Kur’an, insanların birey olarak davranışlarıyla değil, değişme ve olaylarla dolu olan grup (toplum) hayatlarıyla daha çok ilgilenmektedir. Herhangi bir grubun tabii şartlara, toplumsal değişmeler ya da öteki toplumların etkilerine karşılık verme biçimi, onun ahlâkî nitelikleriyle bu niteliklerin iyi ya da kötü yönde değişimini ortaya koyar.1027
Allah insanları gerek beceri bakımından, gerekse ruhsal, fiziksel ve benzeri bakımlardan farklı şekillerde yaratarak, her birine ayrı ayrı yetenek ve eğilimler vermiştir. Özel kabiliyetler yönüyle insanlardan bazıları diğerlerine üstün kılınmış,
1023 Ra’d, 13/11 1024 Pazarbaşı, a.g.m., s. 56 1025 Bkz. En’âm, 6/ 57-58; A’râf, 7/ 96 1026 Hûd, 11/ 116-117. 1027 Sıddıkî, a.g.e., s. 19
böylece insanlar doğuştan birbirine muhtaç hale geldikleri için birliktelikler kurmaya başlamışlardır. Bu da kolektif ve toplumsal hayata geçiş sürecini hızlandırmıştır.1028
İnsanın yeryüzündeki hilâfetinin bireysel ve toplumsal yönü arasında birbirini gerektiren ve bütünleyen bir bağlantı vardır. Kur’an’ın halifeliğe yüklediği temel anlam, içinde yaşadığı dünyanın insanın sorumluluğuna verilmiş olması, yeryüzünün halifeliğidir. Halife toplum, bu görev ve sorumluluk bilincini yitirmeden toplumsal varlığını sürdürebilen toplumdur. Bunun olmazsa olmaz koşulu ise, bireysel ve toplumsal anlamda insanın halifelik görevini hakkıyla yerine getirmesidir. Bunun için Kur’an, bir toplumun sahip olduğu imkân, güç ve etkinliğini koruyup geliştirerek varlığını dünyanın sonuna kadar sürdürebilmesinin imkânını da, halifelik kavramının içeriğine dâhil ederek, bu durumu halifeliğin toplumsal boyutu olarak sunmaktadır.1029
İnsanlararası münasebetten doğan kültür değişmeleri, aynı zamanda, toplumların ilerlemelerini de etkiler. Düzenli toplumlar, fertleri olgunluğa eren insanlar arasında dayanışma ve kaynaşmayı gerçekleştirmiş olan, kültür seviyeleri bakımından da dengeli bir ortama kavuşan toplumlardır.1030 Birbirini alt etmek
isteyen veya birbiri ile çarpışan zıt kuvvetler halinde görülmeyen fert ve toplum arasında denge; ferdi hem müstakil değer hem de toplumun bir üyesi olarak kabulle sağlanmaktadır. Böylece, İslam iki karakterden birini diğerinin hesabına yok etmediği için, ferdî karakterle ictimaî karakter arasında denge kurmaktadır.1031
Birey toplumdan, toplum da bireyden tamamen bağımsız düşünülemez. Toplumu tanıyabilmek için bireyi iyi tanımak gerekir. Çünkü birey, toplumun yapı taşlarıdır. Varlıklar hayatlarını devam ettirebilmek için topluluklar oluşturmuştur. Cemiyet hayatının bilinmesi, fertlerin biyolojik yapılarının bilinmesine bağlıdır.1032
Kur’an toplumsal yapı içerisinde fertleri bütünüyle iradesiz varlıklar olarak görmemekte, bilâkis topluma karşı bireye öncelik tanımaktadır. Toplum, bireyi çok değişik şekillerde etkileyen ve sınırlayan bir gerçek olmakla birlikte, münferit insanlar aracığıyla da yönlendirebilmektedir. Zira insanlar için kendi iradelerinin
1028 Çelik, a.g.e., s. 66
1029 Pazarbaşı, Erdoğan, Mesûliyetin Kur’an-ı Kerim’de Dayanağı, “Kur’an-ı Kerim’de Mesûliyet” içinde, s. 52.
1030 Şeker, a.g.e. s. 30. 1031 Şeker, a.g.e. s. 38-39. 1032 Aydın, Hayati, a.g.e., s. 50.
payı olmaksızın içine doğdukları çevre gerçeğinden önce nitelikli bir fıtrat gerçeği vardır.1033 Allah’ın insanın fıtratına koyduğu özellik tevhîde yönelme özelliğidir.1034
Ancak bireyin yolunu seçme hakkının bazen gelenekler tarafından yönlendirildiği durumlar söz konusudur. Gelenekler, sosyal hayatın düzenli akışını sağlayan toplumsal pratikler olarak fonksiyon gördüğü gibi, bir diğer yönüyle de olumlu anlamdaki değişmelere engel teşkil edebilmektedir. Genellikle değişimin karşısında geleneklere bağlanmanın getirdiği durgunluğun çekici bir rahatlığı da bulunmaktadır.1035
Ancak insan, özgür bir iradeye sahip olduğu için “geleneklerle şartlandırılmış olma” mazeretine sığınamamaktadır. İnsanı öz bilinçten ve seçme yeteneğinden alıkoyan “ataların izinden gitme” (taklitçi) davranış kalıbı, bu yönüyle Kur’an’da olumsuz bir tutum olarak eleştirilmiştir.1036 Çünkü geleneksel etkenlerin bireyin
bütün davranışlarında belirleyici olması, bireyin bütün davranışlarının bütünüyle geleneklerle sınırlandırılmasına ve yönlendirilmesine sebep olmaktadır.1037
Bu bakımdan peygamberlerin karşılaştıkları önemli engeller arasında, münker olarak bilinen toplumsal kesimlerin “geleneği” bir korunma aracı olarak öne sürmeleri olmuştur. Böylece, “gelenek”, değişme karşısında durağanlığın elverişli bir zırhı olarak sahiplenilmektedir.1038 Bu vesileyle de, insanlarda bireysel
sorumluluklar, geleneğin ağır tahakküm karşısında iradenin dışlanmasıyla eritilmekte ve böylece de toplumsal vicdan rahatlatılmaktadır.1039
Kur’an’da birey olarak insan, içinde yaşadığı toplumun kaderini belirlemede Allah’ın mutlak otoritesinden bağımsız olmaksızın, güç sahibi kılınmış ve tarih adeta onun eline teslim edilmiştir.1040 Bununla insan iradesine ve aklına en üst düzeyde
değer atfedilmiştir. Bu değer hilâfet ile taşlandırılmıştır.
Kur’an, Firavun veya Karun gibi şahısların ölümünden söz ederken aslında bir yaşama şeklinin, bir toplumun bir medeniyetin kendi kendini yıkmasından
1033 Çelik, a.g.e., s. 66.
1034 Altuntaş, Halil, Şahin Muzaffer, Kur’an-ı Kerim Meali (Dipnot. 5), DİB Yay., s. 406. 1035 Çelik, a.g.e., s. 68.
1036 İlgili ayetler için Bkz. Bakara, 2/ 170; A’râf, 7/ 28; Yûnus, 10/ 78. 1037 Çelik, a.g.e., s. 68.
1038 Fazlurrahmân, a.g.e., s. 29-30. 1039 Çelik, a.g.e., s. 68-69. 1040 Çelik, a.g.e., s. 66.
bahsetmektedir.1041 Çünkü Firavun halkı küçümsemiş, kendisine itaate zorlamış, kavim de buna boyun eğerek itaat etmiştir. Dolayısıyla halk, böyle yapmakla kendini kurtarmayı değil, zorbalığa boyun eğmeyi tercih ettiğinden kendi helâkına zemin hazırlamıştır: “Firavun kavmini küçük düşürdü (ezdi) Onlar da kendisine itaat ettiler.
Çünkü onlar yoldan çıkmış (fâsık) bir toplumdu. Onlar bizi bu şekilde öfkelendirince biz de onlardan öç aldık, hepsini suda boğduk. Onları, sonradan gelecek inkârcılara,
geçmiş bir ibret ve örnek kıldık.”1042 Ayetle, Firavun’un zulmüne halk tarafından bir
tepkinin olmaması, tüm toplumun helâkıyla neticelenen bir sonucun kaçınılmaz kılmıştır. Yalnızca Firavun’u değil, O’nun zulmüne sessiz kalan tüm toplum fâsık bir kavim olarak cezalandırılmıştır.
Doğal olarak bireylerin bu tür davranışlarını topluma malettiğimiz takdirde bireysel davranışlardan dolayı toplumun genel olarak sorumlu tutulması da mümkün olabilmektedir. Çünkü toplum söz konusu suç eyleminin gerçekleştirilmesine göz yummakta, engellemek için çaba göstermemekte, ya da desteklemektedir. Dolayısıyla da bu tutumun bir ürünü olarak toplum, bireysel eylemlerin sonucuna katlanmak zorunda kalmaktadır.1043
Kur’an insanı toplum olarak muhatap almış ve bir bütün olarak hitap etmiştir. İyilikler, kötülükler, başarılar, başarısızlıklar, salâh, fesat ve helak her biri toplumsal boyutta gerçekleşen ve ele alınan durumlardır. Bu anlamda Kur’an gruplardan, hiziplerden, ümmetlerden, kavimlerden, ailelerden, bahsederek kıssaları anlatmaktadır. Kur’an nadiren, ibret alınacak, örnek alınacak kişi ve kişisel olaylardan da bahseder. Hz. Yusuf, Hz Meryem, Hz. Nûh ve Lût’un karısı, Firavun’un karısı, Ebû Lehep ve karısı, Zeyd gibi şahısların hallerini Kur’an bireysel örnekler olarak gündeme getirir.
Her durumda, imandan ilham alan ve onun toplu kişilik duygusuyla güçlenmiş bir grup, imanın birleştirici gücünden ve ondan kaynaklanan toplumsal faziletlerden yoksun olan öteki gruplarla çatışmaya girdiğinde, çatışmanın sonucu her zaman daha az faziletli olan toplumsal grubun parçalanması olacaktır. Birbirine
1041 Fazlurrahmân, a.g.e, s. 99. 1042 Zuhruf, 43/ 54 -56. 1043 Çelik, a.g.e., s. 69-70.
daha çok bağlı ve imanının ülkülerinden ilham alan grubun iktidarı eline geçirmesi bir sünnetullah gerçeği olarak ortaya çıkacaktır.1044
Eğer toplumsal irade, suçun oluşmasına, kötülüğün dolayısıyla fesadın yayılmasına zemin hazırlıyorsa, aynı zamanda bu durumu destekliyor anlamına gelecektir. Zaten bireyin onaylaması ve karar vermesi gerçekte, toplumsal iradenin ya da toplumsal kabullerin bir parçası olmaktadır. Burada bireysel eylemin toplumsal iradeden ayrı düşünülemeyeceği dikkat çekici bir biçimde belirginleşirken, bireysel suçlar toplumsal suçların bir prototipi olarak meydana çıkabilmektedir.1045
İnsan sosyal bir varlık olarak duygu ve düşüncelerinin bir sosyal ortamda, bir grup tarafından paylaşıldığını, kendi benliğinin ve fikirlerinin kendi dışında bir yankı bulduğunu bilmek ister. Bu görüş sayesindedir ki fert, varlık bünyesinde bir işe yaradığının şuuruna erer. Bu, “bir yere ait olma şuuruna eriş” bazen ferdin öz hayatından daha kıymetli olabilmektedir.1046 İşte insandaki bu duygu, onu toplumsal
yaşama arzu ve ihtiyacına sevk etmektedir. Bu etkileşim, toplumun fert üzerinde meydana getirdiği bir tepkidir. Birey bu yolla bir toplum içerisinde kendine yer edinmek ve değer kazanmak istemektedir.
Kur’an sorumluluğun hem ferdî hem de toplum çapında gerçekleştiğinden söz etmektedir. Şu ayet sorumluluğun şahsî oluşuna işaret eder: “Hiçbir günahkâr
başkasının günah yükünü üstlenmez.”1047 Bir diğer ayette de sorumluluğun toplumsal
boyutuna dikkat çekilir: “Elbette kendi yüklerinin (sorumluluklarının vebalini), kendi
yükleriyle birlikte nice yükleri de taşıyacaklarıdır.”1048 Ancak bu durumda da sonuç,
sorumluluğu ferdîlikten çıkarmamaktadır. Çünkü ferdî sorumluluk, her insanın kendi yapıp ettiklerinden sorumlu olması ve bunların neticelerini ceza ve mükâfat olarak görmesi demektir. Başkalarının günahını yüklenmek ise, günaha sebebiyet vermekten dolayı terettüp eden bir cezadır. Bu da hiçbir zaman günahı işleyenin yerine ceza çekmek demek değildir.1049 Açıklandığı üzere dünyadaki muhasebe
1044 Sıddıkî, a.g.e., s. 24.
1045 Çelik, a.g.e., s. 70.
1046 Şahinler, Necmettin, İnsan ve İç Denetim, s. 50
1047 Bkz. En’âm, 6/ 164; İsrâ, 177 15; Fâtır, 35/ 18; Zümer, 39/ 7; Necm, 53/ 38-41. 1048 Ankebût, 29/ 13.
toplumsal, ahiretteki muhasebe ise bireyseldir. Zira ahirete ilişkin sorumluluklar da bireyseldir.1050
Dolayısıyla bu durumun bir neticesi olarak toplum, bireysel eylemlerin sonucuna katlanmak zorunda kalmaktadır. Ayette şöyle denilmektedir: “İçinizden
sadece zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki
Allah, azabı çetin olandır.”1051 Bu ayette, Müslüman toplumların kötülüklere karşı
cephe almada duyarlı olmaları emredilmekte, aksi takdirde azabın (fitne) bütün toplumu kapsayacağı uyarısı yapılmaktadır. Suçlu bir topluma bir musibet indiğinde bu, suçsuz bireyleri de içine alır. Buna karşılık esenlikli bir toplumda suçlu bireyler de mutlu olurlar. Nasıl ki nimet ve musibet geneli içine alıyorsa, toplumun dünyadaki muhasebesi de toplumsal olacaktır.1052
Diğer taraftan, “emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker” prensibinin emredilmesi,1053 hüsrandan kurtuluşun iman ve sâlih amelle birlikte Hakk’ı ve sabrı tavsiye etme şartının getirilmesi,1054 bireylerin topluma ve birbirlerine karşı bir
sorumluluk taşıdığına işaret eder. Ayrıca Hz peygamber’in (s.a.v) sözlerinde bütün bir toplumun bir geminin yolcularına benzetilerek, yolculardan birinin su almak için gemiyi delmeye kalkışmasına diğerleri tarafından engel olunmazsa geminin tüm yolcularının batacağı tehlikesine işaret edilmesi,1055 sorumluluğun bireyden topluma
ve toplumdan bireye doğru bir ağ oluşturduğu anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla toplumun tüm bireyleri birbirini ıslah ve ihyâ ile sorumlu birer ‘muslih’ durumundadır. Bu toplumsal kontrol sistemi Kur’an’ın öngördüğü “iyilik ve takva’da yardımlaşın, kötülük ve düşmanlıkta yardımlaşmayın”1056 prensibinin
toplumsal duyarlılık bilincine taşıma gayretidir. Diğer yandan mü’minlerden oluşan bir toplumun her bireyinin birbirini dost kabul ederek iyiliği emretme, kötülükten menetme,1057 “birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etme”1058 gibi bir toplumsal sorumluluk duyarlılığını birlikte işletme görevi vardır.
1050 Said, Cevdet, Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları, Çev. İlhan Kutluer, İnsan yay. İst. 1998, s. 33.
1051 Enfâl, 8/ 25.
1052 Said, Cevdet, a.g.e., s. 33.
1053 Âl-i İmrân, 3/ 104,110; A’râf, 7/157; Tevbe, 9/ 71. 1054 Asr, 103/ 1-3.
1055 Buharî, Şerike, 6, Şehâdât, 30; Tirmzî, Fiten, 12; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 268,270. 1056 Mâide, 5/ 2.
Kur’an birey-toplum ilişkilerine değinirken, bazen bireyin önceliğine dikkat çekmekte,1059 bazen de toplumun belirleyicilik bağlamındaki anahtar rolünü teyit
edici ifadeler kullanmaktadır.1060 Ayrıca Kur’an kendilerini mustaz’af olarak
tanımlayan1061 insanların, sorumluluktan kurtulmak için kendi “zayıflık ve
ezilmişliklerini” mazeret olarak kullanamayacaklarını, çünkü zayıflıklarının asıl sebebinin toplumsal baskılar karşısında kendi kişiliklerinin ve sorumluluklarının farkında olamayışları olduğunu belirtmektedir.1062 Bu nedenle Kur’an’da insanın
sorumluluğu üzerinde durulmuş, bireyin sorumluluğunu canlı tutacak ve onu toplumsal yozlaşmalara karşı dirençli kılacak “emr-i bi’l-ma’rûf, nehy-i ani’l- münker” ilkesi yerleştirilerek bireyin korunmasına öncelik vermiştir.1063
Sağlıklı bir dinî inancın sonucu olan sâlih yaşantının doğal olarak siyasal güç ve iktidar kazanmaya götüreceği Kur’an’da bildirilmektedir.1064 Toplumun
salihlerden oluşması ile fasık ve fesatçılardan meydana gelen bir toplum olması, o toplumun Allah tarafında desteklenmesi ya da çöküşüne ve helâke doğru sürüklenmesinde belirleyici bir unsur olacaktır. Allah sâlihlerden (erdemli ve iyi insanlar) oluşan toplumu başarılı ve üstün kılacağını haber vermiştir.1065
Allah, kesinlikle belirli kişileri salih yaşantıları karşılığında iktidar mevkilerine yerleştireceğini söylemektedir. İnsanlar ahlâkî faziletlerine rağmen, birey olarak silik ve etkisiz kalırlar. Ama önemli çapta bir toplumsal grup imanla boyanır ve sonuç olarak, fazilet dolu ve dindarca bir hayata başlarsa, bireysel faziletlerin yanında “karşılıklı iş birliği, toplu kişilik duygusu, toplumsal ideallerin gerektirdiği fedakârlıklara katlanma ve tehlikelere karşı bir hazırlık vs. gibi yüksek değerde bazı toplumsal faziletleri de geliştirirler1066
1058 Asr, 103/ 3.
1059 Mâide, 5/ 105. 1060 En’âm, 6/ 108. 1061 Nisâ, 4/ 97.
1062 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 350-351 1063 Çelik, a.g.e. s. 71.
1064 Nûr, 24/ 55. 1065 Enbiyâ, 21/ 105. 1066 Sıddıkî, a.g.e., s. 24.
C. Toplumsal Çöküş ve Helâk