• Sonuç bulunamadı

Türk Romanında Bulgarlar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk Romanında Bulgarlar"

Copied!
283
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRK EDEBİYATI BİLİM DALI

DOKTORA TEZİ

TÜRK ROMANINDA BULGARLAR

GÖZDE ÖZLEM

1128202202

TEZ DANIŞMANI

DR. ÖĞR. ÜYESİ ESAT CAN

(2)

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

TÜRK EDEBİYATI BİLİM DALI

DOKTORA TEZİ

TÜRK ROMANINDA BULGARLAR

GÖZDE ÖZLEM

1128202202

TEZ DANIŞMANI

DR. ÖĞR. ÜYESİ ESAT CAN

(3)
(4)
(5)
(6)

ÖZET

Türk Romanında Bulgarlar başlıklı çalışmada, Türk yazarların Bulgar roman kahramanları ve Bulgar milletiyle alâkalı genellemeler üzerine oluşturdukları Bulgar algısı ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Ayrıca bu çalışmada, her iki milletin yüzyıllar içerisinde şekillenen ortak tarih, coğrafya ve komşuluk ilişkilerinin Türk yazarlar tarafından nasıl ele alındığı ve nasıl algılandığı gösterilmiştir.

İki milletin tarihî süreçteki yerlerine bakıldığında, romanlarda 93 Harbi’nin önemli bir dönüm noktası olduğu görülmektedir. Romanlarda, bu savaşın sonrasında kendisini daha fazla gösteren komitacılık faaliyetleri ile düşmana dönüşen olumsuz Bulgar imgesi vardır. Olumsuz imge, özellikle milliyetçi yazarların eserlerinde görülmektedir. Bunun yanı sıra, komşu ve gayrimüslim tebaanın bir parçası olarak olumlu Bulgar imgesi de mevcuttur. Ahmet Mithat Efendi’nin romanlarında Osmanlıcılık ideolojisine uygun olarak bu tip Bulgarlar vardır. Osmanlı Devleti döneminde “Ruslarla işbirliği içinde” olan Bulgar imgesi, II. Dünya Savaşı sonrası “komünist” Bulgar imgesine dönüşür. 1989 zorunlu göçüyle Türkiye’ye gelen Bulgaristan Türk aydınlarının eserlerinde komünizm eleştirisiyle beraber bu tip Bulgarlar görülmektedir.

Konuyla ilgili romanlar incelendiğinde Türk-Bulgar ilişkilerinin önemli tarihî ve siyasî gelişmelerini söz konusu eserlerde görmek mümkündür. Yazarların, olumsuz Bulgar imgesiyle Bulgarları “öteki” olarak anlattıklarını, olumlu Bulgar imgesiyle ise iki millet arasındaki ortak özellik ve bağlara dikkat çekip dostluğu pekiştirme çabası gösterdiklerini ifade etmek, mümkündür.

(7)

ABSTRACT

Bulgarian perception, which Turkish writers have constituted upon Bulgarian novel heroes and generalization concerning Bulgarian nation has been found out in this study. Besides, it is showed how examined and perceived both nations’ common history, which has been shaped in centuries, geography and neighborhood relations by Turkish writers in this study.

It has been understood that the Ottoman-Russian War (1877-78) is an important milestone in the novels when looked at the places of these nations in historical process. In the novels, there has been negative Bulgarian image, which turned into enemy because of their guerilla activities, which had come into prominence as a result of that war. Negative image has been seen in the novels of especially nationalist writers. In addition to this, there is a positive Bulgarian image as a part of neighbor and non-Muslim people. This type of Bulgarian, which fits Ottomanism ideology, is encountered in the novels of Ahmet Mithat Efendi. The Bulgarian image, which is in cooperation with Russians in the period of Ottoman Empire turned into communist Bulgarian image after the World War II. These types of Bulgarians have been taken part in the novels of Turks of Bulgaria, who came to Turkey because of the forced migration in 1989.

It is possible to see the important historical and political developments of Turkish-Bulgarian relations in the Turkish novel. It is the fact that Turkish writers otherized Bulgarians with negative Bulgarian image, whereas they emphasized friendship by remaking common characteristics among both nations with positive Bulgarian image.

(8)

ÖN SÖZ

Yaklaşık beş yüzyılı bir arada yaşayıp daha sonra da komşu devletler olarak münasebetlerini sürdüren Türk ve Bulgar milletleri bu uzun süreçte pek çok konu, sorun ve olayı birlikte yaşamışlardır. Balkan coğrafyası üzerinde şekillenen bu tarihî kader, önemli tarihî ve siyasî meselelerde kendisini gösterdiği gibi, birbirlerinin sosyal ve kültürel hayatlarını, bu bağlamda edebiyat eserlerini de tabii olarak etkilemiştir. Önceleri Osmanlı Devleti’nin Rumeli’deki vatandaşlarıyken daha sonra önemli bir komşusuna dönüşen Bulgarların, Türk yazarlarının düşünce ve yorumlarında nasıl geliştiğini, dönüştüğünü; edebî metinlerden hareketle, bir halkın diğer halka, Türklerin Bulgarlara nasıl baktıklarını bilmek, önemlidir.

İnsana ve topluma ayna tutan romanlar, kimlik ve öteki çalışmaları için önemli kaynaklardır. Bu sebeple “Türk romanında Bulgarlar”ın nasıl algılandığı ve onlara nasıl yer verildiği tezimizin ağırlık merkezini teşkil etmiştir.

Çalışmamız esnasında, Türk romanının doğuşundan günümüze kadar yazılmış altmış altı romanda Bulgarlara dair tespitler yapılmış; daha sonra da Türk romanının tarihî gelişimi, yazarların olayları anlatım biçimleri ve dayandıkları tarihî ve siyasî olaylar göz önüne alınarak tasnif yoluna gidilmiştir.

Birinci bölümde, imge, kimlik ve ötekinin tanımları yapılarak, sosyal bilimlerdeki işlevlerine ve edebî eserlerdeki izdüşümlerine bakılmıştır.

İkinci bölümde, Türk-Bulgar ilişkilerinin tarihî ve siyasî boyutuna bir pencere açılırken, Türk aydınlarının hatıralarında iki millet arasındaki yaşanan gelişmeleri nasıl yorumladıkları gözler önüne serilmiştir.

Üçüncü bölüm çalışmanın ana konusu olup Türk romanında Bulgarlar, romanlardan örneklerle tahlil ve değerlendirmeye çalışılmıştır. Bu bölümde Türk romanının tarihî seyrine göre bir ayrım yapılmıştır. “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kadar Olan Dönemdeki Romanlarda Bulgarlar” adlı kısım ikiye ayrılmış, ilkinde

(9)

tarihî seyre uygun biçimde, Bulgarlar Osmanlı tebaasının bir parçası, ikincisinde bağımsızlık yanlısı ayrılıkçı millet olarak nitelenmiştir.

“Cumhuriyet Dönemi Türk Romanında Bulgarlar” adlı kısımda, Bulgar karakterinin kendisini öncelikle ve ağırlıkla roman şahıslarında göstermesinden dolayı, Bulgar roman kişilerinin öne çıkan özellikleri tabanlı bir ayırıma gidilmiştir. Bu yaklaşım, “Türk Milliyetçiliği ve Öteki Olarak Bulgarlar”, “Hain veya Casus Bulgarlar”, “Bulgar Kızları”, “Sosyal Hayatta Türk-Bulgar İlişkileri” ve “Komünist Bulgarlar” adlı bölümler boyunca sürdürülmüştür. Mutaassıp milliyetçiliğin ve husûmet duygusunun yönlendirmesi sonucu yapılan zulüm, eziyet ve işkencelerin iki milleti birbirine nasıl düşman ettiği, can güvenliğinin kalmadığı coğrafyalarda Türklerin göçe nasıl mecbur edildiği ve fakat bütün bunların yanı sıra sevginin ve saygının, düşmanlıkları sonlandırıp acıları dindirebileceğini işleyen konu ve hadiselere bu kısımlarda yer verilmiştir.

Sonuç kısmında, üçüncü bölümdeki tespitler göz önünde tutularak, genel bir değerlendirme yapılmış ve Türk romanındaki Bulgar algısı izah edilmiştir.

Tezimizin yazımı sürecinde yardımlarını esirgemeyen danışman hocam Sayın Dr. Öğr. Üyesi Esat Can’a ve çalışma konusunu öneren hocam Prof. Dr. Recep Duymaz’a teşekkür etmeyi bir borç bilirim.

Tezin uzun süren yazım aşamasında moral ve kuvvet vererek desteğini her daim hissettiğim sevgili eşime, en sıkışık zamanlarımda evimizin her türlü işini üstlenen anneme ve kayınvalideme ne kadar teşekkür etsem azdır.

Gözde ÖZLEM Edirne, 2018

(10)

İÇİNDEKİLER ÖZET ...III ABSTRACT ...III ÖN SÖZ ...III İÇİNDEKİLER ...V GİRİŞ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM İMGE, KİMLİK VE ÖTEKİ ... 5 İKİNCİ BÖLÜM TÜRK TARİHİNDE BULGARLARA KISA BİR BAKIŞ ... 11

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 1. TANZİMAT’TAN CUMHURİYET’E KADAR OLAN DÖNEMDEKİ ROMANLARDA BULGARLAR (1870-1923) ... 22

1.1.Gayrimüslim Osmanlı Olarak Bulgarlar... 24

1.2.1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve Balkan Savaşlarıyla Ötekileşen Komitacı (Çeteci) Bulgarlar ... 53

2. CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ROMANINDA BULGARLAR (1923-2014) 73 2.1.Türk Milliyetçiliği ve Öteki Olarak Bulgarlar ... 73

2.1.1. Zalim Çeteciler/ Komitacılar/ Eşkıyalar ... 73

2.1.1.1.Çeteciler/Komitacılar/Eşkıyalar ... 74 2.1.1.2. Öğretmenler/Daskallar... 119 2.1.1.3. Din Adamları ... 130 2.1.1.4. Tüccarlar ... 138 2.1.2. Tarihî Şahsiyetler ... 146 2.1.2.1. Ünlü Komitacılar ... 146 2.1.2.2. Aydınlar ... 152

2.1.2.3. Devlet Adamları ve Siyasetçiler ... 159

2.2. Hain veya Casus Bulgarlar ... 166

2.3. Bulgar Kızları ... 175

2.4. Sosyal Hayatta Türk-Bulgar İlişkileri ... 201

2.5. Komünist Bulgarlar ... 225

2.6. Dönemlere ve Kökenlerine Göre Yazarlar ... 247

SONUÇ ... 250

KAYNAKÇA ... 256

1. İncelenen Romanlar ... 256

(11)

GİRİŞ

Bilim ve teknolojinin hızla gelişmesiyle modern insanın hayatında

şehirleşme, ihtisaslaşma, farklılaşma, ilmî bilgiye önem verme ve uluslaşma gibi olguların yansımaları olduğu görülmektedir. Buna bağlı olarak modern hayatın getirdiği tek tipleşme, sosyal bilimlerde imge çalışmaları başlığı altında kimlik ve “öteki” çalışmalarını arttırmıştır. Ülkemizde imge çalışmaları son çeyrek asırda hız kazanmıştır. Bu konu hakkında gerek üniversiteler gerekse bazı kamu kuruluşları ile çeşitli dernek ve araştırma merkezleri tarafından ulusal ya da uluslararası etkinlikler yapılmıştır. Yapılan bu çalışmaların birçoğu Batı filolojilerinde “Türk imgesi” üzerinedir. Böylelikle yabancı ülkelerin edebiyatlarında “Türkler” konusunun nasıl ele alındığı, olumlu ve olumsuz taraflarıyla nasıl işlendiği ve yorumlandığı

görülmektedir. Şükran Fazlıoğlu’nun Arap Romanında Türkler1

, Arzu Etensel

İldem’in Fransız Gezginlerin Gözüyle Türkler ve Yunanlılar2

ve Onur Bilge Kula’nın

Alman Kültüründe Türk İmgesi3

adlı eserler örnek olarak gösterilebilir. Bu tür çalışmalarda roman yazarının, kendi mensup olduğu milletin “öteki”si saydığı Türk’e bakışı (algı) ortaya çıkmaktadır. Kimlik çalışmalarında “biz” kavramı, “öteki”nden farklarıyla bir anlam ifade etmektedir. Bu husus, yabancıların düşünce ve algılama sınırlarını da yansıtmaktadır.

Türk edebiyatında “öteki” çalışmalarına bakıldığında, Ermeni, Yunan/Rum, Rus, Yahudi ve Arap imgelerinin çalışıldığı görülür. Murat Belge’nin Edebiyatta

Ermeniler4, Herkül Millas’ın Türk Romanı ve “Öteki” Ulusal Kimlikte Yunan İmajı5

adlı kitaplar adları anılması gereken ilk eserlerdir. Türk romanında Osmanlı Devleti’nin tebaasının parçalarını oluşturan bu milletlerle (Ruslar hariç) öncelikle roman kişisi olarak karşılaşılmakta veya bu milletlerin genel özelliklerine kısaca değinilmektedir.

1

Şükran Fazlıoğlu, Arap Romanında Türk ler, Küre Yayınları, İstanbul 2006.

2 Arzu Etensel İldem, Fransız Gezginlerin Gözüyle Türk ler ve Yunanlılar, Boyut Yayıncılık, İstanbul

2000.

3 Onur Bilge Kula, Alman Kültüründe Türk İmgesi, Gündoğan Yayınları, Ankara 1992. 4 Murat Belge, Edebiyatta Ermeniler, İletişim Yayınları, İstanbul 2013.

5

Herkül Millas, Türk Romanı ve “Ötek i” Ulusal Kimlik te Yunan İmajı , Sabancı Üniversitesi Yayınevi, İstanbul 2000.

(12)

Bulgarların bir millet olarak Osmanlı Devleti içinde kendilerini göstermeleri 1875 -1878 yılları arasında başlar. “1875-1878 buhranı sırasında Bulgar meselesi,

Bulgaristan'ın ayrılma davası birdenbire bütün şiddetiyle patlak vermiş ve imparatorluğun çöküşünde en önemli amillerden biri”6

olmuştur. Bu bağlamda, Türk-Bulgar ilişkilerinin siyasî tarih içerisindeki yeri ve sosyolojik etkileri sosyal

bilimlerin çeşitli alanlarında inceleme konusu olmuştur. Bulgar aydınların

eserlerindeki Türk algısı, ilk olarak Leman Ergenç’in doktora tezi “Yeni Bulgar Edebiyatında Türkler”de (Tez 1989 yılında kitaplaştırılınca eserin adı Bulgar

Yayınlarında Türkler olarak değişmiştir)7

incelenmiştir. Bulgar gezginlerin İstanbul,

Edirne ve Bursa’daki seyahatleri sonucu kaleme aldıkları hatıraları, Hüseyin

Mevsim’in yayına hazırladığı Bulgar Gözüyle Edirne8

, Bulgar Gözüyle Bursa9, ve

Bulgar Gözüyle İstanbul10

adlı eserlerde görülmektedir. Georgi Kostandov’un11

açıklama, çevirisi ve notlarıyla yayımlanan Simeon Trayçev Radev’in Mekteb-i Sultanî’deki hatıralarını ele alan eserde yazar, XIX. asır boyunca İstanbul ve çevresindeki Bulgar cemaati ve Bulgar Kilisesinin kuruluşuyla ilgili tarihî bilgi verdikten sonra Radev’in hatıralarını tarihî gelişmelerle yorumlamıştır.

Ne var ki Türk romanında Bulgarlar üzerine kapsamlı bir çalışma yapılmamıştır. Sadece araştırılan konunun 93 Harbi ve/veya Balkan Savaşları olması sebebiyle Türk romanlarında geçen Bulgar kahramanlara kısaca değinilen dört makale ve iki eser mevcuttur. Bu çalışmalardan ilk üçü İnci Enginün’ün “Türk

Edebiyatında Balkanlar”12

, “Acılar Masal Oldu”13 ve “Ömer Seyfettin’in

Hikâyelerinde Yabancılar”14

dır. İlk makalede 93 Harbi’nden başlayarak süregelen

6

Halil İnalcık, Tanzimat ve Bulgar Meselesi, Eren Yayıncılık, İstanbul 1992, s.VIII.

7

Leman Ergenç, Bulgar Yayınlarında Türk ler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1989.

8

Hüseyin Mevsim, Bulgar Gözüyle Edirne, Kitap Yayınevi, İstanbul 2012.

9

Nikola Naçov, Vasil Kınçov, Petır Daskalov, Bulgar Gözüyle Bursa, (Haz. Hüseyin Mevsim), Kitap Yayınevi, İstanbul 2009.

10

Efrem Karanov, Mihail Macarov, Nikola Naçov, Bulgar Gözüyle İstanbul, (Haz. Hüseyin Mevsim), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2011.

11

Simeon Trayçev Radev, Galatasaray Mek tebi Sultanisi Resneli Bir Talebenin Hatıraları 1879

-1898, (Der. Georgi P. Kostandov), Kronik Kitap, İstanbul 2018.

12 İnci Enginün, “Türk Edebiyatında Balkanlar”, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları 3 Orhon

Yazıtları’ndan Bugünkü Türk Dünyasına, Dergâh Yayınları, İstanbul 2013, ss. 69-97.

13 İnci Enginün, “Acılar Masal Oldu”, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları 3 Orhon Yazıtları’ndan

Bugünkü Türk Dünyasına, Dergâh Yayınları, İstanbul 2013, ss. 98-101.

14

İnci Enginün, “Ömer Seyfettin’in Hikâyelerinde Yabancılar”, Muk ayeseli Edebiyat, Dergâh Yayınları, İstanbul 1999, ss.149-167.

(13)

siyasî olaylar sonucu göç eden Türk ve Müslümanların hikâyelerini anlatan romanlar analiz edilmiştir. İkinci makale ise Yılmaz Gürbüz’ün Acılar Masal Oldu adlı romanının incelemesidir. Üçüncü makalede Ömer Seyfettin’in hikâyelerindeki yabancıları dört gruba ayıran yazar, ilk grupta Balkan kavimleri adı altında Bulgarları ve Rumları analiz etmiştir. Bilge Ercilasun’un “Romanda Gerçeklik

Olgusu ve Türk Romanında Balkanlar”15

adlı makalesinde dokuz romanda Balkanlardan göç edenlerin yaşadıkları acılar ile tarihî gerçekler karşılaştırılmıştır.

Eserlerden ilki Halûk Harun Duman’ın Balkanlara Veda’16sıdır. Yazarın doktora tezi

olan bu eserde, basın ve edebiyatta Balkan Savaşları’nın etkisi incelenmiştir. Diğer

eser ise Atıf Akgün’ün Balkan Türklerinin Muhacir Edebiyatı İncelemeleri17

adlı

çalışmasıdır. Bahsi geçen eserde genelde Balkan Türkü, özelde ise Bulgaristan Türkü yazar ve şairlerin eserlerindeki göç olgusunu yorumlamıştır.

Dolayısıyla “Türk Romanında Bulgarlar” adlı çalışma, odak noktası itibarıyla bu alanda bir ilki teşkil etmekte olup bu çalışmada Türk roman yazarlarındaki Bulgar algısı tespit edilmiştir.

Çalışmada, analiz birimi Bulgar imgesi, inceleme alanı ise Türk romanı olarak belirlenmiştir. 1870-2014 yılları arası dönemi kapsayan tezde, altmış sekiz Türk romanında Bulgar imgesine rastlanmıştır. İncelenen bu romanlar nicelik ve nitelik itibarıyla Türk romanında Bulgar imgesini tespit etmeye yeterli sayılabilecek mahiyettedir. Bu bağlamda, Bulgar imgesini tespit etmek için Türk romanlarının incelenmesi, yazarların olayları anlatım biçimleri ve dayandıkları tarihî ve siyasî olaylar göz önüne alınarak yapılmıştır.

Çalışma kapsamında şu soruların cevapları aranmıştır:

 Türk edebiyatının dönemlerine göre değişen bir Bulgar algısı var mıdır?

 Bu tür bir algı varsa bu algı neye göre ve nasıl şekillenmiştir?

15 Bilge Ercilasun, “Romanda Gerçeklik Olgusu ve Türk Romanında Balkanlar”, Türk Roman ve

Hikâyesi Üzerine, Dergâh Yayınları, İstanbul 2013, ss.96-122.

16

Hâluk Harun Duman, Balk anlara Veda, Duyap Yayıncılık, İstanbul 2005.

17

(14)

 Bulgarlar üzerindeki algı daha çok hangi kelimeler ve kavramlar üzerinde yoğunlaşmıştır? Bu kelimelerden ne kadarı olumlu, ne kadarı olumsuzdur?

 Türkiye ile Bulgaristan arasında tarihî süreç içerisinde yaşanan gelişmeler

(siyasî krizler, savaşlar, göçler vb… hususlar) Türk romanındaki Bulgar imgesini nasıl etkilemiştir?

 Anlatıcının bakış açısı veya sosyal psikoloji bakımından mevcut

önyargılar, fobiler veya beğenilen özellikler, komşuluk bağı gibi hususlar Bulgar imgesini nasıl etkilemiştir?

Çalışma kapsamında kullanılan kaynaklar açısından bakıldığında Bulgar imgesinin görüldüğü romanlar, ilk elden malzemeler olarak ön plâna çıkarken, imge ve kimlik çalışmalarıyla ilgili teorik kitaplar ve makaleler, Bulgar tarihi ile ilgili yabancı dilde ve Türkçe yayınlar, Türk aydınlarının Bulgarlar ile ilgili hatıra kitapları yardımcı kaynaklar olmuşlardır.

(15)

BİRİNCİ BÖLÜM

İMGE, KİMLİK VE ÖTEKİ

Türkçede imge veya imaj olarak karşılanan bu kavram aslında Latince “imago” kelimesinden türemiş olan “image” kelimesinden gelmektedir. İmgenin en

genel tanımı bir öznenin, bir varlık hakkındaki zihnî tasarımıdır.1

TDK‟nın

hazırladığı Türkçe Sözlük‟teki anlamı ise “zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi

özlenen şey, hayal, hülya” olarak tanımlanmıştır.2

Kavramın bu ilk anlamı dışında farklı disiplinlerde ayrıntılı tanımları yapılmıştır. Bunun nedeni ise tanımlanması, üzerinde konuşulması ve ele geçirilmesi en güç olan öğelerden birisi olmasıdır.3

Psikolojide iki farklı tanımı vardır:

a. Duyu organlarının dıştan algılandığı bir nesnenin bilince yansıyan

benzeri, hayal, imaj.

b. Duyularla alınan bir uyaran söz konusu olmaksızın bilinçte beliren

nesne ve olaylar, hayal, imaj.4

İki farklı tanımın sebebi Norman Friedman‟ın da altını çizdiği bir durumdan kaynaklanır. Bir filozof için imge çevresindeki dünyanın zihnî yansımasıdır. İnsan,

bu yansıyan imgeyle bilgi edinmektedir.5

Bilgi kuramı da ruhî yaşamın öznel

tasarımlarını (duyumlar, algılar vb.) imge olarak kabul etmektedir.6

Kısacası zihin

doğrudan fizikî algılamaları yansıtmadığında da imgeler üretebilmektedir.7

Ezra Pound imgeyi “zamanın bir anındaki fikrî ve hissî bir terkibi sunan bir şey” olarak

tanımlamaktadır.8

Gaston Bachelard‟a göre imge ve hayal aynı kavramlardır. Bu yüzden “poetik imge (hayal) bir bilinç kökenidir ve aynı zamanda bir şairin düşleri

1

Metin Cengiz, İmge Nedir, Digraf Yayınları, İstanbul 2009, s. 5.

2

Türk çe Sözlük , Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2005, s. 962.

3

Kemal Atakay, “İmge”, Kitap-lık Dergisi, S. 74, İstanbul 2004, s. 67.

4

Türk çe Sözlük , s. 962.

5

Orhan Hançerlioğlu, “İmge Kuramı” maddesi, Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2004, s.184.

6 Avner Ziss, “Estetiğin Temel Kategorisi İmge”, Gerçek liği Sanatsal Özümsemenin Bilimi Estetik ,

Hayalbaz Kitap, İstanbul 2011, s. 61.

7 Norman Friedman, “İmge”, Kitap-lık Dergisi, S. 74, İstanbul 2004, s. 80. 8

René Wellek-Austin Warren, “İmaj, İstiare, Sembol, Mit”, Edebiyat Teorisi, Akademi Kitabevi, İzmir 2005, s.161.

(16)

karşısında hayal edilen bir evrenin filizi” olabilmektedir.9

Bachelard‟ın şairane bir duyarlılıkla, Pound‟un ise bir şiir teorisyeni olarak açıkladığı imge kavramı fizikî unsurlar olmadan sadece hayal ederek de imgenin oluştuğunu göstermektedir. İmgenin bu özelliğine “çağrışım” denilmektedir. Kelimeler bazen nesnel gerçeklerin

duygu, düşünce ve heyecanlarını karşılayamayacak veya taşıyamayacak

durumdadırlar. Özdemir İnce, böyle bir durumda başka bir nesnenin özelliklerinden yararlanıp bu nesnenin özelliklerini, ilgilenilen nesneye taşıyarak o nesnenin

tanımlanabildiğini belirtmiştir.10

Arzu Etensel İldem, kapıcıların meraklı, askerlerin disiplinli ve tefecilerin acımasız olmasının herkes tarafından bilinen genel geçer bir olgu olduğunu ifade eder. Buna göre eğer bir yazar, eserindeki tüm tefecileri Musevî

olarak gösterdiyse, tüm o Musevîler acımasızdır.11

Yani bir meslek grubuna ait olan bir özellik o eserdeki etnik grubun özelliği de olabilmektedir.

İmge kavramı her zaman bir tasvir veya bir istiare olarak var olmayabilir.

İmge görsel, işitsel ve psikolojik olabilir.12

Kısacası imge her zaman mecaz olarak metinde ortaya çıkmayabilir. İmge, hayal ile ilgili kavramları da içine aldığı gibi gerçekle ilgili sonuçları da kapsar. Bir roman kahramanı ve bir sahne oyuncusunun

oynadığı rol de imge olarak nitelendirilebilir.13

Serhat Ulağlı, edebiyat yönüyle imgeyi yazarın kendi duygu ve düşüncelerini ifade etmek için kullandığı çağrışımlar veya söz sanatı olarak ifade etmiştir.14

Avner Ziss de aynı noktaya değinmiştir: “İmge gerçekliğin sanatsal

çağrışımıdır (evo-cation), sanatçının bilincinde saptanmış olan haliyle nesnel dünyanın düşünsel (ideal) bir tablosudur ve bunun sonucu olarak, okur, seyirci ya da dinleyici tarafından algılanır.”15

Buradan da anlaşılacağı gibi edebî metinlerde imgeler, yazar ile bilinçaltı,

yazar ile toplum ve yazar ile okur arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadırlar.16

Ahmet

9

Gaston Bachelard, Düşlemenin Poetik ası, İthaki Yayınları, İstanbul 2012, s. 2.

10

Özdemir İnce, “İmge ve Serüvenleri”, Şiir ve Gerçek lik , Can Yayınları, İstanbul 1995, s. 18.

11

Arzu Etensel İldem, Fransız Gezginlerin Gözüyle Türk ler ve Yunanlılar, Boyut Yayıncılık, İstanbul 2000, s. 22.

12 René Wellek-Austin Warren, age., s. 162. 13 Avner Ziss, age.,s. 64.

14 Serhat Ulağlı, İmgebilim “Ötek i”nin Bilimine Giriş, Sinemis Yayınları, Ankara 2006, s. 3. 15

Avner Ziss, age., s. 62-63.

16

(17)

Hamdi Tanpınar, romancı muhayyilesinin17

herhangi bir şeyi uydurmakla değil, o şeye hayatın sıcaklığını geçirmekle ve yalanı yaşar hale sokmakla oluşmakta

olduğundan bahsetmiştir.18 Ulağlı, imgenin hayal ettirmeyi amaçladığını

belirtmektedir. Bir eser, yazarın sunduğu gerçek ile dış dünyadaki gerçek arasındaki benzerlik üzerine kurulmalıdır. Tanpınar‟ın bahsettiği “hayatın sıcaklığı” ifadesi, Ulağlı‟daki “dış dünyanın gerçeği” ile örtüşmektedir. Böylelikle yazar imgeleme

(muhayyile) gücünü kullanırken okuruna bunların bir çağrışım yapması

gerekmektedir.19

Edebî metinlerdeki imgelerin araştırılmasında, imgenin ne kadar sıklıkla

kullanıldığı, nasıl ve neden ele alındığı gibi sorulara cevap aranmaktadır.20

İmge sadece şiirde rastlanılmaz, roman, hikâye, masal, efsane gibi diğer edebî türlerde de imgenin izi takip edilebilmektedir.

*

Kimlik teriminin sözlük anlamına bakıldığında „içtimaî bir varlık olan

insana özgü nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların bütünü‟21

olduğu görülmektedir. Ahmet Hamdi Tanpınar, romanın “içtimaî tedkik” olduğuna değinmiştir. Bu demektir ki modern roman ferdin üzerinde dönmektedir, yani insanı anlatmaktadır. Çünkü “insan insanla yaşar, onu görür, onu

arar, onda ve onunla kendisini bulur.”22 Jacques Lacan‟ın görüşü de Tanpınar‟a

benzer; “her bir insanın varlığı bir başkasının varlığı içinde”dir.23 Bundan dolayı

kısaca bir insanın nitelikleri olarak tanımlayabileceğimiz kimlik kavramı romanda karakterler üzerinde rahatlıkla görülebilmektedir. Karakter yaratmada yazar, insanı ait olduğu cinsin özelliklerini dikkate alarak çizer, ona ruhî ve fizikî bir yapı

17

„Muhayyile‟ kelimesi „imagination‟ (hayal gücü/imgelem) manasında kullanılmış olabilir. Gaston Bachelard gibi Fransız filozoflarını okuduğu bilinen Tanpınar‟ın „image‟, „imaginaire‟, „imagination‟, „imaginer‟ terimlerine aşina olduğu bilinmekte ve edebî yazılarında bu terimleri sırasıyla „hayal/hülya‟, „hayalî‟, „muhayyile‟, „muhayyile eden‟ şeklinde kullanmaktadır.

18

Ahmet Hamdi Tanpınar, “Romana ve Romancıya Dair Notlar”, Edebiyat Üzerine Mak aleler, Dergâh Yayınları, İstanbul 2000, s. 58.

19 Serhat Ulağlı, age.,s. 7. 20 Serhat Ulağlı, age.,s. 67. 21 Türk çe Sözlük , s. 1182.

22 Ahmet Hamdi Tanpınar, “Hayat Karşısında Romancı”, Edebiyat Üzerine Mak aleler, Dergâh

Yayınları, İstanbul 2000, s. 56.

23

(18)

kazandırır.24

Kısacası ona bir kimlik oluşturmaktadır. Bu kimlik oluşumunda Tanpınar ve Lacan‟ın da bahsettiği gibi başka insanlarla yapılan diyalogların da önemi vardır. Herkül Millas, imgelerin ideolojik bir bütünlük içeren bir grubun içindeki kişilerce kendi durumlarını açıklığa kavuşturmak için oluşturulduğunu ve bir

kimlik arayışı ile doğrudan ilgili olduğunu söylemektedir.25

“Başkası”, “diğeri”, “onlar” olarak da tanımlanan “öteki” kavramı kimlik inşasında önemli bir yer tutmaktadır. Kimlik, “biz” ve “öteki”yi tanımlarken, imgelerden yararlanılmaktadır.

“Öteki”, XIX. ve XX. yüzyıl felsefesinde üzerinde oldukça düşünülmüş bir kavramdır. Hegel‟in diyalektik adını verdiği düşünme biçimine göre “ben” (tez) yalnızca “öteki” (antitez) ilişkisi içinde bir anlama sahip olmaktadır. “ben”in ötekine bağlı olduğu ve onsuz var olunamayacağı kavranınca yeni bir kavrama, kolektif bir

“biz” öznesine (sentez) ulaşılmaktadır.26

Diğer bir deyişle Hegel insanın kimlik kazanmasında kendisinin payı olduğu kadar, diğerinin (ötekinin) de etkisi olduğunu söylemektedir. Alexandre Kojéve ise bu durumu efendi-köle ilişkisiyle açıklamıştır. Ona göre, efendi ile köle ilişkisi birinin diğeri olmadan yapamadığı, fakat aynı

zamanda birbirlerinin en berbat düşmanı olduğu bir mücadeledir.27 Burada da “öteki”

tanımı kendisini kimlik kavramı içerisinde göstermektedir. Kimlik inşasında “öteki”, yabancılaşmaya neden olabileceği gibi kimliğin ana hususiyetlerini çizmesine de yardımcı olan bir çeperdir. Jacques Lacan da bu yabancılaşmadan bahsetmektedir. Lacan buna “ayna evresi” adını verdiği dönemde yer vermektedir. Bu kurama göre bir bebek aynadaki yansımasıyla fizikî varlığını bir bütün olarak fark eder ve bunun üzerine aynadaki imgesini kendisi sanmaktadır. İmge, aktüel “ben”in yerini almaktadır. Kısacası kendisine yabancılaşmaktadır. Sean Homer, Lacan‟ın bakışını şu şekilde özetlemiştir:

“Bir kimsenin var olabilmesi için bir başkası tarafından tanınması gerekir.

Fakat bu, kendimize eşit olan imgemizin, bir başkasının bakışıyla dolayımlanmış olduğu anlamına gelir. Bu durumdaki öteki, kendimizin garantörü olur. Aynı anda

24 Mehmet Tekin, Roman Sanatı I Romanın Unsurları, Ötüken Yayınları, İstanbul 2012, s. 88.

25 Herkül Millas, Türk Romanı ve “Ötek i” Ulusal Kimlik te Yunan İmajı , Sabancı Üniversitesi

Yayınevi, İstanbul 2000, s. 7.

26

Sean Homer, age., s. 39.

27

(19)

hem kendimizin garantörü olarak ötekine bağımlı ve yine aynı ötekiyle rakip durumdayızdır.” 28

Zygmunt Bauman‟a göre “biz” ve “öteki” sadece iki farklı insan grubu demek değildir. Bauman, bu iki grubun duygusal bağlanma ve antipati, güven ve kuşku, güvenlik ve korku, işbirliği ve çekişme arasındaki ayrımı da temsil ettiğini

söylemiştir.29

Bauman‟ın örneğinde görüldüğü gibi “biz” karşıt imgelerle

tanımını/anlamını bulmaktadır. Bu imgeler, bireyin veya yazarın kendi gerçeği olmak zorunda değildir; çünkü imge ister olumlu, ister olumsuz olsun, var olan gerçekle her

zaman çelişki içindedir.30

Ulağlı, bu duruma Ahmet Mithat‟tan örnek vermiştir:

“Ahmet Mithad bazen Avrupalıları ve özellikle Fransızları dünyanın ahlaksız insanları olarak anlatırken bazen de onların ülkelerine ve yaşam biçimlerine övgüler gönderir. Avrupalılar ne dünyanın en kötü toplumlarıdır ne de her şeylerine hayran olunacak kadar üstün bir toplumdurlar. (…) Yazarın bu genellemeleri toplumları algılama şekline bağlıdır. O halde imge bir yazarın algıladığı gerçeğin sunumudur diyebiliriz.”31

Bu genellemelere sosyolojide kalıp yargılar (stereotipler) denilmektedir. Kalıp yargılar, herhangi bir kişiye veya millete ait basmakalıp düşüncelerdir. Walter Lippmann'a göre "kafamızdaki resim" anlamına gelen basmakalıp tip (stereotip),

başkası hakkında sahip olduğumuz olumlu veya olumsuz imgelerdir.32

Bu açıdan Bulgarlar, Tanrı‟nın Sırplara kavga etmeyi ve cümbüş yapmayı, Yunanlılara sinsiliği ve ticaret yapmayı, Türklere tembelliği ve görkemli yaşamayı, kendilerine ise toprağı

ve inatçılığı bahşettiğini düşünmektedirler.33

Yazarlar, eserlerini kendi değer yargıları ışığında yaratmakta ve bazı karakterleri hep aynı niteliklerle donatarak kalıplaşmış tipler (stereotipler)

28

Sean Homer, age.,s. 43.

29

Zymunt Bauman, Sosyolojik Düşünmek , Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1999, s. 51.

30

Serhat Ulağlı, age.,s. 27.

31 Gös. Yer.

32 Fatih Özdemir, Türk Romanında Ruslar, (Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü,

Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul 2009, s. 4.

33 Magdalena Kostova-Panayotova, “Balkans, Slavs, Europe Images And Stereotypes”,

https://www.researchgate.net/publication/261830393_BALKANS_SLAVS_EUROPE_IMAGES_AN D_STEREOTYPES, (18.03.2017), s.155.

(20)

oluşturmaktadırlar. Bu kalıplaşmış tipleri veya kalıp imgeleri ise imgebilim

incelemektedir.34

XX. yüzyıl ile beraber imge çalışmaları imgebilim (imagology) adı altında yapılmaya başlanmıştır. İmgebilim kavramı, Latince imago (imge) ve logos (bilim) kelimelerinden oluşturulmuştur. İmgebilimini karşılaştırmalı edebiyat biliminin bir dalı olarak gören araştırmacılar da vardır. Bunlardan biri Gürsel Aytaç‟tır. Ona göre

imgebilim, tarihî kalıp tip araştırmalarıyla ve sosyal psikolojiyle akrabadır.35

Aytaç, imgebilim çalışmalarının, imgelerdeki edebiyat ve edebiyat bilimi ile ilgili özellikleri ve estetik gücü ortaya çıkarmasının yanı sıra ve daha çok da millî imgelerin ve imge kalıplarının bilinçli veya kendiliğinden bastırılışının işlevi üzerinde durduğundan

bahsetmektedir.36 Arzu Etensel İldem ise imgebilimin disiplinlerarası bir bilim

olduğunu kabul ettiği gibi, onun “öteki”nin kültürünün nasıl algılandığını, ayrılık, farklılık, belli bir kültüre uyum sağlama, belli bir kültürden uzaklaşma, belli bir kültüre yabancılaşma, kamuoyunda yaygın görüşler, toplumların imgelemlerini

oluşturan imgeler gibi konuları incelediğini söylemektedir.37

Onur Bilge Kula da imgebilimin çeşitli kültürlerde geçerli olan toplumsal ilişkileri düzenleyiş, insana bakış, estetik beğeni gibi alanları içerdiğine ve bu alanlarla ilgili yapılan ilmî

araştırmalardan yararlanıldığına değinmiştir.38

*

Bir millet ile ilgili imgelerin edebî bir eserde gerçekliğe yakınlıkları eserin

sahibi olan yazarın algısı ile ilgilidir.39 Şükran Fazlıoğlu imge üreten ile imge

üretilen arasındaki ilişkiyi incelerken şu noktalara dikkat çekmektedir:

1. İmajı üreten, objesini gördüğü gibi değil, görmek istediği gibi, özlemleri ve niyetleri doğrultusunda tahrif etmiş olabilir.

2. İmajı üreten, şahsî ve mensub olduğu toplumun başarısızlığını (karşı tarafa) yüklemek ve böylece nefsî tatmin için, objesindeki olumlu özellikleri abartabilir.

34 Arzu Etensel İldem, age., s. 21.

35 Gürsel Aytaç, Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi, Say Yayınları, İstanbul 2013, s. 130. 36 Gürsel Aytaç, age, s. 131.

37 Arzu Etensel İldem, age., s. 23. 38

Onur Bilge Kula, Alman Kültüründe Türk İmgesi, Gündoğan Yayınları, Ankara 1992, s. 18.

39

(21)

3. İmajı üreten, içerisindeki yaşadığı toplumun olumlu veya olumsuz sosyoekonomik durumuna meşruiyet aramaya çalışabilir.

4. İmajı üreten, tâbi olduğu siyasî otoriteyi meşrulaştırmak ve mensub olduğu öbeğin birliğini sağlamak için karşı kutup yaratmaya çalışabilir.40

“Öteki” algısı ile oluşmuş bu imgeleri ise imgebilim çalışmalarıyla tespit etmek mümkündür.

40

(22)

İKİNCİ BÖLÜM

TÜRK TARİHİNDE BULGARLARA KISA BİR BAKIŞ

Halil İnalcık‟ın Tanzimat ve Bulgar Meselesi adlı doktora çalışmasının ön sözünde, Türk ve Bulgar ilişkilerine dair önemli bir tespiti vardır:

“Bulgarların Türklükle bütün tarih boyunca çok sıkı münasebetleri olmuştur. Türk tarihi bilinmeden Bulgaristan tarihi anlaşılamaz. Fakat büyük Türk tarihinin bazı önemli noktaları da, ancak Türklüğün bu bölge ile münasebetleri meydana çıkarıldıktan sonra tam olarak aydınlanabilir.”41

Türk ve Bulgar ilişkileri ortak bir coğrafya üzerinde şekillenmiştir. Adını bölgede bulunan Balkan dağlarından alan Balkanlar, bazı kaynaklarda “Güneydoğu Avrupa” olarak da geçmektedir. Bu topraklar birçok kavmin geçiş güzergâhı olmakla beraber birçoklarına da yurt olmuştur. Bulgarlar da bunlardan biridir. Bulgarlar tarih

sahnesinde ilk defa Hazar Denizi ile Tuna arasındaki bölgede görülmüşlerdir.42

Bulgarların adı Türkçe “bulgamak” fiilinden türemiştir.43

Bu fiil “karışmak, birleşmek, bir araya gelmek” anlamına gelip Bulgarların menşeine bakıldığında Ogur Türkleri ile Avrupa Hunlarının bazı Türk bakiyeleriyle birleşmesinden olduğu için

bu adı aldıkları düşünülmektedir.44

Asparuh Han (İsperih) önderliğindeki Bulgarlar, Güney Besarabya bölgesine yerleşip Bizans Devleti ile komşu olmuşlardır. Bulgarların Bizans ile ilişkileri Osmanlı Devleti egemenliği öncesinde büyük önem taşımaktadır. Asparuh (İsperih) ile Balkanlara gelen ve I. Bulgar Devletini kuran bu Bulgarlar “Protobulgar” veya

“Bulgar Türkleri” olarak adlandırılan Türklerdir.45

Hasan Eren‟in de belirttiği gibi,

bu kavmin Türkçe konuştuğu düşünülmektedir.46

Bulgar Türklerinin Hristiyanlığa geçmesiyle Bulgar Türkleri ile bölgede bulunan Hristiyan Slavlar arasındaki farklılık

41

Halil İnalcık, Tanzimat ve Bulgar Meselesi, Eren Yayıncılık, İstanbul 1992, s. VII, VIII.

42

Ayşe Kayapınar, “Bulgarların Balkanlara Göçü ve Tuna Bulgar Devleti”, Balk anlar El Kitabı Cilt 1

Tarih, (der.) Osman Karatay – Bilgehan A. Gökdağ, KARAM-Vadi Yayınları, Ankara 2006, s. 105.

43 Hasan Eren, “Bulgarlar ve Türk Dili”, Bulgaristan’da Türk Varlığı, Türk Tarih Kurumu Basımevi,

Ankara 1985, s. 13.

44 Lâszlo Râsonyı, Tarihte Türk lük , Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1996, s.

89.

45

Ayşe Kayapınar, age., s. 106.

46

(23)

azalmaya başlamıştır. Konuşulan dil ise fethedilen Slavların dilinden oluşan bir dil

olmuştur.47

Halil İnalcık da Hristiyanlaşmanın etkisinden bahseder:

“Bu devirde bilhassa Islavların havarisi Metod ve Kiril ile temelleri atılan Islav-Bulgar dinî edebiyatı parlak bir şekilde gelişti. Resmi dil islavlaştı, Türkçe unvanlar atıldı.”48

X. yüzyılda Hristiyan Slavların ve pagan Bulgar Türklerinin yanında bu iki

unsurun birleşmesinden doğan Bulgarlar da bulunmaktadır.49

I. Bulgar Devleti veya Tuna Bulgar Devleti (681-865) eski Türk devlet geleneklerine göre yönetilmiş bir devlettir. Fakat IX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türk özelliklerini yitirerek Ortodoks Hristiyan ve Slav karakterini almış ve 1018 yılında Bizans hâkimiyetine girmiştir.50

Bizanslıların Bulgaristan‟da neredeyse iki asır süren hâkimiyeti Slav unsurunun zayıflamasına yol açmış ve buralarda sadece Grekleşme belirmemiş, aynı

zamanda diğer kavimlere mensup unsurlar da Slavlar aleyhine güçlenmişlerdir.51 II.

Bulgar Çarlığı (1187-1396) parlak günlerini Kumanlar (Kıpçaklar) sayesinde

yaşamıştır. 52

II. Bulgar Devleti‟ne son veren ise Osmanlı Devleti olmuştur.

Bulgaristan topraklarına ilk Osmanlı fetih hareketi, I. Murad tarafından yapılmıştır. 1396 yılında gerçekleşen Niğbolu Savaşı ile ise hem Bulgar Devleti‟ne son verilmiş hem de Osmanlı Devleti‟ne karşı kurulan Balkan ittifakına büyük bir darbe indirilmiştir. Bulgaristan‟ın fethinden sonra bu coğrafyada yoğun bir Türkleştirme ve İslâmlaştırma faaliyeti başlamıştır. Tırnova‟daki Bulgar Ortodoks

Kilisesi İstanbul‟daki Fener Ortodoks Rum Kilisesi‟ne bağlanmıştır.53 Tanzimat

Fermanı‟na kadar Osmanlı Devleti‟nde gayrimüslimler söz konusu olduğunda genel olarak Yahudiler, Ermeniler ve Rumlar olmak üzere üç milletten söz edilmiştir. Dinî aidiyet merkezli olan bu „millet‟ anlayışı Rum milleti denildiğinde etnik olarak Elen ırkından olan ve Rumca konuşan topluluğun yanı sıra Ortodoks mezhebine mensup

47

R.J. Crampton, Bulgaristan Tarihi, çev. Nuray Ekici, Jeopolitika Yayınları, İstanbul 2007, s. 9.

48

Halil İnalcık, age., s. VI.

49 R.J. Crampton, age.,s. 12. 50 Ayşe Kayapınar, age.,s .126.

51 Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, Türk Tarihi Kurumu Basımevi, Ankara 2011, s. 373. 52 Halil İnalcık, age., s. VI.

53

M. Alaaddin Yalçınkaya, “Osmanlılar Döneminde Bulgaristan”, Balk anlar El Kitabı Cilt 1 Tarih, (der.) Osman Karatay – Bilgehan A. Gökdağ, KARAM-Vadi Yayınları, Ankara 2006, s. 321.

(24)

Bulgar, Hırvat vb. toplulukları da içermiştir.54

Bu durum 1870 yılına kadar sürmüştür. Bu olayın Bulgarlar açısından sonucunu İnalcık şöyle açıklamaktadır:

“Bulgarlar, yeniden benliklerini bulmak ve millî varlıklarını kabul ettirmek için her sahada çetin mücadeleler yapmağa mecbur olmuşlardır. Bulgar halkı bilhassa XVIII. asır sonlarında varlığını temelinden tehdid eden büyük bir tehlike karşısında bulunuyordu: Rumlar, onların bütün tarihî ananelerini, hatta konuştukları dili ortadan kaldırmak ve kendilerini rumlaştırmak gayretinde idiler.”55

Rumların, Bulgarlara baskıları oldukça fazladır. Bulgar diliyle ayin yapmak, vaazda bulunmak yasaklanmıştır. Bunun yanı sıra “Yunan klâsiklerinin tedrisata

idhaliyle islâh edilen yunan mekteplerinde yetişmiş Bulgarlar kendilerini Bulgar saymaktan” utanmanın yanı sıra “Bulgar tahsilsiz, kaba köylü anlamına”

gelmektedir. Böylelikle Bulgarlık, dağlara sığınmış ve özel imtiyazlara sahip

manastırlardan başka her tarafta tamamıyla Rumların manevî boyunduruğu altında kalmıştır.56

Bulgar tarihçi Maria Todorova‟nın kanaati de Balkanlardaki dağlar olmadan, Bulgarlar adıyla yaşayan topluluğun varlığını koruyamayacağı hattâ belki

hiç ortaya çıkmayacağı yönündedir.57

Buradan da anlaşılacağı gibi, Osmanlı Devleti idaresindeki Bulgarların nüfusu kırsal yerlerde daha fazladır. O çağlarda Bulgarların

büyük bir kısmı köylerde yaşamaktadır.58

Bulgarlar genellikle reaya adını taşıyan,

vergiye tâbi çiftçi sınıfları halinde kalmışlardır.59

Kazım Nami Duru hatıralarında “Bulgarların çoğunun Türk beylerinin çiftliklerinde yarıcı olduklarından mülk sahibi

olmayan”60 insanlar olduğundan bahsetmektedir. Adaletli bir idare ve imtiyazlı tüccar sınıfının bulunmasına rağmen, XVII. yüzyıl ortalarında “haydut” adı verilen

çeteler türemiş ve isyan etmeye başlamışlardır.61

Todorova, bu çetelerin ya da onun

tabiriyle „saygın direnişçilerin‟ Bulgar halk türkülerinde de geçtiğini belirtir.62

Yalçındağ‟a göre “1789 Fransız İhtilalı’nın milliyetçilik akımını ortaya çıkarması,

54

Fazıl Gökçek, Osmanlı Kapısında Büyümek , İletişim Yayınları, İstanbul 2006, s. 13.

55

Halil İnalcık, age., s. 18.

56

Halil İnalcık, age., s. 19.

57

Maria Todorova, Balk anlar’ı Tahayyül Etmek , İletişim Yayınları, İstanbul 2010, s. 121.

58 R.J. Crampton, age., s. 30.

59 M. Alaaddin Yalçınkaya, age., s. 326.

60 Kâzım Nami Duru, Arnavutluk ve Mak edonya Hatıralarım, Sucuoğlu Matbaası, İstanbul 1959, s.

28.

61

Gös. Yer.

62

(25)

Rusların bölgedeki Panslavist politikası, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin Bulgarları istismarı, Bulgaristan’da isyan komitelerinin kurulmasına ve bölgede ilk olayların başlamasına” sebep olmuştur.63

Paisii (Paisiy), Sofroni gibi Bulgar keşiş ve rahipler ile Bulgar yanlısı olan Rus filolog Jorj Venelin, yaptıkları faaliyetlerle Bulgar millî uyanışının ilk

kıvılcımlarını yakmışlardır.64

Çorbacı65 adıyla bilinen zengin Bulgar tüccarlar, ilk

Batılı tarz eğitim veren okulların açılmasına vesile olmuşlardır. İnalcık‟ın, Nikolai Staneff adlı bir Bulgar tarihçisinden naklettiği gibi, “Bulgarların ticaret ve edebiyatı,

aynı zamanda doğmuş ve gelişmiş”tir.66

XVIII. yüzyılın ikinci yarısından, itibaren savaşlar ve isyanlardan dolayı Bulgaristan‟dan kaçan ve çoğunluğu köylü olan insanların bir kısmının oluşturduğu İstanbul‟daki Bulgar cemaati, Bulgarların dinî ve manevî kurtuluşunu gerçekleştirme işini üstlenmiştir.67

İstanbul‟daki Katolik ve Protestan okullarında ve özellikle Robert Koleji‟nde eğitim görmüş Bulgarlar, “Bulgaristan bağımsızlığını ilan ettikten sonra

devlet adamı ve parlamenter ihtiyacı baş gösterdiğinde Robert Kolej’de eğitim görmüş kişiler ön plana çıktılar ve devlet kademelerinde”68görev almışlardır. Erol

Güngör‟ün J.C. Hopkins‟ten aktardığı gibi “1877’de Türk idaresinden kurtulan

Bulgaristan’a yardım eden ve şimdi de milletlerini müstakilen idare etmek üzere hazırlayarak Rus entrikalarından kurtarmaya çalışan birçok gençler Robert Kolej’de tahsil”görmüşlerdir.69Aynı zamanda bu misyoner okullarında yetişen öğrenciler,

Batak köyünde vesair yerlerindeki Bulgar ihtilâlini yapmışlardır.70

Amerikan Kız Koleji‟nin bir mensubu olan Mary Mills Patrick, hatıralarında okuldaki Bulgar öğrencilerin kendi milliyetleri ile ilgili fazla gurur duyduğundan bahseder. Ona göre,

63

M. Alaaddin Yalçınkaya, age., s. 326.

64

Halil İnalcık, age., s. 20-21.

65“Bu unvan yakın zamanlara kadar gayrimüslim zengin tüccarlarla köy muhtarlarına da verilmiştir.

XVIII. yüzyıl sonlarından itibaren Bulgaristan’da ticaret ve tefecilik yapanlara da çorbacı denmiş, hatta bu kelime Bulgarca’da yüksek bir rütbe karşılığı olarak da kullanılmıştır.” Bk. Abdülkadir

Özcan, “Çorbacı” maddesi,

http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=080370&idno2=c080260, (04.01.2017), s. 370.

66

Gös. Yer.

67 Yeorgios Kiutuçkas, 1878‟e Kadar İstanbul‟daki Bulgar Cemaati, 19. Yüzyıl İstanbul’unda

Gayrimüslimler, ed. Pinelopi Stathis, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2011, s. 39.

68 Hester Donaldson Jenkins , Robert Kolej’in Kızları Misyonerlik Feminizm Yabancı Ok ullar, Dergâh

Yayınları, İstanbul 2008, s. 104

69

Erol Güngör, Türk iye’de Misyoner Faaliyetleri, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2012, s. 51.

70

(26)

Bulgar öğrencilerin “Bulgar olmayı insanlık şerefinin en zirvesi olarak kabul

etmeleri”ndenyüzünden, kolej mensuplarının, daha sonraları Balkanlarda yaşanan

saldırgan milliyetçiliğin sonuçlarını üzüntüyle izlemelerine yol açmıştır.71

Kısacası Amerikan Okulları “Bulgar milliyetçilik meşalesinin tutuşturulduğu en önemli

mecralardan” biri olmuştur.72

Eğitim alanındaki yeniliklerin yanında Rumların, Bulgarlar üzerindeki baskıları yakın yüzyıllarda da devam etmiştir. Bu sebeple Sultan Abdülmecid‟e yakınlığı ile bilinen bir Bulgar olan Stefan Bogoridi nam-ı diğer Aleko Paşa‟nın Bulgar cemaatine mahsus bir papaz evi kurulması isteği padişah tarafından kabul edilmiştir.73

Bu ilk girişimin ardından 1870 yılında Sultan Abdülaziz Bulgarlara müstakil bir kilise kurulmasını, ruhanî ve idarî açıdan ayrılmalarını kabul eden bir

ferman ilân etmiştir.74

Bu durum, Ortodoksluk parçalanmış olmakla beraber

Bulgaristan‟ın kuruluşuna doğru atılan ilk adım olmuştur.75

Bu gelişmelerin olduğu dönemde isyanlar devam etmektedir. 1876 Nisan ayında büyük bir isyan patlak vermiştir. Birçok Türk‟ün yaşadığı köy ve kasabalar tahribata uğrarken, oralarda yaşayan halk da katledilmiştir.

93 Harbi adıyla da bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonucu imzalanan Berlin Antlaşması‟na göre, Osmanlı Devleti‟ne bağlı bir Bulgaristan Prensliği

kurulmuştur. Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması sınırlarına ulaşmayı devlet

politikası haline getiren Bulgar Prensliği, 1885 yılında Doğu Rumeli vilayetini ilhak

ederek Balkanların en büyük ulus devleti haline gelmiştir.76

Târîhçe-i Vak‟a-i Zağra olarak bilinen Zağra Müftüsünün Hatıraları’nda Hüseyin Raci Efendi, 93 Harbi‟nde Bulgar mezalimine uğradıkları için göç eden Zağra ahalisinin acılarını anlatmaktadır. Bulgar zulmü ile Bulgar çetecilerin neler yaptıkları, ilk defa bu eserle Türk literatüründeyer almış ve büyük yankı uyandırmıştır. Bulgarların artık Türkler için “düşman” olduğunu Hüseyin Raci Efendi Hicretnâme‟sinde şu şekilde anlatır:

71

Hester Donaldson Jenkins, age., s. 107.

72

Mithat Aydın, Bulgarlar ve Ermeniler Arasında Amerik an Misyonerleri, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2008, s. 103.

73 Bojidar Çipof, Patrik hane ile Mücadelem, Kitap Matbaacılık, İstanbul 2010, s. 17. 74 Bojidar Çipof, age., s. 20.

75 M. Alaaddin Yalçınkaya, age., s. 327. 76

Nuray Ekici, “Bulgar Devletinin Gelişmesi (1878-1908)”, Balk anlar El Kitabı Cilt 1 Tarih, (der.) Osman Karatay – Bilgehan A. Gökdağ, KARAM-Vadi Yayınları, Ankara 2006, s. 540.

(27)

“Hayrete düşmüştü soğuktan cihan Bir gece Balkan’ı geçip nâgehan

Rus ile Bulgar-ı sitem-pîşeler Etti hücum âh o bed-endîşeler Titreyerek gece yarısı hemin Çıktılar evden hepisi pür-enin

Terk-i vatan etmeye mecbûr olup Eşk-i tehassür dökerek dûr olup”77

Şair, bu mısralarla Bulgar‟ın zulmünün beklenmedik olduğunu

göstermektedir.

Bulgaristan Doğu Rumeli Vilayeti‟ni nasıl ilhak ettiyse Makedonya‟yı da topraklarına katmak istemektedir. Bu yüzden Makedonya üzerinde bazı girişimlerde

bulunmaya başlamıştır. Bulgaristan Hükümeti, Bâbıâli‟den izin alarak

Makedonya‟da Bulgar Kilisesi ile misyonerlik faaliyetlerine başlamıştır. Böylelikle giderek Makedonya‟daki Bulgarların nüfuzu artmış olup Osmanlı Devleti‟ndeki

Makedonya isyanlarına zemin hazırlamıştır.78

Kurulan örgütlerin yardımıyla çıkan İlinden ve Preobrajenie isyanları başarısızlıkla sonuçlanmıştır, fakat Osmanlı Devleti‟ni zayıflatmıştır. II. Meşrutiyet ilânı sonrası süren siyasî karışıklıklardan yararlanan Bulgaristan, 5 Ekim 1908 tarihinde bağımsızlığını ilân etmiştir.

Makedonya‟yı paylaşma mücadelesi; Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan‟ın Osmanlı Devleti‟ne karşı birleşip I. Balkan Savaşı‟nı başlatmasına yol açmıştır. Bulgarlar, bu savaşta Edirne, Kırklareli ve Lüleburgaz‟ı alarak Çatalca‟ya kadar

gelmişlerdir.79

Osmanlı Devleti ile Bulgaristan‟ın „düşman‟ olarak ilk ve son karşılaşması olan Balkan Savaşları‟nın önemi bu açıdan büyüktür. Osmanlı Devleti

77 Hüseyin Raci Efendi, Zağra Müftüsünün Hatıraları Târîhçe-i Vak ’a-i Zağra, (Hazırlayan) M.

Ertuğrul Düzdağ, İz Yayıncılık, İstanbul 2012, s.246.

78 Nuray Ekici, age., s. 536. 79

İbrahim Kamil, “Krallık Döneminde Bulgaristan”, Balk anlar El Kitabı Cilt 2 Çağdaş Balk anlar, (der.) Osman Karatay – Bilgehan A. Gökdağ, KARAM-Vadi Yayınları, Ankara 2007, s. 472.

(28)

tamamen Rumeli‟yi kaybetmiş, Edirne de Bulgar ve Sırp birliklerinin işgalinde kalmıştır. I. Balkan Savaşı‟nda, Bulgarlara esir düşen Raif Necdet Kestelli

hatıralarında Edirne‟nin kaybını bir “Alsace-Lorraine” meselesine benzetmiştir.80

Sofya‟daki esareti boyunca Bulgar milletine dair gözlemlerde bulunan Kestelli, Türklerin Bulgar milletine nasıl mağlûp olduğuna dair şu tespitlerde bulunmuştur:

“Evvela bu millet, her şeyden evvel çalışkandır. (…) Sonra da Bulgarlar cesur ve güçlüklerle dolu hayata tahammül edendir. Çalışkanlık ve yılmamazlık. (…) Bulgarların başarı sihrini çalışkanlıklarında, küçük yaştan beri aldıkları millî terbiyede görüyorum. Bu millî terbiyeyi vermekte ilkokullarının, kadın medreselerinin, şairler ve ediplerinin görevlerini pek mükemmel bir surette yaptıklarında görüyorum. Ah, özellikle Bulgarların kadınları terbiyede, kız okullarına pek büyük önem verdiklerini görmek ve anlamak kalbimi nasıl anlatılamaz hislerle rencide etti. Kızlarını mükemmel, fennî bir surette terbiye ve ıslah eden bu körpe dimağları, ruhları tarih ve milliyet haleleri ile aydınlatan bir millet, esasen ne kadar adi ve yaratıştan vahşi olursa olsun, hayat k avgasında daima güzergâhına zafer çiçekleri serper!”81

Eski Zağra‟da, Edirne‟de esir askerlerin açlıkla veyahut çeşitli işkencelerle şehit edilmesi hadiselerinin arkasında olan Bulgarlar için Kestelli, “vahşet” ve “vahşi” (s.77, 103, 107, 111, 112) ifadelerini sıkça kullandığı gibi “vahşi Balkanların alçak zulümlerinin” (s.102) unutulmamasının altını çizmiştir. Bulgarların ırkçı hareketlerinin sonuçları olan bu olaylarla Türkler için evvelden gayrimüslim bir grup olan Bulgarlar şimdi bir “düşman”a dönüşmüştür:

“Bulgarların medeniyetten, insaniyet hissinden ne derece nasipdar olduklarını gösteren elim, feci bir haber daha! Eski Zağra vahşi hadiseleri maatteessüf doğrulanmakta. Orada esir Türk yavruları alenen şehit edildi. (…) bütün bir feveran ve isyan ile Bulgar vahşetine lanet okumamak mümkün değil. (…) Bulgar vahşetlerinin verdiği intikam alevi, kalbimizi yakıyor. Bu ateş o kadar kuvvetli ki asırlar onu söndüremeyecek. İttifaklar onu susturamayacak. Bu meselede hükümetle millet tamamen ayrılabilir. Siyasette his yoktur. Devlet siyasî menfaatlerini

80 Raif Necdet Kestelli, Osmanlı İmparatorluğunun Batışı (Ufûl) Edirne Savunması , Arma Yayınları,

İstanbul 2001, s. 102.

81

(29)

sağlayacağına kani olursa bu zalim düşman ile ittifak bile imzalayabilir. Buna şaşmak, etkilenmek fazla ve beyhudedir. Fakat bu, asil sonsuz bir kin ile donanması lazım gelen milleti Bulgarların ateşli bir düşmanı olmaktan menedemez. Osmanlılar ruhen bütün Balkanlıların tabii ve ebedî bir düşmanı kalmalıdır.” 82

Yaşanan elim olaylar sonucunda sıcağı sıcağına not edilen bu satırlar, o günkü Türk aydının bakışını yansıtmaktadır. Burada, Bulgarlar „düşman‟ adı altında “öteki”leşmiştir.

II. Balkan Savaşı sonunda imzalanan Bükreş Antlaşması‟yla Osmanlı Devleti Edirne‟ye kadar olan topraklarını geri alırken Bulgaristan ise Batı Trakya‟yı almıştır. I. Dünya Savaşı‟na Makedonya‟yı alma umuduyla katılan Bulgaristan, Neuilly

Antlaşması ile Dobruca‟yı Romanya‟ya, Batı Trakya‟yı ise Yunanistan‟a vermiştir.83

Cenap Şahabettin, subay babasının Plevne‟de şehit düşmesini “Plevne‟den Geçerken” adlı yazısında şu şekilde hatırlıyor:

“Babanın kanını emen bu toprak, şimdi babanın cisim ve rûhundan yabancı açlıklara sünbüle-i gıda hazırlıyor.”84

Sema Uğurcan, şairin bu sözlerle babasının uğrunda öldüğü bu toprakları

çoktan kaybettiklerini hatırladığını yazar.85

Fakat dikkati çeken bir diğer kelime ise şairin artık o coğrafyaya, yani Bulgaristan‟a “yabancılaştığını” söyleyen “yabancı açlıklara gıda başağı hazırlamak” ifadesidir. Bu söylem, Türk aydınının Bulgarlara yabancılaştığını gösterdiği için mühimdir. Şair, Bulgarları “köylü” ve “çiftçi” bir millet olarak görmekte ve ona göre köylüler doymak bilmeyen, kıskanç ve şehirliye karşı haksız bir garazla dolu kimselerdir. Bu görüşleri yüzünden, Bulgar köylüler

hakkında olumlu düşünmemektedir. Fakat Bulgaristan seyahati sonucunda,

Bulgarların Türklere göre daha çalışkan ve daha az hayalperest olduğu neticesine

varmıştır.86

Bağımsızlık yolunda ilerleyen Bulgaristan ve bağımsızlığını ilân ettikten sonraki Bulgaristan ile Türkiye arasındaki ilişkilerde en önemli bağ, Bulgaristan

82 Raif Necdet Kestelli, age., s. 112-113. 83 İbrahim Kamil, age., s. 473.

84 Cenap Şahabettin, Avrupa Mek tupları, (hazırlayan) Zeynep Uluant, Akademi Kitabevi, İzmir 1992,

s.19.

85

Sema Uğurcan, “Türk Sanat ve Edebiyatında 93 Harbi”, Edebiyatımız I Edebiyat-Tarih İlişk isi, Dergâh Yayınları, İstanbul 2012, s.110.

86

(30)

Türkleri olmuştur. Bulgarlar, Panslavizm‟in en ateşli savunucusu haline geldikleri 1878-1879 Osmanlı-Rus Savaşı‟nda Türklere yönelik soykırım hareketlerinde önemli

rol oynamışlarıdır.87 İsyanlarda ve Balkan Savaşları‟nın da dâhil olduğu süreçte

Rumeli topraklarında birçok Türk ve Müslüman, Bulgar çeteciler tarafından

katledilmiş veya göçe zorlanmıştır.88

1919-1923 yılları arasındaki Aleksandr Stamboliyski‟nin başında olduğu Çiftçi Partisi‟nin iktidarı hariç, Bulgaristan Türkleri hem krallık döneminde hem komünist dönemde gerek göçe zorlanarak gerekse cahil,

fakir ve zayıf bırakılmak istenerek birçok haksızlığa ve zulme maruz kalmışlardır.89

Yahya Kemal Beyatlı‟nın 1922 yılındaki Bulgaristan ziyareti sonrası vardığı kanaat ise Bulgaristan Türklerine yapılan haksızlıkların Stamboliyski döneminde de devam ettiği yönündedir. Ona göre Türk azınlığının haklarında yapılan iyileştirmeler samimi değildir. Yahya Kemal‟in bölgedeki göçler için şu gözlemi ve tespiti dikkate değerdir:

“Bir gün bir yolcu için dediler ki: “Patagonya’ya gidiyor!.. Patagonya

nereye dediklerini sordum: Bulgaristan’a Balkan Harbi’nden yâdigâr cenuptaki Türk arâzisiymiş! Patagonya’yı Bulgaristan resmen ilhâk ettiği hâlde henüz husûsî bir siyasetle idâre ediyormuş. Bu zavallı toprak çile devrini ikmâl ettikten sonra insan muâmelesi görecekmiş! Balkan Harbi’nde o havâliyi kana boyayan katliâm durmuş, bakıye kalan Müslümanlar daha yavaş ve tatlı bir dehşetle topraklarından koğuluyor (…) Sözün Türkçesi, Bulgaristan, bu bedbahd diyârı ancak uzun bir çile devresinden sonra benimseyecek.”90

Yahya Kemal‟in bahsettiği çile devresi 1950-1951 göçü, 1969-1978 göçü ve 1989 göçüne sebep olan hadiselerde gözlemlenebilmektedir.

Kemal Şevket Batıbey, Ve Bulgarlar Geldi91

adlı eserinde İkinci Dünya Savaşı‟nda 23 Nisan 1941 tarihinden itibaren üç yıl boyunca Batı Trakya‟yı işgal eden Bulgarların yaptıkları mezalimi anlatmaktadır. Yazar, yapılan zulümlerden

87

Kader Özlem, “Bulgaristan Türklerinin Tarihsel Süreç İçerisinde Dönüşümü, AB Üyelik Süreci ve Türk Azınlığa Etkileri”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt:1, Sayı:2, Kış 2008, s. 345.

88

Nuray Ekici, “Bulgaristan Türkleri”, Balk anlar El Kitabı Cilt 2 Çağdaş Balk anlar, (der.) Osman Karatay – Bilgehan A. Gökdağ, KARAM-Vadi Yayınları, Ankara 2007, s. 511.

89 Bilâl N. Şimşir, Bulgaristan Türk leri, Bilgi Yayınevi, Ankara 2009, s. 21.

90 Yahya Kemal, Çocuk luğum, Gençliğim, Siyâsî ve Edebî Hâtıralarım, İstanbul Fetih Cemiyeti,

İstanbul 2015, s. 167-168.

91

Kemal Şevket Batıbey, Ve Bulgarlar Geldi Batı Trak ya’da Tenek e ile Alârm, Boğaziçi Basım ve Yayınevi, İstanbul 1976.

(31)

dolayı özelde Bulgarları, genelde ise bütün Balkan milletlerinin her ferdini “fırsat

buldukça beklemediğimiz bir yerde bize arkadan vurmak kahpeliğine tevessül eden”92

, “susuz birer Türk düşmanı”93 olmakla itham etmektedir.

10 Ağustos 1950 tarihinde Bulgaristan‟ın Türkiye‟ye Bulgaristan

Türklerinden 250.000 kişinin üç ay içinde göçmen olarak alınmasına ilişkin verdiği

notayla Türkiye ile Bulgaristan arasında ciddi bir göç sorunu ortaya çıkarmıştır.94

Yaklaşık 154 bin kişi göç etmiştir. 1950-51 göçünün birdenbire kesilmesi birçok Türk ailesini parçalamıştır. Bundan dolayı Türkiye‟ye göç etmek isteyen Türklerin etkisi ve Türkiye‟nin girişimleriyle 22 Mart 1968 yılında “yakın akraba göçü anlaşması” adıyla da bilinen anlaşma imzalanmış ve yaklaşık 130.000 kişi daha göç etmiştir.

Todor Jivkov yönetimi tarafından 1984 yılında başlatılan Bulgaristan Türklerinin adlarının Bulgar adlarıyla değiştirilmesiyle doğan olaylar, yeni bir göç dalgasına sebep olmuştur. Bu göç dalgasının diğer göçlerden ayırt edici özelliği, isteğe bağlı olmayan “Bulgar yönetiminin kendi tespit ettiği Türkleri olmadık

zorbalıklarla, aileleri parçalayarak, mallarına ve mülklerine el koyan”95

bir göç olmasıdır. 2 Haziran 1989 tarihinden Mayıs 1990‟a kadar 311.862 Bulgaristan

Türk‟ü göçe zorlanmıştır.96

Her göç anlaşmasının arifesinde, Türk-Bulgar ilişkileri gerginleşmiştir.

10 Kasım 1989 tarihinde Jivkov‟un Bulgaristan devlet başkanlığından gitmesiyle beraber Bulgaristan‟da oluşan yeni düzenle sayesinde Türk azınlığın üzerinde uygulanan asimilasyon ve mezalim politikaları sekteye uğramıştır. Asimilasyon ve mezalime direnmesinden dolayı hapse atılan ve sürülüp eziyet gören Türk aydınları serbest bırakılmış, değiştirilen adların geri alınmasının yolu açılmıştır. Bulgaristan Türkleri siyasî alanda faaliyet göstermeye bu dönemde başlamışlardır.

92 Kemal Şevket Batıbey, age, s.10. 93

Kemal Şevket Batıbey, age, s.11.

94 Bilâl N. Şimşir, age., s. 231. 95

Bilâl N. Şimşir, age., s. 440.

96

(32)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRK ROMANINDA BULGARLAR

1. TANZĠMAT’TAN

CUMHURĠYET’E

KADAR

OLAN

DÖNEMDEKĠ ROMANLARDA BULGARLAR (1870-1923)

Türk edebiyatına ve okuyucusuna roman türünün tanıtımı çeviri eserlerle olmuştur. Halit Ziya‟ya kadar olan ilk Türk romancıları, Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın

tespitiyle romancı muhayyilesi olmayan sadece roman yazmaya hevesli yazarlardır.1

Bu yazarlar Avrupa‟dan „gelişmiş‟ bir tür olarak gelen roman türünü kopya etmekle uğraşmışlar ve bununla birlikte geleneksel Türk halk hikâyeciliğinin etkisinden de

kurtulamamışlardır.2

Berna Moran‟ın da altını çizdiği gibi, Batı‟dan ithal edilen romanın Türk edebiyatında aldığı şekli anlamak için hem geleneksel hikâye türüne hem de tarihî ve sosyal şartlara bakılması gerekmektedir. Ahmet Mithat, Namık Kemal ve Mizancı Murat gibi ilk romancıların kendileri de o dönemin siyasî ve

toplumla ilgili sorunlarıyla uğraşan kişileridir.3 Türk romanının 1950‟ye kadar ana

problemi olan Batılılaşma, çoğu romanda kendini göstermiştir.4

Bundan dolayı sorun olduğu düşünülen cariyelik kurumu, kadına karşı tutum, ticaret anlayışı gibi

toplumsal konular da romanlarda eleştirilecek konular olarak seçilmiştir.5

Özellikle kadın-erkek ilişkilerinin anlatıldığı eserlerde sıkça gayrimüslimlere

veya yabancı şahıslara başvurulmuş, sorunlar onlar üzerinden anlatılmaya

çalışılmıştır. Hâliyle batılılaşma Osmanlı Devleti‟nin her yanında kendini

göstermeye başlamışken gayrimüslimler de bu durumdan etkilenmişlerdir. Tanzimat ile Islahat Fermanları ve gayrimüslimlerin statüleriyle ilgili yapılan diğer değişikliklerle Avrupa‟da yükselen milliyetçiliğe karşın “Osmanlı” adı altında bir üst

kimlik oluşturulmuştur.6 Osmanlı Devleti‟nin bu çok milletli yapısı içinde

1

Ahmet Hamdi Tanpınar, 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul 2003, s. 289.

2 İnci Enginün, Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat‘tan Cumhuriyet‘e (1839 -1923), Dergâh Yayınları,

İstanbul 2007, s. 168.

3 Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bak ış 1, İletişim Yayınları, İstanbul 2007, s. 11. 4 Berna Moran, age., s. 24.

5

Berna Moran, age.,s. 19.

6

Referanslar

Benzer Belgeler

Bir derste bizi Arap ve İran edebiyatlarından Türk edebiyatının derinliklerine, Farsçadan nazım şekillerine, edebî sanatlardan edebî pek çok türe, genel kültür

When AGO factor is added to the analysis, it is seen that ranks students acquire in their own dwelling units and at their own class levels in the Level determination examination is

lamlı olan farklılıkları saptamak için p<0,05 anlamlılık düzeyindeki normal dağılım gösteren değişkenler için tek yönlü varyans analizi (ANOVA) ve

本實驗中利用三氯醋酸 (trichloroacetic acid) 在 atenolol 的胺基上做成離子對 (ion pair)保護基,可選擇性的在 atenolol 的羥基上製備其酯類衍生物 (O-acylatenolol);利用 acyl

Its initial presentation is always neglected by emergency physicians, until typical symptoms and signs are noted or thin-slice brain CT results obtained, by which time it is

Melika and Stone (2001) identified a new species from Turkey and Iran (Andricus askewi) and Melika et al.. (2004) identified a new species from Turkey, Iran and Greece

Regresyon analizi sonuçları, iller bazındaki kamu eğitim harcamaları ve öğretmen başına düşen öğrenci sayısının, illerin ÖSYS başarısını etkileyen en

(Gazzâlî, el-Münkızu mine’d-Dalâl, s. 27-28.); Gazzâlî bu şüphe sorgulamalarının ötesinde görmeyi bir bilgi çeşidi olarak kabul eder ve “görme sabittir, çünkü o,