• Sonuç bulunamadı

3. YENİ KAPİTALİZMDE PREKARYALAŞMA SÜRECİ

3.3. Prekarya Sürecinin Hızlanması

3.3.1. Giderek Artan Güvencesizlik

İşsizlik, prekaryanın hayatının artık bir parçası haline gelmiştir. Bununla beraber yaşanan gelişmelerle işsizlikle başa çıkmayı zorlaştıran birtakım değişiklikler meydana gelmiştir. Küreselleşme dönemi öncesinde işsizlik, ekonomik ya da yapısal faktörlerle ilişkili olarak ele alınırdı. İşsizler yanlış zamanda yanlış yerde bulunan talihsiz kişiler olarak değerlendirilirdi. İşsizlik yardımları toplumsal güvensizlik ilkesine dayalı sistemler olarak can simidi niteliğini korumaktaydı. Herkesin bir şeklide sisteme katkısı olurdu ve işsiz kalma ihtimali düşük olanlar, işten çıkarılma ihtimali daha yüksek olan kesimleri doğrudan ya da dolaylı olarak desteklerdi. Her ne

kadar söz konusu kurgu bazı ülkelerde mevcudiyetini korusa da bu model artık çökmüş vaziyettedir. Bugün çok daha az sayıda işçi, sisteme birtakım katkılar sunabilme ya da kendi adına katkılar edinme şansına sahiptir. Yine aynı biçimde katkı kuralları kapsamında daha az sayıda işçinin sisteme katkı yapabilmesi söz konusudur. Ne olursa olsun işsizliğe dair resmi tutumda çok büyük değişiklikler yaşanmaktadır. Neoliberal bağlamda işsizlik artık neredeyse ‘tercihe bağlı’ hale gelmişve bu durum bireysel sorumluluk kapsamında değerlendirilmektedir. Yeni algıya göre insanlar öyle veya böyle ‘istihdam edilebilir’ şeklinde görülmekte ve mesele, sahip oldukları nitelikleri ‘geliştirmek’ veya ‘alışkanlık’ ya da ‘tavırlarını’ düzeltmek yoluyla işsizleri daha ‘istihdam edilebilir’ hale getirmekten geçiyor. Hal böyle olunca işsizleri tembel ve sorumsuz olarak değerlendirip paylamak da çok kolay hale gelmiştir.

İşsizlik sigortası hala birkaç ülkede mevcudiyetini korusa da bu sigortayı elde etmenin şartları başka pek çok ülkede zorlaştırılmış durumdadır. İşsizlik yardımından faydalanma süreleri kısaltılmış ve elde edilen yardımlar da kesintiye uğramıştır. Birçok ülkede işsizlerin ancak bir kısmı işsizlik yardımı alabilmekte ve bu sayı da gittikçe daralmaktadır. Geçim testine tabi kılınmış yardımların miktarları da artmış ve artık bu yardımlar, belirlenmiş bir sürü davranış koşulları yerine getirildiği ölçüde alınabilmektedir.

ABD’de işsizlik yardımı alabilmek için kişinin çalıştırıldığı son işyerinde en az bir yıl tam zamanlı çalışmış olması gerekmekte. İşsizlerin yarısından çoğu bu koşulları yerine getiremiyor. Durum bugün daha da kötü; çünkü mevcut şartları yerine getiremeyenler işgücü havuzundan da tamamen çekilmektedir. İşsizlik yardımı alanların üçte ikisiyse yeni bir iş bulamadan yardımlarının kesileceğinden korktuklarını ifade ediyor. 2010 yılı itibariyle işsizler ve eksik istihdam edilenler arasında yoksulluk, 1930’lardan bu yana ilk defa bu kadar kötü bir hal almıştır. Her dokuz Amerikalıdan biri gıda karnesiyle yaşamını sürdürmektedir. Her boş iş pozisyonu için kayıtlı tam altı aday var ve kriz öncesinde bu sayı 1,7 idi. Uzun dönemli işsizlik de toplam işsizliğin % 40’ına denk gelmekte ki bu da ekonomik durgunluk yaşanan daha önceki dönemlerden çok daha fazla bir rakamdır. Önceki dönemde yaşanan döngüsel ekonomik toparlanmalar sırasında gerçekleşen iş artışlarının

tamamını ortadan kaldıran Büyük Buhran’dan sonra aynı etki ilk defa son krizde yeniden görülmüştür.

Küreselleşen emek piyasasında yaşanan stagflasyon dönemleri, prekaryanın büyümesini hızlandırır. Artık daha fazla sayıda geçici ve korunaksız işçi olduğu için ekonomik durgunluğun ilk aşamasında emek kesiminin hızlı bir biçimde kıyıma maruz kalmasına daha elverişli bir ortam söz konusudur. Çok sayıda işçinin işten çıkarılıp talep yeniden artana kadar işlerini ellerinde tuttuğu günler artık geride kalmıştır. İşlerini ilk kaybedenler, iş piyasasının uçlarında yer alan işçiler olmaktadır. Ancak ekonomik durgunluk öncesinde istihdam istatistiklerinde ya da hemen ardından açıklanan işsizlik rakamlarında yer almamış olma ihtimalleri de söz konusudur. Bu durum da zaten yüksek oranda gizli istihdam ya da göçmen istihdamına sahip bazı Avrupa ülkelerinde neden kayıtlı işsizlikte az bir artışın ve 2008 sonrasında da istihdamda ufak düşüşlerin yaşandığını açıklamaktadır.

Şirketler, ekonomik durgunluğu daha çok işçiyi prekarya saflarına dahil etmek ve başka alanlarda yeniden yapılandırma süreçlerine girebilmek için kullanmıştır. Bu yöntemlerin arasında üretimin fabrika ve ülke dışına taşınması da vardır. ABD’de arka arkaya gelen ekonomik durgunlukları, emek piyasasında güçten daha fazla düşmüş bir şekilde kendine gelmesi zorlaşan prekarya ve bununla beraber uzun dönemli işsizlikte çok büyük bir artış izlemiştir. 1970’ler ve 1980’lerin başında yaşanan ekonomik durgunlukların ardından ekonomik büyüme yeniden başlayınca istihdam, anında ve önemli oranda artış göstermiştir. 2008-2009 yıllarında yaşanan ekonomik durgunluktan sonra gerçekleşen büyümede ise bir yıldan fazla bir süre boyunca işlerde hiçbir artış yaşanmamıştır. Gerçekten de ABD’nin güney eyaletlerinde işler budanmaya devam ettikçe ‘işsiz ekonomik canlanma’ korkuları da iyice ayyuka çıkmıştır.

Almanya’daki işsizlerin bazıları düpedüz ülkeden kayboldu; pek çok Doğu Avrupalı kendi ülkelerinde ekonomik yardım alabildiklerinden dolayı Almanya’yı terk etti; çünkü diğer AB üyesi ülkelerden geldikleri için işler ne zaman yoluna girerse Almanya’ya tekrar dönebilme durumları mevcuttu. AB’deki durumun tersine ABD’deki güvencesiz işleri kaybeden göçmenler kendi ülkelerine dönmeye cesaret

edemedi çünkü ABD’ye dönüşlerinin engellenmesinden korkmaktaydılar. Çok ilginç bir biçimde aslında göçmenlerin ayrılması ve ülkeye dönmesi daha kolay olsa bu durum ABD’deki işsizlik oranının azaltılmasında önemli ölçüde işe yarayabilirdi.

Genel olarak ekonomik durgunluklar daha fazla insanı prekarya havuzuna itmekte çünkü işlerini kaybedenler kısmi de olsa yeniden istihdama daha düşük gelirli bir şekilde dahil olmaktadır. ABD’deki çalışmalara göre işsizliğin sonrasında geçici işlere girmenin, yıllık gelirleri ve uzun dönemli kazançları düşürmek gibi bir potansiyeli var. Dolayısıyla bu da işsizlerin kendilerine teklif edilen ilk işi kabul etmemelerinin en önemli sebeplerinden birisi. Yani asıl sebep ne otlakçılık ne de tembelliktir.

Bu arada işsizler bir tedavi kategorisine dönüştürülmüş durumda. Her şeyin bir sözleşmeye tabi olması vaziyeti işsizleri de kapsar hale gelmiştir. Bazı ülkelerde işsizlere ‘müşteri’ adı verilmekte ve işsizlerden sözleşme imzalamaları istenmektedir. Sözleşmelerle bazı yükümlülüklerin altına giren işsizler, bu yükümlülüklere uymadıkları takdirde cezalarla karşı karşıya kalmayı da kabul ediyorlar. Yani neredeyse sözleşme imzalanır imzalanmaz kendilerini hapse girmiş buluyorlar. İşsizler, hizmet sektöründe yaşanan bazı şeylerin benzerleriyle de karşı karşıya kalmaktadır. Günümüz piyasasında işsizlerin birden fazla ‘işyeri’ var: İstihdam değişimi, yardım büroları, iş arama eğitim büroları vb. İşsizler, karşılığı ödenmeyen işleri yapmak durumunda kalmaktadır. Form dolduruyor, sıraya giriyor, istihdam bürolarına gidip geliyor, iş peşinde koşuyor ve iş eğitimlerine gidiyorlar. Öyle ki işsizlik tam zamanlı bir iş haline gelmiş olabilir ve çok fazla esneklik içerir çünkü bu sistemde işsizler her zaman göreve hazır olmalıdırlar. Siyasilerin aylaklık dediği şey, aslında telefonun bir ucunda sürekli bir arayan olmasını bekleyip heyecandan tırnaklarını yemekten başka bir şeyi ifade etmeyebilir.

Hayatını sürekli geçici işler aracılığıyla idame ettiren bir kişinin varoluşu risklerle doludur. Geçici bir işi bulunan ve hayat masraflarını kazandığı ücretle eşitlemek için çaba sarf eden bir kadını düşünelim. Bir süre sonra iş sona eriyor ve kadının tasarrufları asgari düzeydedir. Bu kadın devletten yardım alabilmek için birkaç hafta ve belki de daha fazla bir süre beklemek zorundadır. Aradan geçen zamanda söz

konusu kadın hayat standartlarını düşürür ancak başka birisinden borç almak ya da kira ödemesini ertelemek için borca girmek zorunda kalır. Bununla beraber ortada bir başka faktör de olabilir. Geçici işler yapan insanlar genelde sosyal yardım başvurusunda bulunmak için kendilerini yıpratmak istemez. Ortaya birtakım zorluklar çıktıktan sonra istemeyerek de olsa yardım başvurusunda bulunulur. Akrabalara, arkadaşlara ve komşulara olan borçlar bu süreçte artar ve borç batağı artık pusudadır. Prekarya tuzağı daha da korkunç bir hale bürünür.

Yukarıdaki paragrafta örnek olarak verdiğimiz kadın eğer şanslıysa borçlarını ödeyecek ve kendine ekonomik anlamda biraz soluk aldıracak bazı devlet yardımları alabilir. Sonrasında bu kadına düşük ücretli bir başka iş teklifi geldiğini düşünelim. Burada kadın biraz bocalar çünkü devletten aldığı yardımların bazıları, çalışmanın para etmesine ve standart ‘yoksulluk tuzağı’nı azaltmaya dair kurallar kapsamında bir süre daha sürebilir. Ancak kadın aynı zamanda iş bittiğinde tekrar birtakım masraflarla karşı karşıya kalacağını da öngörebilmektedir. Gerçek şu ki işi kabul etmeye gücü yetmez çünkü iş sırasında kaybettiği hakların maliyetine ek olarak tekrar yardım almaya başlayana kadar oluşacak maliyetler de eklenecektir. İşte bu durum güvencesizlik tuzağını oluşturmaktadır.

İnsanlar arasındaki destek bağlarının ve anlayışının zayıflamasında güvencesizlik tuzağını keskinleştirir. Düşük ücretli işlere girip çıkmak devletten ya da şirketten birtakım yardımlar alma hakkını beraberinde getirmezken, bu tip işlere girip çıkan kişi ihtiyaç duyulan zamanlarda aile ya da arkadaşlarından yardım isteyebilme yetisini de kaybeder. Bu duruma bir de borç ve kişinin kendisini içinde bulabileceği uyuşturucu kullanımı, adi suç ve hırsızlık gibi toplumsal sıkıntılar eşlik edebilir. Güvencesizlik stresi ve kişinin kendisini sürekli olarak istihdam ajanslarına ve muhtemel işverenlere satma onursuzluğu, mevcut durumu daha da vahim kılar. Ekonomik güvencenin sağladığı bir destek olmadığı takdirde esnek emek piyasasında bu tip sonuçlar kaçınılmazdır.143