• Sonuç bulunamadı

Romanlardaki Meslek Grupları

2.4. Ekonomi

2.4.3. Romanlardaki Meslek Grupları

Meslek, hem birey hem de toplum hayatında önemli bir fonksiyona sahiptir. Bireyin statüsünü tayin eden meslek, ekonomik yönünün yanında sosyo-kültürel yanı ile de dikkat çeker. Aynı mesleği yapanlar arasında gelişen tutumlar, düşünceler ve kurallar sosyolojik açıdan dikkat çekicidir. Meslek, bireyin kendi potansiyelinin farkına varmasını sağladığı gibi bu potansiyeli ortaya koymada geliştirdiği stratejiler yoluyla da bireyi tek kılar. Sevinç Çokum, bireylerin yeteneklerini, hayata bakış açılarını ve tercihlerini ortaya koyarken onların mesleklerinden faydalanır. Meslekler arasındaki bütünleşme ve dayanışmayı birey hayatıyla birleştirip aktaran yazar, mesleklerin birey hayatında sağladığı disiplinin önemini belirtir. Köy hayatının işlendiği romanlarında çiftçilik ve hayvancılık önemli meslekler olarak işlenir.

“Nizam Dede,

- Bak şu şaşkına! Koyunu, kuzuyu unuttu. Böyle çobanlık mı olurmuş, dedi. Çoban Mahmud’un yüzünde kırışık bir gülümseme belirmişti.” (HG, s.20) “- Beni dışarıya saldı. Git de çobanlık yap, bari bir işe yara, dedi.”(HG, s.21) “Keşke bu kitapları hiç tanımasaydım… Keşke babam gibi hayatımı hayvan sürülerine bağlasaydım. Ve bozkıra… Ama ben… bozkırın ötesini de görmek istiyorum hocam. Belki bir nakkaş olabilirdim veya bir mermer ustası… sonra… hekim olmayı da isterdim. Belki akıp giden ömürleri uzatamazdım ama odlu yüreklere bir anlık şifa olurdum. Bütün bunlar için geç kaldım…” (HG, s.193)

Değişen yaşam koşulları ile hizmet alanındaki meslekler artış gösterirken bazı zanaat yok olmaya yüz tutmuştur. Sevinç Çokum, günlük yaşam içindeki küçük insanların ve esnafların küçük işletmeleri ile hayata tutunma mücadelelerini yansıtır.

“Sokağın çocuklarının yoğunlaşan gürültüsü vaktin sabah buğusundan koptuğunu gösteriyor. Bir de esnafın sesi. Aşağı marangozun bıçkı makinasından gelen ses… Muhallebici Toma’nın garsonu, birazdan aceleci adımlarla çokçası iş yerlerine ellerindeki tepsiyle küçük kaplarda muhallebi, sütlaç, yoğurt, tavuklu pilav taşır.” (TBG, s.32)

“- Anacığım yumurta filan satardı pazarda. Kardeşlerim de orda burada çalışıyorlardı işte. Kamyonculuk, tezgâhtarlık gibi işlerde… Yalnız Ricardo okuyordu. Evet, o okudu. Avukat oldu hem de…” (Ç, s.56)

“- Böylece ta İspanya’dan Avustralya’ya gelmeyi göze alabildim. İspanya’da çok kalabalık bir ailenin çocuğuydum. Babam şofördü ve biz sekiz kardeştik. Bir yandan çocukluğumuzu yaşar, bir yandan yetişkin insanlar gibi ekmek parası için çalışırdık… Önceleri duvarlara ilânlar yapıştırırdım. Boğa güreşleri, tiyatrolar… Bir sürü insan resmi.” (Ç, s.55)

Çokum’un romanlarında memurlar, önemli bir yere sahiptir. Doktor, öğretmen, gazeteci, mimar gibi meslek grupları işlenirken bireylerin meslekleri ile ahlaki yapıları arasındaki ilişki değerlendirilir. Görevlerini yerine getirirken insanların zaafları ile hareket etmeleri ve mesleki etik ilkeleri ihlal etmeleri eleştirilir. Tren Burdan Geçmiyor romanında etik kurallara ve mesleğine bağlı olan gazeteci Nüzhet ile Aysan karşılaştırılır. Aysan’ın şahsında yozlaşan değerler aktarılırken Nüzhet’in yaşam tarzı ile ahlaki değerler yüceltilir.

“Nüzhet ne yazacaktı peki, bunları yazamıyorsa, soramıyorsa? Evet evet sokağını, mahallesini. Kahvede konuşulanları belki. Şu saatte herkesin kendi işinin başında olduğu sırada… Yorgancı diktiği, dizlerini örten, kabarık pamuk yorgana menekşeler desenliyordu. Fırının karanlık vitrininde anasonlu galetalar, saç örgü kurabiyeler… Toma’nın dükkanından kış günlerinin sıcak odalarını çağrıştıran süt ve vanilya kokusu geliyordu. Ve marangozun ordan tiner kokuları…” (TBG, s.83)

“Hatırladığı bir dost, ona Nüzhet’in deyimiyle gazeteciliğin elif ba’sını öğreten Kamil Ağabey kullanırdı. Dürüstlüğün peşindeydi, hep öyle kalmıştı, işten çıkarıldıktan sonra küçük bir yayınevine sığınmıştı. “Gel ağabey!” demişler, gitmiş. Ondan önceki işi, yazı işleri müdürlüğünden düzeltmenliğe ve sonra da haber tarama işlerine geçerek, onun deyimiyle rütbesi sökülerek bir türlü ısınmayan bir odada tüm gazeteleri gözden geçirmekti. Şimdiki işi editörlük mü? Sayılır. Fakat uzun ömürlü olacağa benzemiyormuş, yayınevi anca ayakta durmağa çalıştığından.” (TBG, s.216)

Öğretmenler, Çokum’un romanlarında topluma yol gösteren, değerlerinden şaşmayan, örnek kişilerdir. Arada Kalmış Tebessüm ve Zor romanlarında öğretmenler dost canlısı, yardımsever, geleneklerine bağlı insanlar olarak canlandırılır. Zor’da İzzet Bey, Sevinç Çokum’un toplumda görmek istediği öğretmen tipidir. Çokum, öğretmenlik mesleğine değer veren ve bu mesleğin gerekliliklerini yerine getirebilen kişilerin öğretmenlik yapmasından yanadır. Kendisi de bir öğretmen olan yazar, öğretmenin taşıması gereken özelliklere sıkça değinir. Öğretmenlerin öğrencilerini sadece bilişsel değil her yönü ile geliştirmeleri gerektiğini savunan yazar, öğretmenin iyi bir model olmasını ister.

“- Fakat senin annen bu çizginin dışında tutulmalıydı tabii. Gayretli bir öğretmen olarak…” (AKT, s.48)

“- Ama emekli İngilizce öğretmeni Keriman Teyzeyle, üniversite öğretim üyesi tarihçi Abidin Amca kendi kendilerine yetiyorlardı; dürüst insanlardı, bildiği kadarıyla has değerlerini satmamışlardı.” (AKT, s.90)

Geleneksel ve çağdaş eğitim koşullarını karşılaştıran Çokum, olumlu ve olumsuz öğretmen tiplerinin özelliklerine yer verir. Çırpıntılar romanında iki öğretmen tipini karşılaştırır. Caroline öğretmen, öğrenciyi başarıya teşvik eden, öğrencilerinde öz güveni geliştirmeyi başarabilen, işini severek yapan bir öğretmendir. Caroline öğretmenin tam zıttı olan Münevver öğretmen ise onur kırıcı, katı bir öğretmendir. Lise öğrencilerini aşağılayarak disiplini sağladığını düşünür.

“Otur yerine sersem çocuk! Bana cevap verme. (…)

İşte böyle dünyanın bir ucuna giderler, çocuklarının ne olacağını, eğitimini, terbiyesini hiç düşünmezler. Küstah şey” (Ç, s.184)

Mimarlık, ressamlık gibi meslekler de Çokum’un işlediği mesleklerdendir. Mimarlık daha çok zengin ailelerin çocukları için seçtikleri bölüm iken ressamlara pek de iyi gözle bakılmadığı görülür. Her mesleğe saygı duyulmasını isteyen Çokum, ressamların para kazanamayan boş insanlar olarak algılanmalarına tepki gösterir.

“Zaten Gülheves iç mimarlığı seçmişti, atölyeyi kafa yatkını birkaç arkadaşıyla kurarken sermayeyi bulmakta zorlanmamıştı tabii.” (AKT, s.258)

“- Siz yeteneğinizi başka bir biçimde, ne bileyim mesela atölyenizi kurarak, kurs filan düzenleyerek, akademide kalıp kariyer yaparak kullanabilirdiniz.” (TBG, s.69)

Serbest çalışanlar, işçiler, esnaflar ve zanaat ile uğraşanlar, Çokum’un işlediği diğer meslek gruplarıdır. Toplumda görebileceğimiz her meslek eserlerde yerini almıştır. Lacivert Taşı romanındaki Hicret Bey, bir tüccardır. Şehir şehir gezerek insanlara ihtiyaçlarını ulaştırmaya çalışır.

“Ben bir çerçiyim, kırık bir aynanın ardından hayatın içine daldım ve önümde bir duvar yıkıldı, şehrimden çıkıp kıvrımlı yollar yürüdüm, uzak kentlere girip çıktım. Halep, Şam, Beyrut, Kerkük, Musul… İnsanlara karıştım, dağların ardını gördüm, yedişerli deve katarlarıyla nice kervansaraylar aştım. Develerimizin çanlarıyla uyudum, o seslerle uyandım.” (LT, s.6)

Hilâl Görününce romanında Nizam Bey, eski bir demircidir. Savaş tehlikesi baş gösterince silah, bıçak ve kılıçlar üretmeye başlar.

“- Niye şaşkın şaşkın durursun? Demirci babanı tanıyamadı mı?

- Demirci babanın ne işler yaptığını sormadan mı gideceksin?” (HG, s.204) Ağustos Başağı’nda da Şemsi Efendi, ünlü bir demircidir. Orduda silah yapacak ustalara ihtiyaç duyulunca Şemsi Efendi, orduya katılır ve mesleğini burada devam ettirir.

“Babası demir ocağını bu sabah erken yakmıştı. Demir parçalarını kızdırıp kızdırıp dövüyor. Esma kuyu başında durmuş onu seyrediyordu.” (AB, s.268)

“- Diyeceğim şuydu Şemsi Efendi. Şimdi orduya zanaatkârlar ustalar istenir. Tüfekçisinden, demircisine, eğercisinden marangozuna kadar… Yani sözün kısası orduya lâzımsın Şemsi Efendi.” (AB, s.272)

Tahta işlemeciliği, çömlekçilik vb. kaybolmak üzere olan meslekler okuyucuya tanıtılır. Bu meslekler genellikle babadan oğula geçerek belli aileler tarafından devam ettirilir.

“- Evet evet Metin’e hemen söylemeliyim… Onun da işi tahta işlemecilik… Esra’nın çiçek tabloları dükkâna ayrı bir hava verecektir.” (Ç, s.76)

“- Çömlekçilik işini babam dedemden devraldı. Ben de gözümü açtığımda toprağın kilin içinde buldum kendimi.” (AB, s.84)

Benzer Belgeler