Cumhuriyet
Sahibi: C u m h u riy c t Matbaacılık ve Gazetecilik Türk Anonim Şirketi adına İÇ Politika: < elal Başlangıç, l)ış Haberler: Krgun Bak», Ekonomi. Cengi« Turban, 1} Sendika Şükran ketenci, Kulıur: < elal i ster, isianbul N a d ir Nadi 0 Genel Yayın Muduru: H a ş a n T e m a l, Müessese Müdürü Haberleri: kemal Kuçuk, l-.gıiım: Gene*» Saylan, Haber Araftırrna: İsmet Bcrkan. Yurt Haberleri: Necdet Doğan, Spor Danışmanı K m ine i ş a k llg il, Yazı İşleri Müdürü: O k a y G ö n e n s in , £ Habeı Merkezi Abdulkadir Yucelman, Dizi Yazılar Kerem Çalışkan, Araştırma Şahin Alpay, Düzeltme Abdullah Yazıcı £ Koordinatör Ahmet KoruKanMüdürü: Yalçın B ayer, Sayfa Düzeni Yönetmeni: AH A c ar 0 temsilciler: # Malı Işleı Erol Er kul 0 ) Muhasebe Bukaı Yener • Bütçe Planlama Sevgi (Hmanbrşcofiiu £ Reklam: Ayşe lorun 0 I k
ANKARA: A h m e t T an , İZMİR: H ik m e t Ç e lin k a y a , ADANA: Ç e tin Y ig e n o ğ lu Yayınlaı Hülya Akyol £ İdare: Hüseyin Garer £ İşletm e Önder Çelik Q Bilgi işlem Nail İnal £ Personel Sevgi Bostanrıoglu
Yuyıtı Kum luBaşkan Nadir Nadi Hawn ve Yuyan:Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik T A Ş. Turk Ocağı Cad. 39/41 Cağaloğlu Okla» Akbal, Yalçın Bayer, Haşan 34334 1st. PK; 246 İstanbul. Tel: 512 05 05 (20 hat). Telex: 22246, Fax: (I) 526 60 72 £ < ratal, Hikmet (, "takaya. Okay BurulurAnkara: Zıya Gokalp Blv. İnkılap S. No: 19/4, Tel: 133 II 41-47, Telex: 42344, Fax: (4) 133 Gönensin, Uğur Mumcu. Ilhan 05 65 % Izmir: H. Ziya Blv. 1352 S. 2/3, Tel: 13 12 30. lelex: 52359, Fax: (51) 19 53 60 Selçuk. Ali slrm rn, Ahmet lan 0 Adana: İnönü Cad. 119 S. No: I Kat 1. Tel: 19 37 52 (4 hat), Telex: 62155, Fax: (7|) |9 25 78
TAKVİM: 24 EYLÜL 1990 İmsak: 4.20 Güneş: 5.46 öğle: 12.01 İkindi: 15.25 Akşam: 18.06 Yatsı: 19.26
A N T İ K A T A L A N I
B atıya açılan ilk Türk
antika kaçakçısı Üzülmez
*
Si
Mal getir,
senden de
alayım’
İ h t iy a r K u r t Fuat Üzülmez’in babası
Faraç, Kapalıçarşı’nın “ihtiyar kurdu”ydu.
Dükkânında en değerli eser ile bitpazarlık
hatta çöp tenekelik bir parça birlikte
dururdu. 11 Şubat 1966’da bir ihbar üzerine
Baba Faraç’ın evinde yapılan aramada aynı
günün sabahı Antalya’dan getirilmiş bazı
eserler bulundu. Kendisi o sırada
yurtdışındaydı. Malı Antalya’dan getiren oğlu
Fuat adliyeye sevk edilmiş, ancak İstanbul 7.
Asliye Ceza Mahkemesi’nin kararıyla
aklanmıştı.
ÖZGEN ACAR
M A N İ S A / İ S T A N - BUL/MÜNtH/NEW YORK
— Magazin gazeteciliği yapsay dım, bu yazıya herhalde şöyle başlamam gerekirdi:
Alman vatandaşlığına giren, Türkiye’nin en önemli antika kaçakçısı Aydıner ve Dere’ler gibi Mardinli Süryani Büyük Fuat, bana kaçakçılık önerdi ve
“ Mal getir, senden de alayım’’
dedi.
Yazıya böyle başladığıma göre biraz ‘magazin’ yapmış ol duk. Şaka bir yana ‘Büyük F uat’ diye bilinen Fuat Üzül- mez’e ben de mal, yani antika götürsem, hiç kuşkum yok ke sinlikle alacaktır. Yeter ki mal gelsin... Malın ardı arkaSı ke silmesin...
Amerikalı bir antikacının de yişiyle ‘Fuat Üzülmez’in elin den hayatı boyunca geçen eski eserlerle İstanbul, A nkara, Efes, İzmir ve Antalya müze lerinin dışında kalan ve Türki ye’deki öteki müzelerden çok daha güzel, dünya çapında bir müze ‘kurulabilirdi.’ Babasının
BUYUK FUAT’ — Avrupa’ya açılan ilk Türk eski eser kaçak çısı Fuat Üzülmez.
dükkânında geçen çocukluğu nu saymazsak son 30 yıl bo yunca ‘Büyük Fuat’ neler gör memiş, neler satmamıştı ki...
Münih’te Maximillian Platz 12 numaralı binanın arka avlu ya bakan 3. katında ‘Artemis’ yazılı kapıyı çaldığımda karşı ma bu kez Fuat Üzülmez biz zat çıktı. Kendisine kim oldu ğumu daha söylemeden, beni tanıdığını, avcıdan ürkmüş cey lan gibi tedirgin oluşundan an ladım.
Daha önce ikisi bir arkada şımla birlikte, biri de yalnız ol mak üzere üç kez galerisine gel miş, bulamamıştım. Ortağı olan Yunana da adımı bırak mak istememiştim.
Ancak o sırada Edip Telli ile görüşmüştüm. Dolayısıyla bir Alman antikacmın deyişiyle
‘Münih Connection’ bu müla
katı çoktan duymuştu. Bu ne denle Fuat Üzülmez de beni gö rür görmez kim olduğumu der hal anlamıştı.
Kapı yarı aralıktı.‘Büyük
Fuat’ diye bilinen Fuat Üzül
mez’in beni içeriye almaya ni yeti yoktu. İster istemez o eliyle kapatacak biçimde kapıyı tu tarken ben de mümkün oldu ğunca kapının geç kapanması nı sağlamak üzere ayağımı da- yamıştım._________________
ce konuştum. Sizinle de...
—Benim konuşacak bir şe yim yok.
—Bu Elmalı Definesi’nin ka çırılması ile ilgili olarak sizinle konuşmam gerekiyor. Lütfen izin verin de gireyim.
—Paşam, bakın ben size bir şey söyleyeyim. Ben her yerden mal alırım. İspanya’dan da alı rım... Bütün dünyadan alıyo
rum. Açıkarttırmalardan alı
yorum. Kim mal getirirse on dan alıyorum. İstersen sen ge tir, senden de alayım.
Fuat Üzülmez, bu noktada önemli bir ilkesini açıklamış oluyordu, öteki meslektaşları gibi eser kaçırmıyordu. Gece lerini cezaevi yerine,‘cirit’ ata rak geçirmek istediği için o mal kaçırmak yerine, kaçırılanı pa zarlamak, yani kendisine geti rileni pazarlamak istiyordu. Pardon, ufak, ancak önemli bir yanlışlık yaptım. “ O ken
disine gelen malın kaçak oldu ğunu nereden bilebilirdi ki?’’
—Fuat Bey, benim ne mal getirmeye niyetim var ne de bu nu konuşmaya geldim. Ben si zinle Elmalı Definesi hakkında konuşmak istiyorum. Bunu bir gazeteciden lütfen esirgemeyin.
—Paşam, size ne dedim? Ben kimden olursa olsun, kim getirirse getirsin, mal alırım. Ben sizin yazdığınız gibi kaçak çı değilim. Ben, bana getirilen mab alır ve satarım. Yeter ki müzeden ya da özel koleksi yondan çalınmamış olsun.
—Ama bu define müzeden, özel koleksiyondan çalınmadı, ama Türkiye’den yasadışı yol lardan çıkarılıp kaçırıldı...
—Bana define falan getirme diler. Ben bilmiyorum.
Görüşme sürerken Büyük Fu at eliyle, ben de ayağımla kapı yı tutuyorduk. Arka avluda bi zi gören Alman komşular her halde bu sahneyi garipsemişler dir.
—Defineyi sattığınız Ameri kalı William Koch ile anlaşma nızın metnini bile açıkladım. İmzanız da var anlaşmada.
—Belki başka bir şey satmı- şızdır. Define olduğu ne ma lum? Böyle bir şey bilmiyorum. Belki defineyi söylediğiniz bu kişilere bizzat siz satmışsmız- dır.
Getir, şeninkini de
alayım
______
Büyük Fuat, söylendiği gibi gerçekten yakışıklıydı. Çapkın olarak tanımyordu. 1941 do ğumluydu, Favorilerinde kır vardı. Saçları dalgalı idi, gali ba biraz da boyalıydı. Bir yan dan yüzünü belleğime yerleştir meye çalışıyor, bir yandan da aramızdaki şu konuşmanın uzamasına çalışıyordum:
—Fuat Bey, bot gazeteci Öz gen Acar. Sizinle şu Elmalı...
—Paşam, sizinle konuşacak hiçbir şeyim yok.
—Biliyorsunuz, Elmalı Defi nesi uluslararası bir olay oldu. Bu konuda sizin de söyleyece ğiniz bir şeyler olmalı.
-—Benim yok.
—Bakın Edip Bey’le
saatler-Bir anlık duraklamamdan yararlanan Üzülmez:
—Paşam, bakın şimdi benim çok işim var. Siz New York’ta oturuyorsunuz. Oraya gelince konuşalım mı?
__ I I I
—Söz.
_m
Ve ayağımı çektiğimde kapı ardımdan kapandı.
1984 yılında Antalya’nın El malı ilçesinde Bayındır köyün de üç kişinin bulduğu 1900 an tik gümüş sikke Amerika’da 3.5 milyon dolara pazarlanmış- tı. Bugünkü değeri Türk hükü metinin açtığı davadan dolayı (0) dolardı, çünkü, kimse bu defineden sikke almak istemi yordu. Defineyi elinde tutanlar da bunu satamıyorlardı. Buna karşılık, Türk hükümeti dava yı kaybedecek olsa definenin toplam müzayede değeri 30 milyar lira olarak tahmin edi liyordu. işte bu defineyi pazar layanlardan biri de Fuat Üzül- mez’di.
Daha önce değindiğimiz gi bi Fuat Üzülmez ile Fuat Ay- dmer’i ayırt edebilmek için Ka- palıçarşı Üzülmez’e ‘Büyük
Fuat’. Aydmer’e de ‘Fuat’ adı
nı takmıştı. Babası Faraç (Fe- som), Kapakçarşı’nın ‘ihtiyar
kurdu’ idi. Dükkânında en de
ğerli eser ile bitpazarlık hatta çöp tenekelik bir parça birlik te dururdu.
Baba Faraç
11 Şubat 1966’da bir ihbar üzerine ‘Baba Faraç’m evinde yapılan aramada aynı günün sabahı Antalya’dan getirilmiş bazı eserler vardı. Kendisi o sı rada yurtdışındaydı. Malı An talya’dan getiren oğlu Fuat ad-
<Arkası 15. Sayfada)
Ferruh Başağa
,
55 yıllık resim yolunun 45 yılını soyut araştırmalarla aldı
Üçgenlerin resimsel dili
“Soyut resim,
çağımıza uygun
düşüyor. Öyle
sanıyorum ki
toplumumuz
2000’lerde soyut resme
tamamen sahip
çıkacak!’
ALPAY KABAÇALI
Üç ay sonra Ankara’da aça cağı serginin konusu, barış. Tu valinde güvercinler... Ama bun ların güvercin olduğunu, ayak larım görünce anlayabiliyorsu nuz. Güvercinlerin başı, gövdesi yerine “ Hacim etkisi veren ya
rı saydam üçgen formlara dayalı geometrik kompozisyonlar” gö
rüyorsunuz. Yıllardır bunları çi zip boyuyor Ferruh Başağa.
Elli beş yıllık resim yolunun kırk beşini soyut resimlerle al mış. “ Tuttuğu yolu izledi” , di yor Ferit Edgü. “ Çünkü tuttu
ğu yol, inandığı yoldu. Eğer bu gün resimleri kapışılmıyorsa, bundan ne göneniyor, ne yeri niyor. Çünkü ‘talep’e göre re sim yapmıyor. Çünkü bir pazar lamacı değil, bir sanatçı o .”
Sekiz yaşındayken annesiyle birlikte Yugoslavya’ya gidiyor. On dört yıl kalıyorlar orada. Orta Teknik Okulu’nda elektro nik mekaniği okuyor. O sıralar başlıyor resme. İstanbul’a gelin ce, Nuri Demirağ’ın Beşiktaş’ taki uçak fabrikasına giriyor.
Resim tutkusu, yolunu Güzel Sanatlar Akademisi’ne düşürü yor. Hocaları Léopold Lévy,
Nazmi Ziya, Zeki Kocamemi.
1940’ta Akademi’yi birincilikle bitiriyor, açılan “ konkur” u da kazanarak A vrupa’ya gitme hakkını elde ediyor. Tam o sı rada İkinci Dünya Savaşı patlak verdiği için, gidemiyor Avrupa’ ya...
Resimle geçinmenin olanağı yok... Basın Yayın Genel Mü- dürlüğü’ne giriyor memur ola rak. Ve askerlik, otuz üç ay... Memurluğu 1949’a, Basın Ya yın Genel M üdürlüğü’nün kal dırılmasına (lağvına) değin
sü-PORTRE
FERRUH BAŞAĞA
Mozaik, vitray, rölyef
BAŞAĞA — “5 liraya resim satmaya çalışırdık.”
1914’te İstanbul’da doğdu.
Yugoslavya’da Orta Teknik Okulu’nu bitirdi. Türkiye’ye gelince bir özel uçak fabrikasında çalışmaya başladı. Öğrenimini Güzel Sanatlar
Akademisi’nde, Lépold Lévy, Zeki Kocamemi ve Hikmet Onat atölyelerinde sürdürdü (1936-40). Akademi’de Yüksek Resim Bölümü açılınca dört yıl da orada öğrenim gördü (1943-47). Basm-Yayın Genel Müdürlüğü’nde memur olarak çalıştı (1940-49). 1941’de Yeniler Grubu içerisinde yer aldı, 1949’dan sonra soyut resme yöneldi. 1946’dan bu yana çok sayıda kişisel sergi açan Ferruh Başağa, ayrıca birçok uluslararası sergiye katıldı. 1985’te Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü’ne değer görüldü. 1952’den sonra mimari yapılar için mozaik, vitray ve rölyefler yaptı. 1971’de Güzel Sanatlar Akademisi’nde vitray ve mozaik atölyelerini kurdu; burada on yıl öğretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra emekliye ayrıldı. rüyor.
ilk kez 1940’ta Halkevleri’nin Ankara’da düzenlediği yarışma lı sergiye katılıyor, flk ödül...
Léopold Lévy’nin öğrencile ri 1941’de Yeniler G rubu’nu oluştururlar. Ayni Arbaş, Nuri
iyem, Fethi Karakaş, Selim Tu ran, Agop Arad, Mümtaz Ye ner, Kemal İncesu, Kemal Sön mezler... O sıralar askerdedir
F erru h B aşağa. D önüşte
“ Yeniler” arasında yer alır,
1943’te açılan ikinci “ Liman
Sergisi” ne katılır. Resim tari
hinde belirli bir aşamanın öncü sü olan bu grup daha sonra da ğılacaktır.
Dört yıl da Akademi’nin ye ni açılan Yüksek Resim Bölü- m ü ’nde öğrenim gören (1943-47) Ferruh Başağa bir noktaya dikkati çekiyor. He men hemen aynı yıllarda edebi yatta da yeni atılımlara tanık o lu n u r. S o n rad an “ 1940 Kuşağı” diye adlandırılacak
genç edebiyatçılar ilk şiirlerini, ilk yazılarını “ Yeniler”in çıkış yaptığı o yıllarda yayımlarlar.
“ Biz edebiyatçılarla iç içey- dik” , diyor Ferruh Başağa. “ Sait Faik, Melih Cevdet, Sa bahattin Kudret, Necati Cuma- lı, Oktay Akbal, Cahit Irgat... Sık sık toplamrdık. Nisuaz’da, başka yerlerde... Servetifü- nun’a, Yenilik dergisine kapak lar yapardım, o sıralar gravür atölyesinde çalışıyordum. Bu gün böyle bir ilgi, ilişki yok. So ruyorum genç ressamlara, bir çoğu ‘yazarları görmüyoruz, tanımıyoruz’ diyorlar.”
A nılar... “ Estetiği ve sanat
tarihini hocamız Ahmet Ham- di Tanpınar’da seve seve öğren dik. Bir soru sorardık; ‘Yarın
saat birde Edirnekapı’daki kah vede toplanıp orada konuşalım’
derdi. Sekiz on kişi toplanıp gi derdik. Oraya, Küilük’e, başka yerlere... Sürekli ilişkideydik hocayla, ölümüne kadar.”
(Tanpmar, 1952’de, öğrencisi
nin resimlerini değerlendirirken
“ Ferruh çok gizli güzelliklerin peşinde. Kendine güçlükler icat ediyor” , diyecek).
Tanpınar, Sabahattin Eyu- boğlu, Mustafa Şekip Tunç, Fikret Adil zaman zaman resim konusunda yazmasalar, sergi lerden söz etmeseler, çok dar bir çevrenin dışında kimsenin habe ri olmayacak resim etkinlikle rinden. Zaten ayda yılda bir ser gi açılıyor. Sergi salonu da yok...
“ Fransız Konsolosluğu salo nunda bir toplu sergi açacaktık. Üç dört resmimi götürmüştüm. Baktım, arkadaşlar gelmemiş ler, salon kapalı. Arka kapıdan girip açtırayım, dedim, resimleri bıraktım. Dönüp geldiğimde resmin biri yoktu. Çalınmış. Önce üzüldüm, sonra sevindim. Resim de çalımyormuş, diye...”
Evet, resmin “para etmediği” dönemdir o dönem. Kimi res samlar yazın İzmir Fuarı’na gi derler; orada panolar,
düzenle-Joan, yuvaya döndü
EDİP EMİL ÖYMEN
Bath’de sahneye çıkıyor
COLLINS—Hanedan’daki Aleksis’ten sonra, şimdi Amanda rolünde...
Londra’nın “Batı Yakası Tiyatroları”, ne olur ne olmaz diye oyunları önce taşrada dener. Ola ki seyirci yumurta atabilir sahneye diye, Joan teyze de önce ılıcasıyla ünlü “Bath”de çıktı sahneye. Yumurta ne demek? Halk, Joan için omlet oldu. Ne de olsa yuvaya dönmüştü Joan. Biraz kafası çalışan her Ingiliz sanatçı gibi o da Hollywood’da yapacağını yapmış, dünyalığını doğrultmuş, 4 evlilik, 3 çocuk, epey paradan sonra şimdi halkının önünde. Bir de boyunu uzatmak için portakal sandığı üzerine çıkabilse ve herkes onu sadece vatkalı omuzlarının hizasından seyredebilse yine...
meler yaparak para kazanmaya çalışırlar.
“ Bir ara beş liraya resim sat maya çalıştık” , diyor Ferruh Başağa, “İstanbul Üniversite
sindeki, Teknik Üniversite’deki (İstanbul’da bu iki üniversite vardı) hocalara, doçentlere, asistanlara bülten gibi bir şey gönderiyorduk. Beş lira verip almazlardı...”
1945’te açtığı ilk kişisel sergi sinde kübizmden etkilenmeler vardır. 1947’de “ soyut araştır
malar” a yönelir. 1949’da Dev
let Resim ve Heykel Sergisinde yer alan üç resminin, sergilenen ilk soyut ürünler olduğunu be lirtiyor Ferruh Başağa. Bunlar beğenilir, devletçe satm alınır...
“ Soyut araştırmalar’Tnı sür dürür; “ hep geometrik arama
lar içerisinde, konstrüktivizm içerisinde” kalır. Arabesk so
yuttan, yani biçimleri yuvarlak kıvrımlarla resmetmekten kaçı nır. Yugoslavya’da öğrenim gördüğü Teknik Okul’un etki leri de vardır geometrik düz çiz gilere yönelm esinde. Non- figüratif (figürsüz resim) içinde biçim arayışları 1980’lerde üç genlere götürür onu.
“ Soyut resimde, resimsel dü zenlemeye ilişkin salt resimsel mantık ön plana çıkıyor” , di
yor. “ Bana göre soyut resim,
çağımıza uygun düşmektedir. Çağımızın dinamizmini, akılcı lığım, geniş görüşlülüğünü sim gelemektedir.” Soyut-somut
tartışmaları üzerine görüşünü açıklarken de şunları söylüyor:
“ Doğada bugüne kadar sanat eserine rastlanmamış. Doğa ye ni bir şey yaratmıyor, kendisini devam ettiriyor. Oysa sanat ese ri yapaydır, insan düşüncesiyle, insan eliyle yapılmıştır. Türki ye’de güzel şeyler yapılıyor. Ama güzel, aynı zamanda este tik değer taşımayabilir, sanat eseri olmayabilir. Bu tartışma uzun yıllar devam edecek. Çün kü toplumumuz daba doğadan yapılmış resimleri bile hazmede miyor. Ama öyle sanıyorum ki 2000’lerde soyut resme tama men sahip çıkılacak.”
LONDRA — Joan Collins, Amanda rolünde... Aman
da aman! Eskiden beri bu Amanda rolünü istermiş. Birinci ve ikinci savaş arasında Ingilizlerin
“yumuşak” oyun yazarı Noel Coward’ın “Özel Hayatlar’Tnda şimdi kendini oynuyor. Şimdiye kadar
olduğu gibi. 56 yaş için cazip bir rol. Teknik sorun; boyu. Televizyonda omuzun üstü kutuda. Altta ne olduğuna bakan yok. Sahnede böyle kurnazlıklar sökmez. Hele az biraz sanatçı da olmak lazım. Joan teyzede ikisi de olmadığından, 90 bin liraya, bir yarı- efsane seyretmeye yazılıyor çekler.
Tiyatronun önünde üç adam boyu fotoğraf. Amanda divana uzanmış, karşısındaki kırantayı keserken, Amanda, ayakta, dibinde ona hayran başka biri. Amanda, elinde uzun ağızhğı ile sigara tüttürürken, Amanda’dan yan bir bakış, Amanda’dan büyük yok.
“Hanedan”da Aleksis, sonunda merdivenden düşüp
ölmüştü. O “Hanedan” ki koca salon dolusu davetlinin üzerine teröristler kurşun yağdırmıştı da kimsenin makyajı bile bozulmamıştı. Aleksis ne badireler atlattı “Hanedan” boyunca, J.Rldan beterdi.
Sue Ellen kadar iyi büzemiyordu dudaklarım, ama
olsun. 80’lerle birlikte “Hanedan” da bitti. Kırılmaz, dökülmez, paslanmaz, kırışmaz plastik Aleksis,
“sanata” terfi etti. Kanlı canlı, kısa boylu, güzel
gözleri ancak yanma gidilirse fark edilen bembeyaz gülüşlü bir genç teyze oldu. Joan teyzeyi yüzü kurtarıyor. Bir de ünü...
Vitray ve mozaik çalışmaları n a bir “hobby” olarak başlıyor. Giderek ilgisi yoğunlaşıyor; bu işi meslek edinmiş birinin, ar dından onunla işbirliği yapan camcının çalışmalarım izliyor. Hatta evlere cam takıyor...
Artık bu alanda profesyonel- leşmiştir. Gerçekleştirdiği moza ik ve vitraylarla, duvar panola rıyla tablolarından sağladığı ka zancı çok daha fazlasını elde ediyor. Bu çalışmalarından baş- Iıcaları şunlar: Açılan yarışma yı kazanarak 1954’te yaptığı Heybeliada Deniz Harbokulu’n- daki Preveze Savaşı adlı 210 metrekarelik m ozaik, İzmir Efes Oteli, Hacettepe Üniversi tesi, Ankara Tıp İhtisas Ensti tüsü ve TBMM’deki mozaikle ri; yine TBMM’deki, Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ndeki, birtakım banka binalarındaki vitrayları; İstanbul Belediye Sa rayındaki freskleri...
Akedemi’de vitray ve moza ik atölyelerini kuran, on yıl öğ retim görevlisi olarak çalışan Ferruh Başağa, seksen dolayın da vitray öğrencisi yetiştiriyor. Bunların birçoğu özel atölyeler kuruyorlar. Buna karşılık mo zaik atölyesi pek ilgi görmü yor...
Bugün kimi galerilerin estetik değeri olmayan resimleri “ lan se ettiklerine” inanıyor Ferruh Başağa: “ Oniann satışları daba
fazla oluyor. Fiyatların yüksel mesinde galerilerin büyük etki
si var. Bir de kendi kendilerine
müze kurmaya çalışan holding lerin, bankalann, kuruluşla rın... Ancak masrafları ve gale rinin aldığı yüzdeyi düşersek, ressama satış fiyatının yüzde otuzu kalıyor.”
Yine de artık resmin ilgi gör mesinden, alınıp satılmasından dolayı mutlu. Sergileri günde bir tek kişinin gezdiği dönemleri görmüş o...
21 ekimde son kez evlere kapanacağız
Postayla nüfus sayımı
Devlet istatistik Enstitüsü Başkanı Prof.
Güvenen, şu anki tahmini nüfusun 56 milyon
800 bin olduğunu söyledi. 2000 yılında sayım
postayla yapılacak.
İZMİR (Cumhuriyet Ege Bü rosu) — Devlet İstatistik Ensti
tüsü Başkam Prof. Orhan Gü
venen, 21 ekimde son kez evlere
kapanarak nüfus sayımının ger çekleştirileceğini belirterek 2000 yılındaki sayımların postayla ya pılacağını söyledi. Sayım için 530 bin saymanın görevlendiril diğine de değinen Prof. Güve nen, “Yaklaşık 50 milyar lira
harcandı. Bu sayım, 2000 yılın da yapacağımız sayımın temeli ni oluşturduğu için önemlidir”
dedi.
Bu sistemle birlikte her yıl nü fus tahlilleri ve tahminleri yapa caklarına dikkat çeken Prof. Güvenen, şu anki tahmini nüfu sun 56 milyon 800 bin olduğu
nu söyledi. Prof. Dr. Güvenen,
“Nüfus sayımlarının belirli bir hata payı vardır. Amacımız 21 ekim nüfus sayımının en etkin biçimde geçmesini sağlamak ve minimum hata yapmaktır. Son kez evlere kapanarak yapılacak olan bu sayım, 10 yıl sonraki posta ile sayımın temelini oluş turacağı için de oldukça önem lidir” diye konuştu.
Hataların az olması için üni versite mezunu ya da öğrencile re çalışma imkânı sağladıkları nı da dile getiren Güvenen, 530 bin kişinin sayımda görevli ola rak çalışacağını bildirdi. Bunun önemli ve büyük bir rakam ol duğunu da ifade eden Prof. Gü venen şöyle konuştu:
“Bizim için önemli olan hata payının düşük olması. Sayım memurlarımızın bu olayı hata sız, en etkin şekilde yapmaları gerekmektedir. Bizim çabamız da bu etkin görevi yaparak olan ları bulmaktır. Bunun yanında nüfus sayımında halkımızın da duyarlı olmasını istiyoruz. Ra kamlar, ülkemizin yönetimi, bi limsel çalışmalar için gereklidir. Ne eksik ne fazla. Doğru olan sayılar verilsin. Böylece en doğ ru rakamları elde edelim.”
D lE ’nin 1993 yılı sonunda dünyanın en iyi 10 istatistik ens titüsü arasına girmesi için çalış tıklarını da vurgulayan Prof. Orhan Güvenen, “DlE’nin ama
cı, istatistik altyapısında giderek minimum hatalarla ülke ekono misinde, gelişmesinde ve gelece ğinde yeri olan rakamları üret mek ve ilgililer ile bilime teslim etmektir” dedi.
>
M rrt
ÇOCUK ZİRVESİT üp bebekten
sonra tüp tay
■ ANKARA (ANKA) — Fransa’daki Tarım Araştırmaları Ulusal Enstitüsü’nden bir araştırmacı topluluğu dünyada ilk kez at türünde tüpte döllenmeyigerçekleştirdi. Tüp bebeklerdeki döllenme tekniğine benzer olan bu teknikle bir attan alınan spermalar birtakım fiziksel ve kimyasal işlemlerden geçirilerek döllenme sağlanıyor. Döllenmeden iki gün sonra embriyon, yine lokal anesteziyle kısrağın vücuduna yerleştiriliyor. Tüp tay denemesinin, yarış atlarının üretilmesinde yeni bir olanak sağlayacağı ve yeni embriyondan birbirinin benzeri birçok tayın üretilmesine yol açacağı belirtildi.
İzmit’te
kirliliğe önlem
■ İZMİT (Cumhuriyet) —
Kocaeli Valiliği yaptığı açıklamada, halkın ve belediyelerin hava kirliliğinin önlenmesi konusunda II Hıfzıssıhha Kurulu’nca alman kararlara uymalarını istedi. Kocaeli Belediyeler Birliği’nin Güney Afrika’dan getireceği ithal kömür dışında Hınçbilek, Seyitömer ve Çan kömürlerinin kullanılabileceği belirtilen açıklamada, özellikle İstanbul ve çevresinden getirilen kömürlerin yakılmaması bildirildi. Gerektiğinde bacalara sulu filtre takılmasının uygun olacağı da kaydedilen valilik açıklamasında, halk ve belediyeler tarafından önerilen hususlara özen gösterilmesi istendi.
Akdeniz için
bir şans
■ İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) — “Akdeniz için
bir şans” adlı gençlik forumu yarın İzmir’de başlıyor. Birleşmiş Milletler Çevre Programı Desteği ile YES (Çevre Hizmetindeki Gençler) adlı uluslararası çevre örgütü tarafından gerçekleştirilen forum beş gün sürecek. Çeşitli Akdeniz ülkelerinden yaşları 18-25 arasında değişen genç çevrecilerin katılacağı forumda Akdeniz’in kurtarılması ve çeşitli çevre sorunları tartışılacak. Genç çevreciler konuyla ilgili uzmanlardan bilgi alacaklar.
Şelaleler
darphane gibi
■ MANAVGAT (AA) —
Antalya’nın ünlü Manavgat Şelalesi’ni ziyaret eden yerli ve yabancı turistlerden bu sezon, 250 milyon lira dolayında gelir sağlandığı bildirildi. Manavgat ilçesinin 3 kilometre kuzeyindeki şelaleye, seyahat acenteleri tarafından günlük turlar düzenleniyor. Daha çok yabancı turistlerin ilgi gösterdiği Manavgat Şelalesi’ni, günde yaklaşık 3 bin 500 kişi ziyaret ediyor.
Enez, turizm e
açıldı _____
■ KEŞAN (Cumhuriyet) — Yunanistan ile
aramızdaki sının oluşturan Meriç Nehri’nin kıyısında bulunan tarihi Enez kentinde uygulanan “yasak bölge statüsü” gevşetildi. Yasak bölge olması nedeniyle turistlerin giremediği Enez’de, yasağın ekonomik ve sosyal zararlarını gündeme getiren yerel yöneticilerin
girişimleri, olumlu sonuç verdi. Edirne Valisi Ünal Erkan bu konuda bir açıklama yaparak “Enez’in bundan böyle iç ve dış turizme açıldığını sevinçle müjdeliyorum.
Denetimimizde, askeri yasak koşulu aynen kalmak üzere Enez, içeriden ve dışarıdan gelecek turistlere açıldı” dedi.
\at
kiralayanlar
■ MUĞLA (AA) — Muğla’nın turistik ilçelerinde 1990 turizm sezonunda yabancı turistlerce kiralanan yat sayısında, geçen yıla göre yüzde 40 oranında artış kaydedildiği bildirildi. Muğla Ttırizm İlMüdürlüğü yetkililerinden edinilen bilgiye göre 1990 turizm sezonunda Muğla ve yöresinde 2 bin dolayında yat kiralandı. Geçen yılın aynı döneminde ise kiralanan yat sayısı bin 512 olarak gerçekleşmişti.
i
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi