• Sonuç bulunamadı

Yurtdışında Yaşayan Türklerin Sorunları

2.2. Göç Olgusu ve Gecekondulaşma

2.2.2.2. Yurtdışında Yaşayan Türklerin Sorunları

Yurt dışına göç eden Türklerin karşılaştıkları sosyal, kültürel, dini sorunlar sıkça gündeme gelir. Farklı kültüre mensup kişilerin aynı ortamda karşılaşmalarından dolayı sorunlar kaçınılmaz olmaktadır. Türklerin bu sorunlarına nasıl çözümler aradıkları ve sorunların çözümünde girişimleri önemlidir. Yurt dışında bulunan göçmenler ve onların çocukları farklı sorunlarla mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Her kuşakta ortaya çıkan sorunlar farklı olup yabancısı oldukları ülkelerde yaşama tutunma mücadelelerini daha da güçleştirmiştir. Yıllar sonra kendilerini hala yabancı sayan Türkler, yaşadıkları ülkenin dilini öğrenmek için çaba göstermeyi ikinci plana attıklarından haklarını yeterince savunamamaktadırlar. Türklerin çoğunlukta bulundukları yerlere yerleşip sadece onlarla iletişime geçen göçmenler, yaşadıkları topluma uyum sağlamakta zorlanırlar.

“Avrupa ülkelerine işçi olarak göç eden Türklerin göçün ilk yıllarından bugüne kadar en büyük sıkıntıları yaşayan ilk kuşaktan başlayarak sonraki her kuşak kendisine özgü sorunlarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bir arada yaşama deneyiminin başarısızlığı ve karşılıklı dışlama temeline dayanması, Türklerin yaşadıkları topluma uyumlarının olumsuz değerlendirilmesi için yeterli olmaktadır.” (Bedirhan, 2009: 4)

“Göçün ilk yıllarında, birinci kuşak Türk işçileri, ev sahibi toplum tarafından merak ve şaşkınlıkla karşılanmıştır. Bu durumun esas sebebi, Türk işçilerinin bütün kültürel kurumlar açısından, tamamıyla farklı sosyo-kültürel yapıya sahip olmalarıdır. Bu farklılıklar inançta, dilde, dinde, adetlerde, geleneklerde eğitim sisteminde, ayrı yaşamalarından dolayı ortaya çıkan davranış örüntülerinde görülmektedir. Bu birinci kuşak, içine girdikleri farklı kültür ile olan kültürel temas ve ilişkileri son derece sınırlı olmuştur, çünkü bu kuşak ev sahibi ülkelerin dillerini “kulaktan dolma” (spontaneous learning) öğrendikleri için, işyerinden eve, evden işyerine gidip gelen, içinde yaşadıkları topluma mesafeli bir hayat yaşamışlardır. “ (Aksoy, 2010: 14)

Ayrımcılık, iş koşullarının ağırlığı gibi sorunların dışında gurbette yaşayan Türklerin geleneklerini yaşatacak, onların çocuklarını eğitecek, dini görevlerini yerine getirebilecekleri kurumların olmayışı ve bu konuda ciddi bir girişimin olmaması ilk göçlerin yaşandığı dönemlerde büyük sıkıntılar yaşatır. Kültürün ve dini bilginin aktarılması konusunda yeterli donanıma sahip, dil bilen kalifiye elemanların yurt dışında görevlendirilmemiş olması, dışarıda eğitim gören çocukların ve bireylerin kendi kültürlerinden ve dinlerinden uzak bir yaşam sürmelerine neden olmuştur. “Günümüzde Avrupa’da yaşayan Türkler, karşılaştıkları ekonomik ve sosyo-kültürel diğer sorunlar yanında -yaşadıkları ülkelere göre değişen bazı farklılıklar bulunsa da dinlerinin ülke tarafından resmen kabulü, din eğitimini sağlayan kurum ve kadronun yokluğu, ibadet yerlerinin sağlanması ve var olanlarının korunması gibi dinlerini yaşamayla ilgili çeşitli sorunlarla başa çıkmak durumundadırlar.” (Eren, 2007: 267)

Yurt dışında bir araya gelen Türkler, seslerini tüm dünyaya duyurmak, yalnızlıklarını unutmak için girişimde bulunmaya başlar. Dernekler, gazete ve dergiler çıkaran Türkler, yıllarca yaşadıkları eziklik duygusundan sıyrılmaya başlarlar.

“- Bir kötünün yedi mahalleye zararı vardır. Bizim memlekette söylenir bu. Ben sizden önce geldim buralara… 1968’lerde… Bizden önce de Kıbrıs Türkleri gelmişler. Bu gün altmış bine yakın bir nüfusa sahibiz. Birçok dernek kuruldu. Gazete ve dergilerimiz var. Radyomuz… Kültür alanında güzel olumlu işlere girişildi. Ama dediğim gibi, gün geldi içimize birileri sızdı ve bunlar toplumumuzu başka yönlere itmek istediler. Bizi bölmeğe çalıştılar. Kadın derneği diye bir takım kuruluşlar, şerefli analarımızı horladılar, küçümsediler. İnancımıza ibadetimize dil uzatanlar oldu. Mevlit okutacak yer bulamadık. Öylesine zor günler yaşandı. Bunlar bizim yürek yaramızdır, yürek yangınımızdır. İşte bu zorlukları göğüsleyebilirsen ne âlâ… Ben de desteklerim sizi, o zaman.” (Ç, s.27)

Haklarını savunmak ve haklılıklarını duyurmak için en büyük eksiklikleri olan dili öğrenmekle işe başlayan gurbetçiler, zamanla diğer faaliyetler için işbirliği yapmaya çalışırlar.

“Bizimkilere yıllardır yabancı bir dili öğretmek için kurs hocalığı yapıyorum. Aslında kafamda ne hayaller vardı… Kültür merkezleri, Türk okulu filan gibi… Ama olmadı işte… Şimdi kafamı ellerimin arasına alıp, düşünüyorum. Ne yapmalıyız diye…” (Ç, s.120)

Yabancı dil bilmemenin yarattığı olumsuz durumları bir kadın kimliğinde yansıtan Çokum, kendi toprağından uzakta kalan Esra’nın ilk günlerindeki deneyimlerini gözler önüne serer.

“ Sonra Tekin’e döndü:

- Buradaki ilk günlerinizi düşün! Sıkıntılarınızı düşün bir. Hiç kimseyi tanımıyorduk. Hiç bilmediğimiz bir yerdeydik… Uyuyamazdık geceleri. Yüreğimiz kuş yüreği. Dil bilmiyorduk. Yediklerimizden tat alamıyorduk… Ne olacağımızı bilmiyorduk.” (Ç, s.13)

Çocuklar, yaşadıkları ikili çevre atmosferi ile birlikte bir çıkmaza girmektedirler. Her iki çevrenin farklı özelliklere, dile, dine sahip olmaları, problem yaşamalarında en büyük etkendir. Ailede Türk kültürünün ve dilinin yaygın olması, arkadaş ve okul çevrelerinde ise farklı dil, kültür ve dini sistemin olması sosyalleşme sürecinde birey üzerinde farklı etkiler bırakır. Ailedeki değerlerle dış çevrenin değerlerinin uyuşmazlığı bireylerin ailede ve sosyal yaşamlarındaki ilişkilerinde çatışma yaşamalarına neden olmaktadır. “Avrupa’da Türk gençlerinin toplumsallaşma konumları, çocukluklarını geçirdikleri aile ile gençliklerini geçirdikleri okul ve dış çevre arasında farklı toplumsal etkilere açıktır. Toplumsallaşma sürecinde, gençler yaşadıkları toplumun değerlerini, normlarını, yaşama tekniklerini öğrenirken, bundan farklı olan ailelerinin değer ve semboller sistemi arasında problem yaşıyorlar.” (Bedirhan, 2009: 1)

Çocuklarının geleceği açısından kaygılanan Avustralya’daki Türkler eksikliğini hissettikleri kurumları belirlemek için görüş alış verişinde bulunurlar. “Biz buraya birinci nesil olarak bir şeyler bilerek geldik. Çocuklarımız bizden aldıklarına yabancı bir kültürü ister istemez kattılar. İster istemez mekteplerin yakınındaki kilise, onların kafalarına bir şeyler ekledi. Korkarım bir gün kimlik

bunalımına girecekler. Hatta bunu şimdiden yaşamağa başladılar bile. Onun için ben derim ki çocuklarımıza manevi değerlerimizi öğretmek bize düşüyor.” (Ç,s.41)

“Yeni kuşak Türk gençleri, ailede, camide, okulda, okul içi ve dışı akran grupları içinde çifte/iki yönlü sosyalleşme süreci yaşamaktadır. Bu süreçte gençler bir taraftan Türk topluluğunun değerlerini edinirken, diğer taraftan, içinde yaşadıkları toplumun değerlerini benimsemektedir. Bu süreçte yeni kuşak Türkler çifte dil kullanan, bir taraftan yaşadığı ülkeye diğer taraftan babalarının anavatanına bağlılık hisseden iki vatanlı, çift değerliliği yaşayan, iki kimlikli bir kuşaktır. İki kimliklilik, ikinci ve üçüncü kuşakta iki kültür arasında sıkışmışlığın getirdiği marjinalliği aşabildiği ölçüde gelişmektedir. İkinci kuşağın ortaya çıktığı dönemlerde kimlik bunalımı, bugün üçüncü kuşak ile birlikte, iki kimlikliliğin gelişimiyle aşılmaktadır. Batı Avrupa Türkleri, bulundukları ülkenin vatandaşlığına geçerek göçmen bir topluluğa dönüştükçe, milli bir kimliği olan geçici misafir işçi topluluğundan etnik azınlık statüsüne gelmektedirler.” (Taşdelen vd., 2000: 90-91)

“- Çocuklarımızın geleceğinden söz ediyorsunuz… Artık çocuklarımız yüksek tahsillerini yapabiliyor ve topluma yararlı olabiliyorlar. Ama bu yeterli değil diyorsanız, verelim el ele…

- Evet, dedi. Göçmen kuşların istikameti demiştik… Aslında fikri ortaya atan Esra’ydı. Burada Türk toplumu olarak el ele verip geleceğimizi düşünmek üzere beni harekete geçiren odur. Geleceğimiz derken bununla farklı kültürler arasında varlığımızı devam ettirmeyi ve çocuklarımızın geleceğini kastediyorum. Ne yapabiliriz? Bir şeyler yapmamız gerekir mi gerekmez mi? Ve nasıl yapabiliriz? Bunları konuşmak tartışmak istedik… Öyle değil mi Esra?” (Ç,s.38)

Yurt dışında açılması planlanan okullarda görev alacak öğretmenlerin donanımları ile ilgili sorunlar yurt dışında yaşayan gurbetçilerin karşılaştıkları diğer sorunlardır.

“- Belki Türk okulları da açabiliriz, dedi Tekin. Murat Ağabey, piposunu yeniden ateşlemişti.

- Açalım açmasına da taşı ve harcı kadar, içine koyacağımız bilgiye, öğretmenin ehil kimse olmasına da dikkat edelim.” (Ç, s.27)

“- Onların eğitimleri konusunda biz yeterli değiliz. Çocuklarımız Avustralyalı olmakla övünüyorlar ama aslında İngiliz kanı taşımayanlar ezilip horlanıyorlar. Bu da onları bağlı oldukları değerlerden daha fazla uzaklaştırıyor.” (Ç, s.12)

Hâkim kültür ile kendi kültürü arasında bir kimlik oluşturmaya çalışan bireylerdeki değişim ailelerde kaygı uyandırır. Ailenin çocuğu kontrolü her geçen gün zorlaşır. Bu kontrolü kaybetmekten korkan ailelerden bazıları dışarıdaki hayata uyum sağlayamaz ve ülkelerine geri dönme kararı alırlar. Çırpıntılar romanında aileye ve geleneklerine çok bağlı olan Tekin, oğlunun yabancı bir kültür içinde erimesine göz yummak istemediğinden Türkiye’ye döner.

“İkinci kuşak Türk çocukları üzerine yapmış olduğu alan araştırmasında Türkdoğan (1984), bu kuşağın büyük ölçüde aile kontrolünden uzak ve içinde yaşadıkları büyük toplumun etkisi altında kaldığını, anne-babanın belli sınırlar içinde çocuklarına sahip çıkmak istediğini, buna karşılık hakim kültürün dinamik yapısının Türk göçmen çocuklarını kendi içinde eritmek için çektiğini, bunun iki nesil arasında bir uçurum meydana getirdiğini belirtmektedir. Bu uçurum, aile içinde kuşaklar arası bir çatışmayı ortaya çıkarmakta, aynı şekilde, ebeveynlerin de iki kültürün baskısı altında bulunmasıyla ortaya çıkan gerilim daha da artmaktadır.” (Aksoy, 2010, 15)

“- Peki niye geldiniz oralardan?

- Demin söylediğin gibi daüssıla… Bir maceraydı bizimkisi… Öteler çekti… Tabii biraz da para kazanmak için… Giderek burayla olan bağlarım kopuyordu. Çocuğum başka bir ülkede yetişirken bir şeylerin kaybolduğunu görüyordum onda…” (Ç, s.196)

Benzer Belgeler