• Sonuç bulunamadı

Türk ocağı hatıraları:4:Ocakta tezyini sanat eserlerimiz arasında

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk ocağı hatıraları:4:Ocakta tezyini sanat eserlerimiz arasında"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

YIL : 1

E<İM 1954

SAYI : 4 [237]

TÜRK YURDU

* TÜRK OCAKLARININ FİKİRLERİNİ NEŞREDER AYLIK MECMUA *

T ürk O c a ğ ı H â tıra la rı : 4

---

-

---

/

2

Ocakta Tezyini Sanat Eserlerimiz

Arasında

Abdülhak Şinasi HİSAR

Türk Ocağı, az zaman sonra, Bayazıt meydanına yakın bu sokak başın­ daki ahşap binadan Cağaloğlunda İran sefarethanesi karşısında ve gene köşe başında kârgir bir konağa taşınmıştı. O Bayazıt meydanına yakın bina­ nın büyük odaları, sofası ve hele bu Cağaloğlu’ndaki kârgir konağın odaları, salonları, sofaları, Ocağın yalnız mâneviyatiyle değil, aynı zamanda her türlü maddiyatiyle de meşgul olan Hamdullah Suphi’nin büyük himmetiyle, yavaş yavaş, yalnız tablolarla kalmayıp millî birçok tezyini sanatlar eşya- siyle de bezenmişti.

Vakaa, o zamanlarda pek aranmıyan bütün bu küçük, kıymetli eşyalara eski evlerimizde daha çok rastlanır, bunlar satılığa çıkarılınca da daha ucuz satılırdı. Bu gibi eşyalara meraklı olanlar daha az, Reşat Fuat Bey gibi koleksiyoncular nadirattandı. Hattâ, antika dükkânları bile pek çoğalma- mıştı. Biz, eskiden biraz o mirasyedilere benzerdik ki -hâlâ da kısmen ben­ zeriz- ecdattan kalma nefis sanat eserlerinin kıymetlerini ve güzelliklerini bilmezler de bunları sandık odalarında, çatı aralarında toz içinde çürütüp evlerinin oturma ve yatma odalarını Beyoğlu dükkânlarının âdi süs eşya- lariyle doldururlar. Tezyini sanatlar sahasında Türk zevkinin kendi kendini kısmen olsun buluşuda, millî güzel sanatlarımızın inkişafı tarihinde, Türk tezyini sanat eşyalarının bugün, az bile olsa, gördükleri rağbette Türk Oca­ ğının hayırlı rolü olmalıydı ve olmuştur.

Bizden her türlü ev eşyaları için, Avrupada olduğu gibi muayyen devir­ lerin muayyen üslûpları yoktur. Fakat tezyini sanatlar eşyasında, eski zamanlara doğru gidildikçe daha kıymet kazanmak üzere, ince bir zevki­ miz vardır. Ecdadımız, evlerini süsliyen bu küçük eşyalarda harikulâde bir zevk ve medeniyet inceliğine erişmişlerdir. Bu gündelik eşyalar, işçilerinin tiryakilikleri, zevkleri ve medeniyetleri sayesinde kıvrak, gün görmüş, kibar oluyor, bunları imal eden işçilerin, sanatkârların tokgözlülükleri, dürüst

(2)

250 TURK YURDU EKİM 1354

ahlâkları, ellerinden eşyalara karışıyor, bunlarda ahlâktan gelme bir üstün­ lük, bir nefaset bulunuyordu. Bunlar, kendilerini meydana getirenlerin daha mütesanit, mutekit, sâfdil, ferah zamanlarda yaşadıklarının da birer vesikası oluyorlardı. İnsanların bir huyu ve âdeti de, hayatlarında kullan­ dıkları, beraber yaşadıkları eşyalara bağlanmak, onlara tabiatlerinden bira­ zını aşılamaktır. Bu itibarla eşyalar daima, biraz, kendilerini kullananların medeniyetini söyler. Bütün bu güzel, eski, küçük eşyalara, bildiğimiz, sevdi­ ğimiz akrabalarımızın huyları sinmiş gibidir. Bunlara, kendilerini sevmiş, beğenmiş, tasvibetmiş, ellemiş olan ninelerimizin, dedelerimizin hamiyet­ leri,meymenetleri sanki sirayet etmiştir. Bu tombul kâseler büyük annele­ rimizin yanaklarına benzer. Bu çeşmibülbüller feraceli, yaşmaklı hanımların zarafetlerini hatırlatır. Bu kâselerin kapaklarındaki kıvrımlar, eski zaman­ ların baş eğmeleri gibi birer müsamaha ve birer tevekküldür. Hâlâ bize bakar gibi muhabbetü, şefkatli bu şekiller, bu renkler, donmuş ve oldukları gibi devam eden bakışlardır. Bütün bu çizgiler bizim tabiatlerimizin ifadeleridir. Bu levhalar bizim vecizelerimizi söyler. Bu eşyaların azametli şekilleri ve mânaları cetlerimizin müşterek vasıflarıdır. Bu tabiî güzellikler tabiî kah­ ramanlıklarımızdır. Yalnız görünüşleri yüzümüze gülen, içimizde bir haz uyandıran dost yüzleri gibi, bu millî renkler ve şekiller karşısında hakika­ ten ferah gönüllü zamanların ferahlığını duyarız, onların manzarası ve huzuru karşısında, bir gönül alıcı söz işitmiş, hatırlanmış, bir iyi muamele, bir şefkat, bir muhabbet görmüş gibi, içimiz bir hoş olur. Bir renk bizi teselli, bir eda teşvik eder. Bu eşyaları seyrederken, dudaklarımızda, gay- rühtiyarî, bir muhabbet, bir tasvip tebessümü belirir. Bu küçücük nefiseler, bu küçücük millî âbidelerin en güzelleri daha o zamandan bir araya getiri­ lip bir millî müzemizin eşyasını teşkil edemezler miydi? Böyle bir millî tezyini sanatlar müzesi millî zevkimizin hiç olmazsa tereddi etmemesine, belki de incelmesine ve yükselmesine yarıyacak, zevkimizin büsbütün âdi- leşip soysuzlaşmasına mâni olacak bir dershane hizmeti görmez miydi? Böy­ le bir müzeden, millî zevkimizden büsbütün ayrılıp uzaklaşmamak, nabzımı­ zı bırakmamak istiyen sanatkârlarımız kıymetli dersler, verimli ilhamlar ala­ mazlar mıydı?

Mademki Türküz, memleketimizde yetişmiş, incelmiş, vatanın suyunda ve havasında gelişmiş bütün bu yerli şeyleri daha iyi duyup anlarız. Madem­ ki milliyetçiyiz, bütün bu millî şeyleri daha çok sevmek bize düşer. Mede­ niyetimizin eskiliğini bilen ve söyliyen millyetçiler, bunun isbat edici nümu- nelerini de göz önüne sermekte, Türk medeniyeti eşyalarını toplamakta, bunlara birer vesika kıymeti verip vesika olarak teşhir etmekte elbette hakhdılar. Türk Ocağında, pek küçük bir bütçe ile, böyle güzel sanatlar eserler bulunmasa, uzun tarihimize rağmen, bir göçebe millet tesiri bıra­ kabilirdik. Avrupanın klâsik medeniyete sahip memleketlerinde, resmî

(3)

dai-EKİM 1954 TÜRK VURDU 251

relerde böyle tarihî hâtıralara yer verilirken, bizdeki yoklukları diğer mil­ letlere menfi bir tesir yapabilirdi. Türk Ocağı bir hars merkezi olduğuna göre, bütün bu eşyalar da onun duvarları arasında en uygun yerlerini bul- müş gibiydiler.

Bütün bu eski, millî ve güzel parçaları Ocağa, Hamdullah Suphi, diğer bütün işleri arasında arayıp bulup birer birer taşırdı. Bu antika eşya zevkini babası Suphi Paşadan tevarüs etmiş olacaktı. Sonraları azaldıkça bir hayli pahalanmış olan bütün bu millî eserleri, tanıdığı antikacılardan, inanılmaz derecede ucuza satın alırdı. Ama ne kadar dikkat, gayret ve zahmetle, ora­ sını Allah bilir! Ve hattâ biz de biraz bilirdik. Gençlerin, gönüllerini dinli- yerek gezinmek istedikleri, tesadüflerden usanmadıkları, bir mahallede rastgelinebilen on çehreyi birden beğendikleri ve bunlardan birkaçına olsun rastlamazlarsa o akşamlarının boş geçmesine üzüldükleri zamanlardı. Bazan genç bir vücut gibi duyulan baharın mavi akşam saatlerinde, kalabalık, çekici caddelerde dolaşmak, o zamanki Tepebaşı veya Taksim bahçelerinde gezinmek isterdik. Hamdullah Suphi de bu hislerimize, bu heveslerimize iştirak etmez değildi.

Fakat, meselâ, Perapalas otelinin karşısından geçtiğimiz bir sırada, o, küçük bir dükkânın camekânında birtakım billûr parçaları görür, derhal, bunların Ocaktaki avizenin kollarından sarkan billûrların eşi olduklarını teşhir eder, bunlar elde edilince avizenin eksiklerinin tamamlanacağını düşünerek, gezinmek hevemizi Ocağın bu istifadesi yanında hiçe sayar, hemen dükkâna girer, burada, «beş dakikalık bir iş» dediği ve o niyetle giriştiği intihap ve alım satım muamelesi, bize bitmez tükenmez görünen bir saat boyunca, olanca isyanımız ve itirazlarımıza rağmen devam eder, antikaciyle birlikte, billûr parçalarını seçerek, ayıklıyarak, sayarak ve pazarlık ederek neticede bunlara hemen yok pahasına sahip olur ve elinde -bizim geçtiğine üzüldüğümüz- akşamın mükâfatı saydığı paketi bir adak gibi tutarak, Ocağa götürür, takdim ederdi. O, böyle zamanlarda saatlerin geçtiğinin hemen hiç farkında olmaz, iptilâsını tatmin eden bir tiryaki saffet ve mâsumiyetiyle gayesinin esiri olmuş, bir nevi mucizeler başarırdı. Halbuki, Türk Ocağının bütçesinde böyle şeyler için bir fasıl da yoktu. Bu billûrlarsa, avizenin kollarından sarkanbillûrların eşiydi! Filhakika böyle olduğunu biz de sonradan görür, dostumuzun bu teferrüata dikkat kabili­ yetine şaşardık. *

Hamdullah Suphi, Ocağa böylece, hemen yok pahasına, küçük fakat hayli kıymetli bir koleksiyon kazandırmıştı. İşgal zamanında yağma ve tah­ rip edilmiş olan bu küçük millî tezyini sanatlar koleksiyonu uğrunda kıy­ metli vakitlerini feda etmekten çekinmemişti. Ocağın bu yolda sarfedl- lebilecek ufak bir tahsisatı dahi bulunmaması tazmin edilmez bir ziyan olmuştur. Zira, Hamdullah Suphi, kim bilir daha ne güzel şeyler bulup

(4)

252 TÜRK YURDU EKİM 1954

keşfedebilecekti. O, bir iki kere, antikacılığımız tarihinde mühim sayıla­ cak böyle keşiflerde de bulunmuştu.

Gene o zamanlardaydı; Yahya Kemal, Hamdullah Suphi’ye bizi pek güldürmüş olan meşhur bir teklifte bulunmuştu: Daha yeni evlenmiş olan Hamdullah Suphi’nin evinin bir odasında misafir olarak bulunurken, bir gece, elinde bir şamdan, Hamdullah Suphi’yi uyandırmış; o da eünde bir mumla sofaya çıkınca, Yahya Kemal: «Size pek mühim ve ciddî bir tekli­ fim var!» diye başhyarak müştereken bir antika dükkân; açmalarını, Ham­ dullah Suphi’nin, iyi tanıdığı bu antikaları toplamasını, kendisinin de, dük­ kânda, bunların kıymetlerini belirterek satmasını teklif etmiş. Hamdullah Suphi, gece yarısı mum ışığında yapılan bu teklife gülmekten kendini ala- mıyarak: «Haydi, bu gece rahatça yatahm da, inşallah yarın, hayırhsiyle, bu- projeyi görüşürüz» diyerek cevap verince de Yahya Kemal: «Buharaıı bir Türk, Yeni Camide pabucunu kaybetse, iki ay onun arkasından koşar­ sınız. Ben size, ikimizi de kurtaracak bir teklifte bulunduğum halde dik­ katle dinlemiyorsunuz!» diye köpürmüş. Filhakika dostumuz bu uğurda kendi menfaatine çalışmış olsaydı bugün belki de bir servet sahibi olmuş bulunurdu.

Ben de bir gün, sakınılması icabeden bilmem hangi bir çeşmibülbül yanında izzetinefsimin kırıldığını duyarak pek aziz dostuma serzenişlerde bulunduğumu hatırlıyorum: «Sizin kalbinizde, Ocağın billûr kapı tokmak­ larına kadar nice rakiblerimiz var! Kımıldansam bunlardan birine çarp­ maktan korkuyorum!» diyordum.

Bilhassa Cağaloğlundaki konağın son zamanlarında bu millî tezyini sanat eşyası hayli çoğalmıştı. Tavanlardan, eski şehrayinleri hatırlatan billûr avizelerin kâseleri, tenasüplü kolları sarkar, camlı dolaplarda eski zaman kadehleri, tabakları, nazlı ve saffetli renkleri ve edalariyle içleri açar, eski Türk çinilerinin renkleri ve zarif motifleri gözlere çarpar, hulâsa bütün bu eski ve millî şeyler etrafa hüviyetlerinin inceliklerinden bir tütsü katar, bir tarih havası yayardı. Sehpalar üstünde, Ocak büyüklerinin resim­ leri bize dostlukla bakar ve duvarlardaki yaldızlı çerçeveler içinde, iyi hat­ tatlar elinden çıkmış mısralar okunurdu: «Rayete meylederiz kamet-i dilcû yerine - Tuğa dil bağlamışız zülf-i semenbû yerine.» Veya: «Bâşımızdan hiç hava-yi zülf-i yâr eksik değil - Mürtefi yerdir, amnçün rûzigâr eksik değil.»

Ocakta, bütün bu tezyini sanat eserlerimiz arasında, bu muhit içinde buluşmalarımızdan, görüşmelerimizden büyük bir haz duyardık. O kadar ki, bir aralık mühim bir hastalığa tutulan Ocaklı Haşim Nahid’in -hastalığın ateşi tesiriyle, arzusunun ifası kabil olup olamıyacağını düşünemiyerek- ölünce, bu Cağaloğlundaki Türk Ocağı binasının bahçesine gömülmesini Hamdullah Suphiye vasiyet etmiş olduğunu duyduğumuz zaman, bu arzu hepimizin rikkatine dokunmuştu.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Ta h a T o ro s Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bunun yanı sıra tıbbi ve aromatik bitkilere ilgi tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çok fazla... Bilim ve Teknik

Askerliğini Ellise Sarayfnda Cumhurbaşkanı François Mitterand'a yemek hazırlayarak yapan Cyrill Laugier ve Gilles Grillot'in aşçı olarak görev yaptığı bistroda Fransız

Güneş, yaklaşık 390 bin ışık yılı genişliğindeki alana yayılacak olan enkaz yığını- nın içinde bulunacak ve beş milyar yıllık birleşme sü- recinin sonunda

Ve onlar Arif beyin âdetini çok iyi bildikleri için hayvanını da alırlar, ilerlerler, uzaklaşırlar, sa­ natkârı kendi kendine bırakır­ lardı. Arif bey

Büyük bir teessürle haber aldığı­ mıza göre büyük Türk vatanseveri Mehmet Sabahattin, yarım asırlık bir mücadele hayatından ve yirmi dört yıldır

[r]

Bu nedenle yabanc› cisim aspirasyonu özel- likle çocuklarda ak›lda tutulmal›, klinik ve rad- yolojik olarak flüphelenildi¤inde bronkoskop yard›m› ile medikal tedavi

Bir ölütn-kalmı savaşı sonunda kurulan yeni Türkiye Dev- leti’nin ilk türküleri onların sazlarında dile gelmiş; okullarda Arapça - Farsça öğretilnıe-