K
ALIN perdelerin ışık
ları, kalın duvarların
sesleri yumuşatıp ya
vaşlattığı bu odada vaktin
nasıl geçtiğini
bilemeden,
bütün bir öğle sonunu tü
kettik.
Daima kalabalıklara doğ
ru, daima ramp ışıkları al
tında konuşmaya alışmış
insanların böyle bir tenha
lıktan ve yalnızlıktan ür
küp ürpermelerini çok se
viyorum. Bu başbaşa kalış
larda oyun başkadır. Pro
vası yapılmamış,
dekoru
kostümleri tertiplenmemiş-
tir. Ama, bir sanatkârı ara
da sırada böyle yakalamak,
içine doğru eğilmek, gön
lünün, zihninin karanlıkla
rını araştırmakta da fayda
ve zevk var.
Benim için Yıldız, hiç
tereddütsüz,
Türkiye’nin
— büyük lâf etmiş olma
mak için böyle diyorum
—en büyük trajediyenidir.
Diğer bütün hususiyet ve
kabiliyetleri ondan sonra
gelir.
İNSAN
YILDIZ
Ama şimdi ben onu, seçilmiş bir, sanatkâr olarak değil, insan ve kadın olarak görmek y e din lemek istiyorum. Bu, güç oluyor. Sahnedeki Yıldız’la insan Yıldız birbirine öylesine karışmış ki, belki de bazen kendisi bile bira lardan aradığım bulamaz.
«— Kadınım» dedi, «Tabiî bir çok zaaflarım var. Bu zaafları mı severim. Meselâ güzel ve za rif giyinmek isterim. Kendime, itina etmek, saçlarıma, ellerime, tırnaklarıma rahatça bakmak, vitrin, vitrin dolaşmak, g ü zel, şeyler seçmek isterim. İsterim., Hakkım değil mi?» Bu, benim bir sualime verilmiş cevaptı. Devam etti: «Ama vaktim olmu yor ki.. Elimi kaptırmışım, kolu mu kurtaramıyorum ki.,» Sonra hemen ilâve etti: «Bu, bir şikâ yet değil, bir hasrettir.» /
«— Daha başka hasretleriniz yok mu£»
«— Olmaz olur mu? Bir tiyat ro binasına sahip olmak. Mülki yetine değil, kirayla. Bu, haya tımızı nasıl değiştirecek bir bil seniz!.»
«— Ben sahneyle ilgili hasret lerinizi sormadım ki...» Yıldız Kenter durdu, düşündü, sustu.
ler konuşuyor. İnsana istedikle rini sessiz sözsüz, anlatabilen bu çok değişik bakışlı gözler şimdi sanki «başka türlü yaşıya- mam» der gibi.
«— Ne zaman dinleneceksi niz?»
«— Çalıştığım zaman dinleni yorum.. Sabah erkenden oku mak, bütün piyesleri okumayı seviyorum, düşünmek, seçmek.. Sonra provalar, sonra tiyatro nun binbir pürüzlü, dallı, saçak lı işi.. Sonra oyun, sonra oyunun akisleri.. Geceleri sırtınızı yata ğa verdiğiniz zaman biraz uyu yabilirseniz ne âlâ. Bu da çok zor oluyor.
Biliyor musunuz, bazen başı mı alıp gitmek, kimsenin, hiç bir meselenin, hiç bir işin ol madığı bir yere gidip kendi ken dimle kalabilmek, Ama imkân yok bur" 1
-ÇALIŞTIĞIM
ZAMAN
“ Çalışlığım
dinleniyorum. Sabah
erkenden okumak vs
yine okumak, işie
benim istirahatim bu„
İmkân olsa da gidebilir mi diye düşündüm. Kendi kendine kalabilecek bir mizaçta olsaydı, bu kalabalıkların önünde işi neydi?
«— Sizce acaba bir tiyatro sa natkârım sahneye iten ve haya tı her gece yüzlerce seyirciyle paylaşarak yaşamaya zorlayan nçUrnlniilr cp'npnı.-r nelerdir?»
Yıldız Kemer’in gözlerini ay rıca bilir misiniz? Çoğu zaman
o sustuğu zaman sanki bu göz Gene sanatkâr çalışmaktan silm iyor.
«— Belki de fazla fazla, dolu dolu yaşamak ihtiyacı... Belki de bir tek insanın hayatını yaşa makla yetinmeyip, bir çok ha yatları yaşamak, kendinde hal letmek, kalabalıkları da beraber yaşatarak çoğalmak... Belki de bir doyumsuzluk, bir tatminsiz lik. Yani kendinde hissettiği ve ya var zannettiği bir noksandan kalabalıklara kaçmak, onlarda tamamlanmak arzusu..»
Ama bakıyorum, Yıldız hanım bütün bunları konuşmaktan de ğil de yaşamaktan hoşlanıyor. Lâfı değiştiriyorum: «Hasretleri nizden, arzularınızdan bahsedi- ' yorduk?»
-«— Bir küçük evim olmalıydı. İddialı, gösterişli şaşaalı bir ev değil. Tertemiz, derli toplu, her eşyasının hakikaten bir fonksi yonu olan, benim olan bir ev. Ama herhalde imkân olmıyacak buna.. Ben evişlerini çok sevi yorum. Kendim yaparsam rahat ediyorum. Şimdi yardımcımla yok. Evi Leylâ ile ben topluyo ruz. Gece oyundan dönünce her Şeyi yerli yerinde bulmanın da bir ayrı keyfi var..
LEYLÂ
BÜYÜDL
«— Sahi, dedim, Leylâ büyü dü...»
«— Evet High School’un ikin ci sınıfında.»
Konuşmamızda Leylâ da var dı. Biz konuşurken anasına ba kışlarım takip ediyordum. Dün yada pek az çocuk annesine öy lesine alıcı gözle, öylesine aç bir sevgiyle bakabilirdi. Belki de o da benim gibi bu kadında her kesin görüp bilemediği ¡o gizli hâzinenin yollarını, sırlarını arı yordu.
Yıldız’dan evvel Türk sahnesin de elbette pek çok şey vardı. Sonra da olacak. Ama bu kadın Türk sahnesine ne getirdi ki bir başka hava esti, bir bilmediği miz boşluk doldu, bir oturmı yan civata 'yerine oturdu?
Sahne tarihimizi yazanlar bir gün bunu araştırmayacak mı?
Evet, Leylâ büyüdü. Yıldız ha mmın şimdi on iki yaşındaki kızı neredeyse boyuna yaklaşıyor.
High School’u bitirecek koleji bitirecek, İngilterede bir kon servatuarda okuyacak, sonra o da tiyatroya gelecek. Ama on üç ya şın aceleciliği ile o, kolej fas lını aradan çıkarmak istiyor. Belli ki bu sık sık yaptıkları bir tartışma. Anne kararlıdırv En iyi
YILDIZ KENTER
şekilde tahsilini yapmadan, ha yır, buna razı değilim, diyor.
«KADIN» 4
YILDIZ
Anne Yıldız elbette kİ kadın Yıldızdan çok daha kolay nüfuz edilebilir, yanaşılabilir gibi. Anne işte, dahası var mı?
Ya «kadın» Yıldız?
Belki de bu genç ve büyük sa natkârın asıl çözüm noktası, asıl mücadelesi burada. i İnsana öyle geliyor ki o, tepe den tırnağa, şırıl sıklam âşık olup, bütün kayıtları geçip sade ce insiyakları ile yaşıyarak şöy le bir boşalamaz, rahatlıyamaz, yetinemez. Hattâ belki de sana tının s im burada. İnsiyaklarının doymuşluğu içinde yayılıp giden insanın duygu antenleri böyle uyanık, böyle tetikte olabilir mi? Bu konuda ne sorsanız Yıldız dan, vakit yok ki böyle şeylere, bilmem ki., gibi ortalama bir ce vap alacağınız muhtemel.
Ancak bir gerçek var ki benim kadın gözlerimden kaçmıyor: O, elini tutup omuz verdiği bir ada mı ayakta tutacak, aydınlıklara çevirecek, başarısına yardımcı olacak çapta.
Kep düşünürüm; meselâ, Yıl- dız’sız bir Müşfik tasavvuru na sıl olur? Bu suali herkesten iyi Müşfik Kenter’in anlıyacağını v bildiğim için rahatça soruyorum. Belki de ikisini birbirinden ayrı hemen de hiç görmediğimiz için bunun tasavvuru biraz zor olu yor.
Kent Oyuncularının kış hazır lıkları başladı. Oyunların çoğu seçilmiş. Yakında bunların taf silâtını sanat sayfalarımızda oku yacaksınız. Böyleöe onun çalış maları araya hiç bir tatil girme den bir sezondan ötekine bağ lanmış oluyor.
Artist, rejisör, hoca, eser se çici, idareci, anne, kadın, abla olarak sayısız iş ve mesuliyet omuzlarına yüklenmiş.
j
«— Hepsi neyse ama diyor, şu pis sanat dedikoduları, peşin hü kümlü sanat münekkidleri, alın gan meslekdaş kaprisleri olma sa.. Tiyatronun her şeyine vakit bulabilir, rahatça, yorulmadan katlanabilirim. Ama işin bu tara fı.. Emin olun beni sadece bu yoruyor. Fakat bundan bile şi kâyetçi olamam, sanat bir bütün dür, ben tiyatroyu bütünü ile sevmiş, benimsemişim.»
Başarısının sırlarından biri de burada olmalı, diyorum...
ü n İ l c i m'w d ir B İ @ e n B m © c ie a ı
ç o i ı ş c a s ı Ic a d ta r B
Taha Toros Arşivi