof.. Sıcaaaaak.. Mahmutcum yanı­ ma geeeeel.» gibi anlamsız sesler çıkarıyor. «öp beniil.. Geoen gün iyi tıraş olamamış­ tın. Sakalların battı.»

Batmış olamaz. «Sırdaş he­ sabım var» bankada.

«Pazar günü bakkallar ka­ palı» Şimdi anlıyorum karımın neden. «Pazarları da tıraş ol» diye tutturduğunu. Cumartesi gününden bir kasa birayı alıp, Şerma Parp'la sinek kaydı tı­ raşımı çekerim. O da bana ta­ vuk pişirir. Şu fırını İyi k| al­ dık. Aramızdaki anlaşmazlık şıp diye bitti. Komşulara ses­ leniyor:

— Kocam bana âşık! Tavuğa karşılık manto İsti­ yor. Biraz fazla ama bir kasa Mefes’l çektikten sonra gözüm dünyayı görmüyor. Sırdaş he­ sabımın faizini peşin çekip man toyu alırım.

Kendimi hiç iyi hissetmiyo­ rum son günlerde. Neler söyle­ meye başladım.. Yok, yok saç maiıyorum. Bana da geliyor galiba?

Umur BUGAY

Doktorun Yeri

Ekonomi Para - Plejik!

Ali ile Veli

Enflasyonya yönetiminin iki büyük temeli. Oturur koltuğa biri

Bir seçim yeli eser, yuvarlanır tepetaklak, Fırlar koltuğa diğeri.

Kahrolsun Ali, yaşasın Veli Enflasyon, devalüasyon, örovizyon Çıktı Veli indi AİL

Ali. Ali yaşaşa-, Veli Veli Başaşal Ali indi koltuktan, çıktı Veli,

Veli girdi sandığa, çıktı sandıktan Ali.. Ali’nin iktidarında sovan kuyrukları, Sarmısak kuyrukları, Velininkinde Ali'nin iktidarında 30 ölü bir günde Saatte 25 ölü, 5 yaralı ötekinde.. Koltuk neüzübillah dedi Ali’den İllallah! dedi Veli’den sandık. Koltuk ve sandık söylendiler birden: «— Alilerden, Velilerden usandık!» Ama ne Ali bıraktı sandığı.

Ne vazgeçti sandıktan Veli.. Kurtarmak için ekonomiyi n’etmeliT El kapulanna el açmaktan ötürü Nasır tutmuş bizimkilerin elleri. Etek öpmekten aşınmış dudakları. Popo yalamaktan kurumuş dilleri Açmışlar ellerini sonunda Tanrıya

«— Göklerden bize DOLAR gönder, diye» Tann acımış hallerine bizimkilerin

Şarap dolu birer testi göndermiş her birine. Ve mali yardım olarak bir metelik fırlatmış Davranıp kapıvermiş meteliği Veli

(Devlet, özel sektörün yetersiz bulunduğu yer­ lerde yatırım yapmalıdır kİ ekonomi, tüm üreti­ ci güçlerini üretim alanına sürebilsin — J. May- nard Keynes)

Tanrı: Haydi kabadayılar göreyim sizi. Kalkındırın özel girişimle ekonominizil Enflasyonya’nın yatırımları

Tanrı eliyle gerçekleşmiş

Sıra ekonominin hızlanmasına gelmiş. Arz - talep, üretim, tüketim, dışalım Koşalım liberalist ekonomiyi uygulayalım.. Rikardo, Adem Simit, John Maynard Keynes, John Wayne, Ken Maynard, Buck Jones Liberalizm yolunda alkışlasın bizi herkes. Kızışması İçin ekonomimiz

Üretimden önce tüketimi körüklemellyl* ARZ'ı yaratan TALEP’tir diye

Ali, Tanrının gönderdiği meteliği toslar Veliye Veli, testisinden bir bardak şarap verir Aliye, İlk satış uygulanmıştır böylece.

Sonra Ali verir meteliği Veliye

Bir bardak şarap satmalıp içer Veliden Sonra Veli verir meteliği Aliye Bir bardak şarap alıp İçer Aliden

Ve sürer testilerde şaraplar tükeninceye dek bu alışveriş... Metelik kâr getirmez bu değlş-tokuş

Haydi Ali, haydi Veli, işin iş!..

Dr. Ihsan ÜNLÜER

J

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Cam, sanat dostu bir mühendisin fikri ve çabalar›yla 2002 y›l›nda nefes almaya bafllayan ve bugüne kadar ABD, Almanya, Avustralya, ‹talya, Fransa, Hollanda, ‹ngiltere ve

Ünlü Fransız sanatçısı Pierre Rousseau ise bütün gece boyun­ ca Nazım Hikmet’in şiirlerini okudu.. Fransız Radyosu Program Mü­ dürlerinden Eve Grili

Dönemin bütün siyasal, sosyal çalkantılannm tanığı, gözlemcisi bir kız çocuğunun bütün baskılara karşın peçe takmaması, işgal Istanbulu’nda İngilizlerle

5 Bu zatın büyük oğlu Ekrem Reşit Rey, türkçe ve fransızca hi­ kâye ve piyeslerde, bil­ hassa kardeşi Cemal Reşitle birlikte mey­ dana getirdikleri

Yıldız Sertel, kitaba yazdığı önsözde ikinci Dünya Savaşı’nda sadece Avru­ pa’da 40 milyon insanın öldüğünü belir- tiyor ve günümüzdeki savaş rüzgârlarına

Bu, yağın metabolik olarak parçalanmasına dair bilgi vermekle birlikte kilo verme sırasında yakılan 10 kg yağın hangi oranlarda CO 2 ve H 2 O’ya dönüştüğüne dair bir

Dünya’da rüzgârla oluşan en büyük akıntı olan Güney Kutbu Dolaykutupsal Akıntısı, Antarktika etrafında saat yönünde döner ve ısının, tuzun, besinlerin ve

Merkür: Akşam gökyüzüne geç- miş olan gezegen çok parlak ol- masa da ayın ortalarına kadar uy- gun hava koşullarında günbatımın- dan hemen sonra batı ufkunda kısa