• Sonuç bulunamadı

Yusuf Akçura ve Üç Tarz-ı Siyaset

3.3. ZĠYA GÖKALP VE YUSUF AKÇURA‟DA MĠLLĠYETÇĠLĠK

3.3.1. Yusuf Akçura ve Üç Tarz-ı Siyaset

Yükseköğrenimini Paris‟in Ecole Libre des Sciences Politiques (ELSP) (Serbest Siyasi Ġlimler Okulu) okulunda tamamlayan Akçura, mezun olabilmek için Osmanlı Saltanatı Müesseseleri Tarihine Dair Bir Tecrübe (Akçura, 1978: 18) isimli bir tez hazırladı. Tezinde millet ve milliyet konusunda özel bir önem veren Akçura, Paris‟teki eğitimini tamamladıktan sonra Kazan‟a geri dönerek Üç Tarz-ı Siyaset makalesini kaleme alır ve yayınlanması için Kahire‟de çıkarılan Türk gazetesine (Akçura, 1978: 18) gönderir. Makale üç bölüm halinde yayınlanır ve o yıllardan günümüzü dahi etkileyebilen bir tartıĢmanın fitilini ateĢler (Çalen, 2011: 293). Akçura, Osmanlı toprakları dıĢında yaĢamıĢ olması nedeniyle Ġslamcılık ve Osmanlıcılık fikirlerinden çok fazla etkilenmemiĢtir. Bu sebeple, Akçura‟nın fikirlerinin anlaĢılması konusu sancılı geçmiĢ ve sıkça eleĢtirilerin odağı haline gelmiĢtir.

Akçura, çalıĢmasına öncelikle Osmanlıcılık, Ġslamcılık ve Türkçülük fikirlerini tanımlayarak baĢlar ve bu üç baĢlığı ayrı ayrı mercek altına alarak inceler. Akçura‟ya göre (1976: 25-26) her toplum, kendi varlığını devam ettirmek ve menfaatleri gereği sürekli bir değiĢim içerisindedir. Menfaat ise güçlü olmak, kuvvet kazanmak anlamına geliyordu.

70

Akçura, bu noktadan hareketle „hangi cemiyetin menfaatine çalıĢılmalı?‟ sorusuna yanıt arar. Ona göre Ġslamcılık fikri, gayrimüslimleri kapsamadığı için devletin bir kısmını açıkta bırakacak ve devleti güçsüzleĢtirecekti. Türkçülük ise Osmanlı‟nın ve Ġslam‟ın menfaatlerine uygun düĢmüyordu. Ġslam toplumunu Türk ve Türk olmayan olarak ayırır ve bunun sonucunda Osmanlı tebaası arasına da nifak sokar ve devletin zayıflamasına neden olurdu. Osmanlıcılık fikri ise Müslümanların ve Türklerin menfaatine uygun olan yegâne sistemdi (Akçura, 1976: 26-27). Sınırların korunması için yapılması gereken ise Osmanlıcılık menfaatine çalıĢmaktı. Akçura sonrasında „fakat‟ bağlacının gücünden faydalanır ve asıl anlatmak istediğini Sokratesci bir üslup ile sorularının içerisine güzelce yerleĢtirir. „Fakat‟ der Akçura (1976: 27), “Osmanlı Devleti‟nin hakiki kuvveti, günümüzdeki coğrafi Ģeklini korumakta mıdır?”. Bir diğer ve asıl önemli soru ise, muhtelif çeĢit dine mensup olup bunca zamandır birbirleriyle kavga etmek ve savaĢmaktan bitap düĢen unsurların bundan sonra kaynaĢabilmeleri mümkün müydü? (Akçura, 1976: 27). Zaten Osmanlıcılık politikasıyla beraber gelen yeni „eĢitlik‟ durumunu Müslümanlar ve Osmanlı Türkleri istemiyordu. Kaldı ki Ġslam hukuku da böyle bir eĢitliğe müsaade etmiyordu. Son olarak gayrimüslimler de istemiyordu. Çünkü bu dönemde gayrimüslimlerin köpürtülmüĢ tarihleri ve hedefleri vardı. Türkler bu hedeflerin önündeki bir engeldi. Milliyetçiliklerini körüklemek adına Osmanlı hakkında iftiralar yayıp karalama politikalarına giriĢiyorlardı. Osmanlı kimliği altında Müslümanlarla birleĢmek değil, bağımsızlık istiyorlardı. Üstelik örnek teĢkil edecek Ģekilde bu bağımsızlığa (Akçura, 1976: 29) ulaĢabilen milletler vardı.

Akçura‟ya göre Ġslamiyet, hala dünyanın birçok yerinde, Müslümanlar için kimlik tayini konusunda ilk sırada yer almaktaydı. Müslümanlar hala „Türküm‟ ya da „Ġraniyim‟ demeden önce “Elhamdü-lillah Müslümanım…” (Akçura, 1976: 33) diyordu. Ġslam‟ın bu özelliğinden faydalanılarak imparatorluk içerisindeki Müslümanlar, Osmanlıcılık politikasına göre daha sıkı bir bağ ile bir araya getirilebilirdi. Böylece padiĢah, Halife sıfatı ile bütün Müslümanların bir araya gelmesinden doğacak büyük gücü elinde bulunduracaktı. Akçura (1976: 31), denkleminin tam bu noktasında bir „fakat‟ı daha iĢleme sokar ve sorar: “Lakin bu tarz-ı siyasetin, Osmanlı Devleti‟nde muvaffakiyetle tatbiki mümkün müdür?”. Çünkü diğer dinlerde olduğu gibi ırk tesiri ve çeĢitli olayların sonucunda Ġslam‟da da bazı

71

değiĢiklikler meydana gelmiĢti. Hicretin üzerinden daha bir asır bile geçmeden Arap ve Acem milliyetleri arasında çatıĢmalar baĢlamıĢ, ġii ve Sunnî büyük ihtilafına neden olarak Ġslam dinine telafisi mümkün olmayan yaralar açmıĢlardı. Öte yandan artık Müslüman devletlerin çoğu Hristiyan devletlerin boyunduruğu altındaydı. Ġslamcılık gibi bir politika izlemeye çalıĢmak, tüm Hristiyan âlemine meydan okumak anlamına (Akçura, 1976: 32) gelecekti ki hâlihazırda Osmanlı‟nın buna yetecek gücü yoktu. Ayrıca Ġslamcılık politikası, Müslüman ve gayrimüslim ayrıĢmasını ve parçalanmayı hızlandıracaktı. Yani Ġslamcılık politikası çok güç ve tatbiki oldukça zordu.

Son kısmının konusu ise ırk temeline dayanan bir Türk birliği meydana getirmektir. Akçura‟ya göre Osmanlı ülkelerindeki Türkler Osmanlı‟ya sadece dini değil, aynı zamanda ırkî bağlar ile de bağlıdır. Öte yandan Türk olmadığı halde bir kademeye kadar TürkleĢmiĢ olan Müslüman unsurlar (Akçura, 1976: 33) daha da Türklüğü benimseyecek, henüz benimsememiĢ olanların da TürkleĢme imkânı doğacaktı ki asıl önemli kısım bu değildi. Akçura‟nın da belirttiği üzere asıl büyük fayda sağlayacak olan kısım; adetleri, dilleri, soyları ve -hepsi olmasa da- dinleri aynı olan ve çoğunlukla Asya‟nın büyük bir kısmına ve Avrupa‟nın doğusuna yayılmıĢ vaziyette bulunan Türklerin bir araya gelmesi ile büyük bir „Türk milleti‟nin vücuda getirilmesiydi (Akçura, 1976: 33-34). Bu devletler arasında en güçlüsü ve en medeni olanı Osmanlı olduğu için haliyle baĢrol de Osmanlı‟nın olacaktı. Fakat Osmanlıcılık ve Ġslamcılıkta olduğu gibi Türkçülüğün de beraberinde getireceği sıkıntılar mevcuttu. Örneğin; Osmanlı‟da TürkleĢmeye direnecek ve TürkleĢmesi de mümkün olmayan unsurlar olabilirdi ve bu unsurlar Osmanlı‟nın elinden gidebilirdi. Öte yandan Osmanlı içerisindeki Müslümanların ırk temelinde ayrıĢmasına ve uzaklaĢmasına sebep olabilirdi. Fakat Akçura‟ya göre bu mahzurlar Ġslam siyaseti izlemeye göre daha az sorun teĢkil etmekteydi. Öte yandan Ġslam, içerisinde milliyetlerin oluĢmasını kabul edecek Ģekilde değiĢmeli ve Türk milliyetçiliğinin teĢekkülünde kilit rol oynamalıdır. Çünkü dönem itibariyle dinler artık siyasi önemlerini kaybediyorlardı ve artık ırk temelinde bir oluĢum çağın gerekleri kapsamında mecburi bir nitelik taĢıyordu. Toplumlarda artık din birliği yerine vicdan özgürlüğü değerleri önem kazanıyordu. Dinler artık ĢahsileĢiyordu ve ancak ırklarla birleĢerek, ırklara yardımcı olarak (Akçura, 1976: 35) siyasi ve içtimai önemini koruyabilirdi.

72

Akçura, makalesinde adı geçen siyaset tiplerini objektif bir Ģekilde ele almaya çalıĢmıĢ ve hangi siyaset tipinin taraftarı olduğunu direkt olarak ifade etmemiĢtir. Fakat son kısımlarda niyetinin aslında Türkçülük olduğunu oldukça sezdirmiĢtir. Kısaca, Osmanlıcılık faydalı fakat uygulanması bakımından mümkün olmayan bir amaçtı. Türkçülük ve Ġslamcılık siyasetlerinin artı ve eksi yönleri birbirine yakın olsa da Türkçülük siyasetinin mahzurları Ġslamcılığa göre daha azdır. Görüldüğü üzere Akçura, ekseriyetle ırk yönü ağır basan bir milliyetçilik düĢüncesi üzerinde durmuĢtur.