• Sonuç bulunamadı

3.3. DıĢ Politikadaki DeğiĢimin Türkiye – AB ĠliĢkilerine Etkisi

3.4.1. Yunanistan Örneği

Türkiye‟nin sınır komĢuları ile sorunları, her biri kendine has özellikleri ile son derece önemli bir konuma sahiptir. Ancak hem Kıbrıs hem Ege hem de AB ile iliĢkilerde her zaman sorunlu olan Yunanistan‟ın yeri bir baĢka öneme sahiptir. Türk- Yunan iliĢkileri „düĢman öteki‟ Ģeklinde baĢlamıĢ, 2000‟lere gelinceye kadar da konjonktüre göre dalgalı bir seyir izlemiĢtir. Kıbrıs sorununda, Ege adaları konusunda ve Ege‟deki sınır-kıta sahanlığı sorunlarında, bazı istisnalar olmakla birlikte iliĢkiler genellikle sorunlu olmuĢtur. Ancak, 1999 Marmara depremi ile

siyasi sorunlar bir kenara itilerek insani boyut ön plana çıkmıĢ ve iliĢkilerde bir yumuĢama olmuĢtur.

AK Parti dönemi Türk-Yunan iliĢkileri sadece bu dönem hükümetinin tek baĢına çabaları ile geliĢtirilmiĢ bir iliĢki değildir. Dönemin dıĢ iĢleri bakanı Ġsmail Cem‟in kiĢisel gayretleri önemli rol oynamıĢtır. 1999‟da yumuĢama dönemi baĢlamıĢ 2002‟ye gelindiğinde de AK Parti hükümetinin yakalanan bu olumlu havayı devam ettirme isteği ile iyi yönde seyreden iliĢkiler devam ettirilmiĢtir. AK Parti hükümetinin Yunanistan‟a dönük dıĢ politikasının ana ekseni, kronikleĢmiĢ olan sorunların uzun zamandır olduğu gibi kriz ve askeri kuvvet gösterisi yoluyla değil, diplomasi, hukuk ve diyalog yoluyla çözümüne iliĢkin yolları kullanmak olmuĢtur (Gözen, 2009: 113). 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra 18 Kasımda AK Parti Genel BaĢkanı sıfatıyla Atina‟yı ziyaret eden Recep Tayyip Erdoğan, Yunan BaĢbakanı Kostas Simitis ile görüĢmüĢtür. Ġki liderin görüĢmesi, yakalanan iyi iliĢkileri sürdürmek adına önemliydi ve devam eden süreçte barıĢtan, dostluktan ve diyalogdan yana tavrın sürdürüleceğinin mesajıydı (Ünay, 2007: 408).

2002 sonrası dönemde de Türkiye ile Yunanistan arasında gerginlikler, tartıĢmalar meydana gelmiĢtir, özellikle Kıbrıs konusunda ve hem 2004 yılındaki Annan Planı hem de Kıbrıs‟ın bütün adayı temsilen AB‟ye üyeliği süreçlerinde ve sonrasında Türk-Yunan iliĢkilerinde sorunlar olmuĢtur. Ancak son dönem iliĢkilerine hâkim olan „diyalog‟ bu süreçte hep varlığını korumuĢtur. Bu, her Ģeyden önce bir algı değiĢikliğinin olduğunu göstermektedir. Yunanistan ile dost olunabileceği ve dost olunması gerektiği düĢünülmeye baĢlanmıĢtır. Bu yaklaĢım değiĢikliği belirli oranda Özal döneminde baĢlamıĢ, özellikle Ġsmail Cem‟in kiĢisel gayretleri ile sürdürülmüĢ ve 2002 sonrası ise olgunlaĢarak devam etmiĢtir.

Bu dönemde Türk ve Yunan yöneticilerinin karĢılıklı kiĢisel çabaları ve söylemlerindeki olumlu hava büyük kesintilere uğramamıĢtır. Türk-Yunan iliĢkilerinin geliĢmesinde önemli rol oynayan Papandreu‟nun, 2009 „da BaĢbakan seçilmesinden hemen sonra ilk ziyaretini Türkiye‟ye gerçekleĢtirmesi, BaĢbakan Erdoğan‟ın Mayıs 2010‟da Yunanistan‟ı ziyareti iki ülkenin samimi bir dostluk kurabileceğinin iĢaretleri olarak okunabilir. Özellikle Papandreu‟nun ziyaretinde,

Yunanistan‟da Ġsmail Cem ile birlikte diktikleri zeytin ağacının dallarından getirerek Ġsmail Cem‟in mezarını ziyaret etmesi ve getirdiği zeytin dallarını kabre koyması iki ülke arasındaki yakınlaĢmayı göstermesi bakından önemli bir hadisedir (Bal, 2010: 50).

Türkiye‟de 10 yıl devam eden tek parti –ve aynı partinin iktidarı- dönemi ve Yunanistan‟da ise iktidar değiĢikliklerine rağmen son dönem iliĢkileri büyük ölçüde sekteye uğramadan devam etmiĢtir. GeçmiĢin düĢman ülkelerinin kısa sürede iyi iliĢkiler kuran iki ülke konumuna gelmesinin çeĢitli gerekçeleri vardır; AB faktörü, değiĢen dünya ve bölge dengeleri ve husumete dayalı politikaların maliyetinin yüksek olması gibi gerekçeler sayılabilir (Gözen, 2006: 14). Ancak bunlarla birlikte ve bu gerekçeleri de etkileyen en önemli sebep, her iki ülkede de ılımlı liderlerin yaklaĢımı olmuĢtur. Son 10 yılda iki ülke arasında yapılan ticari ve ekonomik, turizm, kültür ve daha pek çok alanda onlarca anlaĢmaya imza atılmıĢtır. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılmayan ikili anlaĢmalar son on yıl içinde gerçekleĢtirilmiĢtir. Bu da Davutoğlu‟nun dediği gibi karĢılıklı bağımlılığı beraberinde getirmekte ve siyasi krizlerin çıkması durumunda tansiyonu düĢürücü etki yaparak, iliĢkilerin çatıĢma noktasına gitmesini engelleyici bir özellik taĢımaktadır.

2009 yılında her iki ülke adına da önemli geliĢmeler yaĢanmıĢtır; Türkiye‟de, politikası zaten yürütülen Ahmet Davutoğlu dıĢ iĢleri bakanı olmuĢ, Yunanistan‟da ise Türkiye ile iyi iliĢkilerin kurulmasında kiĢisel gayretleri olan Yorgo Papendreu seçimleri kazanmıĢtır. 2009 öncesi iyi iliĢkiler bir ölçüde yerini tekrar gerginliğe bırakmıĢken, 2009 ile birlikte yeniden olumlu hava yakalanmıĢtır. Bakanlar düzeyinde karĢılıklı ziyaretlerin ve ikili anlaĢmaların yapıldığı bu dönemde Yunanistan‟ın ekonomik krizle boğuĢması Türk-Yunan gerginliğine kendiliğinden izin vermemiĢtir. Bugün iflasın eĢiğine gelen Yunanistan kendini kurtarma mücadelesi vermektedir. Bu noktada komĢu ülkelerle iliĢkilerine yeni bir boyut getiren Türkiye‟nin bu tabloyu avantajlı bir duruma çevirmesi, önüne gelen bir fırsat olabilir. Bu dönem politikalarının hedeflerinden olan ekonomik iĢbirliği ve birlikte kalkınma ilkeleri gereğince Yunanistan ile yapılacak ticari giriĢimler „zor zamanların dostu‟ Ģeklinde uzun dönemde kalıcı ve barıĢtan, çözümden yana politikaların yerleĢmesine vesile olacaktır.

Türkiye-Yunanistan iliĢkilerinin „komĢularla sıfır sorun‟ bağlamında yeniden düzenlenmesi oldukça önemlidir. Her ne kadar bu süreç 2002 öncesinde baĢlamıĢ olsa da, yeni dönem Türk dıĢ politikasında da geliĢerek devam etmiĢtir. DıĢ politikası kadar iç politikada da Türkiye ile ilgili her geliĢmenin büyük önem taĢıdığı Yunanistan‟da Türkiye‟ye karĢı siyasetinde ötesinde toplum nezdinde algının değiĢmesi ve benzer Ģekilde Türkiye‟de de Yunan algısının değiĢmesi kronikleĢmiĢ sorunların çözümü için son derece önemlidir. Osmanlı döneminden kalma ve cumhuriyet boyunca devam eden sorunlu iliĢkilerin bir anda tersine dönmesi elbette beklenemez. Ancak dıĢ politikada bu kadar kısa sürede pek çok noktada değiĢikliğin yaĢanması baĢlı baĢına bir baĢarıdır ve bu barıĢçıl politika devam ettiği müddet, uzun vadede Türkiye‟ye kazanç sağlayacaktır.

Günümüzde Türk-Yunan iliĢkileri tarihsel algılamalardan etkilendiği kadar 1999‟da hafızalara kazınan mağdur, yardıma muhtaç komĢu imajı ve duygularıyla da ĢekillenmiĢtir. Bu iki kalıp bir arada yaĢamaya baĢlamıĢ ve belirli ölçüde bir „dost‟ (en azından eski düĢman söylemlerinin yerini yakın bir komĢu) imajı ortaya çıkmıĢtır. Deprem sonrası, günümüzde hala 12 mil, Kıbrıs sorunu devam etmekte, zaman zaman eski söylemler gündeme gelmekte, ancak buna rağmen, karĢıt kalıplar ve diğer kültürel ve ekonomik iliĢkilerin beraberinde getirdiği olumlu etkiler de toplumların ve siyasetçilerin inançlarını, imajlarını ve söylemlerini değiĢtirmeye ve Ģekillendirmeye devam etmektedir (EriĢen ve Kesgin, 2012: 576).

Bunun bir örneği; Türkiye‟deki bir etkinlik için gelen Yunan baĢbakanının, hiç yeri ve gereği değilken, Türkiye‟nin AB‟ye girebilmesi ve dostluk iliĢkilerinin kalıcı ve sürdürülebilir olması için Kıbrıs sorununu çözmesi gerektiği gibi bir açıklama yaparak eski söylemlere benzer bir imaj çizmiĢtir. Aynı tarihlerde Ġngiltere‟de bulunan dıĢiĢleri bakanı Ahmet Davutoğlu‟na sorulan bu açıklama karĢısında Davutoğlu; “bizim iliĢki kurduğumuz iki tür devlet vardır: birincisi dostlarımız, ikincisi; (hepiniz düĢman diyeceğimi zannettiniz ama) ikincisi de potansiyel dostlarımızdır” (zaman, 2011) Ģeklindeki açıklaması ile konunun uzamadan ve daha derin krizlere yol açmadan kapanmasını sağlamıĢtır. Bu durumda Davutoğlu‟nun da karĢıt bir açıklama yapması hiç gereği yokken tansiyonu artırır ve iki ülke arasında yeniden olumsuz bir havanın esmesine sebep olabilirdi. Ancak yürüttüğü politika

gereği çözümden, barıĢtan yana olduğunu gösteren bu açıklama ile bugün ne hatırlanan ne de konuĢulan bir mesele olmuĢtur.

3.4.2. Suriye Örneği

Yunanistan‟la olduğu gibi Suriye ile de iliĢkiler cumhuriyet tarihi boyunca gergin ve sancılı olmuĢtur. Yunanistan‟la olan sorunlara benzer; sınır ve toprak sorunları ile su sorunu Türkiye-Suriye iliĢkilerinde önemli bir yer iĢgal etmiĢtir. Soğuk SavaĢ döneminde blok ülkeleri kadar bu blok ülkeleri etrafında kümelenen ülkeler de kendi içlerinde rakip konumda olmuĢlardır. Türkiye‟nin Batı blok‟u içinde yer alarak ABD‟nin yanında yer alması ve Suriye‟nin de Doğu blok‟u içinde SSCB‟ye yakın oluĢu Türkiye-Suriye iliĢkilerinin geliĢememesine ve en alt düzeyde kalmasını neden olmuĢtur. 1998 yılına kadar iliĢkilerde bir geliĢme yaĢanmazken, bu tarihte „savaĢın eĢiğine‟ gelinmiĢtir.

1988 yılında Türkiye‟deki terör olaylarının Suriye‟den destek bulması yönündeki haberler hem BaĢbakan hem CumhurbaĢkanı hem de ordu mensuplarının Suriye‟ye yönelik sert açıklamaları ile tırmanmıĢtır. Ancak PKK lideri Abdullah Öcalan‟ın sınır dıĢı edilmesi ve Adana protokolü ile iliĢkilerde yeni bir döneme girilmiĢtir (Gaytancıoğlu, 2010: 28). Bu tarihten itibaren iliĢkilerde yumuĢama görülürken 2000 yılıyla birlikte karĢılıklı ziyaretler güven ve iĢbirliği ortamının artmasına yol açmıĢtır. 2000 yılında CumhurbaĢkanı Ahmet Necdet Sezer‟in Hafız Esad‟ın ġam‟daki cenaze törenine katılması üst düzey ziyaretlerin ilkini oluĢturmuĢtur (Ercan, 2010: 461). Sonraki yıllarda bu ziyaretler üst düzeyde devam etmiĢtir.

Ġkili iliĢkilerdeki geliĢim; Suriye‟de BeĢar Esad‟ın Türkiye‟de ise AK Partinin iktidara gelmesi ile daha da artmıĢtır. 2003‟teki Irak‟ın iĢgali ile bu süreç daha da ivme kazanmıĢ ve Türkiye‟nin baĢlatmıĢ olduğu „Irak‟a KomĢu Ülkeler GiriĢimi‟ iki ülke arasındaki yakınlığı sağlayan unsurlardan biri olmuĢtur. Esasında Türkiye- Suriye iliĢkilerinin geliĢmesine uluslararası ortam da büyük katkı sağlamıĢtır. Suriye‟nin ABD nezdinde „kara listeye‟ alınan devletler sınıfına konulması, Irak SavaĢı‟nın bölge ülkeleri arasındaki sorunları bir kenara bırakarak diyalog yoluna

gitmesi ve uluslararası toplumdan dıĢlanan Suriye‟nin Türkiye ile iliĢkileri geliĢtirerek „dünyaya açığız‟ mesajı vermek istemesi gibi sebepler bu yumuĢamanın nedenleri arasında sayılabilir (Oktav, 2010: 437). Suriye‟nin bu ortamda Türkiye‟den destek görmesi ve uzatılan zeytin dalına olumlu karĢılık verilmesi, Türkiye-Suriye iliĢkilerini vizelerin kaldırılacağı bir sürece götürmüĢtür.

2000 yılında Türkiye‟den yapılan ziyarete 2004 yılında BeĢar Esad‟ın Türkiye ziyareti karĢılık vermiĢtir. Bu ziyaret tüm bölgede olumlu karĢılanmıĢ ve ziyaretle birlikte Türkiye-Suriye arasında Serbest Ticaret AnlaĢmasının imzalanmasına karar verilmiĢtir. Bu dönem Ortadoğu‟da büyük sorunların yaĢandığı bir zamana denk gelmektedir; Lübnan eski baĢbakanlarından ve Suriye kuvvetlerinin Lübnan‟ı terk etmesi gerektiğini savunan Refik Hariri bir bombalı saldırıda hayatını kaybetmiĢtir. Suikast emrini BeĢar Esad‟ın verdiği iddiaları gündemdeyken ve ABD‟nin baĢını çektiği Batı dünyasında Suriye‟nin „zanlı‟ olarak nitelendirildiği bir dönemde CumhurbaĢkanı‟nın Suriye‟yi ziyaret etmek istemesi, Türkiye‟nin Suriye ile yürüttüğü iliĢkilerde bu dönem itibariyle kuĢkuyla izlenmiĢtir. Bununla birlikte Türkiye Temmuz 2007 seçimlerinde çevresinde güvenlik ağı oluĢturmak ilkesi ile „komĢularla sıfır sorun‟ politikasından hareketle baĢta Suriye olmak üzere Ġran, Irak ile iliĢkilere önem vermiĢtir. Bu amaç doğrultusunda sürekli olarak temas yönetimi benimsenmiĢtir. 2004‟te imzalanan ve 2007‟de yürürlüğe giren Serbest Ticaret AnlaĢması Halep ve Gaziantep ekonomilerinin bütünleĢme sürecine girmeleri karĢılıklı güven iliĢkisinin sonucu olarak görülmüĢtür. 2007 Ekim ayında Türkiye‟yi ziyaret eden BeĢar Esad, o dönemde artan terör olayları karĢısında Türkiye‟nin yürüttüğü mücadeleyi desteklediğini söylemiĢ ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak‟a yaptığı sınır ötesi harekata da tam destek vermiĢtir (Gaytancıoğlu, 2010: 32).

Türkiye‟nin Suriye ile iliĢkilerinin geliĢtiği ve arttığı dönem eĢ zamanlı olarak Ġsrail ile iliĢkilerinin kötüye gittiği bir dönem olmuĢtur. Birbirinden bağımsız olsa da Ġsrail ile iliĢkilerin kötü gitmesi ve Arap halkları nazarında Türkiye‟nin prestij kazanması Türkiye‟yi bu coğrafyaya daha fazla itmiĢtir. 16 Eylül 2009 tarihinde Esad‟ın Türkiye ziyaretinde Stratejik ĠĢbirliği Konseyi kuracaklarını açıklamaları iki ülke iliĢkilerini zirve noktasına ulaĢtırmıĢtır. Kurulacak konseyle birlikte, geliĢtirilen iliĢkilerin her alana yayılması hedeflenmiĢtir. Bununla birlikte vizelerin kaldırılması,

Asi Nehri üzerine „Dostluk Barajı‟ kurulması ve güvenlik iĢbirliğinin sürdürülmesi gibi pek çok alanda iĢbirliğini artırıcı adımlar atılmıĢtır. Ekonomi adına; 2008 yılı itibariyle 1.8 milyar dolar olan ticaret hacminin iki yıl içinde 5 milyar dolara çıkartılması, enerji, tarım, bayındırlık, ticaret, ulaĢım gibi konularda bakanlıklar düzeyinde çalıĢmaların sürdürülmesi hedeflenmiĢtir (Oktav, 2010: 442).

1998 yılına kadar olan Türkiye-Suriye iliĢkileri göz önüne alındığında, yaklaĢık 10 yıllık bir sürede tablonun tersine dönmesi her iki devlet ve toplum düzeyinde büyük memnuniyetle karĢılanmıĢtır. Ancak, iliĢkilerin yumuĢama döneminde de, iĢbirliğine giden süreçte de Türkiye Esad yönetimine sürekli olarak reformlar yaması konusunda tavsiyeler vermiĢ, Esad yönetimini bu yönde cesaretlendirmiĢtir.

Uzun yıllar „düĢman öteki‟ konumundan „dost ve kardeĢ‟ ülke konumuna gelen Türkiye-Suriye iliĢkileri, Ortadoğu‟da baĢlayan halk hareketlerinin Suriye‟ye de sıçraması sonucunda yeniden 1988 öncesine ve bugün gelinen nokta itibariyle daha da kötüye gitmesine neden olmuĢtur. Tunus‟ta baĢlayan ve oradan Mısır, Libya, Yemen‟e ulaĢan, son olarak da Suriye‟ye varan kitlesel halk hareketleri, son on yılda elde edilen bütün baĢarıları saf dıĢı bırakmıĢtır. „KomĢularla sıfır sorun‟ politikası kapsamında Türkiye-Suriye iliĢkilerinde gelinen nokta eleĢtiri konusu olmuĢ ve bu politikanın baĢarısızlığı yoğun Ģekilde tartıĢılmaya baĢlanmıĢtır.

Tunus ve Mısır‟dan sonra Mart 2011‟de Suriye‟de de baĢlayan isyan, dünya kamuoyunun ilgisini bu ülkeye çevrilmekte ve Türkiye‟nin takınacağı tavır da merak edilmekteydi. Kısa süre öncesine kadar tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar yakın iliĢkilerin kurulduğu Suriye ile yeni durumda nasıl iliĢki kurulacağı isyanın ilk döneminde belirsizlik içindeydi. Türk yetkilileri her fırsatta halkın taleplerine kulak verilmesi gerektiğini, reformların zaman kaybedilmeden yapılması tavsiyesini yinelerken, Esad rejimine karĢı iliĢkileri gerecek açıklamalardan da kaçınmıĢtır. Türkiye, Suriye‟de hızla değiĢen konjonktür karĢısında bir yol haritası sunarak Esad yönetiminden verdiği taahhütleri kabullenerek yerine getirmesini beklemiĢ ancak, Suriye‟deki yönetim, Esad ailesi, Baas partisi, El Muhaberat gibi unsurların etkinliği Suriye‟deki protestoların kanlı bir Ģekilde bastırılmasının önünü açmıĢtır. Bu da Türkiye‟nin, Suriye‟de değiĢim olacağına dair umutlarını boĢa çıkarmıĢ ve sivillere

uygulanan orantısız güç sonucunda katliamlara varan ölümler neticesinde uyarı ve öneriler yerini öfkeye bırakmıĢtır (Çemrek, 2012: 11).

Suriye‟deki halk harekatı yalnızca Suriye‟yi etkilememekte, Türk sınırını da aĢarak Türkiye‟ye de sıçramaktadır. Rejim güçleriyle muhalifler arasında çıkan çatıĢmalarda Türkiye sınırına yakın yerlerden çıkan mermiler Türkiye‟den insanların ölmesine de sebep olmuĢtur. Bununla birlikte Akdeniz‟de Türk savaĢ uçağı da Suriye tarafından –Türk iddialarına göre uluslararası sularda, Suriye iddiasına göre ise Suriye karasularında- düĢürülmüĢ ve iki Türk pilot hayatını kaybetmiĢtir.

Suriye ile gelinen noktada „KomĢularla sıfır sorun‟ ve genel olarak Türk dıĢ politikasının kısa sürede değiĢikliğe uğradığı, zikzaklar çizdiği (Libya örneğinde olduğu gibi; BaĢbakanın „NATO‟nun Libya‟da ne iĢi var deyip, sonrasında da NATO komutasında en büyük deniz muhrip gücünü göndermesi), gibi eleĢtiriler yoğunluk kazanmıĢtır. DıĢ politikadaki bu tutum değiĢikliği, insan merkezli yaklaĢımın giderek „ahlakiliğini‟ ve gerçekliğini kaybettiği Ģeklinde yorumlanmıĢtır (Çemrek, 2012: 12).

2002 sonrası yürütülen dıĢ politika ve bu politikanın mimarı olan Davutoğlu büyük takdir toplarken, Tunus‟ta tek kiĢilik bir eylem ile baĢlayan ve oradan Ortadoğu‟ya yayılan, son olarak da Suriye‟ye uzanan halk hareketleri sonucu tablo bir anda tersine dönmüĢtür. BaĢta muhalefet partileri olmak üzere, siyasetçiler, akademisyenler, gazeteciler ve önde gelen kanaat önderleri bir sene öncesine kadar devam eden baĢarılı dıĢ politikayı eleĢtirmeye baĢlamıĢlardır. Bu eleĢtiriler içinde, baĢından beri eleĢtirel tavrını koruyanlar da bulunmaktadır ancak büyük çoğunluk „iĢlerin yolunda gitmediğini‟ görünce eleĢtiri kartlarını kullanmıĢtır.

Türkiye-Suriye iliĢkileri örneğinden hareketle dıĢ politikanın baĢarısızlığı ve „komĢularla sıfır sorun‟dan „sorunsuz sıfır komĢu‟ya gelindiği yönündeki eleĢtirilerle hem Davutoğlu‟na hem de yürüttüğü „komĢularla sıfır sorun‟ politikasına haksızlık etmektedir. Her Ģeyden önce Türkiye, Suriye‟yle iliĢkilerinin iyi olduğu dönemde de Esad yönetimine reformlar yapmasını, haklın taleplerine karĢılık vermesini her fırsatta dile getirmiĢtir. Bugün bu eleĢtirilerin daha ağır ve sert biçimde söyleniyor olması, dün neden bu tarzda değil de öneri Ģeklinde söyleniyordu diye bir eleĢtirinin getirilmesi de doğru değildir. Çünkü bugünkü katliamlar yaĢanmadan öce, kendi

halkı yüksek sesle haklarını istemiyorken, ortada bir insanlık sorunu yaĢanmadığı halde Türkiye‟nin sesini yükseltmesi Suriye‟nin iç iĢlerine müdahale anlamına gelirdi. Bugün yapılan müdahale değil mi? sorusuna verilecek cevap ise; bugün on binlerce inansını öldüren, yüz binlerce insanının göç etmesine sebep olan, katliamlarını sürdüren ve dünya kamuoyu nezdinde meĢruiyetini yitiren bir rejimden söz edilmekte. Artık bundan sonrası Suriye‟nin iç iĢlerine karıĢmaktan ziyade, oradaki insanlı trajedisini görmek ve buna çözüm için uğraĢmaktır.

3.4.3. Ermenistan Örneği

Türkiye-Ermenistan iliĢkileri diğer komĢu ülkelerle olan iliĢkilerden bir ölçüde farklılık göstermektedir. Ermenistan, ülkesel güç anlamında Suriye ve Yunanistan‟a kıyasla daha zayıf olan ancak Türkiye‟yle mücadele adına en az diğer iki ülke kadar, hatta daha fazlasını gerçekleĢtirebilen bir ülkedir. Osmanlı yönetimi altında “Millet-i

Sadıka” olarak bilenen ancak Osmanlının yıkılması ve cumhuriyetin kurulması

aĢamasında yaĢananlar yaklaĢık 90 yıllık büyük bir soruna dönüĢmüĢtür. 1915 tehcir olaylarında ölen Ermenilerin „soykırım‟ yapılarak öldürüldüğü tezini gündeme getiren ve bu politika etrafında uğraĢ veren diaspora uzun yıllar Türkiye‟nin baĢını ağrıtmıĢtır.

Ermeni sorunu hem Türkiye‟nin Ermenistan ile iliĢkilerini hem de Türkiye‟nin üçüncü ülkelerle olan iliĢkilerini derinden etkilemektedir. Bu ülkelerin baĢında ABD, Rusya, Fransa ve bir bütün olarak AB sıralanabilir. Üçüncü devletlerle iliĢkileri etkilemesinin nedeni, Ermenilerin en çok faaliyeti o ülkelerde göstermesi ve Türkiye‟nin en yoğun iliĢkilerinin bu ülkelerle olmasındandır (Laçiner, 2004: 14).

ĠliĢkileri kilitleyen temel konular; Ermenistan‟ın 1915 tehcir olaylarının soykırım olarak kabul edilmesini istemesi ve Türk sınır kapısının açılması, Türkiye‟nin talebi ise, iĢgal edilen Azerbaycan topraklarından Ermenistan‟ın çekilmesi. Türkiye‟nin Ermenistan sınır kapısını kapatmasının gerekçesi de bu iĢgaldir. Her iki ülkenin Ģartlarına bakıldığında birbirine girmiĢ ve birbirini engelleyen sorunların olduğunu görmekteyiz. Buna rağmen „komĢularla sıfır sorun‟ politikası kapsamında Ermenistan‟la da iliĢkilerde normalleĢme çabasına girilmiĢ

ancak uzun yıllar süren düĢmanlık ve güvensizliğin yanı sıra, normalleĢme sürecini derinden etkileyecek hususlar da devam etmektedir. Ermenistan açısından, diaspora‟nın engellemesi ve Ermenistan iç siyasetinden gelen baskı ve taviz verilmemesi yönündeki çabalar sayılabilir. Türkiye tarafından bakıldığında da –sınır kapısını da kapatmasının gerekçesi olarak- Azerbaycan faktörü göz önünde bulundurulmaktadır.

Bütün bunlara rağmen diyalogla sorunların çözüme kavuĢturulacağı düĢüncesiyle Türkiye‟nin giriĢimleri olmuĢtur. BaĢbakan Erdoğan, her iki tarafında kazançlı çıkabileceği (kazan-kazan) bir opsiyonun olduğunu dile getirmiĢtir. ÇeĢitli defalar Ermeni sorununda tarafların daha yapıcı olması ve geçmiĢten çok geleceğe odaklanılması gerektiğini ifade etmiĢtir. Türkiye‟nin bu konuda elinden gelen her türlü gayreti göstermeye hazır olduğunu vurgulamıĢ ancak Ermenistan bu yaklaĢımlara temkinli bakmıĢ ve Ermenistan içinden bazı görüĢler, Türklerin yola geldiğini ve Ģahin politikaların iĢe yaradığını, baĢka bir görüĢ de, bunların sadece gündemi meĢgul etmek için oyalayıcı taktikler olduğunu savunmuĢtur (Laçiner,

Benzer Belgeler