• Sonuç bulunamadı

Yerleşmişliğe Yerleşmeyen Dil

I. BÖLÜM

2.1. İkinci Yeni Şiiri ve Şiire Dil Arayışları

2.1.4. Yerleşmişliğe Yerleşmeyen Dil

İkinci Yeni şiir dilinde alışılmadık bağdaştırma ve sapmalarla kendini gösteren uzlaşmaz tavrın yapıyla açıkça sorun yaşadığı ortadadır. Bu bağlamda Lewis Carroll’ın bir öykü kahramanı Dumpty’nin “ben sözcükleri kullandığımda, … sözcüğün anlamı ben ne

istersem o olur- ne fazlası ne azı”390 ifadesinde, ileri sürülmüş özne merkezli inisiyatif edinme çabası, Saussure dilsel göstergebilim sistemiyle toplumsal-kültürel bağıllık içinde ses-anlam bağlantılarını bir yapıya kavuşturma isteğiyle Carroll’ın öykü karakteri ağzından çıkan düşünceleri olumsuzlar.391 Bir bakıma Saussure, dizge392 oluşturan birimlerin aralarında bağlantı ve kurallar bulunduğuna inanır; bu bakımdan da, yazınsal ve sanatsal üretim aşamalarında bile bu kural tutarlılığı aranmak zorundadır.393

Dolayısıyla yerleşikliği veya başka bir açıdan yapıyı sevmeyen Carroll’ın öykü karakteri Dumpty’nin ‘sözcüğün anlamı ben ne istersem o olur’ ifadesi, bir yapısızlığı yapılaştırma denemesi olarak tam bu noktada İkinci Yeni şiir dilindeki yerleşmişliğe yerleşmek istemeyen ya da yerleşemeyen kolektif özne merkezciliğe direnişi ve Saussurecü despotik üst kodlayıcı dili reddedişi açıklar niteliktedir. Saussurecü anlayışın özneyi yerinden edişi ve yerine yapıyı koyuşu, bireyin daha doğmadan önce bile ‘her zaman/zaten’ doğduğu yapıya tabi kılınmasıdır.394 İşte Deleuze-Guattari perspektifinde gösteren ile gösterilen arasındaki ilişkide gösterenin emperyalizmi,395 şizo özne ve organsız bedenleşme konularında önceden yapılan değerlendirilmelerde de bahsi geçtiği üzere şifrelenen ve kodlanan dilin bir

390 Lewis Carroll’ın Through The Looking Glass (Aynanın Öte Tarafı) adlı yapıtında Humpty Dumpty

karakterine konuştuğumuz dile istediğimiz anlamları yükleyebilir miyiz sorgulamasını yaptırıp, Sausssure sistemine karşıt bir spekülasyon alanı açar. Bk. Şükriye Ruhi, Söylem ve Birey, Söylem Üzerine, (Ed. Ahmet Kocaman), Odtü Yay., 3. Bs. Ank., 2009, s. 12. Yine Aynanın Öte Tarafı için Stoacı örnekler verildiğini düşünen Deleuze, Alice’in ismini ağaçların önünde yitirdiğini ve Humpty Dumpty’nin Alice’e bakmadan bir ağaçla konuştuğunu; ezbere söylenen sözlerin savaşları ilan edebileceğini belirtir. Bk. Gilles Deleuze, Anlamın

Mantığı, (Çev. Hakan Yücefer) Norgunk Yay., İst., 2015, s. 26. Son olarak Carroll’ın Aynanın Öte Tarafı’nda

Alice’si filolojik açıdan tanımladığı şu ifade dilde hazır tutulan radikal belirsizlik ve önceden kestirilemeyen spekülasyon için yerinde bir örnek olacaktır: “Keşke size burada Alice’in dilinden düşmeyen ve ‘tutalım ki’ ile

başlayan tümcelerin yarısını sayabilseydim.Bk. Lewis Carroll, Aynanın İçinden Alice Harikalar Ülkesinde, (Çev. Tomris Uyar) Can Yay., 2. Bs., İst., 2008, s. 17.

391 Söylem Üzerine, s. 13.

392 Başka bir açıdan nedensizliğin üzerine kurulu dizgeler sisteminin bir kod ve şifre üzerinden yola çıktığı

düşünülürse, nedensizliğin uzlaşı yanı için şu ifadeleri nakletmek yerinde olacaktır: “Her dil belli kavramlara

belli adlar (sözcükler, ses zincirleri) yakıştırmıştır. Yani her dilde, gösterilenlerin belli gösterenleri vardır. (…) Önemli olan neye ne deneceği konusunda bir uzlaşıma varılmış olmasıdır. İşte uzlaşım, dilin şifresini oluşturur.Bk. Fatma Erkman-Akerson, Göstergebilime Giriş, Multilingual Yay., İst., 2005, s. 97. Bu bakımdan şifre veya kodun yapılaştrıldığı dizge müşterek bir dilsel uzlaşı alanı olarak, ‘Sesbirimlerin içinde yer aldığı ses dizgesi, Sözcüklerin içinde yer aldığı anlam dizgesi, Tümcelerin içinde yer aldığı dizge ve Hangi tür tümcenin nerede, hangi ortamda kullanılacağına yönelik olan dizge’ türlerinde tasniflenebilir. Bk. Age., s. 100. Ayrıca böyle bir tasnif, Derrida ve dekonstrüksion yöntemine göre bir şey kavranamadığı ve gösterilemediği zaman mevcut vaolan dolanmaçlı yollarla ifade edilir; bu da ertelenmiş mevcudiyettir. Bk. Kasım Küçükalp, Batı

Metafiziğinin Dekonstrüksiyonu: Heidegger ve Derrida, Sentez Yayınları, Bursa, 2008, s. 319. 393 Mehmet Rıfat, Göstergebilimin ABC’si, Say Yay., 3. Bs., İst., 2009, s. 22.

394 Sadık Erol Er, Gilles Deleuze’ün Fark Felsefesi (Bergson, Nietzsche ve Spinoza Okuması), Çizgi

Kitabevi, Konya, 2012, s. 35.

kapitalist makineleşme sürecine tabi tutulması bakımından şizo analize olanak veren devrim makinesinin, sanat makinesinin ve analitik makinenin çarklarını, parçalarını396 oluşturmasıdır. Bu bağlamda Deleuze-Guattari şunu söyleyecektir: “Bizi ilgilendiren şu: Despotik

gösterenin tersine devrimci yarılma.”397 İkinci Yeni şiirinin yapıyı reddetme tarzı, bu çerçevede bir Apollonik tekçilik olarak da, Deleuzu’ün sözünü ettiği devrimci yarılmaya karşı Dionysos deliliğini/kırık aklı devreye sokma olarak görülebilir. İkinci Yeni şiir dilinin kuralları kendine göre belirleyişi yani anlambilimsel, biçimbirimsel, sesbirimsel ve sözdizimsel yerleşmişliklere karşı duruşu, kapitalist olgu dünyasının kodlama ve şifreleme biçimlerine yönelik bir uyum problemini de beraberinde getirir. Değer yargılarının farklılık içinde algılanmasından şiir nesnesinin ve şiirsel nesneleştirme sürecinin aykırılığına kadar genişleyen anlam ve mantık ağı, İkinci Yeni için artık yerli yerinde değildir. Bu şiir anlayışı dil yerleşikliğine yaklaşmaz; yaklaştığı dil özne merkezciliğini ve çoğul olma endişesini kaybetmediği bir kodlanma ve kodlama biçimiyle ilişkilidir.

“İşte bir bok ana ki kızlarını sünnet etmiş.

Bir ölünün kulağını dinlemesinler sıkı ağız Bir karının oğlunu diriltmesinler dul.

Bir talikayla getirdiler Niyazi adında bir geyiğin çektiği. Buz tutmuş bir delikanlıdır iyi gözlü dilsiz.

Mekedonya’da düşünülmeyen.”398

Artık Atından İnmeden Sevişmeye Alışmalısın adlı yukarıda alıntılanan İkinci Yeni şiir metninde, anlam yerleşmişliğine karşı yerleşemeyen şiir dili “kızların sünneti” ve “karının diriltilmemesi gereken oğlu-dul” açar sözcüklerde bir mantık üstü anlam zorlayıcılığına gider. Böyle bir zorlayıcılığın “erkek çocukların sünnet ettirilmesi” veya “ölen bir oğlun eşinin dul kalması” gibi olgusal yerleşmişlikte olan yapılara direnişi tıpkı “Bir ölünün kulağını dinlemesinler- sıkı ağız” ve “Buz tutmuş bir delikanlıdır- iyi gözlü dilsiz.” ifadelerinde olduğu gibi birer organsız bedenleşme eğilimi olarak dil yerleşmişliğindeki hem anlam hem de biçim yapısından kopar.

396 Gilles Deleuze, Müzakereler, (Çev. İnci Uysal), Norgunk Yay., 2. Bs., İst., 2013, s. 31. 397 Age., s. 31.

Dile ilişkin yerleşikliğin formel yanını teşkil eden filolojik tutarlılık, İkinci Yeni şiir dilinin bozmak için yaklaştığı öncelikli alandır. Bu alan biraz da, şair özne ve şiir nesnesi olan dünyanın sınırları içinde düşünülmesi gereken bir meseledir. Foucault’ya göre söyleyecek olursak, kendilerine bilim statüsü kazandırmaya çalışan araştırma kipleri olan genel dilbilgisi (grammaire générale), filoloji ve dilbilim alanlarında, konuşan öznenin nesneleşmesi, ilk kiple ilişkili olarak ekonomi ve refah analizinde üretken öznenin nesneleşmesi ve biyolojide salt yaşıyor olma olgusunun nesneleşmesi olarak bir bölünmüşlük pratiği olarak ortaya çıkar; yani deli ile akıllıyı, hasta ile sağlıklıyı ve suçluları ile iyi çocukları ortaya çıkarır.399 Şiir dilinde özne nesne ilişkisi dikkate alındığında, Foucault’nun işaret ettiği konuşan öznenin nesneleşmesi, İkinci Yeni şiir dilindeki formel yapıya sığmak istemeyişin bir uzantısı olarak, dilde sürdürülmek istenen radikal belirsizliğin, özneyi her ne suretle olursa olsun merkezde tutmanın tam karşıtı bir spekülasyon şeklidir.

“Bir beni anan doğuran kadınlar kaldı

Çocuklarını kaçırmasınlar diye al kadınları Elmalarını ısırdım öfkeyle”400

Sezai Karakoç’a ait yukarıda alıntılanan şiir metninde yer alan “anan doğuran kadınlar” ve “elma” açar ibarsi, daha önce bahsi geçen antropomorfik düşüş kavramını birgönderme olmasının yanı sıra Türk mitolojisinde, Altay efesanelerinde anlatılan ilk insanların ağaç ve meyve gibi bitmesi, topraktan çıkması ve yine ‘yılan’ çeldiricisiyle Körmös’e dönüşen Törüngey ve karısının cezalandırlması, bizatihi karısının doğumla cezalandırılmasına401 eskatolojik gönderme yapar. Bu yönüyle Karakoç’ün “Elmalarını ısırdım öfkeyle” açar dizesi, söz konusu ontolojik yapıya sığmak istemeyen şairin “ısırma” ve “öfke” ifadesiyle olguların sonuçlarına yönelik bir kriz durumu olarak görülebilir. Bu, aynı zamanda şair adına ontik özerklik peşinde olması, eskatolojik kökenlere, dil kodlarına bir itiraz ediş biçimidir.

Yine metnin yorumunu da ilgilendiren böyle bir özerklik ısrarı, Eco’nun anoloji mekanizmaları için sınıflandırdığı, eşadlılık, ironi ve karşıtlık, izler yoluyla, farklı sesletimi olan sözcük yoluyla, ad benzerliği yoluyla, tür ve cins yoluyla, pagan simge yoluyla, burçlar, organ işlev, ortak kültür özellikleri, hiyeroglif ve salt bireysel deneyim sonucu dile yansıyan

399 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev. Işık Ergüden-Osman Akınhay), Ayrıntı Yay., 3. Bs., İst., 2011, s.

58.

400 Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, Diriliş Yay., 11. Bs., İst., 2012, s. 178.

çağrışımlar yoluyla402 bir şekilde bir yorum ve temellendirme ihtiyacının dilsel zorunluluğudur. Fakat dikkat edilecek olursa Eco’nun ‘bir kez analoji mekanizması harekete

geçirildiğinde, bu mekanizmanın bu mekanizmanın duracağının hiçbir garantisi yoktur’403 uyarısı, bir anlamda Saussure-Foucault’nun filoloji için verdiği örneklerinde beliren gevşeme kabul etmeyen kurallar bütünlüğü için aynı zamanda bir karşı düşünce niteliğindedir. İkinci Yeni şiir dilindeki yapıya yerleşmek istemeyen tavır, işte burada aranabilir.

İkinci Yeni’yi dil açısından sorunsallaştıran bu dört ana başlığın genel bir çıkarımı yapıldığında, Ece Ayhan’ın “Atonallik, kalkışma (dissonanca), bakışımsızlık ya da

(dissymetrie) ne yapsın, her zaman zor algılanabilir diye avunup duracağız işte! Yazdıklarım bin yıllık algı ortamının çok altında olabilir bakın, hepten başarısız da. Ama sorarım; yeni bir sözdizimi ve yeni bir dilbilgisi neden batırılır? Batırılıyor? Kimsenin aklına nedense benim yüzmeyi derin yerde öğrendiğim ve çırılçıplak yüzdüğüm gelmiyor!”404 sorgulaması, İkinci Yeni çerçevesinde sıklıkla ileri sürülen mutlak ethos ve onun güdülemsine kaynaklık eden Apolloncu düşüncenin ‘bin yıllık algı ortamı’ olarak nitelenmiş epistemolojik ve fatalist boyutuna dilsel bir başkaldırı niteliğindedir. Böyle bir şiir dilinin Dionysos kült çerçevesinde kendini anti-temelleştirdiği asıl yer işte retorik anlamda, mutlak bir süreksizlik, rastlantısallık ve bunun dile yansımasıdır. Şairin ifadesiyle ‘çıplak yüzmek’ birinci derecede bağlama yönelik itirazdır. Yenilik işte tam bu anti-temelsizlikte aranmalıdır. Çünkü tıpkı Ece Ayhan şiiri için mevzu edilebilecek öncelikli dille başlamak ve onun şiir diline ‘ağır’ hususiyeti veren, kavramların veya olayların kalıplaşmış anlam bağlantılarından çekip çıkarılma endişesinde üretime sokulmuş405 poetik anlayış, bir kalkışım noktası olarak şimdide halihazır durumda olan dilselliğin, güncelin ve zamanın dışına çıkmayı ister.

Edip Cansever ise bir röportajında, geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki yapay sınırları umursamama ve takvimsel bölümlemeye verdiği yanıtta; “Şair yaşadığı zaman diliminin ya

da kesitinin bilinçle dışına çıkabilir. Bu yol alış, geçmişe doğru da olabilir, geleceğe de. Yani, dolaysız olarak genişletilebilir şiirin zaman boyutları. Yaşantılar üst üste biriktikçe, geçmiş aşındıkça, ölüm duygusu daha bir yakında yaşandıkça; kısacası, anlamsızlığa karşı bir

402 Umberto Eco, Yorum ve Aşırı Yorum, (Çev. Kemal Atakay) Can Yay., 7. Bs., İst., 2013, s. 64. 403 Age., s. 65.

404 Ece Ayhan, Şiirin Bir Altın Çağı, YKY., İst., 1993, ss. 137,138.

405 Utku Özmakas, Şiir İçin Paralaks / İkinci Yeni’den Günümüze Alternatif Bir Şiir Tarihi, 160. Kilometre

başkaldırı oluyor ‘zaman dışılık’ özlemi.”406 ifadesiyle, İkinci Yeni şiirinin genel poetik çizgisinde açıkça beliren dilsel yerleşme sorununun, hem toplumsal hem tarihsel bir filolojik problem olduğunu belirtir. Orhan Koçak’ın Ece Ayhan şiirini değerlendirirken söylediği şu ifadeler ise: “Yerli bağlamdan kaçma çabasından değil, tam tersine o bağlama (ve her hangi

bir bağlama) yerleşme güçlüğünden söz ediyorum, Ece Ayhan şiirinin bir yabancı dil olarak belirişinden(dir).”407 Sartre’ın bağlamak olarak nitelediği, yazar öznenin bir şekilde bir şeye bağlanma ediminden farklı olarak şairin hazır halde önüne koyulanlara karşı yerleşme güçlüğünün uzantısıdır. Dili doğrudan ilgilendiren böylesine bir anti-temelcilik eğilimi, İlhan Berk’in deyişiyle yeni bir şiir anlayışı getirme bakımından ilk dille girişilecek bir savaşla mümkündür ve bu da dili bozmayla alakalıdır.408 Şairin yaşadığı dil bunalımı adına ancak özne ve nesnesi ilişkisinin poetik dönüşüm sürecinde üzerinde gezindiği, başka bir değişle tarihsel açıdan tanıklık ettiği yürürlükteki dil olguları üzerinden inşa edilmeyi denemesi, İkinci Yeni şiirini bir yeltenme ve cüret aşamasına taşır. Yine bu durum, Cemal Süreya tarafından şöyle değerlendirilir: “Şiirde de azalan verimler kanunu var. Dil bir açıdan

işlendikçe o alanda elde edilen verimler bir noktadan sonra azalmaya başlıyor. Bu, bir bunalıma yol açıyor. (…) Bir iki yıldır dilin daha iç, daha derin imkânlarıyla baş başayız. Genç şairler yalnız folklor gibi kesin klişelere değil, daha hafif kalıplara bile sırtlarını çevirdiler. İlhan Berk’te, Turgut Uyar’da, Edip Cansever’de bunun ilk güzel örneklerini gördük. Kelimeler bizde de yontuluyor artık. Kelimeler bizde de yerlerinden yarı yarıya koparılıyor.”409 Dolayısıyla yapıya sığmamak bir tarafa yapıyı bozmak ve yerinden de etmek şeklinde gelişen İkinci Yeni şiir dili, mutla uzlaşmazlığın filolojik sınır ve kurallarla kavgalı bir poetik tavrı gün yüzüne çıkarır.

Sonuç olarak İkinci Yeni’nin dil sorunsalı, önem önceliği olan dilin güncel içeriği ve formundan çok vücuda getirilecek şiirsel üretimin olanağını karşılıyor olup olmadığıdır. Bu bakımdan, İkinci Yeni’nin dilden kopması; şiddeti örgütlerken sunmaya çalıştığı şiirsel kopma, belirsizin imgeleştirilmesinde sunmaya çalıştığı şiirsel kopma, Dadacı aranma için sunmaya çalıştığı ve yerleşmişliğe ikinci kez yerleşmek isterken sunmaya çalıştığı şiirsel kopma çerçevesiyle varolan dil-dünya ilişkisinden açık bir aykırılaşma olarak belirir. Fakat bu, dilsel sunma biçimleri, İkinci Yeni’yi yerleşmiş olgularla sıklıkla karşı karşıya getirir.

406 Mustafa Öneş, Edip Cansever: Şair, Yaşadığı Zaman Diliminin Dışına Çıkabilir, Gösteri Sanat-Edebiyat, S:

2, Ocak 1981, ss. 6-7.

407 Orhan Koçak, Kopuk Zincir/Modern Türk Şiiri Üzerine Denemeler, Metis Yay., İst., 2012, s. 176. 408 İlhan Berk, Yeni Şiirin İlkeleri, Pazar Postası, S: 6, Aralık 1957, ss. 6-11.

Dolayısıyla güncelin içeriği ve formu, İkinci Yeni’de dilli bir olanaklık problemine dönüştürür. Çoğu zaman bir kez daha tekrar edilmeyen yerleşik anlamın, olgusal açıdan sonsuz bir bağlamsızlık kapısı açması, İkinci Yeni’yi dile sığmayan ve kelimeye yerleşemeyen poetik niteliğe sokar.