• Sonuç bulunamadı

Zıt Anlamlı Olan Kavramlar

A. FESAT KAVRAMININ BAĞLAMLARI

2. Zıt Anlamlı Olan Kavramlar

“S-L-H” )حلص( kökünden gelen “salâh” )حلاصلا( kelimesi fesad’ın zıddı, masdar bir kelime olup sözlükte, uygun olmak, layık olmak,748 iyi olmak, iyi bir hâl üzere olmak, bir kişinin fesâdından sonra iyi olması, mecâzî olarak bir şeyin bir şeye uygun olması (ayakkabının ayağa uygun olması, falan kişiyle dostluk kurman uygun olmaz gibi),749 istikamet ve musâlâha anlamlarına gelmektedir.750 Salâh kelimesi “if’âl” kalıbında yani “ıslâh” şeklinde kullanıldığı zaman, layık olmak, onarmak, iyi olmak, düzeltmek, kişilerin aralarını bulup barıştırmak ve iyilik yapmak anlamlarına kullanılmaktadır.751

743 Hûd, 11/ 19

744 Bakara, 2/ 205. 745 Taberî, Tefsir, XI, 58. 746 A’râf, 77 103. 747 Neml, 27/ 48-52.

748 El-Cevherî, es-Sıhâh, I, 383.

749 Ez-Zemahşerî, Esâsu’l-Belâğa, Dâr-u Sâdır, Beyrut, 1979, s. 359. 750 Dumlu, a.g.e., s. 4.

‘Salâh’, ‘fesad’ın karşıtıdır ve uygunluk, düzeltme ve uygun olma, iyilik, barış ve barıştırma, itidâl, denge ve düzen anlamlarını taşımakta ve bu anlamlarıyla Kur’an-ı Kerim’de fesâd’ın zıddı olarak kullanılmaktadır.752

Fesad fâsıkların ve münafıkların, salâh da müminlerin vasfıdır. Müminler bu nitelikleriyle, Allah'ın emir ve yasaklarını gözeterek yeryüzünde kurulması gereken denge ve düzeni sağlayıcı tutum ve davranışlar sergiler, hem dünya hem âhiret mutluluğuna ulaşırlar.753

Kur’an’da “sâlihât” (تاحلاص) kelimesinin zıddı, “S-V-E” )أوس( kökünden türeyen seyyiât )تاأ يس( kelimesidir. Ancak, iyi faydalı ve yapıcı davranışlar "sâlihât” kelimesiyle ifade edildiği halde kötü, zararlı ve yıkıcı davranışlar "fâsidât" )تادساف( yerine "seyyiât" kelimesiyle ifade edilmiştir.754 Misâl olarak şu ayette bu şekilde

geçmiştir.“Yoksa seyyiât işlemeye dalanlar, yaşarken de öldükleri zaman da

kendilerini ‘sâlih’ ameller işleyenlerle bir tutacağımızı mı sandılar? Ne kötü hüküm

veriyorlar!”755 Diğer taraftan pek çok ayette ‘seyyi’e’ )ء يس( kelimesi ‘hasene’ )نسح(

kelimesinin zıddı olarak geçmektedir ve iyilik-kötülük anlamında kullanılmıştır.756

Fesâdın zıddı olan “salâh”, mü'minlerin belirgin bir vasfı ve peygamberin istekleri arasındadır. Ayetlerde ifade edilen Hz. İbrahim ve Yusuf'un duaları buna işaret etmektedir. Hz İbrahim a.s. Allah’a şöyle dua etmişti: “Ey Rabbim! Bana

sâlihlerden olacak bir çocuk bağışla”.757 Allahu teâlâ da O’nun duasına şu şekilde

karşılık vermiş ve isteğini yerine getirdiğini haber vermiştir: “Biz O’nu (İbrahim)

sâlihlerden bir peygamber olarak İshâk ile müjdeledik”.758 "Benim canımı müslüman

olarak al ve beni sâlih insanlar arasına kat."759 Yine Kur’an’da Hz İsa’dan

bahsedilirken O’nun sâlih’lerden olduğuna vurgu yapılmıştır.760

Fahreddin er-Râzî'nin yorumuna göre, seni Allah'a itaate çağıran her şey salâh; Allah'tan alıkoyan her şey de fesaddır. İbn Teymiye'ye göre ise, her çeşit hayrı

752 Bkz., Bakara, 2/ 11; A'raf, 7/ 56-57, 142; Neml, 27/ 48-49. 753 Dumlu, a.g.e., s. 10-13. 754 İzutsu, Kavramlar, s.313. 755 Câsiye, 45/21. 756 Fussilet, 41/ 34. 757 Sâffât, 37/ 100. 758 Sâffât, 37/ 112. 759 Yûsuf, 12/ 101. 760 Âl-i İmrân, 3/ 46.

içerisine alan salâh; şerrin her çeşidini içerisine alan da fesad’dır.761 Yine Ebu

Hayyân (v.749) gibi bazı âlimlere göre salâh, mutedil ve güzel bir hal üzere olmaktır.762 İbn Teymiyye, Süddi’den nakil ile fesadı küfür ve ma’sıyyetler,

Mücahid’e dayandırdığı bir görüşe göre ise salah emirlerin her türlüsüne sarılmak, nehiylerin hepsinden kaçınmaktır demektedir.763 Salâh mü’minlere, fesâd da kâfir,

müşrik ve münafıklara hâs olan bir özelliktir. Mü’minlerin amelleri hep sâlih sıfatıyla vasfedilmiştir. Buna en büyük delil imanla sâlih amelin Kur’an’da hep bir arada zikredilmiş olmasıdır. Neredeyse sâlih amel olmadan mü’min olmak imkânsız gibidir.

Öncelikle şunu belirtelim ki, “sâlih” ve “iman” kelimeleri arasınsa son derece güçlü bir anlam ilişkisi vardır ve bu sıkı bağ, bu iki kelimeyi neredeyse koparılması imkânsız bir biçimde birbirine bağlamaktadır. Tıpkı gölgenin kişiyi izlemesi gibi, nerede iman varsa, orada sâlihât veya ‘sâlih ameller’ de vardır; öyle ki, ilkini ikincisiyle, ikincisini de ilkiyle tanımlasak, bunda neredeyse sakınca olmadığını dahi söyleyebiliriz. Kısacası sâlihât, imanın amel yoluyla dışa vurumudur. İşte bu nedenledir ki, “تاحلا صلا اولمعو اونمأ نيذ ” ifadesi, Kur’an’da en sık kullanılan لا tabirlerden birisidir. ‘İman edenler’, inançlarının kanıtı olacak sâlih ameller işlemedikleri sürece, mü’min değildirler.764

‘Sâlih’ kelimesi her zaman ameli tavsif için kullanılmaz; kimi zaman bu kelimenin belirli türdeki insanları tasvir etmek için kullanıldığını da görüyoruz. “Kitap Ehlinden bir topluluk vardır ki, geceleyin kalkar ve Allah’ın ayetlerini

okuyarak secdeye kapanırlar. Bunlar Allah’a ve Âhiret gününe iman eder, ma’rûf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar

“sâlih” olanlardır.765

Salâh, mü'minlerin önemli bir vasfı olup, bu vasıfla mü'minler, Allah'ın emir ve yasaklarını gözetir, O'nun seçkin kulları arasına girmeye çalışır, tutum ve davranışlarında itidalli olmayı tercih ederek dünya ve âhiret saâdetini elde etmek isterler. Çünkü salâh vasfı, hem dünyevî, hem de uhrevî özelliği bünyesinde

761 İbn Teymiyye, Ebu’l-Abbâs Takiyyuddin Ahmed el-Harrânî, Kitâbu’l-İman, Dâr-u Tıbâat-i Muhammediye, Kahire, s. 72.

762 Ebû Hayân, el-Bahru’l-Muhît, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1993, I, 191. 763 İbn Teymiyye, a.g.e., s. 72.

764 İzutsu, Kavramlar, s. 310 765 Âl-i İmrân, 3 / 113-114

taşımaktadır. Başka bir ifadeyle ahirette sâlih insanlardan olmanın yanında, bu dünyada da iyi insanlardan olmak önemli bir husustur. Allah, seçkin kullarını bu vasıfla nitelemektedir.766 Öte yandan cennetliklerin, “sâlih” olan babaları, eşleri ve

nesillerinin de kendileriyle birlikte cennette olacakları bildirilmiştir.767

İnsanların toplum içerisindeki haklarını tesbit etmek ve toplum düzenini tesis etmek, siyasetle yakından ilgilidir. Bilindiği gibi siyaset: sözlük anlamı olarak “bir nesnenin düzgün ve iyi durumda olması için özenle gözetip korumak; hayvanı ehlileştirmek, atı terbiye etmek” gibi anlamlara gelmektedir. Toplumun işlerini üzerine alma, yürütme ve yönetme sanatı,768 "insanları dünya ve ahirette

kurtulacakları yola irşad etmekle, onların salah ve menfaatlerine çalışmak" şeklinde tarif edilmiştir. İslam’ın temel gayesi de insan ve toplumun salahını gerçekleştirmek, maslahatını gözetmektir. İnsanların hevâ ve heveslerini tatmine yönelik siyaset yapanlar, politika üretenler, tağutî anlayışı yönetim tarzı edinenler, fesadın yayılmasına zemin ve ortam hazırlamış olur. Kur’an bu anlayışa sahip bir yönetim anlayışını şöyle tasvir eder ve eleştirir.769

b. Adâlet (ةلادعلا)

Adâlet kavramının türetildiği fiil kökü olan “a-d-l” )لدع( iki şeyi birbirine dengelemek, biribirine benzer yapmak, bir şeyi yerli yerine koymak, haklıya hakkını, suçluya cezasını vermek, zulmün karşıtı olarak adâlet, akla, sağduyuya, vicdana göre davranmak anlamına gelir. Kelime olarak ‘adl’ )لدعلا(, “لدع” fiilinden türeyen bir isimdir. ‘Adl’in anlam alanı oldukça geniş olup; düzeltmek, düz oturmak, ta’dîl/tashih etmek, eğri bir yoldan doğru bir yola koymak, sapmak, geçmek, eş, eşit, muâdil olmak, dengede tutmak, dengelemek, tartmak, dengede olmak ve benzer, misal/misâl gibi manâlara gelmektedir.770 İbn Manzûr (v.711), adalet’in kavramsal

anlamının, “dosdoğruluğu zihinde kesinlikle yer etmiş, sabitlemiş şey’dir. Düzgün

766 Dumlu, Ömer, Kur’an-ı Kerim’de Salâh Meselesi, s. 13 767 Ra’d, 13/ 23

768 Fîruzâbâdî, Kamûsu’l-Muhît, s. 710; Tâcu’l-Arûs, IV, 168-169; Kâmus Tercümesi, II, 938-939.; Köse, Hızır Murat, DİA, “Siyaset” Md., XXXVII, 294.

769 Bakara, 2/ 204-205

770 El-Isfahânî, ‘Adl’ Md. s. 349; el-Cevherî, es-Sıhah, V, 1760-176; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arap, XI, 430-433; Çağrıcı, Mustafa, DİA, Adâlet Md., İstanbul, 1988, I /341.

yahut usulüne uygun olmayan şey ise ‘cevr’ )روجلا( dir” demektedir.771 ‘Adl’ bazen

de ‘I’dl’ )لدِعلا( ve “’adîl’ kalıbında kullanılır ki aralarındaki anlam farkı, ‘adl’ denkliği basiretle anlaşılan, ‘I’dl’ ise duyularla idrak edilebilen anlamındadır. Kelimenin mastarında meydana gelen farklılıkla da anlam değişmektedir. Mastarı ‘adl’ olursa doğru olmak, doğru davranmak, ‘udûl’ olursa, meyletmek, sapmak anlamlarına gelir.772 Kur’an’da ‘adl’ kelimesi, ‘fidye’,773 ‘insâf’,774 kıymet/değer,775

iman ve kelime-i şehâdet/tevhîd776 ve şirk777 gibi anlamlara kullanılmaktadır.778 Ahlâkî, ferdî ve içtimaî yapıda dirlik ve düzenliği, hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine uygun yaşamayı sağlayan ahlâkî erdem olarak kabul edilen adalet, "davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, eşit olmak, eşit kılmak "şirk" gibi mânalara gelen bir masdar-isimdir. Yine aynı kökten bir masdar- isim olan ve "orta yol, istikamet, eş, benzer, misil, bir şeyin karşılığı" gibi mânalara gelen “adl” kelimesi, sıfat olarak kullanıldığında âdil ile eş anlamlı olup aynı zamanda Allah'ın isimlerinden biridir.779 Adl fiil kökü Arapçada ‘an’ harfi cerriyle

kullanıldığında, doğruluktan ve yoldan sapmak ve meyletmek; ‘ilâ harf-i cerri ile kullanıldığında dönmek, ‘be’ harf-i cerri ile kullanıldığında ise denk ve eşit tutmak anlamına gelir. ‘Adl’ ve ‘adâlet’ kavramları ifrât ve tefrit arasında orta yolu takip etmek, hakyol üzere dosdoğru olmak, dinen haram kılınan şeyleri terk etmek, farz kılınanları yapmak, içi ve dışı, özü ve sözü fiil ve davranışları eşit olmak, haklıya hakkını, suçluya cezasını vermek, suç ve cezada eşit davranmak, şirk, küfür, nifak ve zulmü terk etmek gibi anlamlara gelir. Adâlet genellikle verilen ile alınan arasındaki dengeyi ifade eder.780

Kelimenin bu ve lugavî anlamlarından hareketle diyebiliriz ki adâlet, topyekün hem insanın hem de bütün evrenin yaratılış dengesi ve düzenidir. Her şey ta’dîl edilmiş, sahip olunması gereken hakla donatılmış, dengelenmiştir. Bütün bu

771 Lisânu’l-Arap, XI, 430; İbn Fâris, Mu’cem-u Mekâyîsi’l-Luga, IV, 246-247. 772 Topaloğlu, Bekir, DİA, “Adl” Md. I, 387.

773 Bakara, 2/ 48, 123; En’âm, 6/ 70 774 Nisâ, 4/ 3, 129. 775 Mâide, 5/ 95. 776 Nahl, 16/ 90. 777 En’âm, 6/ 1. 778 Ed-Demeğânî, Kâmûsu’l-Kur’ân, s. 317-318. 779 Çağrıcı, DİA, Adâlet Md., I /341.

sistemin sonuçlarına katlanmak şartıyla bozabilecek niteliklere sahip olan insan, esasen farkına varsa da varmasa da, çok farklı hatta hiç de uygun olmayan yerlerde ve metotlarla aramış olsa da, sonuçta adaleti aramaktadır.781 Ama insan ne kadar

uğraşsa da adaleti tam olarak sağlayamaz,782 her zaman insaf ve hakkaniyetle

davranamaz. Çünkü yaratılışında o, çok zulmeden bir özelliğe sahiptir.783 Asıl ‘adl’

olan Allahtır. Allah’ın isimlerinden olan ‘adl’ kelimesinin bir sıfat olarak isim yerine kullanılması, adâletin adeta Allah’ın ismi değil de, bizzat kendisi olduğunu ifade etmek içindir. Nitekim Allah’ın mağfiret eden değil, bizzat mağfiretin kendisi olduğunu ifade için “ميحرلا روفغلا انأ ينأ يدابع أِ بن”784 ayetinde ‘ğafûr’ kelimesiyle

geçmiştir. Allah’a da “Adl” denmesi O’nun adâletin bizzat kendisi olmasındandır. Kur’an’da Allah’ın âdil olduğu belirtilmekle yetinilmemiş, adaletin zıddı olan zulümden münezzeh olduğu da özellikle ifade edilmiştir. O’nun adaleti hem dünyaya ve hem de ahirete yöneliktir. Gerek bu dünyada yaptıklarından dolayı cezalandırılan toplumların cezalandırılmaları anlatıldığında ve gerek ahirette cezalandırma söz konusu edildiğinde Allah’ın adalet sahibi olduğu ve insanlara zulmetmediği Kur’an’da özenle zikredilmektedir. Her vesile ile Allah’ın adaletinin vurgulanması, Allah’a iman eden mü’minlerin de âdil olmalarını gerekli kılmaktadır.785 İlgili

ayetlerden bir kısmı şunlardır: “Allah, iyiliği emreder, aşırılıktan, kötü işlerden ve

azgınlıktan (saldırganlıktan) da uzak durmanızı ister.”786 “Allah size emanetleri

sahiplerine teslim etmenizi emrediyor, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman da,

adaletle hükmetmenizi istiyor.”787

İşte adâletin bu maddî manâsından, manevî olan “hak ile hükmetmek” manâsına geçilmiştir. Karşılıklı hak ve vazifeleri tam ve dengede eşit tutmak, adaletin infazı ve icrası olduğuna göre, bu manâ Allah’ın, “Âlemlerin Rabbi” olmasında mündemiçtir. Âlemlerin Allah’a izafesinin eşit surette oluşu, bütün her-

781 Düzenli, Yaşar, Kur’an Işığında Evrensel Dengeler ve İnsan, İstanbul, 2000, s. 41 782 Nisâ, 4/ 129.

783 İbrâhim, 14/ 34; Ahzâb, 33/ 72. 784 Hicr, 15/ 49.

785 Şimşek, M. Sait, Kur’an’ın Ana Konuları, s. 185. 786 Nahl, 16/ 90.

şeyin Allah katında eşit derecede bulunduğunu ifade ettiği gibi, Allah’ın insanlara eşit surette muamele edeceğini de gösterir.788

Adalet, hiçbir gerekçe ile terk edilemez. Bir topluluğun daha önce bir haksızlık yapmış olması sebebiyle öç almak duygusuyla aşırı gidilmemesi ve insanların haklarının çiğnenmemesi gerektiğine de Kur’an dikkat çekmektedir: “Sizi

Mescid-i Haram’da çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı beslediğiniz kin, sizi saldırgan davranmaya sevk etmesin. İyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşın, kötülük ve düşmanlık (yapmak) üzerinde yardımlaşmayın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın

azabı çetindir.”789

O halde Kur’an’ın bahsettiği “vasat” kavramının çerçevesine “adâlet” kavramını da yerleştirmek gerekir. Buna göre kastedilen “vasat toplum” tamlamasını da “adâlet toplumu” şeklinde anlamak mümkündür.790 Bu sebeple diğer inanç

mensuplarına iyi ve âdil davranmak esastır. Diğer inanç mensuplarına iyi ve âdil davranmak, sadece günün birinde İslam’ı kabul edebilecekleri ümidiyle de değildir. Çünkü bu şekilde davranmak, bizatihi Müslüman olmanın bir gereğidir.791

Adâlet duygusu insanların birbirine iyilik yapmasının ardında yatan en güçlü duygudur. Toplumda adaletin egemen olması, iyiliğin yaygınlaşmasının temelidir. Zira âdil topumda insanlar bencillikten uzak durur ve çevresinde ortaya çıkan veya yapılan kötülüklerin yayılmadan yok edilmesi ve iyiliğin bütün topluma yayılması için mücadee etmeyi bir sorumluluk kabul eder.792

İslamiyetin en çok önem verdiği adalet anlamı, insanı iki eşit unsurdan meydana getiren ve birbirine zıt olan maddî unsuru ile ruhî unsurunu dengede tutmaktır. Bu muvâzeneyi temin etmek hususunda gereken şartları ihtiva eden şeriatı vaz’etmiştir. İslam dininde ahiret fikri yalnız ahiret günü için değildir. Âhiret, dünya içindir. İnsanın yaratılışındaki gaye onun bu dünyadaki yaşayışı, işleri ve durumudur.793

Adalet, Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadislerde genellikle "düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hükmetme, doğru yolu izleme, takvaya yönelme, dürüstlük,

788 Atay, Hüseyin, Kur’an’a Göre İman Esasları, Ankara, 1961, s. 55-56. 789 Mâide, 5/ 2.

790 Şimşek, a.g.e. s. 186. 791 Şimşek, a.g.e. s. 188-189.

792 Okumuş, Meşruluğun Toplumsal Gerçekliği, İnsan Yay. İst. 2010, s. 188. 793 Atay, a.g.e. s. 78-79.

tarafsızlık" gibi anlamlarda kullanılmıştır.794 Fesad da bu anlamların tam karşıtı,

düzensizlik dengesizlik, dengenin bozulması, doğruluktan, dürüstlük ve takvadan uzaklaşılması anlamlarına gelmekte ve böylece adâlet ile fesad tam bir tezat oluşturmaktadır.

Hz. Peygamberin adalet sıfatını kazanabilmesi, daveti yani risâlet görevini yerine getirmesi, bu konuda insanların keyfî istek ve arzularını hesaba katmaksızın795

ilâhî emirlerin gösterdiği şekilde doğru olması796 ve Allah'ın daha önceki kitaplarda

bildirdiği ebedî gerçeklere inanması şartına bağlanmıştır. Buna göre adalet, başkalarının gelişigüzel istek ve telkinlerinden etkilenmeyen797 istikrarlı bir doğruluk

ve ahlâk kanununa itaatla gerçekleşen ruhî denge ve ahlâkî kemaldir. İslâm ahlâkçılarının itidal ve adalet kavramlarıyla ifade ettikleri bu denge ve kemalin oluşmasıyla insanın davranışları da aşırılıklardan uzak olabilecektir.798

Kur'ân-ı Kerîm'de İslâm toplumunun bir niteliği olarak geçen "vasat ümmet”799 tâbirindeki vasat kelimesi de bütün müfessirlerce "adalet" mânasında

anlaşılmıştır. Buna göre İslâm ahlâkı içtimaî bünyede de aşırılıklardan uzaklığı, dengeli ve uyumlu bir hayat tarzını ön görmüştür. Kur'ân-ı Kerîm'de adalet sıfatından yoksun olan kişi dilsiz, âciz ve hiçbir İşe yaramayan bir köleye benzetilerek böyle birinin, adalet faziletini kazanmış, dolayısıyla doğru yolu bulmuş olanla bir tutulamayacağı bildirilmiş,800 böylece adaletin bir kemal sıfatı olduğuna işaret

edilmiştir. İnsanın Allah nezdinde en üstün değer ölçüsü olan ‘takva’801 erdemine

nail olabilmesi için âdil olması802 ve adaletli söz söylemesi803 gerekir.804

Kur'ân-ı Kerîm'e göre adaletin ölçüsü hakkaniyettir. Hidayete hak sayesinde ulaşılabileceği gibi adalet de hakka uymakla sağlanır.805 Hak, objektif bir kavram ve

sabit bir kanun ilkesidir. Bir hak konusunda hüküm verilirken, hakkın kendi lehine 794 Çağrıcı, a.g.m. I/ 341. 795 En’âm, 6/ 116. 796 Hûd, 11/ 112; 797 Nisâ, 4/ 105; Mâide, 5/ 48-50. 798 Çağrıcı, a.g.m. I/ 341. 799 Bakara 2/ 143. 800 Nahl, 16/ 76. 801 Hucurât, 49/ 13. 802 Mâide, 5/8 . 803 En'âm, 6/ 152.

804 Çağrıcı, a.g.m. I/341-342. 805 A'râf, 7/ 159, 181.

hükmedilmesi halinde bundan memnun olan, fakat aleyhine hükmedilmesi durumunda bu hükmü tanımayan insanlar için "işte bunlar zalimlerdir"806 denilmiştir.

Netice olarak şahsî menfaat temini, akrabalık, düşmanlık gibi hissî durumlar, taraflardan birinin soylu veya aşağı tabakadan olması bedenî veya ruhî bakımdan kusurlu bulunması gibi ahlâk kanununu ilgilendirmeyen sebepler bir hakkın (adâlet) ihlâlini, örtbas edilmesini ve sonuç olarak adalet ilkesinden sapmayı mazur gösteremez.807 Zira ayette buyurulur ki: "Eğer hak onların keyfî arzularına uysaydı göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların düzeni bozulurdu" Peygamber de insanların

arzularına göre hüküm vermiş olsaydı O da Hak ve adâletten sapmış olurdu.

c. Birr (ربلا)

“Birr” ) ربلا( kelimesi Kur’an-ı Kerim’de çok hayır ve iyilik, bol ihsân, itaat, doğruluk, günahsızlık, iyi, güzel, makbûl gibi manâlarda kullanılmıştır.808 Aynı

kökten gelen “berr” ) ربلا( ise hem çok şefkatli ve kerem sahibi, anlamında Allah’ın bir ismi809, hem de itaatkâr anlamında insanın sıfatı olarak Kur’an’da tekrarlanmıştır. Bir ayette810 aynı kökten gelen “bârr” ) رابلا( (itaatkâr) kelimesinin çoğulu olan )ةررب( meleklerin sıfatı olarak geçmektedir.811 İki ayette geçen812 ve “iyi olma, iyilik

yapma” manasını ifade eden “en-teberrû” )او ربت نا( fiili de “birr” kökünden türetilmiştir. Aynı kullanım tarzları hadislerde de yer almıştır.813 Kur’an-ı Kerim’de

“el-Birr” kelimesi “sıla” yani akraba ile iyi ilişkiler,814 itaat815 ve takvâ816

anlamlarında geçmiştir.817

806 Nûr, 24/ 48-51.

807 Bkz. el-Mâide 5/8; en-Nisâ 4/3, Âl-i İmrân, 3/ 185. 808 El-İsfahânî, a.g.e., s. 53.

809 Tûr, 52/ 28 810 Abese 80/ 16

811 El-İsfahânî, a.g.e., s. 53. 812 Mümtehine, 60/ 8)

813 Toksarı, Ali, DİA, Birr Md, VI, 204 814 Bakara, 2/ 224.

815 Mâide, 5/ 2, Meryem, 19/ 32, 64; Mücâdele, 58/ 9; Mudaffifîn, 83/ 18. 816 Bakara, 2/ 44,177; Âl-i İmrân, 3/ 92;

Birr kelimesi, özellikle ana-babaya iyilik ve ihsanda bulunmamak, onlara karşı âsi olmak anlamına gelen818 )نيدلاولا قوقع( ifadesindeki “ukûk” kelimesinin zıddı

olup, çoğulu “ebrâr” olarak gelir. Hadislerde (نيدلاولا رب) terkibi ile kullanılır.819 Aynı

kökten gelen “bârr” ) رابلا( ın çoğulu ise “berarah” tır. “ebrâr” ise insanlar ve cinler için kullanılır. ‘el-Berru’ kelimesi Kur’an’da Allah’ın bir ismi olarak kullanılmıştır.820

Kur’an-ı Kerim’de sâlihlerle birlikte övülen özelliklerden biri de “takva” ile “birr” veya Kur’an’da kullanılış şekli ve kelimenin cemi kalıbıyla “ebrâr” kelimesidir. Şeklen olmasa da, anlamca ‘salih’e çok benzeyen ‘birr’ kelimesi, Kur’an’daki ahlâkî terimlerin belki de anlaşılması en zor olanlardandır. Buna karşın “salih” ile bir karşılaştırma yapılırsa, bu kelimenin semantik yapısıyla ilgili önemli bir ipucu elde edilebilir. “SLH”nın semantik yapısında, insan ilişkilerinde gözetilmesi gereken adâlet ve sevgi gibi unsurların son derece seçkin bir yeri vardır; öyle ki, Allah’a kulluk yapmak ile yoksulların doyurulması neredeyse aynı düzeydeki ameller olarak gösterilmektedir. Kur’an, genel olarak, adalet ve sevginin toplum hayatındaki önemini hassaten vurgulamaktadır.821

İzutsu bu açıklamanın devamında dindarlığın ölçüsünün de diğer insanlara adil davranmak ve sevgi ile yaklaşmak olarak Kur’an’da yer bulduğunu söylemektedir.822 Kur’an’ın anlayışı çerçevesinde “birr” olarak kabul edilen şeylerin,

en başta iman, sonra imanın gerekli kıldığı ameller (infak, tasadduk, özellikle yakınların ve yoksulların gözetilmesi ki, Kur’an yetimlerin ıslahından, yakınların gözetilmemesi, akrabalık ilişkilerinin koparılmasının fesad olduğundan bahsetmektedir) ve imanla amelin hayata ve davranışlara yansıması olan güzel ahlâk olduğunu görmekteyiz.823

Aslında, “birr”, “takva” ve ihsân” kavramlarının birbirleriyle çok yakın ve iç içe bir konumda olduğunu görüyoruz. “Birr”in Allah korkusu, sakınma ya da “Allah’a bilinçli kulluk” şeklinde anlamlandırılan “takva” olmadan gerçekleşemeyeceğini şu ayetten anlıyoruz: “Evlere arkalarından girmeniz “birr” 818 Müslim, Ekdıye, 14. 819 İbn Mâce, Edep, 3. 820 Tûr, 52/ 28 821 İzutsu, Kavramlar, s. 314-315 822 İzutsu, a.g.e., s. 315 823 Bakara, 2/ 177

değildir. Birr, Allah’tan korkan/haramlara karşı sakıngan davranan kişinin tutumudur. Evlere kapılarından girin ve Allah’tan korkun, umulur ki (bu sayede)

kurtuluşa erersiniz.”.824 “Birr”e ulaşmanın diğer bir şartı da insanın sevdiği şeyleri

infak etmesidir. “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yoluna) harcamadıkça birr’e

eremezsiniz. Her ne harcarsanız, şüphesiz Allah, ondan haberdârdır.”825

Hadis’te: “Birr, güzel ahlâktır.”826 Buyurulmuştur. Yukarıda “birr” en geniş

anlamıyla açıklayan Bakara 177. ayeti aslında “güzel ahlâkı” da bize açıklamış oluyor. Bu özellikleri kendisinde bulunduran kimseler yani “ebrâr” olanlar Kur’an’a göre na’îm cennetlerinde olacaktır.827 İlgili ayetler “ebrâr” olmayanların da “füccâr”

(را جف) olduklarına işaret etmektedir. Onların da yeri cehennemdir.828 Fücûr kavramını

işlerken “mücrimlerin” “Müslim” olanlarla karşıt konumda olduklarına Kur’an ayetiyle işaret etmiştik. Buna göre iman ve iyilik sahibi müslimler “ebrâr” sınıfından sayılacak ve cennetlikler olacaklardır.

“Birr” ana-babaya karşı yerine getirilmesi gereken bir görev olarak da ayet ve