• Sonuç bulunamadı

205. Ne zaman ki çirkin ve fenâ ve yüzü sarı oldu, azar azar onun kalbinde soğudu

206. Birtakım aşklar ki bir renk için olur; aşk olmaz, sonuçta bir ayıp olur.

Beytin orjinalindeki "Neng" ayıp ve âr ve hasret ve pişmanlık ma'nâlarınadır.

Bu beyt-i şerîfte bilimin bir hakîkatine de işâret buyrulur. Bilinmektedir ki, güneşin ışığı yedi renkten oluşmuştur ve eşyânın kendilerine mahsus hiçbir rengi yoktur. Ancak sâhip oldukları özellik vâsıtasıyla ışığın herhangi bir rengini emerek, diğer renklerini almaz. Örneğin bir kumaşın mavi görünmesi, kendisinin veyâhut boyasını teşkil eden maddelerin, ışığın yedi renginden altısını göstermeyerek, yalnız mavisini almasındandır.

Bundan dolayı eşyâya renk veren şeyler, onların maddelerinin husûsi halleri ve isti'dâdlarıdır.

Şimdi bir kimse renginden dolayı bir çiçeği sevse, zaman geçtikçe o çiçeğin maddelerindeki o rengi almak kâbiliyyeti gidip, solar ve âşık, ben buna mı âşık olmuşum diye kendisini ayıplar. İşte bunun gibi eşyânın güzellikleri de, Hakk’ın güzelliği olan sıfatlarının kabûlüne, o şeylerin isti'dâdları olmasındandır; ve bu güzellikler onlarda geçicidir. Ne zaman ki bu geçici ve emânet olan güzellikler, zaman geçerek cismin bozulması yüzünden, gider, bundan dolayı bu geçici ve emânet renklerden ve güzelliklerden dolayı olan aşklar sonuçta ayıp ve hasret ve pişmanlık olur, aşk olmaz. Aşkın çeşitleri hakkında 111 numaralı beyitte izâhlar vardır.

207. Ne olaydı o, baştanbaşa ayıp olaydı da; onun üzerine o kötü hüküm olmayaydı.

Beytin orjinalindeki "Kâşki" dilek edâtıdır, "Ne olaydı" demektir.

"Dâverî" hüküm ve hükûmet; "bed-dâverî" kötü hüküm ve kötü kazâ

83

demek olur ki; bundan kasıt da makzî ya’ni kazâ olunan haldir. Kazâ ve makzî 194 numaralı beyitte izah edildi.

Ya'ni, ne olaydı o kuyumcuda böyle bir geçici ve emânet güzellik olmaya idi de, câriyeyi bu geçici güzellik aşkından kurtarmak için, şerbet içirip öldürmek gibi, o kuyumcu aleyhinde kötü bir hüküm olmaya idi. Ya'ni aklın bakışında nefsin güzelliğine olan aşk, onu rûh tarafına meyilden ve ilâhî aşktan ayırdığı için hakîkat ehli indinde, onun ilâhî ma’rifetler şerbeti ile öldürülmesi gerekli olmuştur.

Bu hüküm nefse göre, kötü bir hükümdür; çünkü nefis ölümden nefret eder ve kendi benliği çerçevesinde yaşamak ister; fakat ind-i ilâhîde nefsin öldürülmesi hakkında olan hüküm güzeldir ve hikmetin ayn’ıdır. Nitekim hadîs-i şerîfte "Ölmezden evvel ölünüz" buyrulmuştur.

208. Onun gözünden kan koştu ırmak gibi; onun yüzü, canının düşmanı geldi.

Beytin orjinalindeki "Devîden" koşmak ve seğirtmek ma'nâsına olup, Farsçada canlı ve cansızlar hakkında kullanılır.

Ya'ni, kuyumcunun gözünden ırmak gibi kanlı yaşlar koştu ve hücûm etti. Onun yüzündeki geçici güzellik, canının düşmanı oldu.

209. Kendi kanadı, tavus kuşunun düşmanı geldi. Ey kimse, ne çok şâhı öldürmüştür onun ferri.

"Ferr" şan, haşmet, azamet ve fazîlet, ziynet, parlaklık ma'nâlarınadır.

Hz. Pîr tarafından irşâd için buyrulur ki, tavus kuşunun kanadının letâfeti ve güzelliği, kendisinin düşmanı oldu. Çünkü onun kanatlarını yolup süs yapmak için kendisini öldürürler; ve aynı şekilde târihte de görülür ki, birçok pâdişâhlar, şan ve haşmetleri yüzünden düşmanların hücûmuna ma'rûz kalıp öldürülmüşlerdir.

210. Dedi: Ben o ceylânım ki, göbeğimden dolayı, bu avcı döktü benim sâf olan kanımı.

Beytin orjinalindeki “Nâf” göbek demek olup, burada ceylânların yedik-leri güzel kokulu otlardan ve çiçeklerden, göbekyedik-lerinde biriken misk ma'nâsınadır; ve ona "misk göbeği" derler.

84

Ya'ni kuyumcu ölürken bile kibir ve benlikten ve öğünmekten vazgeç-meyip dedi: Ben o ceylânım ki, bu avcı benim sâf ve güzel olan kanımı misk göbeğimden dolayı döktü. Çünkü nefis, kibir ve benlik göstermekten ve öğünmekten aslâ vazgeçmez. Onun hakîkati bu sıfatları gerektirir.

211. Ey! Ben o sahrâ tilkisiyim ki, pusudan postu için onun başını kestiler.

Nefis kuyumcusu yine öğünüp dedi ki: Ben o göreceli vücûd sahrâsının türlü türlü hileler yapan tilkisiyim ki beni pusuya düşürüp, postum için başımı kestiler.

212. Ey! O bir filim ki, filcinin darbesi, kemik için döktü kanımı.

Fil ihtiyarlayıp, artık işe yaramaz bir hâle gelince, fil muhâfızı olan filciler, zehirli bir ma'cûn yapıp file yedirirler; fil düşüp ölür; onun kıymetli olan dişlerini alırlar.

Bu beyt-i şerîfte nefis, file benzetilmiştir. Ya'ni nefis kuyumcusu yine öğünerek dedi ki: hey...! Ben, dişlerini almak için filcilerin öldürdükleri file benzerim.

213. O kimse ki beni, benden aşağı olan için öldürmüştür ki, bilmez ki benim kanım uyumaz.

Bu beyt-i şerîfte de nefsin kibirlenmesine ve gurûruna işâret buyrulur.

Çünkü nefis kuyumcusu aklı ve rûhu ve insân-ı kâmili kendisinden aşağı görmüştür. Ya'ni kuyumcu kibirlenmek yönünden dedi: O kimse ki, ya'ni rûh sultânı veyâ ilâhî hakîm beni, kadir ve kıymetçe benden daha aşağı olan cüz'i akıl câriyesi için öldürmüştür; bilmez ki benim kanım uyumaz;

ya'ni muhakkak benim öldürülmemin cezâsını görür.

İkinci mısrânın, olumsuzluk sorusu şeklinde tercüme olunması da mümkündür. Ya'ni "bilmez mi ki benim kanım uyumaz," demek olur.

85

214. Bugün bana ise, yarın da onadır; benim gibi kimsenin kanı ne vakit böyle kayıptır?

Beytin orjinalinde geçen "Kes" kadir ve i'tibâr sâhibi olan kimse demek olup nâkesin zıttıdır. Ya'ni bu ölmek ve fânî olmak bugün bana ise, yarın da beni öldüren kimseyedir; ancak onun boynunda beni öldürmenin vebâli kalmıştır. Bundan dolayı benim gibi kadir ve i'tibâr sâhibi olan bir kimsenin kanı ne vakit böyle kayıp olup gider?

215. Gerçi duvar, bırakır uzun gölge; o gölge yine onun tarafına dönmede.

Örneğin duvar uzun bir gölge bırakır; fakat o gölge sonunda yine duvar tarafına döner. Bunun gibi, duvar mesâbesinde olan beşer şahsından çıkıp, gölge mesâbesinde olan iyi ve kötü fiillerin, iyi ve kötü netîceleri, yine o şahıs tarafına döner. Nitekim âyet-i kerîmede:

(Fussilet, 41/46)

“Men amile sâlihan fe li nefsihî ve men esâe fe aleyhâ”

"Kim ki iyi amel istedi, nefsinin lehinedir; ve kim ki fenâlık yaptı, nefsinin aleyhinedir"

buyrulur.

216. Bu cihân dağdır ve bizim işimiz bağırmaktır. Bağırmaların sesi, bizim tarafımıza gelir.

Ya'ni bu dünya bir dağa benzer ve bizim fiillerimiz de, o dağa karşı bağırmak gibidir. Örneğin bir kimse dağa karşı "Efendim!" diye bağırsa, dağdan "Efendim!" diye o sesin yankısı gelir; ve eğer farzedelim "Eşek!"

diye bağırsa, dağdan da "Eşek!" yankısı gelir.

86

217. Bunu söyledi; derhal toprak altına gitti; o câriye aşktan ve hastalıktan temizlendi.

Ya'ni nefis kuyumcusu, hâl lisânı ile bu sözleri söyledi ve öldü; ve derhal sâlikin topraktan mahlûk olan cisminde gömüldü ve artık sâlikin vücûdunda hükmü kalmadı. Çünkü nefis, sûretteki ölüme kadar sâlikde devam eder; ancak seyr-i sülûk netîcesinde, ma'nevî ölüm ile ölüp, sâlikin cisminde gömülü kalır. Bundan dolayı rûhun câriyesi olan cüz'i akıl da, çirkinliği bakışında sâbit olan nefsin aşkından ve onun sıfatına müptelâ olmak hastalığından temizlendi.

218. Çünkü ölmüşlerin aşkı dâimi değildir; çünkü ölmüş, bizim tarafımıza gelici değildir.

219. Dirinin aşkı canda ve gözde; her bir dem, olur goncadan daha tâze.

220. O dirinin aşkını tercih et ki, o dâimidir; çünkü sana câna can katıcı olan şaraptan sâkîdir.

(Rahman, 55/26, 27)

“Kullu men aleyhâ fân / Ve yebkâ vechu rabbike zûl celâli vel ikrâm”

"Sûret âleminde olan her şey fânîdir ve ancak Celâl ve ikrâm sâhibi olan senin Rabb'inin vechi ve Zât'ı dâimidir"

âyet-i kerîmesine işâret buyrulur.

221. Onun aşkını tercih et ki, bütün nebîler, işi gücü O'nun aşkından

buldular.

87

222. “Bizim için o şâha ruhsat yoktur" deme! İş güç değildir kerîmler ile.

Ya'ni, dünyâ dediğimiz şey, sonsuz uzay içinde bir zerredir. Onun üstünde olan bizim gibi âcizler ise hiç mesâbesindedir. Sonsuzluklarda kudret ve azamet sâhibi olan şâhın ve yüce Hudâ’nın celâlet huzûruna, hiç mesâbesinde olan bizlere nasıl ruhsat ve icâzet olur ki, onun aşk ve muhabbetinden dem vuralım deme. O azamet ve celâl sâhibi olduğu kadar da, kerem sahibidir. Bundan dolayı kerîmlere düşen iş, her ne kadar güç olsa bile, kolay olur.

Mesnevîhanlar bu beyt-i şerîfi derse başlama esnâsında okurlar.

Onun beyânındadır ki,

kuyumcu olan adamı öldürmek ve zehir vermek ilâhî işâret ile idi.