• Sonuç bulunamadı

Zamanda Kaybolan

Belgede Fotoğraf: Emel Beyaz (sayfa 26-30)

Anlar

Hilal Gül

mek istiyoruz, bunu bize sormuyordu.

Ve zaman artık paranın yol açtığı tüm alçaklıklara el ayak oluyor, onunla iş birliğine girmiş bulunuyordu. İnsanlar her gün bir başka yenilik ile zamana karşı koymaya çalışıyorlardı.

Tüm bunlar onu güldürdü. Hepsi o kadar komikti ki yalnız olmadığını unutup bir kahkaha patlattı. Adam korkmuş ve sinirlenmiş bir şekilde kadına döndü ve neden güldüğünü sordu. Cevap gelmedi. Sana iki kere ne zaman hazırlanırsın diye sordum bana cevap vermek yerine kahkaha atıyorsun. Adamın ses tonu oldukça yüksekten çıkıyordu. Bu sırada kadın çiçeğinin susamış olabileceğini düşündü. Kalktı çiçeğe doğru bir adım attı ve parmakları toprak ile konuştu.

Beni unuttun ancak kaçmak istediğin zaman aklına geliyorum. Hayır, hayır lütfen böyle düşünme bu toprak kurursa ben de kururum biliyorsun sana nasıl

bağlı olduğumun en güzel göstergesi-dir. ‘’Ah keşke ben bir toprak oluver-seydim.’’ Tüm bunlar olurken kadın adamın artık konuşmadığını fark etti ve yüzüne baktı. Bitti mi? Evet, bitti, ben çıkıyorum. Dönünce yorgun olmazsam konuşuruz.

Bu sırada adamın adı ne olabilir diye geçiriyordum içimden. Biraz sinir-li ama çok da sert görünümlü değildi.

Bu yüzden ismi bir kaya olamazdı me-sela. Belki de ismi Tuncay’dı. Düşünce-lerimden sıyırılıp tekrar gözlem yapma-ya devam ettim. Eğer haklı çıkarsam içimde bir mutluluk belireceği aşikârdı.

Tuncay (?) bağırırken kadına bu deği-şen ruh hallerinin nedenini sormuş ve onun delirdiğini düşündüğünü dile ge-tirmişti. Bunlar Tuncay’ın içinden daha önce yüz üstüne çıkmamış kendisinin bile üzerine muhakeme yapmadan dile getirdiği düşüncelerdi. Adam çıkarken görüşürüz Hale diyerek odadan

ayrıl-kadın için bir şey ifade etmiyordu an-cak söylerken ki ses tonu, bu soğukluk, odaya donukluk bırakmıştı.

Hale, çiçeğini sulamak için kullan-dığı bardağı camdan masaya bıraktı.

Bardağın kendisi de cam olunca güzel bir görüntü çıktı ortaya. Masanın küçük kare ve keskin hatları ile bardağın kaba kalın yuvarlak ve saydam biçimi sanki birbirini tamamlıyordu. Daha önce bu konuda da bir anlaşmazlık yaşadıkları Hale’nin aklına gelmiş olacak ki uzun uzun seyretti bu ikiliyi. Tuncay masaya bir örtü almıştı. Bu açıklık onu rahatsız ediyordu. Ancak hale bunu istemedi.

Adam konuşmuş çabalamış olsa da karşısında cam masadan daha donuk bir kadın olduğunu fark edince çabala-rının boşunalığını idrak etti.

Hale yatağına uzandı. Kaldığı yer-den devam etmek istiyordu. Bunun için bir melodiye ihtiyacı vardı. Uttu-ra Kuru isimli yeni keşfettiği bir grubu açtı. Görebildiğim kadarıyla şarkının ismi ‘’First Image’’ olmalı. Gözlerini kırpmaktan başka hiçbir hareketi yoktu. Tam o sırada Hale’nin gözlerine inanamayacağı bir olay gerçekleşti.

Duvarlardan sarı, mor, turuncu renk-ler akıyor, birbirine karışıyor, sonra geri ayrışıyor ve tekrar birleşiyordu.

Bu görüntü şimdiye kadar gördüğü tüm manzaralardan daha etkileyiciydi. Bi-raz başı dönüyordu ama bu anın bit-memesi için elinden geleni yapıyordu.

Sanki zaman akmıyor, renkler akıyor ancak her seferinde aynı döngü içeri-sinde kalıyordu. Bu bir kaçış değil tam anlamıyla kendine dönüş ve kendinden kopuşu temsil eden bir andı. Her insan bir dönem kendisinin sandığı benliği-ne yaklaşır (benliğinin sadece ona ait olmadığını hatta neredeyse ona ait ol-madığını belki bir gün fark edecektir. ) ve sonra geri döner, benliğinden tekrar

uzaklaşır. Bunun hep ileriye giden akış değil dönüş olduğuna Hale adı kadar emindi. En sonunda tüm renkler toprak oluverdi.

Kahverengi…

Gözleri birden açıldı. Kimse yoktu.

En son ne yaptığı üzerine biraz zihnini yordu ancak nafile. Zamansız bir an yaşamış olabilir mi? Bu mümkün müy-dü? Tıpkı hiçbir canlının olmadığı bir ortamda sesin önemini yitirmesi, ses diye bir şeyin olmayışı gibi hatırlanma-yan bir zaman bir yokluk olabilir miy-di? Uyumak bazen uyanık kalmaktan daha çok yoruyordu onu. Uyandığında 10 yıl savaşmış bir asker yorgunluğunu kendi vücuduna satın almış gibi hisse-diyordu. Yine de bir türlü kalkamıyor, tekrar uyuma düşüncesi ise kalkmasının itici gücü oluyordu.

Her çaldığında rahatsızlık veren zil sesi yine kulaklarında zıpladı. Daha fazla çalmaması için hızlıca kapıyı açtı.

Hafif gülümser bir ifade ile hoş geldiniz Tuncay Bey, siniriniz yatıştı mı efendim diye sordu adama. Evet! İsmini doğru tahmin edebilmiştim. Çok yorgunum ama yine de sesimi yükselttiğim için senden özür dilemeliyim. Özür dilerim sevgilim çıkmak istemediğini biliyordum. Sen sevmesen de o benim patronum ve senin yanımda olman, beni onun yanındayken rahatlatıyor.

Umarım seni kırmamışımdır. Yok, kırıl-madım seni anlıyorum, neyse boş ver geçti gitti. Hadi uyu sen yorulmuşsun sabah erken kalkacağız. Sen? Ben, bi-raz işlerim var onları halledip yataca-ğım. Pekâlâ, iyi geceler. İyi uykular.

Hale mutfağa geçti. Bir sigara yaktı.

Ne işi olabilirdi ki? Bu bir bahaneydi elbet. İnsan iki kişiyken ne kadar de-vam edebilir en derin düşüncelerine sızmaya. Mutfak onun için bir sığınma

alanıydı. Ellerini kokladı. Elleri zaman-sızlık kokuyordu sigara yerine. Yere yüz üstü uzandı ve hayale daldı. Her-kesin zaman mevhumunu kaybettiği böylece yoğun olmadığı, kimsenin ace-lesinin olmadığı ve hatta çalışma saati-nin olmadığı bir dünya kurdu kafasın-da. Bu bir çeşit anarşizmdi belki ancak devletsizlik değildi kastettiği. Ona göre devlet, sınıf ya da başka bir şey değildi mesele. Tüm mesele zamandı. Zaman olmasaydı insanların hatta milletlerin, devletin yarışmak için süreleri bile ol-mazdı. İnsanların belli saat karşılığın-da bedenlerini ya karşılığın-da akıllarını satma-ları gerekmezdi yaşamak için. Herkes sadece gerçekten iyi olduğu işi yapar ve hepsinin iş dışında daha kaliteli uğ-raşları olabilirdi. Ancak ne yaparsa yapsın an kavramını hem geçmişe hem de geleceğe atfedemiyordu. Geçmiş ve gelecek ile birleşen bir an var edemi-yordu kafasında, an dışında. Hatta anı sürekli aynı olan bir an yaratamıyor-du. Zamanın yenilmezliği de buradan kaynaklanıyordu belki de. O bitecek olandı bu dünya için. Sonra bütün kö-tülükleri düşündü. İnançlı bir insandı.

Aklının, hayalinin, beş duyu organının kavrayamadığı bütün kötülükler kalbin-de birikmiş ve onu işin içinkalbin-den çıkılmaz bir gerçek dışılığa sürüklemişti. Belki de tüm bu kötülükler hiç yaşanmamıştı.

Konuştuğu insanlar, milyarlarca olan-lar hepsini bir hayale bile sığdıramıyor-du. Aklının almadığı tüm bu durumla-rın ulaşılamayacak gerçeklik olduğunu öne sürdü ona Tuncay. Sen uyumamış mıydın? Hayır uyumadım. Bak Tuncay bir insanın sadece salt kötülük için baş-kalarına verdiği mide almaz tüm al-çaklıkları düşün ve bana de ki bunlar

bilgisini sana verseydi yine de kötülük senin için kötülük olur muydu? Sana bunun kararını verdirmek adına, sana seçim tanımak adına, senin en büyük dünyan olan hayal gücüne bile sığdı-ramadığın kadar çok sayıda insanın, hepsinin ayrı ayrı bir seçim şansı olma-dığını bilebilir miyiz? Bunların gerçek-dışı olmadığını bize kim söyleyebilir?

Geleneklere bak, hepsi binlerce yıldır birikirler ancak açıklayamazlar. Bi-lime bak, akla bak bunu bize açıkla-yamaz. Bu sadece bir fikir bunun gibi birçok bilemeyeceğimiz, hiçbir zaman gerçekliğinden emin olamayacağımız farklı teoriler ortaya atabilirim. Ancak hangisinin olup olmadığını hatta her-hangi birinin olup olmadığını bilmeye de gücüm yetmez. O, her şeye gücü yetense rakamla sayabildiğimiz kadar duyu organı ile bir şeyleri algılayabil-memiz bizim için imkânsız değil midir?

Şöyle düşün ki ilkokulda sana sayma-yı öğretmek için 0’dan başlatırlar ve sonra artarak gider. Eğer kimse sana söylemeseydi bir olunup senden giz-lenseydi eksi sayıları kullanmak aklına gelir miydi? Dinle sevgilim hepsi geçe-cek sen toprak olacaksın. Ben toprak olacağım. Şu an bunları anlamamanı anlıyorum. Anlaşılacak şeyler değil bunlar. Anlasaydın, anlasaydık bura-da olmamızın hiçbir anlamı kalmazdı.

Kalbindeki merhamet seni toprağa gö-türecek olan en aziz gerçeklik. Ve bu senin içindedir.

Hale gözlerini açtı. Saate baktı çok geç olmuştu. Kalktı ve Tuncay’ın yanı-na geçti, alarmını kurdu. Uyandı, sa-bah haberlerini izledi. Ve geri kalan saatinde ne yapacağını bilemez bir va-ziyette, plansız, uzanmaya devam etti.

Hıdırellez günü genellikle Türk dünyasında 6 Mayıs’ta kutlanmaktadır. Bazı yörelerde 5 Mayıs bayram günü olarak kabul edilmekte ve ona göre törenler düzenlenmektedir. 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece Türk dünyasında birçok ritüeller yapılmaktadır. Bu ritüellerle birlikte o gün yapılması gereken işlerin yanı sıra yapılmaması gereken işler de bulunmaktadır.

Hıdırellez günü(Ruz-ı Hızır) halk takviminde yazın başlangıç günü olarak kabul edilmektedir. Türklerdeki halk takvimine göre bir yıl iki ana bölüme ayrılmakta-dır. “Hıdırellez gününden (6 Mayıs) 8 Kasım’a kadar süren devre 186 gün olup Hızır günleri adıyla anılmaktadır. Bu dönem genellikle yaz mevsimine tekabül etmektedir. 8 Kasım’dan 6 Mayıs ‘a kadar süren ikinci devre kış devresi olup Kasım günleri olarak adlandırılmakta ve 179 gün sürmektedir”(Çay,1997,s.19).

Hıdırellez ile yazın gelişi de kutlanmaktadır. Doğanın yenilenmesi, yeşillenmesi insanlar için de bir umudun, hareketlenmenin işareti olduğu için onlar da tıpkı tabiat gibi her şeye yeniden başlamak için birtakım ritüellerde bulunmaktadır.

Bütün Türk dünyasında farklı adlarla olsa da istekler benzerdir. Doğanın yenile-nişiyle birlikte insanlar da Hızır ve Ellez’den yenilenmeyi, günahlardan arınma-yı, sağlığı, bereketi istemektedirler.

Hızır ve Ellez’in kim oldukları konusunda çeşitli kitaplarda çeşitli bilgiler mev-cuttur. Diyanet Ansiklopedisi’nde Hızır; Hz. Mûsâ döneminde yaşayan, kendi-sine ilâhî bilgi ve hikmet öğretilen kişi şeklinde tanımlanmaktadır. Doğruluğu tam emin olunamayan bazı rivayetlere gore Hızır’ın H.Z Adem’in çocuklarından Kabil’in oğlu Hazrun ya da H.Z Nuh’un oğlu Sam’ın torunlarından Belyab’ın b. Melkan vayahut H.Z İshak’ın torunlarından Hazrun Amayil olduğu

Belgede Fotoğraf: Emel Beyaz (sayfa 26-30)

Benzer Belgeler