• Sonuç bulunamadı

325. Merdlerin işi nûrâniyyet ve gayrettir; alçakların işi hile ve hayâsızlıktır

Belgede MESNEVÎ-İ ŞERÎF 1.Cilt 1.Kitap (sayfa 106-110)

326. Dilenmek için, yünden arslan yapar; Ebû Müseylem’e de Ahmed lakabını verir.

Pîr'in zamânında yünden arslan şekli yapıp, değnek ucuna bağlayarak dilenen dilenciler varmış. Cenâb-ı Pîr, sûfi terimlerini çalan yalancı

107

iddiacıları bu dilencilere benzetirler; ve nebîlik da'vâsına kalkmış olan o Yalancı Müseylem’e lakabını verenlere benzetirler.

327. Ebû Müseylem'in lakabı "yalancı" kaldı; Muhammed'in lakabı ise

“Ulü’l-elbâb” kaldı.

Ebû Müseylem'e "el-Kezzâb ya’ni Yalancı" lakabı taktılar da "Ebû Yalancı Müseylem" dediler. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz'e ise "Ulü'l-elbab" ya'ni

"Akılların sâhibleri" olan enbiyâ (aleyhimü's-selâm) hazretleriner verilen lakab verildi; ya'ni "Akılların sâhibi" denildi.

328. O Hak şarâbıdır, onun sonu hâlis misktir; bâdenin sonu ise kokmuş azâbtır.

Bu beyt-i şerîfte nebîlerin ve evliyânın bâtınî feyizleri şarâba ve ağızla-rından çıkan söz ise, şarâp şişelerinin ağzına konulan hâlis miskten yapılan mühürlü tıpaya; ve bu kerem sâhibi zâtların taklitçilerinin bâtınî halleri dünya içkisine ve sözleri de, içki şişelerinin ağzındaki kokmuş ve burnu tahriş eden mühürlü tıpaya benzetilmiştir. Ya'ni nebîler ve evliyânın mübârek vücûtları ilâhî aşk şarâbıyla doludur. Sözleri de cânın burnuna güzel kokular verir. Yalancı iddiacıların vücûdu ise, dünyâ içkileri gibi kokuşmuş nefsânî sıfatlar ile doludur. Sözleri de cân burnunu fenâ kokusuyla tahriş eder. Nitekim Cenâb-ı Pîr efendimiz, yalancı iddiacıların hâlini ayrıntılı anlatmak için gelecek hikâyeyi beyân buyururlar.

108

Kendi milletinin bağnazlığı yüzünden hıristiyanları öldüren yahûdî pâdişâhının hikâyesidir

Hıristiyanlığın ilk yayılma yeri olan Filistin tarafının, eskiden beri yahûdîlerin memleketi ve Kudüs-i Şerîf’in de dince onların kıbleleri olduğu bilinmektedir. Burası birçok değişimler geçirdi. İsevî milâttan önce 722-727 senelerinde Âsur kralı olan Salmânasar ve Buhtu'n-Nasr ve Acem impara-torluğunun kurucusu olan Sîrus, Makedonya imparatoru Büyük İskender;

ve İsevî milâttan önce 283-323 senelerinde Mısır kralı Birinci Batlamyus ve Sûriye kralı Selûküs Nikator tarafından ele geçirildi. Ve nihâyet Selûsidler egemenliğinde kaldığı bir sırada, yahûdîler bu istilâcıların zâlimliklerine tâkat getiremeyip, Makabe ismindeki bir mûsevî hânedânının başkanlığın-da hepsi birden isyân ettiler ve birçok kanlı savaşlar ile Îsâ'nın milâdınbaşkanlığın-dan 169 sene önce bağımsızlıklarını kazandılar. Fakat karanlık bir şekilde işleri idâre eden bu hânedâna ayrılıklar ve ayaklanmalar oldu ve oraları işgâl etmek isteyen Roma devletinin müdâhalesi ile, Îsevî milâttan kırk sene önce Makabelerden Herod yahûdîlerin kralı oldu. İşte Îsâ (a.s.) bu Büyük Herod zamanında dünyâya geldi ki, bu zamanda meşhûr Neron, Roma imparatoru idi. Herod, mûsevî şerîatten fazla, çok korktuğu Neron'un emirlerine tâbi' olurdu.

Herod'un vefâtından sonra Filistin dört kısma ayrıldı; ve Herod'un

"Yuda", "Celîl", "Bânâne" ve "Ebtore" isimlerinde dört çocuğundan herbiri hükümdar oldu. Bu paylaşım mes'elesinde, Romalılar'ın parmağı vardı.

Hattâ birkaç sene sonra, Roma imparatorluğu tarafından Kudüs-i Şerîf’e gönderilen bir vâli, Filistin'i doğrudan doğruya Roma adına idâre etmeye başladı. İşte Hıristiyanlığın ilk yayılmaya başladığı zamanlarda Filistin'in siyâsi halleri bu şekilde idi.

Mûsevî pâdişâhlar idâresinde olan bir yerde, yeni bir din olan Îseviyyet'in serbestçe yayılamayacağı pek tabîîdir. Mesnevî-i Şerîf’te beyân buyrulan pâdişâhın, Herod'un oğullarından Celîl; ve "arabozucu yahûdî vezîri"nin de, onun vezîri olması lâzım gelir. Fakat bu gibi olaylar, teferruât türünden olduğundan, genel olarak olayları kaydeden târih tarafından bu gibi çok ince detaylara inen hâdiseler kaydedilmiş değildir.

Bu zamanlarda Filistin taraflarında felsefe ve filozofluk pek fazla revâcta idi ki, Hıristiyanlığın yayılmaya başladığı zamanlarda târih, buralarda başlıca yedi felsefe yolu mevcût olduğunu kaydeder. Onlar da şunlardır:

"Harîsîler, Sâdûkîler, Eseniyen, Yahûdâî, Terapotlar, Refabit, Herodetîler."

Bunlardan "Eseniyenler" evlilikten nefret eder; barışı sever, savaştan nefret

109

eder; ilâhî aşkı tavsiye eder ve rûhun dâimi olduğunu kabûl eder oldukla-rından, manastır gibi yalnız kalacakları yerlere çekilmişler ve oralarda ahlâka ve Allah’ın birliğine dâir dersler vermekle meşgûl olmuşlardı.

Avrupa felsefecilerinden ba'zıları, Hz. Îsâ'nın bu mezhepten olduğuna inanmışlardır. Hattâ milâdın ilk yüzyılında şöhret bulmuş olan Romalı putperest felfecilerden Pelin beşinci kitabının 27. bölümünde, bu mezhep için "Bir ebedî âile, ammâ içinde kimse doğmaz" demiştir.

İşte bu yahûdî vezîri, Hıristiyanlığı "Eseniyen" mezhebine benzettiği için, hilesini ve arabozuculuğunu bu yol üzere icrâya başlamış, ve o zamanlar hükümetler derebeylik usûlü ile idâre olunduğundan ba’zen bu, yukarıda saydığımız yedi mezhebin hükümlerini de birbirine karıştırarak, on iki derebeyine tomarlar yazıp, her birisini kendisine Hıristiyanlıkta veliaht yapmıştır.

Vezîrin ölümünden sonra bu on iki veliahtın her biri, birdiğerine karşı kılıç ile işe kalkışmış ve kavgalar başlamıştır.

Milâttan sonra ilk asırda Îsevîler, yahûdîler ile berâber geçindikleri sürece, onların ibâdethanelerinde âyînler yaptıkları gibi, yahûdîler ile bozuşup ayrıldıktan sonra, onların kötülüğü ile bir belâya uğramamak için sırlarını gâyet saklarlardı. Ba'zı yer altında olan mahzenlerde ve ba'zı kimselerin evlerinde toplanıp, dinleri hakkında konuşurlar ve inançlarının kısa esaslarını -o zamâna kadar felsefe yollarının hepsinde ve hattâ Eflâtûnîler'de olan âdet yönüyle- gizlerlerdi. Fakat dışarıda yabancılara karşı kendileri sakladıkları halde, kendi aralarında böyle birtakım kavgalar çıkardılar ve bu kavgalar üzerinde uzun süre inât ederek, nihâyet Hıristi-yanlığı her biri belli başlı birer mezhep olmak üzere: "Nasrânî, Karpokratiyen, Bazîlidiyen, Valantiniyen, Marsiyonist, Sabelliyanizm, Montanist" vesâir mezhepleri gibi elli dört mezhebe ayırıp bunların her birini birtakım şu'belere taksîm etme derecesine vardılar. Bundan dolayı bu yahûdî memleketinde bir karışıklık başlamış ve nihâyet Roma hükümeti yahûdîlerin talebi üzerine, memlekette âsâyişin te'mini için sâdece hıristiyanların otadan kaldırılmasına teşebbüs etmiştir.

Bu mezheplere ayrılmanın yalancı vezîrin yalanlarıyla yazılan tomarlar-daki felsefî hükümler üzerine başladığı anlaşılır. İçindekiler, metin ve ma'nâ i'tibâriyle birdiğerine fazlasıyla benzeyen "Matta, Mark ve Luka"

isimli üç İncil bir bütün gibi sayıldığından, bu üçüne birden "Sinoptin" ismi verilmiştir. İşte bu İncil'in rivâyetine göre, Hz. Îsâ yalnız bir sene nebîlik yaptı; ya'ni vaftîzinden sonra "Celil" kıt'asına çekilip, oralarda melekûtullâh’ı müjdelemeye çalışmakta iken, "nush bayramı"

münâsebetiyle Urşelim'e, ya'ni Kudüs-i Şerîfe gelerek, orada yakalandı.

110

Pavlos Fars şehrinde doğmuştur; ve o zaman yahûdîlerin en büyük âlimlerinden sayılan Cemâlin'den Mûsevî şerîatın hükümlerini öğrenmiştir.

Lâkin kendisi hocasının kızını almak sevdâsına düşmüş ise de, kendisi koca başlı, kel ve çatık ve düşük kaşlı ve karga burunlu, kısa boylu ve gâyet şişman ve eğri bacaklı bir adam olduğundan, kız kendisini beğenememiş;

hocası da bu işe engel olduğundan, o zamana kadar Savol isminde olan bu adam, ismini Pavlos koymuş ve dînini değiştirip, hocasından intikam almak için, Mesîh’in topluluğuna katılmıştır. Pavlos'un bu hâli târihî kayıtlarda da sâbittir.

Pavlos hıristiyan olduktan sonra, Yunanistan'ı ve ba'zı yerleri dolaşmış ve oralarda hakaret görmüş; Kudüs'e gelmiş ve ba'zı yabancıları yahûdîlerin ma'bedine sokmuş ve onlar ile berâber alaycı hareketlerde bulunduğu için, yahûdîler ayaklanarak kendisini hükümete teslim etmişler;

ve Pavlos hükümetin baskılarını görünce, bu alaylarını inkâr etmiş ise de, Roma muhâfızı kendisini koruma altında Roma'ya sevk etmiş ve orada göz hapsine alınmıştır. Risâlelerin hemen hepsini bu esnâlarda yazmıştır.

(Midhat Efendi merhûmun Müdafaa isimli eserinden.)

329. Îsâ’nın düşmanı ve nasrânîyi helâk eden zâlim bir yahûdî pâdişâhı

Belgede MESNEVÎ-İ ŞERÎF 1.Cilt 1.Kitap (sayfa 106-110)