KULTUR-SANAT
'T *sa-'
Jr S/TGazetemiz mensuplarından ressam A gop A rad’ı yarın toprağa veriyoruz
BabıâU’nin Tarahvalı ressam ı
4 ekim günü
yitirdiğimiz Agop
Arad’m cenazesi, yarın
saat 12.00’de
Gazeteciler Cemiyeti
önüne getirilecek.
Arad’m cenazesi, s a a t.
14.00’te Galatasaray Üç
Horan Ermeni
Kilisesi’nde
düzenlenecek dini
törenden sonra toprağa
verilecek.
RECEP BİLGİNER
Geriye doğru, 46 yıllık bir ar kadaşlığın anıları kaldı sadece. Agop Arad da öteki dostlar gi bi, dönüşü olmayan o sonsuz yolculuğa çıktı.
40 yıl önce “ Vatan” gazete sinde çalışırken arkadaşlarla birlikte, sevgili Agop sanki öl müş gibi tabutu başında topla nır gibi yapar, “ O ölmedi yaşıyor” derdik. O da gözlüğü nün arkasından o sevimli göz leriyle gülerdi. Her türlü şaka dan hoşlandığı için, ölüm gibi yaşamın en büyük dramına bi le bir arkadaş şakası gözüyle ba kardı. Ama ölümden çok kor kardı. Biraz hastalanacak olsa “ Gebereceğim galiba!” derdi.
Bir de silahtan çok korkardı. Gazetedeki arkadaşlar bunu bil dikleri için, sık sık yanında mantar tabancası patlatarak onu korkuturlardı. Boş silahı gördüğünde bile “ Yapmayın! Şeytan doldurur!” derdi. Nite kim, kardeşi Onnik, Kore’de sıhhiye iken tüfeğini temizledi ği sırada kaza kurşunuyla öl müştü. O büyük acısı içinde, bizlere “ Ben şeytan doldurur dememiş miydim?” diye haklı lığını ispatlamaya çalışmıştı.
Arad’ın silah kadar, ölüm ka dar korktuğu başka bir şey da ha vardı: Polis. Elli yıldır en gözde yazarların, şairlerin bir çok kitabının kapaklarını dü zenlediği, portrelerini çizdiği için “ şüpheli kişiler” arasına girmişti.
Dostluklarından gurur duy duğu insanlar Melih Cevdet An- day, Orhan Veli ve Sait Faik idi. “Vatan” gazetesine girdiğimde, yani 1945’te, bana en çok yakın lık gösteren insan o olmuştur. Hatta ilk günlerde, adını bilme diğim için, ona “ Agop” diye seslenmelerine üzülmüş, “Yap mayın, sonra alınır” demiştim. Arad, Türkçeyi o denli düzgün konuşuyordu. Sonra taklidini yapa yapa diksiyonunu bizler bozduk.
TARABYA’NIN KIYILARINDA VE SIRTLARINDA — Agop Arad, Devlet Güzel Sanatlar Akade- misi’nde Nazmi Ziya, İbrahim Çallı ve Leopold Lev/'nin atölyelerinde öğrenim görmüştü. Çok sevdi ği ve uzun yıllar yaşadığı Tarabya’mn kıyılan, sırtlan bir renk cümbüşüyle Arad’ın tablolanna yansımıştı.
Bir keresinde, rahmetli Muh sin Ertuğrul, Nadir Nadi Bey, Agop ve ben Kumkapı’da ünlü Kör Agop’un meyhanesinde birlikte olduğumuzda, O’na ait bir anıyı biraz Ermeni taklidiy le anlatırken Muhsin Bey sözü mü kesmiş, “ Nadir Bey, Re cep’in böyle taklit yaptığına bakmayın, Agop’un Türkçesi böyle değildir” demişti.
Bir gün Sıraselviler’de, Eski şehirli bir avukat arkadaşımızın
kaldığı pansiyona uğramıştık. Yıl 1970. Pansiyoncu madam bizi şüpheyle karşılamış, Arad da onunla Ermenice konuşmuş tu. Sonradan pansiyoncu mada mın söylediği şu: “ Ermeni de sem, bir Ermeni Ermeniceyi böyle bozuk konuşmaz. Türk desem, bir Türk Ermeniceyi böyle konuşmaz...”
Dış dünyası alabildiğine neşe li, alabildiğine canlı olan Agop Arad dostum, iç dünyasında
hüzün doludur. Aydın, ileri dü şünceli, ama birtakım dinsel inanışlara bağlıdır. 1964 yılında, benim “İsyancılar” piyesim Şe hir Tiyatroları’nda oynanacağı sırada, kaç kez “ Recep, gel Eyüp Sultan’a gidelim. Piyesin başardı olması için dua edelim” demiştir.
Bir zamanlar, yani gençlik dönemlerimizde, o Kumkapı’- da, ben Cankurtaran’da oturur ken, hemen her gece
Beyoğlu’-P
o r t r e
a g o p
a r a d
Cumhııriyet’te yirmi yıl
1913 yılında Eskişehir’de dünyaya gelen Agop Arad, Gedikpaşa Saint Assomption Koleji’ni bitirdikten sonra İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdi. Akademi’de Nazmi Ziya, İbrahim Çallı ve Leopold Lévy , atölyelerinde öğrenim gören Arad, daha sonra Paris’te de Frochot Akademisi’nde J.
Metzinger’in öğrencisi oldu. 1940’lı yıllarda Yeniler Grubu’na katılan ve adını Yeniler Grubu’yla birlikte duyuran Agop Arad, aynı zamanda Vatan, Akın, Şehir ve Hakikat-i
Tasvir gazetelerinde gazete ressamı olarak çalıştıktan sonra aynı görevi 27 Mayıs’tan sonra girdiği “Cumhuriyet” gazetesinde de uzun yıllar sürdürdü. Arad, 1955 yılından bu yana da çeşitli kişisel sergiler açtı, karma resim sergilerine katıldı. Yaklaşık 45 kişisel sergi açan Agop Arad, Yeniler Grubu’nun öteki üyelerine oranla daha göz alıcı renkler kullandı. Arad’m yapıtlarında, yoksul insanların yaşamından kesitlerin parlak renklerle yansıtıldığı görülür.
nun meyhanelerinde gece kuşla rı gibiydik. Akşam oldu mu, gü neş çekilip ortalık kararmaya başladı mı, Arad yanıma yak laşırdı:
— Mek kadeh?
— Olmaz. Dün gece hem çok içtik, hem de eve sabaha karşı döndük. .
— Sadece mek kadeh! — Ya ağzımızın kokusu? — Bende “Sen Ben” var, onu alırız, karılarımız anlamaz.
Böylece Arad’la diyalog çe kişmesi başlar ve sonunda Be yoğlu’na çıkmaya karar verir dik. Önce Balıkpazarı’ndaki Lambo! Küçük, herkesin ayak ta, sıkış sıkış birkaç kadeh yu varladığı meyhanedir bu. Son ra ya Galatasaray’daki taverna lardan biri, ya Bomonti’deki İdeal Gazinosu... Evlerimize döndüğümüzde artık Sultanah met Camii minarelerinden ezan sesi gelmektedir.
Arad “ Vatan” , “ Akın” , “Şehir” , “Hakikati Tasvir” ga zetelerinde çalıştıktan sonra “ Cumhuriyet” e girdiğinde hu zura kavuştu diyebilirim. Ken disi de ay başlarında aylığını al dığında “ Cumhuriyet’in parası bereketli” diye hoşnutluğunu bildirirdi.
Gece âlemleri zamanla öğle içkilerine dönüştü. Her seferin de Kumkapı’daki içki soframız da -çoğunlukla Melih Cevdet, Oktay Akbal, Sami Karaören’- le birlikte olurduk - yenilir içi lir, sonunda Arad, Melih Cev det’e döner “ Melih can, fazla şarje değiliz” derdi. Arkasından Kumkapı’daki Sütçü Boris’ten kaymaklı ekmekkadayıfı getir tir, sonra da “ Bende şeker var, kahve sade olsun” derdi.
Tatlı adamdı Agop Arad. Dost canlısı, dost delisiydi. Esp risi boldu. İnsanlığı, insansever- liği boldu. Cömertti, kendi öl çüleri içinde yaşamasını bilirdi. Övüncü, “ Cumhuriyet” te çalı şıyor ve Tarabya’da oturuyor oluşuydu. Uzun yıllar sonra Ta rabya’da oturduğu evden çık mak zorunda kalıp Boyacıköy’e taşındığı zaman çok üzülmüştü.
Tarabya kıyılarının, Tarabya sırtlarının Tarabyalı ressamı, BabIali’nin gerçekten gülü, sev gili Agop Arad’ımız, bu sonsuz yolculukta ne diyelim sana? Ar kandan güle güle mendil salla yanlayız. Biraz acı, biraz gözya şı! Ama şunu yaparız: Seni hep iyilikle anarız ve seninle birlik te gittiğimiz meyhanelerde yine senin sevdiğin dostlarla bulu şup, senin anma birkaç kadeh parlatırız. Bir de, o hayat dolu, renk cümbüşü tablolarına ba kar, duygulanırız...
A rad’ın resimleri sıcak ve sevecen
Agop Arad, resim sergilerinden birini de 1983
yılında Parmakkapı İş Sanat Galerisi’nde
açmıştı. Turhan İlgaz’ın, Arad’m resmini
anlatan bir yazısı o sıralar Milliyet Aktüalite
Eki’nde çıkmıştı.
TURHAN İLGAZ
HEP YALNIZDIRLAR— Agop Arad’m canlı figürleri yalnız baş latmadırlar. Durakta beklerken, balık tutarken, otururken, bir yer lere bakarken hep yalnızdırlar.
Agop Arad ressamdır, ama önce bizim sokağın insanıdır. Yıllardır küçük ve seri adımla rıyla BabIâli’yi arşınladı. Şimdi emekli, ama bugün de onu, “Cumhuriyet”in bulunduğu Türk Ocağı Caddesi’nin köşe sinden, başı önde, elleri cebin de, şişman ve sempatik görünü şüyle kıvnlırken görmek, her za man mümkün. Çünkü BabIâli’ de “iş”ten emekli olunur, ama yokuştan kopulmaz. Marazi bir alışkanlıktır bizim yokuş...
Ne güzel!.. Agop Arad BabI âli’yi sanatımn semtine uğrat mamıştır. Çünkü ne yalan söy lemeli, Babıâli alışkanlığım bes leyen şey, bu yokuşun dedikodu, entrika ve rekabet soluklanan havasıdır. Tıpkı uyuşturucu ip- tilası gibi, bir yandan yadsınan, ama bir yandan da onsuz olu namayan bir tutkudur bu hava yı soluklamak.
Agop Arad’m resimleri, yıl lardır içinde yaşama kavgası ver diği bu atmosferin tam zıddıdır
işte. Babıâli ressamı Agop  rad ’ın tab lo ları, anti- Babıâli’dir.
Önce aydınlıktır bu resimler. Sanatçının benliğinden gelen bir güneşin ışıkları ile yıkanmıştır. Pırıl pırıl gökyüzünde, sımsıcak, mutlu bulutlar topaklanır, bu tablolarda... İnsanlar, çoğu kez tek başlarına, en sade, en gün delik jestleri içinde, görünmeyen güneşin aydınlattığı mekâm dol durmaz, canlandırırlar...
Arad’ın tekniği, ilk bakışta, resmettiği şeyleri -insan, hayvan ya da doğa- “sabitleştiriyormuş” izlenimini verir. Ama bu sabit gibi görünen “obje”lerin, yaşa yan “süje”ler olduğunu fark edersiniz resimlere baktıkça. Bu büyüyü yaratan, hiç kuşkunuz olmasın, o görünmeyen ve güne şin üzerlerine serptiği ışıktır. Resmedilen her figür, bu ışığın altında, uzayan gölgesiyle can lanmaktadır tablolarda...
Bir de bu canlı figürler yalnız başlarınadırlar. Durakta bekler ken, balık tutarken, otururken, bir yerlere bakarken hep yalnız
dırlar. Ama dramatik bir yanı yoktur bu yalnızlıkların. Görün meyen güneşin aydınlığı ve can yoldaşı gölgeleri arkadaşlık eder onlara... Işık ve gölgenin kafa darlığı, sıcak ve parlak renkler le, öylesine belirgindir ki tablo larda, seyredenin dışarıda kal masına imkân yoktur...
Agop Arad son sergisini Par- makkapı’daki İş Bankası Sanat Galerisi’nde açtı. Bu kez, gölge leriyle arkadaş, yalnız insanlar azınlıkta, tabloların çoğunda doğa var. Ve ağaçlarla baharı resmettiği için olacak, yalnızca gölgenin getirdiği farklılık ölçü sünde bozulan o sıcak tekdüze lik yok renklerinde. Aynı ağaç ta yeşilin çeşitli tonlarını görmek ve izlenimcileri anımsatan bir boyama tekniği, alışılmış Agop Arad resminden oldukça farklı yapıtlar karşısında olduğunu he men fark ettiriyor seyirciye. Ama bir bahar dalında çiçekle nen eflatun, göğün ışıltılı mavi liği içinde yüzen pembemsi bu lutlar, altlarındaki imzayı araş- tırtmaksızın, kimin elinden çık tığını söylüyor bu resimlerin. Agop Arad’m sıcak, aydınlık ve sevecen kişiliği yine yansımakta tablolarından. İnsan yine bir Sa it Faik öyküsünün lezzetini du yuyor bu resimlere bakarken.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi