• Sonuç bulunamadı

Yukarıda kaydedilen ilkelerin mevcut davada uygulanması

DAVANIN ESASI

D. Mahkeme’nin değerlendirmesi

2. Yukarıda kaydedilen ilkelerin mevcut davada uygulanması

116. Mahkeme, mevcut davada başvurucuların, seçim listesinde bulundukları DEHAP’ın, Şırnak seçmenlerinden aldığı yüzde 45.95’lik oya rağmen, 3 Kasım 2002 milletvekili seçimlerinde TBMM’ye seçilmemeleri nedeniyle Birinci Protokolün 3. maddesinin ihlal edildiğini iddia ettiklerini belirtmektedir. Ulusal oyların yüzde 6.22’sini alan partilerinin, yüzde 10’luk seçim barajına ulaşamadığını ve bu nedenle, mecliste temsil edilmekten yoksun bırakıldığını ifade etmişlerdir.

117. Mahkeme, ulusal barajın 2839 sayılı Kanun’un 33. maddesinde öngörüldüğünü ve meclisteki sandalyelerin, ulusal düzeyde farklı listeler ve adaylar arasında ne şekilde pay-laşılması gerektiğini belirlediğini gözlemlemektedir. Bu, Birinci Protokolün 3. maddesin-de öngörüldüğü üzere, başvurucuların seçim haklarına açıkça bir müdahale teşkil etmekte olup, bu hususta tarafl ar arasında ihtilaf bulunmamaktadır.

118. Yukarıda kaydedilen ilkeler ışığında Mahkeme, öncelikle öngörülebilirliği tarafl ar arasında ihtilafa neden olmayan şikâyet konusu önlemin, meşru bir amaca hizmet edip etmediğini doğrulamalıdır. İkinci olarak, keyfi lik olup olmadığını ve kullanılan yollar ile hedefl enen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisinin mevcut olup olmadığını tespit etmelidir. Söz konusu iki kriteri uygulayarak, dava konusu sınırlamanın Birinci Protoko-lün 3. maddesi bağlamındaki bireysel fi kirlerin özgürce ifade edilmesi hakkının özüne zarar verip vermediğine karar vermelidir.

(a) Meşru amaç

119. Mahkeme, diğer Sözleşme maddelerinin aksine, Birinci Protokolün 3. maddesinin kısıtlamalar ile gerçekleştirilmesi öngörülebilecek amaçları düzenlemediğini veya sı-nırlamadığını gözlemlemektedir. Bu nedenle, belirli bir davanın koşullarında belirli bir amaç, hukukun üstünlüğü ilkesine ve Sözleşme’nin genel amaçlarına uygun olması ha-linde, bu maddeye uygun olabilmektedir.

120. Başvurucular, halkın büyük kısmının mecliste temsil edilmesine ilişkin tercihlerini açıklamasını engellemesi nedeniyle, barajın meşru bir amaca hizmet etmediğini belirt-mişlerdir. Hükümet, barajın amacının mecliste aşırı bölünmeyi önlemek ve böylece dev-letin istikrarını güçlendirmek olduğunu ileri sürerek iddiayı reddetmektedir.

121. Mahkeme’nin seçim sistemlerine ilişkin görevi, milletvekili seçimlerine ilişkin mev-zuatın etkisinin, bir takım kişileri ya da grupları ülkenin siyasi hayatına katılmaktan alı-koymak olup olmadığına ( Aziz, §28), belirli bir seçim sisteminin yol açtığı tutarsızlıkların keyfi ya da köyüniyetli olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğine ya da bir siste-min bir siyasi partiye ya da adaya diğerleri aleyhine seçim avantajı sağlayıp sağlamadığı-na karar vermektir (yukarıda geçen X – İzlanda).

122. Mahkeme, yüksek seçim barajlarının, seçmenlerin bir kısmının temsil edilmesine engel olabileceğini kabul etmektedir. Ancak bu durum tek başına, karar verilmesinde be-lirleyici değildir. Bu tür seçim barajları, yüksek bir baraj söz konusu olduğunda küçük partilerin zarar görmesine neden olabilse de, bireysel fi kirlerin özgürce ifade edilmesine izin verdiği kabul edilen nisbi sisteme gerekli bir düzenleme sağlayabilmektedir (mutatis mutandis, Liberal Party, R ve P – Birleşik Krallık, no 8765/79, Komisyon [k.k.]).

İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR

123. Türkiye’de yüzde 10’luk baraj, hangi seçim bölgesinde bulunduklarına bakılmak-sızın tüm siyasi parti adaylarına fark gözetmeksizin uygulanan genel bir kuraldır. Seçim barajının uygulanmaya başlandığı 1983’den bu yana, çeşitli siyasi çizgilerde yer alan birçok parti, barajı aşamamış ve mecliste temsil edilmemiştir. 3 Kasım 2002 seçimleri bu duruma bir örnektir; yalnızca DEHAP değil, başvurucunun partisi ve birçok parti, özel-likle (sırasıyla, kullanılan oyların yüzde 9.54, yüzde 8.36, yüzde 7.25 ve yüzde 5.13’ünü alan) DYP, MHP, GP ve ANAP mecliste sandalye elde edememiştir. 1991 ve 2007’de DEHAP ile aynı siyasi çizgide olan bir grup aday, farklı bir siyasi partiden ya da bağımsız aday olarak meclise girebilmişlerdir.

124. Ayrıca Türk seçim sistemi, birçok üye devletin seçim sistemi gibi, üniter devlet esasına dayanmaktadır. Anayasa’nın 80. maddesine uygun olarak, milletvekilleri “kendi-lerini seçen bölgeleri ya da kişileri” değil, “bütün ulusu” temsil etmektedirler; bu durum Türk Devleti’nin üniter yapısından kaynaklanmaktadır. Her il, mecliste en az bir millet-vekili tarafından temsil edilmektedir. Kalan sandalyeler, şehirlerin nüfusuna göre dağıtıl-maktadır; bu nedenle tüm ülke temsil edilmektedir. Burada, ülkenin anayasal yapısından kaynaklanan ve siyasi ve kurumsal kriterlere dayanarak yasakoyucu tarafından yapılmış bir tercih söz konusudur. Türk seçim sistemi bu haliyle, esasen bölgesel olarak yapılanmış partilere, ülkenin geri kalan kısmında kazanılan oylardan bağımsız olarak mecliste temsil imkânı sağlayan bir seçim sistemi benimseme yükümlülüğü getirmeyen Birinci Proto-kolün 3. maddesine aykırı değildir. Diğer yandan, eğer ilgili mevzuat, bu tür partilerin mecliste temsil edilmesini önlemeyi amaçlıyorsa bu madde bakımından sorun çıkabilir.

125. Son olarak, Sözleşme organları genellikle seçim barajlarının esasen ülke içinde-ki düşünce akımlarının yeterince temsili olanlarının ortaya çıkmasını teşvik etme ama-cı güttüğünü kabul etmektedir ( Silvius Magnago ve Südtiroler Volkspartei ve Etienne Tete; Partija “Jaunie Demokrati” ve Partija “Müsu Zeme”). Sonuç olarak Mahkeme, söz konusu müdahalenin, mecliste aşırı ve zayıfl atıcı bölünmeyi önlemeye ve bu nedenle, hükümet istikrarını kuvvetlendirmeye yönelik meşru bir amacı olduğu yönündeki Daire kararına katılmaktadır.

(b) Orantılılık

126. Daire verdiği kararda, Anayasa Mahkemesi’nin 18 Kasım 1995 tarihli kararına atıfta bulunularak, seçim barajının bu haliyle toplum içindeki siyasi alternatifl erin ortaya çık-masını engelleyemeyeceği için, yüksek olmasına rağmen, ulusal makamların geniş takdir yetkisini aşmadığına kanaat getirmiştir. Başvurucular bu karara itiraz etmişler, Hükümet, ise Mahkeme’den Daire’nin kararını onaylamasını istemiştir.

127. Mahkeme, Türkiye’de uygulanan yüzde 10’luk seçim barajının Avrupa’da uygula-nan en yüksek seçim barajı olduğunu gözlemlemektedir. Mahkeme, söz konusu barajın orantısız olmadığını doğrulamak amacıyla öncelikle seviyesini diğer Avrupa ülkelerinde uygulanan barajlarla karşılaştırarak değerlendirecektir. Ardından, düzelticileri ve diğer koruyucuları inceleyecektir.

i. Karşılaştırmalı hukuk unsurları

128. Başvurucular, mevcut davaya konu barajın, Avrupa ülkelerinin “ortak demokratik siyasi geleneklerine” uygun olmadığını söylemişlerdir.

129. Mahkeme, seçim barajlarının Avrupa seçim sistemleri içinde kabul gördüğünü ve seçim sistemi ile kullanıldıkları şartlara göre değişen farklı türleri bulunduğunu gözlem-lemektedir. Üye devletlerde kabul edilen seçim barajlarının incelenmesi sonucunda, Tür-kiye haricinde yalnızca üç devletin, yüksek seçim barajı kabul ettiğini anlaşılmaktadır.

Lihteynştayn seçim barajını yüzde 8, Rusya Federasyonu ve Gürcistan ise yüzde 7 olarak

SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar tespit etmişlerdir. Devletlerin üçte biri yüzde 5’lik, on üçü ise daha düşük bir seçim ba-rajı belirlemiştir. Nisbi seçim sistemine sahip diğer devletler baraj uygulamamaktadır.

Barajlar da bir partiye ya da koalisyona uygulanmalarına göre değişmekte ve bazı ülkeler bağımsız adaylar için barajlar koymaktadır.

130. Mahkeme ayrıca, Türk ulusal seçim barajının istisnai şekilde yüksek olduğunu ve aşağı çekilmesi gerektiğini ifade eden Avrupa Konseyi organlarının görüşlerine önem vermektedir. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, demokraside temsil olgusu ve ba-rajlar arasındaki çözülmez bağı vurgulayan 18 Nisan 2007 tarihli kararında, “yerleşik demokrasilerde genel seçimlerde yüzde 3’ten yüksek seçim barajı olmaması gerektiğine”

işaret etmiştir. Bu görüş, Parlamenterler Meclisi’nin 1791 (2007) sayılı tavsiye kararında yinelenmiştir. Ayrıca, Parlamenterler Meclisi’nin Türkiye’ye ilişkin 1380 (2004) ve 1547 (2007) sayılı kararlarında ve AKPM‘de geçici bir komisyon tarafından hazırlanan “Tür-kiye’deki genel seçimlere ilişkin görüşler (22 Temmuz 2007)” raporunda Avrupa Konseyi organları Türkiye’nin seçim kanununu, yüzde 10’luk barajı aşağı çekecek şekilde düzen-lemesini tavsiye etmiştir.

131. Ancak, seçim barajının etkileri, bir ülkeden diğerine değişiklik gösterebilir ve sis-temler, farklı, hatta bazen karşıt siyasi amaçlar güdebilir. Bir sistem, partilerin mecliste adil temsil edilmesine odaklanmışken, bir başka sistem, hükümeti kurmakla görevlendi-rilen partinin milletvekillerinin mutlak çoğunluğuna sahip olabilmesi için meclisin küçük partilere bölünmesini engellemeyi hedefl eyebilir. Bu amaçların hiçbirinin kendi içinde makul olmadığı söylenemez. Ayrıca, barajların oynadığı rol, seviyelerine ve her bir ül-kedeki parti sistemine göre değişiklik göstermektedir. Düşük baraj, yalnızca çok küçük grupları dışarıda bırakır ve bu durumda istikrarlı çoğunlukların oluşması zordur; ama parti sisteminde bölünmenin yüksek olduğu durumlarda çok yüksek bir baraj, oyların önemli bir bölümünün temsil edilmemesine neden olur.

132. Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin seçim yasalarında öngörülen durumların çeşit-liliği, bu konuya ilişkin muhtemel seçeneklerin çeşitliliğini ortaya koymaktadır. Ayrıca Mahkeme, başvurucuların savunduğu gibi yüzde 5’lik bir seçim barajının üye devletlerin genel uygulamasına daha uygun olduğunu kabul etmekle birlikte, hiçbir seçim barajını, kendisinin de dahil olduğu seçim sistemini göz önüne almadan değerlendiremeyeceği de açıktır. Ayrıca, her seçim yasasının ilgili ülkenin siyasi gelişimi çerçevesinde değerlendi-rilmesi gerektiği daha önceden belirtilmiştir. Bunun nedeni, söz konusu sistem “yasama organı seçiminde halkın iradesinin özgürce ifadesini” garanti ettiği müddetçe, belli bir sistemce kabul edilemez olan detayların bir başka sistem çerçevesinde kabuledilebilir olabileceğidir (Mathieu-Mohin ve Clerfayt, §54). Mahkeme, bu nedenle tartışma konusu sisteme getirilen düzelticileri ve diğer koruyucuların etkilerini değerlendirmelidir.

ii. Düzelticiler ve diğer koruyucular

133. Hükümet, Türk seçim sisteminde seçim barajının olumsuz etkilerini dengeleyecek düzelticiler bulunduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda, 22 Temmuz 2007 seçimlerinin teyit etmiş olduğu gibi, bağımsız adaylar olarak seçimlere katılmaları veya partileri DEHAP’ın diğer büyük partilerden biriyle seçim koalisyonu yapması halinde başvurucular, 3 Kasım 2002 seçimlerinde seçilebilirlerdi.

134. Mahkeme, başvurucuların seçim stratejisinin yukarıda kaydedilen türlerine başvur-malarının, kendilerine meclise seçilme şansı verdiği yönündeki Hükümet iddiasına itiraz etmediklerini kaydetmektedir. Ancak başvurucular, temsili demokrasilerde siyasi parti-lerin önemini vurgulayarak, bağımsız adayların ve kurulan koalisyonların, demokrasinin temel unsurları olan bağımsız siyasi partilerin yerini alamayacağını ileri sürmüşlerdir.

İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR

135. Bu nedenle Mahkeme, Hükümet’in değindiği seçeneklerin barajın olumsuz etkileri-ni azaltacak yollar olarak kabul edilip edilemeyeceğine karar vermelidir.

136. Seçimlere bağımsız bir aday olarak katılma olasılığına ilişkin olarak Mahkeme, Daire kararının 71. paragrafında olduğu gibi, partiler tarafından siyasi tartışmaya yapılan yeri doldurulmaz katkıyı vurgulamaktadır. Bu siyasi oluşumlar, bir yandan vatandaşların seçim tartışmasına katılmak için kullanabilecekleri bir araç görevini görürken, diğer yandan da çeşitli siyasi programlara desteğin ifade edileceği bir kürsü görevini görmektedir (mutatis mutandis, Türkiye Birleşik Komünist Partisi ve Diğerleri, §25). Bu nedenle, genellikle ye-rel olarak konuşlanmış bağımsız adaylar gibi, diğer siyasi aktörlerden ayrılabilmektedirler.

Mahkeme, benzer şekilde, Türkiye’de bağımsız adayların güvence parası yatırmalarının istenmesi, isimlerinin sınır kapılarına ve büyük havaalanlarına gönderilen oy pusulalarında yer almaması ve tüm siyasi partiler, televizyon ve radyo reklamına ayrılan sürede kendile-rini ifade ederken seçim mesajları yayımlayamamaları gibi, siyasi partilere uygulanmayan bir dizi aleyhte kısıtlamalara ve koşullara maruz kaldıklarını tespit etmektedir.

137. Ancak Mahkeme, bu yöntemin uygulamada etkisiz olduğunun kabul edilemeyece-ğini belirtmektedir. Özellikle 22 Temmuz 2007 seçimlerinde, küçük partiler bağımsız adaylar vasıtasıyla barajın olumsuz etkisinden kurtulmuşlar ve bu yolla mecliste sandalye kazanabilmişlerdir. Örneğin, DEHAP’ın varisi olan DTP mecliste yirmi sandalye kazan-dıktan sonra bir meclis grubu oluşturabilmiştir.

138. Bu sonuç, esasen muhalefet partilerinin, kendi adları altında kendi adaylarını koy-maktansa “bir parti tarafından desteklenen bağımsızlar” olarak adlandırılabilecek bir stra-tejiye yönelmelerinden kaynaklanmıştır. Bağımsızlara herhangi bir seçim barajı uygulan-maması, yukarıda kaydedilen kısıtlamalara rağmen bu seçim stratejisinin benimsenmesini kolaylaştırmıştır. Ancak, bir adayın resmi olarak kendi siyasi partisi tarafından desteklen-mesi durumu ile karşılaştırıldığında, bu durum kötünün iyisi olarak nitelendirilebilir.

139. Aynı durum, diğer siyasi gruplarla bir seçim koalisyonu oluşturma olasılığı için de ge-çerlidir. Mahkeme, bu hususta 2839 sayılı Kanun’un 16. maddesinin, partilerin ortak liste sunmalarına ve yasal koalisyonlar oluşturarak genel seçimlere katılmalarına izin verme-diğini belirtmektedir. Hükümet’in de belirtmiş olduğu gibi siyasi partiler, bu yasağı aşma-larını sağlayan siyasi bir strateji geliştirmişlerdir. Bu stratejinin kullanılmasının, özellikle 1991 ve 2007 seçimlerinde somut sonuçları olmuştur. 20 Ekim 1991 seçimlerinden önce iki büyük siyasi parti bayrağı altında iki koalisyon oluşturulmuştur. Bu şekilde DEHAP’ın selefi olan HEP’in de dahil olduğu bazı küçük partiler mecliste on sekiz sandalye kazan-mışlardır. Aynı seçim stratejisi, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde de meyvesini vermiştir.

140. Tabii ki 3 Kasım 2002 seçimlerinde verilen oyların yüzde 45.3’ünün (yaklaşık 14.5 milyon oyun) mecliste temsil edilmediği göz önünde bulundurulursa, bu seçim stratejile-rinin yalnızca sınırlı bir etkisi olabilmektedir. Daire kararının 73. paragrafında da belir-tilmiş olduğu gibi, seçmenlerin bu denli büyük bir kısmının mecliste temsil edilmemesi, demokratik idare ve siyasi sorumluluğun ana unsuru olan ve gerçekten demokratik bir siyasi rejim arzusunu en iyi şekilde yansıtması gereken yasama organının, temsili bir demokraside oynadığı hayati rolle bağdaşmamaktadır.

141. Öte yandan, birçok araştırmacının belirtmiş olduğu gibi Kasım 2002 seçimlerinin, pek çok nedeni olan bir kriz atmosferinde gerçekleştiği belirtilmelidir (ekonomik ve si-yasi krizler, depremler, vb). Bu bağlamda, 1999 seçimleri ardından Koalisyon Hükümeti kurmuş olan üç partinin, yüzde 10’luk seçim barajına ulaşamaması ve bu nedenle meclis-te meclis-temsil edilememeleri önemlidir.

142. Ayrıca, 1983’den bu yana yapılan milletvekili seçimlerinin incelenmesi sonucun-da, Kasım 2002 seçimlerinden sonra gözlemlenen temsil yetersizliğinin, esasında kısmen

SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar bağlamsal olabileceği ve yalnızca yüksek seçim barajına dayalı olmadığı anlaşılmaktadır.

Bu noktada söz konusu seçimler hariç, mecliste temsil edilmeyen oyların oranının hiçbir zaman yüzde 19.4’ü geçmediği belirtilmelidir (1987’de yüzde 19.4, 1991’de yüzde 0.5, 1995’te yüzde 14 ve 1999’da yüzde 18). Bu oran, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde yüzde 13.1’e düşmüştür.

143. Sonuç olarak Mahkeme, seçim barajlarının amaçlarından biri olan mecliste bölün-meyi önleme amacına ters düşmesine rağmen, yüzde 10’luk yüksek seçim barajından etkilenen siyasi partilerin, barajların pratikteki etkilerinden bazılarını azaltabilecek stra-tejiler geliştirdiğini gözlemlemektedir.

144. Mahkeme, aynı zamanda Anayasa Mahkemesi’nin bu hususa ilişkin rolüne önem vermektedir. 1961 Anayasası’nın yürürlükte olduğu dönemde, Anayasa Mahkemesi kara-rında demokratik devlet ve çoğulculuk ilkelerini temel alarak, her bir seçim bölgesi içinde

“basit baraj” uygulama fi krini reddetmiştir. 1982 Anayasası’nın kabulünden sonra, seçim sistemleri hususunda karar verirken, yasakoyucunun bu hususta sınırsız takdir yetkisi bu-lunmadığına ve “kişilerin fi kirlerini özgürce ifade etmelerini kısıtlamaya yönelik, siyasi hayatı, bir siyasi partinin hegemonyasına sokan ya da çok partili sisteme zarar veren”

tedbirler alamayacağına karar vermiştir.

145. Anayasa Mahkemesi, 18 Kasım 1995 tarihli kararında, 1968 içtihadını değiştirerek, şikâyet konusu barajın varlığının esasını, fonksiyonel olmayan ve mecliste aşırı bölün-meyi önleyecek nisbi temsil ilkesine getirilen bir düzeltici olarak incelemiştir. Barajların,

“seçme ve seçilme hakkını” kısıtladığını kabul etmekle birlikte, normal ölçüleri aşma-dıkları sürece kabul edilebileceklerine hükmetmiş ve yüzde 10’luk seçim barajının, ana-yasal ilkelere uygun olduğuna karar vermiştir. Diğer yandan, “adil olarak temsil edilme”

ilkesine atıfl a, iller düzeyinde yüzde 25’lik bir seçim barajı uygulanmasını iptal etmiştir.

Bu çerçevede, adil olarak temsil edilme ve hükümet istikrarına ilişkin anayasal ilkele-rin, birbirlerini dengeleyecek ve tamamlayacak şekilde bağdaştırılmaları gerektiğini teyit etmiştir.

146. Anayasa Mahkemesi’nin, adil olarak temsil edilme ve hükümet istikrarına ilişkin anayasal ilkeler arasında denge noktasını gözeterek, tartışma konusu seçim barajının aşırı etkilerini önlemek amacıyla yaptığı değerlendirme, söz konusu barajın etkileri nedeniyle, Birinci Protokolün 3. maddesinde öngörülen hakkın esasının ihlal edilmesine karşı bir koruyucu oluşturmaktadır.

iii. Sonuç

147. Sonuç olarak Mahkeme, genel olarak yüzde 10’luk seçim barajının aşırı yüksek ol-duğu kanısındadır. Bu bağlamda, barajın istisnai derecede yüksek seviyesini vurgulayan ve aşağı çekilmesini öneren Avrupa Konseyi organları ile aynı fi kirde olup, bu oranın in-dirilmesini tavsiye etmektedir. Bu baraj siyasi partileri, seçim sürecinin şeffafl ığına katkı-da bulunmayan taktikler izlemeye mecbur bırakmaktadır. Ancak, mevcut katkı-davakatkı-da Mahke-me, söz konusu seçimlerin kendine özgü siyasi çerçevesi ışığında ve pratikteki etkilerini sınırlayan düzelticiler ve diğer koruyucularla birlikte değerlendirildiğinde, barajın esas olarak başvuruculara Birinci Protokolün 3. maddesi bağlamında tanınan hakkın esasına zarar verdiği hususunda ikna olmamıştır.

Bu nedenle, söz konusu madde ihlal edilmemiştir.

BU GEREKÇELERLE MAHKEME,

Dörde karşı on üç oyla, Birinci Protokolün 3. maddesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir.

KARAR VERMİŞTİR.

İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR

Benzer Belgeler