• Sonuç bulunamadı

riden ömlek

Belgede Fotoğraf: Emel Beyaz (sayfa 22-25)

Buğrahan Saatcı

g

Fotoğraf: Emel Beyaz

Lavaboya doğru adımlarken koridorda dün akşam bir resmi asmak için koyduğu is-kemleyi fark etti. Oturdu.

Hali vakti az çok yerinde sayılırdı. Babası rahmetli olduğundan beri anası yememiş ye-dirmiş içmemiş içirmişti. Dişinden tırnağından artırarak iki kızını bir de oğlunu okutmaya ça-lışmıştı. Sorduklarında, ‘’Çok şükür; Allah’ın izniyle ele güne muhtaç olmadık ya. Ufak bir tarlamız var geçinip gidiyoruz işte.’’ derdi.

Ah o tarlayı, o köyünü ne diye terk etmişti ki?

Bu gurbet diyarındakiler önceden tanıdığı in-sanlara hiç benzemiyordu. Bunlar halden bil-mez, candan uzaktı. İş hayatının girdabında teker teker boğulmuştu hepsi.

-Şimdi Hasan emmimle, Fatma bacımla ol-mak vardı.

Gerçi köydeyken de hep ayrılmak isterdi oradan. Derdi ki: ‘’Ana ben buradan büyük şehirlere gidip büyük adam olacağım. İş ku-racağım, zengin olacağım.’’ Anası takılır-dı: ‘’Ay oğul turşu kurmaya benzemez o iş-ler.’’ Ama burada çalışmalıydı, eline geçeni göndermeliydi eve. Ailenin eri olarak onlara bakmakla yükümlüydü. Ama hiç de huzurlu değildi.

-Aman be! Zaten kim halinden memnun!

Ahvaline harfi harfine uyan bir söz belir-di zihninde. Okumuş etmiş bir arkadaşından duymuştu. Fransız bir şairdi; neydi, adını ha-tırlayamadı. Şöyle demiş: ‘’Her nerede değil-sem, orada mutlu olacakmışım gibi gelir.’’

-Hay ağzına sağlık.

Burada yalnızlığa da alışmaya çalışıyor-du. Ekseriya dert yanacak hali de yoktu ama kunduralarını çıkardıktan sonra ‘’hoş geldin’’

diyen bir ses, işten dönerken yolunu gözleyen bir çift göz olsaydı...

‘’Bir aşk bulsam, yağmurunda ıslansam Bir dost bulsam, irfanında beslensem Bir dağ bulsam, sinesine yaslansam Yalnızlığım bitermola, bilmem ki?’’

renlik ediyordu. Köyden gelen koliyi açtı; üç yumurta kırıp afiyetle yedi. Mutfak kapısının sol tarafına özenle sabitlenmiş aynasının sol kenarından başlayıp köyünün yolları gibi kıv-rım kıvkıv-rım ilerleyen ve alt kenarında biten ve yine gözüne batan o çatlakla karşılaştı. Ay-nasını taşınma esnasında apartman kapısının önüne koymuştu. ‘’Tek başına çıkarayım da zarar görmesin.’’ demişti o zaman. Zehirden bir küfür savurdu ve ekledi:

-Canına yandığım!

Aynası faili meçhule kurban gitmişti. Haklı bir şekilde özür beklemişti failden fakat gelen giden olmamıştı.

-Ah kim olduğunu bir bilsem yapacağımı bilirim ben. Zorba amirimin çocuğu bile olsa gözünün yaşına bakmam arkadaş!

Gözleri hala çatlağa çakılıydı. Bir müddet sonra, gözleri yavaş yavaş kendisine doğrul-maya başladı. İri kahverengi gözleri çakmak çakmak ve anasının ‘’kara oğlum’’ niye okşa-dığı benzi solup gitmişti. Şakalarında da tek tük beyazlar çıkmaya başlamıştı.

-Olsun olsun; hep genç kalacak değiliz ya!

Mutfaktan çıktı. Gözleri hafiften kapanma-ya başlamıştı. Ertesi gün tatil olmasına rağ-men iyice bastıran uykusuna karşı direneme-di. Yer yatağına yığıldı.

O nasıl bir kâbustu? Büyük bir mezarlıktay-dı. Bir an önce koşarak çıkmalıydı buradan ama bırak adım atmayı parmaklarını bile kımıldatamıyordu. Feryat etmeye niyetlen-di; fakat dudaklarını dahi kımıldatamıyordu.

Dehşet içinde kalakalmıştı. Tıpkı çevresinde-ki serviler gibi çakılıydı. En son, masmavi bir ışık doğdu sağ tarafındaki mezar taşından ve kan ter içinde uyanmıştı.

Kalktı, doğruldu. Pencereyi açtı. İsli ha-vayı ciğerlerine doldurdu; neylesin. Kış yaz fark etmez pencereyi açmadan duramıyordu.

Açmasa boğulacak gibi hissediyordu. Gün doğmamıştı henüz. Elini yüzünü yıkadı. Dışarı çıkmak istedi. Zaten hava almak için hep bir

tek sefer döndürüp kilitledi ve bu insafsız şeh-rin sokaklarını dolaşmak için merdivenlerden teker teker indi.

Bir saatlik gezintinin ardından evinin çap-razındaki bakkaldan Türk kahvesi, sigara, ekmek ve birkaç gazete aldı. Manava da uğramalıydı fakat kepenkleri kapalıydı. Eve döndü. Bir güzel çay demledi ve balkona geçti. Günlük gazeteleri karıştırırken peynir ve zeytinleri de atıştırıyordu. Neşesi yerinde sayılırdı; ne var ki üçüncü sayfadaki bir ha-beri okuduktan sonra keyfi kaçmıştı. Boğazını yırtarcasına haykırmak istedi. Elli yedi yaşın-da bir ilkokul öğretmeni okulunyaşın-dan çıkıp kal-dırımda yürürken seyir halindeki bir arabanın altında kalıyor ve ölüyor. Altı harf: Ölüyor.

-Ulan hayret bi’ şey ya! Hayret bi’ şey ya!

Olacak iş mi bu!

Bir ömür nasıl bu kadar ucuz olabilirdi?

Bunca gayretin neticesinde üniversiteyi ka-zanması, derslerine çalışıp mezun olması, bu memleketin geleceği olan çocuklar için ken-dini paralaması, her akşam evine iki somun ekmekle dönmesi, sorumsuz ve vasat bir

sü-rücünün kurbanı olmuştu. Tam da şu anda, hayatın hakikaten ne kadar merhametsiz ol-duğunu iliklerine kadar hissediyordu.

Artan korna sesleri, bir oraya bir buraya koşturan insanlar şehrin uyandığına işaretti.

- Nereye gidiyor bu insanlar?

Nedendir bu telaş? Bu amansız ve bir o kadar da uysal sular hangi yatağa doğru yol alıyordu? İnanmakta zorlanıyordu. Seslenmek istiyordu onlara: ‘’Beni dinleyin! Ne yaparsa-nız yapın. Dünyalar sizin bile olsa hayatıyaparsa-nız bir pamuk ipliğine bağlı!’’

Birden ayağa kalktı. Kendinden emin bir şekilde ilerledi; attığı her adımı olabildiğine hissediyordu. Evden dışarı çıktı. Apartman-dan ayrıldıktan sonra sola döndü. Trafik tabe-lasının yanında durdu:

- Kolay gelsin Ümit ağabey.

- Eyvallah kardeşim hoş geldin.

- Abi oradan yarım kilo biber, bir kilo do-mates, bir kilo...

Mevsimlerden sonbahar Aylardan armut elmayı kovuyor

Günlerden armut yemesi Kocaman bir armut ağacı varmış Yeri tam da bizim üşengeç ayının evinin dibi

Kış uykusu kapıda Hiç yağı kalmamış vücudunda Nasıl geçirir o kadar zamanı uykuda Doyurmalı iyice karnını bu mevsimde

Acele etmeli zaman geçiyor Gözleri ben uyumak istiyorum diyor

Karnında ise sanki bir orkestra var Çok açız, çok açız diye şarkı söylüyor.

Bizim üşengeç ayının hiç hali yok Evinin önüne dahi çıkmaya

Keşke o ağaçtaki armutlar Kendiliğinden düşse ağzına İlahi ayı kardeş olur mu öyle şey?

Nasıl düşsün armutlar ağzına?

Çabalamadan, çalışmadan kim yemiş bir lokma?

Hep istiyorsun yorulmayayım Kolay yoldan kazanayım Emek olmayınca nasıl olsun yemek?

Neyse epeyce beklemiş bizim üşengeç

Hadi düşüverin ağzıma Derman yok patilerimde Tırmanamam da yanınıza!

Beklemiş, beklemiş of etmiş puf etmiş Armutlar ağzına bir türlü düşmemiş.

Düşünmüş karnını doyurmak amma da zor iş!

Tırmanmalıyım galiba ağaca Yoksa aç dalacağım kış uykusuna Ha gayret demiş kaldırmış patisini Ağacın gövdesine geçirmiş pençesini

İlk hamlede pes etmek istemiş Ama açlığı galip gelmiş.

Kendine demiş ki “ Heeey, koca ayı yapabilirsin bunu, tırmanabilirsin!

Sen büyüdün bebek değilsin!

Bak bekledin o kadar pişip ağzına düşmedi armutlar!”

Zar zor tırmanmış ağaca

İndirmiş midesine en lezzetli en olgun meyveleri Yavaş yavaş inmiş aşağı

Artık hazırmış kışa bizim üşengeç ayı Gitmiş mağarasına

Kendini bırakmış, tok olmanın huzuruyla uykunun kollarına

Bekleseymiş armutların ağzına düşmesini

ARMUT PİŞ

Belgede Fotoğraf: Emel Beyaz (sayfa 22-25)

Benzer Belgeler