• Sonuç bulunamadı

Üçgenlerin resimsel dili:Ferruh Başağa, 55 yıllık resim yolunun 45 yılını soyut araştırmalarla aldı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Üçgenlerin resimsel dili:Ferruh Başağa, 55 yıllık resim yolunun 45 yılını soyut araştırmalarla aldı"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Cumhuriyet

Sahibi: C u m h u riy c t Matbaacılık ve Gazetecilik Türk Anonim Şirketi adına İÇ Politika: < elal Başlangıç, l)ış Haberler: Krgun Bak», Ekonomi. Cengi« Turban, 1} Sendika Şükran ketenci, Kulıur: < elal i ster, isianbul N a d ir Nadi 0 Genel Yayın Muduru: H a ş a n T e m a l, Müessese Müdürü Haberleri: kemal Kuçuk, l-.gıiım: Gene*» Saylan, Haber Araftırrna: İsmet Bcrkan. Yurt Haberleri: Necdet Doğan, Spor Danışmanı K m ine i ş a k llg il, Yazı İşleri Müdürü: O k a y G ö n e n s in , £ Habeı Merkezi Abdulkadir Yucelman, Dizi Yazılar Kerem Çalışkan, Araştırma Şahin Alpay, Düzeltme Abdullah Yazıcı £ Koordinatör Ahmet KoruKan

Müdürü: Yalçın B ayer, Sayfa Düzeni Yönetmeni: AH A c ar 0 temsilciler: # Malı Işleı Erol Er kul 0 ) Muhasebe Bukaı Yener • Bütçe Planlama Sevgi (Hmanbrşcofiiu £ Reklam: Ayşe lorun 0 I k

ANKARA: A h m e t T an , İZMİR: H ik m e t Ç e lin k a y a , ADANA: Ç e tin Y ig e n o ğ lu Yayınlaı Hülya Akyol £ İdare: Hüseyin Garer £ İşletm e Önder Çelik Q Bilgi işlem Nail İnal £ Personel Sevgi Bostanrıoglu

Yuyıtı Kum luBaşkan Nadir Nadi Hawn ve Yuyan:Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik T A Ş. Turk Ocağı Cad. 39/41 Cağaloğlu Okla» Akbal, Yalçın Bayer, Haşan 34334 1st. PK; 246 İstanbul. Tel: 512 05 05 (20 hat). Telex: 22246, Fax: (I) 526 60 72 £ < ratal, Hikmet (, "takaya. Okay BurulurAnkara: Zıya Gokalp Blv. İnkılap S. No: 19/4, Tel: 133 II 41-47, Telex: 42344, Fax: (4) 133 Gönensin, Uğur Mumcu. Ilhan 05 65 % Izmir: H. Ziya Blv. 1352 S. 2/3, Tel: 13 12 30. lelex: 52359, Fax: (51) 19 53 60 Selçuk. Ali slrm rn, Ahmet lan 0 Adana: İnönü Cad. 119 S. No: I Kat 1. Tel: 19 37 52 (4 hat), Telex: 62155, Fax: (7|) |9 25 78

TAKVİM: 24 EYLÜL 1990 İmsak: 4.20 Güneş: 5.46 öğle: 12.01 İkindi: 15.25 Akşam: 18.06 Yatsı: 19.26

A N T İ K A T A L A N I

B atıya açılan ilk Türk

antika kaçakçısı Üzülmez

*

Si

Mal getir,

senden de

alayım’

İ h t iy a r K u r t Fuat Üzülmez’in babası

Faraç, Kapalıçarşı’nın “ihtiyar kurdu”ydu.

Dükkânında en değerli eser ile bitpazarlık

hatta çöp tenekelik bir parça birlikte

dururdu. 11 Şubat 1966’da bir ihbar üzerine

Baba Faraç’ın evinde yapılan aramada aynı

günün sabahı Antalya’dan getirilmiş bazı

eserler bulundu. Kendisi o sırada

yurtdışındaydı. Malı Antalya’dan getiren oğlu

Fuat adliyeye sevk edilmiş, ancak İstanbul 7.

Asliye Ceza Mahkemesi’nin kararıyla

aklanmıştı.

ÖZGEN ACAR

M A N İ S A / İ S T A N - BUL/MÜNtH/NEW YORK

— Magazin gazeteciliği yapsay­ dım, bu yazıya herhalde şöyle başlamam gerekirdi:

Alman vatandaşlığına giren, Türkiye’nin en önemli antika kaçakçısı Aydıner ve Dere’ler gibi Mardinli Süryani Büyük Fuat, bana kaçakçılık önerdi ve

“ Mal getir, senden de alayım’’

dedi.

Yazıya böyle başladığıma göre biraz ‘magazin’ yapmış ol­ duk. Şaka bir yana ‘Büyük F uat’ diye bilinen Fuat Üzül- mez’e ben de mal, yani antika götürsem, hiç kuşkum yok ke­ sinlikle alacaktır. Yeter ki mal gelsin... Malın ardı arkaSı ke­ silmesin...

Amerikalı bir antikacının de­ yişiyle ‘Fuat Üzülmez’in elin­ den hayatı boyunca geçen eski eserlerle İstanbul, A nkara, Efes, İzmir ve Antalya müze­ lerinin dışında kalan ve Türki­ ye’deki öteki müzelerden çok daha güzel, dünya çapında bir müze ‘kurulabilirdi.’ Babasının

BUYUK FUAT’ — Avrupa’ya açılan ilk Türk eski eser kaçak­ çısı Fuat Üzülmez.

dükkânında geçen çocukluğu­ nu saymazsak son 30 yıl bo­ yunca ‘Büyük Fuat’ neler gör­ memiş, neler satmamıştı ki...

Münih’te Maximillian Platz 12 numaralı binanın arka avlu­ ya bakan 3. katında ‘Artemis’ yazılı kapıyı çaldığımda karşı­ ma bu kez Fuat Üzülmez biz­ zat çıktı. Kendisine kim oldu­ ğumu daha söylemeden, beni tanıdığını, avcıdan ürkmüş cey­ lan gibi tedirgin oluşundan an­ ladım.

Daha önce ikisi bir arkada­ şımla birlikte, biri de yalnız ol­ mak üzere üç kez galerisine gel­ miş, bulamamıştım. Ortağı olan Yunana da adımı bırak­ mak istememiştim.

Ancak o sırada Edip Telli ile görüşmüştüm. Dolayısıyla bir Alman antikacmın deyişiyle

‘Münih Connection’ bu müla­

katı çoktan duymuştu. Bu ne­ denle Fuat Üzülmez de beni gö­ rür görmez kim olduğumu der­ hal anlamıştı.

Kapı yarı aralıktı.‘Büyük

Fuat’ diye bilinen Fuat Üzül­

mez’in beni içeriye almaya ni­ yeti yoktu. İster istemez o eliyle kapatacak biçimde kapıyı tu­ tarken ben de mümkün oldu­ ğunca kapının geç kapanması­ nı sağlamak üzere ayağımı da- yamıştım._________________

ce konuştum. Sizinle de...

—Benim konuşacak bir şe­ yim yok.

—Bu Elmalı Definesi’nin ka­ çırılması ile ilgili olarak sizinle konuşmam gerekiyor. Lütfen izin verin de gireyim.

—Paşam, bakın ben size bir şey söyleyeyim. Ben her yerden mal alırım. İspanya’dan da alı­ rım... Bütün dünyadan alıyo­

rum. Açıkarttırmalardan alı­

yorum. Kim mal getirirse on­ dan alıyorum. İstersen sen ge­ tir, senden de alayım.

Fuat Üzülmez, bu noktada önemli bir ilkesini açıklamış oluyordu, öteki meslektaşları gibi eser kaçırmıyordu. Gece­ lerini cezaevi yerine,‘cirit’ ata­ rak geçirmek istediği için o mal kaçırmak yerine, kaçırılanı pa­ zarlamak, yani kendisine geti­ rileni pazarlamak istiyordu. Pardon, ufak, ancak önemli bir yanlışlık yaptım. “ O ken­

disine gelen malın kaçak oldu­ ğunu nereden bilebilirdi ki?’’

—Fuat Bey, benim ne mal getirmeye niyetim var ne de bu­ nu konuşmaya geldim. Ben si­ zinle Elmalı Definesi hakkında konuşmak istiyorum. Bunu bir gazeteciden lütfen esirgemeyin.

—Paşam, size ne dedim? Ben kimden olursa olsun, kim getirirse getirsin, mal alırım. Ben sizin yazdığınız gibi kaçak­ çı değilim. Ben, bana getirilen mab alır ve satarım. Yeter ki müzeden ya da özel koleksi­ yondan çalınmamış olsun.

—Ama bu define müzeden, özel koleksiyondan çalınmadı, ama Türkiye’den yasadışı yol­ lardan çıkarılıp kaçırıldı...

—Bana define falan getirme­ diler. Ben bilmiyorum.

Görüşme sürerken Büyük Fu­ at eliyle, ben de ayağımla kapı­ yı tutuyorduk. Arka avluda bi­ zi gören Alman komşular her­ halde bu sahneyi garipsemişler­ dir.

—Defineyi sattığınız Ameri­ kalı William Koch ile anlaşma­ nızın metnini bile açıkladım. İmzanız da var anlaşmada.

—Belki başka bir şey satmı- şızdır. Define olduğu ne ma­ lum? Böyle bir şey bilmiyorum. Belki defineyi söylediğiniz bu kişilere bizzat siz satmışsmız- dır.

Getir, şeninkini de

alayım

______

Büyük Fuat, söylendiği gibi gerçekten yakışıklıydı. Çapkın olarak tanımyordu. 1941 do­ ğumluydu, Favorilerinde kır vardı. Saçları dalgalı idi, gali­ ba biraz da boyalıydı. Bir yan­ dan yüzünü belleğime yerleştir­ meye çalışıyor, bir yandan da aramızdaki şu konuşmanın uzamasına çalışıyordum:

—Fuat Bey, bot gazeteci Öz­ gen Acar. Sizinle şu Elmalı...

—Paşam, sizinle konuşacak hiçbir şeyim yok.

—Biliyorsunuz, Elmalı Defi­ nesi uluslararası bir olay oldu. Bu konuda sizin de söyleyece­ ğiniz bir şeyler olmalı.

-—Benim yok.

—Bakın Edip Bey’le

saatler-Bir anlık duraklamamdan yararlanan Üzülmez:

—Paşam, bakın şimdi benim çok işim var. Siz New York’ta oturuyorsunuz. Oraya gelince konuşalım mı?

__ I I I

—Söz.

_m

Ve ayağımı çektiğimde kapı ardımdan kapandı.

1984 yılında Antalya’nın El­ malı ilçesinde Bayındır köyün­ de üç kişinin bulduğu 1900 an­ tik gümüş sikke Amerika’da 3.5 milyon dolara pazarlanmış- tı. Bugünkü değeri Türk hükü­ metinin açtığı davadan dolayı (0) dolardı, çünkü, kimse bu defineden sikke almak istemi­ yordu. Defineyi elinde tutanlar da bunu satamıyorlardı. Buna karşılık, Türk hükümeti dava­ yı kaybedecek olsa definenin toplam müzayede değeri 30 milyar lira olarak tahmin edi­ liyordu. işte bu defineyi pazar­ layanlardan biri de Fuat Üzül- mez’di.

Daha önce değindiğimiz gi­ bi Fuat Üzülmez ile Fuat Ay- dmer’i ayırt edebilmek için Ka- palıçarşı Üzülmez’e ‘Büyük

Fuat’. Aydmer’e de ‘Fuat’ adı­

nı takmıştı. Babası Faraç (Fe- som), Kapakçarşı’nın ‘ihtiyar

kurdu’ idi. Dükkânında en de­

ğerli eser ile bitpazarlık hatta çöp tenekelik bir parça birlik­ te dururdu.

Baba Faraç

11 Şubat 1966’da bir ihbar üzerine ‘Baba Faraç’m evinde yapılan aramada aynı günün sabahı Antalya’dan getirilmiş bazı eserler vardı. Kendisi o sı­ rada yurtdışındaydı. Malı An­ talya’dan getiren oğlu Fuat ad-

<Arkası 15. Sayfada)

Ferruh Başağa

,

55 yıllık resim yolunun 45 yılını soyut araştırmalarla aldı

Üçgenlerin resimsel dili

“Soyut resim,

çağımıza uygun

düşüyor. Öyle

sanıyorum ki

toplumumuz

2000’lerde soyut resme

tamamen sahip

çıkacak!’

ALPAY KABAÇALI

Üç ay sonra Ankara’da aça­ cağı serginin konusu, barış. Tu­ valinde güvercinler... Ama bun­ ların güvercin olduğunu, ayak­ larım görünce anlayabiliyorsu­ nuz. Güvercinlerin başı, gövdesi yerine “ Hacim etkisi veren ya­

rı saydam üçgen formlara dayalı geometrik kompozisyonlar” gö­

rüyorsunuz. Yıllardır bunları çi­ zip boyuyor Ferruh Başağa.

Elli beş yıllık resim yolunun kırk beşini soyut resimlerle al­ mış. “ Tuttuğu yolu izledi” , di­ yor Ferit Edgü. “ Çünkü tuttu­

ğu yol, inandığı yoldu. Eğer bu­ gün resimleri kapışılmıyorsa, bundan ne göneniyor, ne yeri­ niyor. Çünkü ‘talep’e göre re­ sim yapmıyor. Çünkü bir pazar­ lamacı değil, bir sanatçı o .”

Sekiz yaşındayken annesiyle birlikte Yugoslavya’ya gidiyor. On dört yıl kalıyorlar orada. Orta Teknik Okulu’nda elektro­ nik mekaniği okuyor. O sıralar başlıyor resme. İstanbul’a gelin­ ce, Nuri Demirağ’ın Beşiktaş’­ taki uçak fabrikasına giriyor.

Resim tutkusu, yolunu Güzel Sanatlar Akademisi’ne düşürü­ yor. Hocaları Léopold Lévy,

Nazmi Ziya, Zeki Kocamemi.

1940’ta Akademi’yi birincilikle bitiriyor, açılan “ konkur” u da kazanarak A vrupa’ya gitme hakkını elde ediyor. Tam o sı­ rada İkinci Dünya Savaşı patlak verdiği için, gidemiyor Avrupa’­ ya...

Resimle geçinmenin olanağı yok... Basın Yayın Genel Mü- dürlüğü’ne giriyor memur ola­ rak. Ve askerlik, otuz üç ay... Memurluğu 1949’a, Basın Ya­ yın Genel M üdürlüğü’nün kal­ dırılmasına (lağvına) değin

sü-PORTRE

FERRUH BAŞAĞA

Mozaik, vitray, rölyef

BAŞAĞA — “5 liraya resim satmaya çalışırdık.”

1914’te İstanbul’da doğdu.

Yugoslavya’da Orta Teknik Okulu’nu bitirdi. Türkiye’ye gelince bir özel uçak fabrikasında çalışmaya başladı. Öğrenimini Güzel Sanatlar

Akademisi’nde, Lépold Lévy, Zeki Kocamemi ve Hikmet Onat atölyelerinde sürdürdü (1936-40). Akademi’de Yüksek Resim Bölümü açılınca dört yıl da orada öğrenim gördü (1943-47). Basm-Yayın Genel Müdürlüğü’nde memur olarak çalıştı (1940-49). 1941’de Yeniler Grubu içerisinde yer aldı, 1949’dan sonra soyut resme yöneldi. 1946’dan bu yana çok sayıda kişisel sergi açan Ferruh Başağa, ayrıca birçok uluslararası sergiye katıldı. 1985’te Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü’ne değer görüldü. 1952’den sonra mimari yapılar için mozaik, vitray ve rölyefler yaptı. 1971’de Güzel Sanatlar Akademisi’nde vitray ve mozaik atölyelerini kurdu; burada on yıl öğretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra emekliye ayrıldı. rüyor.

ilk kez 1940’ta Halkevleri’nin Ankara’da düzenlediği yarışma­ lı sergiye katılıyor, flk ödül...

Léopold Lévy’nin öğrencile­ ri 1941’de Yeniler G rubu’nu oluştururlar. Ayni Arbaş, Nuri

iyem, Fethi Karakaş, Selim Tu­ ran, Agop Arad, Mümtaz Ye­ ner, Kemal İncesu, Kemal Sön­ mezler... O sıralar askerdedir

F erru h B aşağa. D önüşte

“ Yeniler” arasında yer alır,

1943’te açılan ikinci “ Liman

Sergisi” ne katılır. Resim tari­

hinde belirli bir aşamanın öncü­ sü olan bu grup daha sonra da­ ğılacaktır.

Dört yıl da Akademi’nin ye­ ni açılan Yüksek Resim Bölü- m ü ’nde öğrenim gören (1943-47) Ferruh Başağa bir noktaya dikkati çekiyor. He­ men hemen aynı yıllarda edebi­ yatta da yeni atılımlara tanık o lu n u r. S o n rad an “ 1940 Kuşağı” diye adlandırılacak

genç edebiyatçılar ilk şiirlerini, ilk yazılarını “ Yeniler”in çıkış yaptığı o yıllarda yayımlarlar.

“ Biz edebiyatçılarla iç içey- dik” , diyor Ferruh Başağa. “ Sait Faik, Melih Cevdet, Sa­ bahattin Kudret, Necati Cuma- lı, Oktay Akbal, Cahit Irgat... Sık sık toplamrdık. Nisuaz’da, başka yerlerde... Servetifü- nun’a, Yenilik dergisine kapak­ lar yapardım, o sıralar gravür atölyesinde çalışıyordum. Bu­ gün böyle bir ilgi, ilişki yok. So­ ruyorum genç ressamlara, bir­ çoğu ‘yazarları görmüyoruz, tanımıyoruz’ diyorlar.”

A nılar... “ Estetiği ve sanat

tarihini hocamız Ahmet Ham- di Tanpınar’da seve seve öğren­ dik. Bir soru sorardık; ‘Yarın

saat birde Edirnekapı’daki kah­ vede toplanıp orada konuşalım’

derdi. Sekiz on kişi toplanıp gi­ derdik. Oraya, Küilük’e, başka yerlere... Sürekli ilişkideydik hocayla, ölümüne kadar.”

(Tanpmar, 1952’de, öğrencisi­

nin resimlerini değerlendirirken

“ Ferruh çok gizli güzelliklerin peşinde. Kendine güçlükler icat ediyor” , diyecek).

Tanpınar, Sabahattin Eyu- boğlu, Mustafa Şekip Tunç, Fikret Adil zaman zaman resim konusunda yazmasalar, sergi­ lerden söz etmeseler, çok dar bir çevrenin dışında kimsenin habe­ ri olmayacak resim etkinlikle­ rinden. Zaten ayda yılda bir ser­ gi açılıyor. Sergi salonu da yok...

“ Fransız Konsolosluğu salo­ nunda bir toplu sergi açacaktık. Üç dört resmimi götürmüştüm. Baktım, arkadaşlar gelmemiş­ ler, salon kapalı. Arka kapıdan girip açtırayım, dedim, resimleri bıraktım. Dönüp geldiğimde resmin biri yoktu. Çalınmış. Önce üzüldüm, sonra sevindim. Resim de çalımyormuş, diye...”

Evet, resmin “para etmediği” dönemdir o dönem. Kimi res­ samlar yazın İzmir Fuarı’na gi­ derler; orada panolar,

düzenle-Joan, yuvaya döndü

EDİP EMİL ÖYMEN

Bath’de sahneye çıkıyor

COLLINS—Hanedan’daki Aleksis’ten sonra, şimdi Amanda rolünde...

Londra’nın “Batı Yakası Tiyatroları”, ne olur ne olmaz diye oyunları önce taşrada dener. Ola ki seyirci yumurta atabilir sahneye diye, Joan teyze de önce ılıcasıyla ünlü “Bath”de çıktı sahneye. Yumurta ne demek? Halk, Joan için omlet oldu. Ne de olsa yuvaya dönmüştü Joan. Biraz kafası çalışan her Ingiliz sanatçı gibi o da Hollywood’da yapacağını yapmış, dünyalığını doğrultmuş, 4 evlilik, 3 çocuk, epey paradan sonra şimdi halkının önünde. Bir de boyunu uzatmak için portakal sandığı üzerine çıkabilse ve herkes onu sadece vatkalı omuzlarının hizasından seyredebilse yine...

meler yaparak para kazanmaya çalışırlar.

“ Bir ara beş liraya resim sat­ maya çalıştık” , diyor Ferruh Başağa, “İstanbul Üniversite­

sindeki, Teknik Üniversite’deki (İstanbul’da bu iki üniversite vardı) hocalara, doçentlere, asistanlara bülten gibi bir şey gönderiyorduk. Beş lira verip almazlardı...”

1945’te açtığı ilk kişisel sergi­ sinde kübizmden etkilenmeler vardır. 1947’de “ soyut araştır­

malar” a yönelir. 1949’da Dev­

let Resim ve Heykel Sergisinde yer alan üç resminin, sergilenen ilk soyut ürünler olduğunu be­ lirtiyor Ferruh Başağa. Bunlar beğenilir, devletçe satm alınır...

“ Soyut araştırmalar’Tnı sür­ dürür; “ hep geometrik arama­

lar içerisinde, konstrüktivizm içerisinde” kalır. Arabesk so­

yuttan, yani biçimleri yuvarlak kıvrımlarla resmetmekten kaçı­ nır. Yugoslavya’da öğrenim gördüğü Teknik Okul’un etki­ leri de vardır geometrik düz çiz­ gilere yönelm esinde. Non- figüratif (figürsüz resim) içinde biçim arayışları 1980’lerde üç­ genlere götürür onu.

“ Soyut resimde, resimsel dü­ zenlemeye ilişkin salt resimsel mantık ön plana çıkıyor” , di­

yor. “ Bana göre soyut resim,

çağımıza uygun düşmektedir. Çağımızın dinamizmini, akılcı­ lığım, geniş görüşlülüğünü sim­ gelemektedir.” Soyut-somut

tartışmaları üzerine görüşünü açıklarken de şunları söylüyor:

“ Doğada bugüne kadar sanat eserine rastlanmamış. Doğa ye­ ni bir şey yaratmıyor, kendisini devam ettiriyor. Oysa sanat ese­ ri yapaydır, insan düşüncesiyle, insan eliyle yapılmıştır. Türki­ ye’de güzel şeyler yapılıyor. Ama güzel, aynı zamanda este­ tik değer taşımayabilir, sanat eseri olmayabilir. Bu tartışma uzun yıllar devam edecek. Çün­ kü toplumumuz daba doğadan yapılmış resimleri bile hazmede­ miyor. Ama öyle sanıyorum ki 2000’lerde soyut resme tama­ men sahip çıkılacak.”

LONDRA — Joan Collins, Amanda rolünde... Aman

da aman! Eskiden beri bu Amanda rolünü istermiş. Birinci ve ikinci savaş arasında Ingilizlerin

“yumuşak” oyun yazarı Noel Coward’ın “Özel Hayatlar’Tnda şimdi kendini oynuyor. Şimdiye kadar

olduğu gibi. 56 yaş için cazip bir rol. Teknik sorun; boyu. Televizyonda omuzun üstü kutuda. Altta ne olduğuna bakan yok. Sahnede böyle kurnazlıklar sökmez. Hele az biraz sanatçı da olmak lazım. Joan teyzede ikisi de olmadığından, 90 bin liraya, bir yarı- efsane seyretmeye yazılıyor çekler.

Tiyatronun önünde üç adam boyu fotoğraf. Amanda divana uzanmış, karşısındaki kırantayı keserken, Amanda, ayakta, dibinde ona hayran başka biri. Amanda, elinde uzun ağızhğı ile sigara tüttürürken, Amanda’dan yan bir bakış, Amanda’dan büyük yok.

“Hanedan”da Aleksis, sonunda merdivenden düşüp

ölmüştü. O “Hanedan” ki koca salon dolusu davetlinin üzerine teröristler kurşun yağdırmıştı da kimsenin makyajı bile bozulmamıştı. Aleksis ne badireler atlattı “Hanedan” boyunca, J.Rldan beterdi.

Sue Ellen kadar iyi büzemiyordu dudaklarım, ama

olsun. 80’lerle birlikte “Hanedan” da bitti. Kırılmaz, dökülmez, paslanmaz, kırışmaz plastik Aleksis,

“sanata” terfi etti. Kanlı canlı, kısa boylu, güzel

gözleri ancak yanma gidilirse fark edilen bembeyaz gülüşlü bir genç teyze oldu. Joan teyzeyi yüzü kurtarıyor. Bir de ünü...

Vitray ve mozaik çalışmaları­ n a bir “hobby” olarak başlıyor. Giderek ilgisi yoğunlaşıyor; bu işi meslek edinmiş birinin, ar­ dından onunla işbirliği yapan camcının çalışmalarım izliyor. Hatta evlere cam takıyor...

Artık bu alanda profesyonel- leşmiştir. Gerçekleştirdiği moza­ ik ve vitraylarla, duvar panola­ rıyla tablolarından sağladığı ka­ zancı çok daha fazlasını elde ediyor. Bu çalışmalarından baş- Iıcaları şunlar: Açılan yarışma­ yı kazanarak 1954’te yaptığı Heybeliada Deniz Harbokulu’n- daki Preveze Savaşı adlı 210 metrekarelik m ozaik, İzmir Efes Oteli, Hacettepe Üniversi­ tesi, Ankara Tıp İhtisas Ensti­ tüsü ve TBMM’deki mozaikle­ ri; yine TBMM’deki, Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ndeki, birtakım banka binalarındaki vitrayları; İstanbul Belediye Sa­ rayındaki freskleri...

Akedemi’de vitray ve moza­ ik atölyelerini kuran, on yıl öğ­ retim görevlisi olarak çalışan Ferruh Başağa, seksen dolayın­ da vitray öğrencisi yetiştiriyor. Bunların birçoğu özel atölyeler kuruyorlar. Buna karşılık mo­ zaik atölyesi pek ilgi görmü­ yor...

Bugün kimi galerilerin estetik değeri olmayan resimleri “ lan­ se ettiklerine” inanıyor Ferruh Başağa: “ Oniann satışları daba

fazla oluyor. Fiyatların yüksel­ mesinde galerilerin büyük etki­

si var. Bir de kendi kendilerine

müze kurmaya çalışan holding­ lerin, bankalann, kuruluşla­ rın... Ancak masrafları ve gale­ rinin aldığı yüzdeyi düşersek, ressama satış fiyatının yüzde otuzu kalıyor.”

Yine de artık resmin ilgi gör­ mesinden, alınıp satılmasından dolayı mutlu. Sergileri günde bir tek kişinin gezdiği dönemleri görmüş o...

21 ekimde son kez evlere kapanacağız

Postayla nüfus sayımı

Devlet istatistik Enstitüsü Başkanı Prof.

Güvenen, şu anki tahmini nüfusun 56 milyon

800 bin olduğunu söyledi. 2000 yılında sayım

postayla yapılacak.

İZMİR (Cumhuriyet Ege Bü­ rosu) — Devlet İstatistik Ensti­

tüsü Başkam Prof. Orhan Gü­

venen, 21 ekimde son kez evlere

kapanarak nüfus sayımının ger­ çekleştirileceğini belirterek 2000 yılındaki sayımların postayla ya­ pılacağını söyledi. Sayım için 530 bin saymanın görevlendiril­ diğine de değinen Prof. Güve­ nen, “Yaklaşık 50 milyar lira

harcandı. Bu sayım, 2000 yılın­ da yapacağımız sayımın temeli­ ni oluşturduğu için önemlidir”

dedi.

Bu sistemle birlikte her yıl nü­ fus tahlilleri ve tahminleri yapa­ caklarına dikkat çeken Prof. Güvenen, şu anki tahmini nüfu­ sun 56 milyon 800 bin olduğu­

nu söyledi. Prof. Dr. Güvenen,

“Nüfus sayımlarının belirli bir hata payı vardır. Amacımız 21 ekim nüfus sayımının en etkin biçimde geçmesini sağlamak ve minimum hata yapmaktır. Son kez evlere kapanarak yapılacak olan bu sayım, 10 yıl sonraki posta ile sayımın temelini oluş­ turacağı için de oldukça önem­ lidir” diye konuştu.

Hataların az olması için üni­ versite mezunu ya da öğrencile­ re çalışma imkânı sağladıkları­ nı da dile getiren Güvenen, 530 bin kişinin sayımda görevli ola­ rak çalışacağını bildirdi. Bunun önemli ve büyük bir rakam ol­ duğunu da ifade eden Prof. Gü­ venen şöyle konuştu:

“Bizim için önemli olan hata payının düşük olması. Sayım memurlarımızın bu olayı hata­ sız, en etkin şekilde yapmaları gerekmektedir. Bizim çabamız da bu etkin görevi yaparak olan­ ları bulmaktır. Bunun yanında nüfus sayımında halkımızın da duyarlı olmasını istiyoruz. Ra­ kamlar, ülkemizin yönetimi, bi­ limsel çalışmalar için gereklidir. Ne eksik ne fazla. Doğru olan sayılar verilsin. Böylece en doğ­ ru rakamları elde edelim.”

D lE ’nin 1993 yılı sonunda dünyanın en iyi 10 istatistik ens­ titüsü arasına girmesi için çalış­ tıklarını da vurgulayan Prof. Orhan Güvenen, “DlE’nin ama­

cı, istatistik altyapısında giderek minimum hatalarla ülke ekono­ misinde, gelişmesinde ve gelece­ ğinde yeri olan rakamları üret­ mek ve ilgililer ile bilime teslim etmektir” dedi.

>

M rrt

ÇOCUK ZİRVESİ

T üp bebekten

sonra tüp tay

■ ANKARA (ANKA) — Fransa’daki Tarım Araştırmaları Ulusal Enstitüsü’nden bir araştırmacı topluluğu dünyada ilk kez at türünde tüpte döllenmeyi

gerçekleştirdi. Tüp bebeklerdeki döllenme tekniğine benzer olan bu teknikle bir attan alınan spermalar birtakım fiziksel ve kimyasal işlemlerden geçirilerek döllenme sağlanıyor. Döllenmeden iki gün sonra embriyon, yine lokal anesteziyle kısrağın vücuduna yerleştiriliyor. Tüp tay denemesinin, yarış atlarının üretilmesinde yeni bir olanak sağlayacağı ve yeni embriyondan birbirinin benzeri birçok tayın üretilmesine yol açacağı belirtildi.

İzmit’te

kirliliğe önlem

■ İZMİT (Cumhuriyet) —

Kocaeli Valiliği yaptığı açıklamada, halkın ve belediyelerin hava kirliliğinin önlenmesi konusunda II Hıfzıssıhha Kurulu’nca alman kararlara uymalarını istedi. Kocaeli Belediyeler Birliği’nin Güney Afrika’dan getireceği ithal kömür dışında Hınçbilek, Seyitömer ve Çan kömürlerinin kullanılabileceği belirtilen açıklamada, özellikle İstanbul ve çevresinden getirilen kömürlerin yakılmaması bildirildi. Gerektiğinde bacalara sulu filtre takılmasının uygun olacağı da kaydedilen valilik açıklamasında, halk ve belediyeler tarafından önerilen hususlara özen gösterilmesi istendi.

Akdeniz için

bir şans

■ İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) — “Akdeniz için

bir şans” adlı gençlik forumu yarın İzmir’de başlıyor. Birleşmiş Milletler Çevre Programı Desteği ile YES (Çevre Hizmetindeki Gençler) adlı uluslararası çevre örgütü tarafından gerçekleştirilen forum beş gün sürecek. Çeşitli Akdeniz ülkelerinden yaşları 18-25 arasında değişen genç çevrecilerin katılacağı forumda Akdeniz’in kurtarılması ve çeşitli çevre sorunları tartışılacak. Genç çevreciler konuyla ilgili uzmanlardan bilgi alacaklar.

Şelaleler

darphane gibi

■ MANAVGAT (AA) —

Antalya’nın ünlü Manavgat Şelalesi’ni ziyaret eden yerli ve yabancı turistlerden bu sezon, 250 milyon lira dolayında gelir sağlandığı bildirildi. Manavgat ilçesinin 3 kilometre kuzeyindeki şelaleye, seyahat acenteleri tarafından günlük turlar düzenleniyor. Daha çok yabancı turistlerin ilgi gösterdiği Manavgat Şelalesi’ni, günde yaklaşık 3 bin 500 kişi ziyaret ediyor.

Enez, turizm e

açıldı _____

■ KEŞAN (Cumhuriyet) — Yunanistan ile

aramızdaki sının oluşturan Meriç Nehri’nin kıyısında bulunan tarihi Enez kentinde uygulanan “yasak bölge statüsü” gevşetildi. Yasak bölge olması nedeniyle turistlerin giremediği Enez’de, yasağın ekonomik ve sosyal zararlarını gündeme getiren yerel yöneticilerin

girişimleri, olumlu sonuç verdi. Edirne Valisi Ünal Erkan bu konuda bir açıklama yaparak “Enez’in bundan böyle iç ve dış turizme açıldığını sevinçle müjdeliyorum.

Denetimimizde, askeri yasak koşulu aynen kalmak üzere Enez, içeriden ve dışarıdan gelecek turistlere açıldı” dedi.

\at

kiralayanlar

■ MUĞLA (AA) — Muğla’nın turistik ilçelerinde 1990 turizm sezonunda yabancı turistlerce kiralanan yat sayısında, geçen yıla göre yüzde 40 oranında artış kaydedildiği bildirildi. Muğla Ttırizm İl

Müdürlüğü yetkililerinden edinilen bilgiye göre 1990 turizm sezonunda Muğla ve yöresinde 2 bin dolayında yat kiralandı. Geçen yılın aynı döneminde ise kiralanan yat sayısı bin 512 olarak gerçekleşmişti.

i

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Vakfı, onun yazdıklarının bir bölümü­ nü yayımladı: Boynu Bükük Öldüler (roman), Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz

Bugün belki Türkiye’de yetenekli bir piyanist veya kemancı çocuk için çok iyi hocalar olabilir.. Ama o ço­ cuğun etrafında kendisinden başka da çok becerikli

Bugünün eskileri, hem de had­ den aşırı eskileri olan bizler, o za­ manın yenileri idik, buna'rağmen benim için bir eseri talih midir, yoksa o zaman için

Benim doğduğum köylerde Buğday tarlaları yoktu, Dağıt saçlarını bebek Savur biraz.. Benim doğduğum köylerde Şimal

Bourbaki grubu başlarda sadece bir kitap yaz- mayı hedeflediyse de bu kitap için gereken ön bil- gilerin derli toplu olarak hiçbir yerde bulunmadı- ğını fark ettiler.. Onlar da

Yüksek irtifa, deniz seviyesinden 5000 metre ve daha üzeri yükseklikleri ifade etti- ¤inden, bu tarz da¤c›l›¤›n Türkiye top- raklar›nda 5165 metrelik A¤r› da¤›

Cevdet bu müna­ sebetle notlarında şunları yaz­ maktadır: (Bebekte Mısırlı Zey­ nep hanımefendinin yalısının yanında meşhur Ermeni zen­ ginlerinden

Önümüzdeki süreçte hakem inceleme raporlarımız, yazıların hakem önerileri doğrultusunda revize şekilleri, düzenli yayın, zamanında baskı, araştırma ağırlıklı