• Sonuç bulunamadı

100 yaşında bir dünya şairi Nazım Hikmet

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "100 yaşında bir dünya şairi Nazım Hikmet"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Cumhuriyet

e

Çr

n

1 7 O C A K 2 0 0 2 P A R A S I Z E K

□ Refik Erduran, Şakir Eczacıbaşı’nın hazırladığı Oscar W ilde kitabını de­ ğerlendiriyor ... ... ...3. sayfada □ Baudrillard’ın “Am erika”sı ve kitap

üzerine bir konuşm a... ıo. sayfada

□ Ç iğdem Ö ztürk, Gaye Boralıoğlu ile I kitabim konuştu ... 11. sayfada

□ “ Kısa Kısa” sayfalarımızda, beş ki­ tabın kısa tanıtımı yer alıyor. ..

12. sayfada

, _____________ , __________________

K I W

100 yaşında bir

Dünya Şairi

2002 Nâzım Hikmet’in doğumunun 100.

yılı. Yıl bovu sürecek etkinliklerde

sürekli anılacak olan şairimizi, Memet

Fuat’ın hazırladığı bir biyografi ve Server

Tanilli’nin bir yazısıyla anıyoruz. İç

sayfalarımızda da yeni çıkmış Nâzım

Hikmet kitaplarını göreceksiniz

MEMET FUAT

N

âzım Hikmet 20 Kasım 1901’de Selanik’te doğ­ du (aile çevresinde 40 gün için bir yaş büyük görünmesin diye bu tarih 15 Ocak 1902 olarak anılmış, kendisi de bunu benimsemiştir), 3 Haziran 1963’te Moskova’da öldü.

Baba tarafından dedesi Nâzım Paşa valiliklerde bu­ lunmuş, özgürlükçü, şairliği olan bir kişiydi. Mevlevi ta- rikatındandı. Anayasacı Mithat Paşanın yalan arkada­ şıydı. Babası Hikmet Bey ise Mekteb-i Sultani (sonra­ dan Galatasaray Lisesi) mezunu, önce ticaret yaşamını denemiş, başaramayınca Kalem-i Ecnebiye’ye (dışişle­ ri) bağlanmış bir memurdu.

Dilci, eğitimci Enver Paşa’nın kızı olan annesi Celi- le Hanım, Fransızca konuşan, piyano çalan, ressam de­ necek kadar iyi resim yapan bir kadındı.

Nâzım Hikmet’in eğitiminde dönemin ileri düşünce­ lerine sahip aile çevresinin büyük etkisi oldu. Bir yıl ka­ dar, Fransızca öğretim yapan bir okulda, sonra

Gözte-E

e’deki Numune Mektebi’nde (Taşmektep) okudu. 11- okulu bitirince, arkadaşı Vâlâ Nureddin’le birlikte Mekteb-i Sultaninin hazırlık sınıfına yazıldı. Ertesi yıl ailesinin paraca sılantıya düşmesi yüzünden bu masraf­ lı okuldan alınarak Nişantaşı Sultanisi’ne verildi.

Bu arada dedesi Nâzım Paşa’nın etkisiyle şiirler de yazmaya başlamıştı. Bir aile toplantısında denizciler için yazdığı bir kahramanlık şiirini dinleyen Bahriye Nazın Cemal Paşa çok etkilenerek bu yetenekli gencin Heybeliada Bahriye Mektebi’ne geçmesini istedi, aile­ den olumlu karşılık alınca da bu okula girmesine yar­ dım etti.

Nâzım Hikmet 1917’de girdiği Heybeliada Bahriye Mektebi’ni 1919’da bitirip Hamidiyekruvazörüne staj­ yer güverte subayı olarak atandı. Aynı yılın kışında son sınıftayken geçirdiği zatülcenp hastalığı tekrarladı. Ai­ le dostu olan Deniz Hastanesi Başhekimi Hakkı Şina- si Paşa’nın gözetiminde iki ay süren bir sağaltım döne­ minden sonra, kendisine iki ay da evde dinlenme izni verildi. Bu süre sonunda da toparlanamadığı, deniz su­ bayı olarak görev yapabilecek sağlık durumuna kavu­ şamadığı görülünce, 17 Mayıs 1920’de, Sağlık Kurulu raporuyla, askerlikten çürüğe çıkarıldı.

Bu arada hececi şairler arasında genç bir ses olarak

oldukça önlenmişti. Bahriye Mektebi’nde tarih ve ede­ biyat öğretmeni olan, ayrıca aile dostu olarak evlerine de gelip giden Yahya Kemal’e büyük hayranlık duyu­ yor, yazdığı şiirleri gösterip eleştirilerini alıyordu. 1920’de “Alemdar” gazetesinin açtığı bir yarışmada ün­ lü şairlerden oluşan seçici kurul birincilik ödülünü ona vermiş, Faruk Nafiz, Yusuf Ziya, Orhan Seyfi gibi genç ustalar ondan sevgiyle söz eder olmuşlardı.

İstanbul işgal altındaydı ve Nâzım Hikmet coşkun bir vatan sevgisini yansıtan direniş şiirleri yazıyordu. 1920’nin son günlerinde yazdığı “Gençlik” adlı şiiri gençleri ülkenin kurtuluşu için savaşmaya çağırmaktay­ dı.

1 Ocak 1921’de ise Mustafa Kemal’e silah ve cepha­ ne kaçıran gizli bir örgütün yardımıyla dört şair, Faruk

Nafiz, Yusuf Ziya, Nâzım Hikmet, Vâlâ Nureddin, Sir- keci’den kalkan Yeni Dünya vapuruna gizlice bindiler. İnebolu’ya varınca, Ankara’ya geçebilmek için beş altı gün, izin ve yol parası beklemeleri gerekti. Ama Anka­ ra’dan yalnız Nâzım Hikmet ile Vâlâ Nureddin’e izin çıktı.

İnebolu’da geçirdikleri günlerde, Anadolu’ya geç­ mek üzere, onlar gibi izin bekleyen, Almanya’dan gel­ me genç öğrencilerle tanışmışlardı. Aralarında Sadık Ahi (sonradan Mehmet Eti adıyla CHP milletvekili), Vehbi (Prof. Vehbi Sandal), Nafi Atuf (Kansu, sonra­ dan CHP genel sekreteri) gibi kimseler de bulunan bu öğrenciler Spartakistler olarak anılıyor, sosyalizmi sa­ vunuyor, Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırlarım ilk tanı­ yan ülke olarak Sovyetler BirÜği’nden övgüyle söz

edi-+

(2)

100 yaşında bir Dünya Şairi

Nâzım Hikmet

Kapak konusunun devamı...

yorlardı. Bunlar Nâzım Hikmet ile Vâlâ Nureddin için vepyeni bilgilerdi.

Ankara’ya vardıklarında kendilerine verilen ilk görev İstanbul gençliğini mil­ li mücadeleye çağıran bir şiir yazmak ol­ du. Üç gün içinde yazıp bitirdikleri bu üç sayfadan uzun şür Matbuat Müdür- lüğü’nce, 1921 martında 11,5 x 18 cm bovudannda dört sayfa olarak, on bin adet bastırılıp dağıtıldı. Şiirin yankıları o kadar büyük oldu ki. Millet Meclisi üyeleri böyle güçlü bir çağrının doğura­ bileceği sorunların nasıl çözüleceğini tartışmak gereğini duydular. Matbuat müdürü Muhittin Birgen şüri yayımla­ yıp dağımğı için olumsuz eleştiriler al­ dı. İstanbullu gençler Ankara’yı doldu­ rurlarsa onlara nerede, nasıl iş buluna­ cağı önemli bir sorundu. Meclis’te sor­ guya çekilmekten tedirgin olan Muhit­ tin Birgen bir daha böyle bir duruma düşmemek için, Nâzım Hikmet ile Vâ­ lâ Nureddin'i Maarif Vekâleti’ne dev­ retmeye karar verdi.

Mustafa Kemal Paşaya takdim

Bu arada Celile Hanım’ın uzaktan ak­ rabası olan İsmail Fazıl Paşa, yazdıkları şiirle ortalığı karıştıran bu iki yetenekli şairi Meclis’e çağırarak Mustafa Kemal Paşaya takdim etti.

Mustafa Kemal’in kendilerine söyle­ diklerini Vâlâ Nureddin Bu Dünyadan Nâzım Geçti adlı kitabında şöyle akta­ rıyor :

“Basmakalıp laflara ihtiyaç duymaksı­ zın, Mustafa Kemal, bizim için çok önemli bir sadede gird i:

Bazı genç şairler modem olsun di­ ye mevzusuz şiir yazmak yoluna sapıyor­ lar. Size tavsiye ederim, gayeli şiirler ya­ zınız, dedi.

“Daha da konuşacaktı. Fakat aceley­ le yanma bir iki kişi yaklaştı. Bir telgraf

İ

letirdiler. Paşa göz atınca telgrafla ilgi- endi. Eliyle selamlayıp bizden uzaklaş­ tı.’’

Kısa bir süre sonra öğretmen olarak

Bolu’ya atandılar.

Bolu’da Ağır Ceza Mahkemesi reis ve­ kili Ziya Hilmi, eşrafın, din adamlarının daha baştan benimsemedikleri, kalpak giyen, camiye gitmeyen bu iki genç öğ­ retmeni korudu. Bilgili bir kişi olan Zi­ ya Hilmi onlara Fransız Devrimi’ni an­ latıyor, Lenin’den, Kautsky’den söz edi­ yor, Sovyetler Birliği’ni görmek istediği­ ni söylüyordu.

Tutucu çevrelerin baskısına, gizli po­ lis örgütünün güvensizlik belirten dav­ ranışları da eklenince, Bolu’da banna- mayacaklarını anlayan Nâzım Hikmet ile Vâlâ Nureddin, iyi bir öğrenim gör­ mek, dünyada olup bitenleri anlamak için Paris’e mi, Berlin’e mi, Moskova’ya mı gitsek diye düşünürlerken, Ziya Hil­ mi’nin etkisiyle, Moskova’ya gitmeye ka­ rar verdiler. 1921 ağustosunda Bolu’dan ayrılıp doğuda, Kâzım Karabekir Paşa­ nın yanında öğretmenlik etmeye gidiyor­ muş gibi davranarak, vapurla Zongul­ dak’tan Trabzon’a geçtiler, oradan da ge­ ne vapurla 30 Eylül 1921’de Batum’a vardılar.

Böylece Sovyetler Birliği’ne ayak ba­ san, yirmi yaşın eşiğindeki iki genç şair Moskova’ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ne (KUTV) ya­ zıldılar.

Nâzım Hikmet serbest müstezatı, Fransız şiirinin serbest ölçüsünü biliyor­ du. Batum’da “Izvestiya” gazetesinde gördüğü, büyük bir olasılıkla Mayakovs- ki’nin yazdığı bir şiirin uzunlu kısalı di­ zelerine, merdivenli istifine ilgi duymuş, •ama Rusça bilmediği için içeriğini anla­ yamamıştı. Moskova’ya giderken geçtik­ leri açlık bölgelerinde gözlediklerinin et­ kisiyle yazmaya giriştiği “Açların

Gözbe-bekleri”ni hece ölçüsüne sokamadığını görünce, “îzvestiya”daki şiirin biçimsel çağrışımlarından güç alarak, daha ser­ best yazmayı denedi. Ortaya yer yer he­ ce kalıplarıyla kurulmuş olsa da, kural­ lara uymayan, serbest bir ölçü çıktı.

İçine girdiği yeni dünyanın düşünce, duygu yükü altında, bu serbest ölçüyle yazdığı şiirler birbirini izledi. Rusça öğ­ renince, devrimci bir ortamda geçmişin bütün değerlerini hiçe sayarak yazan genç Sovyet şairlerini okumaya başladı. Bunlar İtalya’da Marinetti’nin

başlattı-S

Gelecekçilik (Fütürizm) akımının et- alanında yazan, geçmişi yadsıyarak her şeyi gelecekte gören devrimci şair­ lerdi.

Bu dönemde yazdığı şiirlerin bazıları­ nı 1923’te “Yeni Hayat”, “Aydınlık” gi­ bi dergilere göndererek yayımlatan Nâ­ zım Hikmet, üniversiteyi bitirince ülke­ sine dönmek istedi. 1924 ekiminde, çı­ kışında olduğu gibi, gene gizlice sınır­ dan geçerek Türkiye’ye geldi. “Aydın­ lık” dergisinde çalışmaya başladı.

İstanbul’da polisçe izlendiğini anla­ yınca, bir basımevi kurmak için İzmir’e geçti. Böylece gözlerden de uzaklaşmış oluyordu. 1925 şubatmda Şeyh Sait îs- yanı’nın başlaması üzerine, 4 Mart 1925’te Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarıl­ dı. Bazı gazeteler, dergiler kapatıldığı gi­ bi, 1 Mayıs 1925’te yayımlanan bir bil­ dirge dolayısıyla “Aydınlık” dergisi çev­ resindeki yazarların çoğu da tutuklandı­ lar. Ankara’da istiklal Mahkemesinde­ ki dava 12 Ağustos 1925’te sonuçlandı­ ğında Nâzım’ın da gıyaben 15 yıla mah­ kûm edildiği görüldü.

Bunun üzerine Nâzım Hikmet saklan­ makta olduğu İzmir’den haziran ayı or­

talarında İstanbul’a gelerek gizlice yurt dışına çıkıp yeniden Sovyetler Birliği’ne gitti.

Cezasının 1926’da Cumhuriyet Bayra­ mı nedeniyle çıkarılan af kapsamına gir­ diğini öğrenince, resmen yurda dönebil­ mek için pasaport isteğiyle hemen Türk Elçiliğine başvurdu.

Tekrar tekrar yaptığı başvurulara olumlu karşılık alamadı. Bu arada 28 Ey­ lül 1927’de İstanbul’da dağıtılan bildi­ riler yüzünden açılan bir davada gizli parti üyesi olmak suçlamasıyla, gene gı­ yaben 3 ay hapse mahkûm edildi.

Bir buçuk yıl kadar bekledikten son­ ra Elçilik’ten olumlu bir karşılık alama­ yacağını kesinlikle anlayınca, 1928’de Bakû’da ilk şiir kitabı Güneşi içenlerin Türküsü’nü yayımlattı.

Türkiye'ye dönüş

Aynı yılın temmuz ayında da, gıyaben aldığı mahkûmiyetlerden temize çıkmak için, gizlice sınırı geçerek Kafkasya’dan Türkiye’ye girdi. Arkadaşı Laz İsmail’le •birlikte Hopa’da yakalandıklarında üst­ lerinde sahte pasaportlar vardı. Sınırı izinsiz, üstelik de sahte pasaportlarla geçmek suçuyla Savcı’nm karşısına çıka­ rıldılar.

iki arkadaş yargılanmak üzere Rize’ye gönderilmeden önce Hopa Cezaevi’nde iki ay beklediler. Güneşsiz, havasız, ka­ ranlık bir koğuşta, nendeyse hepsi köy­ lü olan tutuklularla birlikte yatıp kalktı­ lar. iki arkadaşın yargılanmak üzere Ho­ pa’dan Rize’ye gönderilmeleri tutuklu­ luklarının sona ermesini sağladı. Pasa­ portsuz sınır geçme suçunun cezası üç gün hapisti. Fazlasıyla içerde kaldıkları için serbest bırakılmaları gerekiyordu.

Ama başka bir suçtan cezaları bulu­ nup bulunmadığını araştırmak için ya­ pılması gereken yazışmalar uzun sürece­ ğinden, mevcutlu olarak Ankara’ya gön­ derilmelerine karar verildi.

4 Ekim 1928’de kelepçeli olarak İs­ tanbul’a getirilişleri gazetelerde eleştiri­ lere yol açtı. İstanbul’da çıkarıldıkları mahkeme, bütün suçlamaların birleşti-

(3)

«-rilerek ele alınması için, iki arkadaşın Ankara’ya gönderilmelerini uygun gör­ dü.

Basın yapılan onur kırıcı uygulamayı açıkça eleştirmeye başlamıştı. Bir bağış­ lama yasası çıkarılmış, siyasal tutuldular salıverilmişken, onların böyle bileklerin­ de kelepçeyle oradan oraya dolaştırıl­ maları kınanıyordu.

Ama yazılanların bir yararı olmadı. 14 Ekim 1928’de, Nâzım ile Laz İsmail, Ankara’ya gene bileklerinde kelepçele­ ri, arkalarında jandarmalarıyla gittiler. Hemen sorgulanıp tutuklandılar.

Önceki yargılanmalarından gerekli bilgilerin, belgelerin toplanması biraz sürdü. Ancak 4 Kasım 1928’de başla­ yan duruşmaları 23 Aralık 1928’de so­ na erdi.

Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, Nâzım Hikmet’in İstiklal Mahkemesi’nce veri­ lip bağışlama yasasıyla kaldırılan 15 yıl­ lık cezasma dayanak olan belgeleri ele alarak nerdeyse yeni bir yargılama yap­ tı.

Sonuçta tutuklanma tarihlerine göre, ikisinin de önceki sonraki, bağışlanmış bağışlanmamış bütün cezalardan kur­ tuldukları anlaşıldı. Böylece, serbest bı­ rakılmalarına, yüzlerine karşı, oy birli­ ğiyle karar verildi.

Ankara’daki dostları, başta Şevket Sü­ reyya Aydemir olmak üzere, şairliğine inanan aydınlar, onun Halkevi’nde çalış­ masını, Halk şiiriyle ilgilenmesini, Ana­ dolu’yu dolaşmasını istiyorlardı. Ama Nâzım Hikmet bu gibi önerileri benim­ semeyerek İstanbul’da Zekeriya Ser- tel’in çıkardığı “Resimli Ay” dergisinin vazı kadrosuna katıldı.

"Putları Yıkıyoruz"

Bir yandan şiirlerini yayımlıyor, bir yandan da edebiyatın yerleşmiş değerle­ rine karşı sert çıkışlar yapıyordu. “Put­ ları Yıkıyoruz” başlığı altında 1929 or­ talarında başlattığı yazı dizisinde Abdül- hak Hâmit, Mehmet Emin gibi şairlere yönelttiği saldırılar basmdaBüyük yan­ kılar uyandırdı.

Aynı yılın mayıs ajanda yayımlanan 835 Satır adlı kitabı ise büyük bir ilgiy­ le karşılandı. Bunu gene o yıl çıkan Jo- kond ile Si-Ya-U , ertesi yıl çıkan Varan 3; 1+1=1 adlı kitapları izledi.

Temmuz 1930’da “Salkımsöğüt” ile “Bahri Hazer” şürleri şairin kendi sesiy­ le Columbia firmasınca plağa alındı. Yir­ mi günde tükenen bu plağın kahveler, lokantalar gibi halka açık yerlerde çalın­ maya başlandığı görülünce, polisin du­ ruma el koyup bazı uyarılara girişmesi sonucu firma plağın yeni basımlarını yapmaktan vazgeçti.

1 Mayıs 1931 günü bir sivil polisin ge­ tirdiği çağrıyla, ertesi gün Sorgu Yargıç­ lığında sorgulanması yapıldı, içişleri Bakanlığı’nın emri doğrultusunda, ilk beş kitabındaki şiirlerinde “bir zümre­ nin başka zümreler üzerinde hakimiye­ tini temin etmek gayesiyle halkı suça teş­ vik ettiği” savıyla mahkemeye verildi.

6 Mayıs 1931 Çarşamba günü saat 15’te, 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde, Türk Ceza Yasası’nın 311 ile 312. mad­ delerine dayanılarak başlayan mahke­ meye, Nâzım Hikmet koyu renk bir giy­ si, çizgili boyunbağı, elinde fötr şapkay­ la gelmişti. Âz sonra Avukatı irfan Emin Bey de (Kösemihaloğlu) yanında yerini aldı. Küçük mahkeme odası üniversite öğrencileri, genç şairler, şapkalı bayan­ larla tıklım tıklım doluydu.

Sorgulanmasının bir yerinde Nâzım Hikmet şöyle d ed i:

“iddianamede beş altı noktadan suç­ lama var. Bunların başında benim ko­ münist olduğumu ilan etmekliğim suç sayılmaktadır. Evet, ben komünistim, bu muhakkaktır. Komünist şairim ve da­ ha esaslı komünist olmaya çalışıyorum. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu mucibince ben komünist şair olmakla cürüm işle­ miş olmam. Komünistlik bir tarz-ı

te-I

Nâzım Hikmet/

Memet Fuat/ Adam Yayınlan/ 720 s. V M I R A İ

N Â ZIM

HİKMET

Üstüne Yazılar ______ = ____ Nâzım Hikmet Üstüne Yazılar/

Memet Fuat/ Adam Yayınları/ 318 s.

Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim/ Nâ­

zım Hikmet/ Adam Yayınları/ 161 s.

835 Satır/ Nâzım

Hikmet/ Yapı Kre­ di Yayınları/ 239 s.

¿ e ®

lakkidir. Diğer iktisadi ve siyasi meslek­ ler nasıl cürüm değilse, komünist mef- kûresi de cürüm değildir. Benim bir sı­ nıf halkı diğeri aleyhine tahrik ettiğim iddiası söz konusu değildir. ”

Bundan sonra yapıtlarını tek tek ele alıp yazılış amaçlarını açıklayan şair, bir yerde, kendisini Batının emperyalist ül­ kelerinin mahkemeye vermesi gerekti­ ğini, bir yerde de, Türkiye’de ekonomik sıkıntı olduğunu rakamlarla açıklayan Ticaret Odası Dergisi’ne değinerek, hal­ kın durumundan söz etmek suç ise, eko­ nomi bilimini ortadan kaldırmak gerek­ tiğini söyledi.

Sorgulama bitince, Savcı esas hakkın­ da görüşünü bildirerek,

“Müdafaasına nazaran suç için araştı­ rılan kanuni unsur ve şeraiti göremiyo­ ruz, beraatini talep ederim,” dedi.

Avukat irfan Emin Bey ise coşkulu, uzun bir savunma yaptı. Türkiye’nin emperyalizme karşı verdiği savaşa da de­ ğindiği konuşmasını,

“iddia makamının talebine katılarak beraatimizi talep ederiz,” diye bitirdi.

Yargıçlar dosyayı incelemek için on dakika ara vererek içeri çekildiler. Mah­ keme salonunda aklanma kararı bekle­ niyordu. Ama öyle olmadı, duruşma 10

Mayıs 1931 Pazar günü sabahına erte­ lendi.

Kimilerinde kuşku uyandıran bu erte­ leme ilgiyi büsbütün artırmış, pazar sa­ bahı gelen dinleyiciler salona sığmayıp koridora taşmışlardı. Karar oybirliğiyle aklanma olarak okununca, büyük bir al­ kış koptu.

1932’de Nâzını Hikmet’in Benerci Kendini Niçin Öldürdü adlı şiir kitabı basıldığı gibi, 1931-32 sezonunda Kafa­ tası, 1932-33 sezonunda Bir Ölü Evi ad­ lı oyunları da Darülbedayi’de (sonradan İstanbul Şehir Tiyatrosu) sahneye kon­ du.

Benerci Kendini Niçin ÖldürdüP’de Sühulet Kütüpanesi’nce yakında yayım­ lanacağı duyurulan Gece Gelen Telgraf nedense 1933 yılı başında Muallim Ah­ met Halit Kütüphanesi’nce yayımlandı. Kitabın kapağı ile üçüncü sayfasmda 1932 tarihi vardı, ama sondaki beş şiirin altma 1933 tarihi konmuştu. Anlaşılan bu kitap basıma hazırlanırken birtakım tedirginlikler yaşanmıştı.

Gece Gelen Telgraf yayımlandıktan bir süre sonra iki dava açıldı. Birini 5 Mart 1933’te kitabı toplatan İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, “halkı rejim aley­ hine kışkırtmaksan, sırasıyla yazar

Nâ-Nedim Gürsel

Dünya Şairi Nâ­ zım Hikmet/ Ne­

dim Gürsel/ Can Yayınları/379 s.

Romantik Komünist/ Nedim

Gürsel/ Doğan Ya­ yınları/450 s.

zım Hikmete, yavımcı Ahmet Halit’e, basımevi sahibi Ah Beye karşı; öbürünü ise, 9 Mayıs 1933’te, yapıtta yer alan “Hi­ civ Vadisinde Bir Tecrübei Kalemiye” adlı yergide “kendisine ve pederine ha­ karet ettiği” gerekçesiyle Süreyya Paşa, Nâzım Hikmete karşı açmışlardı.

Oysa şair Gece Gelen Telgraf toplan­ dıktan iki hafta kadar sonra, 22 Mart 1933’te, gizli örgüt kurmak, üç kentte, İstanbul, Bursa, Adana’da, duvarlara devrim bildirileri yapıştırarak, kitapçık­ lar dağıtarak komünizm propagandası vapmaktan tutuklanmış, bir süre İstan­ bul’da sorgulanmış, bu arada öbür da­ valarının duruşmalarında bulunmuş, ama arkasından, yargılanmak üzere, 1 Haziran 1933’te, Bursa’va gönderilmiş­ ti.

idam talebiyle başlayan dava 31 Ocak 1934’te 5 yıl hapis kararıyla son buldu. Temyiz bu kararı bozduysa da Bursa Mahkemesi 4 yıla indirerek hapis kara­ rında direndi. Cumhuriyet’in onuncu yı­ lında çıkarılmış olan bağışlama yasasıy­ la bu cezanın 3 yılı indirilince geriye bir yıl kalıyordu. Öysa Nâzım Hikmet bir buçuk yıldır tutukluydu. Böylece 6 ay alacaklı olarak cezaevinden çıkıp İstan­ bul’a geldi.

1930’da tanışıp 1931’de evlenmeye karar verdiği halde kovuşturmalar, tu­ tuklamalar yüzünden buna olanak bula­ madığı Piraye Altmoğlu ile 31 Ocak

1935’te evlendi.

Nâzım daha önce de Sovyeder Birli- ği’nde iki kez evlenmişti: Birincisi ora­ da görevli bir Türk ailesinin kızı olan Nüzhet Hanım ile kısa bir evlilikti, İkin­ cisi ise bir Rus kızı olan Dr. Lena ile memleket hasreti yüzünden sona eren bir evlilik...

Dört kişilik bir aile

Piraye Altınoğlu’nun ise ilk kocasın­ dan iki çocuğu vardı. Bu evlilikle Nâzım Hikmet dört kişilik bir ailenin sorumlu­ luğunu yüklenmiş oluyordu.

Geçimini sağlamak için “Akşam” ga­ zetesinde Orhan Selim takma adıyla fık­ ralar yazmaya başladı. Gene takma ad­ larla gazetelerde tefrika edilmek üzere romanlar yazdı.

Bir yandan da ipek Film Stüdyo- su’nda senaryo yazarlığı, dublaj yönet­ menliği, film yönetmenliği gibi çeşitli iş­ ler yapmaktaydı.

1935’te Taranta Babu’ya Mektuplar adlı şiir kitabını yayımladı, Unutulan Adam adlı oyunu Darülbedayi’de sah­ neye kondu.

Î936’da Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı adlı şiir kitabı ile Al­ man Faşizmi ve Irkçılığı adlı çeviri der­ lemesi yayımlandı.

ikinci Dünya Savaşı öncesinde sağcı ve solcu yazarlar arasındaki gerginlik son haddine varmıştı. Basın organların­ da karşılıklı suçlamalar birbirini izliyor­ du. 1936 sonunda bildiri dağıtmak suç­ lamasıyla on iki kişivle birlikte gene tu­ tuklanan Nâzım Hikmet, 1937 nisanın­ da duruşmaların tutuksuz yapılmasına karar verilmesi üzerine serbest bırakıl­ dı. Bu davadan beraat etmesinden kısa bir süre sonra ise, ipek Sineması’nda resmi giysili bir Harp Okulu öğrencisi-

(4)

nin kendisiyle konuşmaya çalışması üze­ rine, bir provokasyonla karşı karşıya ol­ duğuna kesinlikle inanan şair, Emniyet Birinci Şube’ye telefon ederek : “Yap­ mayın, ben burda çocuklarımın ekmek

E

arası için didinip duruyorum, siz hâlâ enim peşimdesiniz! ” gibi sözler etti.

Aynı öğrenci bir süre sonra evine gel­ di. Birtakım sorular soran bu genci şair ayaküstü verdiği C.H.P. politikasına uy­ gun yanıdarla başından savdı.

17 Ocak 1938 gecesi akrabası olan Ce- lâlettin Ezine’nin evinde otururlarken gelen polislerce tutuklanıp kısa bir süre İstanbul Tevkifhanesi’ncfe bekletildik­ ten sonra, Nâzım Hikmet Ankara’ya Harp Okulu Komutanlığı Askeri Mah- kemesi’ne gönderildi. Kesinlikle beraat edeceğini umduğu bu dava, 29 Mart 1938’ae “askeri kişileri üstlerine karşı isyana teşvik” suçuyla 15 yıl ağır hapse mahkûm edilmesiyle sonuçlandı.

28 Mayıs 1938’de temyiz bu cezayı onayladıktan sonra, Ankara Ceza- evi’nden alınarak İstanbul’da Sultanah­ met Cezaevi’ne getirildi, kısa bir süre sonra da, haziran ayı sonlarına doğru, Donanma Komutanlığı’ndan gelen gö­ revliler onu alıp kelepçeli olarak Köprü Kadıköy iskelesinden bir motorla Ada­ lar açığında bekleyen Erkin gemisine gö­ türdüler. Önce bir ayakyoluna, sonra sintine ambarına kapatıldı.

Bu kez de Donanma Komutanlığı As­ keri Mahkemesinde yargılanacaktı. 10 Ağustos 1938 günü başlayan davada, on dokuz gün sonra, 29 Ağustos 1938’de, “askeri isyana teşvik”ten, 20 yıl ağır hap­ se mahkûm oldu, iki cezası birleştirilin­ ce 35 yıl tutuyordu. Mahkeme bunu çe­ şitli gerekçelerle 28 yıl 4 aya indirerek karara bağladı.

29 Aralık 1938’de, Askeri Yargı­ tay’dan gelen onay, son umutları da bo- şa çıkardı

1 Eylül 1938’de İstanbul Tevkifhane- si’ne, 1940 şubatında Çankırı Ceza­ evi’ne, aynı yıl aralık ayında da Bursa Cezaevi’ne gönderildi.

Bu cezaevlerinde toplam 12 yıl kalan Nâzım Hikmet yayımlama olanağı bu­ lunmadığı halde sürekli olarak şiir yaz­ dı.

Yoksul, acılı kişilerle dostluklar

Cezaevlerinde tanıştığı, Türk halkının güç koşullar altında yaşayan, yoksul, acı­ lı kişileriyle dostluklar kurdu. Dört

Ha-Ç

isaneden; Kuvâyi Milliye; Piraye için azılmış Saat 21-22 Şiirleri; Piraye’ye Rubailer; Memleketimden insan Man­ zaraları; Ferhad ile Şirin; Yusuf ile Me- nofis gibi yapıtlarını bu insanlara oku­ yup eleştirilerini aldı.

ikinci Dünya Savaşı sona erince, 1946 başlarında, siyasal havanın görece yu­ muşadığı düşüncesiyle, suçsuz olduğu­ nu belirterek, yapılan “adlihata”nın dü­ zeltilmesi için, daha önce de birkaç kez yaptığı gibi, Büyük Millet Meclisi’ne bir dilekçe ile başvurduysa da bundan bir sonuç elde edemedi.

1949 ortalarına doğru Ahmet Emin Yalman’ın “Vatan” gazetesinde yazdığı bir dizi yazı ve gazetenin avukatı Meh­ met Ali Sebük’e yaptırdığı on yazıdan oluşan bir inceleme sonucunda, kamu­ oyunda Nâzım Hikmet’in bir “adli ha­ ta” yüzünden cezaevinde olduğu görü­ şü ağırlık kazandı. Ankara’da avukatlar, İstanbul’da aydmlar topluca imzaladık­ ları dilekçelerle cumhurbaşkanına baş­ vurdular. Yurt dışında da sanatçıların, hukukçuların öncülüğü ile benzer giri­ şimler yapıldı. Bu arada Birleşmiş Mil­ letler Örgütü’nün danışma organların­ dan olan Uluslararası Hukukçular Der­ neği 9 Şubat 1950’de Nâzım Hikmet’in serbest bırakılması dileğiyle Büyük Mil­ let Meclisi başkanına, muli savunma ve adalet bakanlarına birer mektup gön­ derdi.

Bütün bu girişimlerden bir sonuç alı­ namadığını gören Nâzım Hikmet 8

Ni-S A Y F A 6

san 1950’de açlık grevine başladı. Kalbinden, karaciğerinden rahatsız olduğu bilindiğinden, Ankara’dan ge­ len emirle, hemen ertesi gün İstanbul’a getirilerek önce Sultanahmet Cezaevi re­ virine, sonra da Cerrahpaşa Hastane- si’ne yatırıldı.

Onun açlık grevi kararı almasını ön- leyemeyince, doğru Ankara’ya gitmiş olan avukatı Mehmet Ali Sebük, ilgililer­ le yaptığı ilk görüşmelerden sonra N â­ zım Hikmet’e bir telgraf çekerek, ser­ best bırakılması için çareler arandığını, iki kez Başbakan Yardımcısı Nihat Erim’le, iki kez Adalet Bakanı Fuat Sir- men’le, üç kez Cezaevleri Genel Müdü­ rü Sakıp Güran’la konuyu ayrıntılarıyla konuştuklarını ertesi gün de Cumhur­ başkanı ismet İnönü’nün kendisini ka­ bul edeceğini, bu durumda açlık grevi­ ni şimdilik ertelemesi gerektiğini bildi­ riyordu.

Nâzım Hikmet bunun üzerine avuka­ tının isteğine uyarak 10 Nisan 1950 sa­ bahı açlık grevini erteledi.

“ Vatan ”daki yazılarıyla orta­ da bir “adli hata” olduğunu açıkça kanıtlamış bulunan Mehmet Ah Sebük, bütün ilgi­ lilerle olduğu gibi, Cumhurbaş­ kanı ismet İnönü ile de çok olumlu geçen bir konuşma yap­ tı.

Artık her şey işin ne yolla çö­ züleceğini beklemeye kalmış gi­ bi görünüyordu.

Nâzım açlık grevini erteleyin­ ce Cerrahpaşa Hastanesi’nde muayeneden geçirilip sağlıklı olduğu saptanarak önce eşya­ larını almak üzere Sultanahmet Cezaevi’ne, oradan da Üsküdar Paşakapısı Cezaevi’ne götürül­ dü.

Ne var ki Cerrahpaşa Hasta­ nesinin verdiği rapor yeterince açık değildi. Şairin sağlık duru­ mu açısından serbest bırakıl­ masına karar verilemiyordu.

On gün kadar bekledikten sonra, Mehmet Ali Sebük, 22 Nisan 1950’de, Adalet Bakan- lığı’na bir dilekçe vererek N â­ zım Hikmet’in serbest bırakılıp

bırakılmayacağını sormak gereğini duy­ du. Ne bekleniyordu?

İstanbul Cumhuriyet Savcılığı Cezaevi doktorunun, Bursa Hastanesi doktorla­ rının, Cerrahpaşa Hastanesi doktorları­ nın verdikleri raporları tutarlı görmeye­ rek Adli Tıp Meclisi’ne göndermişti.

Adli Tıp Meclisi’nden gelen yanıt şöy- leydi:

“Üç ay müddetle bir hastanede teda­ visine devam edilmesi ve bu müddetin sonunda alınacak neticeye göre muame­ le ifası lüzumlu görülmüştür.”

Ama bu rapora bile uyulmuyordu. Günler Üsküdar Paşakapısı Cezaevinde beklemekle geçiyordu. Hiçbir şey yapıl­ dığı yoktu.

2 Mayıs 1950 sabahı Nâzım Hikmet yeniden açlık grevine başladı. Vasisi Avukat irfan Emin Kösemihaloğlu hem ilgililere durumu bildiren bir dilekçe yazdı, hem de Ankara’ya giderek Ada­ let Bakanıyla görüştü.

Şair bu kez ölünceye ya da serbest ka­ lıncaya kadar grevi sürdürmeye

kararhy-soidan sağa: Yusuf Erşahin, Nâzım Hikmet, Lütfü Özkök ve Ilhan Koman 1958'de Camlastan'da... (Dünya Ban? Kongresi)

dı. Günde dört beş bardak su ile bol bol sigara içiyor, ama hiçbir şey yemiyordu, ilk üç sabah cezaevi bahçesinde beden harekederi yapmış, gün boyunca gazete, kitap okumuştu. Dördüncü günden son­ ra ise iyice bitkinleştiği, yataktan çıkmak, konuşmak bile istemediği görüldü.

9 Mayıs 1950 günü cezaevinden am­ bulansla Adli Tıp Müdürlüğü’ne götü­ rüldü. Üç saat süren bir muayene sonu­ cu doktorlar tam teşekküllü bir hastane­ de gözetim altmda kalması gerektiğine karar verdiler. Cerrahpaşa Hastane­ si’nde tek kişilik bir odaya yatırılmak is­ tendi. Ama Nâzım Hikmet’in, “Ben ko­ bay değilim, hakkımın verilmesi için aç­ lık grevi yapıyorum. Greve cezaevinde devam edeceğim,” diye diretmesi üzeri­ ne, hastane yetkilileri bu isteği bir tuta­ nakla saptayıp imzasını aldılar. Gene Üs­ küdar Paşakapısı Cezaevi’ne götürüldü. Bu arada, yurt içinde, yurt dışında, gösteriler, toplantılar birbirini izliyor, bildiriler dağıtılıyor, olaylar yaşanıyor, imzalar toplanıyor, “Nâzım Hikmet” adında iki sayfalık bir gazete çıkarılıyor, ilgililere sürekli mektuplar yazılıyordu.

Açlık grevinin sonuçları

Nâzım Hikmet açlık grevinin on ikin­ ci gününde sekiz kilo kaybetmiş, çok kö­ tü duruma düşmüştü. Hemen Cerrahpa­ şa Hastanesi Cerrahi Kliniğine kaldırı­ larak kendisine serum takıldı. Daha son­ ra da Verem Pavyonu’ndaki tek kişilik bir odaya yatırıldı.

On altıncı güne gelindiğinde, artık ya­ şamının “tıbbi müdahalelerle” uzatıl- makta olduğu söyleniyordu. Bu durum başvuruların yönünü birdenbire değişti­ riverdi.

Bu kez dosdarmdan, sevenlerinden Nâzım Hikmet’e telgraflar, mektuplar yağmaya başladı.

Açlık grevini sürdürüyordu, ama Bü­ yük Millet Meclisi beklenen genel bağış­ lama yasasını görüşmeden tatile girmiş­ ti.

14 Mayıs 1950’de ise yeniden seçim yapılacaktı.

Seçimlerin sonucu alınıp yeni hükü­ met kumlana kadar greve ara vermeliy­ di.

Yüzlerce telgrafm, mektubun yam sı­ ra, topluca imzalanmış ddekçeler de ge­ liyordu.

Nâzım Hikmet 19 Mayıs 1950 Cuma günü saat 17:03 ’te, kendisine gelen mek­ tupları coşkuyla okuyan vasisi Avukat İr­ fan Emin Kösemihaİoğlu’na, açlık grevi­ ne son verdiğini bildirdi.

Çok hırpalanmıştı. Hastanede doktor­ ların yakın denetimi altmda bile sağlığı­ nın düzelmesi oldukça uzun sürdü. Ser­ best bırakıldığı tarihe kadar, iki aya ya­ kın bir süre Cerrahpaşa Hastanesi’nde kaldı.

14 Nisan 1950 seçimlerini kazanan Demokrat Parti’nin çıkardığı bağışlama yasası, Büyük Millet Meclisinde tartışı­ lırken, Nâzım Hikmet’in bağışlanmama­ sı için, çok tatsız, çok üzücü konuşma­ lar yapıldı.

Sonuçta gergin bir ortamda çıkarılan yasa onu doğrudan bağışlamıyor, yalnız­ ca cezasının üçte ikisi indirilenler kapsa­ mına alıyordu. 12 yıl 7 ay vatmıştı. 28 yıl 4 aylık cezasmm geri kalanı bağışlanı­ yordu.

15 Temmuz 1950’de, Cerrahpaşa Has­ tanesi’nde, artık serbest olduğu kendisi­ ne avukatlarınca bildirildi.

Nâzım Hikmet cezaevindeki son iki yılına girerken görüşmeci gelen dayı kı­ zı Münevver Berk’e âşık olmuştu.

Cezaevinden çılanca karısı Piraye’den ayrıldı.

Kadıköy’de, önce annesinin Ceviz- lik’teki evinde, sonra bir apartman katın­ da Münevver Hanımla yaşamaya başla­ dı. Gene ipek Film Stüdyosu’nda çalışı­ yordu.

26 Mart 1951’de, bir oğulları oldu. Adını Mehmet koydular.

m-C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 6 2 2

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu projektör, orta öl- çekli uzay tiyatrolar›nda kullan›ma yöne- lik olarak tasarlanm›fl olsa da, çok daha büyük salonlarda kullan›lan baz› projek- törlerin sahip

Piano piano, bütün sayıların var ol- duğunu, her sayıyı takip eden ancak bir tek sayı ve her sayıdan önce ge- len ancak bir tek sayı olduğunu böylece garanti

Drinking water radioactivity is caused by the presence of natural and technically obtained radionuclides in rivers and lakes and also in underground water sources

Harmeni sâmanda ben tahsili harman itmişim Vakıfî esrarı dehr olmakla ahır ömrümü Fakre sıdtan, cevvi hîçiye Süleyman itmişim Yârı can uğrunda can

birlerini pencereden, kapıdan göre göre birbirlerine gönül verdikten son ra mektuplaşmağa girişmiş, bundan bir müddet sonra daha ötelere gittik leri halde

Tablo 8: "Türk iĢletmeleri yabancı sözcük içeren marka adını dıĢ pazara açılırken tercih etmemelidir." Fikrine Katılma Düzeyi Türk işletmeleri yabancı sözcük içeren

Sabık serasker ve Tophanei âmire müşiri Ali Saip paşanın hafidi ve Sa­ di paşanın ikinci oğlu Osman bey, etrafa bambaşkalık, yepyenilik olsun diye

Bu siyeseti, Birleşmiş Milletler anaya­ sası prensipleri ve bütün Ortadoğu memleketlerinin müşterek menfaat­ leri çerçevesinde mütalea etmek. — Arkası