• Sonuç bulunamadı

Altın Çağ Referansı: Osmanlı GeçmiĢi ve Geleceği

4.3. ALTIN ÇAĞ REFERANSI OLARAK OSMANLI GEÇMĠġĠ VE ZEĠGARNĠK

4.3.1. Altın Çağ Referansı: Osmanlı GeçmiĢi ve Geleceği

Türk modernleĢmesinde muhafazakâr düĢünce geleneğinin sınırlarının çizilebilmesi adına modern olanın ve modern olmayanın algılanıĢ biçimi önem arz etmektedir. Bu noktada, modernleĢme çerçevesinde üretilen değerlerin tanımlanması gerekmektedir (Özkan, 2016: 8). Türk modernleĢmesi ve muhafazakârlığını meydana getiren parametrelere odaklanıldığında, tarihi ve kültürel değerlerin yeniden üretilmesi konusundan ziyade, kökleri Osmanlı Devleti'ne kadar uzanan bir merkez-çevre çatıĢmasının merkezde konumlandığı görülmektedir (Öğün, 2006: 541). Muhafazakârlık kelimesini kısaca “mevcut olanı koruma gayreti, devrimi değil doğal olarak zamanla evirilmeyi savunan bir düĢünce Ģekli” olarak tanımlamak mümkündür. Öğün'e göre muhafazakârlık, milliyetçi tonlarda gelenekler dünyasına, tarihe ve dine yaptığı yoğun göndermelerle dikkat çeker (Erler, 2007: 126).

97

Milliyetçilik ve din kavramlarının birbirine en çok yaklaĢtığı noktalardan biri de, tasavvur edilebilecek en parlak geleceğin aslında geçmiĢte atalar tarafından yaĢanmıĢ olan ĢaĢalı günlerde saklı olduğu varsayımıdır (Türk, 2014: 311). Türk muhafazakârlığının genetik kodlarına derinlemesine iĢlemiĢ olan bu durum, kimlik politikaları bakımından da güçlü bir referans noktası olarak sıkça kendisini göstermektedir. Kimi zaman hüzünlü bir olayın hatırlanmasında kimi zaman ise Ģanlı bir zaferin yıl dönümü kutlamalarında siluetini gösteren bu imge, bir millet tasavvuruna dönüĢür. Burada geçmiĢ, Ģan ve Ģerefle, güç ve zaferle, „öteki‟ne verilen insaniyet dersleriyle bir ibret deposu olarak kodlanır (Türk, 2014: 311).

Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar Osmanlı figürü, kimisinde olumlu kimisinde olumsuz çağrıĢımlar yapsa da Türk toplumunun zihninde önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra bölgedeki Osmanlı bakiyesi tekrardan su yüzüne çıkmaya baĢlamıĢtır. Kafkaslar, Balkanlar ve Orta Doğu coğrafyasının sahip olduğu bu cevhere, Özal döneminden baĢlayarak çok kez atıfta bulunulacak ve göndermeler yapılacaktır. Sovyetler Birliği'nden ayrılan Müslüman halkların maruz kaldığı Ģiddete tepki gösterilmiĢ, geçmiĢe ait müĢterek hafızaların ve ortak kültürün yeniden canlandırılması konusuna ağırlık verilmiĢtir. Bu dönemde ağırlık verilen liberal ekonomi politikaları ile yeni ülkelerle ekonomik iliĢkilerin geliĢtirilmesine yönelik bir bakıĢ açıĢı ile Osmanlı mirası tekrar gündeme getirilmeye ve sahiplenilmeye baĢlanmıĢtır.

Önceki bölümlerde Smith‟in, millet oluĢumu çözümlemesinde seçkinlerin kullandığı iki çeĢit yol olduğundan bahsedilmiĢti. Ġkinci yol olan „altın çağ‟ miti, AK Parti‟nin Osmanlı söylemlerinde kendisini göstermektedir. Özellikle Erdoğan'ın söylemlerinde birçok kez rastlanılan „geçmiĢteki ihtiĢamlı günler‟ söylemi, aslında içerisinde son derece geniĢ bir medeniyet ve millet tasavvurunu da barındırır. Mevzu bahis ihtiĢamlı günlerde her Ģey olması gerektiği gibidir ve „düĢmanlar/ötekiler‟ hak ettikleri cezaları almaktadırlar. Erdoğan'ın söylemlerinde sıkça kullandığı „geçmiĢ‟ referanslar; „medeniyetimiz‟in ve oldukça geniĢ ve kapsayıcı bir millet düĢüncesinin somut bir kanıtı iken öte yandan aydınlık gelecek tahayyülünün de yansıması niteliğindedir. Bu sebeple

98

Erdoğan, millet olarak geçmiĢimize sahip çıkmamızı salık verir, aksi halde geçmiĢine sahip çıkmayan milletlerin temellerinin sağlam olmayacağından bahseder (Türk, 2014: 311). Bu noktada, Erdoğan'ın “Vefatının 100. yılında Sultan Abdülhamid'i Anlamak” isimli programda kullandığı Ģu ifadeler aydınlatıcı niteliktedir:

Birileri inatla bizi köklerimizden ayırmaya gayret ediyor. Birileri ısrarla bu ülkenin tarihini 1923'ten itibaren başlatmaya çalışıyor. Tarih bir milletin sadece mazisi değil istikbalinin de pusulasıdır. Biz birileri gibi tarihimize yüz çevirenlerden olamayız. Tarihe seçici bakmak, kişinin kendine ve milletine yapabileceği en büyük ihanettir. Artık Osmanlı ile Cumhuriyeti birbirlerinin zıt dönemleri olarak görmekten vazgeçmeliyiz... Osmanlı'nın Cumhuriyet ile barışmasıdır Abdülhamit (Turkiyegazetesi, 2018).

Erdoğan yukarıdaki konuĢması ile kritik noktalara değinmiĢtir. Ġlk olarak bireyin tarihini bilmesinin önemini vurgularken aynı zamanda da bu köklerin herhangi bir ayrım yapılmadan sahiplenilmesi gerektiğine dikkat çekmiĢtir. Sıklıkla ne kadar büyük bir medeniyete sahip olunduğunu vurgulayan Erdoğan; içerisinde milliyetçilik, muhafazakârlık ve Ġslamcılığı farklı tonlarda barındıran bir „altın çağ‟ fikrine sahiptir (Türk, 2014: 312). Ayrıca, sahip olunan büyük ve ihtiĢamlı geçmiĢi kurmuĢ olan ataların izinden gidildiği takdirde aynı baĢarıların yakalanabileceğinden de oldukça emindir. Hatta ülkemizin karĢısına çıkan/çıkarılan engellerin baĢlıca sebebi olarak da, millet olarak bu baĢarıya ulaĢtığımızda elde edeceğimiz güç konusunda duyulan endiĢe olduğunu ifade eder (Yeniakit, 2015).

Bir altın çağ figürü olarak Osmanlı söylemlerinde Ġstanbul'un fethi konusu da oldukça önemli bir referans noktasıdır. Fetih kutlamaları; verdiği mesajlar itibariyle genellikle milliyetçi söylemler ile birlikte gündeme gelmesi hasebiyle, iktidar değiĢiklikleri sonucu kesintiye uğradığı ve aynı Ģekilde yükseliĢe geçtiği zamanlar olmuĢtur. Kutlamaların ilk yapıldığı yıllar olarak II. MeĢrutiyet sonrası yıllar gösterilmektedir (Koyuncu, 2014: 81). Fetih kutlamalarının 1908 yılından sonraki döneme denk gelmesi ise bir rastlantı sonucu meydana gelen bir durum değildir. Milliyetçilik akımından oldukça ağır yaralar alan Osmanlı Devleti, son çözüm olarak sarıldığı ideolojilerden biri olan Türkçülük fikri kapsamında, milli değerlerin kuvvetlendirilmesi amacıyla önemli günleri kutlama yoluna gitmiĢtir. Ulusal anma ve kutlama günleri, ulus inĢa ve ulusal kimliğin yeniden üretilmesi sürecinde oldukça etkili birer araçtır. Ulusçuluğun hız kazandığı bir dönemde

99

böyle bir politikanın benimsenmesi ise ĢaĢırtıcı değildir (Koyuncu, 2014: 81). Dolayısıyla bu dönemde milli anlamda önem atfedilen günlerin kutlamalarına halkın da katılımını sağlamak üzere düzenlemeler yapılmıĢtır. Bu noktada asıl hedeflenen ise kutlamalara süreklilik kazandırarak, milli duyguların arttırılarak nesilden nesile aktarılmasını ve canlı tutulmasını sağlamaktır.

Yukarıda da bahsedildiği üzere iktidar değiĢiklikleri fetih kutlamalarını da etkilemiĢtir. Cumhuriyetin kuruluĢuyla birlikte fetih kutlamaları da sekteye uğramıĢtır. Yeni kurulan devletin amacı sıfırdan bir medeniyet ve ulus-devlet temeli üzerine yükselen bir devlet inĢa etmekti. Bu sebeple Osmanlı'dan ve onu hatırlatan her türlü etkinlikten vazgeçilmesi esastı (Aslan, 2011: 51). Bu dönemin iktidarı için Ġstanbul iĢgalcileri temsil ederken Ankara ise kurtuluĢ mücadelesi veren halkı temsil ediyordu. Ayrıca dini referansları olan bir kutlamanın, din kavramını kamusal alandan soyutlama gayretindeki bir iktidar tarafından benimsenmesi devlet politikası ile ters düĢmekteydi (Koyuncu, 2014: 83). 1939'lu yıllarda, yaklaĢmakta olan fethin 500. yılı kutlamaları için hazırlıklar yapılması için niyetlenilmiĢ ve bu konuda görüĢmeler yapılmıĢtır. Fakat sonuç olarak ekonomik olanaksızlıklardan dolayı kutlamalar gerçekleĢtirilememiĢ ve 29 Mayıs 1953 yılına kadar beklemek zorunda kalınmıĢtır (Koyuncu, 2014: 83). DP iktidarı döneminde kutlamalara ayrı bir önem atfedilmiĢtir. DP iktidarı boyunca oldukça destek ve taraftar toplayan kutlamalar, 1960 darbesi ile sekteye uğramıĢ ve özellikle ilk yıllarında güvenlik kaygısıyla izin verilmeyen kutlamalar daha sonraları serbest bırakılsa da, resmi anlamda gösterilen ilgi ve desteğin cılız kalması sonucu zamanla ilgi ve alaka önemli oranda azalmıĢtır (Koyuncu, 2014: 86). Bu dönemden sonra, özellikle muhafazakâr kesim tarafından sıkça „Ġstanbul'un yeniden fethi‟ konusu dile getirilmeye baĢlanacaktı.