• Sonuç bulunamadı

Yoğun Kapitalizm ve Kontrol Mekanizmaları

2. KAPİTALİZM VE ÜRETİM SÜRECİ

2.2. Yüksek Kapitalizmde Üretim Süreci

2.4.3. Yoğun Kapitalizm ve Kontrol Mekanizmaları

Kapitalizm özünde yayılmacı bir nitelik taşıdığı için her zaman kontrol etme ve kendisine karşı gelişebilecek tehlikeleri önceden algılayarak önüne geçme arzusunu içinde barındıran bir sistemdir. Aslında iktidar olgusunun bir uzantısı olan bu anlayış, tebaasını istediği biçimde yönlendirme ve istediği özellikleri sergileyen bir tutum içinde olmasına yönelik baskı ve kontrol mekanizmalarını diri tutma ihtiyacının bir ifadesidir. Ancak kapitalizmi diğer iktidar biçimlerinden ayrı tutan temel özelliği, gelişen teknolojik olanaklarla birlikte kontrol mekanizmalarının her geçen aşamada daha yaygın hale getirebilme kabiliyetini sergilemesidir. Kapitalizmin tarihsel gelişimi göz önüne alındığında kontrol kabiliyetini güçlü tutabilmek için küçülme ve katı merkezileşme eğilimi sergilediği görülmektedir. Örneğin İmparatorlukların yıkılması ve kurulan ulus devletler gibi. Kapitalizmin ilk aşamaları olan bu dönemde özellikle ulaşım olanaklarının artış göstermesi organize olma becerisini de beraberinde getirmiş; kendi sınırları içerisindeki topluluğu dizayn etme ve yönlendirme becerisini gösteren ulus devletler aracılığıyla hakimiyet alanını sağlamlaştırmıştır.

Kapitalizmin kontrol etme ve baskı altında tutabilme konusundaki becerikliliği, iç dinamiklerinden kaynaklı çelişkilerin doğurduğu olumsuzluklar nedeniyle oluşan toplumsal ayaklanmalara engel olamamıştır. İdeolojik alt yapısını sosyalizmin oluşturduğu isyanlar ve işçi hareketleri, bununla beraber kapitalizmin güç odaklarının birbirlerine bir anlamda silah doğrultması, sistemin belli bir dönem kendinden feragat etmesine ve yeni çözüm yolları aramasına neden olmuştur. Sistemin kendinden ödün verdiği bu süreçte kontrol ve baskı mekanizmalarında da esnekleşmeye gidilmiş, örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılmış ve sosyal devlet bağlamında bir düzene geçilmiştir.

2. Dünya Savaşı sonrasında sistemin sacayaklarının bir masada toplanması ve Amerika öncülüğünde ortak paydada buluşması yeni yapılanmaların (IMF, Dünya Bankası, GATT…) oluşmasını sağlamış ve yaşanan değişimin tersine evrilmesi yönünde sabırlı bir bekleyiş dönemi yaşanmıştır. Özellikle SSCB ve ABD arasındaki soğuk savaş, bu sabırlı bekleyişin temelini oluşturmuştur. Ancak 1970’lerde yaşanan petrol krizi ve SSCB’nin güç kaybetmesi beklenen eskiye dönüş hamlesi için uygun ortamı oluşturmuş ve dönemin özelliklerinden faydalanarak örgütlenme becerisini ileri boyutlara taşıyan işçi sınıfının dünyanın birçok bölgesinde üniter devletler eliyle zorlu sınavı başlamıştır. Bu dönem, kontrol ve baskı mekanizmalarının gerek görünür gerek görünmez bütün nitelikleriyle devreye sokulduğu ve yeni bir işçi yapısı ve toplumsal yapının temellerinin atıldığı bir dönem olmuştur.

Neo-liberal politikalar eşliğinde yeniden organize olan kapitalist ülkelerin elini, gelişen teknolojik imkanlar oldukça kuvvetlendirmiştir. Teknolojinin gelişen olanaklarını kontrol ve dizayn etme yolunda oldukça başarılı uygulayan sistem, bu dönemde en çok medya ve basından faydalanarak aslında çok eski bir yöntem olan propaganda yöntemiyle toplumsal hafıza adeta baştan yaratılmış ve etkisizleştirilmiş kitleler meydana getirmiştir.

Üretim ağlarının küresel ölçekte yaygınlık kazanması ve çok uluslu şirketlerin ortaya çıkması ile sadece ideolojik bilinç anlamında değil, tüketim özellikleri açısından da kısırlaştırılan, aynılaştırılan, geleneksel motiflerin tamamen silikleştiği insan tipolojisi yaratılmıştır. Her dünya vatandaşının bilgisayarlara kayıtlı olduğu, kredi kart bilgileriyle hangi saat nerede olduğu, kısacası akıllara durgunluk veren bir kontrol dinamiği söz konusudur. Kapitalizm öncesi toplumların temel gerçeği olan kölelik kavramı bugün belki resmi prosedürlerde yer almasa da gerek çalışma ilişkilerinin almış olduğu boyut gerekse hayatın diğer alanlarında yaşanan gelişmeler ister devlet düzeyinde olsun isterse küresel ölçekte, kölelik kavramının konformist niteliklerle bezenmiş bir halinden farksız görülmektedir.

Küreselleşme süreci ulusal nitelikteki kamusal denetimi uluslararası alanda etkili olacak biçimde yeniden yapılandırmaktadır. Devletlerin ve uluslararası kuruluşların hesap verme sorumlulukları yerel olmaktan çıkıp uluslararası bir

sorumluluğa dönüşmektedir. Bu bağlamda çevre sorunları, uluslararası yolsuzluklar, dış krediler, yabancı sermaye yatırımlarının denetiminde ulusal denetim organlarının yetersiz kalması, uluslararası denetim mekanizmalarını ve mevcut ulusal denetim kurumlarının uluslararası düzeyde görev almasını zorunlu kılmaktadır. Uluslararası düzeyde devletler gerek birbirleriyle ve gerekse uluslar üstü kuruluşlarla olan ilişkilerinde uluslararası hukuk tarafından sınırlandırılmakta, uluslararası nitelikte bir denetim mekanizması ön plana çıkmaktadır. Birden fazla ülkenin yüksek denetim kurumunca yürütülen uluslararası denetim uygulamalarının yaygınlık kazanmasıyla denetimin uluslararasılaşması süreci hızlanmaktadır.

Günümüzde uluslararası arenada ulusların birbirleriyle olan ilişkileri, kamu kaynaklarının rasyonel kullanımı, gücün kolektif kullanımının sağlayacağı etki, bir eylem veya tutumu meşrulaştırma isteği gibi çabalar, devletleri örgütlü işbirliğine yönelten temel sebeplerdir. Uluslararası örgütler vasıtasıyla kurumsallaşan uluslararası işbirliği uluslararası barışın korunmasında, uluslararası uyuşmazlıkların barışçıl yöntemlerle çözümlenmesinde, politik aksiyonların şeffaflık kazanmasında ve sosyo-kültürel ve ekonomik yakınlaşmada işlevsel bir nitelik kazanmıştır.

Teknolojideki hızlı değişim ve gelişim, uluslararası mal ticaretinde ve sermaye akışında yaşanan serbestleşme, ekonomide piyasa sistemini temel alan liberal yapılanmalar, siyasette daha liberal bir demokrasiye yönelik yapılan yenilikler ve toplumsal örgütlenme modellerindeki yeni arayışlar küresel ölçekte yaygınlaşarak derin ve kapsamlı bir evrim süreci niteliği kazanmıştır. Dünya ticaretinde yaşanan serbestleşme ve mali piyasalarda tedrici bütünleşme eğilimleriyle birlikte teknolojinin ülkeler arasında akışkanlık kazanması, ulusal ekonomilerin üretim yapılarını, tüketim özelliklerini ve diğer ekonomilerle bağlantılarını önemli ölçüde etkilemekte ve dış koşullara duyarlılığını artırmaktadır. Bu açıdan devletin ulusal üretimi merkezden yönlendirme gücü azalırken, özel girişimlerin etkinlik sahası genişlemekte ve yerel üretici güçlerin önemi artmaktadır. Bu koşullar çerçevesinde devletin rolünün yeniden belirlenmesi, piyasa sisteminin en uygun ekonomik performansa yol verecek biçimde dizayn edilmesi ve kamusal yetki kurumlarının dengeli bir biçimde yerelleşmesi

anlamında uygulanacak reformlar dünyanın her bölgesinde hükümetlerin gündemine girmiş bulunmaktadır.104

104H. Ö. Köse, “Parlamento Adına Denetim İşlevi ve Yüksek Denetim Kurumlarının

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM