• Sonuç bulunamadı

Yirmi birinci yüz yılın henüz baĢlarında dünya konjonktürü oldukça değiĢmiĢ ve oldukça hareketli durumdaydı. Her Ģeyden önce sadece ABD ve Türkiye açısından değil, bütün dünyayı derinden etkileyecek 11 Eylül saldırıları gerçekleĢmiĢ ve ABD‟nin sert politikası etkili olmaya baĢlamıĢtı. Soğuk SavaĢ‟ın sona ermesinden sonra „tarihin sonu‟, „medeniyetler çatıĢması‟ tezleri ve eski SSCB coğrafyasında çok sayıda etnik, dini ve bölgesel çatıĢmalar baĢ göstermiĢ, dünya yeni bir Ģekil almaya baĢlamıĢtır. Soğuk SavaĢ sonrası yaklaĢık on yıllık ABD hegemonyası 11 Eylül saldırıları ile tartıĢılır olmuĢ ve bu durum ABD‟nin karĢılıklı iĢbirliği anlayıĢı yerine „Bush doktrini‟ olarak adlandırılan ve „ya bizdensiniz ya da teröristlerden‟

anlayıĢıyla özellikle Ortadoğu ve Ġslam dünyasıyla Batı dünyasını karĢı karĢıya getirerek „medeniyetler çatıĢmasını‟ bir anlamda gerçekleĢir kılmıĢtır.

Böylesi bir dönemde ve bulunduğu coğrafya itibariyle de „ateĢe çok yakın‟ olan Türkiye 1990‟lar boyunca devam eden zayıf koalisyon hükümetleri 2000‟lerin baĢına kadar sürmüĢ ve büyük bir ekonomik krizle zirveye ulaĢmıĢtır. Bu konjonktür içinde yer alan Türkiye‟deki önemli geliĢmelerin baĢında 28 ġubat sürecinde sistem dıĢına itilen Ġslamcı kadrolardan bir kısmı Abdullah Gül ve Recep Tayip Erdoğan öncülüğünde kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti)‟nin 3 Kasım 2002 seçimlerinde beklentilerin üstünde oy alarak mecliste çoğunluğu sağlaması olmuĢtur (Gözen, 2009: 111). 2002‟den itibaren yaĢanan bu değiĢim dıĢ politikaya da yansımıĢ ve 2009‟a gelindiğinde Türkiye‟nin dıĢ politikasındaki değiĢimi hem Türkiye‟de hem de uluslararası ortamda tartıĢılır olmuĢtur.

Özellikle Batı dünyasından Türkiye‟ye yönelik olarak, Türkiye‟nin Batı‟dan uzaklaĢarak yönünü Ortadoğu‟ya ve Asya‟ya çevirdiği, bir eksen değiĢtirme yönünde olduğu Ģeklindeki yorumlar artmaya baĢlamıĢtır. Bu bağlamda Türkiye üzerine yayımlanan yazılarda; “Batı Türkiye‟yi nasıl kaybetti?”, “Türkiye Batı‟yı kaybederse neler olur?”, “ Türklerin Doğuya dönüĢü”, “Türkiyesiz bir NATO”, “Avrupa‟da hayal kırıklığı: Türkiye Doğu‟ya bakıyor” gibi baĢlıkları neredeyse her gün görmek mümkündü (Çandar, 2010: 4). Bu ifadeler Amerika‟dan Ġngiltere‟ye, Fransa‟dan Almanya‟ya kadar uzanan Batı coğrafyasında yayınlanan dergi ve gazete makalelerinin, düĢünce kuruluĢlarının baĢlıklarını taĢıyan birkaç örneğini oluĢturmaktadır. Bu baĢlıklar altındaki görüĢlerde, Türkiye‟nin dıĢ politika yönelimini, Batı‟dan uzaklaĢarak ülkenin güneyine, doğusuna ve kuzeyine, özellikle Müslüman dünyasına doğru bir sapma olarak değerlendirilmiĢtir.

Türk dıĢ politikasındaki bu yönelim yalnızca Batı dünyasında değil, aynı zamanda Ortadoğu‟daki düĢünce çevrelerinde ve medyada da ilgi uyandırmıĢtır. Türkiye‟nin bu “yeni duruĢu” köĢe yazarlarının çoğu tarafından takdirle karĢılanmıĢtır. “Bu yüzyıl Ortadoğu‟da Türk yüzyılı olabilecek mi?”, “Türkiye Müslüman dünyaya liderlik ediyor”, “ Türkiye‟nin oynayacak bir rolü var”, Türkiye bölgesel arabulucu oluyor”, “Türkiye bölgede arabuluculuk yapabilir ve yapmalıdır”,

“Daha fazla Erdoğanlara ihtiyacımız var”, “Türkiye‟nin yükseliĢi”…(Çandar, 2010: 5) gibi yorumlar Türkiye‟nin Batı dıĢındaki dünyada da yeni bir algıyla karĢılandığını göstermektedir.

Elbette ki Türk dıĢ politikasında bu değiĢimi sağlayan ulusal ve uluslararası koĢullar vardır. Ġç nedenlere baktığımızda, önceki tecrübelere bakıldığında AK Partinin iktidara geliĢi, devletin hâkim güçlerinin göz yumması sonucu gerçekleĢmiĢ bir durumdur. Bazı itirazlar ve endiĢeler ileri sürülse de, devletin merkezindeki kuvvetler, AK Parti hükümetine büyük bir müdahalede bulunmamıĢlardır. Bunun öncelikli nedeni; 2002 seçim sonucuna göre CHP‟nin tek baĢına hükümeti kurma ihtimalinin olmaması ve AK Partiye yapılacak bir engelin de hali hazırda yaĢanmakta olan ekonomik, siyasi ve hatta güvenlik krizlerini daha da derileĢtireceği endiĢesinin bulunması. Ġkincisi de, AK Partinin kimliği ve politik vizyonuyla ilgili değiĢimiydi. AK Parti yöneticilerinin içinden çıktıkları MSP-Refah Partisi-Fazilet Partisi çizgisinden farklı olduklarını ve dıĢ politikada Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliklerinin ve birikimlerinin ihlal edilmeyeceğini ifade etmeleridir (Gözen, 2010: 111-112).

DıĢ politikada köklü değiĢiklikler bir hükümetin iki veya üç seçim süreci içinde değiĢiklik gösteremez. DıĢ politikadaki değiĢiklikler uzun zaman almakta ve etkileri de kısa sürede görülmemektedir. Ancak, günümüz dünyasında ve özellikle Ortadoğu‟da yaĢanan geliĢmeler, bu süreci oldukça kısalabilir göstermektedir. 2002 sonrasında yapılan uygulamalar, her ne kadar kökleĢmesi için uzun bir süre daha geçmesi gerekliyse de, yeni Türk dıĢ politikası vizyonunun parametrelerini belirli baĢlıklar altında toplamak mümkündür: öncelikle dıĢ politikada ana hedef toprak değil, insan olarak belirlenmiĢtir. DıĢ politikanın amacı, mevcut sınırlar üzerinde yaĢayan insanların sorunlarını çözmek ve daha iyi Ģartlarda yaĢaması için ekonomik, siyasal, hukuki ve kültürel değerleri ve standartları geliĢtirmektir. Bu bağlamda AK Parti hükümetinin özellikle AB‟ye üyelik, Kıbrıs Sorunu ve Yunanistan‟a yönelik dıĢ politikasının ana ekseni, bu konularda uzun zamandır devam eden ve çözülemeyen sorunların çözümü için atmıĢ olduğu etkili adımlar oldu. KronikleĢmiĢ sorunların ötesine geçerek, „önemli olanın sınır sorunları olmadığı, sınırların ötesinde ve berisinde yaĢayan insanların huzuru, barıĢı, refahı ve istikrarı olduğu‟ ortaya

konulmuĢtur. Bununla birlikte, dıĢ politika sorunlarının askeri araçlar ve sert yöntemler kullanılarak değil, diplomasi gibi yumuĢak politika yöntemleri kullanılarak çözülmesi savunulmuĢtur (Gözen, 2010: 113).

Her ne kadar dıĢ politika devletin yetkili organı tarafından oluĢturulmaya devam etse de, bunun yanı sıra devlet-dıĢı aktörlerin de etkili olduklarını ve politikanın oluĢmasında önemli rol aldıklarını söyleyebiliriz. Bu süreçte belki de en önemli neden küreselleĢme olmuĢtur diyebiliriz. Ak Parti hükümeti gerek bölgesel gerekse küresel düzeyde yaptığı reformlar Türkiye‟nin küreselleĢme sürecine katkıda bulunmuĢtur. AB sürecinde atılan adımlar, Türkiye‟nin demokrasi, insan hakları gibi alanlarda geliĢmesini sağlamıĢ ve bunu yaparken de küreselleĢmenin etkileri ile yapmıĢtır. GeçmiĢte olduğu gibi „içerde ve dıĢarıda düĢman‟, „üç tarafı denizlerle, dört tarafı düĢmanlarla çevrili ülke‟ korkuları yıkılarak, özellikle içerdeki problemler artık daha fazla görmezden gelinememiĢtir. Söz konusu değiĢimin kendisi Türkiye‟yi bu yönde zorlamıĢtır.

AK Parti 2002‟de iktidar olduğunda 11 Eylül Saldırıları etkisini sürdürmekte ve Medeniyetler ÇatıĢması tezi yoğun bir Ģekilde tartıĢılmaktaydı. Bununla birlikte iktidarın ilk yıllarında Irak SavaĢı baĢlamıĢ ve Türkiye‟nin sınırında büyük bir tehlike baĢ göstermiĢtir. Tüm dünyayı etkileyen küresel bir olay ve sınır komĢusunda meydana gelen bir savaĢ ortamında dıĢ politikasını belirleyen Türkiye; bölgesel barıĢ ve istikrarın sağlanması için bütün sorun alanlarında barıĢçıl çabaların aktif destekleyicisi olmuĢ, „komĢularla sıfır sorun‟ politikasını izlemiĢtir. Bunun yanı sıra 11 Eylül Saldırıları sonrasında tartıĢılan Medeniyetler ÇatıĢması tezine karĢılık medeniyetlerin birbirleriyle karĢılıklı etkileĢimlerinin insanlığın geleceği açısından önemli olacağı düĢüncesiyle Medeniyetler Ġttifakı projesini hayata geçirmiĢtir (SDE Analiz, 2011: 12). Bu değiĢimin etkileri 1 Mart tezkeresinde de kendini göstermiĢ ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)‟de görüĢülen tezkere reddedilerek savaĢa karĢı çıkılmıĢ, barıĢtan yana olan tavır, söylem ve eylemler somut bir iradeyle ortaya konulmuĢtur. Bu geliĢme her ne kadar Türkiye-ABD iliĢkilerinde kısa ve orta vadede derin bir krize yol açmıĢ olsa da, Türkiye‟nin özellikle Ortadoğu‟da dıĢ politikasını Ģekillendirmede daha serbest hareket etmesini ve diplomatik manevra kabiliyetini

artırmıĢ ve Türkiye‟ye yönelik olarak uluslararası ilginin artmasını da beraberinde getirmiĢtir.

3.2. “KomĢularla Sıfır Sorun” YaklaĢımı

Son on yılda Türk siyasetinde ve dıĢ politikadaki değiĢim en çok tartıĢılan konuların baĢında gelmekle birlikte, AK Parti iktidarı ve değiĢim kadar dıĢiĢleri bakanı Ahmet Davutoğlu da bu konuların ana unsurlarından birini oluĢturmuĢtur. KuruluĢ ve iktidar olma sürecinde AK Parti kadrosunda bulunmayan ve henüz AK Parti iktidarı ortada yokken 2001 baĢlarında yayımladığı Stratejik Derinlik isimli kitabında, bir ülkenin uluslararası iliĢkilerdeki göreli ağırlığı ve gücü konusunda bir formül geliĢtirmiĢtir. Davutoğlu coğrafya, tarih, nüfus ve kültür gibi sabit veriler ile ekonomik, teknolojik ve askeri kapasite gibi potansiyel verileri, stratejik zihniyet, stratejik planlama ve güçlü siyasi iradeyle birleĢmesinin önemine vurgu yapmıĢtır (Zengin, 2010: 78).

Güç formülündeki sabit veriler ve değişken unsurlar, birbirini toplam olarak etkilerler. Yani, tarihi, coğrafi, demografik ve kültürel unsurların bir diğeri üzerindeki etkisi, toplam güce yaptıkları etki ölçüsündedir… Stratejik zihniyet, stratejik planlama, bütün bu unsurları çarpan etkisi ile etkiler. Yani, sabit ve değişken unsurları ne ölçüde büyük avantajlar sağlarsa sağlasın, stratejik zihniyeti oturmayan, stratejik planlaması ve siyasi iradesi yeterince güçlü ve tutarlı şekilde devreye giremeyen ülkelerin güç oluşturmaları imkânsızdır (Davutoğlu, 2009: 34).

Davutoğlu‟nun stratejik planlama ve güçlü siyasi iradenin önemine vurgu yaptığı bu tespitleri teoride mevcutken, pratikte de olabilmesi için 2002‟yi beklemesi gerekmekteydi. 2002‟den bu yana güçlü bir Ģekilde halk desteğini alarak iktidarını sürdüren AK Parti ve Davutoğlu‟nun politikasını benimseyen BaĢbakan Recep Tayyip Erdoğan‟ın siyasi kararlılığı bu teorinin hayata geçmesinde temel belirleyici etkenlerden biri olmuĢtur. 2002‟de AK Partinin iktidara gelmesiyle meydana gelen ve halen devam eden dönemde, Türk dıĢ politikasında değiĢim ve dönüĢüm amacıyla ciddi giriĢim ve geliĢmeler yaĢanmıĢtır. YaĢanan bazı geliĢmeler kısaca Ģunlar oldu: 1 Mart tezkeresi ile Türkiye ilk def ABD‟den farklı bir Ortadoğu politikası izleyerek, barıĢtan yana olan tavrını ve söylemini örneklendirmiĢ oldu. Avrupa Birliği ile

yürütülen çalıĢmalar sonucunda 3 Ekim 2005 tarihinde AB ile tam üyelik müzakereleri baĢladı. Ġslam Konferansı Örgütü içindeki Türkiye‟nin rolü belirgin bir Ģekilde aktif olmaya baĢladı (Gözen, 2010: 26). Yurtta Sulh Cihanda Sulh prensibi önceleri statükocu bir yorum ve uygulama olarak değerlendiriliyor ve Türkiye bundan dolayı çevresinde olup bitenlere ilgi göstermiyor, müdahil olmuyor, eğer zarar görürse buna sadece tepki gösteriyordu (Bal, 2010: 49). Ancak son dönemde yaĢanan geliĢmeler, Yurtta Sulh Cihanda Sulh sloganını „KomĢularla Sıfır Sorun‟ baĢlığı altında yeniden formüle ederek mikro alanda uygulamaya sokmuĢtur. Yurt içinde demokratikleĢmeyi ve kucaklayıcı bir ideoloji ile barıĢı sağlamayı hedefleyen idareciler Türkiye‟nin çevresinde ve dünyada aktif politikalarla barıĢı ve istikrarı sağlamayı amaçlamaya baĢlamıĢlardır. Bu yöndeki politikalar en azından söylem anlamında güçlü bir Ģekilde dile getirilmeye baĢlanmıĢtır.

2009 yılında dıĢ iĢleri bakanı olan Davutoğlu, bakan olmadan önce BaĢbakanın dıĢ iliĢkilerden sorumlu baĢdanıĢmanı ve dıĢ iĢleri bakanlığında da tabiri yerindeyse „iĢin mutfağındaydı‟ ancak 2009 Mayısında bakan olduktan sonra hem kendisi hem de politikalarını uyguladığı „Stratejik Derinlik‟ kitabı çokça konuĢulur ve tartıĢılır oldu. Türkiye‟nin bölgesel anlamda daha büyük ölçekli dıĢ politika ufuklarına açılabilmesini öncelikle yakın kara havzası ile irtibatını sağlayan sınır komĢuları ile olan iliĢkilerini yeniden düzenlemesine bağlayan Davutoğlu; yakın sınır komĢuları ile sürekli bunalımlar yaĢayan bir ülkenin bu sınırları aĢan bölgesel ve küresel politikalar üretebilmesinin imkânsız olduğunu söylemektedir (Davutoğlu, 2009: 143). Örnek olarak da, aynı anda hem Bulgaristan hem de Yunanistan ile bunalımlar yaĢayan Türkiye‟nin etkin bir Balkanlar politikası sürdürmesinin çok zor olduğunu, benzer Ģekilde, hem Gürcistan hem Ermenistan hem de Ġran ile gergin iliĢkiler içinde olunmasının da değiĢik alternatiflere açık bir Kafkaslar politikası takip edilmesini güçleĢtireceğini. Ortadoğu için de; Ġran, Suriye ve Irak ile sürekli çatıĢan bir dıĢ politika konjonktürünün getireceği zararları dengeleyecek hiçbir alternatif ittifak politikasının olmayacağını savunmaktadır. Davutoğlu, Türkiye‟nin 1990‟ların sonu ve 2000‟leirn baĢındaki en temel dıĢ politika açmazının, neredeyse bütün komĢuları ile konjonktürel gerginlikler yaĢadığı bir süreç içinde bölgesel politikalar üretme çabası içine girmiĢ olmasında görmektedir (Davutoğlu, 2009: 144).

Sınır boylarının ötesinde kurulan ittifakların bu sınırlar üzerinde etkin bir faktör olarak devreye sokulabildiği ölçüde değerli olacağı tespitinde bulunan Davutoğlu; Türkiye‟nin Bosna ve Arnavutluk ile girdiği ittifak iliĢkilerinde Bulgaristan ve Yunanistan‟ın bir karĢı blok oluĢturmasının önüne geçilebildiği takdirde etkin bir tarzda yürüyebileceğini savunmaktadır. Benzer Ģekilde, Azerbaycan‟la giriĢilen ittifak iliĢkisi Rusya, Ermenistan ve Ġran arasında bir karĢı denge ittifakının önüne geçilebilecek dıĢ politika opsiyonları devreye sokulabildiği takdirde geniĢ kapsamlı bir petrol politikasının temelini oluĢturabilir. KomĢu ülkelerle iliĢkilerde yaĢanan gerilimleri aĢabilmek için yapılması gerekeni; bu ülkelerle iliĢkilerin rejimler ve bürokratlar arasındaki uzun ve çetin süreçten çıkararak toplumlararası iliĢkilerin yoğunlaĢtığı ekonomik ve kültürel unsurların ağırlık kazandığı daha geniĢ bir zemine yaymakta gören Davutoğlu, bu savını Alman-Fransız örneği ile desteklemektedir. Son iki yüzyıl içinde birbirini karĢılıklı olarak birçok kereler ezmiĢ ve iĢgal etmiĢ olan Almanya ve Fransa‟nın 2. Dünya SavaĢı‟ndan sonra karĢılıklı ekonomik ve kültürel iliĢkilerinin sağladığı yoğunlukla siyasi ve askeri bunalımları aĢabilmelerini iyi bir örnek olarak göstermektedir (Davutoğlu, 2009: 145).

Yakın komĢuların geçmiĢte asırlarca Osmanlı yönetimi altında kalması, bu rejimleri sürekli müteyakkız halde tutmakta ve karĢı psikolojik tepkiler de, müzakerelerin ön Ģartı olan güven ortamını bozmaktadır. Bu da beraberinde siyasi diyalogların etkisini kaybetmesine neden olmaktadır. Özellikle Yunanistan bu psikolojik faktörü ince bir diplomasi ile Demokles‟in kılıcı gibi sürekli olarak tepemizde tutmaktadır. Davutoğlu, komĢu ülkelerle olan bu engellerin aĢılmasını birbirine paralel iki politikanın birden devreye sokulması ile mümkün görmektedir. Türkiye‟nin bir yandan yakın kara havzasında bölgesel güvenlik ve iĢbirliği alanlarındaki çalıĢmalara öncülük etmesini, diğer yandan da özellikle kendisini güçlü hissettiği ekonomik ve kültürel alanlarda karĢılıklı bağımlılık iliĢkisini güçlendirecek adımlar atması gerektiğini savunmaktadır. Türkiye‟nin yakın komĢuları ile güven bunalımını aĢması için geniĢ kapsamlı bir barıĢ planı ile ekonomik ve kültürel ağırlıklı iliĢkileri geliĢtirme paketini aynı anda devreye sokması gerektiğini savunan Davutoğlu, komĢu ülkelerle iliĢkilerin sürekli gergin tutulmasını, özellikle de PKK

terörüne karĢı bir zamanlar önerilen güney hattını kuĢatan Suriye sınırının boydan boya elektronik aygıtlarla bir duvar gibi örülmesi türünden fikirleri hiçbir Ģekilde rasyonel bulmamaktadır. Davutoğlu‟na göre, Türkiye bölgesinde etkin olmak istiyorsa komĢuları ile arasında elektronik nitelikli Berlin Duvarı oluĢturmak yerine var olan duvarları aĢan politikalar üretmelidir. Yapılması gereken, komĢulardan duyulan korkuları aĢarak Türkiye‟yi kendi komĢuları ile rasyonel iliĢkiler kurabilen, sınır ötesi ittifaklarla bölgesel etkinliğini artırabilen bir konuma getirmektir (Davutoğlu, 2009: 145-146).

Türkiye‟nin komĢularından kaynaklanan dıĢ politika riskini azaltabilmesi için karĢılıklı bağımlılık düzeyini yükseltecek adımların atılması gerektiğini savunan Davutoğlu, bu adımların atılmasının belirli bir hareket alanı sağlayacağını, karĢılıklı bağımlılık iliĢkisinin dıĢ politika projeksiyonu tutarlı olan ülkeler lehine iĢleyen mekanizmalar üreteceğini belirtmektedir. Ekonomik ve kültürel nitelikli bu mekanizmalar siyasi merkezlerden kaynaklanan gerginliklerin tansiyonunu düĢürerek Türkiye gibi bölgesel güçlere alternatif politikalar oluĢturma Ģansı sağlar. UlaĢım imkânlarının geniĢletilmesi, sınır ticaretinin yaygınlaĢtırılması, karĢılıklı kültürel mübadele programlarının artırılması, iĢ, emek ve sermaye transferinin kolaylaĢtırılması gibi araçlar özellikle otoriter rejimlerin hâkim olduğu bölgemizdeki merkezi elit kaynaklı problemlerin aĢılmasında büyük kolaylıklar sağlar (Davutoğlu, 2009: 146).

Davutoğlu sabit veriler ve potansiyel veriler olarak sınıflandırdığı güç unsurlarından hareketle Türkiye‟nin yeni stratejik konseptini iki unsur (komĢularla sıfır sorun ve ekonomik iliĢkilerde maksimum entegrasyon) üzerine inĢa etmiĢtir. Bu iki unsur ile iliĢkili ve son dönem Türk dıĢ politikasının ana çizgilerini belirleyen maddeleri beĢ baĢlık altında sıralayabiliriz (Türk ve Gökçay, 2010: 7):

Dünyanın her bölgesine ilgi (aktif dıĢ politika)

KomĢularla kesintisiz siyasi diyalog (komĢularla sıfır sorun) Türkiye ve bölgesinde herkes için güvenlik

Ekonomik entegrasyon

Son dönem Türk dıĢ politikasının ana hatlarını oluĢturan bu maddeler Türkiye ve dünyadan büyük takdir toplasa da, özellikle Ahmet Davutoğlu yürüttüğü bu politikalarla „hayalci bakan‟, „hayalci akademisyen‟ Ģeklinde eleĢtirilere de maruz kalmıĢtır. Türkiye‟nin bulunduğu coğrafya ve komĢu ülkeler ile geçmiĢten süregelen sorunlu iliĢkileri göz önünde bulundurularak bu iyi niyet politikalarının baĢarılı olamayacağı görüĢleri de kamuoyunda tartıĢılan konulardan olmuĢtur.

2002‟den sonra özellikle AB yolunda atılan hızlı adımlar ve kısa sürede kat edilen mesafeler Türkiye‟de bir heyecan uyandırmıĢtır. Bu heyecan Soğuk SavaĢ sonrası Türkiye‟nin çok yönlü politika izleme çabalarında olduğu gibi AB/Batı dıĢındaki alanlarda da kendini göstermeye baĢlamıĢ ve Davutoğlu‟nun politikaları da 2002 sonrası dönemde, siyasi zeminin de hazır olmasıyla, uygulama alanı bulmuĢtur. Yeni dönem Türk dıĢ politikası olarak adlandırılabilecek bu dönem çok tartıĢılmıĢ ve takdirle karĢılandığı kadar eleĢtirilere de maruz kalmıĢtır. „KomĢularla sıfır sorun‟ politikasına getirilen eleĢtirilere Davutoğlu; Atatürk‟ün Yurtta Sulh Cihanda Sulh ilkesinin devamı niteliğinde ve uygulanabilir bir politika olduğunu söyleyerek cevap vermekte ve bunun sabırla yol alınması gereken uzun vadeli bir hedef olduğunu söylemektedir (DıĢiĢleri bakanlığı, 2012).

Türk dıĢ politikasındaki değiĢimin en çok tartıĢıldığı dönem 2009 yılına yani Ahmet Davutoğlu‟nun bakan olmasına denk gelmektedir. 2002 sonrası dönemde eleĢtirilere rağmen dıĢ politikadaki aktif/faal görüntü büyük ölçüde takdirle karĢılanırken 2010 ile birlikte bu tablo tersine dönmüĢ ve özellikle „Arap Baharı‟ olarak adlandırılan Ortadoğu‟daki halk hareketleri sonucunda Suriye ile gelinen nokta eleĢtirilerin en sert olduğu konu olmuĢtur. 2002 sonrası Türk dıĢ politikasına yönelik tartıĢmaların odak noktası; dıĢ politikada bir değiĢimin olup olmadığına yönelik ve komĢularla sıfır sorun politikasının ne kadar gerçekçi olduğu ve baĢarısıdır.

Her Ģeyden önce küreselleĢen dünyada değiĢim hemen her alanda ve her yerde meydana gelmektedir. GeçmiĢte çok uzun yıllarda meydana gelen değiĢiklikler bugün çok kısa sürede benzer etkiyi yapabilmektedir. Tunus‟ta üniversite eğitimini yarıda bırakarak seyyar satıcılığa baĢlayan ve polis baskısına karĢı tek kiĢilik eylemi

ile baĢlayan (Ayhan, 2012: 47), oradan ülkeleri aĢan ve tüm dünyanın dikkatini çeken, Ortadoğu‟da rejimleri deviren halk hareketleri gerçekleĢtirdiği yeniliklerle kıyaslandığında oldukça kısa sürede büyük değiĢiklikler meydana getirmiĢtir. Bulunduğu coğrafyanın özelliği de Türkiye‟yi değiĢim yaĢamaya iten etkenlerden olmuĢtur. Soğuk SavaĢ‟ın sona ermesi, 11 Eylül Saldırıları, Irak SavaĢı, Arap Baharı ve pek çok küresel olay baĢlı baĢına değiĢimi gerektiren hadiseler olarak Türkiye gibi bölgesel güç olma hedefindeki ülkeleri değiĢime itmektedir.

Son dönem tartıĢmalarındaki dıĢ politikada değiĢim var mı? soruları bu bağlamda geçersiz ve anlamsızdır. Türk dıĢ politikasında değiĢim vardır ve bu değiĢim devam etmektedir. Buradaki önemli nokta; değiĢimin ne ölçüde ve ne Ģekilde olduğu, bununla birlikte „komĢularla sıfır sorun‟ politikasının geçerliliğinin tartıĢılır olmasıdır. Bu iki unsur sonuç ve değerlendirme kısmında açıklanacaktır.

Benzer Belgeler