• Sonuç bulunamadı

İNSAN HAKLARI AVRUPA SÖZLEŞMESİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "İNSAN HAKLARI AVRUPA SÖZLEŞMESİ"

Copied!
61
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İNSAN HAKLARI AVRUPA SÖZLEŞMESİ Açıklama ve Önemli Kararlar

2. Cilt

(İHAS 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14 Ek Protokol 1-1, 1-2, 1-3 maddeler)

Bu kitap Avrupa Birliği, Türkiye Cumhuriyeti ve Avrupa Konseyi tarafından birlikte finanse edilen ve Avrupa Birliği ile Avrupa Konseyinin Ortak Programı olan “Yüksek Yargı Kurumlarının Avrupa Standartları Bakımından Rollerinin Güçlendirilmesi Projesi” kapsamında basılmıştır. Projenin ihale makamı Merkezi Finans ve İhale Birimidir.

Prof. Dr. Osman Doğru

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dr. Atilla Nalbant

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nde Hukukçu

(2)

İÇİNDEKİLER

SERBEST SEÇİM HAKKI ...817

AÇIKLAMA ... 817

Seçme hakkı ... 819

Yurtdışında ikamet edenler ... 819

Tutuklu ve hükümlüler ... 820

Seçilme hakkı ... 820

Adaylık şartları... 821

Seçilmişlik sıfatının düşmesi ... 823

Seçim sistemleri ... 824

Seçimlerin örgütlenmesi ve yönetimi ... 826

Siyasi partilere devlet yardımı ... 826

Seçimlerin yönetimi ... 827

Medyadan yararlanma ... 828

ÖNEMLİ KARARLAR ... 830

Yasama organı seçimi 02.03.1987 9267/81 MATHIEU-MOHIN ve CLERFAYT - BELÇİKA ... 830

Seçimlerde ülke barajı 08.07.2008 10226/03 YUMAK VE SADAK - TÜRKİYE [BD] ... 841

Seçilme yeterliliği 22.12.2009 27996/06 SEJDIC VE FINCI - BOSNA HERSEK [BD] ... 856

(3)

SERBEST SEÇİM HAKKI

P1, md. 3: Serbest seçim hakkı

Sözleşmeci Taraf Devletler yasama organının seçimi için, halkın düşüncelerini ser- bestçe ifade etmesinin güvence altına alındığı şartlarda, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt eder.

AÇIKLAMA

Sözleşme’ye Ek Birinci Protokolün 3. maddesi “serbest seçim” hakkını düzenlemek- tedir. Bu hak, Sözleşme’nin güvence altına aldığı tek siyasi haktır. Sözleşme’nin Baş- langıcına göre, temel insan hakları ve özgürlükleri en iyi şekilde, “etkili bir siyasal de- mokrasi” tarafından korunabilir. Bu nedenle, serbest seçim hakkı “gerçek demokratik bir rejimde temel” bir haktır. Birinci Protokolün 3. Maddesi (“3. madde”), demokrasinin karakteristik bir prensibini içerdiğinden, bu madde Sözleşme sisteminde temel bir öneme sahiptir. Gerçekten de demokrasi, “Avrupa kamu düzeninin” aslî bir öğesini oluşturmak- tadır ve 3. maddede güvence altına alınan haklar, hukukun üstünlüğü ile yönetilen etkin bir demokrasinin temellerinin kurulmasında ve korunmasında büyük önem taşımaktadır ( Yumak ve Sadak, §105).

3. madde devletlere belirli bir “seçim sistemi” kabul etme zorunluluğu getirir tarzda yorumlanamaz. Bu düzenlemedeki koşullara uygun olmak kaydıyla, devletler istediği se- çim sistemini seçebilirler.

Sözleşme’de ve 1, 4, 6 ve 7. Protokoller’deki maddelerin hemen hepsinde, “Herkes ... hakkına sahiptir” veya “Hiç kimse” gibi terimler kullanılmıştır. Ancak 3. maddede,

“Sözleşmeci Taraf Devletler ... taahhüt eder” ifadesi yer almaktadır. İlk başta bu ifadeden, 3. maddenin bireylere, Sözleşmeci Tarafl arın egemenlik yetkisi içinde bulunan “herkes için doğrudan güvence altına alınan” haklar ve özgürlükler tanımadığı (İrlanda, §239), fakat sadece devletler arasında bir yükümlülük doğurduğu sonucu çıkarılmıştır. Böyle bir tanımın doğal sonucu, bu düzenlemenin kişiler bakımından bir hak öngörmediği yorumu olur. Oysa bu yorum kabul görmemiştir; bu madde kişiler tarafından ileri sürülebilecek bir hak içermektedir; bu nedenle bireysel başvuru hakkına konu olabilir ve olmaktadır.

Birinci Protokolün Başlangıcına göre bu Protokol, “Sözleşme’nin Birinci Bölümünde bulunanların yanında, başka bazı hak ve özgürlüklerin birlikte yerine getirilmesini” gü- vence altına almaktadır. Ayrıca bu Protokolün 5. maddesi şöyle demektedir: “Sözleşmeci Tarafl ar bu Protokolün 1, 2, 3 ve 4. maddelerini, Sözleşme’ye ilave maddeler olarak kabul ederler”. Sözleşme’nin 25. maddesi dâhil, Sözleşme’nin bütün hükümleri “buna göre uy- gulanır”. Dahası, Dördüncü Protokolün Başlangıcı, diğerlerinin yanında, Birinci Protoko- lün “1-3. maddeleri”nde korunan “haklar ve özgürlükler”den söz etmektedir.

Birinci Protokolün hazırlık çalışmalarında da, bu Protokolün 3. maddesi bakımından bireysel başvuru hakkının kullanılmasını hariç tutma niyeti bulunduğu görülmemektedir.

(4)

İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR

Bu hakkı Mahkeme’nin yargı yetkisinden çıkarma fi kri uzun bir süre tartışılmış, ancak sonunda terk edilmiştir. Ayrıca hazırlık çalışmalarında sık sık, “siyasal özgürlük”, “siya- sal haklar”, “bireylerin siyasal hakları ve özgürlükleri”, “serbest seçim hakkı” ve “seçim hakkı” gibi terimler kullanılmıştır ( Mathieu-Mohin ve Clerfayd, §48-49).

3. maddenin devletlerarası taahhüt rengindeki ifade tarzı, Sözleşme’de ve Protokol- lerde yer alan diğer haklarla bu düzenlemede yer alan hak arasında esaslı bir fark bu- lunduğunu göstermez. Bu ifade tarzının nedeni üstlenilen taahhüde daha büyük bir ağır- lık kazandırma isteği ile bu alandaki başlıca yükümlülüğün, kişisel ve siyasal hakların çoğunluğunda olduğu gibi müdahaleden çekinme veya müdahale etmeme değil, fakat devletin demokratik seçimler “yapmak” için, pozitif tedbirler alma şeklinde olmasıdır ( Mathieu-Mohin ve Clerfayd, §50).

Mahkeme, “etkin” ve “edilgin” seçim hakları arasında bir ayrım yapmaktadır. Başka bir anlatımla, seçimlere bir seçmen olarak katılmak (seçme hakkı) etkin (aktif) bir katıl- ma olarak nitelendirilirken, seçimlere seçilmek için aday olarak katılma (seçilme hakkı), edilgin (pasif) bir hak kullanımı olarak görülmektedir. Seçme hakkı, seçilme hakkına göre daha kuvvetle korunan bir haktır.

Mahkeme, birçok kez, çoğulculuğun esas koruyucusu olan devletin çoğulculuğu güvence altına almak için oynadığı rolün önemini vurgulamıştır. Devlet, bu rolü yerine getirirken, “yasama organının seçilmesinde halkın düşüncesini özgürce açıklamasını sağ- layacak koşullara uygun olarak” demokratik seçimler “düzenlemek” için pozitif tedbirler almak zorundadır ( Yumak ve Sadak, §106).

3. maddenin düzenlediği haklar mutlak değildir. Bu madde, bu hakları açık terimlerle düzenlemeksizin, sadece tanımamakla yetindiğinden, zımni sınırlamalara yer bırakılmış- tır ( Golder, §38). Sözleşmeci Devletler kendi iç hukuk düzenlerinde seçme ve seçim- lerde aday olma haklarını, 3. maddeye aykırı olmayan koşullara ya da sınırlamalara tabi tutabilirler. Devletler, bu konuda geniş bir takdir alanına sahiptirler; fakat Sözleşme’nin gereklerine uygunluk bakımından nihai kararı vermek, Mahkeme’ye düşen bir görevdir.

Mahkeme, getirilen koşulların, bu hakların özünü zedeleyecek şekilde ve ölçüde kısıt- lamadığına ve hakları etkililikten yoksun bırakmadığına kanaat getirmelidir. Ayrıca bu koşullar meşru bir amaç izlemelidir ve kullanılan araçlar bu meşru amaca ulaşmak bakı- mından orantısız olmamalıdır. Nihayet bu koşullar, “yasama organının seçiminde halkın kendi düşüncelerini serbestçe ifade etmesini” engellememelidir ve bu hakkın özüne do- kunmamalıdır ( Mathieu-Mohin ve Clerfayd, §52).

3. madde, sadece “yasama organı” seçimlerine veya bu organın iki meclisi varsa, en azından bir meclisin seçime uygulanır. Ancak yasama organı, mutlaka ulusal parlamento anlamına gelmez; bu kelimenin, ilgili devletin anayasal yapısı ışığında yorumlanması ge- rekir. Eğer bir yerel meclisin ulusal meclise üye göndermesi söz konusu ise bu durumda bu düzenleme bu seçimlere de uygulanabilir. Örneğin Almanya, Avusturya, Belçika veya İsviçre gibi federal devletlerde federe devlet parlamentoları bu madde anlamında “yasa- ma organı” olarak düşünülmektedir.

Matthews – Birleşik Krallık davasında Mahkeme, “yasama organı” sözcüğünün sa- dece “ulusal parlamento” anlamına gelmediğine, bu sözcüğün, yukarıda da değinildiği gibi, ilgili devletin anayasal yapısına göre değerlendirilmesi gerektiğine karar vermiştir.

Olayda Birleşik Krallık’ın kolonisi Cebelitarık’ta yaşayan İngiliz vatandaşı D. Matthews, Avrupa Birliği organı Avrupa Parlamentosu seçimlerine seçmen olarak kaydedilme is- teminde bulunmuş, oy kullanma hakkının Birleşik Krallıkla sınırlı olduğu gerekçesiy- le talebi reddedilmiştir. Mahkeme bu davada Sözleşme’nin yaşayan bir belge olduğuna dikkat çekerek dinamik bir yorum yapmış ve Avrupa Parlamentosunun gelişim sürecini

(5)

SERBEST SEÇİM HAKKI / Açıklama izleyerek Maastricht’ten itibaren Parlamentonun siyasi bir kimlik kazandığını ve eski salt danışma organı durumundan çıkıp yetkilerini arttırdığını, bu nedenle bu madde açısın- dan bu meclisi bir “yasama organı” olarak gördüğünü belirtmiştir. Böylelikle 3. madde, sadece ulusal yasama organları bakımından değil, uluslararası temsili yasama organları bakımından da uygulanabilirlik kazanmıştır.

Seçme hakkı

Mahkeme’ye göre, 3. maddenin “etkin” görünümlerinden birisi olan seçme ya da oy kullanma hakkı bir ayrıcalık değildir. 21. yüzyılda demokratik bir ülkede bu hakkın en geniş toplum kesimlerine tanınması temel ilkedir ( Hirst (no 2), §59).

3. maddede düzenlenen haklar mutlak değildir. Bu madde, zımni sınırlandırmalara yer bırakmaktadır. Sözleşmeci Devletler bu hakkın sınırlandırılması bakımından belirli bir takdir alanına sahiptirler. Mahkeme, bu konuda devletlerin takdir yetkisinin geniş ol- duğunu belirtmiştir (Mathieu-Mohin ve Clerfayt, §52). Bununla birlikte, bu maddenin ge- reklerine uyulup uyulmadığını belirlemek, nihai olarak Mahkeme’ye düşmektedir. Mah- keme, sınırlamaların söz konusu hakların özünü zedeleyecek ölçüde kısıtlamadığından, hakkı etkisiz kılmadığından ve kullanılan araçların orantısız olmadığından emin olmalı- dır. Özellikle de getirilen bir koşul, yasama organının seçiminde halkın kendini özgürce ifade etmesine engel oluşturmamalıdır; diğer bir ifadeyle bu koşullar, evrensel oy hakkı yoluyla halkın iradesini belirlemeyi amaçlayan seçim usulünün bütünlüğü ve etkililiğini koruma amacını yansıtmalı ya da bu ilkelere ters düşmemelidir. Örneğin, asgari bir yaşın getirilmesi, seçim sürecine katılanların yeterince erişkin olmalarını sağlamak için göz önünde bulundurulabilir; bazı durumlarda ilgili ülkeyle yeterince sürekli veya yakın bağı olanları veyahut menfaat sahiplerini belirlemek için, seçmenlik ikametgâh gibi kriterlere bağlanabilir ( Hilbe – Liechtenstein (k.k.); Melnychenko, §56).

Mahkeme’ye göre “genel oy” hakkı ilkesinden bir sapma, bu yolla seçilmiş yasama organının ve yaptığı yasaların demokratik anlamdaki geçerliliğini zayıfl atma tehlikesi taşır. Bu nedenle, toplumda var olan gruplardan birinin veya toplumdaki belirli bir kate- gorinin seçme hakkından yoksun bırakılması, bu maddenin temel ilkelerine uygun olmak zorundadır ( Zdanoka [BD], §105; Aziz, §28). Bu değerlendirme, genel oy hakkına getiri- len otomatik ve yaygın istisnalar bakımından da geçerlidir ( Hirst (no 2), §62). Mahkeme Alajos Kiss – Macaristan davasında böylesi otomatik ve genel bir yasaklamayı, vesayet altına alınan kısıtlı kişiler bakımından da Sözleşme’ye aykırı bulmuştur. Her ne kadar böyle bir kısıtlama, eylemlerinin sonuçlarını değerlendirme yeteneğine sahip kişilerin oy verme hakkından yararlanması gibi meşru bir amaç izlese de, Mahkeme’ye göre hakları kısıtlanan kişilerin gerçek durumu incelenmeden getirilen otomatik bir kısıtlama Sözleş- me ile bağdaşmamaktadır.

Yurtdışında ikamet edenler

Seçmenin ikametgâhına bağlı olarak, vatandaşı olduğu ülkede yaşamayan kişilerin seçme hakkının tanınmamasını, Mahkeme şimdiye kadar Sözleşme’ye aykırı bulmamış- tır. Mahkeme’ye göre, bu eksiklik şu nedenlerle makul görülebilir: İlk olarak, yurt dışında yaşayan kişi ülkesinin siyasi gelişmelerinin doğrudan muhatabı olmayabilir ve bu konu- ları daha az tanıyabilir. İkinci olarak, ülke dışında yaşayan kişilerin, seçilecek adayların belirlenmesinde ve programlarının oluşturulmasında daha az etkileri vardır. Üçüncü ola- rak, yasama meclisini seçme hakkı ile bu meclisin kabul ettiği düzenlemelerden doğrudan etkilenme arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Dördüncü olarak, yasakoyucunun, yurtdışın- da yaşayan yurttaşların özellikle ve öncelikle yurtiçinde yaşayan yurttaşları ilgilendiren yasaların tartışılması ve kabulünde daha az ağırlığının olması gibi makul bir düşüncesi de olabilir ( Hilbe, (k.k.); Sitaropoulos ve Giakoupoulos, §69).

(6)

İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR

Sitaropoulos ve Giakoupoulos – Yunanistan kararına konu olan olay, Fransa’da yaşa- yan ama Yunanistan seçimlerinde oy kullanamamaktan şikâyetçi olan Yunan vatandaş- larına ilişkindir. Mahkeme, bu davada yurt dışında yaşayan Yunanlıların ikamet ettikleri ülkelerde Yunan parlamento seçimleri için oy kullanamamalarının Sözleşme’ye aykırılık oluşturmadığına karar vermiştir. Mahkeme bu sonuca varırken, konuyla ilgili uluslarara- sı ve ulusal hukuk belgelerinin devletlere yurt dışında yaşayan vatandaşlarının ülkedeki seçimlerde oy verme haklarını kullanmaları için düzenleme yapmasını gerektirecek bir yükümlülük yüklemediğini belirtmiştir. Ayrıca Mahkeme, Avrupa Konseyi’ne üye dev- letlerde bu alanda bir uygulama birliğinin olmamasını da dikkate alır.

Tutuklu ve hükümlüler

Mahkeme Hirst (no 2) – Birleşik Krallık davasında, mahkûmların oy haklarının engel- lenmesinin Sözleşmeye aykırılık oluşturup oluşturmadığını incelemiştir. Bu davada Mah- keme, Avrupa Konseyi’ne üye devletler arasında bu konuya ilişkin bir ortak uygulama veya standart olmamasına karşın, mahkûmların oy hakkını engelleyen otomatik ve geniş kapsamlı sınırlamaların 3. maddeyi ihlal ettiğine karar vermiştir. 2002 yılında Kanada’da karara bağlanan ‘Sauve – Kanada’ davasına da gönderme yapan Mahkeme, mahkûmların özgürlüklerinin ellerinden alınmasının onların Sözleşme tarafından güvence altına alınan bütün haklarını kaybettikleri anlamına gelmeyeceğini belirtmiştir. Mahkeme ayrıca ceza- nın çekilmesi ile seçme hakkının engellenmesi arasında mantıksal bir ilişkinin bulunma- dığını vurgulamıştır.

Hirst (no 2) kararından sonra Mahkeme, mahkûmların oy haklarının engellenmesi konusunda Scoppola (no 3) – İtalya kararında getirilen sınırlamayı, Sözleşme’ye aykırı bulmamıştır. Mahkeme’nin Scoppola (no 3) kararında Hirst (no 2) kararından farklı bir sonuca varmasına yol açan neden, iki ülkede mahkûmlara getirilen sınırlamanın kapsa- mı ve ceza çekme rejimlerinin farklılığıdır. Mahkeme, Scoppola (no 3) kararında (§96), Hirst (no 2) kararında koyduğu temel ilkeyi şu sözlerle yinelemiştir:

“Mahkeme …, Hirst kararında belirlediği ilkeleri, özellikle de oy kullanma hakkına getirilen genel bir sınırlamanın, fark gözetmeden bir grup kişiye, bu kişilerin ceza süre- lerine, cezaların niteliğine, işledikleri suçun ağırlığına ve niteliğine ve kişisel hallerine bakılmaksızın, sadece mahkûm oldukları için otomatik olarak uygulanmasının Birinci Protokolün 3. maddesi ile bağdaşmadığı ilkesini onaylar.”

Ancak Mahkeme, Scoppola (no 3) kararında İtalya’da öngörülen sınırlamanın genel ve otomatik nitelikte olmadığını, suçun ağırlığı ve mahkûmun kişiliğine bağlı olduğunu ve yasakoyucunun farklı yarar ve dengeleri gözeten tedbirler aldığını belirtmiştir. İtal- yan hukukunda mahkûmiyetten sonra oy hakkının sınırlandırılması, her ceza için geçerli değildir (ilke olarak üç yıl ve üstü hapis cezaları için geçerlidir) ve sadece sınırlı sayı- da belirli suçları kapsamaktadır. Mahkeme, bu davada tasarlayarak adam öldürme gibi, ağır ceza gerektiren suçlardan mahkûm olan başvurucun bu haktan yoksun bırakılmasını Sözleşme’ye aykırı görmemiştir.

Seçilme hakkı

Mahkeme, 3. maddenin “pasif” unsuru olarak nitelenen seçimlerde aday olma hak- kına getirilen kısıtlamaları, bu maddenin “aktif” unsuru olarak nitelenen oy kullanma hakkına getirilen kısıtlamalara göre daha ayrıntılı incelemeye tabi tutmaktadır. Mahkeme, seçilebilirlik ile ilgili kriterlerin belirlenmesi konusunda devletlerin geniş bir takdir yet- kisine sahip olduğunu vurgulamıştır. Mahkeme Zdanoka – Letonya [BD] kararında şöyle demiştir (§106):

(7)

SERBEST SEÇİM HAKKI / Açıklama

“... bu kriterler, seçilenlerin bağımsızlığı ve aynı zamanda seçmenlerin özgürlüğü sağ- lanma gibi genel bir düşünceden kaynaklandığı halde, her devletin kendine özgü tarihi ve siyasi durumuna göre değişmektedir. Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin seçim mev- zuatlarında ve anayasalarında öngörülen birçok durum, bu konuda mümkün olan değişik tercihlerin varlığını göstermektedir. Bu nedenle, 3. maddenin uygulanması anlamında, tüm seçim yasalarının, ilgili ülkenin siyasi gelişimi ışığında değerlendirilmeleri gerekir”.

Podkolzina – Letonya davasında Mahkeme, seçim yasalarının ilgili ülkenin siyasi ge- lişimi ışığında değerlendirilmesi gerektiğini ve bir sistemde kabul edilmeyen ayrıntının bir başka sistemde haklı görülebileceğini belirtmiştir. Ancak Mahkeme bu takdir alanının, 3. maddenin temel ilkesi olan “yasama organının seçilmesinde halkın düşüncelerini ser- bestçe ifade etmesine” saygı ile sınırlı olduğunu belirtmiştir. Mahkeme devletlerin takdir alanlarının sınırını belirlerken, Aziz – Kıbrıs davasında şu ifadeleri kullanmıştır (§28):

“... devletler, kendi anayasal sistemlerinde, milletvekili seçimleri ile ilgili kuralları ve kendi meclislerinin oluşumunu belirleme konusunda geniş bir takdir yetkisine sahiptirler;

çünkü bu konudaki kriterler, her devletin kendine özgü tarihi ve siyasi durumuna göre değişmektedir. Ancak Mahkeme, seçimlerle ilgili bazı kuralların şahıslara veya bir grup insana, özellikle yasama organındaki üyelerin seçilmesinde, siyasi yaşamın bir parçası olmayı yasaklamaması gerektiğini belirtmektedir; bu hak hem Sözleşme ile hem de tüm devletlerin anayasalarında güvence altına alınmıştır”.

Adaylık şartları

Zdanoka – Letonya [BD] davasında Mahkeme, demokratik sürecin bütünlüğünü koru- mak gibi meşru bir amacın ve bu amacı açıklayan çok istisnai tarihi nedenlerin bazen bir hakkı sınırlamayı haklı kılabileceğini belirtmiştir.

Zdanoka davası, geçmişinde anayasa dışı etkinliklerde bulunduğu için seçimlere katılması engellenen bir başvurucunun şikâyeti hakkındadır. Başvurucuyla ilgili alınan tedbir, komünizm sonrası dönemde Baltık devletlerinde alınan, bu döneme özgü ve is- tisnai tedbirlerden birisidir. 1995 tarihinde kabul edilen bir yasa, 1991 yılından itibaren Letonya Komünist Partisi ile ilişkisini sürdüren kişilerin seçimlerde aday olmalarını ya- saklamıştır. Mahkeme Dairesi bu davada 3. maddenin ihlal edildiğini belirlemiş, ancak davayı yeniden inceleyen Büyük Daire bu maddenin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır.

Büyük Daireye göre, bu sınırlama Letonya’nın çok istisnai koşullarıyla ilgilidir. Leton- ya, totaliter bir rejimden demokrasiye çok yakın zamanlarda geçmiştir; yeniden totaliter bir rejime geçme ihtimali dem okrasi için gerçek bir tehdittir. Bu nedenle, uzun yıllardır demokratik rejimle yönetilen bir ülke için kabul edilemeyecek olan bu sınırlama Letonya için kabul edilebilir nitelikte görülebilir. Bu çerçevede Mahkeme, demokratik rejimin korunması ve yerleşmesi için gerekli tedbirlerin belirlenmesinde Letonya makamlarının geniş bir takdir alanına sahip olduğunu belirtmiştir. Ancak Mahkeme, bu davada Letonya parlamentosunun bu sınırlamanın gerekliliğini incelemesini ve kısa bir süre sonra ortadan kaldırması gerektiğini de vurgulamıştır. Mahkeme, bu sınırlamaların ve engellemek iste- dikleri tehditlerin güncelliğini kaybetmesi durumunda, bunların Sözleşme ile uyumsuz hale gelebileceğini belirtmiştir.

Sejdic ve Finci – Bosna-Hersek davası Roman ve Yahudi kökenli kişilere, üç “kuru- cu halk” grubuna dâhil olmadıkları gerekçesiyle yasama meclisi ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olma imkânının tanınmaması hakkındadır. Bosna-Hersek Anayasası başlangıcında iki grup yurttaş ayrımı yapmaktadır: “Kurucu halklar” (Boşnak, Hırvat ve Sırp) ve “diğerleri” (Yahudi, Roman, diğer azınlıklar ve herhangi bir etnik gruba aidiyet beyan etmeyenler). Bosna-Hersek Meclisi ve Başkanlığı sadece üç kurucu halktan gelen üyelere açıktır. Mahkeme, bu davada bu istisnai tedbirin, etnik savaş sonrasında barışı

(8)

İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR

getirmek amacıyla alındığını ve bu nedenle meşru bir amaç izlediğini kabul etmiştir. An- cak Bosna-Hersek’te durumun belirli bir ölçüde düzelmesini de dikkate alan Mahkeme, bu istisnai tedbirin halen korunmasının herhangi bir nesnel ve makul nedeninin kalmadı- ğını belirtmiş ve 3. maddeyle bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği sonu- cuna varmıştır.

Adamsons – Letonya davasında Mahkeme, zamanın geçmesi ile birlikte, seçilme hak- kına getirilmiş genel sınırlamayı haklı göstermenin güç olduğunu ve belirli bir şahsın yarattığı gerçek riskin dikkate alınmasını sağlayan “bireysel” bir değerlendirmenin yapıl- ması gerektiğini belirtmiştir.

Mahkeme, Melnychenko – Ukrayna kararında (§57), milletvekili seçimlerinde aday- lık için aranacak şartların, oy kullanmak için aranan şartlara göre daha katı olabileceğini kabul etmiştir. Bu noktada, devletlerin soyut olarak (in abstracto) seçilme şartlarını be- lirlerken geniş bir takdir yetkisi bulunduğu doğru olmakla birlikte Mahkeme, bu hakların etkili olması ilkesi gereğince, seçilme usulünün, keyfi sınırlandırmaları engelleyebilecek güvenceler içermesi gerektiğini belirtmiştir (Podkolzına, §35).

Podkolzina – Letonya davasında başvurucu 1998 parlamento seçimlerinde adaydır.

Ancak dil müfettişlerinin iki kez yaptığı incelemeden sonra Letonya resmi diline yeterin- ce hâkim olmadığı gerekçesiyle, ismi adaylar listesinden silinmiştir. Seçim mevzuatının adaylık için aradığı ön koşullardan birisi Letonya diline yeterince hâkim olunduğuna dair bir sertifi ka sunulmasıdır. Mahkeme bu davada 3. maddenin ihlal edildiği sonucuna var- mıştır. Mahkeme’ye göre, bir ulusal parlamentonun çalışma dilinin ne olacağına karar vermek her devletin mutlak takdir alanı içine girer. Ancak Mahkeme, bu kişinin ilgili mevzuatın öngördüğü koşulu yerine getirdiğini, Letonya resmi dilini bildiğini kanıtlayan resmi bir sertifi kaya sahip olduğunu ve bu belgenin geçerliliğinin tartışma konusu olma- dığını belirtmiştir. Bu nedenle Mahkeme, bu kişinin dil düzeyinin incelenmesinin her- hangi nesnel bir nedene dayanmadığı ve adayların seçilme yeterliliği bakımından gerekli koşulu yerine getirmesine karşın ulusal makamların ek bir koşul yarattıkları sonucuna varmıştır. Mahkeme’ye göre, başvurucunun isminin adaylar listesinden silinmesi orantı- sız bir müdahaledir.

Krasnov ve Skuratov – Rusya davasında, başvurucuların Duma Meclisine seçilebil- mek için sundukları adaylık dilekçelerinde seçmenleri yanıltıcı bilgi verdikleri gerekçe- siyle adaylıkları kabul edilmemiştir. Krasnov bir ilçe meclisinde müdür olduğunu ileri sürmesine karşın, dilekçesini sunduğu tarihte bu görevinden alınmış bulunmaktadır. Sko- uratov ise, bir devlet üniversitesinde geçici süreli bölüm şefi olduğunu ileri sürmesine karşın, aynı bölümde profesörlüğe atanmıştır. Skouratov aynı zamanda Komünist Parti üyeliğini gizlemekle suçlanmıştır. Mahkeme, Krasnov’un gerçekten yanıltıcı bilgiler ver- diğini belirtmiş ve bu nedenle Rus makamlarının aldığı kararı 3. maddeye aykırı bulma- mıştır. Oysa Mahkeme’ye göre ulusal yargı yerleri, Skouratov için başvurucunun yan- lış bilgi verdiği iddiası hakkında birbirleriyle çelişkili ve yasal temeli olmayan kararlar vermişlerdir. Ayrıca başvurucunun kötü niyetle yanıltıcı bilgi verdiği kanıtlanamamış ve geçici süreli bölüm başkanlığı ile profesörlük arasındaki farkın seçmeni nasıl yanılgı- ya düşüreceği açıklanamamıştır. Ayrıca Mahkeme, dosyadaki incelemede başvurucunun Komünist Parti üyeliğini gizlemediği sonucuna varmıştır. Mahkeme bu gerekçelerle Rus makamlarının aldığı kararın 3. maddeyi ihlal ettiği sonucuna varmıştır.

Sukhovetskyy – Ukrayna davasında başvurucu seçimlerde aday olmak için 218,10 Euro’ya karşılık gelen harcı ödeyemediği için aday olamamaktan şikâyetçi olmuştur.

Mahkeme bu davada Sözleşme’nin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. Mahkeme bu sonuca varırken, Avrupa Konseyi’ne üye birçok devlette hayalci adayları caydırmak için

(9)

SERBEST SEÇİM HAKKI / Açıklama bu tarz tedbirlerin bulunduğunu belirtmiştir. Ukrayna’da talep edilen miktar, Avrupa’daki diğer örnekler arasında en düşük olanıdır. Mahkeme’ye göre bu tutar, aşırı ve gerçekten adaylık için başvurmak isteyen kişilerin aşamayacağı idari bir engel değildir.

Seçilmişlik sıfatının düşmesi

Mahkeme, seçilmiş kişilerin bu sıfatlarının ellerinden alınması şeklindeki ağır ve ra- dikal bir tedbiri, ancak “zorlayıcı nedenlerin” haklı kılabileceğini belirtmiştir ( Lykoure- zos, §52; Ilıcak, §30).

İspanya’da kabul edilen 27 Haziran 2002 yasası hakkında Mahkeme’nin önüne üç dava gelmiştir ( Herri Batasuna ve Batasuna – İspanya; Etxeberria ve Diğerleri – İspan- ya; Henrritarren Zerrenda – İspanya). Bu yasaya dayanılarak Herri Batasuna ve Batasuna partileri yasadışı ilan edilmiş ve kapatılmıştır. Bu kapatma kararı sonrasında yerel seçim- lere katılmak için oluşturulmuş çeşitli aday gruplaşmaları, bu adaylar kapatılan partilerde görev yaptıkları gerekçesiyle iptal edilmiş ve seçimlere katılamamışlardır. Mahkeme bu davada önce parti kapatma kararını Sözleşme’nin 11. maddesi çerçevesinde incelemiş ve bu maddenin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır ( Herri Batasuna ve Batasuna – İs- panya). Etxeberria ve Diğerleri kararında ise Mahkeme, 3. maddenin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. Mahkeme bu sonuca varırken, İspanyol yargı organlarının bu aday gruplaşmalarının ETA adlı terörist örgüte desteği nedeniyle kapatılmış Herri Batasuna ve Batasuna partilerinin etkinliklerini sürdürmek amacıyla kurulduklarının kanıtlandığına karar verdiklerini belirtmiştir. Bu davada Mahkeme ayrıca, İspanya’da ayrılıkçı siyasi partilerin yasaklanmadığını, aksine bu tarz partilerin Bask Özerk Bölgesi dâhil, birçok özerk bölge yönetiminde yer aldıklarını kaydetmiştir. Bu çerçevede Mahkeme, ayrılıkçı görüşlerin ifadesinin kendi başına bir devletin ülkesel bütünlüğü ve ulusal güvenliği için tehlike oluşturmadığını da hatırlatmıştır (§55).

Paksas – Litvanya kararı ise, daha önce anayasaya ve yeminine aykırı hareket etme (impeachment) gerekçesiyle görevinden alınan Cumhurbaşkanının milletvekili seçilme yeterliliğini kaybetmesi hakkındadır. Mahkeme bu davada, getirilen sınırlamanın aşırı orantısız olduğu gerekçesiyle Sözleşme’nin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Mahke- me ilk olarak, Litvanya’nın Avrupa Konseyi üyesi devletler arasında Cumhurbaşkanının görevden alınması ile görevden alınan kişinin seçilme yeterliliğini kaybetmesi arasında otomatik bir ilişki kuran istisnai bir örnek olduğunu belirtmiştir. Mahkeme ayrıca, bu sı- nırlamanın belirli bir süre ile sınırlı olmaması nedeniyle orantısız bir müdahale olduğunu değerlendirmiştir. Diğer yandan bu sınırlama, bir anayasa hükmü olarak düzenlendiği için değiştirilmesi de çok güçtür. Mahkeme’ye göre, belirli bir tarihi bağlama ve kişiye bağlı bu tarz bir sınırlama, 3. madde ile bağdaşmamaktadır.

Tanase – Moldova davasının konusu ise, 2008 yılından itibaren çifte vatandaşlığı bulunan Moldova vatandaşları meclise seçilseler dahi milletvekili sıfatının tanınmaması hakkındadır. Bu kişiler, ancak diğer vatandaşlıktan çıkma usulünü başlatacak olurlarsa milletvekili sıfatını kazanabilmektedirler. Romanya ve Moldova vatandaşı olan baş- vurucu, 2009 yılında milletvekili seçilmiş, ancak milletvekili sıfatını elde edememiş- tir. Mahkeme, bu davada 3. maddenin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Mahkeme, bu davada Moldova’da bulunan hem Romanya ve hem de Moldova vatandaşı olan geniş bir toplum kesiminin hedef alındığını ve bu kesimin seçilme hakkından yoksun bırakıl- masının hedefl endiğini belirtmiştir. Bu tedbir, Moldova’nın bağımsızlığını ilan etmesin- den 17 yıl ve çifte vatandaşlığa ilişkin mevzuatını yumuşatmasından 5 yıl sonra alındı- ğı için, Moldova’nın ulusal güvenliği ve yasalarına saygı için alındığı gerekçesi yeterli görülmemiştir.

(10)

İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR

Sadak ve Diğerleri – Türkiye davasında Mahkeme, DEP’in kapatılması üzerine, bu partiye üye milletvekillerinin milletvekilliği sıfatlarının otomatik olarak düşürülmesini çok ağır bir tedbir olarak nitelendirmiş ve 3. maddeye aykırı görmüştür. Mahkeme’ye göre, DEP’in kapatılması ile birlikte başvurucuların milletvekilliği sıfatlarının düşürül- mesi, kendilerinin siyasi etkinlikte bulunmalarını engelleme sonucunu doğurmuştur.

Ilıcak – Türkiye davası, bir milletvekili olan başvurucunun Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla Fazilet Partisi’nin kapatılmasıyla birlikte milletvekilliğinin düşürülmesi ve beş yıl süreyle herhangi bir siyasi faaliyet yürütme olanağından yoksun bırakılması hakkın- dadır. Mahkeme, bu davada 3. maddenin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Mahkeme ilk olarak kendi rolünün, bu madde yer alan hükümlerin uygulanmasını gözetmek ve seçimlerde oy vermeye ve aday olmaya bağlı hakların özüne dokunulmaması, etkinliğini yitirmemesi, meşruiyetin koruması ve kullanılan araçların orantısız olup olmadığının in- celemesi olduğunu hatırlatmıştır. Mahkeme’nin yerleşik içtihadına göre, özellikle yasama organlarının seçiminde halkın özgür iradesini sekteye uğratacak hiçbir engel yer alma- malı, başka bir deyişle, genel oylama halkın isteğini yansıtmalı, etkin olmalı ve bütünlük önünde bir engel oluşturmamalıdır. Yine, halkın özgür iradesiyle yaptığı ve demokratik olarak tercihi ortaya koyduğu seçim sonuçları, demokratik düzeni “zorlayıcı nedenler”

dışında, hiçbir değişikliğe uğramamalıdır.

Ilıcak davasında Anayasa Mahkemesi Anayasa’nın 69(6). fıkrasına göre, Fazilet Par- tisinin “laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı” haline geldiğine kanaat getirmiş ve bu partinin kapatılmasına karar vermiştir. Aynı kararda başvurucu dâhil beş siyasetçiye beş yıllığına siyasi kısıtlamalar getirilmiştir. Mahkeme, başvurucunun siyasi haklarına getirilen geçici kısıtlamaların sonuç itibariyle Türk siyasi rejiminin laik yapısının korunmasını amaçladı- ğını kaydetmiştir. Bu ilkenin Türkiye’deki demokrasi açısından önemi dikkate alındığın- da, Mahkeme bu önlemin kamu düzeninin korunması ve başkalarının hak ve özgürlükle- rinin korunması meşru amaçlarını izlediğini belirtmiştir. Mahkeme bu tedbirin orantılılığı konusunda, başvurucunun siyasi haklarından geçici olarak yoksun bırakılmasında de- mokratik düzeni korumak bakımından “zorlayıcı nedenler” mevcut olup olmadığını ince- lemiş ve bu nedenlerin mevcut olmadığı sonucuna varmıştır. Mahkeme’ye göre, olayların meydana geldiği dönemde yürürlükteki haliyle Anayasa’nın 69(9). fıkrasının kapsamı oldukça geniştir. Parti üyelerinin tüm görüş ve fi illeri, kapatma kararına zemin hazırlayan anayasaya aykırı eylemlerin odağı haline geldiği görüşünü destekleyici nitelikte kabul edilmiş ve bu faaliyetlerin ağırlığı konusunda bir ayrıma gidilmemiştir. Mahkeme ayrıca başvurucu ile benzer durumda olan bazı parti üyelerinin ve özellikle parti genel başkanı ve yardımcısının başvurucunun maruz kaldığı şekliyle bir yaptırıma uğramamasını da dikkate almıştır (aynı yönde, Kavakçı – Türkiye).

Seçim sistemleri

Birinci Protokolün 3. maddesi, yasama organının seçilme yönteminin temel ögele- rini belirlemiştir. Buna göre, yasama organı “halkın kendi düşüncelerini serbestçe ifade etmesinin güvence altına alındığı koşullarda”, “makul aralıklarla” yapılan ve “gizli oy”

ilkesine saygı gösteren “serbest” seçimler neticesinde belirlenmelidir. Bu koşullar dışında bu madde, orantılı temsil sistemi veya tek ya da iki dereceli çoğunluk sistemi gibi, “belirli bir seçim sistemini yürürlüğe koyma yükümlülüğü” getirmemiştir. Sözleşmeci Devletle- rin bu konudaki mevzuatlarının yere ve zamana göre değiştiğini dikkate alan Mahkeme, Sözleşmeci Devletlerin bu konuda geniş bir takdir alanına sahip olduğunu belirtmiştir.

Ayrıca 3. madde bakımından bir seçim sistemi, ilgili ülkenin siyasal evriminin ışığın- da değerlendirilmelidir. Tercih edilen sistem, en azından “yasama organının seçiminde halkın kendi görüşlerini serbestçe ifade etmesini” güvence altına alan koşulları sağladığı

(11)

SERBEST SEÇİM HAKKI / Açıklama sürece, bir sistem bağlamında kabul edilemeyecek özellikler, diğer sistem bağlamında haklı görülebilir ( Py – Fransa, §46). Diğer yandan seçim sistemleri, birbiriyle pek zor bağdaşan amaçların yerine getirilmesine çalışırlar. Bir tarafta halkın görüşlerinin adil ve doğru bir şekilde yansıtılması amaçlanmaktadır; diğer tarafta ise, yeterli düzeyde açık ve tutarlı bir siyasi iradenin ortaya çıkmasının sağlanması hedefl enmektedir. “Yasama organının seçimi için, halkın kendi düşüncelerini serbestçe ifade etmesinin güvence altına alındığı koşullarda” ifadesi, temel olarak tüm vatandaşlara oy verme ve seçimlere katılma haklarını kullanırlarken eşit davranılması ilkesini içermektedir. Bununla birlikte, bu ilke- den tüm oyların seçimin sonuçları bağlamında aynı ağırlığı taşıması gerektiği veya tüm adayların eşit başarı şansına sahip olması gerektiği anlamı çıkmaz. Nitekim hiçbir seçim sistemi “boşa giden” oylar gerçeğini ortadan kaldıramaz ( Yumak ve Sadak, §62).

Sözleşme organları seçim barajları konusunu, üye devletlere tanınan takdir alanı bağ- lamında ele almış ve bu alanda devletlerin geniş bir serbestlikten yararlandıklarını belirt- miştir ( Federacion nacionalista Canari – İspanya (k.k.); Etienne Tete – Fransa, Komis- yon (k.k.); Marcel Fournier – Fransa (k.k.); Silvius Magnago ve Südtiroler Volkspartei – İtalya, Komisyon (k.k.)). Mahkeme, önüne bir seçim barajının serbest seçim hakkına uygunluğu konusunda bir başvuru geldiği takdirde, getirilen sınırlamaların serbest seçim hakkının kullanılmasını hakkın özünü zedeleyecek ölçüde ve etkisiz kılacak şekilde en- gellemediğine ve bu sınırlamaların meşru bir amacı gerçekleştirmek için konulduğuna ve kullanılan yöntemlerin bu meşru amaçla orantılı olduğuna kanaat getirmek zorundadır (Mathieu-Mohin ve Clerfayt, §52). Getirilen sınırlamalar ya da koşullar, yasama meclisi- nin seçiminde halkın görüşlerini serbestçe ifade etmesini engellememelidir. Bir diğer ifa- deyle bu koşullar, genel oy hakkı aracılığıyla halkın arzusunun belirlenmesini amaçlayan bir seçim usulünün etkinliğini ve bütünselliğini sağlama kaygısını yansıtmak zorundadır (Melnichenko, §56).

3. madde bölgesel olarak yapılanmış partilere, ülkenin geri kalan kısmında kazanılan oylardan bağımsız olarak mecliste temsil imkân sağlayan bir seçim sistemi benimseme yükümlülüğü getirmez. Ancak eğer bir seçim sistemi bu tür bölgesel partilerin mecliste temsil edilmesini önlemeyi amaçlıyorsa bu madde bakımından sorun çıkabilir ( Yumak ve Sadak, §124).

Mahkeme’ye göre, genel oy hakkı ilkesinden herhangi bir şekilde ayrılma, seçim ya- salarının ve seçilmiş olan yasama meclisinin demokratik geçerliliğini zayıfl atma riski ta- şır. Bir grubun veya genel bir halk kategorisinin bu haktan yoksun bırakılması halinde, bu durum 3. maddenin temelini oluşturan amaçlarla bağdaşır olmak zorundadır ( Aziz, §28).

Aynı şekilde, bir kez halkın kanaatinin serbestçe ve demokratik bir şekilde ifade edilmiş olması halinde, seçim sisteminin düzenlenmesine dair sonradan yapılacak bir değişiklik, demokratik düzen açısından zorlayıcı nedenlerin mevcudiyeti ihtimali dışında, kabul edi- lemez ( Lykourezos, §52).

Yumak ve Sadak – Türkiye [BD] kararında Mahkeme, Türkiye’de yasama meclisi se- çimlerinde uygulanan yüzde 10 barajını, 3. madde açısından incelemiş ve bu konuyu Türkiye’nin geniş takdir alanı bağlamında görerek bu maddenin ihlal edilmediği sonucu- na varmıştır. Ancak varılan bu sonuç, Mahkeme’nin bu barajın “yüksek” olduğu saptama- sını yapmaya engel olmamıştır. Mahkeme, bu kararının sonuç bölümünde şunları belirtir:

“Sonuç olarak Mahkeme, genel olarak yüzde 10’luk seçim barajının aşırı yüksek ol- duğu kanısındadır. Bu bağlamda, barajın istisnai derecede yüksek seviyesini vurgulayan ve aşağı çekilmesini öneren Avrupa Konseyi organları ile mutabıktır; bu oranın indiril- mesini tavsiye etmektedir. Bu baraj siyasi partileri, seçim sürecinin şeffafl ığına katkıda bulunmayan taktikler izlemeye mecbur bırakmaktadır. Ancak mevcut davada Mahkeme,

(12)

İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR

söz konusu seçimlerin kendine özgü siyasi çerçevesi ışığında ve pratikteki etkilerini sınır- layan düzelticiler ve diğer güvencelerle birlikte değerlendirildiğinde, barajın esas olarak başvuruculara Birinci Protokolün 3. maddesi bağlamında tanınan hakkın özünü zedeledi- ğine ikna olmamıştır.”

Seçimlerin örgütlenmesi ve yönetimi

Mahkeme birçok kararında, özgür seçimlerin, ifade özgürlüğünün ve özellikle siyasi tartışma özgürlüğünün bütün demokrasilerin temelini oluşturduğunu belirtmiştir ( Yumak ve Sadak, §107). “Yasama organının seçilmesinde halkın düşüncesini özgürce açıklama hakkı”, aynı zamanda toplanma ve örgütlenme özgürlüğünü ve dolaylı olarak demokra- sinin doğru bir şekilde işlemesi için gerekli bir örgütlenme şekli olan siyasi parti kurma özgürlüğünü güvence altına alan Sözleşme’nin 11. maddesiyle de bağlantılıdır. Bir ül- kedeki halkın barındırdığı fi kir akımlarını temsil eden siyasi partilerin yarattığı rekabet olmazsa, halkın fi kirlerini ifade edebilmesi düşünülemez. Siyasi partiler, yalnızca siyasi kurumlar içerisinde değil, aynı zamanda medya sayesinde bu fi kir akımlarını yansıtırken, demokratik toplum kavramının özünde yer alan siyasi tartışmaya yeri doldurulamaz bir katkıda bulunmaktadırlar ( Yumak ve Sadak, §107).

“Halkın düşüncesini özgürce açıklaması” ifadesi, seçimlerde bir veya daha fazla ada- yın seçilmesinde baskı uygulanmaması ve tercih sırasında seçmenlerin bir partiye ya da diğerine oy vermeye aşırı şekilde itilmemeleri gerektiği anlamına gelmektedir. Bu ne- denle, aday ya da parti tercihlerinde, seçmenlere hiçbir şekilde baskı uygulanmamalıdır.

“Tercih” kelimesi, siyasi partilere, seçimlerde adaylarını makul ölçülerde sunma fırsatı verilmesi gerektiği anlamına gelmektedir ( Yumak ve Sadak, §108). Mahkeme, bir davanın 3. maddeye uygunluğu incelerken, temel olarak iki kritere odaklanmaktadır: Keyfi liğin veya orantısızlığın söz konusu olup olmadığı ve kısıtlamanın halkın görüşlerinin özgürce ifade etmesine müdahale oluşturup oluşturmadığı.

Mahkeme, 3. maddede güvence altına alınan hakların etkili olması ilkesi gereğince seçilme usulünün, keyfi kararları engelleyebilecek derecede güvence içermesi gerektiğini belirtmiştir ( Podkolzina, §35).

Seçimlerin yönetimi konusunda Mahkeme, devlet memurlarının tarafsızlığının öne- mini belirtmiş ve bu ilkenin tamamlayıcısı olarak 3. maddede güvence altına alınan hak- ların gerçek bir demokrasi için vazgeçilmez olduğunu vurgulamıştır. Bu nedenle, devlet- lerin seçimlerin serbest seçim hakkına saygı içinde düzenlenmesini sağlamak bakımından

“pozitif yükümlülükleri” vardır. Bu çerçevede Mahkeme, seçimlerin şeffaf bir şekilde işleyen ve siyasi manipülasyonlara karşı tarafsız ve bağımsız kalabilen bir organ tarafın- dan yönetilmesinin gerekli olduğunu belirtmiştir ( Gürcistan İşçi Partisi, §101). Ancak Avrupa Konseyi üyeleri arasında bu organın çalışma ve üyelerinin belirlenme yöntemi hakkında yerleşmiş ortak bir uygulama mevcut değildir; tercihler her ülkenin siyasi veya tarihi koşullarına göre değişiklik göstermektedir. Bu nedenle Mahkeme, “yasama orga- nının seçilmesinde halkın düşüncesini özgürce açıklama hakkı”na saygı göstermek kay- dıyla, seçimlerin yönetimi alanında devletlerin geniş bir takdir alanına sahip olduğunu belirtmiştir ( Gürcistan İşçi Partisi, §103).

Siyasi partilere devlet yardımı

Özgürlük ve Dayanışma Partisi – Türkiye davası, yasama meclisi seçimlerine katılıp yüzde 7’nin altında oy elde eden partilere devlet yardımı yapılmaması hakkındadır. Öz- gürlük ve Dayanışma Partisi, 1999 yasama meclisi seçimlerine katılma hakkı kazanmış bir parti olarak devlet yardımı almak için seçimler öncesinde başvuru yapmıştır. Ancak yasanın öngördüğü bir önceki seçimlerde yüzde 7 oy alma koşulunu yerine getirmediği

(13)

SERBEST SEÇİM HAKKI / Açıklama için bu talebi reddedilmiştir. Mahkeme önünde başvurucu parti, talebinin reddinin, 3.

maddeyle bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlalini oluşturduğunu iddia etmiştir.

Başvurucuya göre, hazine yardımından yararlanmayan bir siyasi parti, görüşlerini halka ulaştırmak bakımından, bu yardımdan yararlanan partilere göre daha dezavantajlı konum- dadır. Mahkeme, bu davada öncelikle siyasi partilere hazine yardımı yapılmasının bu par- tileri özel bağışçılara bağımlı olmasını engellemeyi amaçladığını hatırlatmıştır. Avrupa Konseyi’ne üye devletlerde bu yardım ya mutlak eşitlik ya da adil bir dağılım temelinde iki şekilde yapılmaktadır. Ancak bütün bu ülkelerde aday enfl asyonunu önlemek ama- cıyla genellikle her zaman bir asgari seçmen desteği çıtası belirlenmektedir. Belirlenen asgari seçmen çıtasının ne olduğu konusunda devletler arasında bir ortak uygulama olma- dığı gibi, bunu gösteren bir metin de mevcut değildir. Siyasi partilere hazine yardımında belirli bir çıta öngörülmesi, bir yandan çoğulculuğu koruyarak diğer yandan adayların gereksiz çoğalmasını önleyerek belirli bir meşru amaç izlemektedir. Türkiye’de bu çıta (yüzde 7) Avrupa Konseyi üyeleri devletler arasında en yüksek olanıdır. Ancak bu çıta- nın yüksek olması hazine yardımında bir tekel oluşmasına yol açmamış ve birçok parti bu yardımdan yararlanmıştır. Ayrıca başvurucu partinin geçmiş seçimlerde elde ettiği oy oranı yüzde 7 oranının epeyce altındadır ve bu oy oranı ile diğer birçok Avrupa ülkesinde de hazine yardımına hak kazanamamaktadır. Başvurucu parti, Türkiye’deki seçmenlerin kayda değer bir desteğini aldığını kanıtlayamamıştır. Nihayet Mahkeme, Türkiye’de dev- letin siyasi partileri desteklemek için birçok başka tedbir aldığını (kimi vergi muafi yetleri, ulusal kanallarda propaganda yapma imkânı gibi) ve başvurucu partinin de bunlardan yararlandığını vurgulamıştır. Bu gerekçelerle Mahkeme, Sözleşme’nin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır.

Seçimlerin yönetimi

Gürcistan İşçi Partisi – Gürcistan davası, seçimlerin çok özel koşullarda yönetimi hakkındadır. Kasım 2003 tarihinde Gürcistan’da karma bir seçim sitemi ile genel seçim- ler düzenlenmiştir. Gürcistan İşçi Partisi bu seçimlerde yüzde 12,04 oranında oy almış ve nispi seçim sistemine göre, 150 üzerinden 20 milletvekili elde etmeye hak kazanmış- tır. Ancak meclisin ilk toplantısı, hileli seçim olduğunu iddia eden kişilerin düzenlediği gösteriler nedeniyle kesintiye uğramış ve Cumhurbaşkanı istifa etmek zorunda kalmıştır (Güller Devrimi). Daha sonra Anayasa Mahkemesi, Kasım 2003 seçimlerini iptal etmiş- tir. Mart 2004’te Merkezi Seçim Komisyonunun gözetiminde yeni seçimler düzenlen- miştir. Bu Komisyon, Acaristan Özerk Cumhuriyeti’ndeki iki seçim çevresinin (Khulo- ve Kobuleti) seçim sonuçlarını iptal etmiş ve burada yeni seçimlerin yapılmasına karar vermiştir. Ancak bu seçim çevresinde seçim sandıkları seçim günü kapalı kalmıştır. Aynı gün Merkezi Seçim Komisyonu seçim sonuçlarını açıklamış ve Gürcistan İşçi Partisi’nin yüzde 6,01 oranında oy alarak yüzde 7 ulusal barajın altında kaldığı ve bu nedenle mec- liste temsil edilemeyeceği ortaya çıkmıştır.

Gürcistan İşçi Partisi davasında Mahkeme, ilk olarak seçmen listesi düzenleme yön- temine ilişkin başvurucu partinin şikâyetini incelemiş ve bu konuda 3. maddenin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. Mahkeme, seçmen listelerinin iyi hazırlanması ve yöne- tilmesinin seçimlerin sıhhati bakımından temel önemde olduğunu vurgulamış ve dava konusu liste hazırlama yönteminin birçok Avrupa ülkesinde kullanıldığını not etmiş ve ayrıca seçimlerin uluslararası kuruluşlar tarafından izlendiğini de belirtmiştir. Mahkeme, seçmen listeleri konusunu bu çerçevede inceleyerek, “halkın görüşünün özgür ifadesini sağlamak” konusunda devlete düşen “pozitif yükümlülüğün” yerine getirildiği sonucuna varmıştır ( Gürcistan İşçi Partisi, §90). Mahkeme ikinci olarak, Merkezi Seçim Komis- yonunun kompozisyonunu incelemiştir. Bu Komisyonun 15 üyesinin 7’sini (üstün oyu olan başkan dâhil) Cumhurbaşkanı ve onun mensup olduğu parti belirlemektedir. Mahke- me Komisyonun bu kompozisyonunu eleştirmiş ve Komisyon üyelerinin siyasi iktidarın

(14)

İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR

baskısına karşı bağımsız kalmalarının güç olabileceğini belirtmiştir. Ancak başvurucu partinin bu Komisyonun seçim hilesi yaptığı yönünde ciddi bir kanıt getirememesini dik- kate alarak bu şikâyet konusunda da 3. maddenin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır.

Buna karşılık Mahkeme, iki seçim çevresinde seçmenlerin seçme hakkından yoksun kal- dıkları gerekçesiyle Sözleşme’nin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Mahkeme’ye göre, başvurucu parti bu iki seçim çevresinden gelebilecek oylara güvenme hakkına sahiptir.

Oysa Komisyon, nedeni anlaşılamayan keyfi bir kararla, yasal temeli olmaksızın bu iki seçim çevresinde seçimleri iptal etmiştir. Mahkeme’ye göre, genel oy ilkesini hayata ge- çirmek konusunda devlete düşen “pozitif yükümlük” dikkate alındığında, bir devletin en kısa sürede bir meclise sahip olma meşru amacı Acaristan Cumhuriyeti’ndeki 60,000 seçmeni oy kullanma hakkından yoksun bırakmayı haklı göstermeye yetmemektedir.

Medyadan yararlanma

Rusya Komünist Partisi ve Diğerleri – Rusya davası, Rusya’daki siyasi muhalefet par- tilerinin ve siyasetçilerinin, 2003 parlamento seçimleri sürecinde siyasi partilerin seçim kampanyalarından yeterince yararlanamadığı iddiası hakkındadır. Bu parti ve adaylar, önde gelen 5 TV kanalında kendilerine eşit yer verilmemiş olması nedeniyle seçimlerin serbest biçimde yapılmadığını ileri sürmüşlerdir. Mahkeme bu davada 3. maddenin, etkili bir siyasal demokrasinin temel bir ilkesi olduğunu hatırlatır. Mahkeme’ye göre, “yasama organının seçiminde halkın kendi düşüncelerini serbestçe ifade etmesinin güvence altına alındığı koşullarda” deyimi, Sözleşme’nin 10. maddesinde korunan ifade özgürlüğünden ayrı olarak, esas itibarıyla bütün vatandaşların seçme ve seçilme haklarını kullanırken eşit muamele görme ilkesini ortaya koymaktadır. Mahkeme, Venedik Komisyonunun seçim- lerde farklı siyasi partiler ve adaylara kamu makamlarının tarafsız davranması ve özellik- le seçim kampanyası ve medyadan yararlanma bakımından “fırsat eşitliği” ilkesine uyul- ması gerektiğini belirttiğini de hatırlatmıştır. Somut olayda Mahkeme, şikâyeti devletin özgür seçimler konusundaki “pozitif” ve “negatif” yükümlülükleri açısından incelemiştir.

Rusya Komünist Partisi ve Diğerleri kararında Mahkeme, devletin denetlediği medya üzerinde farklı siyasi parti ve adaylara eşit ve tarafsız davranması gerektiği konusunda, başvurucuların Hükümet yanlısı bir medya yaratarak seçimleri manipüle ettiği yönündeki iddialarını kanıtlayamadığı sonucuna varmıştır. Bu sonuca varırken özellikle o sırada yü- rürlükte olan kanun ve usullerin, muhalefetin televizyon erişimlerine dair asgari süreleri güvence altına almasını ve devlet medyasının tarafsızlığı ilkesini öngörmesini dikkate almıştır. Mahkeme’ye göre, 2003 seçimlerinde ekrana çıkma konusunda eşitlik sağlan- mamış olsa da, bu durum, seçimlerin Sözleşme anlamında “serbest” olmadığı sonucuna varacak düzeye ulaşmamıştır.

Rusya Komünist Partisi ve Diğerleri davasında başvurucular hukuki düzenlemelerden değil, uygulamada 5 temel ulusal televizyon kanalının tarafsız davranmadığından şikâyet etmişlerdir. Mahkeme, başvurucuların bu şikâyetinin Yüksek Mahkeme tarafından in- celendiğini ve bu mahkemenin başvurucuların iddialarını kanıtlayamadıkları sonucuna vardığını belirtmiştir. Kendisine sunulan bütün kanıtları değerlendiren Mahkeme, ulusal mahkemenin vardığı sonucun “keyfi ” olduğunun ya da “açıkça makul” olmadığının ileri sürülemeyeceğini kabul etmiştir. Bu nedenle başvurucuların bu yöndeki iddialarını yete- rince kanıtlayamadıkları gerekçesiyle reddetmiştir. Ancak Mahkeme incelemesinde bu sonuçla yetinmemiştir. Başvurucuların şikâyetini ayrıca 3. maddenin öngördüğü devletin pozitif yükümlülükleri açısından incelemiştir. Mahkeme’ye göre:

“Birinci Protokolün 3. maddesi bağlamında devletin temel yükümlülüğü, diğer bir- çok medeni ve siyasi haklarda olduğu gibi, sadece bir şey yapmaktan kaçınma ya da

(15)

SERBEST SEÇİM HAKKI / Açıklama müdahalede bulunmama değil, ama aynı zamanda devletin “demokratik seçimler örgütle- me” şeklinde pozitif yükümlülüğü de vardır” (§123).

Mahkeme, bu pozitif yükümlülüğe dayanarak, seçimlerde medyanın rolü söz konusu olduğunda, devletin dengeleyici ve “serbest seçimlerle” uyumlu bir görevi olup olmadığı sorusunu sormuştur. Mahkeme bu bağlamda ilk olarak, devletin, kişilerin seçimlerin med- ya tarafından manipüle edildiği yönündeki şikâyetlerini inceleyecek etkili bir yol kurma şeklinde bir usul yükümlülüğü bulunduğunu hatırlatmıştır. Somut olayda bu yükümlülük yerine getirilmiştir. Diğer yandan Mahkeme, çoğulculuğun sağlanması için ister istemez devletin bir takım pozitif yükümlülükleri olduğunu belirtmiştir. Bu noktada Mahkeme, farklı parti ve adayların medyadan yararlanmaları için belirli kurallar olduğunu kaydet- miştir. Ayrıca Rusya mevzuatı kamu medya kuruluşlarının tarafsızlığını ve bağımsızlığını güvence altına almıştır. Sonuç olarak Mahkeme, Rusya Devletinin muhalefette olan siya- si parti ve adaylarına Rusya televizyonlarında yer verilmesi ve Rus medyasının editoryal bağımsızlığını sağlamak için önlemler aldığını belirtmiştir. Bu düzenlemeler belki uygu- lamada partilerin ekranı kullanmaları konusunda gerçek bir eşitlik sağlayamamaktadır.

Ancak Mahkeme, önüne gelen bütün kanıtları değerlendirerek ve devletin bu alandaki takdir alanını da dikkate alarak, bu durumun 3. maddenin ihlalini oluşturacak düzeye gelmediği sonucuna varmıştır.

Namat Aliyev – Azerbaycan davasında başvurucu, parlamento seçimlerinde adaylığını koyduğu bölgede seçim gününde seçim kanununa yönelik bazı çok ciddi ihlaller yaşan- dığını ve usulsüzlükler yapıldığını, seçim bölgesindeki seçmenin gerçek eğilimini belir- lemenin mümkün olmadığını ve serbest seçimlerde aday olma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Mahkeme, eğer bir adayın seçimlerde usulsüzlük olduğu yönünde savu- nulabilir bir şikâyeti varsa, bu şikâyetini sunabileceği bir yolun o ülke hukuk sisteminde olması gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme’ye göre (§81):

“… seçim hakları konusunda bireysel şikâyetlerin etkili bir şekilde inceleneceği ulu- sal bir sistemin varlığı serbest ve adil seçimler için temel güvencelerden biridir. Böyle bir sistem, bireysel haklardan oy vermek ve aday olmak haklarının etkili bir kullanımını sağlayacaktır, seçim sürecinde devletin idaresine dönük güveni koruyacaktır ve devletin Birinci Protokolün 3. maddesinden doğan pozitif yükümlülüğünü karşılayacak önemli bir araç oluşturacaktır. Gerçekten de, bütün seçim süreci boyunca demokratik seçimleri etkileyen olaylara karşı bu sorunları etkili bir şekilde inceleyen ulusal mercii olmazsa, devletin Birinci Protokolün 3. maddesinden ve bu maddenin güvence altına aldığı birey- sel haklardan doğan yükümlülüğünün içi boşalacaktır.”

(16)

ÖNEMLİ KARARLAR

02.03.1987 9267/81 MATHIEU-MOHIN ve CLERFAYT - BELÇİKA

♦ yasama organı seçimi (Flaman bölgesindeki Fransızca konuşan azınlık seçmenlerin oy verdiği adayın seçildiği zaman Parlamentoda Fransızca yemin ederek Parlamentodaki Fransızca dil grubu üyesi olduğu için, bazı yasama fonksiyonlarına sahip Flaman Konseyi üyesi olamaması), serbest seçim hakkı konusunda ayrımcılık—azınlığa mensup seçmenler arasında farklı muamele (Fransızca konuşan azınlık seçmenlerin oy verdiği adayın Flaman meclisine üye olamaması nedeniyle farklı muamele, bu şikâyetin serbest seçim hakkı bakı- mından incelenip reddedilmiş olması) ■ serbest seçim hakkı

DAVANIN ESASI I. Dava konusu olaylar A. Bayan Mathieu-Mohin

11. Fransızca konuşan bir Belçika vatandaşı olan bayan Mathie-Mohin, halen Brüksel’de yaşamaktadır; fakat Komisyon’a başvuru yaptığı sırada Vilvoorde’da oturmaktaydı. Vil- voorde, Brüksel seçim bölgesinde bir Flaman Bölgesi olan Halle-Vilvoorde ilçesinde ka- lan bir beldedir.

Başvurucu, doğrudan genel seçimlerde Brüksel seçim bölgesinden, Parlamentonun iki Meclisinden biri olan Senato üyesi olarak seçilmiştir. Başvurucu, parlamento yeminini Fransızca yaptığı için, Flaman Konseyi üyesi olamamıştır. Öte yandan başvurucu, Fransız Topluluk Konseyi üyesi olmuş, fakat Valon (Walloon) Bölge Konseyi üyesi olamamıştır.

Başvurucu 8 Aralık 1981 seçimlerinde yeniden seçilememiş, Ekim 1985 genel seçimle- rinde aday olmamıştır.

B. Bay Clerfayt

12. Fransızca konuşan bir Belçika vatandaşı olan bay Clerfayt, Sint-Genesius-Rode’da oturmaktadır. Vilvoorde gibi bu belde de, Halle-Vilvoorde ilçesinde ve Brüksel seçim bölgesinde kalmaktadır. Başkent Brüksel çevresindeki diğer beş beldeyle birlikte bura- ya, çok sayıda Fransızca konuşan sakininin bulunması nedeniyle, Parlamento tarafından

“özel statü” verilmiştir.

Bay Clerfayt, başlangıçtan beri, Brüksel Fransızca Konuşanların Demokratik Cephesi safl arında aktif olmuştur. Başvurucu 1968 yılından bu yana Brüksel’den, Parlamentonun Temsilciler Meclisine seçilmiştir. Başvurucu, Parlamentoda Fransızca yemin etmiştir; bu durum, kendisinin Flaman Konseyi üyesi olmasını engellemiştir. Öte yandan başvurucu, Fransız Topluluk Konseyi üyesi olmuş, fakat Valon Bölge Konseyi üyesi olamamıştır.

13. Bay Clerfayt, 28 Kasım 1983’te Temsilciler Meclisi Başkanından, bölge planlaması, arazi politikaları, destek konutları ve kamu yararına zorunlu satış konularından sorumlu Flaman Hükümet üyesine, Sint-Genesius-Rode’da ve Brüksel seçim bölgesinin diğer yö- relerinde ortaya çıkan bazı sorunlarla ilgili soru sormak için izin istemiştir. Başvurucunun izin talebi, ertesi gün kabul edilemez görülerek, reddedilmiştir. Başvurucu bu izni, 13 Aralıkta, Flaman Konseyi Başkanından istemiş, 15 Aralıkta aynı cevabı almıştır.

(17)

SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar II. Anayasal ve yasal ardalan

14. Belçika Krallığı başlangıçta, 1831’de, geniş özerkliğe sahip illere ve beldelere ayrıl- mış olmasına rağmen, üniter bir Devlet olarak görülmüş (1831 tarihli Anayasa, md. 1, 31 ve 108), fakat tedricen, federal bir örgütlenme tarzına doğru ilerlemiştir.

24 Aralık 1970 ve 17 Temmuz 1980 tarihli anayasal reformların başlıca kilometre taşla- rını oluşturduğu bu değişim süreci, henüz tamamlanmamıştır. Bu değişim, merkezi milli kurumlar üzerindeki yansımalarının dışında, Bölgelerin ve Toplulukların kurulmalarıyla kendini göstermiştir; Halle-Vilvoorde ilçesinden seçilenlerin ve buradaki seçmenlerin du- rumu da etkilenmiştir.

A. Merkezi milli kurumlardaki gelişme

15. Ulusal düzeydeki yasama yetkisi, Kral ve Parlamento tarafından kullanılır; Parlamen- to, Temsilciler Meclisi ve Senatodan oluşur (Anayasa, md. 20). Temsilciler Meclisinin 212 üyesi, dört yıl için, katılmanın zorunlu olduğu doğrudan ve genel seçimlerde, gizli oyla, orantılı temsil esasına göre seçilir (Anayasa md. 47, 48, 49(1) ve 51); Senatonun 116 üyesi, dört yıl için, bir kısmı yine genel seçimle ve bir kısmı bölge konseyleri veya kendi üyeleri tarafından seçilir (Anayasa, md. 53-55).

Temsilciler Meclisinde her bir seçim bölgesi, ülke nüfusunun 212’ye bölünerek elde edi- len ulusal paydaya kendi nüfusu bölündüğünde, çıkan sayı kadar sandalyeye sahiptir;

kalan sandalyeler, en fazla artık oya sahip temsil edilmeyen nüfusun bulunduğu bölgelere gitmektedir (md. 49(2)). Bir adayın bir sandalye kazanabilmesi için, yaklaşık 20,000 oy alması gerekir; kesin sayı, bir seçim çevresinden diğerine, biraz değişmektedir.

16. Anayasada belirtilen bazı kararlar alınırken, her Meclisin seçilmiş üyeleri, kişisel ola- rak konuştukları dil ne olursa olsun, yasada öngörülen şekilde, Fransızca konuşan gurup ve Felemenkçe konuşan gurup olmak üzere, iki guruba ayrılmaktadır (Anayasa md. 32/

ek).

Temsilciler Meclisinde Fransızca konuşan gurupta, kural gereğince, Fransızca konuşan seçim çevrelerinden seçilen üyeler ile Verviers seçim çevresinden seçilen üyeler yer al- maktadır; buna karşılık Felemenkçe konuşan gurupta sadece Felemenkçe konuşan seçim çevrelerinden seçilen üyeler yer almaktadır; Brüksel seçim bölgesinden seçilen üyeler ise, Parlamentoda Fransızca veya Felemenkçe olarak yaptıkları yemine göre, Fransızca veya Felemenkçe gurubuna girmektedirler (3 Temmuz 1971 tarihli Yasa, md 1(1)).

Senatodaki dil guruplarına da aynı kriterler uygulanır (aynı Yasa, md. 1(2)).

17. Dil gurupları, başka şeylerin yanında, şu kararların alınmasında rol oynarlar: bir yere özel bir statü vermek için o yeri idari şemadan çıkarma (Anayasa, md. 1/son); dil bölge- lerinin sınırlarını düzeltme veya başka şekilde değiştirme (md. 3/ek); Topluluk Konsey- lerinin ve Hükümetlerinin kompozisyon ve görev şekillerini düzenleme (md. 59/ek ve (1) sonu); sözü edilen Konseylerin yetki kapsamını belirleme (md. 59/ek (2) sonu, 2.ek sonu ve 4. ek); bölge kurumlarının yetkilerini ve yetki alanlarını belirleme (md. 107 son bendi). Anayasa bu gibi durumlarda, “her iki Meclisteki her dil gurubunda oy çoğunluğu”

aramaktadır; diğer şartlar ise şunlardır: “her guruptaki üyelerin çoğunluğu hazır bulun- malı” ve “iki dil gurubundaki evet oyların miktarı, toplam oy miktarının en az üçte ikisini bulmalı”dır.

Bu şartlara ilave olarak, bazen “alarm zili” denilen, Anayasanın 38 ek maddesinde öngö- rülen bir sistem bulunmaktadır. Buna göre:

(18)

İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR

“Bütçe Yasaları ile nitelikli çoğunluk gerektiren Yasalar dışında, bir yasa tasarısının mü- zakereye sunulmasından sonra ve açık oturumda yapılacak son oylamadan önce, bir dil gurubu üyelerinin dörtte üçünün imzasıyla, yasa tasarısındaki bazı hükümlerin Topluluk- lar arasındaki ilişkilere ağır zarar verebileceğini belirten gerekçeli bir önerge verilebilir.

Böyle bir durumda, Parlamentodaki işlemler ertelenir ve önerge Hükümete gönderilir;

Hükümet bu önerge hakkında otuz gün içinde gerekçeli bir görüş sunar ve ilgili Meclisin ya bu görüş üzerinde veya muhtemelen değiştirilmiş olan Tasarı üzerinde oylama yapma- sını talep eder.

Bu usul, bir dil gurubu üyeleri tarafından bir tasarı hakkında birden fazla kullanılamaz.”

Bu hükümler öncelikle, Fransızca gibi, ülkede azınlık dili konuşanları korumak için getirilmiştir.

Öte yandan bir dil grubuna üyelik, parlamento görüşmeleri sırasında o dili kullanma yü- kümlülüğü yüklemez. Dahası, Anayasanın 32. maddesine göre Temsilciler Meclisi üye- leri ile Senato üyeleri, “sadece Parlamentoya seçildikleri il veya ilçe”yi değil, bir bütün olarak “ulusu temsil” ederler.

18. Hükümette “Başbakanın dışında”, “Fransızca konuşan Bakan sayısı kadar, Felemenk- çe konuşan Bakan bulunur” (Anayasa, md. 86 ek).

B. Bölgeler ve Topluluklar 1. Tanımlar

(a) Dil bölgeleri

19. Anayasa 3. maddesine 24 Aralık 1970 tarihinde eklenen hükümle Belçika, “Fransız- ca dil bölgesi, Felemenkçe dil bölgesi, iki dilli Başkent Brüksel bölgesi ve Almanca dil bölgesi, olmak üzere, dört dil bölgesi”ne ayrılmıştır. Her belde, “bu bölgelerden birine girer”.

Birinci dil bölgesi Hainaut, Lüksembourg, Namur illerini, Liege ilinin Almanca dil böl- gesi beldeleri dışında kalan kısmını ve Brabant ilindeki Nivelles ilçesini kapsar; ikinci bölgede, Antwerp, Batı Flanders, Doğu Flanders, Limbourg illeri ve ayrıca Vilvoorde ve Sint-Genesius-Rode beldelerinin bulunduğu Halle Vilvoorde ilçesi ile Brabant ilinin Louvain ilçesi yer alır; üçüncü bölgede Brüksel ve çevresindeki on sekiz belde yer alır;

dördüncü bölgede, Verviers’in yirmi beş beldesi yer alır (İdari konularda dillerin kullanıl- ması hakkında Kanunların 3-6. maddeleri, bu kanunlar 18 Temmuz 1966’da bütünleştiril- miştir; bundan sonra “1966 tarihli Bütünleştirme Kanunları” şeklinde geçecektir).

(b) Bölgeler

20. Dil bölgeleri, idari ve adli konularda olduğu gibi, eğitim alanında da kullanılacak dil- ler hakkındaki yasaların uygulanacağı yerleri göstermeye yaramaktadır. Dil bölgelerinin kendi yetkileri veya kurumları yoktur. Bu nedenle, 24 Aralık 1970 tarihli anayasa değişik- liğiyle kurulan ve bazen “siyasal” olarak nitelenen Bölgelerden farklıdır.

21. Anayasanın 107. maddesinin 1. fıkrasına göre, Belçika’da “Valon Bölgesi, Flaman Bölgesi ve Brüksel Bölgesi olmak üzere, üç Bölge bulunmaktadır; bir “Alman Bölgesi”

yoktur.

8 Ağustos 1980 tarihli Kurumsal Reform Hakkında Özel Yasa (bundan sonra “1980 tarih- li Özel Yasa” diye geçecek), “geçiş dönemi için” ilk iki Bölgenin hudutlarını çizmektedir.

Buna göre Flaman Bölgesi, tamamen Felemenkçe dil bölgesinde yer alan il ve ilçele- ri içermektedir; Valon Bölgesi ise, Hainaut, Lüksembourg ve Namur illeri ve Nivelles

(19)

SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar ilçesinin yanında, Almanca dil bölgesi beldelerini hariç tutmadan, bütün bir Liege ilini kapsamaktadır (1980 tarihli Özel Yasa, md. 2)

Öte yandan 1980 tarihli Özel Yasa, Brüksel Bölgesinden söz etmemektedir. Bu Bölgenin sınırları, “geçici Toplulukları ve bölge kurumları kuran”, 20 Temmuz 1979 tarihli bü- tünleştirme Yasanın 1. maddesinin son fıkrasında düzenlenmeye devam etmektedir. Bu sınırlar, “Başkent Brüksel’in idari sınırlarına” karşılık gelmektedir.

22. 1980 tarihli Özel Yasa, Anayasanın 59 ek ve 107. maddelerinde öngörülen özel ço- ğunluklarla (bk. yukarıda §17) kabul edilmiştir; bu kanunda daha sonra yapılacak deği- şiklik için aynı şey gerekir. Bu yasa Senatodan 22 aleyhte ve 3 çekimser oya karşılık 137 oyla, Temsilciler Meclisinde 19 aleyhte 5 çekimser oya karşılık 156 oyla kabul edilmiştir.

(c) Topluluklar

23. Son olarak, 17 Temmuz 1980 değişiklik tarihli Anayasanın 3ter maddesinin 1. fıkrası,

“Fransız Topluluğu, Flaman Topluluğu ve Almanca konuşanlar Topluluğu olmak üzere üç Topluluk” kurmuştur; bu toplulukların her birinin, Valon Topluluğu ve Flaman Topluluğu gibi, tüzel kişilikleri vardır (1980 tarihli Özel Yasa, md. 3).

2. Yetki alanları (a) Bölgeler

24. 1980 tarihli Özel Yasanın 6(1). fıkrası, Anayasanın 107. maddesinin ikinci fıkrasının uygulanması için çıkarılmış olup, Valon ve Flaman Bölgelerinin bölgesel planlama, çevre, kırsal alandaki yenileştirmeler ve doğal kaynaklar, konut sağlama, su politikası, ekonomi politikası, enerji politikası, ikinci derece idari makamlar, istihdam politikası ve araştırma ve uygulama konularındaki yetkilerini, uzun ve ayrıntılı bir şekilde düzenlemektedir.

Bu yasa, Brüksel Bölgesi için geçerli değildir; bu Bölge, bölgesel konularda veya yerel olarak görülebilecek konularda, ulusal Parlamentoya tabi olmaya devam etmektedir (9 Ağustos 1980 tarihli Kurumsal Reformlar Hakkında “genel” Yasa, md. 48 ile birlikte ele alınan 20 Temmuz 1979 tarihli “Bütünleştirme” Yasanın 2. maddesi).

(b) Topluluklar

25. Anayasanın 59 ek 2 ve 3. fıkraları, Fransız ve Flaman Topluluklarına, kültürel ko- nularda, eğitim (bazı istisnalar dışında), Topluluklar arası işbirliği, uluslararası kültürel işbirliği gibi, ilgili kişilerin yetkili makamlarla yerel resmi dil dışında kendi dilleriyle yazışabilecekleri (“matieres “personnalisables”) konularda ve dili kullanabilecekleri bazı alanlarda yetkiler vermektedir. 1980 tarihli Özel Yasanın 4. maddesi ve 5(1). fıkrası, kül- türel konularda ve matieres personanalisables hakkında ayrıntılı hükümler içermektedir;

matieres personanalisables, sağlık politikası, bireylere yardım, uygulamalı bilimsel araş- tırma ile ilgilidir. Bundan sonra daha da az sözü edilecek olan Almanca konuşan Toplu- luk, biraz daha az yetkiye sahiptir (Anayasa, md 59 ter 2-4 fıkralar).

3. Kurumlar (a) Tanımlar

26. Anayasanın 107. maddesinin ikinci fıkrası, gerekli bölgesel organları kurma görevini Parlamentoya bırakmıştır.

Öte yandan Anayasanın 59 ek 1. fıkrası, Fransız Topluluğu ve Flaman Topluluğunun birer Konseyi ve birer Hükümeti (Executive) bulunmasını öngörmektedir. İkinci fıkraya göre bu Konseyler ve Hükümetler, “yasada gösterilen usul ve şartlarda, Valon Bölgesi ve Fla- man Bölgesinin yetkilerini kullanabilirler”.

(20)

İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR

27. Yasama organı bu bölgesel organları kurma yetkisini, sadece Flaman Bölgesi için kullanmıştır. “Flaman Konseyi” ve Flaman Hükümeti” olarak adlandırılan “Flaman Top- luluğu Konseyi ve Hükümeti”, 1980 tarihli Özel Yasanın 1(1). fıkrasına göre, sadece Ana- yasanın 59 ekinde sıralanan konularda değil, fakat aynı zamanda, Flaman Bölgesinde Anayasanın 107. maddesinde sıralanan konularda da yetkilidir.

Öte yandan, Topluluk konularında yetkili Fransız Topluluk Konseyi ve Hükümeti ile bölgesel konularda yetkili Valon Bölge Konseyi ve Hükümeti kurulmuştur (1980 tarihli Özel Yasa, md 1(2) ve (3)). 1980 tarihli Özel Yasanın 1. maddesinin 4. fıkrası, “Fransız Topluluk Konseyi ve Hükümeti”nin “Anayasanın 107. maddesinde belirtilen konularda bölgesel kurumların yetkisini” kullandığı gibi, bu iki Konseyi Valon Bölgesinde “birlikte karar verme”ye yetkili kılmıştır; fakat bu hüküm henüz uygulamaya geçmemiştir.

28. Brüksel Bölgesi, daha önce geçen 1979 tarihli Bütünleştirme Yasası tarafından dü- zenlenmeye devam etmektedir. Bu Bölgenin, Flaman Konseyi veya Valon Bölge Konseyi gibi bir yasama meclisi ve bu meclislerin seçtiği Hükümetler gibi bir Hükümeti bulun- mamaktadır; bu Bölgenin sadece, kraliyet kararnamesiyle atanan bir “bakanlar komitesi”

bulunmaktadır (md. 4)

Hükümete göre bu durum, “bir ‘bekle ve gör’ durumu”dur. 1980 tarihli Özel Yasa haline gelecek olan yasa tasarı hakkında, 1980 yılında kendisinden görüş istenen Danıştay (Con- seil de d’Etat) Yasama Bölümü, bu tasarının “ancak, Anayasanın 107. maddesinin Brük- sel Bölgesi bakımından uygulanmasının ertelenmesi şartıyla anayasaya uygun olacağı, fakat iptal edilmemesi gerektiği, uygulamayı geciktirmenin makul bir süreyi aşmaması gerektiği” görüşünde olduğunu belirtmiştir.

29 Kasım 1985’te, bir ay önce göreve başlayan Hükümet, Devlet Reformu Çalışma Merkezi’nin, “Brüksel’in sorunlarına özel bir özen göstereceği”ni açıklamıştır. Bu Ça- lışma Merkezi, 14 Mart 1983 tarihli bir kraliyet kararnamesiyle kurulmuş olup, parla- menterlerden ve üniversitede eski veya görevdeki anayasa hukuku öğretim üyelerinden meydana gelmektedir. Çalışma Merkezi’nin görevi, “Devlet reformunun sürdürülmesi, değiştirilmesi ve geliştirilmesi” esaslarını hazırlamaktır.

(b) Üyelik (i) Konseyler

29. Anayasa sadece, 59 ek 1. fıkrasında (Fransız ve Flaman Toplulukları), 59ter 1. fık- rasının 2. bendinde (Almanca konuşan Topluluk) ve 107. maddesinin ikinci fıkrasında (Bölgeler), Konseylerin seçilmiş temsilcilerden meydana geleceğini belirtmektedir.

Üyelerin göreve nasıl geleceklerini belirlemek gerektiğinde, yasa, daimi bir sisteme dönüşümü kolaylaştırmak için, iki geçiş dönemi öngörmüştür. Komisyona başvurunun yapıldığı (5 Şubat 1981) birinci dönem, Parlamentonun her iki Meclisinin de tamamen yenilendiği 8 Kasım 1981’de sona ermiştir; henüz sona ermemiş olan ikinci dönem, Ana- yasanın Senato ile ilgili 53 ve 54. maddelerinin değiştirileceği tarihte sona erecektir.

30. Birinci geçiş döneminde Flaman Konseyi, Meclisin Felemenkçe dil gurupları üyele- rinden, Fransız Topluluk Konseyi de, Meclisin Fransızca dil gurupları üyelerinden oluş- muştur; Valon Bölge Konseyi ise aynı Fransızca dil gurupları üyelerinin, ya Hainaut, Liege, Lüksembourg ve Namur illerinden seçilmiş ve ya alternatif olarak, Brabant’tan veya buna ek olarak, seçim günü Valon Bölgesinde ikametgahları varsa, Senato tarafın- dan seçilmiş üyelerinden oluşmuştur. (1980 tarihli Özel Yasa, md. 28(1)).

31. Henüz sona ermeyen ikinci geçiş dönemi için:

Referanslar

Benzer Belgeler

Türkçenin seçmeli ders olarak öğretildiği diğer okullarda Türkçe dersleri Bosna Hersek vatandaşı ve Türk Dili ve Edebiyatı mezunu olan öğretmenler tarafından

39 Deniz Özyakışır, İç Göç Hareketleri Ve Geriye (Tersine) Göçün Belirleyicileri: Tra 2 Bölgesinden (Ağrı, Kars, Iğdır, Ardahan) İstanbul’a Gerçekleşen Göç

Bosna Hersek ile imzalanmış olan Serbest Ticaret Anlaşması bu ülke ile olan karşılıklı ticaretimizi arttırmamız açısından çok önemli bir vasıtadır.. Türk

Çengelci, Hancı ve Karaduman (2013) tarafından yapılan araştırmada, öğretmenler, okul ortamında öğrencilere kazandırılmaya çalışılan değerlerin sevgi,

İlâveten, yasa koyucu Bosna Hersek Anayasa Mahkemesi hâkimlerini seçme konusunda en çok yetkiye sahip olan makamdır ve yasa koyucunun Bosna Hersek Anayasa Mahkemesinin işinin

 Bosna Hersek Dış Ticaret Odası (Foreign Trade Chamber of Bosnia and Herzegovina - FTCBH): Bosna Hersek Dış Ticaret Odası 1909 yılında kurulmuş olup,

Diğer taraftan, Bosna Hersek Dış Ticaret ve Ekonomik İlişkiler Bakanlığı kaynaklarına göre, Bosna Hersek’te teknik düzenlemeler kapsamında mevzuatta

Bosna-Hersek bağımsızlığını kazanmakla birlikte, kurulmasını düşündükleri ve destekledikleri konfederasyon halindeki Yugoslavya‟nın içinde kalmak istediklerini